İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde 'aksak' sezon açılışı - MELİS GÖNENÇ / SOL-Özel

 İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde 2022-2023 sezonu kurumsal yapıya yönelik iki önemli darbe ile açıldı.

İDOB tarihinde iki ilk bir arada:

1) Kurumsal sezon açılışı yaptırılmadı. Onun yerine, Kültür Yolu adlı bir torba festivalin açılış etkinlikleri içinde bir yere sıkıştırılmış temsil yaptırıldı.

2) Kuruma yaklaşık beş aydır müdür atanmadı.

Her ikisi de, islamcıların yıllardır uyguladıkları, DOB’un kurumsal kimliğini rendelemeye dönük girişimlerin parçasıdır. Tesadüfen örtüşmüş değillerdir.

Sezon açılışının Kültür Yolu’nda boğulması konusunu ve bunun ne anlama geldiğini önceki yazımızda ele almıştık. Burada, müdürlük konusuna eğilelim.

Müdürlük halleri

İDOB Müdürü Suat Arıkan 25 Mayıs’ta emekli oldu. Bürokrasinin işleyiş kurallarındandır; kurumu temsil eden kişi, herhangi bir nedenle, temsil yetkisini doğrudan kullanma olanağına sahip olmadığı durumlarda, yerine, geçici süre ile bir vekil atar. Bu vekil, vekâletini rutin bir takım işlerin aksamaması için kullanır. Örneğin, müdür yurt dışına, ya da, şehir dışına iki haftalık bir iş ya da tatil için çıktı. Yerine, ekip arkadaşlarından birini vekil olarak bırakır. O da, kurumun günlük, sıradan gereksinimleri için atılması gereken imza ve adımları atar. Bu durum, vekile, hiçbir biçimde, önemli kararlar alma ve uygulama kapısını açmaz. “Hazır müdür yok, filancanın şu makama atamasını yapayım” demez. Kâğıt üzerinde, biçimsel hukuk açısından müdür yetkisi taşıyor olsa da, uygulamada rutin işlerin dışına çıkılmaması yönetsel/bürokratik etik, teamül gereğidir.

Emeklilik durumunda, tablo biraz daha farklıdır. Kurumsal gelenek ve işleyişi kökleşmiş her yapıda, ilgili müdürün emekliliği yaklaşırken, yerine kimin geçeceği belirlenir. Böylece, emeklilik, yönetim boşluğuna yol açmaz. İstisnai durumlarda, yeni müdürün atanması en fazla birkaç hafta gecikir, bu sırada, emekli olacak müdürün önereceği kişi, üst makamın onayı dahilinde, eğer kimseyi önermediyse, konum olarak kendisinden sonra gelen en yüksek yönetici, vekil sayılır ve rutin işleri yürütür. Onun da, aynı yönetsel/bürokratik etik ve teamül gereği, rutin işlerin dışına çıkıp, önemli kararlar alması beklenmez. Bunlar, yeni atanacak müdüre bırakılır.

İDOB’da yaşanana gelince; Suat Arıkan’ın emekliliği öncesinde, atanacak yeni müdür ile ilgili, Oğlan’ın hiç de acelesi olmadığı ortaya çıkınca, Arıkan, yerine başkoreograf Ayşem Sunal’ı, yukarıda anlatılan çerçevede, Oğlan’ın oluru ile, vekil olarak bıraktı. O günden bu yana neredeyse beş ay geçti ve hala müdür atanmadı. Ne Ayşem Sunal’ın müdürlüğe atanma yazısı geldi, ne de başka birininki. Ama, kurumsal/bürokratik işleyiş ve etik kuralların üzerinden atlanarak, bırakın asaleti falan, vekil müdür olarak bile atanmamış birine son derece önemli kararlar aldırıldı, aldırılıyor. Söz konusu kişinin uluslararası kariyeri olan önemli bir sanatçı, Ayşem Sunal oluşu, konuya ayrı bir boyut kattığı gibi, olayı farklı bir noktaya da taşıyor.

                Ayşem Sunal, müdür koltuğunda sekreter olmayı kabul etmemelidir.

Müdürden sekreter kırpmak

İslamcıların DOB’a yönelik kurumsal yıkım projesinin uygulayıcısı genel müdür Oğlan, AKM açıldıktan sonra gözünü İDOB’a dikti. Burayı doğrudan yönetmek, bu yolla da, ülkenin tek gerçek opera salonunun bulunduğu AKM’yi kendi PR’ı için kullanmak başlıca amacıydı. Bunun da yolu, İDOB repertuarında ve etkinlik takviminde kendisine söz sahibi olma olanağı tanıyacak bir yönetim kompozisyonunun oluşmasından geçiyordu. Nitekim, hemen, kendisinin baş rolde olacağı bir Othello dayattı. Cast’ı, rejisörü, falan her şeyi kendi seçti.

Yanı sıra, diğer beş müdürlük tamamıyla dize getirilmiş olmasına karşın, İstanbul, Suat Arıkan’ın asaleten atanmış müdür oluşu ve İzmir’in asil müdürü Aytül Büyüksaraç’ın tersine, “git” denildiğinde gitmeme inadı dolayısıyla, bir anlamda, merkezi sistem dışında kalan dükalık konumundaydı. Tek adam rejimi/mutlak merkezilik açısından, bunun da bittabi halli yoluna gidilmeliydi.

Tamam da, aynı taş iki kuşu nasıl indirecekti?

Oğlan’ın önünde üç seçenek vardı:

1) Her dediğini yapacak, çok güvendiği birini müdür olarak atamak. Yani, emanetçi müdür. Oğlan, megalomaniye bağlı ağır iletişim sorunundan muzdarip olduğu için, kurumda hem az kişiyi tanıyor, hem de sevilmiyordu. İDOB bünyesinde “emanetçi” olacak bir iki kişi yok değildi, ancak, onların da kurumdaki ağırlık ve saygınlıklarının oldukça düşük olması, müdür olmalarına engel teşkil ediyordu.

2) Saygınlık ve ağırlığı yerinde olup, iletişimi düzgün, sevilen ama nazının da geçeceği birini müdür yapmak. Bu isim Efe Kışlalı idi. Sanatsal kapasitesi belirli bir kalibrenin üzerinde, kariyer çizgisinde özellikle orta Avrupa’nın yer aldığı ciddi bir isimdi. Oğlan ile “üç tenor” formatındaki birliktelikleri, burada alaturka da söylemesi, yumuşak başlı oluşu ve yöneticilik deneyiminin bulunmayışı Oğlan için onu epey cazip bir aday kılıyordu ancak, Kışlalı öteden beri o koltuk konusunda çok iştahlı olmayan biriydi ve bu yönü de hiç kimse için sır değildi. Özellikle, DOB’un yerlerde süründürüldüğü böyle bir dönemde, olası bir İDOB müdürlüğü ile isminin yıpranmasını ve artık sonuna gelinen lanetli bir zaman diliminin baş aktörlerinden biri olmayı kabul etmeyeceği kesindi.

3) Müdür ataması yapmadan, Suat Arıkan’ın, kendi “olur”u ile vekil olarak bıraktığı kişi ile devam etmek. Arıkan’ın Sunal’ı seçmesindeki en önemli neden, onun üzerinden, İDOB’un denetimini mümkün olduğunca elde tutabilme kaygısıydı. Nitekim, Sunal yedi yıl boyunca Arıkan’ın yönetim ekibinde başkoreograf olarak yer almış, İDOB’da Arıkan’ın kurduğu ağalık rejimi ile, ilkesel ve etik düzlemde sorunlar yaşadığına dair, hakkında herhangi bir bulguya rastlanmamış biridir.

Oğlan’ın hesabı ise şuydu: Genel Müdürlük tarafından atanmamış, sıradan bir görevlendirme “olur”u ile o koltukta oturan kişi, vekâleten atanmış olanın bile ağırlığına sahip olamayacağı için, müdürden çok, sekreter konumunda bulunacak, doğal olarak da, genel müdür/patronun her dediğini yapacaktı; esas amaç da zaten bu değil miydi? Bürokrasinin ve yönetimin kuralları değişmezdi.

Hesap doğruydu da, kişi doğru muydu? Ayşem Sunal bu rolü kabul eder miydi? Sanatsal kariyerine ve devlet balesindeki ağırlık ve saygınlığına bakılırsa, asla.

Oğlan yine de denemeye karar verdi. Sunal dişli çıkar da, “Ben sekreter miyim, bu ne biçim davranış?!” derse, o zaman atamasını yapar, sonrasında “kurum, kurul, kural” falan diye kıllık yapmaya  kalkarsa da, nasıl olsa vekâleten atamış olacağı için, koltuktan kaldırır, başkasını oturturdu.

Ayşem Sunal bataklığa çekiliyor

Ayşem Sunal bugüne kadar, içine düşürüldüğü bu tuhaf ve küçültücü duruma, herkesin şaşkınlığına karşın, hiç ses çıkarmadı. Sekreterlik konumunu benimsemekte zorluk çekmediği anlaşılıyor. Oğlan da atamasını salladıkça sallıyor. Ayşem Sunal çapında bir sanatçının, makul süreli bir vekâlet döneminin ardından asaleten atanmaması durumunda bile tepki gösterip, müdürlüğü bırakacağı beklenirken, vekâleten bile atanmadan, aylardır o koltukta oturtulup, üstelik de, İDOB yönetimini oluşturacak kararlara imza attırılması türünden, kallavi taşların altına elini koyması nasıl açıklanabilir?

Önce, bu durumun kuruma ve baleye vereceği zararlara değinelim:

1) İslamcıların amacı, Oğlan eliyle, DOB’un kurumsal yapısına sürekli kısa devre yaptırmaktır. Bunun en kestirme yolu, yönetim yapısını dağıtmaktan geçer. Şeyh Rengim Gökmen ile uygulamaya konmuş “merkezileşme” sürecinin özü budur. Her şey genel müdürün, tek kişinin iki dudağı arasından çıkacak olana bağlıdır. İl müdürlüklerinde ne oynanacak, kimler oynayacak, kimler hangi görevlere gelecek, gişe gelirleri ne yapılacak vb. onun kararlarıyla şekillenir. Sanat kurulları, teknik kurullar tamamen göstermelik halde, genel müdürün direktiflerini tasdik eden noterler konumuna indirgenir. Bildiğiniz Saray rejimi.

Peki, bu çarkın dönebilmesi için ilk koşul nedir?

Asaleten atanmış güçlü müdür yerine, vekâleten dikilen zayıf yönetici tipinin yerleştirilmesi. Sanatsal saygınlıkları ve kişilikleri sağlam olanlar bu konuma düşürülmeyi zaten kabul etmeyeceklerdir. Buna bir kez baş eğdiğinizde ise, gelecek adım, kurumsal olanın arkasından dolanan alengirli formüller ile, vekâleten atamayla bile doldurulmasına gerek görülmeyen, “geçici”lik statüsü sonsuza uzatılmış “ara” görevlendirmelerin dayatılması olacaktır. Öyle ki, bu insanlar günü geldiğinde, göreve atanmadıkları için,  görevden alınmalarına bile gerek kalmadan, üzerlerine doğrudan müdür atanacaktır. Arada geçecek zaman zarfında ise, en cılız resmi muhataplık ve saygınlık ile, en riskli işlere imza attırılacak, ardından da çöpü boylayacaklardır. Bunun fiili karşılığı, müdür koltuğunda oturan sekreter üzerinden, merkezden verilen emirler ile yönetilmektir. O merkeze de, daha yukarıdaki merkezden emir verilir.

Bürokraside, “güvenilirlik” ile “saygınlık” kardeş kavramlardır. Bir makama, makul bir süre vekâlet ettikten sonra, asaleten atanmıyorsanız, size güvenilmiyor demektir. Bu da, saygınlık eşiğinizin epey düşük olduğunu gösterir. Kurumu temsil eden bir makamda, bu şekilde oturtuluyorsanız, o kuruma olan saygının aşınmasına destek oluyorsunuzdur. Yani, yalnız kendinize değil, kuruma da zarar veriyorsunuzdur. Tabii, kurum bilincine sahipseniz.

Ayşem Sunal “müdür koltuğunda sekreter” konumunu kabul ederek, yalnız kendi kişiliğine değil, İDOB üzerinden, DOB’un kurumsallığına, istemeyerek de olsa zarar veriyor. İslamcıların ve Oğlan’ın işbirlikçisi durumuna düşüyor.

2) Ayşem Sunal, Türk balesinin son 30 yıldaki önemli dansçılarından biridir. Uluslararası kariyeri naylon değildir. Bu ölçekteki bir isme, böyle bir konumlandırmanın müstehak görülmesinin tek bir gerekçesi olabilir: İslamcıların hedefinde bulunan Laik Cumhuriyet’in yüksek sanat kurumlarından DOB’a verilen şu mesaj: “İçinizdeki en parlak olanlardan birine verdiğimiz değer bu iken, kalanını siz düşünün; gözümüzde öneminiz, değeriniz ve saygınlığınız bu kadar.

3) Bale, islamcılar için bütünüyle cehennemlik bir sanattır. Bunu defalarca dile getirdiler. Baleyi şeytani görmeleri başlı başına bir olumsuzlukken, DOB içinde yaşanan yönetsel dengesizlik de ayrı bir sorundur:

Bugüne kadar DOB bünyesinde, atanmış 101 adet genel müdür ve kurum müdüründen yalnızca 1 genel müdür ve 7 kurum müdürü bale sanatçısıdır. (Erhan Güzel, Arşivlere, İlgili Kurumlara ve Anlatılara Göre Türkiye’nin Modernleşmesi Sürecinde Bir Sanat Dalı Olarak Bale Eğitimi, Y. Lisans Tezi, MSÜ-GSE, 2022, s.36-37)

Böyle bir tabloda, İDOB’un başına baleden birinin gelmesi, bale için büyük bir şanstır. Ancak, sekreter konumunda tutulduğu sürece de, tam tersine, büyük bir talihsizliktir; baleye verilen değer ve önemi göstermektedir. Öte yandan, balenin kurumsal işleyişi açısından da sakınca yaratmaktadır; Ayşem Sunal’ın müdür olarak ataması yapılmadığı için, halen  başkoreograf sıfatı taşımakta, bu makamın bir an önce doldurulup, kurumsal işleyişin gereği yerine getirilememektedir.

Ayşem Sunal illüzyon dünyasına itiliyor

Bu ülkede, başta DOB, CSO/senfoniler ve Çoksesli Koro’yu içerecek şekilde, yüksek sanat kurumlarının son 20 yılda yaşadıkları en büyük bahtsızlıklardan biri, basında türemiş tüccar müzik yazarları, simsarların varlığıdır. Bunların rol modeli Damacana Serhan ve kılıcı Andante’dir. Genelinde, nadiren reklam kuşağı içeriğini aşabilen, AKP ve iktidarı ile yaşıt olan bu yayın sayesinde, Damacana’nın neler elde ettiğini gören diğerleri de, birer “Damacana bis” olmaya yeltenmişlerdir. Liberal Damacana’nın, içinde yetiştiği o bildik kültür oldukça basit birkaç önermeden oluşur:

1) Para getirmeyen hiçbir şeyle uğraşmaya değmez.

2) Para getirmeyen hiçbir etkinlik sanat değeri taşımaz. Yüksek sanat ile yüksek para arasında aşk ilişkisi vardır.

3) İdeolojik, etik ilke ve angajmanlar, para kazandırdıkları sürece anlamlıdırlar. İlkeler, değerler değişken, para sabit olandır.

4) Yayın, para kazanmak içindir. Dergi sahibi, önce dergisine aldığı reklamlardan yolunu bulmalı, ardından, emprezaryoluk, devlet ve özel sektör kurumları ile iş ilişkileri bağlamında, dergisini baskı ve tanıtım unsuru olarak kullanmayı bilip, kendine geniş hareket ve kazanç alanları yaratabilmelidir.

5) Bir müzik yazısının değeri, sağlayacağı maddi çıkar ile doğru orantılıdır.

Kabul etmek gerekir ki, Damacana, entelektüel ve kültürel tıknazlığına karşın, o bildik lobinin desteği ile, yukarıdaki ilkeler kapsamında, kendine hareket alanları yaratabilmiştir. Bunda, islamcı iktidar ile kurduğu kârlı, organik ilişkilerin payı büyüktür. Gerçi, sonunda ipin ucunu iyice kaçırıp, işi o derece vodvil boyutuna ulaştırmıştır ki, kendine “sanatçı” demeye bile başlamıştır. Anlayacağınız, hareket alanının görünen bir sınırı yoktur. Hepsinin arkasında bulunan “paraya tahvil edilebilir ilişki” biçimlerini yeri geldikçe örnekleyeceğiz. Ama, konumuz Damacana değil. Ona öykünenlerden birinin, Ayşem Sunal için nasıl çırpındığı.

Osman Enfiyecizade adlı bir eleman var. Emprezaryo. KAM Management adlı bir de şirketi var. Sanatçı pazarlıyor, etkinlik ayarlıyor. Nerelere? AKM, CSO Ada, CRR vb. Yakaladığı her yere. Damacana’nın yolundan gidip, Konser Arkası adlı dijital bir dergi çıkarıyor. Nereyle, kiminle iş yapmak istiyorsa, orayı, onu parlatıyor. Bazen o kadar fütursuzca sallıyor ki, acaba, yazım hatası mı var, demekten kendinizi alamıyorsunuz. Örneğin, yazın, Haliç Kongre Merkezi’nde yapılan İstanbul Opera Festivali bağlamında, islamcılara sırnaşmak için, tuttu, Haliç Kongre Merkezi’ni İBB’nin işlettiği izlenimi doğuracak bir yazı kaleme alıp, dünya eleştiri döşedi (Konser Arkası, sayı: 11, s.18-19). Oysa, birkaç dakikalık internet taraması, mekânın açılışından beri, Saray’a yakın islamcı müteahhitlerden biri tarafından işletildiğinin öğrenilmesi için yeterli. Bunu bilmemesi olanaklı mı? Ama, eleman etik fukarası. Daha neler neler… Ozan Binici CSO Ada’nın sanat yönetmeni olunca, bizimki dergisinin Temmuz 2022 sayısında, Binici’yi kapağa taşıdı: “CSO Ada Ankara Emin Ellerde”. Malum, CSO Ada’da iş yapmak için, Binici’den vize almak gerekiyor. Şimdi de, çıkardığı derginin Ekim sayısında, Kültür Yolu’nu kutsayıp, Bakanlık’tan iş kapma peşinde. Neyse, mide bulandıran işler…

Bu eleman, Ayşem Sunal’ın İDOB’un kumanda koltuğuna oturtulduğunu öğrenince, hemen kapıları yağlamaya başlar:

Gündemi uzun süredir meşgul eden İDOB’un başına kim gelecek sorusu da kısmen bu toplantıda [Oğlan’ın, 25 Haziran 2022’de AKM’de düzenlediği, Opera Festivali konulu basın toplantısı] cevap buldu. İDOB’un başına vekaleten Ayşem Sunal Şavaşkurt’un getirilmiş olması camia ve basın tarafından memnuniyetle karşılandı. Kuruma yıllarca emek vermiş ve kurumun içinden yetişmiş bir sanatçı olarak kuruma kalıcı olarak atanmasının IDOB’a her anlamda katkısının büyük olacağı yönünde bir görüş hakimdi.” (sanattanyansimalar.com, 25 Haziran 2022)

Oysa, o toplantıda ne böyle bir konu dile getirilmiştir, ne de “camia ve basın”ın  memnuniyeti ya da memnuniyetsizliği söz konusudur. Her zamanki gibi, fikirler muhteliftir. Ayrıca, Sunal “kurumun içinden yetişmiş” bir sanatçı değildir. Yurtdışında yetişmiş, önemli sahnelerde dans etmiş biridir. Kurum emektarı olmadığı izlenimini silmek için midir nedir bilinmez, Sunal’ın yurtdışı kariyerinden hiç söz etmiyor. O sırada, herkesin kendine ve başkasına sorduğu soru ise şudur: “Acaba müdürlüğü becerebilir mi?” Eleman, Ayşem Sunal’ın atanması için açık lobi çalışmasını damacana usulü yaptığını gizleme becerisine bile sahip değil.

Bununla yetinmez; bir hafta sonra çıkan dergisinde, aynı yazıyı, vitesi daha da büyüterek yine servis eder:

“Bu toplantı haricinde gündemi uzun süredir meşgul eden İDOB’un başına kim gelecek sorusu da kısmen bu toplantıda cevap buldu. İDOB’un başına vekâleten ilk defa bale kökenli Ayşem Sunal Şavaşkurt’un getirilmiş olması camia ve basın tarafından memnuniyetle karşılandı. Kendisi kuruma yıllarca emek vermiş ve kurumun içinden yetişmiş bir sanatçı olarak İDOB’a kalıcı olarak atanmasının her anlamda katkısının büyük olacağı yönünde bir görüş hakimdi.

Şavaşkurt kariyeri boyunca Ankara ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde baş dansçı olarak görev almasının yanı sıra Ankara, İstanbul, Samsun ve Antalya Devlet Opera ve Bale’lerinde bale eğitmenliği ve repetitörü olarak görev yapmış ve hala İDOB’da başarılı prodüksiyonlarda “Bale Başkoreografı” olarak görevini sürdürmektedir.” (Konser Arkası, Sayı: 10, Temmuz 2022, s.15)

Bu sefer, dosyayı parlatıp, daha çarpıcı görünmesini sağlamak için, hem Sunal’ın DOB’daki görevleri, hem de, “İDOB’un başına ilk defa bale kökenli” birinin geldiği bilgisini ekler. Söylediği doğru bile değildir; İDOB’un başına gelen ilk bale kökenli isim, kısa süreli de olsa, Meriç Sümen’dir. Ne gam! Eleman’ı, kurumsal ve etik titizliğin gerektirdiği bu türden ayrıntılar değil, Ayşem Sunal’ın atanması için uğraştığını gösterip, müdür olunca, onun aracılığı ile iş almak ilgilendiriyor. Nitekim, Sunal’ın eşi Burçak Savaşkurt’un da, derginin yazarları arasında olduğunu belirtelim.

Daha kötüsü var: Eleman, AKM’den iş alabilmenin koşullarından birinin, AKM’ye sanat yönetmeni olarak atanan Pansuman Remzi’nin “olur”una bağlı olduğunu bildiğinden, ona da dergisinde “Eleştrio” adlı bir köşe ayırmış. Oysa, Pansuman Remzi aç tavuğa, beleş bulduğu bir avuç darıyı çok görüp, “ileride işime yarar” diye cebine atanlardandır… Hiçbir şeyi bedava yapmaz.

Anladınız, değil mi?

İşte, bu Pansuman, Eleman’ın dergisindeki köşesinde, atanması dahi yapılmamış Ayşem Sunal’ın müdürlüğünü kutlar:

“…şimdinin çiçeği burnunda İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü Ayşem Sunal Savaşkurt…” (Konser Arkası, sayı: 11, Ağustos 2022, s.12)

Pansuman Remzi herkesin örnek alması gereken bir etik abide; düşünseniz ya, işi veren, işi isteyenin dergisinde köşe sahibi.

Ne karşılığında mı?

Elbette, müzik aşkı… Yeni Türkiye’de sanat aşkı farklı yaşanır.

Bu etik kusmuk ve tezgâhın ayrıntılarını AKM yazımıza bırakarak, Ayşem Sunal’ın,  çok bilinen bu illüzyon ve çıkar beşiğinin konforu ve gerçekliğine kanmaması gerektiğini belirtelim. Unutmamalı ki, gecenin sonunda, hesap kendi önüne gelecektir.

Ayşem Sunal o trende mi?

Oğlan, Pansuman, Damacana, Eleman… Hepsi aynı islamcı trenin yolcuları. Yalnızca anne-babalarının isimleri farklı. Bunlar için, etik ile keklik aynı şeydir; karın doyurur. Ne Laik Cumhuriyet, ne kurum, ne ilke, ne yüksek sanat…

Peki, Ayşem Sunal onlardan biri mi?

Bu soruya kesin bir yanıt için henüz erken. Evet’i de, hayır’ı da içerecek  bazı verileri sıralamakla yetinelim:

1) Aile etmeni: Sunal ailesi Türk balesinde yeri olan bir ailedir. Hüsnü ve Evinç Sunal çifti, balenin ilk kuşağındandır. Sanatçılıklarının yanı sıra, bale yöneticiliği de yapmışlardır. Büyük kızları Zeynep Sunal’ın Ankara’daki dansçılığı yanında, görece kısa süreli de olsa, bale yöneticilik deneyimi olmuştur. 2010’dan bu yana da Uluslararası Bodrum Bale Festivali’nin başındadır. Küçük kızları Ayşem Sunal ise, dansçılık kariyerini esas olarak yurtdışında, Belçika’da yapmıştır. Onun da İstanbul’da, yedi yıllık bale yöneticiliği söz konusudur. Aileden biri ilk kez, DOB’un il müdürlüklerinden birinin, İstanbul’un başına getirilmiş oluyor.

Ancak, Sunal soyadı bale dünyasında tartışmalı bir soyadıdır. Bunun nedeni tarihsel bir kırılma anında, Hüsnü ve Evinç Sunal’ın takındıkları tutum ile ilgilidir. Bilindiği üzere, 1936’da devlet konservatuarı kurulurken, alınan siyasal bir karar ile, çoksesli müzik ve opera, Sovyetler yerine, Almanlara kurdurulmuştur. Arka planında önemli tarihsel nedenleri var. Balede ise durum farklıdır. O yıllarda, Almanya’da klasik balenin göreli zayıflığı, balenin kuruluşunda tek gerçekçi seçeneğin Sovyetler Birliği olduğunu ortaya çıkarınca, konunun ertelenmesi siyaseten gerekli görülmüştür. Sonra, II. Dünya Savaşı başlamış, konu gündemden düşmüştür. Savaşın ardından, Türk dış politikasında önemli bir kırılma yaşanacak, Sovyet düşmanlığı üzerine kurulu Batı bloğu politikası benimsenince, balenin kuruluşu da, yine bir siyasal karar ile, o sırada Batı’nın siyasal beyni olan İngiltere’ye verilecektir.

1947’de başlayan çalışmaların ardındaki isim, bale dünyasında “Madam” olarak anılan Ninette de Valois’dır. Çeyrek yüzyıla yaklaşan bir süre, bale eğitimi, devlet balesinin kuruluşu, yapıtların sahnelenmesi, bale eğitmeni yetiştirilmesi, bale malzemelerinin temini gibi bütün alanlarda, Madam’ın kendi ve Türkiye’ye gönderdiği İngilizler tek hakim konumda olacaklardır.

         Madam, birinci kuşak dansçıların kolektif belleğinde özel bir yere sahiptir.

Madam birinci kuşak dansçılar ile çok yakın ilişkiler kurmuş, birçoğunu bursla İngiltere’ye göndermiş, bazılarını evinde bile konuk etmiştir. Hüsnü ve Evinç Sunal, Madam’ın özel yakınlık gösterdiği, olanaklar sağladığı isimlerin başında gelir. Hüsnü Sunal’ı o kadar sever ki, ona “Madam’ın gülü” derler. Evinç Sunal’ın sakatlığı sonrasında, tedavisini Londra’da yaptırır. Sahne yaşamının bittiği anlaşılınca da, sağladığı olanakla, onu Londra’da bale eğitmenliği formasyonuna yönlendirir.

Kısacası, Sunal çifti ile Madam çok yakındır, adeta anne ve çocukları gibidirler.

1973 yılına gelindiğinde, yeni bir siyasal karar ile, baleden İngilizlerin tasfiyesi, yerlerine Sovyet koreograf, eğitmen ve sanatçıların getirilmesi benimsenir. Elbette, önemli bir tarihsel arka planı vardır.

Karar alınmasına alınmıştır ama, bunu kim uygulayacaktır? Yani, birileri Madam’a, “Senin işin bitti; artık Sovyetler ile çalışacağız” diyecek ve ödül olarak da, balenin yöneticiliğini üstlenecek, Sovyetler’e gidip, orada görüşmeler yapıp, Sovyet uzmanları getirecektir. Sovyetler’in ise Madam’ın kâbusu olduğu sır değildir. Defalarca, fobi düzeyindeki antipatisini dile getirmiştir. Bunun güçlü siyasal nedenleri vardır.

Türk balesine Sovyet aşısı hem sanatsal, hem de siyasal açıdan doğru bir karardır. Fakat, insani açıdan, hatırı sayılır bir etik sorun ortaya çıkmıştır. Hani, 15 yıldır sizinle olan köpeğiniz, tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanıp, acı çekiyor olsa, tek kurtuluş yolu da bir an önce ölmesinden geçse, gözlerinin içine baka baka onu öldürebilir misiniz? Ya da, “Ben yapamam, veteriner yapsın” mı dersiniz?

Sunal çifti ilk seçeneği işaretlemekte hiç çekince göstermemiştir. “Bu ülkeye kasap lazımsa, onu da biz oluruz” anlayışı, onlara itici gelmeyecektir. Madam’ın çocukları sayılan birinci kuşak dansçıların hiçbiri, insani etik açısından “pis” olarak değerlendirdikleri bu işi üstlenmek istememiş, Madam’ın en sevdiği, en çok yardım ettiği Sunal’lar ise, gönüllü olarak ve iştiyakla kabul etmişlerdir.

Bunun, elbette, kişilikleri ile yakın ilişkisi var. Oraya girmeden, balede yarattığı sonuçlara değinelim:

a) Hüsnü Sunal başkoreograf yapılarak, balenin yöneticiliğine getirilmiş, Evinç Sunal ise başöğretmen olmuştur. Birinci kuşak dansçıların birçoğu hâlâ sahnededir ve bu olayı büyük bir etik kırılma olarak algılamışlardır. Hazımsızlık ve huzursuzluk giderek artar. Sunal çifti durumun farkındadır.

b) Sunal’lar tavırlarını meşru göstermek için, Madam’ın onayı ile davrandıklarını ileri sürerek kendilerini savunmaya çalışsalar da, bu söylemin kimse için inandırıcı bir yönü yoktur. Sunal çiftinin zaaflarını herkes bilmektedir; birinci kuşaktakiler birlikte büyümüşlerdir. Bunun üzerine, Sunal’ların yönetim anlayışı, balenin kurumsallaşmasına ket vurma riski taşıyan bir yöne doğru evrilmeye başlar: Ayrımcılık/gruplaşma. Yıllar sonra Şeyh Rengim Gökmen’in resmileştireceği yöntem: Kendine yakın bir grup oluşturarak, onları kayırmak suretiyle, ayrımcılık temelinde kuruma hakim olmak. Siyaset bilimindeki adıyla klientalizm (clientelism). Balede bu modelin tohumunu, 1974-1978 arasında yönetimde bulunan Sunal çifti atacaktır.

Kuşku yok ki, bu tarz yönetim anlayışı, kurumsal bilinç ve refleksler üzerinde son derece olumsuz etkide bulunacağından, içerideki huzursuzluğu kamçılayıcı yönde rol oynayacaktır. Nitekim, 1978’e gelindiğinde balede gerginlik ve kaynama doruğa ulaşacak, bu da Sunal’ların yönetimden tasfiye edilmeleri ile sonuçlanacaktır. O tarihten sonra, dönemin esas yöneticisi Hüsnü Sunal, emekli olana kadar, bir daha asla yönetici koltuğuna oturtulmaz. Evinç Sunal’a gelince; baskın kişiliği ile yönlendirici rolüne karşın, başöğretmen gibi ikinci derece yöneticilik konumu nedeniyle, iki yıl kadar İzmir balesinde yöneticilik yapacak, Şeyh Rengim Gökmen’in 1992’de DOB Genel Müdürü olmasından sonra, Ankara’ya dönüp, balenin başına getirilecektir. Şeyh’in ilk dönemi olmasına, dolayısıyla da, daha çekingen tutumuna karşın, yönetim anlayışlarındaki benzerlik uyumlu çalışmalarını sağlamış, ancak, Evinç Sunal’ın klientalizm hastalığı balede yeniden huzursuzluğa yol açınca, Şeyh’ten sonra gelen genel müdür, Sunal ile devam etmeyi uygun bulmamıştır. Ondan sonra, ona da, emekli olana kadar, bir daha yöneticilik yaptırılmayacaktır.

Büyük kızları Zeynep Sunal, aile şemsiyesi altında bulunmayı kariyer teminatı olarak değerlendirdiğinden, ne yazık ki, ailenin taşıdığı bu sorunlu yönetim anlayışını, bale kültürünün doğal bir parçası saymış, 2006-2009 yılları arasında iki buçuk yıl kadar süren bale yöneticiliği zamanında benzer yönde sıkıntılar artınca, kendisine Bodrum Bale Festivali yöneticiliği verilerek, balenin başından uzaklaştırılmıştır.

Balede yaşanan bu etik kırılma ve Sunal’lara olan tepkinin boyutunu anlatan bir başka örnek ise kurum dışındandır: Madam’a yakın olan ve düzenli bale değerlendirme/eleştiri yazıları kaleme alan Metin And ve etkisindeki Jak Deleon, Sunal ailesine adeta basın ambargosu koyacak, Zeynep Sunal’ın dansçılığını dikkate almayıp, yok sayacaklardır.

Bu arada, annesinin baleyi yönettiği bir sırada (1992-1996), kızı Zeynep Sunal’ın baş balerin olarak sahnede yer alışı, konuya bir de nepotizm gölgesi düşürünce, durum daha da sıkıntılı hale gelir.

Bunları niçin anlattık?

Eğer Ayşem Sunal, ablası gibi, yukarıda sözü edilen Sunal kültürünün taşıyıcısı ise, İDOB müdürlüğü için son derece yanlış bir isimdir.

Ancak, onun tersine, bale kariyerini Batı’da yapmış olması, kariyerini aile şemsiyesi dışında gerçekleştirmek durumunda kalışı, kurumsallık algı, etik ve refleksinin çok daha gelişkin olacağı yönünde bir beklenti ve umuda kapı aralamaktadır. Nitekim, İstanbul balesindeki yöneticiliğinin, bu çerçevede, anlamlı ve dolgun veriler sağladığını belirtmeli.

b) Ağalık rejimi etmeni: Ayşem Sunal 2006’da Türkiye’ye döndükten sonra, DOB’da değişik görevler üstlendi. Son yedi yıldır da, İstanbul balesini yönetiyor. Bu yılların neredeyse tamamı, Suat Arıkan’ın iyice ağırlaşan ağalık dönemine denk geliyor. Sunal’ın, Arıkan’ın ağalık rejiminden rahatsızlık duyup, bunu açıkça dile getirdiği oldu mu, yoksa, “Burası Türkiye, demek ki bu işler böyle yürüyor. Önemli olan koltukta kalabilmek, kalanı teferruat”  biçimindeki şark kafasını mı benimsedi?

Beş aydır düşürüldüğü sekreter konumundan rahatsızlık duymamasını, koltuk düşkünlüğü ile mi, bürokratik dil ve deneyim şifrelerine henüz hakim olamaması ile mi açıklamalı?

Bu soruya kesin bir yanıt için, biraz daha beklemek gerek.

            Ayşem Sunal, Suat Ağa’nın yedi yıl başkoreografı oldu.

Ayşem Sunal İDOB’u yönetebilir mi?

Operacılar arasında, baleden birinin operayı yönetemeyeceğine dair kemikleşmiş bir düşünce vardır. Birçok açıdan haksız da sayılmazlar. Sistemin başarı anahtarı, baleden gelen müdürün yanına, liyakat sahibi bir operacının yerleştirilmesinden geçiyor. Bu model, daha önce, genel müdürlük düzeyinde de denendi. Meriç Sümen-Gürçil Çeliktaş ikilisi 2005-2007 arasında DOB’u yönettiler. Bugün de il müdürlüğü düzeyinde örneği var.

Sorun şu ki, içinden geçtiğimiz dönem, DOB’un kurumsal, kültürel, etik düzlemlerde, tarihi boyunca hiç tanık olmadığı ölçekte büyük bir saldırıya maruz kaldığı zaman dilimine denk düşüyor. Bunun İDOB’a, Oğlan eliyle nasıl yansıtıldığını yukarıda açıkladık. Buna bir de, “Arıkan Ağalığı”ndan kalan hafriyatı eklerseniz, oldukça dirayetli bir müdür gereksiniminin ortaya çıktığını göreceksiniz.

Yani?

1) Oğlan’ın İDOB’a, DOB adlı özel şirketinin acentesi muamelesi yapmasına izin vermeyecek, kurumsal kimlik ve işleyiş duyarlılığını her şeyin üzerinde tutacak bir müdür.

2) Oğlan ve Arıkan’ın kökleştirdiği kötü huylu tümör, “tek adam” anlayışını, kurumsal çarkları işleterek aşabilecek bir müdür.

3) Pansuman Remzi üzerinden gelecek, “kâr ortaklığı”na dayalı her tür kurum dışı piyasa unsuru talebine karşı, kurumsal kültür ve saygınlık süzgecini kullanabilecek bir müdür.

Ayşem Sunal bu perspektif ve kişiliğin gerektirdiği özelliklere sahip biri mi?

Sağlıklı bir değerlendirme için, sezon sonunu beklemek gerekiyor. Ancak, iyi başlamadığı kesin; Oğlan’ın da, Arıkan’ın da, Pansuman’ın da, deneyimsizliği ve fazla içsel koordinatlarda yaşaması nedeniyle, onu kolayca kullanabilmek için desteklediklerini anlamak zorunda. Bu çemberi kırabilmesinin ilk adımı, sekreterlik konumuna derhal son verilmesini sağlamak. Ardından da, Oğlan’ın emirlerini, filancaların taleplerini ince süzgeçten geçirme pratiğine kendini alıştırmak.

Sonuç

Ayşem Sunal ve oluşturulan yeni İDOB yönetimi çok zor bir dönemde elini taşın altına koyan insanlardan oluşuyor. İslamcıların ve Oğlan’ın kuklaları mı, İDOB’u kurtarmaya çalışan fedailer mi?

İkincilerden olmaları arzusu, hepimizin yürek sesi…

Her iki durumda da, İstanbul’u islamcı dönem sonrasına taşıyacak ekiptir. Bu işten alınlarının akıyla çıkmaları, bir bütün olarak, DOB’un onuru ve saygınlığını çok yakından ilgilendiriyor.

DOB üzerindeki islamcı karanlığın dağılmakta olduğunu müjdeleyen şafak olmaları o kadar çok insanın umudu ki…

Hepsine, tek tek, çokça cesaret ve başarı dilekleriyle…

MELİS GÖNENÇ / SOL-Özel




BELLEK (11 EKİM)

 


OLAYLAR:

  • 1311 - Soylular ve din adamları, 1311 Kararnameleri ile İngiliz Krallarının yetkilerini sınırlandırdı.
  • 1783 - Rusya Bilimler Akademisi kuruldu.
  • 1868- Thomas Edison ilk icadı elektrikli ses makinesi (fonograf) için patent aldı.
  • 1881 - David Houston, kameralar için rulo filmin patentini aldı.1841'de İskoçya'da doğdu. Genç yaşta fotoğrafın nasıl çalıştığıyla ilgilenmeye başladı. O zamanlar kameralar büyük ve ağırdı ve film yerine kimyasallarla kaplanmış cam plakalar kullanıyorlardı. Fotoğraf makinelerine sahip olan tek kişi profesyonel fotoğrafçılardı.Houston'ın ana hedeflerinden biri, herkesin sahip olabileceği bir kamera yapmaktı. 1867'de, tasarladığı bir kamera geliştirmesinin ilk patentini aldı. Patent, hükümet tarafından verilen ve yalnızca buluş sahibine buluşlarını yapma ve satma hakkı veren bir belgedir. Patent, buluş sahibinin haklarını korur, böylece başka hiç kimse buluşu kopyalayamaz.1886'da Houston, fotoğrafçılığı tamamen değiştiren bir cihaz icat etti. Bu buluş, hacimli film plakaları kullanmak yerine, filmin kameranın içindeki rulolara sarılmasına izin verdi. Houston, bu patentin haklarını başka bir mucit olan George Eastman'a sattı. Houston, hayatının geri kalanında rulo film kameralarının satışından 5.000 $ ve aylık ödemeler aldı.George Eastman kendi kamera şirketini kurdu ve David Houston'dan 21 kamera patenti satın aldı. Houston, kamera şirketine kuzey Dakota adının verilmesini ve “Nodak” adının verilmesini önerdi. Eastman öneriyi beğendi ama hiçbir anlamı olmayan bir isim istedi. İlk harfi değiştirdi ve şirketini “Kodak” olarak adlandırdı.Buluşları sayesinde David Houston çok zengin oldu. 1906'da öldüğünde, 4.000 dönümlük bir bonanza çiftliğine sahipti. Houston ve eşinin inşa ettiği güzel çiftlik evi şimdi Batı Fargo'daki Bonanzaville'de bir turistik cazibe merkezi.David Houston'ın icatlarından bu yana Kodak fotoğraf makinesinde birçok değişiklik yapıldı; ancak herkesin fotoğraf makinesi sahibi olmasını mümkün kılan kişiydi.
  • 1899- Boer savaşı Güney Afrika’da başladı. İkinci Boer Savaşı Britanya İparatorluğu ile Bağımsız Boer Cumhuriyetleri Hür Oranj Devleti ve Güney Afrika Cumhuriyeti (Transvaal Cumhuriyeti) arasında başladı. Savaş iki bağımsız cumhuriyetin Britanya İmparatorluğuna katılmasıyla 31 Mayıs 1902’de sona erdi.
  • 1912 - I. Balkan Savaşı: Yunan Ordusu, Osmanlı şehri Kozana'yı ele geçirdi.
  • 1922- Mudanya Mütarekesi İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin temsilcisi İsmet İnönü arasında imzalandı. Doğu Trakya topraklarının Meriç nehrine kadar tahliyesi, Yunan birliklerinin Edirne’den çıkmaları; askeri hareketlere son verilmesi ve TC ordularının yeni yapılacak bir barış antlaşmasına kadar boğazların birkaç kilometre yakınında bekletilmeleri karara bağlandı.
  • 1926- Kılık Kıyafet Kanunu kabul edildi
  • 1929 - Yavuz savaş gemisinin onarımı bitti; gemi Türk Deniz Kuvvetleri'ne teslim edildi
  • 1939 - Albert Einstein, ABD Başkanı Roosevelt'e, atom bombası konusuna dikkatini çekmek için yazdığı ünlü mektubunu kaleme aldı.
  • 1947- Eski MEB Hasan Ali Yücel’in, Av.Kenan Öner ve Yeni Sabah Yazı İşl.Müdürü’ne açtığı hakaret davasına devam edildi. Mareşal Fevzi Çakmak’ın “Bir eski MEB köy enstitülerinde komünistlere arka çıktı” beyanına K.Öner “O bakan Hasan Ali Yücel’di” sözleriyle destek çıkmıştı. Nisan’da başlayıp 1944-45 Irkçılık-Turancılık davalarında yargılanan Nihal Atsız gibi isimlerin aralarında olduğu 27 kişinin de Hasan Ali Yücel’e karşı müdahil olduğu hakaret davası, Kasım’da Av.Kenan Öner ve Yeni Sabah Yazı İşleri Müdürü C.Saraçoğlu’nun beraatiyle sonuçlandı.
  • 1948- Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü Ulusal Komisyonu, UNESCO kuruldu.
  • 1959- Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü “nereden buldun” yasasına karşı olduğunu açıkladı.
  • 1968 - NASA, ilk insanlı uzay uçuşunda Apollo 7'yi uzaya fırlattı; astronotlar Wally Schirra, Donn Fulton Eisele ve R. Walter Cunningham.
  • 1972 - Adalet Bakanlığı, basınla ilgili bir yasa tasarısı hazırladı. Tasarıya göre basına sert ve ağır tedbirler getirilecek.
  • 1975- Anayasa Mahkemesi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) kuruluş kanununu Anayasa’ya aykırı bularak iptal etti.
  • 1976 - Özellikle İstanbul’da kendini hissettiren benzin sıkıntısına döviz yokluğunun neden olduğu öğrenildi. Döviz ödemeleri yapılmadığı için iki aydan beri Libya’dan petrol ithal edilemediği açıklandı.
  • 1976- Çin’de Kültür Devrimi’ne öncülük edenlerden ve “Dörtlü Çete” adı verilen Mao Zedung’un eşi Jiang Jing ile Çang Çun Çiao, Wang Hung Wen,  Yao Wen Yuan “darbe teşebbüsü”nden tutuklandılar. 1980’de yapılan yargılamalar sonunda Jiang ve Çang idama mahkum edilmis, diğer elemanları da çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar.
  • 1977 - Deniz bilimcisi Kaptan Cousteau, ünlü teknesi Calypso’yla İstanbul’a geldi.
  • 1979 - Gazeteci Abdi İpekçi cinayeti zanlısı Mehmet Ali Ağca'nın yargılanmasına başlandı.1979- Gazeteci Abdi İpekçi cinayeti zanlısı ülkücü Mehmet Ali Ağca ile suça iştirak etmekten sanık Yavuz Çaylan’ın yargılanmasına başlandı. Ağca İçin idam, Çaylan için en az 10 yıl hapis cezası isteniyor. Ağca’nın avukatı, akli dengesinin yerinde olup olmadığının tespitini istedi.
  • 1980 - Uzay istasyonu Salyut 6'da 185 gün kalarak rekor kıran Sovyet kozmonotları (Valery V. Ryumin ve Leonid I. Popov) dünyaya döndü.
  • 1980 - Yönetmen Ali Özgentürk'ün Hazal filmi, 29. Uluslararası Mannheim Film Festivali'nde 3 ödül aldı.
  • 1981 - Erden Kıral’ın Orhan Kemal’in romanından uyarladığı “Bereketli Topraklar Üzerinde”, Strazburg Avrupa Film Festivali’nde 1. oldu.
  • 1985 - Demirören Grubu’na bağlı Motopar Fabrikası’nda Otomobil-İş’in örgütlenme çalışmasının ardından 228 işçi işten çıkarıldı.

  • 1988- Tuzla Köprüsü altında polis timinin kurşun yağmuruyla hayatlarını kaybeden 4 gençten 3’ünün cenazeleri toprağa verildi.
  • 2013- Altın Portakal’da Kısa Film dalında Jüri Özel Ödülü’nü alan Ayce Kartal ödülünü Gezi Direnişi’ne adayınca sloganlar yükseldi.
  • 2017- Tüpraş’ın İzmir’deki rafinerisinde depolama tankında meydana gelen patlamada 4 işçi hayatını kaybetti.



DOĞUMLAR

  • 1675 - Samuel Clarke (d. 11 Ekim 1675 - ö. 17 Mayıs 1729), Newton'un önce öğrencisi, sonra dostu ve savunucusu olmuş olan İngiliz filozof ve ilahiyatçı. Tanrı'nın varlığını, "matematiksel yönteme yakın" bir yöntemle kanıtlamaya çalışmış olan Clarke, ahlak ilkelerinin matematiksel önermeler kadar kesin olduğunu; bundan dolayı inancın yardımı olmadan, yalnızca akıl aracılığıyla bilinebileceklerini öne sürmüştür.
  • 1885 - François Mauriac, Fransız yazar ve Nobel Edebiyat Ödülü sahibi (ö. 1970)
  • 1896 - Roman Jakobson, Rus düşünür (ö. 1982)
  • 1910 - Cahit Arf, Türk matematikçi ve TÜBİTAK Bilim Kolu Başkanı (ö. 1997)
  • 1928 - Yıldız Kenter, Türk tiyatro ve sinema sanatçısı (ö. 2019)
  • 1937 - Bobby Charlton, İngiliz futbolcu
  • 1946 - Arsen Gürzap, Türk oyuncu ve tiyatro yönetmeni
  • 1948 - Yasin Özdenak, Türk futbolcu ve antrenör
  • 1952 - Turan Özdemir, Türk tiyatro ve sinema oyuncusu (ö. 2018)
  • 1971 - Justin Lin, Amerikalı film yapımcısı ve yönetmen
  • 1983 - Bradley James, İngiliz oyuncu



       ÖLÜMLER:
  • 1531 - Huldrych Zwingli, İsviçreli din adamı ve İsviçre Protestan Reformunun lideri (d. 1484)
  • 1579 - Sokullu Mehmet Paşa, Osmanlı Sadrazamı (d. 1505)

  • 1958 - Maurice de Vlaminck, Fransız ressam (d. 1876
  • 1963 - Jean Cocteau, Fransız yazar ve ozan (d. 1889) 1889 yılında Maisons-Laffitte, Yvelines'te doğan Cocteau gençlik yıllarında şiir ve yazına ilgi duydu. Dönemin  sürrealist, dadacı ve kübist öncü sanatçılarıyla arkadaşlıklar kurdu, şiirler, piyesler, romanlar ve şarkı sözleri yazdı. Garip özel yaşamıyla dikkat çekmiş, çeşitli erkekler ve kadınlarla egzantirik ilişkiler yaşamıştır. Bir dönem uyuşturucu da kullanmıştır. Cocteau'nun filmleri yoğun sanatsal ve fikri altyapıları ile fark yaratır. Cocteau modern sanat ve sinema dünyasına çok büyük katkılarda bulunmuştur. 11 Ekim günü Édith Piaf'ın öldüğü açıklandıktan kısa bir süre (aynı gün içinde) çok sevgili dostu Jean Cocteau da hayata veda etti. Cocteau'nun Piaf'ın acısına dayanamadığı için kalp krizi geçirdiği söylenir. Yazar Roger Peyrefitte'e göre Cocteau'nun uzun zamandır arkadaşı ve patronu olan varlıklı (ki aynı zamanda Yves Saint Laurent'in de patronu olan) Francine Weisweiller ile yaşadığı şiddetli bir tartışmadan sonra bünyesinin harap olduğu ve 22 Nisan 1963 tarihinde de bir kalp krizi geçirdiğini söyler. Cocteau, Milly-la-Forêt'deki Chapelle Saint-Blaise des Simples'ın tabanının altına defnedilmiştir. Şapelin tabanındaki mezar taşındaki yazı şöyle yazmaktadır: "Seninle kalıyorum" ("Je reste avec vous").

  • 1965 - Dorothea Lange, Amerikalı belge fotoğrafçısı (d. 1895)
  • 1968 - Selim Sarper, Türk siyasetçi (d. 1899)
  • 1971 - Hikmet Kıvılcımlı, Türk komünist siyasetçi, yazar, yayıncı ve çevirmen (d. 1902)
  • 1985 - Metin Eloğlu, Türk şair (d. 1927)
  • 1997 - Asuman Arsan, Türk oyuncu (d. 1934)
  • 1999- Devrimci öğretmen hareketinin kuruluşu ve gelişiminde büyük emeği olan eğitimci; ‘Yılanların Öcü’, ‘Onuncu Köy’ ve ‘Amerikan Sargısı’nın yazarı Fakir Baykurt Almanya’da hayatını kaybetti.
  • 2007 - Mehmed Uzun, Kürt asıllı Türk yazar (d. 1953)
  • 2008 - Nedret Selçuker, Türk gazeteci ve spiker (d. 1938)
  • 2009 - Halit Refiğ, Türk sinema yönetmeni (d. 1934)
  • 2018 - Paul Andreu, Fransız mimar (d. 1938)
  • 2019 - Robert Forster, Amerikalı oyuncu (d. 1941)

      (derleyen:mstfkrc)

İftiracıları unutma - Timur Soykan / BİRGÜN



3,5 yıl önce İstanbul seçimlerini iptal ettirebilmek için sandık kurulu başkanları ve üyelerine ‘FETÖ’cü’ iftirası attılar. Yıllar süren yargılamadan sonra bu insanlar beraat etti. Peki, iftiracılar ne olacak? Sakın unutma.


AKP, iktidar dönemine o kadar çok kötülük, insan hakları ihlali, yolsuzluk, skandal, antidemokratik uygulamalar sığdırdı ki toplumun hafızası bitap düştü. Sonu gelmeyen haksızlıklar ve adaletsizlik, duyarlılıkları köreltti, kamuoyu komaya girdi. Neredeyse hiç tepki vermeyen bu hastalıklı halde, inşa edilen korku imparatorluğu ve iktidar kontrolündeki karanlık medyanın da payı büyük.

Ve artık utanma duygusu olmayanların en büyük güvencesi yaptıklarının unutulup gideceği düşüncesi…

Ancak…

Yeni sansür yasasıyla bağımsız medya ve sosyal medyayı boğmayı hedefleseler de, her gün onlarca habere erişim engeli de getirseler, gazetecilerin soru sormasından köşe bucak kaçsalar da arşiv var. Bu kronik unutkanlık hali de geçici.

Elbette ne suçlar ne de suçlular ülkenin hafızasından tamamen silinecek. Bir gün bağımsız mahkemeler önünde sabırla, tek tek yargılanacaklar.

Şimdilik gazetecilerin bir görevi de hafızayı diri tutmak, hatırlatmak.

Değerli meslektaşım Mustafa Hoş’un dediği gibi: NeoTürkiye’nin panzehiri hafızadır.

3,5 yıl öncesine gidelim.

31 Mart 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’u CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu kazanmış ve bu seçimi iptal ettirmek için AKP dört koldan saldırı başlatmıştı.

Seçim gecesi Anadolu Ajansı, Ekrem İmamoğlu öne geçeceği için veri akışını kesmişti. AKP adayı Binali Yıldırım, AKP İstanbul İl Başkanlığı’nda kameralar karşısına geçti, “Ben kazandım” diyerek atı alıp Üsküdar’ı geçmeye kalkıştı. İstanbul’daki yüzlerce billboarda Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım’ın fotoğraflarıyla ‘Gönül belediyeciliği kazandı, teşekkürler İstanbul’ yazılı afişler astılar.

Tayyip Erdoğan, İstanbul seçimi için “Neredeyse bütünü usulsüz” diyor, Devlet Bahçeli “İstanbul’daki seçimlere şaibe karışmıştır, derin ve delilli usulsüzlükler hakimdir” diye konuşuyordu.

AKP Genel Başkan Yardımcı Ali İhsan Yavuz, her gün kameralar karşısına geçip dayanaksız iddialarda bulunuyordu. “Hiçbir şey olmaza bile kesinlikle bir şeyler oldu” sözüyle tarihe geçti.

Binali Yıldırım ve AKP’li Mevlüt Uysal ise ‘AKP’ye oy verenlerin soy isimlerinden anlaşılıp oy kullandırılmadığını’ söyleyecek kadar zıvanadan çıktı.

Oylar tekrar tekrar sayılırken insanlar günlerce oy çuvallarının üzerinde yatarak halkın iradesini korumaya çalıştı.

Ekrem İmamoğlu’na kazandığı seçimin mazbatası verilmezken polisler, kameralar eşliğinde kapı kapı gezdirilip sahte seçmen aratılıyordu.

Yetmedi. AKP’nin adayı Binali Yıldırım“Tabii ki çaldılar” kampanyası başlattı. Cep telefonuyla “Tabii ki çaldılar” dedikleri videolar çeken AKP’liler sosyal medya hesaplarından paylaşıyordu.

Haftalarca seçimde şaibe algısını oluşturmak için TV programları yaptılar, gazete manşetlerinde aynı yalanlar vardı.

*3 Nisan 2019 - Akit Gazetesi’nin manşeti: “Hırsızlık belgelendi, CHP panikte”

*3 Nisan 2019 - Star Gazetesi’nin manşeti: “Sandıkta darbeyi kim örgütledi”

*13 Nisan 2019 - Star Gazetesi’nin manşeti: “Milli iradeye CHP sabotajı”

*16 Nisan 2019 - Yeni Şafak Gazetesi’nin manşeti: “Oylar sandıkta iç edildi”

*19 Nisan 2019 - Sabah Gazetesi’nin manşeti: “CHP lehine tezgah kuruldu”

Saymakla bitmez. Hiçbir delil olmadan, haftalarca, aylarca bu manşetler atıldı.

Seçimden yaklaşık bir ay sonra acımasız iftiralardan birine daha başladılar.

Sandık kurulu başkanları ve üyelerini ‘FETÖ’cü olmak’la suçladılar.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu şöyle diyordu:

“Sandık başkanları ile ilgili çok net veriler var. Ortalama 700 civarında birinci ve ikinci dereceden yakını, FETÖ ile iltisaklı olan var. Bylock var.”

Geçmişi Türkçe olimpiyatları ve FETÖ okullarını ziyaretlerle dolu olan AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz ise “FETÖ’den ihraç edilen 12 kişi sandık başında görev almıştır” diye konuştu.

                                  Ali İhsan Yavuz açıklamalarıyla uzun süre konuşulmuştu.

İstanbul Başsavcılığı ise soruşturma haberini Anadolu Ajansı’na servis etti. 5 Mayıs 2019 tarihli haberde “43 şüphelinin FETÖ ile irtibatı tespit edildi. 41’inin Bank Asya’ya para yatırdığı, 2 şüphelinin Bylock kullanıcısı olduğu belirlendi” diyordu.

Şimdi o günlerin gazete manşetleri de arşivde duruyor.

*6 Mayıs 2019 - Akşam Gazetesi’nin manşeti: “Sandık Kurulunda Bylock”

*6 Mayıs 2019 - Türkiye Gazetesi’nin manşeti: “Seçim sandığı teröriste teslim edilmiş: FETÖ çıktı”

*6 Mayıs 2019 - Sabah Gazetesi’nin manşeti: “İstanbul seçiminde FETÖ parmağı”

*14 Mayıs 2019 - Yeni Şafak Gazetesi’nin manşeti: “Sandıkta FETÖ tescillendi”

Yine saymakla bitmez, FETÖ’cü iftiraları haber detaylarıyla süslenip haftalarca gündemde tutuldu ve İstanbul Büyükşehir Belediye seçimleri Yüksek Seçim Kurulu’nun halkın iradesini gasp ettiği bir kararla iptal edildi. Üstelik sadece bir zarftaki oy pusulaları iptal edilirken iktidarın lehine sonuç içeren diğer üç pusula iptal edilmedi. Bu sayede İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ndeki AKP ve MHP üstünlüğü korundu, ilçe belediyeleri AKP’de kaldı.

FETÖ’cülükle suçlanan 43 sandık kurulu başkanı ve üyesi sadece bir sayı değil. Hepsi ailesi, çocukları, iş hayatı, arkadaşları olan insanlar. Sırf iktidarın İstanbul’u kaybetmeme hesabıyla bu insanlar karalandı, hayatları karartıldı.

Aradan 3,5 yıl geçti. Haklarında soruşturma açılan sandık kurulu başkan ve üyelerinden bir kısmı daha önce beraat etmişti. Bu ayın başında İstanbul Anadolu Adliyesi’ndeki 40. Asliye Ceza Mahkemesi’nde 17 sanık, ‘görevi kötüye kullanmak’ ve ‘görevi ihmal’ suçlarından 10’uncu kez hâkim karşısına çıktı. Hepsi beraat etti. Şimdi yargılama masrafları da iradesi gasp edilen halkın vergilerinden ödenecek.

Peki, siyasi hesapları için bu iftiraları atanlar ne olacak?

Canan Kaftancıoğlu bu kararı Twitter hesabından duyurduktan sonra şöyle yazdı: 

“Herkese olmadık iftiralar atarlarken 43 sandık görevlisi hakkında da FETÖ soruşturması başlatmışlardı. O gün bangır bangır konuşan siyasetçiler ve bataklık medyasına gelsin karar… Devamında iftiracıların yargılanacağı günler çok yakında.”

Elbette yüzleri bile kızarmıyor, kızarmayacak. Ama bir gün bu kumpasları organize edenler ve bu karanlık organizasyona hizmet edenler bağımsız yargının karşısına çıkarılacak.

Yeter ki unutmayalım…

Timur Soykan / BİRGÜN


KISA KISA GÜNDEM (10 EKİM 2022)

 


1) Soylu Diyarbakır'da Kuran Kursu açılışına katıldı(SOL)

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Diyarbakır'da 'Hamo Ağa'nın oğlunun yaptırdığı Kur'an kursu açılışı ve hafızlık icazet programına katıldı.(https://haber.sol.org.tr/haber/soylu-diyarbakirda-kuran-kursu-acilisina-katildi-351160)

2) Aşiret düğününe katılan Soylu: Ne kadar güçlü insan tanıyorsam hepsi bu salonda (SOL)

Aşiret düğününe katılan Süleyman Soylu, 'Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da böyle ne kadar güçlü insan tanıyorsam Allah'a şükürler olsun ki; hepsi bugün bu salonda' dedi.(https://haber.sol.org.tr/haber/asiret-dugunune-katilan-soylu-ne-kadar-guclu-insan-taniyorsam-hepsi-bu-salonda-351144)

3) Kedi satan kız TOKi’ye atandı (SOL)

AKP Kütahya eski Milletvekili Hüsnü Ordu’nun Kütahya Belediyesi’ne Özel Kalem Müdürü yapılan ancak işe gitmeyip internette kedi satışı yapan kızı Sümeyra Ordu Tuncer, TOKİ’de uzman oldu.(https://haber.sol.org.tr/haber/kedi-satan-kiz-tokiye-atandi-351188)

4) AKP’li belediye 4,9 milyonluk coffee break ikram edecek! (SOL)

1 milyar TL’nin üzerinde borcu olan AKP’li Balıkesir Büyükşehir Belediyesi, ‘Coffee break’ hizmeti için milyonlarca lirayı gözden çıkardı.(https://haber.sol.org.tr/haber/akpli-belediye-49-milyonluk-coffee-break-ikram-edecek-351185)

5) Nebati: Benimle uğraşmanızın handikapları var, alaylı ve mektepliyim(SOL)

Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, 'Benimle uğraşırsanız şöyle bir handikapınız var: Alaylı ve mektepliyim. Ben Doçent Doktor Nureddin Nebati'yim' dedi.(https://haber.sol.org.tr/haber/nebati-benimle-ugrasmanizin-handikaplari-var-alayli-ve-mektepliyim-351139)

6) Erdoğan: Yolsuzlukların, yoksulluğun olmadığı Türkiye'yi biz hallederiz (SOL)

TÜGVA'nın etkinliği için toplanan kalabalığa seslenen Erdoğan asgari ücreti 'en uygun rakama çıkarma'yı istediklerini belirterek 'yoksulluğun olmadığı bir Türkiye'yi biz hallederiz' dedi.(https://haber.sol.org.tr/haber/erdogan-yolsuzluklarin-yoksullugun-olmadigi-turkiyeyi-biz-hallederiz-351156)

7) Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyareti: 'İkinci Yüzyıl Vizyon yolculuğunun ilk durağı olacak'(SOL)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Boston ve Washington’a 9-13 Ekim tarihlerinde yapacağı ziyaretin CHP’nin İkinci Yüzyıl Vizyonu çerçevesinde yapılacağı belirtildi.(https://haber.sol.org.tr/haber/kilicdaroglunun-abd-ziyareti-ikinci-yuzyil-vizyon-yolculugunun-ilk-duragi-olacak-351131)

Kılıçdaroğlu ABD yolunda konuştu: İngiltere ve Almanya'ya da gideceğiz(SOL)

ABD'ye giderken uçakta gazetecilere konuşan Kılıçdaroğlu İngiltere ve Almanya'ya da gideceğini söyledi, Erdoğan'ın 'Çok iyi bir pas attı, biz de onu gole çevirdik' sözlerine tepki gösterdi. (https://haber.sol.org.tr/haber/kilicdaroglu-abd-yolunda-konustu-ingiltere-ve-almanyaya-da-gidecegiz-351184)

8) Kadıköy’de bir binada patlama: 3 ölü (BİRGÜN)

Kadıköy'ün Fikirtepe Mahallesi'nde bir binada patlama meydana geldi. Çıkan yangın 2 eve daha sıçradı. Vali Yerlikaya 3 kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Vali patlamanın doğalgaz kaynaklı olduğunu söylerken, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu "Patlama doğalgaz kaynaklı değil" dedi. İGDAŞ ise patlamanın gerçekleştiği binanın doğalgaz bağlantısı bulunmadığını duyurdu.(https://www.birgun.net/haber/kadikoy-de-bir-binada-patlama-3-olu-405619)

9) Başarır'dan Soylu'nun 'uyuşturucu' açıklamasına tepki: Yüzüne tükürün (BİRGÜN)

CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, "Uyuşturucu satıcısını bulduğunuz an ayaklarını kırın" ifadelerini kullanan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya, "Uyuşturucu baronlarıyla resim verenlerin yüzüne tükürün!" diyerek tepki gösterdi.(https://www.birgun.net/haber/basarir-dan-soylu-nun-uyusturucu-aciklamasina-tepki-yuzune-tukurun-405565)

10)3 baro yeni başkanlarını seçti (BİRGÜN)

Ankara, Diyarbakır ve Van barolarında seçim gerçekleşti. Ankara Barosu’nun yeni başkanı Mustafa Köroğlu olurken, Van Barosu Başkanlığı’na Sinan Özaraz seçildi. Diyarbakır Barosu Başkanı ise 2’nci kez Nahit Eren.(https://www.birgun.net/haber/3-baro-yeni-baskanlarini-secti-405651)

(derleyen:mstf krc)



Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -5 Haziran 2025-

  KRT’de neler oluyor; görünen ve görünmeyenler…-Candan Yıldız- CHP’ye yakınlığı ile bilinen kanalın yayın çizgisi zaman içerisinde değişti,...