Hafıza Odası'ndan Kültür Yolu'na: Diyarbakır'ı sermayeye marine etmek - ERDEM TÜFEKÇİ / SOL-Özel

 


'Servislerde, işliklerde biriken öfkeyi, gücü, git gide örgütlülüğü henüz göremiyorlar. Buradayız. Sınıf mücadelesi, kanın hesabının farklı araçlarla sorulmasıdır. Midelerine oturacağız. Öğrenecekler'


Marine etmek, sözlükteki karşılığıyla şu anlama geliyor: Tavuk, et gibi ürünleri yumuşatmak için pişirmeden önce belirli bir süre baharatlı sirke, zeytinyağı vb. içerisinde bekletmek. Gastronomi meraklıları daha iyi bilir. Bazı et türlerini marine etmeden yemek neredeyse mümkün değildir. Ama önce kan dökülmeli.

Burjuvaziyi seçkin yemek zevkleriyle tanıyanlar için sevimsiz gelebilir. Kusura bakmasınlar. Söz konusu sermaye olduğunda, yemek kültüründen değil, meşhur benzetmeyle, kan emicilikten konuşmak zorundayız. Sermayeye dönüşmüş olan ölü emek, canlı emeğin kanını emerek büyüyor. Bunun yalnızca teşbihten ibaret kalmadığını biliyoruz. Türkiye'de, sermaye birikim modelleri gerçekten kan dökerek yaşam bulur. Emek gücü sömürüsünün farklı araçlarla sürdürülmesidir. 

24 Ocak kararları ile 12 Eylül arasındaki ilişkiyi hatırlatmakla yetinelim. Sermaye büyümeliydi. Hırslı ve kıvrak Türkiye burjuvazisi, işçi sınıfıyla pata kalmıştı. Ortanın soluyla oyalanan masa, postal yardımıyla devriliverdi. Kan aktı. Sermaye birikmeye, büyümeye devam etti. Malumunuz. 

Sermaye büyüdükçe iştahı da büyüyor. 2022 sonbaharında, hayat pahalılığı eşliğinde seçime giderken yaşayarak görüyoruz. Görüntünün özüne biraz daha dikkatli bakmak gerekiyor. Adile Kaya'nın çarpıcı yazısı bu açıdan önemli.1 

"Yaşananın bir kalkınma hamlesi bağlamında “sanayileşme” olarak nitelenmesi güç. Ancak orta vadeli potansiyel dikkate alındığında Türkiye kapitalizmi açısından mevcut sanayi üretim yapısını bir adım ileri taşımaya, özellikle orta-yüksek teknolojili sektörlerin (otomotiv, elektrikli teçhizat, makine vb) payını artırmaya odaklanıldığı söylenebilir. Ki son beş yılın gelişimine baktığımızda sadece tekstil-giyim başta olmak üzere düşük teknolojili sektörlerin değil orta-yüksek teknolojili sektörlerin büyüdüğü de görülüyor. Bir sektörel ayrışmadan ziyade yine herkesi birden yüzdürme çabasının baskın olmaya devam edeceği söylenebilir. Geniş göçmen nüfusu da dahil olmak üzere Türkiye’nin nüfusu, emekgücü kompozisyonu, pazar olanakları bütün sektörlerde gaza basmayı denemeye olanak tanıyor. Ülke kaynaklarının, doğanın, çevrenin sonsuz talanı, emekgücü sömürüsünün alabildiğine derinleştirilmesi bu hamlenin yakıtları tabii ki."

Bir sermaye birikim modeli yürürlüğe giriyor. Diyarbakır hariç değil. 

Cinayet Mahaline Dönüş: Topraktan Podyuma

Geçen yıl 14 Ekim'de bir buluşma gerçekleşiyordu: Diyarbakır Tekstil ve Yatırım Zirvesi, Topraktan Podyuma. Diyarbakır Valiliği, Karacadağ Kalkınma Ajansı, GÜNTİAD ve Tekstil İhtisas OSB işbirliğinde düzenlenen zirvede sermayenin temsilcileri bir araya geliyordu. Hazırlık sürecinin önemli ismi, yazının devamında adını duyacağımız DTSO Başkanı Mehmet Kaya'ydı.2

Konuşan, zamanın valisi Münir Karaloğlu'ydu. "Sanayicimizin her daim emrinde olacağız." Bu zaten biliniyor ancak devamı var. Hazır Giyim için özel olarak planlanan Organize Sanayi Bölgesi'nde yer kalmadığını, Birinci OSB'nin beşinci genişleme bölgesinin dosyasının hazırlandığını, yeni bir OSB hazırlığında olduklarını söyleyerek devam ediyordu: 

"Değerli arkadaşlar artık büyük markalar gelip, sizin gayri insani atölyelerde diktiğiniz elbiseyi götürüp müşterisine giydirmek istemiyor. Sizin çalıştırdığınız insanlara ne kadar insani koşullar sağlandığınıza da bakıyor." 

"Zaman zaman merdiven altı üretimler kulağımıza geliyor, üzülüyoruz. Diyarbakır'daki, bölgedeki sanayicimiz, devletin sağlamış olduğu asgari ücreti bile çalışanına vermekten imtina ederse, kendi ayağımıza sıkarız" 

"Bir şehirde çalışan işçinin hakları konusunda bir eksiklik varsa kendimi sorumlu görüyorum. Bunu gidermek de benim görevimdir. Onun için istirham ediyoruz. Bu böyle sadece devletin denetlemesiyle falan filan da olmaz. Herkesin vicdanı var." 

Devletin valisi ve kayyumu, denetlemeyi herkesin vicdanına bırakıyor ve emrinde olduğu sanayicilerden istirham ediyordu. Kentin son 40 yılının heba edildiğini ama 5 yıldır yaşanan huzur ve güven ortamıyla Diyarbakır'ın gündeminin yatırım, istihdam, ihracat ve mutluluk olduğunu da ekliyordu3 Belki de bu kadar açık sözlü olduğu için görevden alınmıştır. Neyse... Proje devam ettikten sonra, Karaloğlu'nun ne önemi var?

Karaloğlu'nun ardından GÜNTİAD Başkanı Mehmet Dalkıran podyumda görünüyordu. Diyarbakır'ı tekstil sektöründe Türkiye'nin merkez kentlerinden biri haline getirmek için yoğun çaba gösterdiklerini ve lobi faaliyetleri yaptıklarını ifade ediyor ve devam ediyordu: "Son zamanlarda Diyarbakır'da yapılan bazı yatırımlar sektörümüz için büyük bir önem taşımaktadırlar. Silvan Projesi ile ilimizde üretilen pamuk miktarında çok ciddi bir artış yaşanması beklenmektedir. 1. OSB'de yapımı tamamlanan arıtma tesisi sayesinde artık tekstilin bütün süreçleri Diyarbakır'da tamamlanabilecektir. Topraktan Podyuma üreten bir Diyarbakır olacağız. Kentimizi tekstil ve modanın merkezi haline getirmeyi hedefliyoruz" 

Tüm bu konuşulanların bir temenniden ibaret olmadığı aradan geçen kısa zamanda görüldü.4 Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Doğu Avrupa ülkeleri ihracat listesindeydi. Üstüne Ukrayna ve Rusya aynı anda eklendi. Sonuçta savaşmak için de kıyafetlere ihtiyaç var. 

Ancak günümüze gelmeden önce, zirveden hemen iki gün sonrasına, 16 Ekim'e gidelim.

Hafıza Odası'nda Unutmaya Başlamak

Ahmet Güneştekin'in Hafıza Odası sergisi çokça tartışılmıştı. Bir yanda övgüler, diğer yanda tepkiler gelmeye devam ederken, Özkan Öztaş sergide olmayanı işaret ediyordu:

“Esas soruna gelecek olursak... Sergide her şey var ancak kötünün, kötülüğün, zulmün ve acıların öznesi-faili yok.” 5

Aydemir Güler serginin işleviyle birlikte, organizasyonda da özel yeri olan birini, hatırlayacağınız bir ismi işaret ediyordu:

"Elimizdeki örnekte bir kapitalist öne çıkıyor. Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası başkanlığını Kürt burjuvazisinin resmi temsilci kurumu saymakta bir sakınca olmayacaktır. Mehmet Kaya’nın öncelikleri de bunu teyit etmektedir. Geçen yıl kendisiyle yapılmış bir söyleşide Başkan 2013-2015 arası çözüm sürecinde bölgenin ulaştığı ihracat hacminin beş yılda yarıya inmesinden mustarip olduğunu açığa vurmuştu. Bu nokta gerçekten kapitalist çözümün motor gücüdür…

Gazeteci İrfan Aktan’la o sıralardaki beklentisini paylaşmış; yeni bir “sürecin” AKP tarafından başlatılacağını düşünüyormuş. Sermaye için siyasi aktörün kim olacağı talidir. Sergi açılışındaki ağırlığa bakılırsa beklenti ibresi AKP sonrası yükselmesi beklenen, adı konmamış ittifaka kaymış görünüyor. Bu, bir biçimde “Doğuya genişletilmiş Millet İttifakı” modelidir."6

Serginin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın isteğiyle erken sonlandırılması da taliydi. Diyarbakır'ı sermaye için marine etmeye bir yerden başlamalı, ilk unutturulan fail olmalıydı. Sonra renkli tabutlarla bir tutam acı, yeter miktarda halay. İstenildiği kadar tartışılsın. Genişletilmiş Millet İttifakı Altılı Masa olur, belki biraz daha genişler, belki daralır. Kazanır, kazanmaz. Yeter ki, emek gücü sömürüsü ve kan kokusunun aynı yerden geldiği anlaşılmasın. 

İttifakların Doğu Sorunu ya da Sur Kültür Yolu

Ekim aylarının Diyarbakır'da hareketli geçmesi tesadüf değil. Kavurucu yaz sıcakları kırılıyor ve insanlar artık sokaklarda zaman geçirebiliyor. Tesadüf olmayan başka şeyler de var.

Hafıza Odası'nın erken sonlandırılmasında başrol oyuncusu olan bakan Mehmet Nuri Ersoy'u, 8 Ekim'de yine başrolde görüyoruz. Bu kez, Sur Kültür Yolu Festivali'nin açılışında.7 Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın projelerinden olan Kültür Yolu Festivalleri bu yıl beş şehirde yapılıyormuş. Çanakkale, Konya, İstanbul ve Ankara. Diyarbakır, beşinci ve sonuncusu. Diyarbakır'ın bu listeye nasıl girebildiği bir yana, festivalde kapsamlı etkinlikler ve bolca ünlü de var. Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ, Coşkun Aral'ı saymış olalım. AKP imzası ise her açıdan hissediliyor. Belki de bu yüzden, Hafıza Odası'na gösterilen çekimser tepkiler, Kültür Yolu söz konusu olduğunda biraz daha kararlı.8 Festivalin amacı kültürel asimilasyon olarak görülüyor, katılarak meşrulaştırılmaması için çağrıda bulunuluyor. Ancak meselenin özü yine gözden kaçıyor.

Hatırlatalım. Masa 2015'te devrildi. Kan aktı. Ancak beton kokusunun kan kokusuna karıştığı yer sadece Sur olmadı. Kayapınar'da topraktan biter gibi apartmanlar yükseldi, Organize Sanayi Bölgesi'nde yeni tekstil fabrikaları dikildi. 

Şanlıurfa ile birlikte Diyarbakır'ı pamuk üretiminde ilk sıraya yazacak Silvan Barajı, tekstilin bütün süreçlerini bünyesinde hayata geçirebilen entegre tesisler, ihracat zincirleri, Organize Sanayi Bölgesi'nde katlanan işçi sayısı, ucuz emek gücü, devlet teşvikleri... Hangi siyasi aktörün öne çıkacağı son kertede talidir. Bir sermaye birikim modelini yürürlüğe sokacak kadar kan dökülmüştür.

Gerisi, Diyarbakır'ı sermaye için marine etme yarışıdır. Onun soytarısı gelecek, bunun soytarısı gidecek, beriki "Kültür bizim işimiz" diye hayıflanacak. Bu arada ittifak borsasında ibreler oynamaya devam edecek. İttifakların doğuyla sorunu, doğunun ittifaklarla sorunu ve doğunun kendisiyle sorunu kasılıp gevşeyecek, gevşeyip kasılacak ve her düzlemde pazarlık yapılacak. Dikkat, çözüm değil, pazarlık. Ucuz emek gücü için Kürt sorununun çözülmeyeni makbul. Aslolan sermayenin kan emebilmesidir. Bunun için yeni kombinasyonlar denenebilir, gerekirse düğümün sıkıştığı yerde biraz daha kan dökülebilir. 

Ya Da Kapitalistlerin Midesine Oturmak

Bunca kanı emmeye niyetlenmiş kapitalistler, işçilerin örgütsüzlüğüne fazla güveniyor. Lüks otomobilleriyle fabrikalarına geliyor, kibirli bakışlarla tezgahları süzüyorlar. 

Servislerde, işliklerde biriken öfkeyi, gücü, git gide örgütlülüğü henüz göremiyorlar.

Buradayız.

Sınıf mücadelesi, kanın hesabının farklı araçlarla sorulmasıdır.

Midelerine oturacağız. Öğrenecekler.

ERDEM TÜFEKÇİ / SOL-Özel

BELLEK (12 EKİM )

 


     OLAYLAR:

  • 1654 - Hollanda'nın Delft kentinde bir barut deposu infilak etti; 100'den fazla kişi öldü, 1000'in üzerinde kişi yaralandı.
  • 1692 - Salem Cadı MahkemeleriMassachusetts Valisi William Phips'in emriyle sona erdi
  • 1847 - Alman sanayici Werner von Siemens, Siemens AG şirketini kurdu.
  • 1872- Sirkeci hamalları greve çıktı.
  • 1882- Tatavla kunduracıları greve çıktı.
  • 1917 - I. Dünya Savaşı: Belçika'nın Ypres şehri yakınında I. Passchendaele Muharebesi'nde hardal gazı ilk kez kullanıldı ve bir günde yaklaşık 20000 asker öldü.
  • 1925 - Mustafa Kemalİzmir'de manevraları izledikten sonra ordunun Türk  topraklarını savunmaya hazır olduğunu söyledi.
  • 1928 - Suni solunum cihazı, ilk kez Boston'daki bir çocuk hastanesinde kullanıldı.
  • 1937 - Seyit Rıza'nın yargılanmasına başlandı.
  • 1945- Ankara Radyosu alaturka saz ve ses sanatçıları toplu olarak istifa ettiler.
  • 1953 - Pancar Kooperatifleri Bankası (Şekerbank), Eskişehir'de kuruldu.
  • 1958 - Başbakan Adnan Menderes yurttaşlardan "Vatan Cephesi" kurmalarını istedi.
  • 1968 - 19. Yaz Olimpiyat OyunlarıMeksiko'da başladı.
  • 1969 - Genel seçimler yapıldı. Adalet Partisi 256 milletvekiliyle iktidarını korudu. CHP 143, Güven Partisi 15, Millet Partisi 6, MHP 1, Türkiye Birlik Partisi 8, Yeni Türkiye Partisi 6, Türkiye İşçi Partisi 2 Milletvekili çıkardı.
  • 1970 - MİGROS grevi bütün şubelere yayıldı; Yeni Büro-İş üyesi 524 işçinin çalıştığı tüm işyerlerinde çalışma durdu.
  • 1972- Sümerbank’ın 5 ildeki 13 mağazasında grev başladı.
  • 1975 - 54 Senatör ve 6 Milletvekilliği için yapılan ara seçimlerde; Adalet Partisi 27 Senatör, 5 Milletvekili, Cumhuriyet Halk Partisi 25 Senatör, 1 Milletvekili, Millî Selamet Partisi 2 Senatör çıkardı
  • 1975 - Bursa'daki TOFAŞ Otomobil Fabrikası'nda 100.000 Murat 124 otomobil üretildiği açıklandı.
  • 1979 - Adalet Partisi Genel Başkanı Demirel: “Şimdiye kadar faşist devlet kuracağız diyen bir plan çıktı mı? Nerede bu faşizm, anlamıyorum. Kendi kendimizi hayalet taşlar duruma getirmeyelim.”
  • 1980 - 11. Genel nüfus sayımı yapıldı. Sokağa çıkma yasağı sırasında güvenlik güçleri operasyonlar yaptı, çok sayıda kişi gözaltına alındı. Türkiye'nin nüfusu: 44.736.957 olarak belirlendi
  • 1983- Japonya’nın eski başbakanlarından Tanaka Kakuei, Lockheed şirketinden 2 milyon dolar rüşvet almak suçundan 4 yıl hapse mahkum oldu.
  • 1984- IRA, Margaret Thatcher’in kaldığı otele bomba attı. Margaret Thatcher kurtuldu, fakat 5 kişi öldü.
  • 1985- Dostlar Tiyatrosu’nda sergilenen “Asiye Nasıl Kurtulur” adlı oyununun Moda sinemasında gösterimi Kadıköy Kaymakamlığı tarafından bazı oyuncuları “fişlenmiş” olması nedeniyle yasaklandı. Valiliğin girişimiyle, yasak kararı kaldırılmasına karşın, gösterim sırasında polis “yazılı izin” olmadığı gerekçesiyle salonu boşalttırdı. Kadıköy Emniyet’inden gelen yazı üzerine gösterim gerçekleştirilebildi.
  • 1986- Çırağan Sarayı’nın onarımına ve bahçesinde yapılacak 5 yıldızlı otelin inşaatına başlandı.
  • 1988- İstanbul ve Ankara’da haftalarca gösterilen B.Bertolucci’nin “1900” adlı filmi İzmir Valiliği tarafından yasaklandıktan sonra filmi oynatan Çınar Sineması’na 2 ay süreyle kapatma cezası verildi. Filmin Danıştay’ca yasaklanan bölümlerinin de gösterildiği gerekçesiyle daha önce Sinema sahibi 2 bin TL para cezasına çarptırılmıştı.
  • 1992- Silvan ve Batman’da bugün öldürülen 4 kişiyle birlikte son 300 gün içinde 299 kişi “faili meçhul” cinayetlere kurban gitti.
  • 1992 - Çin Komünist Partisi’nin 14.Kongresi’nde Genel Sekreter J.Zemin “Pazar Ekonomisi’ne geçileceği”ni resmen ilan etti.
  • 1999 - Pervez MüşerrefPakistan'da kansız bir darbe ile yönetime geldi.
  • 2002 - Endonezya'nın turistik adası Bali'de kalabalık bir gece kulübüne düzenlenen bombalı saldırıda, çoğunluğu yabancı 202 kişi öldü, 300'den fazla kişi yaralandı.
  • 2003- İstanbul 4.Sulh Ceza Mahkemesi, Adalet Bakanlığı’nın yazılı başvurusu üzerine, ‘ozgurpolitika.org’ ile ‘ekmekveadalet.com’ sitelerinin kapatılmasına ve Türkiye’ye giriş-çıkışlarına filtre konulmasına karar verdi.
  • 2004 - Anadolu Federe İslam Devleti isimli yasa dışı örgütün lideri Metin Kaplan, gözaltına alındığı Almanya'dan özel uçakla Türkiye'ye getirildi. 13 Ekim'de tutuklanan Kaplan, Bayrampaşa Cezaevi'ne konuldu.
  • 2006 - Fransa'da Sosyalist Parti'nin sunduğu ve "Ermeni Soykırımının İnkârının Suç Sayılması"nı öngören yasa teklifi, Fransa Parlamentosu'nda 19'a karşı 106 oyla kabul edildi.Tasarının yasalaşabilmesi için senato ve cumhurbaşkanının onayı gerekiyor. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, tasarının yasalaşması halinde Fransa’ya gidip ifade özgürlüğü adına yasayı ihlal edeceğini söyledi.
  • 2009- İzmir Valiliği, Tiyatro Avesta’nın sahnelediği Musa Anter’in hayatını anlatan “Araf” adlı Kürtçe oyunu gerekçe göstermeden yasakladı. 
  • 2011 - İstanbul Üniversitesi’nin akademik açılışı için Fen Fakültesi’ne gelen Başbakan Erdoğan’ı protesto etmek isteyen 37 öğrenci gözaltına alındı.
  • 2015- 10 Ekim Katliamı’nın kurbanları Türkiye’nin dört bir yanında hükümet karşıtı sloganlarla toprağa verildi. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla Türkiye genelinde “Yastayız, isyandayız” sloganıyla 2 günlük greve başlandı. Başbakan Ahmet Davutoğlu NTV’de:”İlk andan itibaren DEAŞ’ı birinci öncelik olarak aldık. Hukukla davranmak durumundayız. Türkiye’de intihar eylemi yapabilecek kişilerin listesi dahi var. Öyle bir eylemi gerçekleştirebilme anına kadar sebepsiz yere alıp tutamazsınız.”


  • DOĞANLAR

       ÖLÜMLER:

(DERLEYEN:mstfkrc)






Sinpaş’ın ruhsatı niye iptal edilmedi - Bahadır Özgür / BİRGÜN

 Benzerlerine fazlasıyla tanık olduğumuz dolambaçlı yollarla, hukuku eğip bükerek, kamuoyunun anlamayacağı, dikkatinden kaçırabileceği yöntemlerle Sinpaş projesi bir şekilde tamamlattırılmak isteniyor.


Sinpaş GYO’nun, Marmaris’te inşa ettiği Kızılbük projesi her yönüyle ibretlik bir vaka. Borsadaki tartışmalı halka arzla başlayıp doğal bir koruma alanının tahribatına uzanan süreç, çevre ve kent başta olmak üzere, anayasal olanlar da dahil, pek çok hakkın katledildiği bir seri cinayet gibi. Dolayısıyla o çirkin otele baktıkça sadece çevresel bir yıkımı değil, aynı zamanda toplumsal bir yıkımı da görüyoruz. Ama buna rağmen tüm yetkili kurumlar Sinpaş’ın başlattığı tahribatı tamamlaması için ellerinden geleni yapıyorlar. Üstelik mahkemenin tahribatı hukuken tespit etmesine rağmen.

Bu çabanın son örneği, inşaatın yapı ruhsatları konusunda yaşanıyor. Belediye de mahkeme de yasayı kendine göre yorumlayıp kamu çıkarını aleni bir şekilde özel çıkara kurban ediyor. Nasıl mı?

Muğla Çevre Platformu (MUÇEP), çevre gönüllüleri ve Marmaris Kent Konseyi üyeleri uzun süredir Sinpaş’a karşı hukuksal mücadele yürütüyor. Temel dayanakları, koruma altındaki milli Park alanının tahrip edildiği ve projenin niteliği itibarıyla Muğla Valiliği’nin verdiği “ÇED gerekli değildir” kararının doğru olmadığıydı. Nitekim mahkemenin atadığı bilirkişi heyeti, davacıların iddialarının büyük bölümünün doğru olduğunu tespit etti. Ağustos ayında da Muğla İdare Mahkemesi, valiliğin verdiği ÇED kararını iptal etti.

Peki, sonrasında ne olması gerekiyordu, gerçekte ne oldu?

Mahkeme kararı ile beraber iptal edilen “ÇED gerekli değildir” kararına bağlı işlemlerin tamamının derhal durdurulup iptal edilmesi bekleniyordu. Sinpaş da yeni ÇED başvurusu yaptığını Borsa İstanbul’a bildirdi. Marmaris Belediyesi ise inşaat alanına giderek bir zabıt tutup, mahkeme kararı gereği inşaat faaliyetlerini durdurduğunu açıkladı. Kamuoyunda da tepki çeken projeye dair buraya kadar yargı kararının gereği yerine getirildi. Lakin benzerlerine fazlasıyla tanık olduğumuz dolambaçlı yollarla, hukuku eğip bükerek, kamuoyunun anlamayacağı, dikkatinden kaçırabileceği yöntemlerle Sinpaş projesi de bir şekilde tamamlattırılmak isteniyor.

MAHKEME DE BELEDİYE DE ISLIK ÇALIYOR

MUÇEP avukatları, ÇED kararının iptali sonrasında 15 Ağustos’ta Muğla 3. İdare Mahkemesi’ne “belediyenin verdiği yapı ruhsatlarının iptal edilmesi” talebiyle başvurdu. Mahkemenin başvuruya dair verdiği ara karara bakalım önce:

“ÇED gerekli değildir kararı iptal edildiğinden, ÇED gerekli değildir kararına dayanak yapılarak verilen ruhsatların iptal edilip edilmediğinin, inşaat faaliyetlerinin durdurulup durdurulmadığının bildirilmesine…”

Mahkeme, belediyeye “Yaptığın işlemleri, kararını bana bildir” diyor. Devamında yürütmeyi durdurma konusunda karar verebilmek için sunduğu, garip cümlelerden oluşan şu gerekçeyi ise hukukçuların yorumuna bırakalım:

“Olayın niteliğine ve davanın durumuna göre yürütmenin durdurulması isteminin, ara kararı gereği yerine getirildikten ya da ara kararına cevap verme süresinin geçmesinden sonra incelenmesine, ara karar gereğinin süresi içinde yerine getirilmesinin mecburi olduğunun ve süresi içinde yerine getirilmediği taktirde bu durumun ilgililerinin idari, cezai ve hukuki sorumluluğunun doğurabileceği hususunun davalı idareye duyurulmasına…”

Yani mahkeme, yapı ruhsatlarının yürütmesi konusunda karar vermek için topu belediyeye atıyor. Belediye ne yapıyor?

26 Eylül günü sunduğu dilekçe ile “ÇED gerekli değildir” kararının iptal edilmesi üzerine inşaat faaliyetinin durdurulduğu ama yapı ruhsatlarının iptal edilmediğini bildiriyor. Belediyenin dilekçesinde “Neden ruhsatlar iptal edilmedi?” sorusunun yanıtı yer almıyor. Bu sorunun yanıtını, Marmaris Belediye Meclisi’ne sunulan bir soru önergesine verilen yanıtta buluyoruz. O yanıt da şöyle:

“Yapı ruhsatı inşaat faaliyetine başlanacak herhangi bir yapıya düzenlenecek izin belgesi iken, ÇED ise yapılacak inşaat faaliyetinin çevre üzerindeki etkisinin belirlenip izlenmesi ve kontrol edilmesidir. Yapı ruhsatı aşamasında, belirlenen projelerde ÇED raporunun aranması yasal bir zorunluluk olmakla birlikte, ÇED raporunun başkanlığımıza sunulmasından sonra düzenlenen yapı ruhsatlarının, ÇED raporunun mahkeme kararı ile iptal edilmesinin akabinde hükümsüz duruma geleceğine ilişkin herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır.”

Hem mahkemenin ara kararını hem de belediyenin gerekçesini neresinden tutsanız elinizde kalıyor aslında. Belediyeye bu açıklaması üzerinden bazı sorular soralım:

ÇED kararı gereken inşaat faaliyetlerinde yapı ruhsatının verilip verilmemesinin de bu karara bağlı olduğunu belediye de söylüyor. Öyleyse ÇED kararı yargı eliyle ortadan kaldırılmışken, hukuken geçersiz bir ÇED’e dayanılarak düzenlenmiş idari işlemler de geçersiz olmaz mı?

Sinpaş, mahkeme kararına uyup yeni bir ÇED tanıtım dosyası hazırlayarak başvuru yaptığını açıkladı. Bu durumda çevreye verebileceği zararlar tespit edilmeden, buna dair düzenlemeler, tedbirler alınmadan başlanmış bir inşaat için verilmiş ruhsatlar ile ÇED istenilen yeni durumdaki ruhsatlar aynı olur mu?

Belediye, açıklamasında “ÇED raporunun başkanlığımıza sunulmasından sonra düzenlenen yapı ruhsatları…” diye bir cümle kullanmış. Oysa 29 Temmuz 2022 günü Resmi Gazete’de yayımlanan ÇED Yönetmeliği’nin Genel Hükümler bölümünün 6. maddesinin 3. fıkrasında şöyle deniliyor:

“Bu Yönetmeliğe tabi projeler için ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu’ kararı veya ‘Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir’ kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili teşvik, onay, izin, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez, proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez. Ancak bu durum söz konusu teşvik, onay, izin ve ruhsat süreçlerine başvurulmasına engel teşkil etmez.”

Yani belediyenin dediği gibi ÇED ile alakalı karar verilmeden yapı ruhsatı izinleri resmen verilemiyor. Fakat gayet anlaşılır şekilde yazıldığı gibi ruhsat başvurusu ve süreci ÇED kararı çıkmadan da başlayabiliyor. Belediye bu açık hükmü nasıl olur da “başkanlığımıza ÇED dosyası geldiği anda ruhsat izni verilir” şeklinde yorumluyor?

Belediye “ÇED kararı iptal edilirse, ruhsatın da iptal edileceğine dair herhangi bir hüküm yok” diyor. Bu durumda iptal edilmesinin karşısında da bir hüküm yok demek değil mi? Belediye niye kamu yararı yerine şirketin yararına gözeten bir idari tasarrufta bulunuyor? Üstelik mahkeme bile belediyeye “ruhsatı iptal ettiysen bana bildir” diyor ki, ona göre belki de kararını değiştirecek.

Her şey bir yana, sadece son sorudaki durum bile tepeden aşağıya kamu kurumlarının, görevlilerinin kamusal çıkar/özel çıkar arasında nasıl tercih yaptıklarını özetliyor. Sinpaş meselesinde de şimdiye kadar, “Bizim değil bakanlığın kararı… yargı böyle uygun gördü… izinler bizden önce verilmiş” türü bahanelere sığınan belediyenin eline hukuki bir fırsat geçmişti; o da tuttu, bunu Sinpaş lehine kullandı. İşin özeti budur.

Bahadır Özgür / BİRGÜN


Yalanı yayan sizlersiniz! - BİRGÜN

 

    Fotoğraf: Depo Photos

Hapis cezasının da öngörüldüğü sansür yasasının görüşmeleri TBMM’de bu gün devam edecek. Ancak sadece son iki günde İstanbul Valisi’nden havuz medyasına kadar birçok yandaş isim yalan ve yanlış bilgiyi yaydı. Yalan haber dalgasını değerlendiren Siyasal İletişim Danışmanı Özçelebi, “Daha büyük çarpıtmalar yaşayabiliriz” derken Prof. Dr. Kalaycıoğlu da “Sultanizm rejimlerinde iktidar yasalarla sınırlandırılması, denetlenmesi yoktur” ifadelerini kullandı.

"Sansür yasası" teklifinin TBMM'deki görüşmelerine bugün devam edilecek. "Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçuna bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilmesi öngörülen" madde de bugün görüşülecek.

Söz konusu maddeyle Türk Ceza Kanunu'na (TCK) "Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" suçu eklenecek. Maddeye göre "Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse", 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak. Ayrıca "suç, failin gerçek kimliğini gizlemesi suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenirse" verilen ceza yarı oranında artırılacak.

Meclis’te “sansür yasası”nın bu tartışmalı maddesi görüşülürken iktidar kanadında yaşananlar ve yandaş medya aracılığıyla peş peşe servis edilen “yalan haberler” ise tartışmanın boyutunun artıyor. Bunun son örneklerinden biri de yandaş medyanın servis ettiği “İBB’nin aracın uyuşturucu ele geçirildi” yalanı oldu. Önceki akşam da İstanbul Valisi Ali Yerlikaya doğalgaz kaynaklı olmayan bir patlamanın doğalgaz kaynaklı olduğunu duyurdu.

UYUŞTURUCU YÜKLÜ ARAÇ YANDAŞLARIN ÇIKTI

Adana’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) şehirlerarası hizmet veren cenaze nakil aracında yüklü miktarda esrar bulundu. İktidarın kontrolündeki medya organları gelişmeyi “İBB aracında yüklü miktarda uyuşturucu ele geçirildi” şeklinde servis etti. AKP milletvekilleri ile çok sayıda AKP yöneticisi de bu haberleri paylaştı. Ancak İBB konuyla ilgili açıklama yaptı ve aracın, belediyenin AKP yönetiminde olduğu dönemde ihaleyi kazanan Albayrak ailesinin damadı Adem Altunsoy'un Platform Turizm Taşımacılık Şirketi'ne ait olduğu ortaya çıktı.

Gerçeğin ortaya çıkmasının ardından Albayrak ailesinin medya kuruluşu Yeni Şafak, Twitter’dan “Adana’da, İBB’ye ait şehirlerarası cenaze nakil aracında, yüklü miktarda uyuşturucu ele geçirildi” ifadeleriyle yaptığı paylaşımı sildi. Gazete bir süre sonra paylaşımı bu kez aracın kime ait olduğu bilgisine yer vermeden bir kez daha paylaştı.

YENİ BİR ALGI OPERASYONU

İBB Başkanı İmamoğlu sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Yeni bir algı operasyonu, yeni bir itibar katli kampanyasıyla daha karşı karşıyayız. Bu kampanyalar ne İBB’yi kirletebilir, ne de bizi yıldırır. Bir taşeron şirketin uhdesinde çalışan 2 şöförün karıştığı iddia edilen suçla ilgili teftiş kurulumuz soruşturma başlattı.”

YANDAŞTAN BİR GÜNDE İKİNCİ YALAN

YeniŞafak dün bir yalanı daha servis etti. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, beraberindeki heyetle ABD ziyaretinde bulunuyor. ABD ziyaretinde ilk durağı Boston olan Kılıçdaroğlu'nu burada CHP'nin Amerika örgütlenmesinden Mert Arıkan isimli partili karşıladı.

Bu karşılamanın videosu sosyal medyada paylaşıldı ve iktidara yakınlığıyla bilinen YeniŞafak gazetesi Mert Arıkan'ı okuyucularına firari FETÖ sanığı Aykan Erdemir olarak tanıttı. Aynı haberi, Aydınlık Gazetesi de sitesinde manşete taşıdı. Kılıçdaroğlu'nun ABD seyahatini izleyen halktv.com.tr yazarı ve Gazeteci İsmail Saymaz, sözkonusu haberi alıntılayarak "Saçmalamayın. Bu kişi Aykan Erdemir değil. CHP Amerika’dan Mert Arıkan" dedi. Daha sonra bu haber de siteden kaldırıldı.

VALİ YERLİKAYA’NIN DOĞALGAZ AÇIKLAMASI

Kadıköy Fikirtepe Mahallesi’nde önceki akşam bir binada patlama meydana geldi. Patlamanın etkisiyle çıkan yangın yandaki iki binaya daha sıçradı. 3 kişi yaşamını yitirdiği ve 1 kişinin de yaralandığı açıklandı. Patlamadan çok kısa bir süre sonra açıklama yapan İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, patlamanın doğalgaz nedeniyle meydana geldiğini duyurdu. İBB ise patlamanın doğalgaz kaynaklı olmadığını duyurdu.

Dün sabah patlama bölgesinde açıklama yapan İBB Başkanı İmamoğlu da patlamanın doğalgazdan kaynaklamadığını vurgulayarak, “Görünen, binanın sağlam kalan tek dairesinde doğalgaz aboneliği var ve o aboneliğin olduğu dairede de hiçbir patlama yok. Diğer patlamanın olduğu ve büyük hasar alınan iki dairede de doğalgazla ilgili tesisat yok. Doğalgazla ilgili abonelik de yok. Yani niye öyle bir açıklama yapıldı veya kim yaptırdı? Muhtemelen Sayın Valimiz onu irdeleyecektir” dedi. Ayrıca patlamayla ilgili soruşturmanın “terör şüphesi nedeniyle” İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları Soruşturma Bürosu tarafından yürütüleceği açıklandı.

AKP’LİLERDEN BİNLERCE YARALI VAR YALANI

İstanbul Avcılar'da 9 Eylül’de iki metrobüsün kafa kafaya çarpışmasıyla 2'si ağır 42 kişi yaralandı. Kaza sonrası olay yerine gelen AKP Gençlik Kolları üyelerinin provokasyonu ise pes dedirtti. Kazanın ardından video çeken AKP Gençlik Kolları üyesi bir genç, "AK Parti Avcılar olarak kaza yerindeyiz. İki metrobüs çok feci bir şekilde çarpıştı. Binlerce yaralı, sayısı belli olmayacak kadar da ölü var. İBB yetkililerine buradan sesleniyoruz. Bu canların hesabını kime nasıl vereceksiniz" dedi.

Gencin konuşması sosyal medyada büyük tepki topladı. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun yakın çalışma arkadaşı Murat Ongun da "Bu genç kızımızın aklını kirletenlerledir mücadelemiz. Siyasi sevinçlerinize insanlığınızı feda etmeyin" diyerek tepki gösterdi.

***

MUHALEFETİN DUYARLILIĞI YÜKSEK OLMALI

Siyasal İletişim Danışmanı ve SİTA Politik Danışmanlık Genel Müdürü O. Suat Özçelebi ise BirGün’e yaptığı değerlendirmede, “İktidarın uzun süredir yaşadığı derin çelişkilerin sürdüğünü görüyoruz. Cumhurbaşkanı’nın, AKP’li milletvekillerinin ve bakanların açıklamalarında da bu çelişkileri görüyoruz. Ancak çelişkilerinin kendi tabanlarında bir karşılığı olmadığını, önemsenmediğini düşünüyorlar. Yani cenaze aracının İBB’ye ait olmaması kısmını yönetebildiklerini düşünüyorlar. Yönetebildikleri sürece propagandanın aracı olarak kullanabiliyorlar. Bir konu propaganda işlevini yerine getirdi mi getiremedi? Önemli olan bu. Örneğin televizyonda bir şey söyledikten sonra onu düzeltemezseniz. Çünkü o kitleyi bir daha orada göremezsiniz. O kitle, o düzeltmeyi görmez” dedi.

“Örneğin bir bakan çıkıp ‘Biz sizin asıl hedefinizin ne olduğunu biliyoruz. Siz Cumhurbaşkanı’nı iktidardan indirmek istiyorsunuz’ diyor. Bütün muhalefet partileri kendileri iktidar olmak ister. Ama bakanın bunu söyleyerek yapmak istediği şey muhalefeti kriminalize etmektir. Bir nevi algı yönetimi bu da” diyen Özçelebi sözlerini şöyle tamamladı: “İBB’ye dair örnekler yine masum örnekler. Bunların daha ağırını yaşayacağız. Can kayıplarının da yüksek olacağı meselelerde daha büyük çarpıtmalar yaşayabiliriz. Toplumsal muhalefetin bu yüzden duyarlılığının yüksek olması lazım. Daha kitlesel sonuçlar yaratacak çarpıtmalara dair duyarlılığının yüksek olması lazım. Muhalefet bu sansür yasasına karşı daha güçlü bir muhalefet gerçekleştirmeli. 6’lı Masa’nın daha kitlesel eylemler yapması gerekir bu dezenformasyon yasasına karşı. Toplumun buna ihtiyacı var.”

***

SULTANİZM REJİMİNİN TEMEL ÖZELLİĞİ

Yeni Şafak’ın yaydıktan sonra kaldırdığı haberler ile İstanbul Valisi Yerlikaya’nın Kadıköy’deki patlamayla ilgili açıklamalarına dikkat çeken Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu da “Bu rejim temel özelliği bu. Sultanizm rejimlerinde iktidar bir standarta, iktidar dışındakiler ise başka bir standarta göre değerlendirilir. Bu rejimde iktidarın yasalarla sınırlandırılması, denetlenmesi yoktur. Denetim yoktur ve denetim kabul edilemez. Muhalefet ise yasalara göre hareket etse de etmemiş gibi muamele görebilirler. Bu yüzden neden sansür yasası çıkarttıklarını da anlayamıyorum. Yasaya gereke yok, zaten böyle yönetiliyoruz” ifadelerini kullandı.

***

CHP’DEN TEPKİ

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, Meclis'te basın toplantısı düzenleyerek gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Altay, TBMM açılır açılmaz ilk olarak ‘sansür yasası’nın getirilmesini eleştirdi. Altay, “Pes. Anayasa gereği yapılması gereken tatil bitti, Bahçeli ısrar ve tazyiki ile bir sürü gündemde konu; 85 milyonun bir ton derdi varken Meclis iki haftadır ‘Sansür yasası’ ile çalışıyor. Niye karşıyız? Erdoğan’a ve Cumhur İttifakı’na demokrasinin protesto ve tepki rejimi olduğunu öğretmek zorundayız. Onlar da bunu kabul etmek zorunda" ifadelerini kullandı.(BİRGÜN)


Hayat pahalılığına patron çözümü: Şehirden uzakta ışıltılı varoşlar - SOL / Antalya


Birçok şehirde artan kira fiyatları nedeniyle sıkıntılar yaşayan emekçiler çareyi kent merkezinden uzağa taşınmakta arıyor. Bunun en bariz örneği Antalya'da yaşanıyor.

Son zamanlarda emekçilerin gündemini en çok meşgul eden konu hayat pahalılığı. Birçok başlıkta kendini hissettiren sorunlar konu barınma sorunu ve kira fiyatlarına geldiğinde ise çözülmez bir hal alıyor. 

Antalya'da "evden eve taşıma" şirketlerinde çalışan emekçilerin soL Haber'e verdikleri bilgilere göre ise şehir içinde adeta göç yaşanıyor. Yaklaşık son bir yıl içinde kent merkezlerinden şehrin varoş semtlerine doğru göç eden emekçilerin sayısında tırmanış gözlemlenirken, patronların ise kentsel dönüşüm ve rant konularında iştahı kabarıyor. 

Kent imkanlarından uzakta "ışıltılı varoşlar"

Çareyi daha ucuz kiralarda barınabilmek için kent merkezinden uzağa ve kiraların daha ucuz olduğu bölgelere taşınmakta bulan emekçiler aynı zamanda eğitimden sağlığa, ulaşımdan beslenmeye kadar birçok başlıkta kent hayatının dışına itiliyor. 

Bu bölgeler aynı zamanda yeni yapılaşmaların ve rantın da güncel adresleri. Birçok arsanın patronlar arasında önceden paylaşıldığı ve rantın şehir merkezinden onlarca kilometre uzağa taşındığı bu yerleşim yerlerinin bazılarında henüz şehir içi ulaşım imkanları dahi bulunmuyor. 


Kira fiyatlarının aylık 10 bin ila 20 lira arasında salındığı Antalya'nın Konyaaltı ve Muratpaşa ilçelerinden Döşemealtı ve Kepez ilçelerinin uzak noktalarına taşınanan emekçiler kısa bir zaman sonra yeni taşındıkları yerlerin de benzer kira fiyatlarına ulaşacağını ifade ediyor. 

Bir tür modern gecekondu semtlerini andıran bu yeni yerlerin geçmişteki örneklerden tek farkı ise temsil ettiği gösteriş ve ışıltılı reklamlar. Konuyla alakalı soL Haber'e konuşan yurttaşlardan Mehmet Nuri Okatan emekli öğretmen. 8 yıldır kaldığı evden artan kira fiyatlarından sonra daha makul bir yer arayan Okatan, çareyi şehirden uzaktaki semtlere taşınmakta bulanlardan birisi. 

Antalya'da Kepez ilçesine bağlı Göçerler Mahallesi'ne taşınan emekli öğretmen Okatan, "Buraya bakar mısınız? Şehirden yaklaşık 25-30 kilometre uzakta bu lüks evler alternatif olarak gösteriliyor. Evler ışıl ışıl ama buraya toplu ulaşım yok. Bir otobüs seferi koymuşlar günde 4-5 kez geçiyor. En ucuz kira ise 5000 lira. Şimdi de Şehir Hastanesi açılacak, kiralar 10 bin lirayı geçecekmiş diyorlar. Ne yapacağız? Muhtemelen yine daha ucuz bir yer arayacağız. Üstelik bizim gidecek bir köyümüz falan da yok her şeye lanet edip çekip gitsek. Ben bir yandan taksicilik yaparak ek gelir elde etmeye çalışıyorum. Ama hala zor. Akşam geç saatlerde buraya yürüyerek gelmek imkansız. Ortalık köpek kaynıyor. Üstelik eve en yakın market dahi yaklaşık 5 kilometre uzağımızda. Buralara da şehir keşmekeşinden uzakta ferah bir yaşam diye satışa sunuyorlar. Yahu burada başımıza bir şey gelse kimsenin ruhu duymayacak" diyerek anlatıyor içinde geçtiği süreci. 


'Putin Rusya'ya seferberlik ilan etti biz de Antalya'da evimizden olduk'

Rus turistlerin yoğun ikamet ettiği yerlerden birisi olan Antalya'da Rusya ve Ukrayna arasındaki savaştan sonra kira fiyatlarının arttığı ve emlakçıların yalnızca Rus ve Ukraynalı müşteriler tercih ettiği haberleri daha önceleri kamuoyuna yansımıştı. Rusya'dan Antalya'ya son uçak biletinin 11 bin Dolar'a satıldığı belirtilirken Antalya'da ikamet edenler ise Rusya'nın seferberliğini fırsata çeviren emlakçılardan ve ev sahiplerinden dert yanıyor. 

Herhangi bir kurumun ya da kuruluşun emekçileri korumak adına adım atmadığından yakınan yurttaşlar ise artan kiralar ve hayat pahalılığından fırsatçıları sorumlu tutuyor. Konuya dair soL Habere konuşan yurttaşlardan Hasan Kaya birçok emlakçının eski evleri yeniden dizayn ederek fahiş fiyatlara savaştan kaçan insanlara kiraladığını ifade ediyor. Kendisi de sıhhi tesisatçı olan Kaya, "Savaş başladığında beri 3-4 bin kira bandındaki evleri 20 bin liraya kiraladılar. Birçok yerde artık sadece Rusça ya da Ukraynaca emlak ilanları görüyoruz" diye ifade ediyor. 

Ev sorunu yaşayanlara son çare: Lüks konteyner evler

Kira fiyatlarının artması ve ev sorunu yaşayanlar için son çare olarak gösterilen ev türleri ise "tiny house" adı verilen küçük evler. Kabaca bir ya da iki odadan oluşan bu evler aslında insani ölçülerden ve imkanlardan uzak olan hobi evleri.

Oda başına 20 metrekare düşen evlerin fiyatları ise 200 bin ila 500 bin lira arasında değişiyor. Yani 2 oda satın almak isteyen bir yurttaşın harcayacağı rakam 400 bin ya da  1 milyon liraya denk düşüyor. Tek odadan ibaret bu evler de diğer seçenekler gibi şehirde uzakta yer alıyor. 

Normal saatlerde kent hayatının dışında hobi evleri olarak satışa sunulan bu tür örneklerin barınma sorunu yaşayan yurttaşlara alternatif olarak gösterildiği örneklerde ısınma, gündelik tedarik ve ulaşım sorunu ise bir başka problemler yumağını oluşturuyor. 

SOL / Antalya

Öne Çıkan Yayın

BİRGÜN "Köşebaşı+Gündem" -22 Haziran 2025-

Lokomotifler kıskaçta -Havva Gümüşkaya- Lokomotif sektörlerde üretim çarkları yavaşladı, istihdam azaldı, siparişler düştü ve konkordato baş...