12 Ekim 2022 Çarşamba

Hafıza Odası'ndan Kültür Yolu'na: Diyarbakır'ı sermayeye marine etmek - ERDEM TÜFEKÇİ / SOL-Özel

 


'Servislerde, işliklerde biriken öfkeyi, gücü, git gide örgütlülüğü henüz göremiyorlar. Buradayız. Sınıf mücadelesi, kanın hesabının farklı araçlarla sorulmasıdır. Midelerine oturacağız. Öğrenecekler'


Marine etmek, sözlükteki karşılığıyla şu anlama geliyor: Tavuk, et gibi ürünleri yumuşatmak için pişirmeden önce belirli bir süre baharatlı sirke, zeytinyağı vb. içerisinde bekletmek. Gastronomi meraklıları daha iyi bilir. Bazı et türlerini marine etmeden yemek neredeyse mümkün değildir. Ama önce kan dökülmeli.

Burjuvaziyi seçkin yemek zevkleriyle tanıyanlar için sevimsiz gelebilir. Kusura bakmasınlar. Söz konusu sermaye olduğunda, yemek kültüründen değil, meşhur benzetmeyle, kan emicilikten konuşmak zorundayız. Sermayeye dönüşmüş olan ölü emek, canlı emeğin kanını emerek büyüyor. Bunun yalnızca teşbihten ibaret kalmadığını biliyoruz. Türkiye'de, sermaye birikim modelleri gerçekten kan dökerek yaşam bulur. Emek gücü sömürüsünün farklı araçlarla sürdürülmesidir. 

24 Ocak kararları ile 12 Eylül arasındaki ilişkiyi hatırlatmakla yetinelim. Sermaye büyümeliydi. Hırslı ve kıvrak Türkiye burjuvazisi, işçi sınıfıyla pata kalmıştı. Ortanın soluyla oyalanan masa, postal yardımıyla devriliverdi. Kan aktı. Sermaye birikmeye, büyümeye devam etti. Malumunuz. 

Sermaye büyüdükçe iştahı da büyüyor. 2022 sonbaharında, hayat pahalılığı eşliğinde seçime giderken yaşayarak görüyoruz. Görüntünün özüne biraz daha dikkatli bakmak gerekiyor. Adile Kaya'nın çarpıcı yazısı bu açıdan önemli.1 

"Yaşananın bir kalkınma hamlesi bağlamında “sanayileşme” olarak nitelenmesi güç. Ancak orta vadeli potansiyel dikkate alındığında Türkiye kapitalizmi açısından mevcut sanayi üretim yapısını bir adım ileri taşımaya, özellikle orta-yüksek teknolojili sektörlerin (otomotiv, elektrikli teçhizat, makine vb) payını artırmaya odaklanıldığı söylenebilir. Ki son beş yılın gelişimine baktığımızda sadece tekstil-giyim başta olmak üzere düşük teknolojili sektörlerin değil orta-yüksek teknolojili sektörlerin büyüdüğü de görülüyor. Bir sektörel ayrışmadan ziyade yine herkesi birden yüzdürme çabasının baskın olmaya devam edeceği söylenebilir. Geniş göçmen nüfusu da dahil olmak üzere Türkiye’nin nüfusu, emekgücü kompozisyonu, pazar olanakları bütün sektörlerde gaza basmayı denemeye olanak tanıyor. Ülke kaynaklarının, doğanın, çevrenin sonsuz talanı, emekgücü sömürüsünün alabildiğine derinleştirilmesi bu hamlenin yakıtları tabii ki."

Bir sermaye birikim modeli yürürlüğe giriyor. Diyarbakır hariç değil. 

Cinayet Mahaline Dönüş: Topraktan Podyuma

Geçen yıl 14 Ekim'de bir buluşma gerçekleşiyordu: Diyarbakır Tekstil ve Yatırım Zirvesi, Topraktan Podyuma. Diyarbakır Valiliği, Karacadağ Kalkınma Ajansı, GÜNTİAD ve Tekstil İhtisas OSB işbirliğinde düzenlenen zirvede sermayenin temsilcileri bir araya geliyordu. Hazırlık sürecinin önemli ismi, yazının devamında adını duyacağımız DTSO Başkanı Mehmet Kaya'ydı.2

Konuşan, zamanın valisi Münir Karaloğlu'ydu. "Sanayicimizin her daim emrinde olacağız." Bu zaten biliniyor ancak devamı var. Hazır Giyim için özel olarak planlanan Organize Sanayi Bölgesi'nde yer kalmadığını, Birinci OSB'nin beşinci genişleme bölgesinin dosyasının hazırlandığını, yeni bir OSB hazırlığında olduklarını söyleyerek devam ediyordu: 

"Değerli arkadaşlar artık büyük markalar gelip, sizin gayri insani atölyelerde diktiğiniz elbiseyi götürüp müşterisine giydirmek istemiyor. Sizin çalıştırdığınız insanlara ne kadar insani koşullar sağlandığınıza da bakıyor." 

"Zaman zaman merdiven altı üretimler kulağımıza geliyor, üzülüyoruz. Diyarbakır'daki, bölgedeki sanayicimiz, devletin sağlamış olduğu asgari ücreti bile çalışanına vermekten imtina ederse, kendi ayağımıza sıkarız" 

"Bir şehirde çalışan işçinin hakları konusunda bir eksiklik varsa kendimi sorumlu görüyorum. Bunu gidermek de benim görevimdir. Onun için istirham ediyoruz. Bu böyle sadece devletin denetlemesiyle falan filan da olmaz. Herkesin vicdanı var." 

Devletin valisi ve kayyumu, denetlemeyi herkesin vicdanına bırakıyor ve emrinde olduğu sanayicilerden istirham ediyordu. Kentin son 40 yılının heba edildiğini ama 5 yıldır yaşanan huzur ve güven ortamıyla Diyarbakır'ın gündeminin yatırım, istihdam, ihracat ve mutluluk olduğunu da ekliyordu3 Belki de bu kadar açık sözlü olduğu için görevden alınmıştır. Neyse... Proje devam ettikten sonra, Karaloğlu'nun ne önemi var?

Karaloğlu'nun ardından GÜNTİAD Başkanı Mehmet Dalkıran podyumda görünüyordu. Diyarbakır'ı tekstil sektöründe Türkiye'nin merkez kentlerinden biri haline getirmek için yoğun çaba gösterdiklerini ve lobi faaliyetleri yaptıklarını ifade ediyor ve devam ediyordu: "Son zamanlarda Diyarbakır'da yapılan bazı yatırımlar sektörümüz için büyük bir önem taşımaktadırlar. Silvan Projesi ile ilimizde üretilen pamuk miktarında çok ciddi bir artış yaşanması beklenmektedir. 1. OSB'de yapımı tamamlanan arıtma tesisi sayesinde artık tekstilin bütün süreçleri Diyarbakır'da tamamlanabilecektir. Topraktan Podyuma üreten bir Diyarbakır olacağız. Kentimizi tekstil ve modanın merkezi haline getirmeyi hedefliyoruz" 

Tüm bu konuşulanların bir temenniden ibaret olmadığı aradan geçen kısa zamanda görüldü.4 Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Doğu Avrupa ülkeleri ihracat listesindeydi. Üstüne Ukrayna ve Rusya aynı anda eklendi. Sonuçta savaşmak için de kıyafetlere ihtiyaç var. 

Ancak günümüze gelmeden önce, zirveden hemen iki gün sonrasına, 16 Ekim'e gidelim.

Hafıza Odası'nda Unutmaya Başlamak

Ahmet Güneştekin'in Hafıza Odası sergisi çokça tartışılmıştı. Bir yanda övgüler, diğer yanda tepkiler gelmeye devam ederken, Özkan Öztaş sergide olmayanı işaret ediyordu:

“Esas soruna gelecek olursak... Sergide her şey var ancak kötünün, kötülüğün, zulmün ve acıların öznesi-faili yok.” 5

Aydemir Güler serginin işleviyle birlikte, organizasyonda da özel yeri olan birini, hatırlayacağınız bir ismi işaret ediyordu:

"Elimizdeki örnekte bir kapitalist öne çıkıyor. Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası başkanlığını Kürt burjuvazisinin resmi temsilci kurumu saymakta bir sakınca olmayacaktır. Mehmet Kaya’nın öncelikleri de bunu teyit etmektedir. Geçen yıl kendisiyle yapılmış bir söyleşide Başkan 2013-2015 arası çözüm sürecinde bölgenin ulaştığı ihracat hacminin beş yılda yarıya inmesinden mustarip olduğunu açığa vurmuştu. Bu nokta gerçekten kapitalist çözümün motor gücüdür…

Gazeteci İrfan Aktan’la o sıralardaki beklentisini paylaşmış; yeni bir “sürecin” AKP tarafından başlatılacağını düşünüyormuş. Sermaye için siyasi aktörün kim olacağı talidir. Sergi açılışındaki ağırlığa bakılırsa beklenti ibresi AKP sonrası yükselmesi beklenen, adı konmamış ittifaka kaymış görünüyor. Bu, bir biçimde “Doğuya genişletilmiş Millet İttifakı” modelidir."6

Serginin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın isteğiyle erken sonlandırılması da taliydi. Diyarbakır'ı sermaye için marine etmeye bir yerden başlamalı, ilk unutturulan fail olmalıydı. Sonra renkli tabutlarla bir tutam acı, yeter miktarda halay. İstenildiği kadar tartışılsın. Genişletilmiş Millet İttifakı Altılı Masa olur, belki biraz daha genişler, belki daralır. Kazanır, kazanmaz. Yeter ki, emek gücü sömürüsü ve kan kokusunun aynı yerden geldiği anlaşılmasın. 

İttifakların Doğu Sorunu ya da Sur Kültür Yolu

Ekim aylarının Diyarbakır'da hareketli geçmesi tesadüf değil. Kavurucu yaz sıcakları kırılıyor ve insanlar artık sokaklarda zaman geçirebiliyor. Tesadüf olmayan başka şeyler de var.

Hafıza Odası'nın erken sonlandırılmasında başrol oyuncusu olan bakan Mehmet Nuri Ersoy'u, 8 Ekim'de yine başrolde görüyoruz. Bu kez, Sur Kültür Yolu Festivali'nin açılışında.7 Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın projelerinden olan Kültür Yolu Festivalleri bu yıl beş şehirde yapılıyormuş. Çanakkale, Konya, İstanbul ve Ankara. Diyarbakır, beşinci ve sonuncusu. Diyarbakır'ın bu listeye nasıl girebildiği bir yana, festivalde kapsamlı etkinlikler ve bolca ünlü de var. Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ, Coşkun Aral'ı saymış olalım. AKP imzası ise her açıdan hissediliyor. Belki de bu yüzden, Hafıza Odası'na gösterilen çekimser tepkiler, Kültür Yolu söz konusu olduğunda biraz daha kararlı.8 Festivalin amacı kültürel asimilasyon olarak görülüyor, katılarak meşrulaştırılmaması için çağrıda bulunuluyor. Ancak meselenin özü yine gözden kaçıyor.

Hatırlatalım. Masa 2015'te devrildi. Kan aktı. Ancak beton kokusunun kan kokusuna karıştığı yer sadece Sur olmadı. Kayapınar'da topraktan biter gibi apartmanlar yükseldi, Organize Sanayi Bölgesi'nde yeni tekstil fabrikaları dikildi. 

Şanlıurfa ile birlikte Diyarbakır'ı pamuk üretiminde ilk sıraya yazacak Silvan Barajı, tekstilin bütün süreçlerini bünyesinde hayata geçirebilen entegre tesisler, ihracat zincirleri, Organize Sanayi Bölgesi'nde katlanan işçi sayısı, ucuz emek gücü, devlet teşvikleri... Hangi siyasi aktörün öne çıkacağı son kertede talidir. Bir sermaye birikim modelini yürürlüğe sokacak kadar kan dökülmüştür.

Gerisi, Diyarbakır'ı sermaye için marine etme yarışıdır. Onun soytarısı gelecek, bunun soytarısı gidecek, beriki "Kültür bizim işimiz" diye hayıflanacak. Bu arada ittifak borsasında ibreler oynamaya devam edecek. İttifakların doğuyla sorunu, doğunun ittifaklarla sorunu ve doğunun kendisiyle sorunu kasılıp gevşeyecek, gevşeyip kasılacak ve her düzlemde pazarlık yapılacak. Dikkat, çözüm değil, pazarlık. Ucuz emek gücü için Kürt sorununun çözülmeyeni makbul. Aslolan sermayenin kan emebilmesidir. Bunun için yeni kombinasyonlar denenebilir, gerekirse düğümün sıkıştığı yerde biraz daha kan dökülebilir. 

Ya Da Kapitalistlerin Midesine Oturmak

Bunca kanı emmeye niyetlenmiş kapitalistler, işçilerin örgütsüzlüğüne fazla güveniyor. Lüks otomobilleriyle fabrikalarına geliyor, kibirli bakışlarla tezgahları süzüyorlar. 

Servislerde, işliklerde biriken öfkeyi, gücü, git gide örgütlülüğü henüz göremiyorlar.

Buradayız.

Sınıf mücadelesi, kanın hesabının farklı araçlarla sorulmasıdır.

Midelerine oturacağız. Öğrenecekler.

ERDEM TÜFEKÇİ / SOL-Özel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder