TARİHTE BUGÜN ( 4 HAZİRAN)

      


     OLAYLAR:

      M.Ö. 470- Yunanlı Filozof Sokrates doğdu.

      M.Ö. 781 - Tarihte ilk kez bir güneş tutulması Çin'de kayıtlara geçti.

  • 980 - “Davranışların en iyisi iyi niyetten doğandır. Niyetin en iyisi ise bilimden ortaya çıkandır” diyen bilim adamı İbn-i Sina doğdu.
  • 1783 - Montgolfier Kardeşler, sıcak hava balonlarını halka tanıttılar ve ilk uçuşu gerçekleştirdiler.
  • 1844 - Almanya'da Silezya bölgesinde dokumacılar ayaklandı.
  • 1876 - 30 Mayıs 1876 Darbesi ile tahttan indirilen Osmanlı Padişahı Abdülaziz, gözaltında bulundurulduğu Feriye Sarayları'nda bilekleri kesilmiş olarak ölü bulundu. Doktorlar tarafından intihar ettiğine karar verilmişse de, yaygın kanı öldürüldüğü yönündedir.
  • 1877 -  Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında savunma anlaşması imzalandı. Anlaşma gereğince toprak mülkiyeti Osmanlı Devleti’ne ait olarak kalmak üzere Kıbrıs’ın idaresi İngiltere’ye veriliyordu. Uygulama 1 yıl sonra, 4 Haziran 1878 tarihinde gerçekleştirildi.
  • 1878 - Kıbrıs’ın idaresinin geçici olarak Birleşik Krallık'a bırakıldığı "Kıbrıs Antlaşması" imzalandı. 16 Ağustos 1960 tarihine kadar sürecek olan ve Britanya Kıbrısı olarak adlandırılan idare kuruldu.

  • 1915 -Azra Erhat (4 Haziran 1915; Şişliİstanbul - 6 Eylül 1982; İstanbul), Türk deneme ve inceleme yazarı, Eski Yunan ve Roma dilleri uzmanı, filolog, arkeolog, çevirmen ve düşünce insanı. Özellikle Eski Yunan klasiklerinden yaptığı çevirilerle tanınmıştır. A. Kadir ile birlikte gerçekleştirdiği İlyada ve Odissea çevirileri referans kabul edilir. 4 Haziran 1915’te İstanbul-Şişli’de doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Belçika’da yaptı. 1939’da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ni bitirerek Klasik Filoloji Bölümünde Georg Rohde'nin asistanı olarak göreve başladı. 1946’da doçent oldu. 1948’de aynı fakültedeki öğretim üyeleri Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Adnan Cemgil, Niyazi Berkes’le birlikte üniversiteden uzaklaştırıldı. 1949-1950 arasında Yeni İstanbul ve Vatan gazetelerinde çalıştı. Uluslararası Çalışma Örgütünde (ILO) kütüphanecilik yaptı. İlk çevirileri Tercüme dergisinde çıktı. SofoklesAristofanes gibi yazarların eserlerini Türkçeye kazandırdı. Yeni Ufuklar dergisinin yazarlarından biri olan Erhat, bu dergi çevresinde gelişen Hümanist anlayışın öncüleri arasında yer aldı. Batı uygarlığının kökenini ve Anadolu’ya dayandıran ve Anadolu kültürlerini bir bütün olarak gören Halikarnas Balıkçısı ile aynı görüşleri paylaştı ve aralarında derin bir yakınlık doğdu. Yine çok yakınındaki Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte çevirdiği Hesiodos’un Theogonia ve "İşler ve Günler" adlı yapıtlarıyla Hesiodos üzerine araştırmaları, 1977’de "Hesiodos, Eserleri ve Kaynakları" adıyla basıldı. Bu üç isim bir arada "Mavi Yolculuk" terimini Türk ve dünya literatürüne kazandırdılar. Azra Erhat, kansere yakalandı. Londra'da tedavi gördü, ama sonuçsuz kaldı. 6 Eylül 1982'de 67 yaşındayken İstanbul’da öldü. Bülbülderesi Mezarlığı’na defnedildi. Azra Erhat’ın vasiyeti üzerine; mezar taşında Füreya Koral’ın yaptığı bir kuş vardır. 2016 yılında Erhat'ın mezar taşındaki kuş saldırıya uğramıştır.[1] 2022'de saldırı yinelenmiş, Koral'ın çalışması parçalanmıştır. İBB Miras ekipleri tarafından onarılarak yerine tekrar konmuştur. Atatürk'ü İlyada kahramanlarından Hektor'a benzetmesinin bir dönem sebep olduğu tartışmalarla da gündeme gelmiştir. Şadan Gökovalı'nın manevi annesidir.
  • 1917 - Pulitzer Ödülleri ilk kez verilmeye başlandı.
  • 1930 - Türk Tarih Kurumu'nun temelini oluşturan Türk Tarihi Tetkik Heyeti ilk toplantısını yaptı. Ekip, 16 kişiden oluşuyordu. Heyet Başkanlığına Tevfik Bey (Bıyıklıoğlu) seçildi.
  • 1932 - Türkiye'deki yabancıların kamu işlerinde çalışması yasaklandı.
  • 1936 - Fransa'da seçimleri sol kazandı. Halk Cephesi ittifakının lideri sosyalist Léon Blum Başbakan oldu.
  • 1937 - Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edildi.
  • 1940 - II. Dünya Savaşı: Alman güçleri Paris'e girdi. Şehri, ancak 10 gün sonra (14 Haziran 1940) tam olarak kontrol altına alabileceklerdir.
  • 1943 - Toprak mahsullerinden vergi alınmasını öngören yasa kabul edildi. Buna göre her çeşit toprak ürünü vergiye tabi oluyor. Toprak Mahsulleri Vergisi 4 Haziran 1943'te Şükrü Saraçoğlu hükûmeti tarafından, büyük çiftçinin elinde birikmiş olan yeni serveti toplama amacıyla çıkarılan vergidir. 1925'te kaldırılan Aşar Vergisi'nden beri tarım kesimine yönelik ilk büyük çaplı dolaysız vergidir ve 1946'da kaldırımasına kadar bu kesimden 167 milyon lira toplamıştır. Yine Aşar Vergisi'ne benzer olarak, gayri safi üretimin yüzde onunun toplanmasını öngörmüştür. Her ne kadar hükûmet büyük çiftçiyi hedeflemiş olsa da, verginin yükünü en çok hisseden kesim piyasa için üretim yapmayan, yoksul ve yaşam düzeyi düşük olan küçük çiftçi olmuştur. Buna rağmen bu vergi; büyük çiftçi ve büyük toprak sahiplerini, onların maddi koşullarını büyük ölçüde etkilememiş olmasına rağmen, oldukça mutsuz etti ve bu kesimlerin hükûmetten soğumasında rol oynadı.
  • 1944 - II. Dünya SavaşıRomaMüttefikler'in eline geçti ve Mihver Devletleri'nin kaybettiği ilk başkent oldu.
  • 1944 - II. Dünya Savaşı sırasında Alman savaş gemileri, ticaret gemisi biçimine sokularak Boğazlar'dan geçiyordu. Birleşik Krallık bu durumu Türkiye nezdinde protesto etti.
  • 1945 - Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tartışmalara neden olan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu kabul edildi.
  • 1946 - Juan PeronArjantin Cumhurbaşkanı oldu.
  • 1961 - ABD Başkanı John F. Kennedy ile SSCB Devlet Başkanı Nikita KruşçevViyana'da bir araya geldi.


  • 1964 - Türk Hükümeti, Londra ve Zürih Antlaşmalarının verdiği yetkiyle Kıbrıs’a müdahale kararı aldı. Bu karar üzerine ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, Türk Hükümeti Başbakanı İsmet İnönü’ye bir yazı gönderdi. Johnson Mektubu olarak anılan yazıda ; Türkiye‘nin elinde bulunan silahların, muhtemel bir Sovyet müdahalesine karşı kullanılmak üzere yardım amacıyla verildiğini, bu yüzden Kıbrıs’a müdahale için kullanılamayacağını belirtiyordu.
  • 1966 - Şiirlerinde komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklanan Aşık İhsani’nin eşi Aşık Güllüşah 8 yaşındaki oğlu ile birlikte Sultanahmet Cezaevi önünde saz çalarak eşi için yazdığı şiiri okudu.
  • 1969 - TÖS’ün Eğitim Bildirisi’nden: “31 bin 882 ilkokula karşı 40 bin Kur’an kursu var; yalnızca 12 bini resmi izne sahip.”
  • 1970 - İstanbul Üniversitesi Senatosu, asistanların ve öğrencilerin “yönetime katılma” talebini Anayasa’ya aykırı bulmakla birlikte “prensipte” kabul etti
  • 1970 - Ekrem İmamoğlu, doğdu. Türk iş adamı ve siyasetçi
  • 1970 - "Altın Portakal" Sinema Ödülünü, baş rolünü Yılmaz Güney'in oynadığı Bir Çirkin Adam filmi kazandı.
  • 1970 - Manisa'da aşırı sağcılar mini etekli kızlarla uzun saçlı ve favorili erkeklere saldırdı. Manisa’da “mini etekli” bir Emniyet Sandığı çalışanı öğle yemeğinden sonra işyerine dönerken ana caddede yaklaşık 200 kişilik bir grubun saldırısından zorlukla kaçıp bir işyerine sığındı. Gece de ”Çocuk Parkı”nı basanlar, oturan gençlerin sakal ve bıyıklarını kesti, ardından Golf Kulübü’nü bastı.
  • 1972 - 204 belediye ve 3995 muhtarlık için seçim yapıldı; Adalet Partisi 100 belediye başkanlığı kazandı.
  • 1972 - California Üniversitesi profesörlerinden siyah eylemci Angela Yvonne Davis, gizli örgüt kurmak, cinayet ve adam kaçırma suçlarından beraat etti. Jürinin bütün üyeleri beyazdı.
  • 1973 - ATM'nin (Bankamatik) patenti alındı.

  • 1973 - Yavuz Zırhlısı, Gölcük'te yapılan törenle Donanma'dan çıkarıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda, Alman zırhlıları ”Goben” ve ”Breslau” Osmanlı Devleti’ne sığınmış; bu zırhlılara bayrak çekilerek, ”Yavuz” ve ”Midilli” adları verilmişti.
  • 1974 - Uluslararası Hukukçular Komitesi, Uganda'da İdi Amin'in iktidarı ele geçirmesinden bu yana 250 bin kişinin öldürüldüğünü açıkladı.
  • 1975 - Bursa İş Mahkemesi 5 bin işçinin çalıştığı TOFAŞ Otomobil Fabrikası’nda toplu pazarlık yapma yetkisini DİSK’e bağlı Maden-İş Sendikası’na verdi.
  • 1975 - Angelina Jolie, doğdu. Amerikalı aktris
  • 1978 - Kıbrıs’ta Halkçı Parti Başkanı Alper Orhon: “Kıbrıs’ta 10 köy MHP’lilerle dolduruldu. Kamu iktisadi kuruluşlarının başındakiler AP, MHP ve MSP’li”
  • 1979 - 111 kişinin hayatını kaybettiği Kahramanmaraş Olayları sanığı 885 kişinin davası başladı.19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında 111 kişi dinci-faşistlerce katledilmişti.
  • 1980 - Çorum’da Yahya Bakan ve Osman Aksu adlı sağ görüşlü kişiler, bir inşaatta öldürülmüş olarak bulundular.
  • 1980 -  MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın öldürülmesinin ardından Kayseri’de kaçırılıp işkence edilen eski Milli Eğitim Müdürü TÖB-DER üyesi Çetin Soysal tabancayla öldürülerek yola atıldı. Lise öğrencisi Ali Koç da ülkücülerin silahlı saldırısında hayatını kaybetti.
  • 1981 - 12 Eylül Darbesi'nin 5. idamı: 11 Şubat 1980'de sol görüşlü avukat Erdal Aslan'ı öldüren sağ görüşlü militan Cevdet Karakaş, idam edildi.
  • 1984 - Tokat Reşadiye’ye bağlı Cihet köyüne, kolluk güçleri tarafından düzenlenen operasyon sonucu Devrimci Yol güçleriyle çıkan çatışmada militanlardan Ahmet Pehlivan (1953/ Artvin) ve Ayhan Gökvelioğlu (1956/ Tokat- Çamlıbel) öldürüldü.



  • 1986 - İzmir 9 Eylül Üniversitesi'nde bir kız öğrenci, Ramazan günü okula askılı elbiseyle geldiği gerekçesi ile, polis tarafından dövüldü.
  • 1987 - Ankara Valiliği, 12 Eylül 1980 sonrasında feshedilen Türk Dil Kurumu’nun üyelerince 18 Nisan 1987’de kurulan “Dil Derneği”nin faaliyetini durdurdu. Gerekçe: “Türk Dil Kurumu’nun yerine kanunla Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun kurulmuş olması.”
  • 1987 - Siirt Cumhuriyet Savcılığı, SHP MKYK üyesi Turgut Atalay’ın Nisan ayında SHP’nin Siirt Bölge Toplantısı’nda yaptığı konuşmada “Kürtçülük propagandası yaptığı” iddiasıyla hazırladığı soruşturma dosyasını 7.Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı Savcılığı’na sevketti.
  • 1989 - Polonya'da ilk serbest seçimler yapıldı. Seçimleri Dayanışma Sendikası kazandı.
  • 1989 -  İran’ın dini lideri Ayetullah Humeyni’nin ölümü nedeniyle Türkiye’de bayraklar yarıya indirildi.
  • 1989 - Tiananmen Meydanı Olayları: 15 Nisan'dan beri süregelen Pekin'deki Tiananmen Meydanı'ndaki rejim aleyhtarı göstericilere, Çin Halk Kurtuluş Ordusu müdahale etti. Çok sayıda gösterici katledildi, 7000'den fazla gösterici de yaralandı.
  • 1990 - Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) resmen kuruldu.
  • 1992 - III. İzmir İktisat Kongresi toplandı.
  • 1994 -Ankara Büyükşehir Belediyesi‘nin RP’li Başkanı Melih Gökçek, heykeltraş Mehmet Aksoy’un eseri olan ve Altınpark’a dikiliyken 21 Mayıs’ta kaldırtıp depoya attırdığı 2 heykel için ATV’de “Ahlaksızlığın adını sanat koymuşlar. Ben böyle sanatın içine tükürürüm” dedi.
  • 1994 - İslam toplumunda kadınların baskı altında olduğunu söyleyen Bangladeşli yazar Teslime Nesrin, radikal dinciler tarafından ölümle tehdit edildi.
  • 1994 - Kaçırılan Kürt işadamı Savaş Buldan ve 2 arkadaşı Melen Çayı’nın kenarında işkence edilip kurşunlanarak öldürülmüş olarak bulundu.
  • 1995 - 12 Eylül döneminde kapatılmış olan Adalet Partisi yeniden kuruldu.
  • 1997 - Irak'ın kuzeyinde terör örgütü PKK'ya karşı yürütülen Çekiç Harekâtı'na katılan askerî bir helikopter, Zap Kampı yakınlarında düştü. Hakkâri'de görevli sekiz subay, iki astsubay ve bir er öldü.
  • 1998 - Karadeniz Ekonomik İşbirliğini (KEİ) uluslararası bir örgüte dönüştüren KEİ Şartı, 11 ülke tarafından Ukrayna'nın Yalta kentinde imzalandı.
  • 2000- İsrail’de ‘Duvarın Kadınları’ grubu 11 yıllık mücadele sonunda kadınların da Ağlama Duvarı önünde dua etme hakkını kazandı.
  • 2001 - Gaffar Okkan suikastıyla ilgili olarak, Hizbullah mensubu biri kadın 10 kişi yakalandı.
  • 2001- Öğretim Elemanları Sendikası (ÖES) yeni öğretim yılında derslerin ilk 10 dakikasında Dünya Bankası ve IMF politikalarını eleştirme kararı aldı.
  • 2002 - Tayland’da Birmanya sınırında bir okul otobüsüne ateş açıldı; altı öğrenci öldü, 11’i ağır 15’i yaralandı.
  • 2003 - ABD Başkanı George Bush, Filistin başbakanı Mahmud Abbas (Ebu Mazen) ile İsrail başbakanı Ariel Şaron’u Ürdün’ün Akabe kentinde buluşturdu. Akabe zirvesinde iki lider çatışmanın sonlandırılmasına yönelik sözler verdi.
    2003 - Kudüs’te ilk kez Ortodoks bir Yahudi belediye başkanlığına seçildi. Evinde televizyon bulunmayan 12 çocuklu Uri Lupolianski oyların yüzde 52’sini aldı. Kudüs’te yaşayan 220 bin Filistinli seçimi boykot etti.
  • 2003 - Enerji, Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM) ile Tek Gıda-İş Sendikası üyesi çalışanlar, TEKEL Ankara İçki Fabrikası önünde TEKEL’in özelleştirilmesini protesto etti. Çalışanlar “Tayyip’i alana Unakıtan bedava” sloganını da attı. İstanbul Sendikalar Birliği’ne üye bir grup sendikacı, 22 Mayıs’ta TBMM’de kabul edilen yeni İş Yasası’nı veto etmesi için Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e Sirkeci Postanesi’nden telgraf çekti.
  • 2003 - KESK Genel Başkanı Sami Evren, oyuncu Mustafa Alabora ve oğlu Mehmet Ali Alabora’nın da aralarında bulunduğu 38 kişi hakkında, 26 Ocak 2003’de ABD’nin Irak’a müdahalesine karşı Beyazıt’ta “izinsiz gösteri düzenledikleri”gerekçesiyle 3 yıl hapis istemiyle dava açıldı.
  • 2004 - İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi Marquis de Sade’nin “Yatak Odasında Felsefe” kitabının toplatılıp imha edilmesine karar verdi. Kitap yazılışından 207 yıl sonra Ayrıntı Yayınları tarafından Türkçeye çevrilebilmişti.
    2004 - Tüketici fiyatları 32 yıl sonra ilk kez 8.88 oranında artarak tek haneyi gördü.
  • 2005 - Birçok kentten Ankara’ya gelen Eğitim-Sen’liler sendikanın kapatılma kararını Sıhhiye Meydanı’nda protesto etti.
    2005 - Kuzey Irak’ta Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), kendi parlamentolarının ilk oturumunu yaptı. Irak Devlet Başkanı ve KYB lideri Celal Talabani “Irak’ın federal, demokratik, birleşik ve çoğulcu bir Irak olmasını arzu ediyoruz” dedi.
  • 2006 - Peru'da başkanlık seçimlerinin ikinci turunda, sosyal demokrat Alan García zaferini ilan etti ve Alejandro Toledo'nun yerine Devlet Başkanı oldu.
  • 2007 - Tunceli’nin Pülümür ilçesinde Kocatepe Karakoluna düzenlenen saldırıda 7 asker yaşamını yitirirken 7 asker yaralandı.
  • 2008- İzmit-Adapazarı Goodyear, Pirelli ve Brisa fabrikalarında Lastik-İş üyesi yaklaşık 4 bin işçi grev oylamasında “Evet” dedi.
    2008 - İstanbul Halkevleri’nden bir grup, ulaşıma yapılan % 10’luk zammı Gezi Parkı’ndan Saraçhane’ye ayakkabısız yürüyüşle protesto etti
  • 2009 - 2009- Hong Kong’da yaklaşık 150 bin kişi, Tiananmen Katliamı’nın 20. yılı anması için toplandı.
  • 2009 - Masum Türker’in, Demokratik Sol Parti’nin genel başkanlığına seçilmesinin ardından, partinin kurucu genel başkanı Rahşan Ecevit DSP’den istifa etti. Rahşan Ecevit’in ardından, DSP milletvekili Emrehan Halıcı da istifasını verdi.
  • 2011 - Adana’da sendikalar, meslek örgütleri, partiler ve sol gruplar Hopa’da Metin Lokumcu’nun ölümüyle sonuçlanan olayları protesto etti.
  • 2012 - Adana’da Alevi Bektaşi Federasyonu sendika ve meslek örgütlerinin de desteklediği “Savaşa Hayır” mitingini gerçekleştirdi.
  • 2013 - GEZİ PARKI:Gezi parkı eylemleri sürüyor: KESK iş bırakma eylemini 1 gün önceye çekip 2 güne yaydı. 2 bin KESK’li işçi G.Saray’dan Gezi Parkı’na yürüdü. Polis Gümüşsuyu/Gazhane Caddesi üzerinde kurulan barikatları dağıtmak için gece müdahale etti. Beşiktaş/ Çarşı grubu akşam üzeri Divan Otel tarafından meşalelerle Gezi Parkı’na girdi. Polis Gümüşsuyu/ Gazhane Caddesi üzerinde kurulan barikatları dağıtmak için gece müdahale etti. “Boyun eğme” pankartının ardından AKM’nin ön cephesine başka pankartlar da asılmaya başlandı. Kadınlar Taksim Meydanı civarında duvarlara yazılan ırkçı-cinsiyetçi küfürleri sildi. İstanbul Çapulcular Orkestrası -“Gezi Flarmoni” akşam Gezi Parkı’nda konser verdi. Çağlayan Adliyesi’nde avukatlar Gezi Parkı eylemlerine destek gösterisi yaptı. İstanbul Sarıgazi’de Hakan Yaman gece eve dönerken gaz kapsülüyle yaralandı, polislerce gözüne bir cisim sokuldu ve ateşe atıldı. Abdullah Cömert’in cenazesi akşama doğru Armutlu Mezarlığı’nda toprağa verildi, sonrasında polisle çatışma çıktı. Samsun’da yaklaşık 2.500 kişi Gezi Direnişi’ne destek yürüyüşü yaptı. İzmir’de Gezi protestocuları Enternasyonal Fuar Alanı’nın önünde barikat kurup polisle çatıştı. Zonguldak’ta 300 kadar lise öğrencisi Gezi Direnişi’ne destek için okul kıyafetleriyle yürüyüş yaptı. Edirne’de 10 bin kişi akşam destek yürüyüşü yaptı. Malatya’da yaklaşık 1.000 kişi yürüdü, AKP İl binasına yönelen gruba polis engel oldu. Antalya’da yaklaşık 600 avukat Gezi Direnişi’ne destek için Antalya Müzesi’nden Cumhuriyet Anıtı’na yürüdü. Bologna’da öğrenciler Gezi Direnişi’ne destek için Plazza Verdi Meydanı’na bir fotinya dikip altına Nazım’ın bir şiirinden bir dize koydu: ”Yürümek iyiye, haklıya, doğruya / Dövüşmek yolunda iyinin, haklının, doğrunun / Zapt etmek iyiyi, haklıyı, doğruyu”. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Duhok kentinde çalışan işçiler Gezi protestocularına destek selamı gönderdi. Yunanistan Komünist Partisi üyeleri Gezi Direnişi ile dayanışma için Atina sokaklarına indi.
  • 2015 - Gana’nın başkenti Akra’da akaryakıt istasyonunda meydana gelen patlamada 150 kişi hayatını kaybetti. Felaketin ardından ülkede üç günlük yas ilan edildi.
  • 2019 - 22 Mart’ta Zorlu PSM’deki konserinde Deniz Gezmiş,Yusuf Aslan,Hüseyin İnan ve Berkin Elvan’ın fotoğraflarını göstererek “Sıradaki şarkım, devlet tarafından zalimce katledilen bu güzel insanlara gelsin” diyen Alpay hakkında bir seyircinin ihbarı üzerine soruşturma başlatıldı.
      


      ÖLÜMLER:
  • 1086 - Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Anadolu Selçuklu Devleti'nin kurucusu (d. ?)
  • 1742 - Guido Grandi, İtalyan matematikçi (d. 1671)

  • 1798 - Giacomo Girolamo Casanova (2 Nisan 1725 Venedik - 4 Haziran 1798, Dux Bohemia, şimdiki DuchcovÇek Cumhuriyeti) ünlü bir maceracı, yazar ve çapkın. Don Juan'a birçok kadını ayarttığından dolayı benzetilmesine rağmen, Casanova karşı taraftaki kurmacadan çok daha farklıydı. Casanova ilişkileri olan kadınları gerçekten çok severdi ve çoğu zaman hadiselerinden sonra uzun süre arkadaş kalırdı. Sayısız aşk macerası Casanova'nın sadece bir yüzüdür.Casanova, sayısız yolculuğunda, Papa Clement XIII, Büyük Catherine (Katrin, Katerin), Büyük Frederick (daha sonra da güzel bakışlarına yorumda bulunan), Madame de Pompadour, Fransızca öğretmeni Crebillion, Voltaire, Benjamin Franklin gibi daha birçok tarihsel figürle karşılaşır. Mozart'ın Don Giovanni galasında mevcut bulunmuş ve büyük bir olasılıkla Lorenzo Da Ponte'nin opera kitabında son dakika düzeltmeleri yapmıştır. Casanova iş adamı rolünü aldığı halde, diplomat, casus, politikacı, filozof, sihirbaz ve yazardır aynı zamanda. Yirminin üzerinde kitap ve çok sayıda oyun, (Polonya'nın kuşatmasını ve tarihini anlatan çevirisi- "Istoria della tubolenze della Polonia") hayranlıkla beğenilir. Hazırcevaplık, sosyal büyü ve paranın kendisine bedavaca verilmesi yaşamının büyük bir kısmını kaplar.
  • 1809 - Nikolaj Abraham Abildgaard, Danimarkalı ressam (d. 1743)
  • 1830 - Antonio José de SucreBolivya'nın ikinci devlet başkanı (d. 1795)
  • 1838 - Anselme Gaëtan Desmarest, Fransız zoolog ve yazar (d. 1784)
  • 1872 -Johan Rudolph Thorbecke (14 Ocak 1798 – 4 Haziran 1872) 19. yüzyılın en önemli Hollandalı siyasetçilerinden biri olan bir Hollandalı politikacı ve liberal devlet adamıydı. 1848'de hemen hemen tek başına Hollanda Anayasası'nın revizyonunu hazırladı ve böylece krala daha az güç verildi ve Hollanda Devletlerine daha fazla imkân sağladı.
  • 1875 - Eduard Mörike, Alman şair (d. 1804)

  • 1931 - Hüseyin bin Ali el-Haşimi, bilinen adıyla Şerif Hüseyin ( d. 1852, İstanbul - ö. 4 Haziran 1931, Amman), 1908-1916 yılları arasında Mekke Şerifi, 1916-1924 arası Hicaz Kralı olan Arap lideri. 1852 yılında İstanbul'da doğdu. 1893 yılında yine İstanbul'a çağrıldı. 1908'de II. Abdülhamid tarafından Mekke Şerifi olarak atandı. I. Dünya Savaşı sırasında Arapların bağımsızlığı için ayaklanma başlattı ve Birleşik Krallık'tan destek gördü. 1916 yılında bağımsızlığını ilan ederek kendini Hicaz Kralı ilan etti. Arabistanlı Lawrence ile birlikte isyana önderlik etti. Savaştan sonra kurulan İngiliz ve Fransız Manda yönetimlerini kabul etmeyerek, kendisini tüm Arap ulusunun kralı ilan etti. Versailles Antlaşması'nı kabul etmemesi nedeniyle, İngilizlerle arası açıldı. Bu sıralarda İngilizlerin desteklediği Suudi ve Vahhabi saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Mart 1924'te halifeliğin TBMM  tarafından kaldırılmasından sonra, Mekke ve  Medine'nin elinde olmasına dayanarak kendisini yeni halife ilan etti. Bir süre sonra, Suudilerin desteklediği İhvan tarafından Taif'te yakalandı ve İngilizler tarafından  Kıbrıs adasına sürgün edildi. Daha sonra oradan ayrılarak, Ürdün Kralı olan oğlu I. Abdullah'ın yanına yerleşti ve 1931'de orada öldü.

  • 1933 - Ahmed Haşim (1887, Bağdat - 4 Haziran 1933, Kadıköy,İstanbul) ,  sembolizmin öncülerinden Türk şairi. Bağdat'ta doğmuştur. Babası mülkiye kaymakamlarından ve Bağdat'ın eski ve bilinen ailelerinden biri olan Alusizadelere mensup Arif Hikmet Bey; annesi ise yine Bağdat'ın ileri gelenlerinden Kahyazadeler'in kızı Sara Hanım'dır. Meşhur tefsir alimi Mahmud el Alusi Ahmet Haşim'in babasının dedesidir. Babasının Arabistan vilâyetlerindeki memuriyetleri sebebiyle düzensiz bir ilkokul tahsili gördü. Aynı sebepten dil olarak da sadece Arapçayı öğrendi. Annesinin ölümü üzerine 12 yaşında babasıyla birlikte İstanbul'a geldi. 1897'de Galatasaray Sultanîsi'ne yatılı olarak verildi. Hâşim'in sanat ve edebiyata ilgisi Galatasaray Sultanîsi'nde başlar. Bilinen ilk manzumesi "Leyâl-i Aşkım" 1901'de "Mecmua-i Edebiyye"de yayınlandı. Bu dönemde Muallim NaciAbdülhak HâmidTevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin'in tesiri altında kaldı. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı. 1905 - 1908 yılları arasında yazdığı ve Piyâle kitabına aldığı "Şi'r-i Kamer" serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi. 1909'da kurulan Fecr-i Âtî'ye girdi. 1907'de mezun olunca Reji İdaresine memur olarak girdi. Bir taraftan da Mekteb-i Hukuk'a devam etti. I. Dünya Savaşı'ndaki askerliği (1914 - 1918) sırasında Çanakkale Cephesinde bulundu. Savaştan sonra sınavla Duyun-u Umumiye'ye girdi. Duyun-u Umumiye'den çıktıktan sonra Osmanlı Bankasına memur oldu. Anadolu Demiryolu Şirketi Meclisi İdare Azalığına tayin oldu. Ayrıca Anadolu'nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu. 1924'te Paris'e, 1932'de de hastalığı sebebiyle Frankfurt'a gitti. Çeşitli yerlerde memur olarak çalışan Ahmet Hâşim, daha çok öğretmenlik yaptı. Sanâyi-i Nefise Mektebi'nde (Güzel Sanatlar Akademisimitoloji dersleri hocalığı ve Mülkiye Mektebi'ndeki Fransızca öğretmenliği görevlerine ölünceye kadar devam etti. "Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek." Prensibinden hareket eden Fecr-i Âtî grubunun yayın organı Servet-i Fünûn dergisinde şiirler yayınladı ve Servet-i Fünûn - Edebiyat-ı Cedide - topluluğuna yapılan hücumlara makaleleriyle katıldı. 1911'de yayınlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazandı. Fecr-i Atî dağıldıktan sonra siyasi ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kaldı. Dış dünya gözlemlerini kendi prizmasından geçirerek anlatır; sonbahar, akşam kızıllığı ve karamsarlık önemli temalardır. Ahmet Haşim fıkraları, denemeleri ve gezi yazılarıyla da önemli bir yazardır. Düz yazılarında dili sade ve oldukça başarılıdır. Mezarı Eyüp Sultan Camii yakınındadır.
  • 1941 - II. Wilhelm, Alman (Prusya) İmparatoru (d. 1859)
  • 1946 - Sándor Simonyi-Semadam, Macar Başbakanı (d. 1864)
  • 1949 - Maurice Blondel, Fransız düşünür (d. 1861)
  • 1953 - Alwin Mittasch, Alman kimyager, bilim tarihçisi (d. 1869)
  • 1961 - William Astbury, İngiliz fizikçi ve moleküler biyolog (d. 1898)
  • 1968 - Dorothy Gish, Amerikalı sinema ve tiyatro oyuncusu (d. 1898)

  • 1973 -Fikret Adil Kamertan ya da bilinen adıyla Fikret Adil (7 Ocak 1901 - 4 Haziran 1973), Türk yazar, gazeteci ve çevirmen. 7 Ocak 1901'de İstanbul'un Çengelköy semtinde dünyaya geldi. Askeri doktor olan babası Operatör Mahmut Adil Bey Tevfik Fikret'e olan sevgisi sebebiyle oğluna Fikret ismini verdi. Fikret Adil, Mektebi Sultani'ye devam etti (1917). Son sınıftayken Milli Mücadele'ye katılmak üzere okuldan ayrıldı. İstanbul'a 1923 yılında geri döndü. İlk olarak Tanin gazetesinde çalışmaya başladı.VakitAkşam  (Fransızca), MilliyetCumhuriyetSon PostaPolitikaİkdamSon TelgrafUlusZaferYeni İstanbulSon Havadis gibi birçok gazetede yazdı. Yazarlık yaparken bir yandan da 1930 ile 1936 yılları arasında Anadolu Ajansı'nda, 1937 ile 1966 yılları arasında ise Türkiye İş Bankası'nda memur olarak çalıştı. 1966'da İş Bankası'ndan emekli oldu. Fikret Adil'in dergiler için yazdığı ilk yazısı Şebab'da yayınlandı. HareketYeni AdamAğaçAydede,YeditepeAkis ve  Meydan gibi dergilerde de sanat yazıları çıktı. Yazar ayrıca 1931 yılında Artist isimli haftalık bir sanat dergisi ve 1939 senesinde S.E.S isimli sanat, edebiyat ve sosyoloji dergisi çıkardı. Ankara Devlet Tiyatrosu ve Ankara Şehir Tiyatrolarınca sahneye konulan onu aşkın oyunu çevirdi. 1973 yılında rahatsızlanan Adil, tedavi için Zürih'e gitti. Bu şehirde öldü, Eyüp Mezarlığı'a gömüldü.


  • 1989 - Dik Browne, Amerikalı karikatürist (Bastır Viking) (d. 1917)



  • 1994 - Roberto Burle Marx (d. 4 Ağustos 1909, São PauloBrezilya – ö. 4 Haziran Rio de JaneiroBrezilya) Park ve bahçe tasarımları ile tanınmış Brezilyalı peyzaj mimarı. Aynı zamanda ressam olarak da eserler vermiştir. Modernist peyzaj tasarımını Brezilya’ya tanıtan ilk peyzaj mimarıdır.   Roberto Burle Marx, 4 Ağustos 1909 tarihinde Almanya kökenli bir baba ve Brezilya kökenli bir annenin oğlu olarak Brezilya’nın São Paulo şehrinde dünyaya geldi. Almanya’ya ressam olarak çalışmalar yapmak için giden Roberto Burle Marx bu ülkede ziyaret ettiği Dahlem Botanik Bahçesi sayesinde Brezilya’nın doğal bitki örtüsü hakkında bilgi sahibi oldu. 1930 yılında ülkesine geri döndüğünde Brezilya’nın çeşitli bölgelerinden bitkiler toplamaya başlayan Roberto Burle Marx ilk bahçe düzenlemesini 1932 yılında Lucio Costa ve Gregori Warchavchik’ın tasarladığı müstakil bir ev projesinde elde etti. 1949 yılında Rio de Janeiro şehrinin hemen dışında yer alan ve 365.000 metrekarelik bir alana yayılan Barra de Guaratiba bölgesini satın aldı ve burada Brezilya’nın çeşitli bölgelerinden topladığı bitkileri yetiştirmeye başladı. 1985 yılında Brezilya devletine armağan ettiği, yaklaşık 3.500 farklı bitki türünü içinde barındıran bu bahçe düzenlemeleri günümüzde ulusal anıt statüsünda koruma altındadır. 1955 yılında Burle Marx & Cia. Ltda. adında peyzaj mimarlık firmasını kuran Roberto Burle Marx, Brezilya başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde bahçe ve peyzaj düzenlemeleri gerçekleştirmiştir. 1949'da Rio de Janeiro'nun

  • eteklerinde Barra de Guaratiba semtinde 365.000 m2'lik bir mülk olan Sitio de Santo António da Boca'yı satın aldı. Burle Marx, bitki örneklerini toplamak için botanikçiler, peyzaj mimarları, mimarlar ve diğer araştırmacılarla Brezilya yağmur ormanlarına keşif gezileri yapmaya başladı. Botanikçi Henrique Lahmeyer de Mello Barreto'dan bitkileri yerinde incelemeyi öğrendi ve bahçe, kreş ve tropikal bitki koleksiyonunu Guaratiba'da kurdu. Bu mülk 1985 yılında Brezilya hükümetine bağışlandı ve ulusal bir anıt haline geldi. Şimdi adı Sítio Roberto Burle Marx, IPHAN yönetiminde 3.500'den fazla bitki türüne ev sahipliği yapmaktadır. Ev, orijinal plantasyon arazisine ait bir bahçe evinin bulunduğu bir vadide yeniden inşa edildi. 2021'de Sítio Roberto Burle Marx, eşsiz Modernist tasarımı ve çevrenin ve kültürün korunmasına verdiği önem nedeniyle UNESCO tarafından Dünya Mirasları listesi'ne dahil edildi.
  • 1994 - Massimo Troisi (19 Şubat 1953 - 4 Haziran 1994) İtalyan aktör, kabare sanatçısı, senarist ve film yönetmeniydi. En çok I'm Start from Three (1981) ve Il Postino: The Postman (1994) filmlerindeki çalışmalarıyla tanınır ve ölümünden sonra iki Oscar'a aday gösterilmiştir. "Duyguların komedyeni" lakaplı  oyuncu, İtalyan tiyatro ve sinemasının en önemli oyuncularından biri olarak kabul edilir.Troisi, Michael Radford'un yönettiği Il Postino: The Postman'ın başarısıyla uluslararası üne kavuştu. Troisi, 1994 yılında , Il Postino'nun ana çekimleri bittikten on iki saat sonra kız kardeşinin Ostia'daki ( Roma ) evinde kalp krizinden öldü. Filmi tamamlamak için ameliyatı ertelediği bildirildi.

  • 2009 - Şadan Kâmil (d. 1917, İstanbul - ö. 4 Haziran 2009, İstanbul), Türk film yönetmeni, senarist, görüntü yönetmeni. İlk filmini 1943'te çeken sinemacı, Türkiye'de sinemanın kuruluş ve gelişme sürecinde etkin rol almış bir isimdir. 4 Haziran 2009 tarihindeki ölümüne kadar Türkiye'nin yaşayan en eski film yönetmeni idi.Almanya'da Baerische Lebranstahl für Lichtbildwesen'de fotoğrafçılık ve ses kayıt mühendisliği üzerine eğitim alan Kâmil, meslek yaşamına 1943 yılında Onüç Kahraman adlı filmi yönetmekle başladı. Kısa süre sonra senaryo yazmaya başlayan sanatçı, 1949 yılından itibaren görüntü yönetmenliği de yapmaya başladı. 1958 yılında kadar 15 film yönetti. Son filmini 1958'de çektikten sonra sinemayı bıraktı ve bir süre üniversite çalışmaları yaptı. 4 Haziran 2009 Cuma günü İstanbul'da yaşamını yitirdi.
  • 2013 - Joey Covington, Amerikalı baterist ve müzisyen (d. 1945)
  • 2017 - Juan Goytisolo, İspanyol şair, deneme yazarı ve romancı (d. 1931)
  • 2017 - Roger Smith, Amerikalı oyuncu, şarkıcı ve senarist (d. 1932)
  • 2018 - Georgann Johnson, Amerikalı tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu (d. 1926)
  • 2019 - Keith Birdsong, Amerikalı ressam ve grafik sanatçısı (d. 1954)
  • 2019 - Lennart JohanssonUEFA'nın 1990'dan 2007'ye kadarki isveçli başkanı (d. 1929)
  • 2020 - Marcello Abbado, İtalyan besteci, akademisyen, orkestra şefi ve piyanist (d. 1926)
  • 2020 - Milena Benini, Hırvat bilimkurgu yazarı ve çevirmen (d. 1966)
  • 2020 - Rupert Neville Hine, İngiliz müzisyen, söz yazarı ve albüm yapımcısı (d. 1947)
  • 2020 - Antonio Rodríguez de las Heras, İspanyol tarihçi, profesör (d. 1947)

  • 2020 - Bixente Serrano Izco, İspanyol tarihçi ve siyasetçi (d. 1948)





Kaynaklar: - https://tr.wikipedia.org/   - onurvakfi.org/

NAZIM HİKMET DOSYASI (SOL-DERLEME)

 


1-Nâzım Hikmet’i komünizmden arındırmak mümkün mü? (SOL)

'Ama ne yapılırsa yapılsın Nâzımla ne boy ölçüşülebiliyor ne de Nâzım dönüştürülebiliyor. Her dizesinde, her satırında komünistliği, devrimciliği, adanmışlığı kendisini gösteriyor.'

Tayyip Erdoğan henüz “başbakan” olduğu bir dönemde, partisinin il kongresinde Nâzım Hikmet’ten “Kerem gibi” şiirini okuyor. “Ben yanmasam / sen yanmasan / nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.” dizeleri Erdoğan’ın Deniz Baykal ile kavgasına meze ediliyor.

Bu Erdoğan’ın son Nâzım okuyuşu olmuyor. Seneler geçtikçe her fırsatta Nâzım Hikmet’ten “güç alma” ihtiyacı hissediliyor. Hiroşima katliamında ölenleri anmak için Nâzım’ın “Kız çocuğu” şiiri kullanılıyor. 

Erdoğan veya danışmanları Nâzım’ı alıntılama konusunda bile tembel davranıyor. Ne zaman Hiroşima, 23 Nisan, çocuklar veya gençler anılıyor, “Kız çocuğu” şiiri yeniden “dolaşıma sokuluyor”.

Nâzım Hikmet’in, kim olduğundan ne düşündüğünden bağımsız biçimde kullanılması adet haline geliyor.

Kılıçdaroğlu'ndan Akşener’e, Karamollağlu’ndan Davutoğlu’na herkes mutlaka “hatırlıyor” büyük şairi.

Nâzım unutturulamıyor

Siyasetçilerin Nâzım Hikmet ile ilişkileri faydacı bir yan taşıyor. Bunun bir nedeni Nâzım Hikmetsiz bir Türkiye’nin düşünülemeyecek olması.

Nâzım Hikmet Türkiye’nin ve dünyanın büyük şairi olarak kavga etmesi zor bir karakter. Ancak Nâzım’ın dizelerinin bu kadar serbestçe kullanılmasının bir diğer nedeni de komünist şairin olduğu haliyle anılmasının tehlikelerinden kaynaklanıyor. 

Nâzım bir örgüt insanı, TKP üyesi, komünist ve hiçbir zaman boyun eğmeyen, her daim düzenle kavgayı öğütleyen güçlü ve etkili bir kişilik. Üstelik bu, şiirlerinin her dizesinde hissediliyor.

Bu nedenle Nâzım, içi boşaltılarak popülerleştirilmesi gereken bir karaktere dönüşüyor. Etrafındaki herkese enerji vermiş, onları mücadeleye çekebilmiş bir karakterin yeni kuşaklara da enerji vermesinin önüne böyle geçilmeye çalışılıyor.

Öte yandan Türkiye sağının ileri, gelişkin olana, yurtseverliğe ve antiemperyalizme alerjisi de Nâzım’dan başkasının alternatif olabilmesini engelliyor. Türkiye sağının karakterleri halk ile temas kurmak istediklerinde, meşruiyet kazanmak istediklerinde memleketin gerçek sevdalısına, Nâzım Hikmet’e başvurmak zorunda kalıyorlar.

Nâzım ile kavga edilemiyor

Oysa ki Türkiye sağı Nâzım’a yenik düşmeden önce onunla ilkin cepheden kavga etmeyi tercih ediyor. Çünkü Nâzım Hikmet solun, sosyalizmin, komünizmin en önemli simge isimlerinden biri. Sol 1960’lar ile güç kazanırken Nâzım Hikmet antikomünizmin hedeflerinden biri olmaya devam ediyor.

Necip Fazıl’da cisimleştiği haliyle bu kavganın ürünleri Türkiye sağına boyundan büyük işlere kalkıştığını hatırlatıyor. Ancak Türkiye sağının imdadına önce 80’ler ve sonra 90’lar yetişiyor.

12 Eylül, büyük bir tehdit olan sol ile kavga ederken, yeni bir solun, sola ait olan değerlerden arındırılmış bir solun temellerini de atmış oluyor. 90’lar Sovyet Birliği’nin yıkılışını getiriyor. Artık dünyada ve Türkiye’de tehdit olmaktan çıkmış olan sol, ılımlılaştırılıp sağın meşruiyet kaynağına dönüştürülmeye uygun hale geliyor.

Nâzım Hikmet ile ancak kavga edebilecek bir karakter, faşist Alparslan Türkeş MHP’nin 1994 yılındaki kurultayının kapanış konuşmasında Nâzım’ın “Davet” şiirinden dizeler okuyor. Faşist hareketin psikolojik adaptasyonunda önemli bir adım atmış oluyor.

Nâzım “Milli kültürün zenginliği”nin içerisinde bir yere yerleştirilmeye çalışılıyor. Kavga edilmesi, komünizmden arındırılması mümkün olmayan büyük şair hile ile iki yüzlülük ile halkın değil, “herkesin şairi” yapılmaya çalışılıyor.

“Nâzım Hikmet vatan şairi olamaz.” diyen Demirel, 32 yıl sonra, 20 Kasım 1999 AGİT zirvesinin kapanışında Nâzım’ın “Davet” şiirini okuyor. Ve sağın adaptasyon süreci tamamlanıyor.

Sermaye neden Nâzım ile uğraşıyor

Ama Nâzım’ın içinin boşaltılmasında büyük adım Nâzım’ın uzlaşmaz düşmanından, burjuvaziden geliyor.

Önce Nâzım’ın telif hakkını ele geçirerek siyasal Nâzım’ı hukuki Nâzım’a dönüştürmeye çalışıyorlar. Yapı Kredi Yayınları Koç ailesinin sponsorluğunda Nâzım’ı bir metaya dönüştürmeye çabalıyor.

Nâzım okunsun diye değil, okunmasın diye basılıyor. Nâzım Hikmet sansürlü, komünistliği arka plana itilmiş bir aşk şairine dönüşebilsin diye büyük bir kampanya başlıyor. 

Liberal kalemler ideolojisiz ve sevdalı Nâzım’ı çok seviyorlar, herkese tavsiye ediyorlar. Tavsiye ederken çarpıtmayı temel yöntem olarak kullanmayı elbette unutmuyorlar. Nâzım her daim örgütlü bir komünist iken ve bununla övünüyorken, Sovyetler Birliği’nin içten savunucusu iken Nâzım’ın içeriden eleştirileri onun aykırılığına ve muhalifliğine kanıt olarak gösteriliyor.

Yayınevi ise bu sevgiyi paraya dönüştürürken siyasilere de her fırsatta alıntılamak görevi düşüyor.

Erdoğan Nâzım olmadan konuşamayacağından, İmamoğlu ise bir reklam kampanyasının karakteri olarak sinirleri alınmış, ayrımları ortadan kaldırılmış, sağda uzlaştırılmış bir toplum projesinin neferi olarak Nâzım’a başvuruyor.

Ama ne yapılırsa yapılsın Nâzımla ne boy ölçüşülebiliyor ne de Nâzım dönüştürülebiliyor.

Her dizesinde, her satırında komünistliği, devrimciliği, adanmışlığı kendisini gösteriyor.

Bu büyük kavga Nâzım’dan güç almaya devam ediyor.

                                                                        ***

2-Nâzım Hikmet: Sana inanıyorum gençlik* (Çeviri: E.Zeynep GÜNAL / SOL-Kültür)

"Diğer 'biyolojik bakımdan genç olanlardan' daha gencim. Çünkü hayal kurabiliyorum. Çünkü insanlığın aydınlık geleceğine inanıyorum."

Bugüne kadar Dünya Gençlik Festivallerinin hepsi sosyalist ülkelerde yapıldı. Festival bu yıl ilk kez kapitalist bir ülkede, kapitalist bir şehir olan Viyana’da gerçekleştirilecek.

Yaşıma ve ağır hastalığıma rağmen, üç festivale aktif olarak katıldım ve bu görkemli gençlik buluşmalarının yapıldığı ülkelerin ve şehirlerin insanlarının, demokratik Berlin, Varşova ve Moskova sakinlerinin, her yaştan insanın (hani Doğu’da derler ya yediden yetmişe) arkadaşlarını ağırladıklarını bizzat gördüm, biliyorum. Kucaklarını kocaman, evlerinin kapılarını ise ardına kadar açarak Avrupa ve Asya’nın, Afrika ve Amerika’nın erkek ve kız evlatlarını karşıladılar, bazen konukların politik, sosyal ve dinsel inançları ev sahiplerininkinden tamamen farklı olmasına rağmen üstelik. Başka bir deyişle, sosyalist ülkelerin sakinleri Festivaller sırasında barışçı ortak var oluşa duydukları dürüst isteği gösterdiler.

Festival artık biraz daha farklı koşullarda gerçekleşecek. Ama tıpkı Varşovalılar, Berlinliler, Moskovalılar gibi Avusturya’nın, Avusturyalıların ve Viyana şehrinin de konukseverlik ve dostluk göstereceğinden, Avusturya halkının da barışa ve dostluğa olan içtenlikli isteği ifade etmeye çalışacağından eminim. Tekrarlıyorum: Ama bu daha zor olacak.

Bence, festivallerde farklı ülke, ırk ve inançlardan genç insanlar yalnızca dans ve şarkı için bir araya gelmiyorlar. Şarkılarını söyleyip, dans edip, şiirler okurken, birbirlerine hediyeler verirken ellerindeki en önemli şeyi de koruyorlar: gençliklerini, genç olma hakkını, yaşama hakkını. 

Yeryüzünde her on yılda bir ne dil, ne tarih ne de ırk birliğiyle değil gençlikleri nedeniyle aralarında bağ olan yeni bir insan kuşağının yetiştiğini bu genç insanların tüm kalpleriyle anlamalarını, tüm ruhlarıyla bilincine varmalarını ve tüm varlıklarıyla hissetmelerini isterim. Peki gençlik nedir? Bu en güzele, iyi ve adaletli olana, sevgiye, yüce ve soylu olana duyulan istektir. Gençlik hayal demektir. Gençlik inanılmaz, mucizevi bir şey olarak anladığı hayatın içine girmeye hazır olan, yaşamın eşiğinde duran insan demektir.

Ancak genç kuşakta yaşı genç ama ruhu kocalmış insanlar da vardır. Onlar çoğu zaman bir şeye inanmazlar, inansalar bile yalnızca ölüme inanırlar, ölümün önünde eğilirler, macerayı zafer kabul ederler. Böyleleri için maceranın her türlüsü kahramanlıktır, hatta kirli ve kanlı sömürge savaşıdır.

Bir de kocalmış olup, haklı olarak genç kuşağa ait olan yaşlılar vardır. Örneğin ben kendimi tam da böyle kabul ediyorum. 57 yaşındayım. Önemi yok! Ama diğer “biyolojik bakımdan genç olanlardan” daha gencim. Çünkü hayal kurabiliyorum. Çünkü insanlığın aydınlık geleceğine inanıyorum. Çünkü güzel ve iyi olan için, adaletli olan için kavgayı seviyorum.

Benim değerli delikanlılarım ve genç kızlarım, Viyana festivalinin katılımcıları! Endüstrinin önderi mi ya da tarım erbabı mı, bilim uzmanı mı ya da sanatta yetenekler mi olacaksınız, mutlu insanlar mı olacaksınız, bu size bağlı.

Eğer festivalde birbirinizi çok sever, sonra bu sevgiyi ülkelerinize götürür ve her yerde anlatırsanız bu sevgi savaşı engelleyebilecek, böylece hayalleriniz gerçeğe dönüşecektir. Eğer savaşa kararlı “hayır”ınızı söyler, bunu dostça dile getirirseniz, tüm güçlü kuşağınızla birlikte yüce bir iş yapmış olacaksınız. 

Ben bir komünistim. Ama festivale katılan herkesten komsomol üyesi olmasını beklemiyorum. İçinizden her biri bırakın kendi politik ve dinsel inancında kalsın! Ama içinizden her biri bazı kocamış kötü insanların, sizleri ideolojik farklılıklar nedeniyle birbirinizi öldürmek, dünyanın barışçıl şehirlerini, birbirinden muhteşem şehirlerini, yok etmek zorunda bırakmasına izin vermemesi gerektiğini de unutmasın! 

* Nâzım Hikmet'in "Sana inanıyorum gençlik" başlıklı yazısı 10 Haziran 1959 tarihli Komsomolskaya Pravda gazetesinde yayınlanmıştır. 

                                                                             ***

3-Nâzım Hikmet'in SSCB Yazarlar Birliği 3. Kongresi'ni selamlama konuşması (Çeviri: Yasin Çalış - SOL / KÜLTÜR)

'Bence biz komünist yazarlar, proleter enternasyonalizmin bayrağını yükseğe daha da yükseğe taşımalıyız.'

Nâzım Hikmet'in, 28 Mayıs 1959 tarihinde yapılan SSCB Yazarlar Birliği 3. Kongresi’nde yaptığı selamlama konuşmasının çevirisini, büyük ustanın ölüm yıldönümünde okurlarımızla paylaşıyoruz:

Yoldaşlar, ne çok isterdim şimdi karşınızda sosyalist Türkiye’nin bir yazarı olarak bulunmayı. Lakin Türkiye henüz sosyalist bir ülke değil. Ancak, dost sosyalist ülke Türkiye’nin yazarı olarak buraya gelip de bir konuşma yapacağım o günü göremeyecek kadar da yaşlı olduğumu düşünmüyorum.  

Yoldaşlar, benim nazarımda revizyonizmin en fena tezahürlerinden biri milliyetçiliktir. Bence biz komünist yazarlar, proleter enternasyonalizmin bayrağını yükseğe daha da yükseğe taşımalıyız. Kendimi her şeyden önce bir komünist olarak görürüm, sonra bir Türk sonra da bir yazar sayarım. 

Yoldaşlar, sizlere çalışmalarınızda büyük başarılar diliyorum, bütün ilerici yazarlara, komünist yazarlara, her birinin sadece yazar olarak değil, aynı zamanda bir insan, gerçek bir insan olarak, sözün kısası gerçek bir komünist olarak tüm dünya emekçilerine layık olmasını diliyorum! 

Sanayi proletaryasının hızlı genişlemesi ne anlama geliyor? - ADİLE KAYA / SOL-Analiz

 Yoksullaşma dalgası sanayi üretimdeki ve istihdamdaki büyümeyle birlikte sömürünün derinleştiğini, Türkiye kapitalizminin artı değer havuzunu genişletme konusunda önemli bir hamle yaptığını gösteriyor.

Kapitalizmin kötüsünü yaşadığımızı ileri sürüp iyisinin pek çok sorunun çözümü olduğuna inananlara göre rant ya da inşaata dayalı ekonominin yerini sanayi üretime dayalı bir yapı aldığında sorunların büyük bölümü kendiliğinden çözülür. Burada da dünyada da, bugün de dün de kapitalizm daha fazla kar, daha fazla artı değer, daha fazla emekgücü sömürüsünden ötesini vaad etmedi, etmiyor. Türkiye’nin derin kriz tablosu da işçi sınıfı ve emekçi yığınların mücadelesi olmadan artı değer sızdırma yöntemlerinin çeşitlenmesi ve gelişmesi sonucunu doğuruyor. Sermayenin yoğunlaşması, sermaye içi yer değiştirmeler ve servet aktarımları da olağan dönemlerden daha güçlü bir şekilde gerçekleşiyor. Sermayenin iç kompozisyonundaki değişim, büyük sermaye ve sanayi sermayesi (uluslararası sermaye boyutuyla birlikte) lehine, ancak ayrı bir yazı konusu. Türkiye sermayesinin ranta dayalı sermayeye karşı üretken sermaye vb karikatür ayrımlarla değerlendirilemeyeceği, bu tür her çabanın niyetten bağımsız sermayenin geleneksel ve güçlü bölmelerini meşrulaştırmaya hizmet ettiği de vurgulanmalı. Bu yazıda son beş yılda büyüme kompozisyonunda sanayinin artan ağırlığını gösteren temel büyüklüklere değinilecek ve buradan hareketle işçi sınıfı kompozisyonundaki değişimin olası siyasi sonuçlarına ilişkin kimi değerlendirmelerde bulunulacak.

2022 yılının ilk çeyreğine ilişkin GSYH verilerinin de gösterdiği gibi Türkiye ekonomisi ihracat yani dış talep daha güçlü olmak üzere sanayi üretim çekişli büyüyor. Aslında son beş yıla bakıldığında, 2018 yılındaki kur şokuyla belirginleşen dönemden bu yana doğrusal bir seyir olduğunu söylemek mümkün. İnşaatta daralma, hizmet sektörlerinde dalgalı bir seyir izlenirken sanayi üretim 2019’da sınırlı bir duraklama haricinde düzenli olarak büyüdü. 2017-2021 dönemi değerlendirildiğinde GSYH’deki artış1 yüzde 17,6 olurken sanayi üretimdeki değişim yüzde 20,8 oldu. Aynı dönemde inşaat sektörü yüzde 16 daraldı. Bir önceki beş yıl (2013-2017) incelendiğinde GSYH artışı yüzde 23 iken, sanayi, inşaat, hizmetlerdeki büyüme yüzde 26-27 ile birbirine hemen hemen eşitti. Nitekim 2013-2017 döneminde sanayi üretimin GSYH içindeki payı sabit seyrederken, 2017-2021 döneminde 4 puana yakın arttı. İmalat sanayinin sektörel yapısındaki değişimlerle birlikte büyümenin sektörel kompozisyonunda keskin sayılabilecek bu değişim istihdam kompozisyonunda da önemli siyasi sonuçlara yol açabilecek bir değişim anlamına geliyor. Aşağıda birkaç gün önce açıklanan İstanbul Sanayi Odası (İSO) “2021 Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” verilerini de kullanarak söz konusu potansiyel ele alınıyor.

    Kaynak: TÜİK

Artı değer havuzu nasıl genişliyor?

GSYH verilerinin çarpıcı bir şekilde ortaya koyduğu emek gelirlerindeki düşüşü2 bir “genel yoksullaşma” ya da “düz sömürü artışı” olarak değerlendirmek yanlış olmamakla birlikte yetersiz kalmaktadır. Keza “servet transferi” ya da “bölüşüm ilişkilerinde bozulma” gibi ifadeler güçlü görünmekle birlikte yaşananı çok eksik anlatmakta, hatta sınıf analizinden uzaklaşmaya yol açtığı için yer yer gölgelemektedir. Çünkü emek gelirlerindeki çok dramatik düşüşte TL’nin hızlı değer kaybı ve yüksek oranlı fiyat artışlarıyla birlikte reel ücretlerdeki erimeye ek olarak yukarıda sözü edilen kompozisyon değişiminin etkisi de hayli yüksek. Sermaye gelirlerindeki hızlı artışı, artı değer oranının daha yüksek olduğu sektörlere dayalı büyüme destekliyor. Çok basitleştirerek anlatmak gerekirse inşaat faaliyetinde bir inşaat işçisinden sızdırılabilecek artı değerle, bir demir-çelik ya da otomotiv tesisinde bir işçiden sızdırılabilecek artı değer arasında çok açık ki ikincisi lehine önemli bir fark bulunuyor. Keza sermaye/teknoloji yoğunluğu farklılıklarına bağlı olarak imalat sanayi sektörleri içinde de sermaye yoğun sektörlerin daha hızlı büyümesi yine benzer bir sonucu doğuruyor. İnşaat sektöründen ve hizmetlerin bir bölümünden sanayi sektörlere kayan emekgücü, belki görece daha yüksek ücretle çalışıyor ama daha fazla sömürülüyor ya da daha fazla artı değer açığa çıkarıyor. Elbette bu söylenen reel ücret gerilemesiyle birlikte aynı sektördeki işçiden sızdırılan artı değerin de arttığını yadsımıyor, ama bundan ibaret olmayan, daha büyük bir genişleme söz konusu.

Burada iki kısa parantezle ek açıklamaya ihtiyaç var:

  • İmalat sanayiinde, sermaye yoğun ya da teknoloji düzeyi yüksek sektörlerin aynı zamanda yatırım malı ve ara malı ithalatı yüksek, yabancı sermaye payı, lisans, patent vb ödemeleri de. Dolayısıyla yaratılan katma değer yani ülkede kalan katma değer düşük olabiliyor. Örneğin orta-yüksek teknolojili sektörler altında sınıflanan otomotiv sektörünün katma değeri, düşük ya da orta-düşük teknolojili sektörler olan tekstil, seramik, çimento gibi sektörlere kıyasla düşük. Tekstil, çimento, seramik için yerli girdi oranının yüksekliği nedeniyle, enerji maliyetlerine bağlı olarak söz konusu oran yüzde 25’in üzerine çıkabiliyor, otomotivde ise yüzde 18-20 aralığına ancak ulaşılabiliyor. Ancak katma değerle, yani ülkede kalan değerle emekgücü sömürüsünden elde edilen artı değer birbirinden farklı kavramlar. Bu nedenle el konulan artı değerin nasıl realize olduğu, hangi kanallara aktığı konusundan bağımsız olarak teknoloji düzeyi, sermaye yoğunluğu arttıkça emekgücünün yeniden üretimi ya da ücret için gerekli emek zamanın azaldığı, yaratılan artı değerin arttığı söylenebilir.   3
  • Gittikçe hız kazanan yoksullaşmayı, büyük soygunu analiz etmeye gerek olmadığı düşünülebilir. Hep birlikte daha az kazanıyoruz, iyi kötü birikimlerimiz değersizleşiyor, büyük servet sahiplerine aktarılıyor yalınlığı yeterli görülebilir. Ki siyasi söylem açısından haklı olunabilir. Ancak konu sadece mevcut işlerin daha çok çalışarak daha az kazanarak yapılması, eldeki avuçtakine el konulmasından ibaret değil. Bir seferlik ya da bir zaman dilimine sıkıştırılmış bir yoksullaşma dalgası değil, sömürünün derinleşmesi söz konusu. Türkiye kapitalizmi sanayi üretimi ve sanayi proletaryasını genişletmeye ve bu şekilde artı değer havuzunu büyütmeye yönelik bir hamleye girişmiş durumda. Nitekim GSYH verileri 2020’den itibaren makine-teçhizat yatırımlarında güçlü bir dalga olduğunu gösteriyor.4 Söz konusu dalga özellikle 2012 sonrasında Türkiye ekonomisinde büyümeyi baskılayan üretim kapasitesi kısıtlarını aşmayı sağlamak için yeterli görünmüyor. Ancak sermaye açısından bu dönemi geçirecek kısmi kapasite artışları, iyileştirmelerin yapıldığını ve özellikle Avrupa sermayesine yeniden, daha ileri bir entegrasyon için önemli bir girişim olduğunu söylemek mümkün.5 Artı değer havuzunda önemli bir genişleme kanalının yaratıldığı, zaman içinde gelir kayıplarının kısmi telafisi mümkün olsa bile sömürünün derinleştiği bir tabloya işaret edilmeye çalışılıyor.

İSO 500 sonuçları yaşananı anlamayı kolaylaştırabilir. 2017-2021 dönemi İSO 500 listesinde yer alan şirketlerin üretimden satışları, artı değer gelişimini izlemek açısından en elverişli göstergelerden biri olan FAVÖK (faiz, amortisman ve vergi öncesi kar), ücretli çalışan sayıları, ödenen maaş ve ücretler gibi temel göstergeler çok net bir şekilde şunu söylüyor: Sanayi sermayesi her tür emtia fiyat artışı, kur şoku, fiyat dalgalanmasını, artı değer artışıyla aşmış, 2021’de bayrağı zirveye taşımış. 2017-2021 döneminde 500 şirketin üretimden satışları dolar bazında yüzde 29 artarken, maaş ve ücret ödemeleri yüzde 9,3 azalıyor, FAVÖK ise yüzde 76 yükseliyor.

İSO 500 Temel Göstergeler

      Kaynak: İSO

Yukarıdaki tabloda yer alan İSO 500 şirketlerinde çalışan başına yıllık ücret, büyük olasılıkla hem üst yönetim ödemeleri, fazla mesailer vb içerdiği hem de giydirilmiş ücretler olduğu için ortalamayı olduğundan yüksek gösteriyor. Ancak yine de ortalama ücret düzeyinin6 asgari ücretin ve ülke ortalamasının üzerinde olduğu, reel ücret erimesinin de görece daha az olduğu, kısmen refah düzeyinin korunduğu söylenebilir. Bu tesbit aynı kesimin en yüksek sömürü oranlarıyla çalıştığı ve işçi başına en yüksek artı değeri yarattığı, içinden geçilen dönemde bu oranların daha da arttığı gerçeğiyle çelişmiyor tabii ki.

Yine yukarıdaki tablonun 2021 ortalama dolar kuru 8,89 lira iken 2022 yılında en iyimser tahminle 16 lira seviyesinde ne olacağı sorulabilir? Bu sorunun yanıtını İSO 500’ün Türkiye ihracatının yaklaşık yüzde 40’ını yaptığını, toplam satış gelirlerinin yine yüzde 37’sinin ihracat gelirlerinden oluşturduğu söylenerek verilebilir. 2022’de muhtemelen dolar bazında benzer ciro ve FAVÖK’ün yakalanacağı, emekgücü ödemelerinin azalacağını düşünmek yanlış olmaz.

Sanayi proletaryasında tarihi genişleme

Bu beş yıllık dönemde ara iniş çıkışlar bir yana hem İSO 500 şirketlerinde hem de sanayinin bütününde çalışan sayısı arttı. İSO 500 şirketlerinde ücretle çalışan sayısı 674 binden 757 bine çıktı, yaklaşık 83 bin kişi eklendi. Sanayideki toplam istihdam da 2022 ilk çeyreğinde 2017 ilk çeyreğine göre 1,3 milyon artmış durumda. Özellikle son 1-1,5 yılda, 2021 yılındaki güçlü ihracat seyrine bağlı olarak sanayi istihdamında önemli bir artış gerçekleştiği görülüyor. Son beş yılın toplam istihdam artışı 2,6 milyon kişi, yeni istihdam edilenlerin yarısı sanayide çalışıyor. Toplam sanayi istihdamı büyümesi anılan dönem için yüzde 25. 2005-2017 döneminde sanayi istihdamının 4 milyondan 5 milyona çıktığını, yani 12 yıllık dönemde 1 milyon kişilik artış olduğunu belirtmek son beş yıldaki gelişimi daha iyi anlamayı sağlayabilir. Artan kayıtdışılık, lojistik, ticaret gibi sanayideki büyümeye bağlı sektörlerin yeni yarattıkları istihdam da dikkate alındığında toplam istihdam artışında sanayi üretimin etkisinin daha yüksek olduğu söylenebilir. Aslında büyük bir yer değiştirmeden de söz etmek mümkün. Son beş yılda inşaat ve tarım istihdamı daralırken sanayi artıyor. Özellikle imalat sanayi alt sektörleri bazında nasıl bir gelişim olduğunu da daha detaylı değerlendirmeye ihtiyaç var.

    Kaynak: TÜİK İşgücü İstatistikleri

Yaşananın bir kalkınma hamlesi bağlamında “sanayileşme” olarak nitelenmesi güç. Ancak orta vadeli potansiyel dikkate alındığında Türkiye kapitalizmi açısından mevcut sanayi üretim yapısını bir adım ileri taşımaya, özellikle orta-yüksek teknolojili sektörlerin (otomotiv, elektrikli teçhizat, makine vb) payını artırmaya odaklanıldığı söylenebilir. Ki son beş yılın gelişimine baktığımızda sadece tekstil-giyim başta olmak üzere düşük teknolojili sektörlerin değil orta-yüksek teknolojili sektörlerin büyüdüğü de görülüyor.7 Bir sektörel ayrışmadan ziyade yine herkesi birden yüzdürme çabasının baskın olmaya devam edeceği söylenebilir. Geniş göçmen nüfusu da dahil olmak üzere Türkiye’nin nüfusu, emekgücü kompozisyonu, pazar olanakları bütün sektörlerde gaza basmayı denemeye olanak tanıyor. Ülke kaynaklarının, doğanın, çevrenin sonsuz talanı, emekgücü sömürüsünün alabildiğine derinleştirilmesi bu hamlenin yakıtları tabii ki.

Peki tüm bu tür bir sanayi büyüme tablosunun sonuçları dipsiz bir sömürü derinleşmesinden mi ibaret? Eşitsizliklerin artmaya, sermaye birikiminin sorunsuz bir şekilde genişlemeye devam etmesi emekçilerin kaderi mi? Tabii ki hayır.

Sanayi proletaryasının nicel genişlemesi ve dolayısıyla işçi sınıfı kompozisyonunda önemsenmesi gereken bir nitel gelişimin yaşanması, çok boyutlu bir siyasi enerjinin açığa çıkma potansiyeline işaret ediyor. Çok açık ki bir işsizlik ve daralma dalgasıyla yaşanan yoksullaşma, derinleşen sömürüyle, eşitsizlikleri artıran bir büyüme dalgasının taşıdığı olanaklar arasında büyük bir fark söz konusu. İşçi sınıfının, hele hele sanayi proletaryasının öfkesini hesaba katma becerisi ve basireti kalmamış bir siyasi iktidar ve belki tarihinin en şuursuz halindeki bir sermaye sınıfının söz konusu olduğu da dikkate alınmalı.

Sanayi proletaryasındaki genişlemenin dayandığı genç, kadın, göçmen işçiler gibi dinamiklerin ortak mücadele perspektifinde buluşturulması, örgütlenmesi önemli bir potansiyel sunuyor.

Proletaryanın hızlı genişlediği kritik sanayi kentleri/havzaları/sektörler bazında açığa çıkaracağı bir dizi olanak söz konusu olabilir. Özellikle söz konusu büyümenin palyatif niteliği ve sermaye düzeninin böylesi bir genişlemenin sonuçlarına ilişkin öngörüsüzlüğü ve hazırlıksızlığını da dikkate almak gerekir.

Bu kadar büyük bir zenginliği sürekli artarak üreten bir sınıfın ayağa kalkmasının maddi koşulları tarihsel olarak her zaman var elbette. Ancak Türkiye’nin bugünkü koşullarında bu maddi zemin her zamankinden daha güçlü, işçi sınıfının omurgasını oluşturan sanayi proletaryası mücadeleye ve örgütlenmeye en azından son 20 yıldaki en açık konumlardan birinde.

ADİLE KAYA / SOL-Analiz

  • 1.Mevsim ve Takvim Etkisinden Arındırılmış Zincirlenmiş GSYH Hacim Endeksi’ne göre.
  • 2.https://haber.sol.org.tr/haber/sermaye-buyudu-emek-kuculdu-isciler-buyu…
  • 3.Türkiye için her bir sektör için ayrı ayrı çalışmak, sektörün kendi teknolojik gelişkinliği vb dikkate alan değerlendirmeler yapmak gerekir. Ancak burada genel yaklaşıma dayalı bir kabulde bulunuluyor.
  • 4.Makine-teçhizat yatırımları 2020 yılında yüzde 21, 2021 yılında yüzde 20,5, 2022 yılının ilk çeyreğinde de yüzde 10,5 arttı. Bu artışta yatırımlara yönelik görece düşük maliyetli TL kredi olanaklarının genişletilmesi, ihracat potansiyelindeki artışın kapasite artışı ve modernizasyon yatırım ihtiyacını artırması, pandemi döneminin zorunlu yatırımlar için olanak sunması vb etkili oldu.
  • 5.Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında AB’nin Almanya öncülüğünde giriştiği büyük yatırım dalgasının Türkiye kapitalizmine sunduğu fırsatların artık tüm aktörler tarafından yeterince kavrandığı ve müzakerelerinin çoktan başladığı söylenebilir.
  • 6.2021 yılı için ortalama aylık ücret 11 bin 500 lira olarak hesaplanıyor. Belirtildiği gibi üst yönetim ödemeleri, fazla mesailer ve tüm diğer ödemelerden sonra net ücretlerin ancak yarısına ulaşacağı öngörülebilir.
  • 7.Son beş yılda düşük teknolojili sektörler yüzde 22, orta-yüksek teknolojili sektörler yüzde 21 civarında büyürken, orta-düşük teknolojili sektörler yüzde 16, yüksek teknolojili sektörler ise yüzde 43 büyüdü. (Yüksek teknolojili sektörlerin sanayi üretim içindeki payı düşük, söz konusu yüksek oranda havacılık başta olmak üzere savunma sanayi üretim ve ihracatı belirleyici.) Otomotiv ihracatının sınırlı büyüdüğü bu dönemde orta-düşük ve orta-yüksek teknolojili sektörlerin büyümesinde TL’nin değer kaybına bağlı olarak ihracat olanaklarının artmasının yanısıra aramalı ve yatırım malı ithalatının ikame edilebildiği malların üretimindeki artış da etkili.

Yeşilçam’ın 'Rambo'su Sönmez Yıkılmaz hayatını kaybetti (SOL) + Türk Rambo’su ‘Ramo’: Sönmez Yıkılmaz (Mesut Kara-Evrensel)

 Yeşilçam’ın 'Rambo'su Sönmez Yıkılmaz hayatını kaybetti (SOL) 

Yardımcı rollerde oynayan ve Yeşilçam'ın Rambosu olarak tanınan Sönmez Yıkılmaz, 77 yaşında hayatını kaybetti.

Cüneyt Arkın, sosyal medya hesabından Yıkılmaz ile birlikte çekilen fotoğraflarını "İçimden bir parça koptu" mesajıyla paylaştı.

Arkın şunları yazdı:

"İyi dost, Yeşilçam'ın vefakâr emekçisi, Sönmez Yıkılmaz'ın vefat haberini üzüntüyle öğrendim. Onlar olmadan Yeşilçam eksik olurdu. Karakter oyuncuları olmadan Türkiye’de film çekilmezdi. Çünkü onlar filmin kokusu, tadı, her şeyiydi. Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine, yakınlarına ve tüm sevenlerine başsağlığı dilerim... Sinema camiamızın başı sağolsun"

                                                                         ***

Türk Rambo’su ‘Ramo’: Sönmez Yıkılmaz (Mesut Kara-Evrensel)

Sönmez Yıkılmaz Türk Rambosu. Kendi deyimiyle sinemanın “hamalı”. Kavgacı olarak başladığı oyunculuk serüveninde başrole kadar gelmiş. Söyleşi yaptığımız günlerde son “artistler kahvesinin” üstünde, birçok yan rol oyuncusunun uğrak yeri olan kendi film yazıhanesi vardı. Burada hem sinema okulu, hem tiyatro, hem de casting yapmayı düşünüyordu. “Benim burada bir hedefim var. Sinemalarda yerli film oynatacağım. Amerikan filmleri seyrediyoruz, bizim seyircimiz bizim filmlerimizi de seyredebilsin. Ben de ona göre, o filmlere rakip filmler çekeceğim. Onun savaşını veriyorum şu anda. İnanıyorum Türk sineması yine eski parlak günlerine dönecek, seyirciyi sinemaya çekecektir. İyi avantür filmler çekeceğim. Zaten dünyamız avantür. Televizyonu açıyoruz savaşlar, vurgunlar. Yok vatanını koruyan Vietnamlılar haksız, işgal eden Amerikalılar haklı; topraklarını koruyan Kızılderililer haksız, onları boğazlayan, topraklarını alan kovboylar haklı... Böyle avantür değil tabii. Mazlumun yanında, mazlumun haklılığını verecek avantür filmler çekeceğim. Yoksa ‘kahraman şerif’ olayı değil.”

1955 yılında Rize’de doğan Sönmez Yıkılmaz küçük yaşta İstanbul’a gelir. Bir vücut yarışmasıyla sinemada yer bulmaya çalışır. 1967’de Malkoçoğlu filmine çağırırlar. Büyük bir rol bekliyordur, fakat figüran olarak oynar. 

IŞIKÇILIKTAN KAVGACILIĞA

“Çeşitli pozlar çektirip film şirketlerine gönderdim. Başrol bekliyordum, küçük bir rolde oynadım. Dedim, ‘Sönmez sen Yeşilçam’da iyi bir yere geleceksin, başrole çıkacaksın’. Beyoğlu hayatı başladı. Bir kovboy şapkası, bir atlet, kot pantolon ve kovboy çizmeleriyle yaz-kış Beyoğlu’yu arşınlamaya başladım. Güçlü bir fiziğim olduğu için filmciler bazen hamallık işlerine, bazen de polis-jandarma gibi rollere figüran olarak çağırıyorlardı. O aralar ışıkçılık teklifi geldi, Erman Film’de ışıkçılık yaptım. Bir film çekiliyordu, vücutlu bir artist gelmemişti. ‘Sen oynar mısın?’ dediler. ‘Oynarım’ dedim ve oynadım. Yine küçük bir roldü, ilk kavgacılık böyle başladı. Ben ışıkçılıktan 25 lira yevmiye alıyordum, sabah 5’ten gece 2’ye kadar çalışarak. 5 dakika oynadım 100 lira aldım. Benim için büyük para. Ondan sonra kahvelerde film teklifleri gelecek diye beklemeye başladım. Kavga rollerine, tehlikeli sahnelere çağırıyorlardı. Aranan bir kavgacı olmuştum.”

ZEKİ MÜREN ANISI

Sonra, 1971 senesinde Killing Ölüm Saçıyor adlı film çekilir. Sönmez Yıkılmaz başrolünü, yani Killing’i oynar. O sıralar gazeteci bir arkadaşı Sönmez’i Zeki Müren’le tanıştırır. “Geleceğin jönü, Killing Sönmez Yıkılmaz diye tanıştırdı. Konuştuk, Zeki Müren çok sevdi beni. ‘Akşam evime yemeğe gel’ dedi. Ben düşündüm, taşındım; saygı duyduğum bir insan, ama onun dünyası ayrı, benim dünyam ayrı. Ben yemeğe gitmedim. Gazeteci arkadaşım bana kızdı, ‘Onun elinden tuttuğu insan şöhret olur’ dedi. ‘O bizim sanat güneşimiz, saygı duyarız, beni mazur gör’ dedim. Killing Ölüm Saçıyor benim ilk başrolüm. Film çok tuttu, iş yaptı, fakat yapımcı bana başka iş teklif etmedi. Ben artık artistler kahvesinde başrol bekliyordum. İşler geliyor, başrol diyorum, fakat başrol gelmiyor. Hep kavga rolleri. Herhalde Zeki Müren’in yemeğine gitseydim başrol teklifleri gelirdi.”

Günler geçer, beklediği yeni başrol teklifleri gelmez. Sonra bir ihtiyar ona “Senin yaşın genç, sen şöhret olursun. Git filmlerde oyna, deneyimin artsın” der. Sönmez artık kavgacı rolleri geldiğinde hayır demiyordur. İyi dayak yiyen adam, atlayan, zıplayan, gözünü budaktan sakınmayan bir adam olmuştur sinemada. Bir gün Cüneyt Arkın çağırtır Sönmez’i. Levent’teki evine gider. “Sadece benim filmlerimde oyna, istediğin şöhreti ve parayı kazanırsın” der. 

‘BİZE AKTÖR GÖZÜYLE BAKMADILAR, KAVGACI GÖZÜYLE BAKTILAR’

O zamanlar Ayhan Işık’lar, Tanju Korel’ler, Kadir İnanır’lar, Yılmaz Köksal’lar, Tamer Yiğit’ler var. İyi dayak yiyen el üstünde tutuluyor. Çünkü jöne alkış kazandırıyorlar. Cüneyt Arkın’la Battal Gazi’de iyi bir rolde oynar Sönmez Yıkılmaz. Bir süre birlikte çalışırlar, bazen onun evinde kalır, beraber koşu yaparlar, karate, boks yaparlar. Sonra bakar Cüneyt Arkın’ın yanında da aradığı şöhreti bulamayacak, tekrar piyasaya döner.

“Türk sineması, yapımcısı, yönetmeni bize hep kavgacı gözüyle baktı, aktör gözüyle bakmadı. İmkan vermediler bize. Yabancılarla da çok çalıştım. Yine Erler Film’in yabancılarla yaptığı bir filmde oynuyordum. Afgan mücahidi oynuyorum. Karşımızda Ruslar var. Rambo gibi yeşil bir eşarp bağladım başıma. Yeşil bir atlet, askeri bir pantolon, askeri bir bot. Ağır bir silah aldım elime, tek elle kaldırdım, pazıları şişirdim. Çaktırmadan Fransız rejisöre de göz atıyorum. Bir ara rejisör ‘Rambo Two’ dedi; bir şeyler söylüyor. Çevirmenler bana ‘rejisör seni beğendi, Türk Rambosu, Rambo 2 diyor. Sana iyi roller verecek, yapabilir misin?’ dediler. Dedim, yaparım, ben aktörüm. Bana Rambovari bir rol verdi. Rus helikopterini taradım, düşürdüm, koştum... Orada Fransız bir gazeteci vardı, resimlerimi çekti. Le Monde gibi dergilerde ‘Her yerde Rambo var, bu da Türk Rambosu’ diye resimlerim çıktı. 

“Alemdar Film dört buçuk günde Ramo adlı bir Rambo filmi çekti. O filmde beni 9 saat karın altında ellerim bağlı tuttular. Başka biri olsa hasta olurdu. Film video filmiydi tabii şansı olmazdı. Alemdar Film menajerliğimi yapmak istedi, kabul etmedim. 

RAMBO FİLMİ: ‘DIŞ GÜÇLERİ ANLATTIM’

Anzer Film’i kurdum. Adam gibi bir Rambo filmi çektik, ‘Silaha Yeminliydim’ adıyla. Filmde kardeş kavgasına neden olan dış güçleri, Amerika’yı Arapları anlatıyordum. ‘Bizi birbirimize düşüren kimler?’ diye soruyordum. Bu film TRT’den geçmedi, üç kez reddedildi. Ben de ’88 senesinde sırtımda filmin negatifi, koltuğumda afişler bütün Türkiye’yi gezdim, sinemalarda galalar yaptım. Filmin kaseti TRT’de kayboldu. Benim de moralim bozuldu, filmin bütün haklarını bir bardak su parasına bir filmciye verdim.”

MANİSA TARZANI PROJESİ: ‘BAKANLIĞI MAHKEMEYE VERDİM’

Sonra Almanya’ya gider Sönmez Yıkılmaz. Oraya yerleşmeye karar verir fakat kalamaz, geri döner. Önce İstanbul’a gelir, her şey “eski tas, eski hamam”dır. Antalya’ya gider. Orda Manisa Tarzanı’nı anlatırlar ona. Çok etkilenir. “Hemen Manisa’ya gittim. Bir sene inceleme yaptım. Tarzan gibi yaşadım dağlarda, kış-kıyamet. Projeyi Kültür Bakanlığına gönderdim. Filmin çekimlerine de başladım. Tabii param bitti. O zamanın parasıyla 280 milyon lira harcamışım. Bakanlık 650 milyon lira verse ben bu filmi bitireceğim. Bana bakanlıktan mektuplar geliyor, ‘darboğazdayız’ diye. Tam ümidimi kestiğim anda bir gazetede benim resmim, ‘Manisa Tarzanı devam ediyor’ diye bir haber. Tamam, dedim, krediyi aldık, başlayacağım. Gazeteyi aldım, bir baktım alt yazıda Talat Bulut oynuyor, Orhan Oğuz çekiyor. Bizim projeyi yemişler. Ben de bakanlığı mahkemeye verdim. Ama bakanlık olduğu için neticesiz kaldı. O benim bebeğimdi, yazık ettiler.”

(Mesut Kara-Evrensel) 18/Kasım/2017

TÜİK'e göre yıllık enflasyon yüzde 73,50 oldu, üretici enflasyonu rekor kırdı! + Nureddin Nebati’ye göre enflasyon düşüş eğilimine girdi / BİRGÜN

 

TÜİK'e göre yıllık enflasyon yüzde 73,50 oldu, üretici enflasyonu rekor kırdı!

TÜİK mayıs ayına ilişkin enflasyon oranlarını açıkladı. Buna göre mayısta enflasyon aylık bazda yüzde 2,98, yıllık bazda ise yüzde 73,50 artış gösterdi. Üretici enflasyonu ise, yüzde 132,16'ye ulaşarak rekor düzeye yükseldi. Söz konusu artış Mart 1995'ten bu yana kaydedilen en hızlı yükseliş oldu. ENAG verilerine göre ise enflasyon artışı mayıs ayında yüzde 5,46, son 12 aylık dönemde yüzde 160,76 olarak gerçekleşti.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Mayıs ayına ilişkin tüketici ve üretici fiyat endekslerini yayımladı. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) mayısta aylık bazda yüzde 2,98, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) yüzde 8,76 artış gösterdi. Yıllık enflasyon tüketici fiyatlarında yüzde 73,50, yurt içi üretici fiyatlarında yüzde 132,16 olarak kaydedildi.

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, mayıs ayı itibarıyla 12 aylık ortalamalar dikkate alındığında, tüketici fiyatları yüzde 39,33, yurt içi üretici fiyatları yüzde 80,38 arttı. Aylık bazda TÜFE yüzde 2,98, Yİ-ÜFE yüzde 8,76 yükseldi.

ÜRETİCİ ENFLASYONU REKOR KIRDI

Veriler üretici fiyatlarındaki artış ivmesinin de devam ettiğini gösterdi. Buna göre, mayıs ayında üretici fiyat endeksi bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 132,16 arttı ve rekor düzeye yükseldi. Yİ-ÜFE ise Aralık 2021'e göre yüzde 51,43, geçen yılın mayıs ayına kıyasla yüzde 132,16 arttı.

TÜFE, mayısta geçen yılın aralık ayına göre yüzde 35,64, geçen yılın aynı ayına kıyasla yüzde 73,50 artış kaydetti.


MAYIS AYINDA EN BÜYÜK ARTIŞ İÇKİ VE TÜTÜNDE

Ana harcama grupları itibarıyla 2022 yılı mayıs ayında en az artış gösteren ana gruplar yüzde 0,41 ile eğitim, yüzde 1,49 ile haberleşme ve yüzde 1,61 ile sağlık oldu. Buna karşılık, 2022 yılı mayıs ayında artışın yüksek olduğu ana gruplar ise sırasıyla, yüzde 6,53 ile alkollü içkiler ve tütün, yüzde 6,15 ile eğlence ve kültür, yüzde 5,47 ile lokanta ve oteller oldu.


YILLIK BAZDA 8 GRUP DÜŞTÜ, 4 GRUP YÜKSELDİ

Yıllık en düşük artış yüzde 19,81 ile haberleşme ana grubunda gerçekleşti. Bir önceki yılın aynı ayına göre artışın düşük olduğu diğer ana gruplar sırasıyla yüzde 27,48 ile eğitim, yüzde 29,80 ile giyim ve ayakkabı ve yüzde 37,74 ile sağlık oldu. Buna karşılık, bir önceki yılın aynı ayına göre artışın yüksek olduğu ana gruplar ise sırasıyla, yüzde 107,62 ile ulaştırma, yüzde 91,63 ile gıda ve alkolsüz içecekler, yüzde 82,08 ile ev eşyası oldu.


ENAG YILLIK ENFLASYINU YÜZDE 160,76 OLARAK AÇIKLADI

Akademisyenlerin ve ekonomistlerin oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG), enflasyonun mayıs ayında yüzde 5,46 arttığını, son 12 aylık artışın ise yüzde 160,76 olduğunu bildirdi.                                             ***

Nureddin Nebati’ye göre enflasyon düşüş eğilimine girdi.

TÜİK’in bugün açıkladığı enflasyon verilerini değerlendiren Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, enflasyonun düşüş eğilimine girdiğini savundu.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan enflasyon verileri, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati tarafından olumlu karşılandı.Bugün açıklanan enflasyon rakamlarının enflasyonun artış hızının kesildiğini ortaya koyduğunu ileri süren Nebati, “Nisan ayında yüzde 7,25 olarak gerçekleşen TÜFE aylık artış oranı Mayıs ayında yüzde 2,98 olarak gerçekleşerek düşüş eğilimine girmiştir” dedi.TÜİK yıllık enflasyonu yüzde 73,5, üretici enflasyonunu ise yüzde 132,16 ile rekor düzeye yükseldi. Aylık bazda TÜFE yüzde 2,98, Yİ-ÜFE yüzde 8,76 oldu.                                                          ***

ENAG: Yıllık enflasyon yüzde 160,76!

ENAG'a göre, enflasyon mayıs ayında aylık bazda yüzde 5,46 arttı, son 12 aylık artışı ise yüzde 160,76 olarak gerçekleşti.

Akademisyenlerin ve ekonomistlerin oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG), Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) açıklamasından önce, hesapladığı mayıs enflasyonunu duyurdu. ENAG hesaplamasına göre enflasyon mayısta aylık bazda yüzde 5,46 yıllık bazda yüzde 160,7 artış kaydetti.

ENAG tarafından yapılan açıklamada, “ENAGrup Tüketici Fiyat Fiyat Endeksi (E-TÜFE) Mayıs ayında %5.46 arttı. E-TÜFE’nin son 12 aylık artışı ise %160.76 olarak gerçekleşti” denildi. Paylaşılan verilerde en çok yükseliş yaşanan kalemin konutta olduğu görüldü.

ENAG raporunda "TÜİK alt grupları gösterge olarak alındığında en fazla aylık düşüş yüzde -41 ile haberleşme en fazla yükseliş ise yüzde 12,49 ile konut kaleminde gerçekleşmiştir" ifadelerine yer verildi. ENAG, nisan ayında enflasyonun aylık bazda yüzde 8,68,12 aylık artış oranının ise yüzde 156.86 olarak gerçekleştiğini açıklamıştı.

 BİRGÜN



Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı+Gündem" -3 Haziran 2025-

  Cumhuriyet ve sosyalizm: Yarım kalan bir vaat için yürümek -İskender Özturanlı- Okuyan’ın analizleri, solun son otuz yıllık tarihini bir a...