TARİHTE BUGÜN ( 23 HAZİRAN)

      


      OLAYLAR:

  • 656 - (Hz. Ali)Ali bin Ebu TalipHalife seçildi.
  • Ali bin Ebu Talib (21 Mart 599 veya 600, Mekke - 28 Ocak 661, Kufe)
  • İslam Devleti'nin 656-661 yılları arasındaki halifesi. İslam peygamberi Muhammed'in damadı ve amcası Ebu Talib'in oğlu olan Ali, Muhammed'in İslam'a davetini kabul eden ilk kişidir.Sünni İslam'a göre Ali, dört halifenin sonuncusu, Şii İslam'a göre ise imamların ilki ve Muhammed'in hak vârisidir. Şii ve Sünni İslam arasındaki farklılaşmanın ana nedeni Muhammed'in gerçek vârisinin kim olduğu konusundaki görüş farklılığından ileri gelmektedir. Ebu Talib ve Fatıma bint Esed'in çocukları olan Ali, Kabe'de doğan tek insan olup, İslam Peygamberi'nin himayesinde büyümüştür. Muhammed'e vahiy geldiğinde ise, onun davetini kabul eden ilk erkek olan Ali, hayatını İslam'a adamıştır. Peygamberin emri üzerine hicret gecesi onun yatağına yatan ve emanetleri sahiplerine ileten Ali, kısa bir süre içinde peygamberin ardından Medine'ye gitmiş, burada İslam Peygamberi'nin kızı  Fatıma ile evlenmiştir. Medine döneminde başlayan ilk küçük çaplı savaşlardan başlayarak neredeyse katılmadığı hiçbir savaş olmaması hasebiyle, savaşçılığı ve cesareti ile bilinen Ali, üçüncü halife Osman bin Affan'ın öldürülmesinin ardından halk tarafından halifeliğe getirilmiştir.Ali diğer bir kısım dini kişiliklerle birlikte "Ali kültü"nün merkezi kişiliğini oluşturur.[11] Rivayet kültürüne dayalı eserlerde, Ali bilhassa ilmi, cesareti, imanı, dürüstlüğü, adanmışlığı, sadıklığı, cömertliği ve şefkati ile anılmakta olup, batıni Sufi gelenekler için en önemli mistik figürdür. Özellikle, tefsir, fıkıh ve dini düşünce alanındaki üstünlüğü kabul görür.[12] Tarih bilimi açısından islami kişilikler, İslamın erken tarihi, ne zaman ortaya çıktığı, hangi coğrafyada doğup dünyaya yayıldığı konusu günümüzde belirsizliğini korumakta, bu konuda Mekke'nin yanında Petra başta olmak üzere farklı coğrafyalara işaret eden teoriler ileriye sürülmektedir. Tartışmalarda geleneksel anlayışın işaret ettiği Hicaz bölgesi dışında, Petra, Petranın kuzeyinde bir bölge ve Kufe ve Hire  (Güney Irak) bölgeleri öne çıkmaktadır.
  • 1920- Çerkez Ethem, Yozgat’a girdi ve padişah yanlısı ayaklanmayı bastırdı.
  • 1939 - Hatay Devleti'nin Türkiye'ye katılmasına ilişkin antlaşma, Ankara'da imzalandı. Fransa ve Türkiye arasında imzalanan antlaşmayla Hatay Fransız egemenliğinden çıktı. Fransa Hatay üzerindeki bütün hak iddialarından vazgeçerek kentin Türkiye’nin bir ili olarak ilhak edilmesini kabul etti.
  • 1941 - Refah Faciası: Birleşik Krallık'a sipariş edilen denizaltı ve uçak filosunu teslim alacak personeli taşıyan "Refah" şilebi, Mersin'den İskenderiye'ye giderken, bir denizaltı tarafından Mersin açıklarında batırıldı. 168 kişinin öldüğü, 32 kişinin kurtulabildiği olayın ardından, TBMM'de soruşturma başlatıldı.Birleşik Krallık’a sipariş edilen denizaltı ve uçak filosunu teslim alacak personeli taşıyan Refah şilebi, Mersin’den İskenderiye’ye giderken, bir denizaltı tarafından Mersin açıklarında batırıldı. 168 kişinin öldüğü, 32 kişinin kurtulabildiği olayın ardından, TBMM’de soruşturma başlatıldı ve Refah gemisinin yanlışlıkla Fransa’ya ait bir denizaltı tarafından torpillendiği ortaya çıktı. Fransa’dan gizli pazarlık sonucu iki savaş gemisi alındı.
  • 1942- 6 ve daha fazla çocuğu olan ailelere ikramiye verilmesi kararlaştırıldı.
  • 1943- Türkiye ile Amerika arasında karşılıklı radyo yayın servisi açıldı.
  • 1950 - Türkiye Cumhuriyeti Turizm Bankası kuruldu.
  • 1954 - İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanlığı'na seçilen Prof. Dr. Nüzhet Gökdoğan, ilk kadın Dekan oldu.
  • 1954 - Türkiye ile ABD arasında vergi muafiyeti antlaşması imzalandı.
  • 1955 - Akis dergisi Yazı İşleri Müdürü Cüneyt Arcayürek, 6 ay hapse mahkûm oldu.
  • 1960- Patrice Lumumba ve Kongo Ulusal Hareketi ilk hükümetini kurdu.
  • Patrice Émery Lumumba (doğum adı Élias Okit'Asombo) (d. 2 Temmuz 1925 - 17 Ocak 1961), Kongolu siyasetçi. Lumumba, Afrika ülkesi Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin ilk başbakanı olarak 1960 yılında başbakanlık makamına gelmiştir. Belçika Kongosu'nun Kasavi bölgesinde Élias Okit'Asombo ismi ile doğdu. Bir misyoner okulunda eğitim gördü ve Leopoldville (Kinşasa) ve   Stanleyville'de (Kisangani) rahip ve gazeteci olarak çalıştı. 1955'te Lumumba bir sendikanın başkanı seçildi ve Belçika Liberal Partisi'ne katıldı. 1957 yılında zimmete para geçirme iddiasıyla tutuklandı ve bir yıl hapis yattı. Tahliye olduktan sonra 1958'de Kongo Ulusal Hareketi'ni kurdu. 1959'da Belçika,  Kongo'ya beş yıl içinde bağımsızlığının verilmesini içeren bir planı açıkladı ve Aralık ayında yapılan yerel seçimlerde Kongo Ulusal Hareketi Lumumba'nın tutuklu olmasına rağmen büyük çoğunluk kazandı. Belçika'da 1960 yılında toplanan bir konferans Kongo'ya bağımsızlığın planlandan önce, Mayıs'ta yapılacak seçimleri takiben Haziran 1960'ta verilmesini kararlaştırdı. Lumumba ve Kongo Ulusal Hareketi 23 Haziran 1960'ta ilk hükûmeti kurdu. Lumumba başbakan ve Joseph Kasavubu devlet başkanı oldu. Lumumba'nın hükûmet dönemi, Katanga bölgesinin Belçika'nın desteğini alan Moise Tshombe'nin önderliğinde Haziran 1960'ta bağımsızlığını ilan etmesinden kaynaklanan siyasal çatışmalarla belirlendi. Birleşmiş Milletler birliklerin gelmesine rağmen karışıklıklar sürdü ve Lumumba Sovyetler Birliği'nden destek istedi. Lumumba, Eylül'de devlet başkanı Kasavubu tarafından yasallığı şüpheli şekilde görevinden el çektirildi. 14 Eylül'de Albay Joseph Mobutu (daha sonra Mobutu Sese Seko adını aldı) önderliğindeki ve Kasavubu tarafından desteklenen bir askerî cunta yönetimi ele geçirdi. Lumumba 1 Aralık 1960'ta Mobutu'ya bağlı birlikler tarafından tutuklandı. Yakalandığı Port Francqui'den Leopoldville'e kadar elleri kelepçeli olarak getirildi. Birleşmiş Milletler genel sekreteri General Dag Hammarskjold Kasavubu'yu, Lumumba'ya hukuk çerçevesinde muamele etmeye davet eden bir çağrı yayınladı. Patrice Lumumba cunta tarafından tutuklanmış ancak BM tarafından koruma altına alınmıştır. Leopoldville'deki evi BM tarafından korumaya alınmıştı. Ancak Lumumba bu evden gizlice ayrıldı ve Stan'a ulaşıp devrim hareketini ateşlendirmek istedi. Stan'a geçmek üzere son adım olan arabalı vapura binerken Mobutu'nun askerleri tarafından ele geçirildi. Ele geçirilen ancak tutuklanmayan Lumumba kendi arabasıyla başkente etrafında askeri araçlarla ilerlerken yol kenarında bulunan BM temsilciliğine sığınır ancak BM sadece evinin sınırlarında olduğunda onu korumakla görevli olduklarını belirtti. BM'nin sığınma isteğini geri çevirmesinin ardından Devrik Başbakan Patrice Lumumba askerler tarafından tutuklanarak başkente işkence altında götürüldü. SSCB Hammarskjold'u ve batılı hükûmetleri Lumumba'nın tutuklanmasının sorumluları olarak kınadı ve derhal serbest bırakılması için çağrıda bulundu. BM Güvenlik Konseyi, Lumumba'nın derhal serbest bırakılmasını ve Kongo hükûmetinin başı olarak görevinin derhal iade edilmesini, Mobutu'ya bağlı güçlerin silahsızlandırılmasını ve Belçika'lıların zaman kaybetmeden Kongo'yu terk etmesini sağlamaya çağıran SSCB'nin taleplerini değerlendirmek üzere 7 Aralık'ta bir toplantı yapmaya çağırdı. Sovyet delegesi Valerian Zorin ABD'nin taleplerini reddetti ve güvenlik konseyi başkanlığından istifa ederek görüşmeleri terk etti. Lumumba'nın kendisini yakalayanlar tarafından işkenceye uğradığını bildiren bir BM raporunun ortaya çıkmasından (9 Aralık) sonra taraftarlarından bazıları Lumumba 48 saat içinde serbest bırakılmazsa ülkedeki tüm Belçikalılar'ı tutuklayacakları ve "bazılarının başını kesmeye başlayacakları" tehdidinde bulundular. BM karşıtı sesler Yugoslavya, Birleşik Arap Emirlikleri, SeylanEndonezya, Fas ve Gine'nin Kongo BM misyonunda bulunan askerlerini çekeceklerini duyurmasıyla daha da güçlendi. Yine de Sovyetler'in Lumumba yanlısı 14 Aralık tarihli karar tasarısı 8'e karşı 2 oyla reddedildi. Aynı gün General Hammarskjold'un emrine Kongo meselesinin üstesinden gelmesi için daha çok askeri güç veren karar tasarısı Sovyetler Birliği tarafından veto edildi. Patrice Lumumba tutuklu bulunduğu başkentteki hapishaneden alınarak Joseph Kasavubu ve Joseph Mobutu'nun emri ile bağımsızlığını ilan eden ve Lumumba'nın siyasi alandaki baş düşmanı Tshombe'nin emrinde bulunan Katanga bölgesine arkadaşları Maurice Mpolo ve Joseph Okito ile sevk edildi. Buraya sevk edilen Lumumba ve arkadaşları aynı gün kurşuna dizildi. İnfazın ardından cesedi sülfürik asit ile eritilerek yok edildi. Acelece gerçekleştirilen bu infaz halka duyurulmadı ve şartların sağlanması beklendi. Lumumba ve arkadaşlarının infazı halka 2 ay sonra duyuruldu. BM önünde 2 ay boyunca gösteriler yapan Lumumba'nın eşi Pauline Opango ise BM görevlileri tarafından sürekli kovuldu... Şubat 2002'de Belçika hükûmeti "Lumumba'nın öldürülmesine giden olaylarda inkar edilemez bir sorumluluk payına sahip olduğunu" kabul eden bir açıklama yayımladı. Temmuz 2002'de ABD hükûmeti CIA'in, Lumumba karşıtlarına para ve politik destek yardımında bulunarak ve Mobutu'ya silah ve askeri eğitim sağlayarak Lumumba'nın öldürülmesinde rol oynadığını ortaya çıkaran belgeleri açıkladı. 20 Haziran 2022 tarihinde cesedinin eritilerek yok edilmesinden sonra vücudundan geriye kalan tek parça olan dişi 61 yıl sonra Brüksel, Egmont Saray'ın da ailesine teslim edildi. Törene Lumumba'nın ailesinin yanı sıra Belçika Kralı Philippe, Belçika Başbakanı Alexander De Croo ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti Devlet Başkanı Félix Tshisekedi katıldı.
  • 1961- Ankara’dan Almanya’ya ilk işçi kafilesi gönderildi. Özel bir uçakla 93 maden işçisi gitti. Bugün de 60 işçi sevk edilecek. İşgücü göndermeye ilişkin protokol, Türkiye ile Batı Almanya arasında 13 Haziran’da imzalanmış özel kuruluşların kontratsız işçi göndermelerinin önüne geçilmeye çalışılmıştı.
  • 1968- Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nde işgal kaldırılınca Profesörler Kurulu öğrencilerin 31 maddelik taleplerinin çoğunu kabul etti ve boykot sona erdi. Gece toplanan İstanbul Üniversitesi Senatosu, öğrencilerin şartlarının kabul edilemez olduğunu, 24 Haziran’a kadar işgal kaldırılmazsa okulu tatil edebileceklerini bir bildiriyle duyurdu. Senato’nun bildirisine karşı öğrenciler İşgal Konseyi vasıtasıyla anlaşmanın güvenilirliği için şartlarını ortaya koydu: Öğrenciler, kısa vadeli şartlarına uyulursa işgali kaldırıp boykotun erteleneceğini, uzun vadede talepleri karşılanmazsa tekrar işgal başlatacaklarını bildirdi.
  • 1969- Devrimci Gençlik Kurultayı İstanbul’da toplandı. Kısa adı FKF olan Fikir Kulüpleri Federasyonu lideri Yusuf Küpeli ile Deniz Gezmiş bir manifesto yayımladılar. “Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” hedefi için mücadele programını açıkladılar.
  • İTÜ’de boykota son verildi, Maçka Teknik Okulu’nda boykota devam edildi ve sınavlara girilmedi. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin işgaliyle ilgili gıyabi tutuklama kararı çıkarılan 5 öğrenci yakalanarak tutuklandı. Ege Üniversitesi Boykot Komitesi boykotun süreceğini bildirdi
  • 1970- Anayasa Mahkemesi memurların grev yapmasını yasaklayan kanun hükmünün Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verdi.
  • 1971- SBF doçenti Mete Tunçay, T.Bottomore’un “Marx’tan Seçmeler” adlı kitabından Türkçe’ye çevirdiği bölümler gerekçe gösterilerek tutuklandı.
  • 1972- Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde görülen duruşmada, feshedilen Türkiye İşçi Partisi’nin Genel Başkanı Behice Boran ve 19 partili hakkında tutuklama kararı verildi.
  • 1973- Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (FIJ),  Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığını açıkladı, tutuklu gazetecileri serbest bırakılmasını istedi.
  • 1974- 1970’li yıllarda Türkiye’de büyük ilgi toplayan “Kaçak” adlı Amerikan televizyon dizisinde “Doktor Kimble” rolünü oynayan Amerikalı sinema oyuncusu David Janssen Turizm Bakanlığı’nın konuğu olarak Türkiye’ye geldi.
  • 1975- Milliyetçi Cephe hükümetinin Başbakan Yardımcısı ve MHP Genel Başkanı ve A.Türkeş Diyarbakır’a geldi. Türkeş’in Diyarbakır’a gelişi öncesi MHP’liler arabalarla konvoylar oluşturup sloganlarla caddelerde dolaştı. Sayıları bini aşan Diyarbakırlı da MHP’lilere karşı gösteriye başladı ve Diyarbakır Kalesi’ne asılan MHP bayrağını indirip yaktı, gruplar arasında çatışma başladı. Araya giren polis Diyarbakırlıları dağıtmak için önce cop sonra silah kullandı, yaralananlar oldu ve çatışmalar şiddetlendi, kontrolü kaybeden polis askerden yardım istedi. Az sayıda tank ve gelen ilave birlikler bir süre sonra kentte kontrolü sağladı. Türkeş, bir süre sonra alana gelip protestolar arasında megafonla çok kısa bir konuşma yaptı ve alandan ayrıldı. Diyarbakır’da olaylar gece de sürdü, bazı polis noktaları ve araçlar tahrip edildi, 50 kişi gözaltına alındı, 1’i er 2 kişi öldü, 46 kişi yaralandı. Türkeş bir yıl sonra aynı gün tekrar Diyarbakır’a gitmek istedi. Tepkiler üzerine gezi iptal edildi.
  • 1975 - 1.Uluslarararası Türk Folklor Kongresi’ne davetli olan Prof.Pertev Naili Boratav ve Prof.İlhan Başgöz gerekçe gösterilmeden program dışı bırakıldı. Yurtdışında olan Boratav ve Başgöz programdan çıkarılınca 43 yabancı ve 42 Türk delege Kongre’ye katılmaktan vazgeçti.
  • 1978- 1971’de İstanbul Maltepe’de Hüseyin Cevahir’i vuran emekli Deniz Yarbayı Cihangir Erdeniz dükkanında öldürüldü. Saldırıyı Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birliği (MLSPB) üstlendi.
  • 1979- Çorum’da polisle silahlı çatışmaya giren Devrimci Yol militanı Kemal Akça (1957- Digor/ Kars) öldürüldü.
  • 1979 - İstanbul Beyazıt Meydanı’nda saatli bomba patladı, 2 kişi öldü.
  • 1982- Yurtdışına kaçan Banker Kastelli’nin kasasına el konuldu; 70 banker ve banka yöneticisinin yurtdışına çıkışı yasaklandı.
  • 1983- Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in başkanı olduğu 5 generalden oluşan Milli Güvenlik Konseyi, Sosyal Demokrasi Partisi’nin (SODEP) 37 kurucu üyesinden Genel Başkan Erdal İnönü dahil 21 üyenin kuruculuklarını “kanunlara uygun görmeyerek” veto etti.
  • 1983 - İlhan Erdost davasında Askeri Savcı “dövülme olayında öldürme kastı bulunmadığı” gerekçesiyle 4’ü tutuklu 5 sanık hakkında en az 15 yıl ağır hapis cezası talep etti.
  • 1983 - Doğru Yol Partisi (DYP) kuruldu.
  • 1984-Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Halit Narin, işverenlerin hükümetin ekonomi politikasından duyduğu rahatsızlığı Uluslararası Para Fonu’na (IMF) iletti
  • 1987 - Halkevleri, Mahkeme kararıyla açıldı. Halkevleri'nin faaliyetleri, 12 Eylül sonrası Millî Güvenlik Konseyi tarafından durdurulmuş ve yöneticileri yargılanmıştı.
  • 1987 - Devrimci Sol adına eylemlerden dolayı tutuklu yargılanan Ertuğrul Mavioğlu ve 2 arkadaşı tek tip elbise ve sevk zinciri uygulamalarını reddettikleri için Metris Cezaevi’nden duruşmaya çıkmadı.
  • 1987 - Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’ndeki tutukluların yakınları “Cezaevi’ndeki ağır baskılar”a ilişkin bir basın bildirisi yayınladı.
  • 1987 - Diyarbakır Özel Tip Askeri Ceza ve Tutukevi’ndeki tutuklu ve hükümlüler cezaevi koşullarını protesto için açlık grevine başladı.
  • 1988- Toplumsal Kurtuluş Dergisi Genel Yayın Müdürü İlhan Akalın, Yazı İşleri Müdürü Orhan Gökdemir, yazar Yalçın Küçük ve Avukat Hüsnü Öndül “Komünizm ve Kürtçülük propagandası, kanunun suç saydığı fiili açıkça övme, halkı kin ve düşmanlığa tahrik”ten DGM’ce tutuklandı.
  • 1988 - Basın-İş İstanbul Darphane ve Damga matbaalarında 330 işçi için greve başladı.
  • 1989- Rabak, Bastaş ve Philips’te çalışan Otomobil-İş üyesi 600 işçi, grevde 67.günü dolduran Ansa’yı ziyaret etti
  • 1990- Kocaeli Sendikalar Birliği’nin düzenlediği “Birlik ve Dayanışma” yürüyüş ve mitingine Türk-İş ve Hak-İş ile bağımsız sendikalar katıldı.
  • 1992- İstanbul Belediyesi’nde toplu iş sözleşmesi görüşmeleri anlaşmazlıkla sonuçlanan Belediye-İş üyesi 34 bin işçi iş bıraktı.
  • 1992 - İsrail'de seçim yapıldı. İşçi Partisi lideri Yitzhak Rabin Başbakan seçildi.
  • 1993- İzmir/Bornova Yurdu’ndan atılan öğrencilerin Ankara yürüyüşü yarın başlayacak.
  • 1995- Kültür Bakanı Ercan Karakaş Olağanüstü Hal ve Çekiç Güç süresini uzatma kararnamesini imzalamadı. Karakaş bakanlık görevinden istifa etti. Karakaş istifa açıklamasında Koalisyon’un 90 günlük icraatını da eleştirdi.
  • 1995 - Aydın ve “Aydın” adlı kitabında “Tanrı’ya veya dinlerden birine hakaret ettiği” iddiasıyla yargılanan Profesör İlhan Arsel beraat etti.
  • 1996 - Kamu çalışanları grevli-toplu sözleşmeli sendika tasarısını engelleyen DYP’yi Ankara’da Genel Merkez, İstanbul’da Şişli İlçe binası önünde protesto etti.
  • 1996 - Şişli Belediyesi’nden çıkarılan işçilerle polis arasında 2 gün önceki çatışmada gözaltına alınan 106 işçiden 88’i tutuklandı.
  • 1996 - 84 gündür kayıp olan Talat Türkoğlu’nun eşi ve İHD İstanbul Şubesi’nden 50 kişi, son görüldüğü Edirne’de basın açıklaması yaptı.
  • 1997- İSKİ’den atılan işçiler Bölge Çalışma Müdürlüğü önünde yaptıkları açıklamada “açlığa mahkum edildiklerini” söylediler.
  • 1999- Abdullah Öcalan’ın yargılanmasına 15 gün aradan sonra yeniden başlandı. Öcalan savunmasında, “bugüne kadar yapılanların sorumluluğunu taşıyorum” dedi.
  • 1999 -  TTB “Sağlık en temel insan hakkıdır” sloganıyla “parasız sağlık hizmeti” için imza toplamaya devam ediyor.
  • 1999 - BTS’nin başlattığı “Özelleştirmeye Karşı Rayda Yürüyüş” eyleminin 2.gününde Bostancı-Pendik etabı gerçekleştirildi.
  • 2001- Hükümet, yeni kaynak oluşturmak için otoyollara yüzde 200 zam yaptı.
  • 2001 -  İHD’liler, parti ve kitle örgütleri temsilcileri F tipi cezaevlerinde tecride karşı ölüm oruçlarında hayatını kaybeden 24. kişi olan Veli Güneş’le ilgili olarak Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk hakkında suç duyurusunda bulundu.
  • 2003- CIA’nin eski Ortadoğu sorumlularından Graham Fuller ODTÜ’de konuşturulmadı.
  • 2004- İstanbul’da yapılacak NATO zirvesini protesto gösterileri sürüyor. Ankara’da Kaldıraç üyeleri gösteri yaptı, İstanbul’da DİSK Başkanı 27 Haziran mitingine çağrı yaptı.
  • 2005- Meksikalı Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) silahlı mücadeleye son verdi.  
  • 2005 - Farklı sendikalara bağlı işçi ve memur sendikaları Türk Telekom’un özelleştirilmesine karşı Türkiye genelinde ortak eylem yaptı.
  • 2005 -  Coca Cola’nın dağıtım yapan Trakya Nakliyat’ta DİSK/ Nakliyat-İş’te örgütlü 108 işçinin atılması protesto edildi.
  • 2005 -  Dev-Yol Davası’nda Mahkeme, davanın açılmasından 25 yıl sonra ilk kez 740 dosyanın avukatların incelemesine açılmasına karar verdi.
  • 2008- “Hayata Dönüş Operasyonu” sırasında Bayrampaşa Cezaevi’nde 12 tutuklu ve hükümlünün ölümüne sebep olmaktan yargılanan 1.402 kamu görevlisinden operasyonda görevli olan jandarmalar hakkında zamanaşımının 19 Haziran’da dolduğuna hükmeden Mahkeme davayı düşürdü.
  • 2009- Belfast’ta ırkçı saldırılara maruz kalan yüz kadar Romanyalı, Kuzey İrlanda’yı terk etmeye başladı.
  • 2011- YÖK Genel Kurulu, YGS şifre skandalı nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ÖSYM Başkanı Prof.Dr.Ali Demir hakkında idari soruşturma yapılması talebine izin vermedi.
  • 2011 - Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku bileşenleri YSK’nın Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşürme kararını protesto etti.
  • 2012- Özel tiyatrolar yasa taslağı Kuğulupark’ta yüzlerce opera ve tiyatro sanatçısının katıldığı “Tiyatroma Dokunma” eylemiyle protesto edildi. “Özerk tiyatro” için İstanbul Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda 151 saat boyunca 400 gösterilik bir maraton gerçekleştirildi.
  • 2013- Aleviler Sivas katliamını anmak ve AKP’nin asimilasyoncu politikalarını protesto etmek için Kadıköy’deydi.
  • 2013 - Gezi Direnişi’ne destek yürüyüşüne polis müdahale edince Ankara/ Dikmen’de gece barikatlar kuruldu. New York/ Zugatti Park’ta Türk, Yunan, Brezilyalı ve Meksikalı yaklaşık 300 kişilik grup Gezi Direnişi’ne destek gösterisi düzenledi.
  • 2016- Çin’in Ciangsu eyaletinde hortum ve fırtına nedeniyle 98 kişi öldü, 200’ü ağır olmak üzere toplam yaralı sayısının 800’e ulaştığı açıklandı.
  • 2016 - Birleşik Krallık'ta Avrupa Birliği üyeliği konusunda referandum yapıldı. AB'den ayrılmaya yönelik oyların oranı %51,89 olarak gerçekleşti.
  • 2019 - İstanbul'da Ara yerel seçimi yapıldı. Ekrem İmamoğlu tekrar büyükşehir belediye başkanı seçildi.
  • 2020 - Meksika'da 7.5 büyüklüğünde deprem gerçekleşti.


  •    DOĞUMLAR - ÖLÜMLER

  • 1213 - Marie d'Oignies, Belçikalı Hristiyan bir mistik (d. 1177)
  • Marie d'Oignies (Şimdi Belçika topraklarında olan Nivelles’te doğdu, d. 1177 – ö. 23 Haziran 1213, NivellesBrabant Dükalığı) bir Beguine aziziydi. Hayatı 1215 gibi erken bir tarihte Jacques de Vitry tarafından kaydedildi. Jacques de Vitry'nin kayıtlarının, Beguinelerin papalık onayını kazanmasına büyük ölçüde yardımcı olduğu söyleniyor. Kilise tarafından kutsanmış ilan edildi. Bayram günü 23 Haziran.Marie, bugünün Belçika'sı olan Nivelles'in zengin bir ailesinde doğdu. Marie, on dört yaşında, ailesinin onaylamamasına rağmen evlendi. Bu evlilik ve anne, babasından özgürleşmesi onun için çok önemli bir noktaydı. Tanrı'nın hizmetçisi olmak için korunduğuna inandığından, yeni kocasına yalvararak bekaret yemini etmesini istedi. Kocası, bağlılığıyla, bekarette kalma sözüyle karşılık verdi. Birlikte, yoksulluk içinde kalarak ve cüzzamlılarla ilgilenerek bir hayat yaşadılar. Marie'nin itibarı hızla büyüdü ve kendisine birçok takipçi çekmeye başladı. Çalışmaları ve inancında bağlılığı, diğer genç kadınlara, Assisili Aziz Françesko ve Assisili Azize Chiara'nın yaptığı gibi, yoksulluk içinde bir yaşam sürmeleri için ilham verdi.Piskopos ve kardinal  olacak olan Jacques de Vitry, onun hayatında çok önemli bir rol oynadı. 1208'de tanıştılar. De Vitry, Marie’nin günahlarını itiraf ettiği Peder olmasına rağmen de Vitry kendi inanç yolculuğunda Marie’yi bir rehber olarak gördü. Sonunda ondan manevi annesi olarak bahsetti. Hayatı boyunca ona yakın kalacak ve 1215 civarında da Marie’nin hayatının bir hagiografisini yazdı.Jacques de Vitry, Marie'yi hem mistik hem de apostolik (o zamanlar kadınlar için anlamı: fakirleri ziyaret etmek ve onlara yardım etmekti) bir kadın olarak tanımladı. Tüm hayatı başkalarının hizmetinde geçti. Çok şiddetli bir yoksulluk yaşadı, yiyecek ve içeceklere düşkünlük göstermemeye dikkat etti. De Vitry, Marie’nin yemeklerinin son derece yetersiz olduğunu, et veya şarap tüketmediğini ancak çok az balık tükettiğini belirtti. Öncelikle vejetaryen bir diyete sahipti ancak yetersiz miktarlarda. Esas olarak Efkaristiya ekmeğine güveniyordu.Jacques de Vitry, Marie'ye açıklanan yedi özel erdemi kaydetti. Tanrı korkusu ruhu – Buna göre yeterince hareket etmediğinden endişeleniyordu. Dindarlık ruhu – “Mesih’in doğru hizmetçisi Araf’ta acı çekenlere karşı büyük şefkat ve sevgi hissettiği için kendi duaları kendisine yetersiz geliyordu. Araftakilere dualarıyla ve yaptıkları Ayinler ile aracılık etmesi için başka insanlar buldu.” Bilgelik ruhu – Efkaristiya sırasında vizyonlar görüyordu. Ayinde Peder tarafından ekmek ve şarap yükseltme sırasında, ruhun inişiyle değerli ve değersiz alıcılar arasında ayrım yapabilirdi. Ruh layık olanlarda kalır; layık olmayanlarda ise ruhuna boşluk hissi gelirdi. Dayanıklılık ruhu – Marie'nin sabrı, kendini istek ve arzularından mahrum bırakma konusundaki dindarlığından büyüdü. Denenmelerini ve sıkıntılarını, kendisine Rab'den bir hediye olarak verilmiş özel bir şey olarak anladı. Öğüt ruhu – Marie, başkaları hakkında kehanette bulunma yeteneğinin bir sonucu olarak bilge öğütleri için isteniyordu. Marie’nin arkadaşı olan Beguine Anvers'li Hadewijch, Marie'nin onun sınanmaları hakkında gördüğü vizyonda büyük huzur buldu. Anlayış ruhu – "İnsanların [söylenmemiş] düşüncelerini bilme" yeteneği, Marie'nin bir başka armağanıydı. Bir rahibin Ayini onun onuruna yaptığını rahip bunu söylemese bile biliyordu. Bilgelik ruhu – Marie, bir azizin kutlama gününde o aziz tarafından ziyaret edildi. Bu azizler başkalarını da getirdi, ancak her bir azizin kim olduğunu rahatça anlayabiliyordu.
  • 1537 - Pedro de Mendoza, İspanyol fatih, asker ve kaşif (d. 1487)
  • 1565 - Turgut Reis, Türk denizci (d. 1485)
  • 1668 - Giambattista Vico, doğdu. İtalyan felsefeci ve tarihçi (ö. 1744)
  • Giovan Battista (Giambattista) Vico, (d. 23 Haziran 1668 – ö. 23 Ocak 1744) ünlü İtalyan siyaset felsefecisi, retoriği, tarihçisi ve hukuk danışmanı. Özgün bir tarih anlayışı geliştirmiş olan Vico, bilgi ve tarih konusunda araştırmaları konusunda oldukça marjinal bir fikir ortaya koydu. Başta René Descartes'tan etkilenmesine rağmen sonraları Descartes'ın tarihe açık ve seçik düşüncelerle yaklaşma tavrına karşı çıkmış ve doğruluğu, kesinliği, açık seçik düşüncelerde değil de, etkinlikte, insan varlıkları tarafından yaratılmış, gerçekleştirilmiş olanda aramıştır. Vico'ya göre, tarih, insanların eseridir. Çevrenin insan üzerinde belirli etken olduğu yaklaşımından uzak olduğunu vurgulamıştır. İnsan yalnızca kendisinin yarattığı şeyleri bilebilir düşüncesini benimsemiştir. Özellikle Descartes'ın meşhur Cogito ergo sum düşüncesini reddetti. Vico bu düşüncenin matematiğe dayandığını matematiği ise insanın yaptığı bir şey olduğunu düşünüyordu. Vico ortaya yepyeni bir ilke koydu: Verum Factum (gerçek olan yapılandır) Ona göre: Ancak yaptığımız ya da yarattığımız şeyleri kesin olarak bilebilirdik. Ayrıca Vico toplumun insanlar tarafından meydana getirildiğini, bu yüzden de ancak insanlar ve onların davranışları açısından anlaşılabileceğini düşünüyordu. Değişmez bir insan doğası fikrini reddetmekle ve toplumdaki değişim ile gelişimi bir bütün olarak görmekle radikal bir tutum benimsemişti. Vico toplumları anlamak için dile,mitlere,hukuka ve alışkanlıklara bakmanın önemini de vurguluyordu.Kıta  rasyonalizminin hâkim olduğu sonraki yüzyıl boyunca değeri bilinemedi. Birçok kesim tarafından deli olarak görüldü. 
  • 1893 - William Fox, Yeni Zelandalı siyasetçi ve Yeni Zelanda'da dört dönem Başbakanlık yapan devlet adamı (d. 1812)
  • 1894 - Marietta Alboni, İtalyan opera şarkıcısı (d. 1826)
  • 1901 - Ahmet Hamdi Tanpınar, doğdu. Türk yazar (ö. 1962)
  • 1908 - Nadir Nadi Abalıoğludoğdu. Türk gazeteci ve Cumhuriyet gazetesi Başyazarı (ö. 1991)
  • 1926 - Jón Magnússon, İzlanda Başbakanı (d. 1859)
  • 1936 - Kostas Simitisdoğdu. Yunanistan eski başbakan
  • 1940 - Wilma Rudolphdoğdu. Amerikalı atlet (ö. 1994)
  • 1942 - Valdemar Poulsen, Danimarkalı mühendis ve mucit (d. 1869)
  • 1947 - Bryan Browndoğdu.  Avustralyalı tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, seslendirme sanatçısı
  • 1954 - Salih Omurtak, Türk asker ve Türk Kurtuluş Savaşı komutanlarından (d. 1889)
  • 1955 - Jean Tiganadoğdu.   Mali asıllı Fransız teknik direktör
  • 1956 - Reinhold Glière, Polonya kökenli, Rus ve sonra Sovyet, besteci (d. 1874)
  • 1957 - Frances McDormanddoğdu.  Amerikalı sinema, tiyatro ve televizyon oyuncusu
  • 1959 – Fransız yazar ve müzisyen Boris Vian öldü.
  • 1959 - Fehmi Tokay, Türk besteci (d. 1889)
  • 1967 - Franz Babinger, Alman yazar (d. 1891)
  • 1972 - Zinedine Zidanedoğdu.  Cezayir asıllı Fransız futbolcu
  • 1976 - Patrick Vieira,  doğdu.  Fransız futbolcu

  • 1989 - Mişel Eflak Suriyeli düşünür, sosyolog, Arap milliyetçisi politikacı. Düşünceleri Baasçılık fikrinin ortaya çıkmasında ve bu fikir etrafında gelişen siyasal hareketin oluşmasında çok önemli rol oynamıştır. Bu siyasi düşünceye gönül verenlerin bazıları tarafından, Baasçılığın fikir babası olarak anılmaktadır.  Orta halli bir ailenin çocuğu olarak, Şam'da dünyaya geldi. Eğitimini Paris Üniversitesi'nde tamamladı. Burada, gelecekteki siyasi yoldaşı Selahaddin Bitar ile tanıştı. 1932'de Suriye'ye döndükten sonra komünistlerin safında siyasete atıldı. Suriye-Lübnan Komünist Partisi'nde aktif görev aldı. Ancak partisi Fransa'nın kolonyal politikalarını desteklemeye başlayınca, parti ile bağlarını kopardı. 1940 yılının sonunda Eflak ve Bitar, sonrasında "Arap Baas Hareketi adını alacak olan, "Arap İhya Hareketi"ni kurdular. Hareketin adı, Zeki el-Arsuzi'nin liderliğindeki grupla aynı adı (Arap Baas) taşımaktaydı. Siyasi alanda rüştünü ispatlayan Arap Baas Hareketi, 1947 yılında Arsuzi'nin Baas örgütüyle birleşerek Baas Partisi'ne dönüştü. Eflak, Partinin Merkez Yürütme Kurulu'na ve parti liderliğine seçildi. 1952 yılında Arap Baas Partisi, Ekrem Havrani'nin Arap Sosyalist Hareketi ile birleşerek "Arap Sosyalist Baas Partisi" haline geldi. Eflak, 1954'te partinin başkanlığa getirildi. 1950'li yılların ortasından sonlarına kadar olan yıllarda Eflak, Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır ile sıcak ilişkiler geliştirdi ki, bu yakınlaşma sonucunda Birleşik Arap Cumhuriyeti  (BAC) kuruldu. Nasır, Eflak'a, kendi partisinin üyelerine bile danışmadan partisini feshetmesi konusunda baskı yaptı. BAC'ın dağılmasının hemen akabinde, Eflak yeniden Baas Partisi Milli Yönetimi Genel Sekreteri olarak seçildi. 8 Mart İhtilali sonrasında, Eflak'ın parti içindeki konumu, oldukça zayıflamıştı. 1965'te parti başkanlığından istifa etmek zorunda kaldı. Eflak, Baas Partisi içinde bir ayrışmaya yol açan 1966 Suriye Askeri Darbesi sırasında partiden tasfiye edildi ve Lübnan'a kaçmak zorunda kaldı. Sonrasında da Irak'a geçti. 1968 senesinde, Irak Baas Partisi Genel Sekreterliği'ne seçildi; ancak görevi süresince fiili hiçbir siyasi güce sahip olmadı. Görevini 23 Haziran 1989 tarihinde hayatını kaybedene dek sürdürdü. Eflak'ın toplumsal, siyasi ve iktisadi görüşleri, topluca Baasçılık olarak tanımlanmaktadır. İleri toplumsal seviyeye ulaşmak için, tüm Arap dünyasının tek bir ulus olarak birleşmesi gerektiğini savunuyordu. Hem kapitalist sisteme hem de komünist sisteme eleştiriler yöneltiyordu. Karl Marx'ı, diyalektik materyalizmi tek doğru (komünist teorinin dayanağı) olarak tanımlamasını eleştirmekteydi. Baasçı düşüncede "özgürlük" ve Arap sosyalizmi kavramlarına özel vurgu yapılmaktaydı. Arap sosyalizmi, Batı tarafından tanımlandığı gibi, uluslararası sosyalist hareketin bir parçası değildi. Laikliğin güçlü bir savunucusu olan Eflak, din ve devlet işlerinin ayrılığını savunmaktaydı. Bununla birlikte ateizme de karşıydı. Hristiyan olmasına rağmen, İslamın "Arap zekası"nın kanıtı olduğuna inanıyordu. Baas Partisi'nde 1966 yılında meydana gelen bölünmeden sonra, Suriye Baas Partisi Eflak'ı, Zeki el-Arsuzi'nin fikirlerini çalmakla suçladı ve onu hırsızlıkla itham etti. Irak Baas Partisi ise bu ithamları reddediyor, Arsuzi'nin Baasçı ideolojiye katkısının olmadığını söylüyordu.
  • 1995 - Jonas Salk, Amerikalı bakteriyolog hekim (Çocuk felci aşısını bulan) (d. 1914)
  • 1996 - Andreas Papandreu, Yunan siyasetçi ve Yunanistan Başbakanı (d. 1919)
  • 1998 - Maureen O'Sullivan, İrlandalı oyuncu (Tarzan filmlerinde "Jane"i canlandırmasıyla ünlü) (d. 1911)
  • 2006 - Aaron Spelling, Amerikalı televizyon yapımcısı (d. 1923)
  • 2009 - İsmet Güney, Kıbrıs Türkü ressam ve karikatürist (d. 1923)
  • 2011 - Peter Falk, Amerikalı sinema oyuncusu (d. 1927)
  • 2013 - Richard Matheson, Amerikalı Bilimkurgu, fantezi ve korku edebiyatı türlerinde eserler vermiş yazar ve senarist (d. 1926)
  • 2015 - Cüneyt Arcayürek, Türk gazeteci ve yazar (d. 1928)
  • 2019 - Andrey Haritonov, Sovyet-Rus oyuncu, yönetmen ve senarist (d. 1959)
  • 2020 - Vehbi Akdağ, Türk millî güreşçi (d. 1949)
  • 2021 - Jackie Lane, İngiliz oyuncu (d. 1941)
  • 2021 - John McAfee, Britanyalı-Amerikalı bilgisayar programcısı ve işletmecidir (d. 1945)


Sol zaferin yolu sokaktan geçiyor - İbrahim Varlı / BİRGÜN

Kolombiya ve Fransa’da solun elde ettiği zaferin önemine değinen uzmanlara göre çıkarılması gereken dersler var. Dr. Akgemci ve Doç. Dr. Erol’a göre solun toplumsal muhalefetle buluşması başarıyı getirdi.

    Gustavo Petro Kolombiya’da devlet başkanı seçilen ilk solcu lider oldu. (Fotoğraf: AA)

Yer kürenin iki farklı ülkesinde Kolombiya ve Fransa’da Pazar günü gerçekleşen seçimlerde sol adına umut veren sonuçlar elde edildi. Güney Amerika ülkesi Kolombiya’da ülke tarihinde ilk kez bir solcu lider Gustavo Petro sol ittifakın adayı olarak devlet başkanı seçildi. Fransa’da da Jean-Luc Mélenchon liderliğindeki sol ittifak Yeni Ekolojik ve Sosyal Halk Birliği (NUPES) 142 vekil çıkararak ana muhalefet partisi konumuna yükseldi. Her iki ülkedeki geniş “sol ittifaklar”ın seçim zaferini, bu sonuçların Türkiye ve dünya solu açısından etkilerini Güney Amerika uzmanları akademisyenler Dr. Öğr. Üyesi Esra Akgemci ve Doç. Dr. Ertan Erol ile BirGün TV için değerlendirdik.

ÇIKARILMASI GEREKEN DERSLER VAR

Dr. Öğr. Üyesi Esra Akgemci: Kolombiya bölgenin en muhafazakâr, sağcı hegemonyanın en güçlü olduğu ülkelerden biri. Öyle ki 2000’lerden itibaren Latin Amerika’da bugünkü gibi bir sol dalga yükselirken Kolombiya bu sol dalganın dışında kalmıştı. Neresinden bakılırsa bakılsın tarihi bir an yaşanıyor. Sol dalganın Kolombiya’ya kadar ulaşmasından çıkarılması gereken dersler var. En önemli ders toplumsal hareketlerin çok önemli olduğudur. 2019’da Beyrut’tan Moskova ve Latin Amerika’ya kadar uzanan küresel ölçekte kitlesel protestolar gördük. Daha adil ve eşit bir düzen için insanlar sokaklara çıktı kadınlar yerliler ön plana çıktı öğrenci hareketlerini gördük. Bu insanlar sokaklara çıkıp adil bir dünya isterken aslında ülkelerindeki müesses nizam dediğimiz o karanlık yerleşik yapılara da meydan okudular. Neoliberalizmin olumsuz etkileri ve dışlanmaya karşı söz sahibi olmak istediler.

SOKAĞIN SESİ OLDULAR

Kolombiya’da özellikle barış sürecine sahip çıktıklarını gördük. Petro’nun kampanyasına, programına ve vaatlerine baktığımız zaman bunların protestocuların talepleri olduğunu görüyoruz. Bu paralellikler barış anlaşmasının uygulanması, daha adil bir yaşam, toprak ve gelir dağılımını da kapsıyor. Bu taleplerin Petro’nun seçim kampanyasında karşılık bulduğunu görüyoruz bu da bize solun başarısının temelde bu toplumsal hareketlere dayanmasında yattığını gösteriyor.

YENİ SOL DİNAMİKLER VAR

Latin Amerika’da solun iktidara geldiği son iki ülke olan Şili ve Kolombiya’ya bakarsak buradaki sol dalgalarda bazı yenilikler görüyoruz. Şili’de siyaset merkez sol Bachelet’in temsil ettiği gelenekle sağcı Sebastian Pinera’nın temsil ettiği sağ arasına sıkışmıştı. Öğrenci hareketinin içinden gelen bir lider olan Boriç, yeni bir ivme, dinamizm kazandırdı. Kolombiya’da da ilk kez başa gelen sol, ABD ile çok yakın bir iş birliğiyle uygulanan neoliberal hegemonik yapıyı yeni dinamiklerle alt etti. Küresel ekonomik krizin, salgının yol açtığı yıkıma karşı 2019’da başlayan protestolar yeni dinamikler oluşturdu. Sadece liderlere odaklandığımızda yüzeydekini görüyoruz. Ülkede ve Latin Amerika’da sağ tarihsel olarak çok güçlü yapılara dayanıyor. Hepsi ittifak içinde. Şimdi Petro da sağcı bir kongreyle çalışacak, zor bir dönem kendisini bekliyor. Fransa’da da sol bir araya gelerek gücünü birleştirdi ve hatırı sayılır bir başarı elde etti. Neresinden bakarsak bakalım Türkiye için çıkarılması gereken, alınması gereken dersler var. Toplumsal hareketin gücü, örgütlenme kapasitesinin yüksekliği bunlar sola alan açıyor.

SOKAKLA, HALKLA BÜTÜNLEŞTİLER

Doç. Dr. Ertan Erol: Kolombiya çok güvenlik eksenli bir devlet mimarisine sahip bir ülke. 1950’ler de yükselen bir gerilla hareketine sahip olmuş ve buna karşı iç savaş yaşamış ve tabi ki Amerika’nın uyuşturucuyla mücadele adı altında militerleştirilme yaşamış bir ülke. Askeri aygıtın güçlü olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Kolombiya’nın Latin Amerika’daki diğer ülkelerden ayıran bir karakteri var, hiç sol deneyim yaşamamış bir ülke, bu da önemli hale getiriyor bu seçimleri. Petro ve kadın hareketini dahil eden Fransiye Martez’i unutmamak gerekli. Petro belki de orta seçenek değildi adaylar açıklandığı zamanda Petro’nun kazanamayacağı üzere düşünce ortaya çıkmıştı. Petro sol kimliğini saklamayan biri ve ayrı zamanda Fransiya Martiz gibi Afro Kolombiyalı aktivist bir kadını başkan yardımcısı olarak gösteren bir kişi. İkinci tur seçimlerinde katılımı arttırma kapasitesine sahipti ve katılımı da arttırdı. Başkent Bogota’da orta sınıfların, kadınların, gençlerin oyun alabildiğini görüyoruz bu da yardımcısı Fransiya Markez sayesinde.

Petro’nun avantajlarından biri şu, evet senatoda ve kongrede çoğunluğa sahip değil ama karısındaki muhalefet çok bölünmüş durumda bağımsız adaylar var en iyi avantajlardan biri bu. Dezavantajı ise sağ çok örgütlü ama solda bu kadar örgütlü bir yapı olmadığını söyleyebiliriz. Hem Şili’de hem Kolombiya’da bazı toplumsal hareketler yaşanmıyor.

İbrahim Varlı / BİRGÜN


 

Aileleri, komşuları birbirine düşüren kentsel dönüşüm: Milyonluk manzarayı bize bırakırlar mı hiç! - Uğur Şahin / BİRGÜN


AKP’li belediyenin kentsel dönüşüm projesine karşı nöbet başlatan Beykoz Tokatköy Mahallesi’nin sakinleri hem dertli hem de mücadelede kararlı. “Belediye bizi muhatap almıyor” diyen yurttaşlara göre, dönüşüm süreci mahalleliyi birbirine düşürdü. Evi boğaz manzaralı Elif Bıçakçı, “Bu manzarayı bize bırakmayacaklar” ifadesini kullanıyor.

İstanbul Güngören Tozkoparan'da geçen yıl ‘kentsel dönüşüm’ gerekçesiyle evleri ellerinden alınmak istenen ve o dönem elektrik, su ile doğalgazları kesilen yurttaşlardan biri, karanlıkta önünü göremeyerek düştü, sonra da beyin kanaması geçirdi. Bu kişinin adı 71 yaşındaki Adil Değirmencioğlu’ydu. Eşi Güldane Değirmencioğlu, “Mumışığında oturuyoruz. Su yok, bir şey yok. Eşimin bu hale gelmesi bardağı taşıran damla oldu” dedi.

Bu tarihin üstünden geçen bir yılın ardından, bu kez Okmeydanı’na bağlı Fetihtepe Mahallesi’nde yine ‘zoraki dönüşüm’ kapsamında evlerin elektriği kesildi. Solunum cihazına bağlı 90 yaşındaki Makbule Kartal'ın kızı, “Gidecek hiçbir yerim yok” dedi ve ekledi: “Ne yapabiliriz, halimiz bu.” Kesilen sadece elektrik değildi, su ve doğalgaz abonelikleri de iptal edildi. Engelli çocuğunu banyo yaptırmak için başka bir eve götüren bir yurttaş, "Belediye benim hakkımı elimden aldı. Haydar Ali Yıldız, bana yaşattığını yaşasın” diye konuştu.

Ve Beykoz Tokatköy… Yukarıdaki örneklerin bir benzerinin burada yaşanması muhtemel. Zira rant kapısı haline getirilen kentsel dönüşüm süreciyle barınma hakkına saldırının yaşandığı son adres bu mahalle… AKP’li Beykoz Belediyesi, Emlak Konut ile birlikte sürdürdüğü projenin haksızlıklarla dolu olduğunu belirtip, muvafakatnameye imza atmayanların elektrik, su ve doğalgazını 20 Haziran itibarıyla kesecekti. Şimdilik bu gerçekleşmedi ama mahalleli diken üstünde.

776 YENİ KONUT YAPILACAK

Beykoz İskelesi’ne iki kilometre mesafede bulunan ve TÜİK verilerine göre yaklaşık 15 bin 367 kişinin yaşadığı Tokatköy Mahallesi’nde, 376 milyon 429 bin 500 TL maliyetli bir dönüşüm projesi uygulanmak isteniyor. Dönüşümün startı geçen yılın kasım ayında verilirken Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na resmi başvuru, bu ay yapıldı. Proje tanıtım dosyasında yer alan bilgilere göre, imar planlama alanı 9,1 hektar olan bölgede 776 konut ve 47 iş yerinin inşa edilmesi planlanıyor. Alanın tamamı Beykoz Gerigörünüm Bölgesi’nde kalırken proje sahasındaki 238 yapının tamamının ruhsatsız ve imar durumuna aykırı olduğu ileri sürülüyor. Bu binaların yıkılmasının sonrasında bölgenin Emlak Konut’a teslim edileceği aktarılıyor. Halihazırda dönüşümden etkilenecek yurttaş sayısının yaklaşık bin 715 kişi olduğu bildiriliyor. Ancak dönüşüm sonrası nüfusun yaklaşık 2 bin 950 kişiye çıkacağının aktarılması ise projenin amacını gözler önüne seriyor.

Peki, mahalleli bu süreçte neler yaşıyor? Dönüşüme mi karşılar, belediyenin onlara koştuğu şartlara mı? Neden nöbete başladılar? Talepleri neler? Bu sorulara yanıt aramak için Beykoz Tokatköy Mahallesi’ne gidiyorum. Mahalleye doğru yürürken otobüs durağındaki konuşmalardan, bankta oturanların sohbetine, herkesin tek gündeminin kentsel dönüşüm olduğunu fark ediyorum. Kimisi, “Bu paraları nasıl öderiz” diyor, kimisi daire dağılımında eşitsizlik yaşandığından dem vuruyor.

Mahallelinin nöbet tuttuğu alana vardığımda, Tokatköy sakinlerinin kentsel dönüşüme karşı olmadığını anlıyorum. Onlar borçlanmak istemiyorlar, belediyenin kendilerinin taleplerini dinlenmesini istiyorlar. Ama ne çare! AKP’li Beykoz Belediyesi, mahalleliye kulak tıkamış durumda. Belediyenin kentsel dönüşüm sözleşmesini imzalayan kişi sayısı 363, imzalamayan ise 299… Yani 3’te iki çoğunluk da sağlanamamış halde. Belediyenin gönderdiği tebligatların ardından açılan dava sayısı 83 ve bunların çoğunda ‘yürütmeyi durdurma kararı’ alındı. Belediyenin uzlaşmaz tavrı üzerine de mahalleli elektrik, doğalgaz ve sularının kesilmek istenmesine karşı çözümü nöbet tutmakta buldu. İlk nöbet önceki gün tutulurken kentsel dönüşüm sürecinin insanları ne derece yıprattığı gözle görülür şekilde belli oluyor. Ses kayıt cihazımın ‘kayıt’ düğmesine basıyor ve onları dinlemeye başlıyorum.

ÖLÜLERİMİZ VAR, GİDEMEYİZ

40 senedir Tokatköy Mahallesi’nde yaşayan Süleyman Vural, nöbet tutanlardan birisi. Bunun gerekçesini, “Beykoz Belediyesi’ne güvenmediğimiz için sabaha kadar bekliyoruz” diye açıklıyor. Vural’a göre, AKP’li belediyenin amacı, mahalleliyi bezdirip, buradan göç ettirmek… “Biz dönüşüme karşı değiliz, ranta karşıyız” ifadesini kullanıyor ve ekliyor: “Belediyenin despot bir yapısı var, bizi hiç muhatap almıyor. Kanuni yollara başvurduk ama belediye, ‘Elektriğinizi, suyunuzu keseceğiz’ dedi. Artık kanuna da güvenemezsek, ne yapacağız?”

Vural, halka imzalatılan muvafakatnamede, “lüks ve yeni evler” için mahalleliden ortalama 280 bin TL istendiğini aktarıyor. Ancak ona göre, istenen bu para bile, projenin özeti niteliğinde. Mahallede genellikle asgari ücretli ve emekli yurttaşların yaşadığını aktarıyor ve şöyle konuşuyor: “Belediyenin bahsettiği rakamdan çok daha büyük bir maliyet çıkacak. Ama bunu vatandaş bilmiyor, zaten çoğundan kandırılıp imzalar alındı. 280 bin TL’ye kimse lüks bir daire vermez. Hele bu ekonomik şartlarda… Bahsedilen bu daireleri bir milyon TL’ye, hatta iki milyon TL’ye de alamazsınız. Sonuçta herkes göçe zorlanacak, evler sattırılacak. Benim ölülerim yukarıda yatıyor. Bu saatten sonra başka yere gidip de yaşayamam.”

Süleyman Vural’ın sözü bıraktığı yerden Sabriye Hasanusta alıyor. Kendisi 35 yaşında, ailesi ise 40 yıldır burada yaşıyor. “Buradaki insanların psikolojileriyle oynadılar” diyor. “Nasıl” diye soruyorum, şöyle yanıtlıyor: “Yaşlıları memleketlerine yollamak zorunda kaldık. Misal iki kapı komşusu, ya birbirlerini boğazlayacak ya da biri burayı terk edecek. Mesela biz büyüğümüzü köye yolladık. Dedik ki, ‘Sen bir git, kafan dağılsın.’ Bizim ölülerimiz burada, kardeşlerimiz var, çocuklarımız var. Burada bir insan yaşayacaksa, onlar biziz. Ancak belediye ‘Milletevlerini satsın, gitsin, burayı da kelli felli insanlara peşkeş çekelim’ derdinde.”

KENAR MAHALLE

Sabriye Hasanusta’nın aktardığına göre, eşi özel bir okulda güvenlik olarak çalışıyor ve eve 5 bin 500 TL maaş giriyor. “Bizim iki bin, üç bin TL ödeme şansımız yok” ifadesini kullanıyor: “Eşim, ‘Dönüşüm olursa Beykoz'u unut, burada yaşama şansımız yok’ diyor. Biz bin 500 TL kira da ödeyemeyiz. İki çocuğum var. Biz milletiz, onlar devlet. Bizi karşılarına almadılar, konuşmadılar. Bizi resmen koyun yerine koydular. Üç, dört dönemdir ‘Tapu vereceğiz’ diyorlardı. ‘Bunlar yalan söylemez’ denildi, alkış, kıyamet… Oy verdik, getirdik. Şimdi seçim zamanı görüşeceğiz, inşallah. Biz kenar mahallede büyüdük. Çamuru asfalta çevirdik. Çamlıca Kulesi'ne çıkın, çevreye bir bakın. İstanbul'un her yeri inşaat fakat Beykoz'a doğru döndüğünüz zaman, tamamıyla yeşillik… Bunu gördüm ve dedim ki; ‘Buraları bize bırakmamaya çalışacaklar.’ Şu anda o raddedeyiz.”

İMZA ATTIN, ATMADIN KAVGASI

Hasanusta’nın sözlerinin bir benzerini de 50 senedir Tokatköy Mahallesi’nde oturan Selime Gümsel sarf ediyor: “Komşular birbirimize girdik, sen imza attın, sen atmadın… Önceden bir ekmeği paylaşıp yiyorduk, şimdi 50 senelik komşular birbirimize girdik. Böyle bir şey olur mu ya? Biz buraya 50 senemizi verdik. 35 sene önce tapu için para ödedik. Neden devlet vermedi tapumuzu? İmar Barışı’nı da yaptırdık, vergimizi de ödüyoruz. Ama ben burada işgalci oluyorum. Muhtarı geliyor, ‘İşgalcisin’ diyor. Komşusu geliyor, ‘İşgalcisin’ diyor. Neyin işgali? Buradan çok rant sağlayan var.”

Gümsel’in konuşması biter bitmez, Vesile Aydoğan söze giriyor. AKP Beykoz İlçe Teşkilatı’na sitemli. “Reis’imizin başımızın üstünde yeri var” diyor ancak bir “ama”sı var: “Bizi terörist gibi ilan ettiler. Oysa biz kentsel dönüşüme ‘Evet’ diyoruz, ‘Rantsal dönüşüme hayır’ diyoruz. Buraya geldiğimizde 13 yaşındaydım, şimdi 12 yaşında bir torun sahibiyim ve hâlâ ‘İşgalsiniz’ diyorlar. Babam 80 yaşında, bu saatten sonra bin 500 TL kira yardımıyla, kimin evine gitsin? Bir markete gidiyoruz, iki poşet 500 liradan aşağı dolmuyor. İlçe Başkanı’na (AKP Beykoz İlçe Başkanı Muhammed Hanefi Dilmaç’ı kastediyor) gittik, hemen kapıda soruyorlar. 'Niçin geldiniz? Kentsel dönüşümde hayırcı mısınız’ Sonra da içeriye ya iki saat sonra alınıyoruz ya da hiç alınmıyoruz. Telefon numarası verdik, ziyaret etsinler diye, 6 aydır gelen, giden yok. Bu ayrık otlarının temizlenmesi lazım. ‘Referandumda evet deyin’ dediler, gittik. ’15 Temmuz'da sokağa çıkın’ dediler, çıktık. Şu pahalılıkta kemerleri sıkın dediler, artık sıkacak yer kalmadı. Biz bu kez devlet bizim yanımızda olsun istiyoruz.”

(Hatice Ok, 1978 yılından beri Tokatköy’de yaşıyor.)


 BİZ DAR GELİRLİYİZ

1978 yılından beri Tokatköy’de yaşayan Hatice Ok da yaşananlardan dertli. Aslen Giresunlu olan Ok, sabaha kadar nöbet tutan insanları işaret edip, “Baksana şu insanların vaziyetine! İyi değiliz” şeklinde konuşuyor. Ok, kendi tabiriyle, belediyenin onları “sıkboğaz ettiği” görüşünde: “Bak, benim okur yazarlığım yok, dilimin döndüğü kadarıyla konuşuyorum ama böyle sözleşme mi olur? Benim zilliyet hakkım var. 280 bin TL’den başlıyormuş fiyatlar… Biz bunu nasıl ödeyeceğiz? 3 bin 300 TL emekli maaşı var eşimin. Biz dar gelirli aileyiz.”

Ok, sözlerini şöyle noktalıyor: “Biz soğan ekmek yiyerek, çocuklarımızın okul harçlıklarından keserek aldık yerimizi. Ben o yere bedava almadım ki… Nasıl işgalci oluyorum? Yerimi vermeyeceğim. Pes etmeyeceğim. Bu parti gökten zembille inmedi. Biz nasıl çıkardıysak, öyle de indirebiliriz.”

                                                                                    ***

BU MAHALLE ASBEST SOLUYOR

Ağaçlarla kaplı Tokatköy’ü turluyoruz. Yanımda iki mahalleli… Beykoz Belediyesi ekiplerince, kentsel dönüşüme onay veren, evini belediye teslim edenlerin binalarının yıkıldığı görülüyor. Dört aylık süreçte yıkılan evlerin sayısı, onlarcayla ifade edilebilir. Fakat neredeyse her yer, molozlarla kaplı. Üstüne de çöpler yığılı vaziyette. Yurttaşlar belediyeye, “Molozları kaldırın” dese de, dinleyen olmamış. “Asbest soluyoruz” diyorlar. Üstüne yıkımların ardından son dönemde hırsızlık vakalarının artığını aktarıyorlar.

ÇAMLICA, KÖPRÜ, DENİZ

Mahalledeyürürken Elif Bıçakçı ile konuşuyoruz. Bıçakçı’nın evinden boğaz görülüyor. Yanındaki binadan geriye ise sadece moloz yığınları kalmış. “20 yıllık komşum, ‘Allah’a ısmarladık’ bile demeden çıktı, gitti” diyor ve eliyle karşıdaki binayı işaret edip, şunları kaydediyor: “Bakın, bu binadakiler kardeşler… Orta kattaki çıkmıyor, diğerleri çıkmış. Neredeyse tüm binalar böyle. Mahvettiler insanları… İnsanlar birbirine o derece düşman oldu.”

Bıçakçı, dava açtıklarını, evlerini terk etmeyeceklerini söylüyor: “Çıksak nereye gidelim, kiralık ev bulamayız ki. Bu manzarayı bize bırakmayacaklar. Çamlıca Seyir Kulesi, köprü, deniz… Manzarayı bırakılar mı bize? Belki zemin katları parasıyla satacaklar bize. Buradan ev çıksa bile, parasını ödeyemeyeceğiz için satıp, gitmek zorunda kalacağız.”

ABİ KARDEŞİ BİRBİRİNE DÜŞÜRDÜLER

Yürürken 48 yaşındaki Nihat Odabaş ile laflıyoruz. Bir evi gösterip, “Bak” diyor: “Abisi kenti katını yıktırdı, iki kardeş hâlâ oturuyor, mücadele ediyorlar. Burada abi ile kardeş, baba ile oğulu birbirine düşürdüler.”

(Doğma büyüme Tokatköylü olan Nihat Odabaş, belediyeye sitemli.)


Devamında mahallelinin ektiği bahçelerin önünden geçiyoruz. O esnada Odabaş, eliyle bir kepçeyi gösteriyor: “Ölüm makinalarımız işte burada. Sadece binaları yıkmıyor. Gerçek bir hayatı ve mahalle kültürü öldürüyor. Kapımızı açık bırakıp evden çıktığımız, köye gittiğimizde aylarca komşumuza anahtarımızı bıraktığımız devirden, şimdi ne hallere geleceğiz. Oysa burası asgariücretlilerin, emeklilerin, haftalık kazananların yeridir.”

Nihat Odabaş, “Bu evde cihaza bağlı yaşayan hasta var. Elektrikleri kesseler, ne olacaktı?” diye sorduğu esnada, mahallelilerden Hatice Oral camdan sesleniyor bana. Üst katı yıkık, alt katı yıkık vaziyette. Binanın orta katında ise kendi oturuyor. Şöyle diyor, Hatice Oral: “Bak, ne kadar sıkıntıdayım. Burada haksızlık var ve halkı düşünen yok!”

(Oral ailesinin hem üst katı hem de alt katı boş.)

                                       ***

HALKIN BELEDİYEYE GÜVENİ YOK

Tokatköy kentsel dönüşüm mağdurlarının” bir sözcüsü var, adı Ahmet Kanbur. “Okmeydanı'nda yaşananların burada tekrar etmesinden çok endişe duyuyorduk” diye başlıyor sözlerine Kanbur. Devamında da şu ifadeleri kullanıyor: “Projede sıkıntılar var ama bunlar düzeltilemeyecek şeyler değil. Biz muvaffakiyeti Noter huzurunda imzalamak istiyoruz. Muvafakatının içeriğine baktığımızda, ortalama 280 bin TL gibi bedel çıkıyor. Fakat bu rakamın bir milyona kadar ulaşabileceği de maalesef bize deklare edildi. Buna karşılık olarak da şu argümanla gelindi: Eğer bu daire size pahalı geliyorsa, ucuz daireler ile takas edebilirsiniz. Fakat ucuz diye tabir edilen zemin katlardaki daire sayısına baktığımızda, 160 adet daire var. Ama burada 614 hak sahibi var. Peki, bu geriye kalanlar ne yapacak, hangi dairelerle takas edecek? Bu da projeden hak sahiplerinin yüzde 70’in faydalanamayacağını gösteriyor. Oysa burada herkesin küçük de olsa etrafı açıklık ve ağaçları var. Proje buradaki yaşantıya hitap edecek bir proje olmalı. Mahalle halkında belediyeye karşı güvensizlik var. Bunun temeli aynı yönetim 4 dönemdir burayı yönetiyor. 20 senedir tapu vaadi vardır, her seçimde tapu var denir. Kentsel dönüşüm başladı ve tapulardan bahseden yok. Bu süreçte de tapu üzerinden baskı yapılıyor. Projeyi lütufgibi sunarak, insanları ikna edip, korkutup imza attırmaya çalıştılar. Bugün direniş göstermemizin nedeni, haklı olduğumuzu biliyoruz. Çünkü elimizde yürütmeyi durdurma kararı var. Belediyenin kaçırdığı bir nokta var o da buranın geçmişini bilmemeleri. 42 yaşındaydım, suyu kuyulardan taşırdık, düne kadar doğalgaz da yoktu. Doğalgazın, elektriğin ya da suyun olmaması, bizim evden çıkma nedenimiz olamaz. Biz evlerimizi terk etmeyeceğiz. Artık her gün burada en az on beş kişi nöbetteyiz.”

“Tokatköy kentsel dönüşüm mağdurlarının” sözcüsü Ahmet Kanbur


Uğur Şahin / BİRGÜN





Selman'ın çantasındaki dosya: 500 milyon dolarlık vurgun - SOL

Bahreyn merkezli 6 banka, Başaran Yatırım Holding sahibi Hüseyin Başaran'ın da aralarında olduğu 5 Türk tarafından 500 milyon dolar dolandırıldıklarını öne sürdü.










Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın önümüzdeki hafta yapacağı Türkiye ziyareti öncesi dikkat çeken bir gelişme yaşandı.

OdaTV'den Hazar Şahsuvar'ın haberine göre, Bahreyn’de bulunan altı banka 500 milyon ABD dolarını aşkın bir vurgunla karşı karşıya olduklarını iddia etti, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı olayla ilgili soruşturma başlattı.  

Başsavcılık bankaların yetkilisi Abdulla Salman Dawood'u İstanbul'a çağırdı ve şikayetçi sıfatıyla ifadesini aldı. Banka yetkilisi Başaran Yatırım Holding sahibi Hüseyin Başaran'ın da aralarında bulunduğu beş Türk vatandaşının adını verdi. Şirkette çeşitli görevlerde bulunan diğer 5 isminse Murat Solak, Ardaşes Saro Kavafyon, Kerim Kumla ve Korhan Alev olduğu öğrenildi. 6 banka Başaran Holding'le ilgili "nitelikli dolandırıcılık, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme, örgüte üye olma", "özel belgede sahtecilik" ve "suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama"dan şikayetçi oldu.

Bahreyn’de banka hisselerini satın aldı

Başaran Holding'le dolandırıldığını öne süren bankaların ilişkisi 2007'de başladı. 2017 yılına gelindiğinde ise iddiaya göre dolandırıcılık süreci başladı. Holding patronu Hüseyin Başaran 2017 yılında Bahreyn’de Bahrain Middle East Bank (BMB) hisselerini satın aldı ve Türkiye ile bölge arasında finansal bağları güçlendirmeyi hedeflediğini açıkladı. BMB yine Hüseyin Başaran’ın sahibi ve ortağı olduğu Avrupa’da yerleşik iki firma aracılığıyla özellikle dış ticaret işlemlerini finanse etmeye başladı.

Hüseyin Başaran’ın sahibi olduğu BMB, Körfez bölgesinde yerleşik başka bankaların fonlarına da aracılık etti. 

Toplam 11 bankaya ve finans kurumuna karşı hileli işlem

İddiaya göre Başaran Holding'in ödemelerinin zaman içerisinde aksaması üzerine yapılan incelemelerde bir bankacılık skandalı ortaya çıktı. Hüseyin Başaran ve diğer şüphelilerin, toplam 11 bankaya ve finans kurumuna karşı hileli işlemler gerçekleştirerek 500 milyon Amerikan dolarını aşan bir tutarı Başaran Grubu’nun faaliyetlerinin finansmanında kullandığı öne sürüldü.

Olayın patlak vermesi üzerine konuya müdahil olan Bahreyn Merkez Bankası, BMB bankasının yönetimine el koydu. Başaran Grubunu temsil eden tüm yetkililer bankadan uzaklaştırıldı. 

Soruşturma başlatıldı

Sonrasında ise geri ödeme konusunda Başaran Grubu ile müzakerelerden sonuç alamayan Bahrain Middle East, Bahrain Islamic, Gulf International, Khaleeji Commercial, Alubaf Arab International ve Ithmar Bankaları, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na 15 Mayıs 2020'de suç duyurusunda bulundu ve Başsavcılıkça soruşturma başlatıldı.

Bahreynli banka yetkilisi ifade verdi

Aradan iki yıl geçmesine rağmen 15 Şubat 2022'ye kadar soruşturmada yol alınamadı. Önce Körfez'de yaşanan Katar krizi ardından Gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan'ın İstanbul Konsolosluğu'nda öldürülmesiyle yaşanan gerilimin yavaş yavaş dinmeye başlaması sonrası yeni bir gelişme yaşandı. 

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 14 Şubat 2022'deki Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed Al Nahyan’ı ziyaretinden tam bir gün sonra mağdur olduğunu öne süren bankaların yetkilisi ilk kez ifadeye çağrıldı. Bahreynli banka yetkilisi Abdulla Salman Dawood yaşananları ifadesinde anlattı.

Savcıya verdiği ifadede "Şeytani bir planla" bankanın hortumlandığını öne süren Bahrain Middle East'in yetkilisi Abdulla Salman Dawood olayların şöyle başladığını anlattı: 

"Söz konusu şirketin de kullandığı kredilerin ödenmesi kendilerinden talep edilmiştir. Bu talep üzerine söz konusu şirket bankadan zaman istemiş ancak tanınan bir yıllık süreye rağmen geri ödemeler sağlanamamıştır. Bu sırada Başaran Grup'un yetkilileri bankamız hissedarlarının hisselerini satmak istediklerini öğrenip bu konuda banka hisselerini satın almak istediklerini iletmişlerdir. Yapılan görüşmeler sonucu varılan anlaşma üzerine 2017 yılında hisse devri gerçekleşmişlerdir."

'Krediler Başaran Grup tarafından alınmış'

Önce uzlaşma yolunu deneyen bankalar ikinci bir şokla daha karşılaştı. Bankadan kullanılan kredilerin Başaran gruba aktarıldığını tespit ettiklerini söyleyen Abdulla Salman Dawood şunları ifade etti: 

"Bankamız ve diğer bankaların yetkilileri bir araya gelerek Başaran Grup ile ilgili uzlaşma veya dava açma ihtimalleri üzerinde tartışıldı. Birlikte hareket etme kararı alındı. Fakat yapılan görüşmelere rağmen etkin bir sonuç alınamadı. Bu görüşmeler sırasında bankamızdan kullanılan kredilerin, paraların Başaran Grup tarafından alındığı aslında ortada alıcı-satıcı veya bir sigorta durumunun söz konusu olmadığı anlaşıldı."

Katar'a da sıçradı

Olayın üzeri kazındıkça yeni skandallar da ortaya çıktı. Sahte sözleşme ve evrakların kullanılmasıyla karşılaştıklarını ve hukuki süreci başlattıklarını aktaran Abdulla Salman Dawood ifadesine şöyle devam etti: 

"Kredilerdeki alıcı-satıcı ve sigorta şirketleri ile yazışmalar yapıldı. Birçoğu böyle bir ticaret yapmadıklarını, TFC ile herhangi bir işlerinin olmadığını iletti. Hatta sahte sözleşme ve evrakların kullanıldığı anlaşıldı. Bu kapsamda İsviçre'de bir hukuk davası açıldı. Ancak bu şirketin içinin boşaltılması sebebiyle iflası sonucu bir sonuç alınamadı. Bunun üzerine Türkiye'de hukuk büroları ile irtibat kurularak suç duyurusunda bulunuldu. Bunun dışında söz konusu şirket tarafından mağdur edilen Katar İslami Bankası tarafından yabancı bir ülke nezdinde de suç duyurusunda bulunulduğunu biliyorum. Elde ettikleri menfaatleri kendi şirketleri için kullanmışlardır."

Panama'da şirketleri var

Başaran Holding'in Panama'daki bir şirket üzerinden paraları Türkiye'ye getirerek aktarıldığını da savunan Abdulla Salman Dawood "Bu kapsamda Panama'da ihdas ettikleri çeşitli şirketler üzerinden paraları Türkiye'ye getirerek buradaki yatırım ve işlerinde kullanmışlardır. Bu nedenle hem bankamız zarara uğratılmış hem de bir suçtan elde edilmiş gelir böylelikle aklanmıştır" iddiasında bulundu.

Selman’ın çantasında bu dosya da var

Habere göre vurgun dosyası Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'da. Selman'ın Türkiye'ye ziyaretinde Erdoğan'la görüşmesinde bölgesel işbirliği, merkez bankalar arası SWAP anlaşması ve yatırımları kapsayan ekonomi, Suriye ve İran gibi konuların yanı sıra bu dosyanın da masaya getirileceği konuşuluyor.

Bahreyn'den adım

Suudi Arabistan ile güçlü bağları bulunan Bahreyn, krizin büyümemesi için konunun patlak vermeden çözülmesini talep etti. Bu kapsamda Bahreynli yetkililer Suudi Arabistan’dan sorunun aşılması için yardım istedi.  

Suudi Arabistan ve Bahreyn'in Çarşamba günü yapılacak ziyarette sorunun çözümü için somut adım beklentisi içinde oldukları öğrenildi. 

Hüseyin Başaran kimdir?

1958 yılında Trabzon'da dünyaya gelen Hüseyin Başaran, birçok farklı sektörde faaliyet gösteren , Başaran Yatırım Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı'dır. Hüseyin Başaran bir dönem Trabzonspor'da yöneticilik de yaptı.  

İlk kez 1930 yılında faaliyetlerine başlayan ve günümüzde farklı alanlarda yatırımlarına devam eden Başaran Holding'in üçüncü kuşak yöneticisi olan Hüseyin Başaran, inşaat, gıda, Turizm, finans, enerji sektörleri başta olmak üzere farklı alanlarda yatırım yapıyor. Başaran, Türkiye’nin önde gelen entegre fındık işleme tesislerinin de sahibi.

Birleşik Arap Emirlikleri'nden İstanbul gelmek üzere 11 Mart 2018 tarihinde havalanan Kaptan Pilot Beril Gebeş ve ikinci pilot Melike Kuvvet'in kokpitinde yer aldığı Bombardier Challenger 604 tipi iş jeti İran’da düşmüş, kazada Hüseyin Başaran'ın kızı Mina Başaran ile 7 arkadaşının da aralarında olduğu 11 kişi yaşamını yitirmişti.

(SOL) 

Öne Çıkan Yayın

Çok şey söyleyip bir şey anlatmama sanatı! -Mehmet Y. Yılmaz /T24-

Cumhurbaşkanı “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor...