İstanbul’un karnı, nasıl Suudi mülkü oldu? - Bahadır Özgür / BİRGÜN

 

Kararname ile afet yasası ve imar kanununa dayanarak plan değişikliği re’sen onaylandı. Böylece Suudiler’in kaçak yapısı yasallaştırıldı. Her şey istedikleri kıvama gelince Suudi şirket projeyi gün yüzüne çıkardı.

Deprem riski ve sorunlu yapı stoku yoğun Zeytinburnu’nda, ilk kentsel dönüşüm nerede yapıldı biliyor musunuz? 
Konut bulunmayan nakliyeciler sitesi Ambarlar’da. Burası tek parselde yapılmış en büyük dönüşüm projesi. Erdoğan’ın imzasıyla başlayan, afet yasasıyla boşaltılan, imar planıyla değeri artırılan bir arazinin, etrafındaki yaşamları da yutarak nasıl Suudi sermayesi haline geldiği, şu günlerde yeniden hatırlanmayı hak ediyor.

Ambarlar, kişisel tarihimde de iz bırakmış bir yerdi. Gazeteciliğe ilk başladığım Evrensel’in merkezi, nakliyeciler sitesinin yanında, büyük ihtimal kaçak yapılmış, alelacele kullanıma açılmış, kayıtsız işçilerin çalıştırıldığı tekstil atölyelerinin bulunduğu bir binadaydı. Tam karşısında, pazardan aldığı tuzluklar Abdullah Öcalan’a benzetildiği için bir ara gözaltına da alınmış olan Diyarbakırlı bir kebapçı vardı. Yağda boğulmuş böreklerin satıldığı pastanelerin, birkaç küçük bakkalın, açık deterjan dükkanlarının, İstanbul’un üç trompet atölyesinden birinin yer aldığı sokakların adı yoktu. Göç etmiş ailelerin kurduğu iptidai apartmanlardan oluşmuş bu mahallenin asli sahipleri arasında, Kazlıçeşme’nin dericilerinden miras kalan fareleri de saymalı. Minibüse binmek için 500 metrelik bir yolu, gece onların nezareti olmaksızın yürüyemezdiniz. Ve elbette çocuk tinerciler, küçük hırsızlık çeteleri, 90’ların meşhur Beyoğlu emniyet amiri ‘Hortum Süleyman’ın döve döve sürgün ettiği E-5 seks işçileri…


Bütün bu Dickensvari detayların ötesinde capcanlı, kocaman bir emekçi bölgesiydi Ambarlar. Türkiye’nin en uzun otobüs hattı 500 T’lerin son durağıydı. Binlerce emekçi sabah-akşam Tuzla-Zeytinburnu arası gidip geliyor, bodrumlardaki atölyelerde oyuncaktan tekstile hemen her şey üretiliyor, İstanbul’un günlük iaşesi ülkenin dört bir yanından durmaksızın akıyordu. Bir nebze ucuz ürün alabilmenin, yiyebilmenin sebebiydi burası. Mega kentin, hamalların sırtında büyüyen karnıydı. O hamallar, örnek sendikalardan birini de yarattı üstelik. Sendikacı Sabri Topçu’nun Ambarlar’da örgütlediği TÜMTİS, öbek öbek depolardan çıkıp yürümeden 1 Mayıs, 1 Mayıs sayılmazdı.

Peki ne oldu bu insanlara? Öldüler mi, yer yarılıp içine mi girdiler? Mal mülk sahibi olup zenginleştiler mi? Neredeler şimdi?

KİRİN PASIN İÇİNDEKİ ‘ALTIN MADENİ’

Ambarlar, Cumhuriyet’in ilanından 14 yıl sonra kurulan Türkiye Nakliyeciler Derneği’nin bünyesindeki yüzlerce küçük şirketi barındırıyordu. Nakliyeciler Kooperatifi (NASKO) tarafından işletilen depolarda, günlük ortalama 250 TIR’la gelen 3000 ton ürün toplanıp dağıtılıyordu. İnşaat furyasının hızlandığı 2010’dan sonra AKP, şehrin göbeğinde kalmış bu araziye gözünü dikti. Yenilemek, sağlıklı hale getirmek yerine, kirini pasını gösterip Ambarları murdar edecek bir propagandaya girişti. “Hadımköy’de yer yapıyoruz” dediler. Ve 2014’te araziyi ihaleye çıkardılar.

Tahincioğlu, Varyap, Ege Yapı, Dumankaya, Nef gibi inşaat devleri, yıllarca üzerinde yaşayanların ancak karnını doyurabilmiş arsada, altın madeni gördüler. Meğer uzun süredir peşindelermiş. 240 milyon dolara sürpriz şekilde Suudi Arabistanlı Al Qemam Holding’in kurduğu Akzirve Gayrimenkul’e kaldı ihale. Ambar sahipleri anlaşmaya mecbur bırakıldı. Bir kısmı direndi, davalar açtı. Ne var ki 6 Şubat 2017 günü Bakanlar Kurulu kararı ve Erdoğan’ın onayı ile ‘riskli alan’ ilan edildi. Polis marifetiyle yıkımına başlandı. Ambar sahipleri Danıştay’a koştular, yıkımı durdurdular. Bu sefer de deprem tehlikesi bahane edilerek 30 Temmuz 2018 günü, ‘rezerv yapı alanı’na çevrildi. Yani afet yasası gereği kentsel dönüşüm yapılmak zorundaydı. Tüm bir Zeytinburnu 1. derece deprem bölgesiyken Erdoğan’ın önceliği, üzerinde kimsenin yaşamadığı, tek katlı depolardan oluşmuş Ambarlar oldu.

Rezerv yapı alanı ilanı ambarını satmayanların mülküne el koymanın da önünü açtı. Tabi sessiz sedasız Ambarlar’ın yakınına devasa deposunu kurmuş UPS gibi küresel lojistik tekelleri ile bazı yerli kargo şirketlerinin, yıkımı neşeyle izlediğini ekleyelim. Ucuza hizmet veren onlarca küçük taşımacılık firmasının yok olması, pek hoşlarına gitmiştir.

23 Kasım 2018’de uygulama imar planı askıya çıktı. Kat izni 15’e yükseltildi. Görünürde kocaman bir yeşil alan vardı. Şirket orayı da düzleyip satış ofisi binasını dikti. Olay imar planına aykırılıktan dolayı idare mahkemesine götürüldü. Mahkeme haklı buldu. Lakin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı anında devreye girip Cumhurbaşkanlığı 1 No’lu kararnamesi, afet yasası ve imar kanununa dayanarak plan değişikliğini re’sen onayladı. Böylece Suudiler’in kaçak yapısı yasallaştırıldı. Artık her şey arzu ettikleri kıvama geldiğinde Suudi şirket projeyi gün yüzüne çıkıverdi.

ADI İSTANBUL’UN FETHİNDEN GELİYOR

8 milyar liralık yatırımla bin 441 lüks konut, otel, AVM, premium rezidanslar, 10 bin metrekarelik oyun alanı ve park, kocaman bir cadde, kafeler, restoranlar, fitness ve spor merkezleri vs. vs. yapılıyor. Tasarımı İngiltere’nin ‘star mimarlık’ ofislerinden Chapman Taylor’a ait. Daha inşaat halindeyken, Körfez’in Arap zenginleri başta olmak üzere, kentsel dönüşüm sayesinde vergi avantajıyla paylaşıldı. 16 Mayıs 2022’de yapılan lansmanda projenin adının ‘Topkapı 29’ olduğu açıklandı. Fatih Sultan Mehmet’in, 29 Mayıs 1453’te İstanbul’a girdiği yerde inşa edilmesinden esinlenmişler.


Ne kadar da ironik! Siyasete atıldığı günden beri fetih propagandası yapan; topun yerine TOKİ’yi, güllenin yerine imar yasasını savaş alanına sürüp İstanbul’u yeniden fetheden Erdoğan, tahtını kurduğu mülkü götürüp Suudilere tapuladı. Yetmedi Suudiler, “Sizin Cumhuriyet’in köküne beton döküyoruz” dercesine resmi açılışın Cumhuriyet’in 100. yaş gününde, 29 Ekim 2023’te yapılacağını ilan ettiler.

Ambarlar böyle dönüşüp, Suudi sermayesi haline geldi işte…

Şimdi bölgenin yeni zengin sakinlerinin göz zevkini bozacak her şey kaldırılıyor. Kebapçı da yok trompet atölyesi de. E-5 travestilerinin çoğu öldürüldü zaten. Tuzla’dan emekçi katarları gelmiyor. Gebze’ye doğru yayılan cezaevi-işlik karışımı depolarda iş bulabiliyorlar ancak. Haliyle sendika da gitti. 1 Mayıs’ın kent merkezinde hissedilen ruhu silindi. İstanbul’un günlük iaşesi, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Kolin-Cengiz-Limak çetesinin işlettiği otoyol haracı nedeniyle daha pahalıya taşınıyor artık. Suudi lüksünün gölgesinde kalmış yoksul apartmanları ise sürgünle deprem korkusu arasında, hangisinin bahtına çıkacağını bilmeden, eğreti halde sırasını bekliyor. O esnada Erdoğan televizyondan gürlüyor: “İdeolojik sabotajlara rağmen kentsel dönüşümde kararlıyız.”

Gürlüyor da, elini attığı her kentsel dönüşümün yerinden ettiği binlerce insan nereye gitti? 

21 yıldır dönüştürüyor da enkaz altındaki binlerce insan nereden geldi?

Bahadır Özgür / BİRGÜN

KISA KISA GÜNDEM - 8 MART 2023 -

Asrın ihmali! (Mustafa Bildircin-BİRGÜN)


İslahiye ve Nurdağı ilçelerindeki yapı stokuna yönelik depremden 40 gün önce, kritik öneriler içeren rapor hazırlandığı ancak raporun dikkate alınmadığı ortaya çıktı. Raporda imzası bulunan yetkili, pasif göreve çekildi. (
https://www.birgun.net/haber/asrin-ihmali-423945)

Çocuklar Menzil Cemaati’ne teslim (İsmail Arı-Birgün)


Menzil Cemaati, Adıyaman’daki köyünde 1100 depremzede çocuğun bulunduğunu açıkladı, çocuklara “tekbir işareti” yaptırdığı görüntüleri paylaştı. Menzil şeyhi karşısında ise asker ve polis ‘el pençe divan’ duruyor.(https://www.birgun.net/haber/cocuklar-menzil-cemaati-ne-teslim-423942)

Yargıda yeni düzenlemeleri içeren kanun teklifi: Ağır hasta çocukların annelerinin cezaları ertelenebilecek(Birgün)

Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı İcra ve İflas Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifine göre, kanser hastalığı gibi ağır hastalığa yakalanan çocukların hükümlü olarak cezaevinde bulunan annelerinin cezalarının infazı ertelenebilecek.(https://www.birgun.net/haber/yargida-yeni-duzenlemeleri-iceren-kanun-teklifi-agir-hasta-cocuklarin-annelerinin-cezalari-ertelenebilecek-424001)

Yeşilay da arpalık!(İsmail Arı-Birgün)


103 yıl önce kurulan Yeşilay da tıpkı Kızılay gibi AKP’nin arka bahçesi oldu. Sağlık Bakanlığı’nın 291 milyon TL aktardığı Yeşilay’ı Erdoğan’ın kızı, eski TÜGVA müdürü ve çok sayıda AKP’li yönetiyor.

Depremzedelere göndermesi gereken çadırları ve yardım malzemelerini satan Kızılay gündemdeki yerini korurken 103 yıl önce kurulan Yeşilay da iktidarın arka bahçesine dönüştürüldü. Yeşilay’ın da neredeyse tüm yöneticileri tıpkı Kızılay’da olduğu gibi AKP’li veya iktidarla yakın ilişki içerisinde olan isimler. İktidarın Yeşilay’ı bu kadar önemsemesinin nedeni ise milyonlarca liralık bütçesi.Sağlık Bakanlığı’nın 2022 Yılı Faaliyet Raporu’nun “Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlara Yapılan Transferler” başlıklı bölümünde yer alan bilgiye göre, bakanlık kasasında Yeşilay’a 291 milyon 354 bin TL aktarıldı. Ayrıca Sağlık Bakanlığı’nın son son 8 yılda Yeşilay’a aktardığı toplam para ise tam 844 milyon 984 bin lira olarak açıklandı.

                                                                         ***

AKP’LİLER YÖNETİMDE

Yeşilay'ın yönetiminde bulunan isimler şöyle:

► Esra Albayrak


AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı ve eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın eşi.

► İlyas Kaya

yesilay-da-arpalik-1133810-1.

AKP’li eski Bakan Fatma Betül Sayan Kaya’nın eşi.

► Ahmet Kaan

yesilay-da-arpalik-1133811-1.

Önder İmam Hatipliler Derneği’nde genel başkanvekilliği görevini yürütüyor.

► Ülkenur Büke

yesilay-da-arpalik-1133812-1.

2019 yerel seçimlerinde AKP’den Silivri Belediyesi meclis üyeliğine seçildi.

► Salih Çil

yesilay-da-arpalik-1133813-1.

İBB’de çalıştı, Bilal Erdoğan’ın yöneticisi olduğu TÜGVA’da müdürlük yaptı.

► Safa Koçoğlu

yesilay-da-arpalik-1133814-1.

Yeşilay Genel Başkan Yardımcısı. Aile Bakanlığı’nda müşavir olarak çalıştı.

► Faruk Kacır

yesilay-da-arpalik-1133815-1.

AKP döneminde İBB’de yöneticilik yaptı. PTT’de müdürlük yaptı.

► Samet Koca

Bilal Erdoğan’la birlikte Türkiye Gençlik STK’ları Platformu’nda yöneticilik yaptı.

► Suna Üstüner

yesilay-da-arpalik-1133816-1.

İçişleri Bakanlığı’nda daire başkanı.

► Harun Mertoğlu

yesilay-da-arpalik-1133817-1.

Saray’a bağlı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu’nda (TİHEK) yer alıyor.

► Salih Kaygusuz

yesilay-da-arpalik-1133818-1.

Erzurum İl Milli Eğitim Müdürü.

                                                                         ***

Milyonlar akıyor

♦ 2015: 15 milyon TL
♦ 2016: 15 milyon 930 bin TL
♦ 2017: 16 milyon 443 bin TL
♦ 2018: 116 milyon 322 bin TL
♦ 2019: 93 milyon 289 bin TL
♦ 2020: 148 milyon 548 bin TL
♦ 2021: 163 milyon 83 bin TL
♦ 2022: 291 milyon 354 bin TL

Toplam: 8 YILDA 844 MİLYON 984 BİN TL

                                                                      ***

Boğaz’da tarihi yapı tahsis edildi

İstanbul Sarayburnu’ndaki tarihi Sepetçiler Kasrı 2011’de Yeşilay’a tahsis edildi. Tarihi yapı Yeşilay Genel Merkezi olarak kullanılıyor.
Öte yandan 2021’de tarihi Sirkeci Garı sahasında bulunan liman bölgesi, Yeşilay’a 49 yıllığına tahsis edildi. Ancak 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları ile Sepetçiler Kasrı’nı AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imam hatipten arkadaşı Hasan Gürsoy’un almak istediği ortaya çıkmıştı.

                                                                        ***

Fotoğraf: AAFotoğraf: AA

Kızılay başkanı yalan söylemiş

Çadır ve yardım malzemelerini satmasıyla ülke gündemine oturan Kızılay’ın Başkanı Kerem Kınık, kısa bir süre önce yaptığı açıklamada “155 yıldır kamudan katkı almıyoruz. Bağışlarla, uluslararası fonlarla kendi girişimlerimizle bütçemizi oluşturuyoruz” demişti. Ancak Sağlık Bakanlığı’nın 2022 Yılı Faaliyet Raporu ile Kınık’ın doğru söylemediği ortaya çıktı. Raporda Yer alan bilgilere göre, sadece geçen yıl bakanlık kasasından Kızılay’a yaklaşık 74 milyon TL aktarıldı.

Aile saltanatı kurmuşlar(İsmail Arı-Birgün)

                                            Atalan çiftinin düğününe AKP’li vekil Ravza Kavakçı da katılmıştı.

Sağlık Bakanlığı’nın kasasından her yıl milyonlarca lira aktarılan Yeşilay’ın genel müdürlük koltuğuna Sultan Işık Atalan’dan sonra eşinin oturduğu ortaya çıktı.

Kızılay’ın depremzedelere göndermesi gereken çadır ve yardımları satması büyük bir tepkiye neden olurken Yeşilay’da da durum farksız. Hem 155 yaşındaki Kızılay hem de 103 yaşındaki Yeşilay, liyakatsiz yöneticilerle dolduruldu. İktidarın arka bahçesine dönüştürülen Yeşilay’ın da neredeyse tüm yöneticileri tıpkı Kızılay’da olduğu gibi AKP’li veya iktidarla yakın ilişki içerisinde olan isimler. Yeşilay’ın genel müdürlük kadrosunda yaşananlar ise yok artık dedirtti.

Yeşilay’ın genel müdürlüğünü 2018’den 2020’nin ağustos ayına kadar Sultan Işık Atalan yaptı. Aynı zamandan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’ın derneği olarak bilinen Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) yöneticisi olan Atalan, 2020’nin başında Nurullah Atalan ile evlendi. Çiftin nikahına dönemin Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak gibi çok sayıda AKP’li katıldı.

Sultan Işık Atalan evliliğinden bir süre sonra, 2020 yılının ağustos ayında maaşlı bir yöneticilik koltuğu olan Yeşilay Genel Müdürlüğü görevini bıraktı. Ancak genel müdürlük koltuğuna kocası Nurullah Atalan’ın oturduğu ortaya çıktı. Halen bu göreve devam eden Atalan ile Yeşilay yetkililerine BirGün ulaştı. Ancak habere dair bir açıklama yapılmadı.

Sağlık Bakanlığı’nın 2022 Yılı Faaliyet Raporu’nun “Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlara Yapılan Transferler” başlıklı bölümünde yer alan bilgiye göre, bakanlık kasasında Yeşilay’a 291 milyon 354 bin TL aktarıldı. Ayrıca Sağlık Bakanlığı’nın son son 8 yılda Yeşilay’a aktardığı toplam para ise tam 844 milyon 984 bin lira olarak açıklandı.

Yeşilay’ın yönetiminde AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı ve eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın eşi olan Esra Albayrak, AKP’li eski Bakan Fatma Betül Sayan Kaya’nın eşi olan İlyas Kaya, 2019 yerel seçimlerinde AKP’den Silivri Belediyesi meclis üyeliğine seçilen Ülkenur Büke, Bilal Erdoğan’ın yöneticisi olduğu TÜGVA’da müdürlük yapan Salih Çil gibi çok sayıda yandaş ve bürokrat yer alıyor.

Enkaz kalkmadan Kolin ihaleyi aldı (İsmail Arı-Birgün)

Beşli Çete’den Kolin Holding’in, TEİAŞ’tan deprem felaketinin 5’inci gününde 85 milyon TL’lik ihale aldığı ortaya çıktı. Milyonluk ihale ‘pazarlık’ usulüyle verildi. 

En az 46 bin yurttaşı yaşamdan koparan ve 11 kenti yerle bir eden büyük deprem felaketinin 5’inci gününde, kamuoyunda ‘Beşli Çete’ olarak bilinen şirketler arasında yer alan Kolin’e milyonlarca liralık bir ihale verildiği açığa çıktı.Kamu İhale Bülteni’nde yer alan bilgilere göre, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Türkiye Elektrik İletim A.Ş. Genel Müdürlüğü (TEİAŞ), Denizli ve Aydın’daki üç jeotermal enerji santralı için bir ihale düzenledi. İhaleyi Kolin Holding’e bağlı Armin Elektrik İnşaat’ın aldığı açıklandı. Şirket ile TEİAŞ arasında 10 Şubat tarihinde 85 milyon 885 bin TL’lik sözleşme imzalandığı duyuruldu. Milyonlarca liralık ihale, Kamu İhale Kanunu’nun tartışmalı 21/B maddesinde düzenlenen pazarlık usulüyle yapıldı. Bu ihale maddesi, uzun yıllardır ‘adrese teslim ihale’ olarak yorumlanıyor.(AKP İLE BÜYÜDÜLER)  Kolin, AKP’yle birlikte büyüyen, ‘ilgi alanları’ genişleyen, ihalelerin vazgeçilmez ismi olan şirketler sıralamasında başı çekiyor. Dünya Bankası’nın 1990-2020 yılları arasında en çok ihale alan şirketler listesinde Türkiye’den beş şirket ilk 10’da yer almış, bunlar arasında Kolin de bulunmuştu. Listeye göre Limak, dünyada en çok altyapı yatırımı ihalesi alan 2’nci şirket olurken, Cengiz 4, Kolin 5, Kalyon 6 ve MNG 7’nci sırada. Öte yandan Armin Elektrik Şirketi, kamudan son 5 yılda 18 ihale kaptı. Bu ihalelerin toplam bedeli ise 420 milyon TL’yi buluyor. Şirketin en fazla ihale aldığı kurumların başında ise TEİAŞ ile TCDD geliyor.

Uyuşturucu bütçesinin sadece 3’te 1’i harcandı (Mustafa Kömüş-BİRGÜN)


Uyuşturucu kullanımı artarken Emniyet’in bağımlılıkla mücadele için ayrılan bütçenin sadece üçte birini kullanarak 310,6 milyon TL harcadığı ortaya çıktı.(https://www.birgun.net/haber/uyusturucu-butcesinin-sadece-3-te-1-i-harcandi-423971)

CHP’li Yüceer’den 8 Mart raporu: İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığından bu yana en az 603 kadın öldürüldü (Evrensel)

CHP Tekirdağ Milletvekili Candan Yüceer 8 Mart raporunda “İstanbul Sözleşmesi’nden imzamızın çekilmesinin ardından en az 603 kadın öldürüldü, 464 kadın ise şüpheli şekilde hayatını kaybetti” dedi.(https://www.evrensel.net/haber/484359/chpli-yuceerden-8-mart-raporu-istanbul-sozlesmesinden-cikildigindan-bu-yana-en-az-603-kadin-olduruldu)

İstanbul’daki toplanma alanlarının yüzde 60’ı artık yok!(Nisa Sude DEMİREL-Evrensel)

Afet Uzmanı Dr. Kubilay Kaptan: “İstanbul afet planında yer alan toplanma alanlarının yüzde 60’ı şu anda mevcut değil, var olan toplanma alanlarının çoğu afet toplanma alanına uygun değil”.İlk müdahalede oldukça yetersiz ve geç kalınan Maraş merkezli depremlerin üzerimden bir ay geçmesine rağmen, hâlâ temiz suya erişim çok zorken, bazı bölgelere ise çadır ya da konteyner ulaşmış değil. Yaşanan yıkıcı deprem akıllara beklenen İstanbul depremini getirdi. 6 Şubat depremi hem hazırlıksızlığı hem de koordinasyonsuzluğu ortaya çıkarırken, beklenen İstanbul depremine dair korkuları artırdı. İstanbul depremine ilişkin yapılması gereken hazırlıkları ve eksiklikleri konuştuğumuz Afet Uzmanı Dr. Kubilay Kaptan durumun vahametini şöyle özetledi: “İstanbul afet planında yer alan toplanma alanlarının yüzde 60’ı şu anda mevcut değil.” ("TOPLANMA ALANLARI UYGUN NİTELİKTE DEĞİL") Yaşanacak bir depremin ardından ilk sığınılacak yerler deprem toplanma alanları. Fakat son yıllarda birçok afet toplanma alanı ya AVM dikildi ya farklı amaçlar için kullanıldı ya da afet toplanma alanı olmaya uygun değil. AFAD’ın İstanbul için 10 bin ile 20 bin arasında afet toplanma alanı olduğunu söylediğini belirten Kubilay Kaptan “Bu sayıya küçük çocuk parklarını bile dahil ediyorlar. Halbuki buralarının niteliği afet toplanma alanına uygun değil” diyor. Kaptan afet toplanma alanlarının sahip olması gereken özellikleri “Afet toplanma alanları binlerce insana aynı anda yardım götürebilmek için seçilir. Afet toplanma alanı denilen alanlar ya yola yakın, ya çığ riski altında, ya bataklık. Afet toplanma alanları konteynerler, hastaneler kurmaya uygun olmalı. Bunlar da en az bir stadyum büyüklüğünde yaşanabilir” diye anlatıyor.("KAPI KAPI BİLİNÇLENDİRME ZORUNLU") Halihazırda var olan ve işe yarayabilecek toplanma alanlarının da insanlar tarafından bilinmediğini söyleyen Kaptan “Bunların bilinmesi halka bırakılmaz. Merkezi ve yerel kuruluşların iş birliğiyle kapı kapı gezilmesi gerekiyor. Toplanma alanlarının yeri, deprem anında ne yapılması gerektiği anlatılmalı. Deprem çantası sağlanmalı. Bunlar o kadar küçük miktarlara mal olacak şeyler ki” diyor.Türkiye genelinde binaların yüzde 6’sının tamamen göçmesi bekleniyor. Geri kalan binalarda yaşayan insanların deprem sırasında ne yapacağını bilmesinin hayati olduğunun altını çizen Kaptan “Yüzde 6’sı tespit edilerek yıkılması gerek zaten. Fakat insanlara deprem anında ne yapacağının anlatılması, işlevli bir deprem toplanma alanının olması ve insanların yerini bilmesi zorunluluktur” ifadelerini kullanıyor.(KONTEYNER YOK, GÜBRE KONTEYNERLERİ GÖNDERİLİYOR) Tüm bunlar yapılmadığı sürece mahallelere afet müdahale konteyneri konulmasının anlamsız olduğunu ifade eden Afet Uzmanı Dr. Kubilay Kaptan, “Mahallede afet ekibi yok, kullanılabilecek bir deprem toplanma alanı yok. Konteynerin içindekiler neye yarayacak o zaman?” diyor ve “’Yapalım da arkasında durmayalım’ mantığı yine” diye ekledi. Deprem bölgesine barınmak için gönderilen konteynerlere de değinen Kaptan “Her afet bölgesinde kaç kişinin açıkta kalacağı bellidir. Ona göre depoda hazır konteyner bekler. Ama bunu yapmadıkları için şimdi şantiyede ya da gübre deposu olarak kullanılan konteynerler depremzedelere gönderiliyor” dedi.("DEPREM HAZIRLIĞI SADECE BİNA GÜÇLENDİRME DEĞİLDİR") Her durumda olduğu gibi afet yönetiminde de inşaat kafası ile hareket edildiğini söyleyen Afet Uzmanı Dr. Kubilay Kaptan “Birçok insan istenen paranın büyüklüğü nedeniyle evine risk tespiti yaptıramıyor. İnsanlar ölme riskini göze almak zorunda kalıyor” diyerek 8 katlı bir binanın sadece inceleme masrafının 280 bin TL’ye varabildiğini söyledi. Deprem hazırlığının bina güçlendirmekten ibaret olmadığını söyleyen Kaptan bir an önce insanların deprem anı hakkında bilinçlendirilme çalışmaları yapılması çağrısını yaptı.

SOCAR’ın zam teklifi işçide tepki yarattı (Eren SARAN-Evrensel)

SOCAR Holding’e ait PETKİM ve Star Rafineri’de yeni dönem toplu iş sözleşmesinde Petrol-İş Sendikası’nın yüzde 64 zam isteğine karşılık yüzde 25 zam teklif edildi, işçiler duruma tepki gösterdi.

Noter ücretlerine yüzde 100 zam (SOL)

Noterlik hizmetlerinden alınan ücretler ikiye katlandı. Noterlerde yapılan işlemlerden tahsil edilen ücretlere ilişkin tarifede yüzde 100 oranında artışa gidildi.

Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlanan 2023 yılı noterlik ücret tarifesine göre, noterler taşınmaz sözleşmelerinde, satışa konu taşınmazın satış değerinin binde 1’i oranında ücret alacaklar. Bu ücret 500 TL’den az, 4 bin TL’den fazla olamayacak.(Her bir sayfa için 23,76 TL) Noterlerin, yaptıkları işlemlerden harçlar kanununa göre aldıkları harçların yüzde 30’u oranında tahsil ettiği noter ücretinde alt sınır 8,66 TL’den 17,32 TL’ye, vasiyetname ve vakıf senedi düzenlemesi ücreti 391,91 TL’den 783,82 TL’ye, hazırlanan her bir sayfadan alınan yazı ücreti 11,88 TL’den 23,76 TL’ye, tescili gereken işlemlere ait kağıtlardan, işlem başına maktu olarak alınan ücret ise 3,71 TL’den 7,42 TL’ye çıkarıldı.

Betona su kattılar, itiraz eden mühendisi darp ettiler (SOL)

İnşaat mühendisleri, meslektaşlarının maruz kaldığı saldırıyı basın açıklamasıyla protesto etti.

Uşak’ta bir yapı denetim mühendisi numune aldıktan sonra betona su katıldığını fark etti. İtiraz eden mühendis ve yanındaki stajyeri, inşaatın kalıp ustaları tarafından darp edildi. 1 Mart'ta Kemalöz Mahallesi'nde 4 katlı bir konut inşaatında yaşanan olayda, yapı denetim firması kontrol mühendisi Y.Y. yanındaki stajyer A.A. ile birlikte inşaat sahasına girerek beton dökümü sırasında ilk mikserden numune  aldı. Fakat numune alımından sonra beton mikserine su katıldığını fark ederek çalışanları uyardı. Denetleme için bulunduklarını ve betona su katılma işleminin kendilerine söylenmesi gerektiğini hatırlatan kontrol mühendisi betondan bir kez daha numune aldı.(Kalıp ustaları saldırdı) Aynı şantiyede ikinci mikserin beton dökümü sırasında yine betona su katıldığını gören kontrol mühendisi, yüksek makine gürültüsü nedeniyle el işaretleri ile durumu kalıp ustalarına anlatmaya çalıştı. Kalıp ustaları mühendisi binanın üst katlarına çağırdı. Stajyer ve mühendis binaya çıkmaya çalışırken merdivenlerde inşaatın kalıpçılarının saldırısına uğradı. Şiddete maruz kalan mühendis ve stajyer darp raporu alarak, inşaat ustalarından şikayetçi oldu.(Mühendislerden protesto) Sözcü’nün haberine göre betona su katılmasının içinde bulunulan şartlar altında beton dayanıklılığını yüzde 50'ye düşürebileceğini belirten İnşaat Mühendisleri Odası Uşak Şubesi Başkanı Ümit Alp, "Su katılmasının kötü yanı mukavemeti düşürür. Alınan numunelerde beton mukavemeti düzenli çıkarsa bir yaptırımı yok ancak düzensiz çıkarsa karot örneği alınacak. O da yetersiz çıkarsa bina yıkılabilir" ifadelerini kullandı. Uşaklı mühendisler kent meydanında toplanarak meslektaşlarına yapılan saldırıyı kınadı. Grup adına konuşan Alp "Ne yazık ki bu insanlık dışı saldırı ilk değildir. Yapı denetim firması çalışanları, denetim görevlerini yerine getirirken şantiyelerde aynı riskle her zaman karşı karşıya kalmaktadırlar" diye konuştu.

(derleyen:mstfkrc)











Türkiye’de 'tek ülkede sosyalizm' olabilir mi? - Erhan Nalçacı / SOL-Dayanışma Forumu

 

'Türkiye eğer tek ülkede sosyalizm dönemi yaşarsa içine kapanmanın ve sadece kendi sosyalizmini korumanın mutlak olmadığını bilecek ve kanalları zorlayacaktır.'

Bu yazı Dayanışma Meclisi'nin yayını Dayanışma Forumu'nun 7. sayısında yayınlanmıştır.

Türkiye Komünist Partisi 2022’nin sonunda Çözüm Belgeleri yayınlamaya başladı.1  Ekonomi, tarım, dış politika, sağlık, adalet, kadın, gençlik gibi birçok alanda yayınlanan belgeler Parti’nin iktidara geldiğinde ilk elden güncel sorunları nasıl çözeceğini mümkün olduğu kadar somut bir şekilde ele alıyordu. Böylece Türkiye’de sosyalist çözüm daha yakın kılınıyor ve emekçi halkımızın tartışabileceği bir somutlukta sunuluyordu.

Dayanışma Meclisi ise Türkiye’nin içinden geçtiği koşullarda Türkiye’de sosyalizmin güncelliği tartışmasına katkı yapmaya karar verdi. Forum’un bu sayısı da Türkiye’de sosyalizmin güncelliğine adandı.

Çözüm Belgeleri’nin somutluğu ve cesareti ister istemez Türkiye’de “Tek ülkede sosyalizm” deneyimini de akla getiriyordu. Bu deneme niteliğindeki yazıda Türkiye için “Tek ülkede sosyalizm”in mümkün olup olmadığını tartışmaya açacağız.

Öncelikle “Tek ülkede sosyalizm”i tanımlayalım: Bir ülkede sosyalist devrim sonrasında o ülkenin emperyalist dünyada kuşatılmış olarak kalması, kendi gücüne dayanarak sosyalizmi inşa etmesi ve koruması olarak tanımlanabilir. Tek ülkede sosyalizm, daha sonra bahsedeceğiz, Sovyetler Birliği örneğinde olduğu gibi kuruluşundan itibaren ortaya çıkabilir veya dünya sosyalizminin karşı-devrime mağlup olmasıyla Küba sosyalizminin yalnız kalması gibi sonradan da belirebilir.

Ülkeler düzeyinde nesnel durum ve özneye ait koşullar öylesine bir eşitsiz gelişime tabi olmuştur ki bir ülkede işçi sınıfı iktidara gelirken dünya devriminden uzak düşülmüştür. Sosyalist iktidarın önünde dünya devrimine karşı sorumlulukla ülkede kurulan sosyalizme karşı sorumluluk arasındaki açının arttığı bir dönem açılır.

Türkiye’de tek ülkede sosyalizm olasılığı

Türkiye’de tek ülkede sosyalizm deneyimi yaşanıp yaşanmayacağı bugünden bilinmesi olanaksız bir tahmindir. Çözüm Belgeleri’ndeki dil böyle bir deneyimin yaşanıp yaşanmayacağının bilinmesini değil, önümüzdeki dönem dünyada ilk ipi göğüsleyen ülke olsak bile sosyalizmi kurar ve koruruz kararlılığını yansıtmaktadır. 

Ayrıca bu kararlılık, içinden geçtiğimiz 30 yılı aşan, devrimci durumun değil, karşı-devrimin hâkim olduğu dönemde Türkiyeli devrimcilerin dünya çapında bir öncülük yapabileceği ve ilk ipi göğüsleyen ülke olabileceğine ilişkin bir özgüveni de kapsamaktadır. Kendi yaratıcılığına, kuramsal ve örgütsel gücüne güvenmenin yanı sıra emekçi halkın cesaret ve aklına güvenen bir iyimserliği de içerir. Devrim coğrafyası gezinir dünyada ve zamanı gelince her halkın rolünü oynayabileceği bir pencere açılır.2

Dolayısıyla yakın gelecekte tam olarak ne olacağını bilemesek de olasılıklardan biri henüz dünya devrimine giden yolun başında Türkiye sosyalizminin bir süreliğine tekliğini korumasıdır ve Türkiyeli devrimci özne bu olasılığı cesaretle ve kıvançla karşılamaya hazır olduğunu bildirmiştir.

Diğer bir olasılık ise Türkiye’nin öncülüğünden sonra kısa bir zaman dilimi içinde arka arkaya, yakın çevredeki işçi sınıflarının başını çektiği devrimlerle bir sosyalist dünya sistemine doğru gidilmesidir. Emperyalizmin tam anlamıyla gücü kırılmasa da birbiriyle yardımlaşan, işbirliği yapan, kendi içinde bir sistem kurmaya başlayan ve uluslararası ortamda birlikte karar alarak davranan yeni bir işçi sınıfı pratiği, içinden geçtiğimiz dönemde hiç de olasılık dışı gözükmemektedir.

Dünyamız geçen yüzyıla benzemiyor: Dünya, köylü nüfusun ağırlıkta olduğu bir çağdan işçi sınıfının ağırlığını toplumsal dokuya kazıdığı bir çağa geçti. Buna karşılık kentlerde tekeller karşısında küçük burjuvazi de eridi ve iki temel sınıf, asalak ve toplumun küçük bir nüfusunu oluşturan sermaye sınıfı ve dev gövdesi ile işçi sınıfı uçurumlaşan bir çelişkiyle bir arada bulunuyor.

Ve tüm dünyada üretim ulusal sınırlar ötesinde toplumsallaşıyor. Dünyayı bütünleştiren tedarik zincirleri toplumsallaşmanın boyutunu bize gösteriyor. Bu toplumsallaşmaya karşın üretim araçlarının özel mülkiyeti aşılması gereken büyük bunalımın özünü oluşturuyor ve dünya, devrimi hak ediyor. Bunalım ayrıca dünya üretim ve pazarları bütünleşmiş olmasına karşın bir emperyalist paylaşım savaşı ile boyutlanıyor. Emperyalist rekabet, sermaye birikiminin rakip coğrafyada kalan kısmını yok etmeyi amaçlıyor. Dünya emekçilerine ait özneler bir yanardağ volkanının kenarlarında gezindiklerinin farkındalar ama öte yandan insanın insanı sömürüsüne son vermek için çok uygun koşullar oluştuğunu da görüyorlar.

ABD hegemonya mücadelesinde Çin ve Rusya’ya karşı bir jeopolitik savaşı örüyor bir yandan. Öte yandan ABD ve hegemonyasındaki ülkelerde işçi sınıfını düzen içinde tutan mekanizmalar eskisi gibi çalışmıyor. “Orta sınıflar” eriyor, kapitalizm güzellemesi yapılamıyor, kentli emekçi sınıflar paylaşım savaşına katılmak istemiyorlar. İşçi sınıfı kapitalizmin yapısal bunalımının ürünü olan sektörlerde bunalımı daha da kötüleştiren bir ekonomik mücadele veriyor, özelleştirmeye karşı devletleştirme ideolojisi öne çıkmaya başlıyor ve sınıfın içinde bağımsız siyasi öznelere beliriyor. 

Bütün bu gelişmeler 21. yüzyılda tek ülkede sosyalizme uzun süreli olarak izin vermeyecek ve devrimlerin birbirini takip ederek bütünleşeceği bir sürece işaret ediyor.

Son olasılıksa Türkiye’nin ilk ipi göğüsleyen ülke olmasa da devrimci zincirin bir halkası olarak sürece katılmasıdır.


Zorunluluk ve rastlantısallık kategorisi üzerinden tanımlarsak, 21. yüzyılda bu asalak ve aklını yitirmiş sermaye sınıfının dünyayı yok etmesine izin vermezsek devrimlerin bir zorunluluk olduğudur. Geçen yüzyıldakinden çok daha güçlü bir sosyalizm dalgasının dünyayı kaplaması beklenir. Eşitsiz gelişim boyunca bu dalganın hangi ülkeden başlayacağı ise rastlantısallıkla ilişkilidir. Hem kontrolümüz dışında olan nesnellik hem öznenin cesareti, aklı ve ataklığı ile ilgili karmaşık bir örüntüden bahsediyoruz. 

'Tek ülkede sosyalizm' Türkiye’de yaşayabilir mi?

Öncelikle bir ülkede işçi sınıfı iktidarının emperyalist dünyada bir ada gibi kalarak yaşaması için işçi sınıfının üst düzeyde örgütlü olması ve diğer emekçi sınıfları yanında tutabilmesi gerekir. İktidar bir kez ele geçirilmiş olabilir ancak onu emperyalist devletlerin desteklediği karşı-devrimci güçlerden koruması en az iktidara gelmek kadar zor ve hünerli bir iş olacaktır. Bu konuda bugünden ancak tahminlerde bulunulabilir. Öte yandan örnek olarak inceleyeceğimiz iki ülke olan Sovyetler Birliği’nde ve Küba’da halkın örgütlü gücüne dayanan komünist partiler öncülüğünde iktidarın nasıl korunduğu tarihsel olarak çok iyi belgelenmiştir. 1990 sonrası ABD’nin burnunun dibindeki sosyalizm Küba halkının yurtseverliği ve devrime bağlılığı ile yaşatılmış ve savunulmuştur.

İkincisi, tek ülkede sosyalizm için bir ülkenin bir düzeyde iktisadi yeterliliğinin olmasıdır. 1917’de Bolşevikler iktidara geldiğinde Rus İmparatorluğu dünyanın yüzölçümü en büyük ülkesiydi. Doğal kaynakları, savunma olanakları, insan gücüyle “tek ülkede sosyalizm”in yaşaması için eşsiz olanaklara sahipti. Sovyetler Birliği deneyimi “Tek ülkede sosyalizm”in devrimin yeni dinamiklerle devam etmesi anlamına geldiğini kanıtladı. İç savaştan sonra yaraları saran bir toparlanma dönemini takip eden yıllarda Ekim Devrimi sosyalizmi inşa etmeye dönük dev bir atılım gerçekleştirdi. 1929’da başlayan hamle hem karşı-devrimin ve gericiliğin potansiyel gücünü kırıyor hem tarımda kolektivizasyonu sağlıyor hem de büyük bir hızla ülkeyi sanayileştiriyordu. On milyonların büyük bir coşku ile katıldığı bu inşa süreci ülkenin olanaklarıyla birleşince dünyayı değiştiren bir sürece dönüştü.3

Buna karşılık Küba 1990’lara vardığında 30 yıldır kurulmaya devam eden sosyalizmi ile başta Sovyetler Birliği olmak üzere sosyalist devletlerin desteğini yitirdi ve gayri safi milli hâsılası bir anda %40’lık bir düşüş gösterdi.4 Küba ne çeşitliliğe dayanan bir tarım ülkesiydi ne de çok yönlü bir sanayiye sahipti. Buna rağmen sosyalizmini korudu ve yaşamaya devam etti. Bunun nasıl gerçekleştiğini daha sonra kısaca ele alacağız.

Sosyalist Türkiye, Sovyetler Birliği’nin zengin potansiyeline sahip olmayacak, ama bir Küba da değil kesinlikle. Türkiye tarımsal olanaklarının yanı sıra bir sanayi ülkesi haline gelmiş durumda. Dünya GSMH karşılaştırmasında Türkiye ilk 20’ye, hatta farklı hesaplama yöntemleri ile ilk 15’e giriyor. 85 milyonu bulan nüfusu da dikkat çekiyor.

Şunları hesaba katmaya daha çok alışığız: Örneğin Türkiye artık irice bir kapitalist ülke haline geldi ama buna rağmen iktisadi kırılganlıkları ile devrime nesnel olanaklar sunuyor. Veya Türkiye’de sermaye iktidarını haklı olarak son dönemdeki yayılmacı uluslararası pozisyonundan dolayı eleştiriyoruz ama bir yandan bu yayılmacılık Türkiye’de bir devrimin kapısını aralayabilecek, başı belaya sokma riskini de taşıyor.

Ancak Türkiye’de tek ülkede sosyalizm deneyimi yaşanması durumunda; büyük emekçi sınıfların varlığını, sanayi gücünü ve özellikle silah sanayisi, burada çalışan teknik donanıma sahip kadroların varlığını, ne kadar yıpratılsa ve küçülse de geniş tarımsal toprakların kentleri besleme potansiyelini, bilimsel üretim kapasitesini ve buna benzer olumlu koşulları daha az dikkate alıyoruz.

Başlıca bir iktisadi analiz, gerekli olmasına rağmen bu denemenin kapsamına girmeyecektir.

Öte yandan bir diğer önemli başlık, tek ülkede sosyalizmin yaşaması açısından her zaman emperyalist dünyanın hava deliklerine olanak vermesidir. Bu olanak hiçbir zaman emperyalist düzenin bir bütün içinde olmaması, her zaman iç rekabete bağlı kamplaşma ve siyasi dinamiklerin getirdiği çelişkilerle dolu olmasından kaynaklanır.

Örneğin, Ekim Devrimi’nin bir süre sonra dünya devrimine açılmayacağı anlaşıldığında tek ülkede sosyalizmin inşası başatlık kazanmıştır. Bu koşullarda Sovyetler Birliği hızlı kalkınması için gereksinim duyduğu makine ve teçhizatı Naziler iktidara gelene kadar Almanya’dan temin etme şansı bulmuştur.5 Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Alman burjuvazisi Versay Anlaşması’nın haksız yere yükledikleri karşısında emperyalizmin diğer cephesine tavır aldığı bir dönemdeydi. Yine Sovyetler Birliği eski sömürge olan ulusların burjuva devrimleriyle gelen bağımsızlık mücadelesine verdiği destek ile de kendine müttefikler bulabilmişti. 

Küba sosyalizminin 1990’larda “özel dönem” diye tanımlanan ve ekonomisinin önemli bir kısmını yitirerek küçüldüğü bir döneme girdiğini söylemiştik. Sosyalist devletlerin desteğinin çekilmesi ile ABD ablukası altında ezilen Küba halkı bu yıllarda acıyla test edildi. Büyük bir döviz ve gıda güvenliği sorunu yaşandı.6Ancak Küba merkezi planlamayla hızlıca yeni duruma uyum sağladı; yeni tarım yöntemleri, turizme açılınması, bilgiye dayalı teknolojilerin geliştirilmesi, uluslararası ortak ticari kurumların yaratılması vb. gibi adımlarla Küba, 1990’ların ortasına gelindiğinde tekrar büyümeye başlamıştı.7

Bu toparlanışta devrimci liderliğin de büyük payı vardı. Daha önce Bilim ve Aydınlanma Akademisi tarafından yayınlanan ve 1993’te çekilen videoda Fidel açılışı yapılan bilim merkezinde “Bilgiye dayalı teknoloji geliştireceğiz. Bunun dışında dünyada yerimiz yok. Almanya ve Japonya ile rekabet edebiliriz” diyordu.8 Gerçekten Küba’nın bugün biyoteknoloji alanında kazandığı şaşırtıcı üstünlük biliniyor.

Ayrıca Küba ABD ablukası altında o kadar da yalnız kalmamayı başardı. 2000’lerin başından itibaren Latin Amerika’da yükselen ABD karşıtı, bağımsızlıkçı, halkçı, anayasacı demokrat hareketler, Venezuela’da olduğu gibi başarı kazandıkça Küba’ya destek olarak ekonomisini rahatlattılar. Latin Amerika’daki hareket işçi sınıfı öncülüğüne dayanmıyordu ancak çok önemli bir hava deliği sundu.

Küba’ya. 2008’den sonra ise dünyada baş gösteren emperyalist hegemonya krizi esnasında Rusya ve Çin’in desteğini alabildi Küba.

Bu örnekler, Türkiye çapında bir ülkenin bir süre “tek ülkede sosyalizmi” kurmak zorunda kalsa bile mutlak bir yalnızlık içinde olmayacağını telkin ediyor.

Öte yandan unutmamamız gereken önemli bir başlık daha var: İşçi sınıfı dünyanın geri kalanında henüz iktidara gelememiş olabilir, ama bu sosyalist devrimine kavuşan ülke ile dayanışmayacakları anlamına gelmez. Örneğin, Türkiye işçi sınıfının Küba ile kararlı bir şekilde dayanışması kayda değer bir olaydır. Türkiye işçi sınıfı iktidarını kurduğunda bütün dünyadaki işçi sınıfı partilerinin desteğini kendine çekecektir. Bu, maddi desteğin yanı sıra sosyalist Türkiye’ye karşı açılacak bir savaşın önlenmesi şeklinde de olabilir.

Tek ülkede sosyalizmin dünya devrimi ile arasındaki açı sorunu

Uzamış bir “tek ülkede sosyalizm” ile ulusal düzeydeki işçi sınıfı siyasetinin dünya devrimine karşı sorumluluk alışında bir azalma olabileceği biliniyor. Hatta bu durumun mutlaklaştırılmasının Sovyetler Birliği’nde karşı-devrimi güçlendirdiğine ilişkin geniş tartışmalara bakılabilir.9


Küba örneğinde ise sosyalizmin dünya ölçeğinde devletli bir güç olduğu dönemde Küba enternasyonalist dayanışmada da oldukça cesurdu. Angola Halk Cumhuriyeti’nin ırkçı Güney Afrika saldırısına maruz kaldığı 1970’li yıllarda Küba on binlerce asker göndererek dayanışmasını göstermişti.10

1990’dan sonra böylesi bir askeri desteğin ne zemini ne olanağı kalmıştı Küba için. Ancak Küba bu geri çekilmeye karşın her zaman dünya halkları ile dayanışmak için kanallar buldu. Bugün dünyanın neresinde olursa olsun felakete uğrayan halkların yardımına Kübalı sağlıkçıların koşması gibi.

Türkiye de eğer tek ülkede sosyalizm dönemi yaşarsa içine kapanmanın ve sadece kendi sosyalizmini korumanın mutlak olmadığını bilecek ve kanalları zorlayacaktır.

Öte yandan Küba’nın içinden geçtiğimiz bu karanlık dönemde sosyalizmde ısrarı ve sosyalizmin başarıları dünya devrim sürecine başlıca katkı olmuştur. Türkiye de sosyalizmini koruyarak ve geliştirerek yeri geldiğinde cesaretle katkısını yapacaktır.

Erhan Nalçacı /  Dayanışma Forumu - SOL



Betona boğulan Phaselis'te 177 bitki türü var - Yusuf Yavuz / SOL

 

Phaselis’te halk plajı ve günübirlik tesisler inşa edilmesi amacıyla başlatılan proje, doğal ve kültürel miras açısından endişe verici boyutta…

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın iki ayrı halk plajı ve günübirlik tesisler inşat etmeye başladığı Antalya’daki Phaselis antik kenti çevresinde, 22 tanesi yalnızca alana özgü endemik olmak üzere toplam 177 bitki türü bulunuyor. Beydağları Sahil milli Parkı sınırları içerisinde bulunan Phaselis’te 122 kuş türü, 33 amfibi ve sürüngen 27 de memeli türü tespit edildi. Antik kent ve çevresinde, uluslararası koruma kriterlerine göre nesli tehlike altında ve zarar görebilir kategorisinde türler de bulunuyor. Antik kentin adıyla anılan Phaselis burçağı (Lathyrus phaselitanus) Phaselis salebi (Ophrys phaseliana) başta olmak üzere birçok tür, zengin doğal ve kültürel mirasın bir arada olduğu bu özel korunan alanda çarlığını sürdürüyor. Phaselis gibi birçok özellikli korunan alana sahip olan Antalya, 2024 sonbaharında COP15 olarak da bilinen BM Biyoçeşitlilik Konferansı'nın 16'ncısına ev sahipliği yapacak. Ancak deniz ve karasal ekosistemleri bir arada barındıran Phaselis’te halk plajı ve günübirlik tesisler inşa edilmesi amacıyla başlatılan proje, doğal ve kültürel miras açısından endişe verici boyutta. 

Kültür ve Turizm bakanlığı tarafından Antalya’daki Phaselis antik kentinin koruma alanı içinde başlatılan halk plajları ve günübirlik tesisleri içeren proje kamuoyunda endişeyle karşılandı. İptal edilmesi için iki ayrı dava açan yöre halkı, ayrıca iş makineleri ile inşaat yapılan çalışmaların korunan alanı tahrip ettiği gerekçesiyle sorumlular hakkında Kemer Cumhuriyet Başsavcılığı‘na suç duyurusunda bulundu.

177 tür tespit edildi

Likya uygarlığının önemli liman kentlerinden biri olan Phaselis ve çevresi, arkeolojik kalıntıların yanısıra önemli bir biyoçeşitlilik alanı. Phaselis ve çevresinde yürütülen bilimsel çalışmalarda bugüne kadar 59 familyaya ait 177 tür tespit edildi. Phaselis’te ayrıca 22’si endemik olmak üzere 223 takson teşhis edilirken, bunların 4 tanesinin inşaat faaliyetlerinin sürdürüldüğü ormanlık alanda vardığını sürdürdüğü belirtildi.

İş makineleriyle inşaat çalışmalarının sürdürüldüğü bölgede yayılış gösteren 4 endemik tür ve koruma statüleri şöyle: Petrorhagia pamphylica (zarçiçeği) Antalya endemiği olan bu tür, IUCN kategorilerine göre zarar görebilir kategorisinde. Sideritis lycia (kemer çayı). Olimpos-Beydağları Milli Parkı endemiği olan tür, (zarar görebili) kategorisinde. Stachys sericantha (dikenli çay). Olimpos-Beydağları Milli Parkı endemiği olan bu tür ile Akdeniz Bölgesi endemiği olan Thymus revolutus (kum kekiği) de zarar görebilir kategorisinde yer alan türlerden.

122 kuş türü, 33 amfibi ve sürüngen 27 memeli türü var

Phaselis’teki fauna da oldukça zengin bir çeşitliliğe sahip. Yapılan bilimsel çalışmalarda Phaselis'te 122 kuş türü, 33 amfibi ve sürüngen 27 de memeli türü tespit edildi. Türkiye’de yayılış gösteren yaklaşık 165 kurbağa ve sürüngen türünden 33’ünün projenin uygulanacağı inşaat sahası ve yakın çevresinde de yaşadığı kaydedildi. 

Phaselis ve yakın çevresindeki memeli türlerinden nesli tükenmekte olan Akdeniz foku ve tilki Türkiye'nin de taraf olduğu CITES=Nesli Tehlikede Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticareti'ne ilişkin sözleşmeye göre avlanmaları, öldürülmeleri, iç ve dış ticareti kesinlikle yasak. Bu durum cezai müeyyidelerle güvence altına alındı. 

Deniz kaplumbağalarının üreme alanı

Phaselis'te özellikle halk plajı projesinin uygulanmak istendiği Bostanlık Koyu Kumsalı'nda yuva yaptığı bilinen deniz kaplumbağalarından İribaş Deniz Kaplumbağası (Caretta caretta) türünün sahile yakın yerlerde yapılacak her türlü faaliyetten etkileneceği belirtiliyor. Uzmanlara göre özellikle üreme ve yavrulama dönemi olan bahar ve yaz aylarında yapılan inşaat faaliyetleri ile bunlara bağlı hafriyat, gürültü, ve ışık gibi uyaranların türü olumsuz etkileyeceği kaydediliyor:

“Sahil yapısının bozulması, buna bağlı olarak popülasyonun üreme başarısının düşmesi, popülasyondaki birey sayısını azaltacak, geri döndürülemeyecek bir biçimde popülasyonlara zarar verecektir. Sahanın ekolojik bir bütünlük içinde ele alınıp değerlendirilmesi en doğru yoldur. Bu derece önemli ve hassas türleri barındıran, hassas ve kırılgan biyotopların en doğal halleriyle korunması kesinlikle şarttır. Aksi takdirde bu türlerin telafi edilemeyecek zararlara uğraması hatta yok olması kaçınılmazdır.”

Milli Parkı’nın sınırları adım adım küçültüldü

Phaselis’in çevresiyle birlikte bütüncül bir koruma anlayışı ile yönetilmesi gerekiyor. Bu amaçla antik kentin koruma alanının sınırları 2016’da genişletildi. Ancak koruma alanı sınırları içerisinde yer alan Alacasu ve Bostanlı koylarında toplam 85 bin metrekarelik alanın bölgedeki insan baskısını artıracak şekilde yapılaşmaya açılması koruma ilkeleriyle çelişiyor. Phaselis’in de içinde bulunduğu bölge, 1972’de milli park olarak ilan edilmişti. Ancak Beydağları Sahil Milli Parkı’nın sınırları zamanla yapılan tahsisler nedeniyle 69 bin hektardan 31 bin hektara düştü. Alandan parça parça koparılan koy ve sahiller bugün turizm işletmelerinin işgali altında bulunurken, bölgedeki denizsel ve karasal biyoçeşitlik üzerindeki baskı da artıyor. 

Halkın kullanabileceği sahillerin de turizm tahsisleriyle kapatılması nedeniyle ortaya çıkan sorun, korunan alan olan Phaselis’teki koyların yapılaşmaya açılmasıyla çözülmek isteniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın projedeki ısrarının bir nedeni de alanın kötü kullanımı ve antik kent üzerindeki baskıyı azaltmak. Ancak insan baskısını azaltmak için bölgenin konfor akanını artıracağı için daha çok insanı çekeceği öngörülen projenin doğal ve kültürel miras üzerindeki baskının katlanarak artıracağı kaydediliyor. 

Türkiye Phaselis'i korumak için sözler verdi

Phaselis'te yer alan biyolojik varlıklar, başta CITES (Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme) olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu ve koruma sözü verdiği çok sayıda uluslararası bağlayıcılığı bulunan sözleşme bulunuyor:

Rio Biyolojik Çeşitliliği Koruma Sözleşmesi (Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi), BERN Sözleşmesi, Ramsar Sözleşmesi (Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme), Barselona Sözleşmesi (Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin Korunması Sözleşmesi), SPA ve Biyoçeşitlilik Protokolü (Akdeniz'de Özel Koruma Alanları ve Biyolojik Çeşitliliğe İlişkin Protokol), LBS Protokolü (Akdeniz'in Kara Kökenli Kaynaklardan ve Faaliyetlerinden Dolayı Kirlenmeye Karşı Korunması Protokolü).

Aralık 2022’de Montreal’de gerçekleşen BM Biyoçeşitlilik Konferansı sırasında açıklama yapan Tarım ve Orman Bakanı Prof. Dr. Vahit Kirişci,"2024 yılının Ekim-Kasım aylarından birinde COP16’ya Antalya’da ev sahipliği yapacağız. Konferans alanında açtığımız Türkiye standında da katılımcıları ülkemize davet ettik" bilgisini vermişti. 

Bakan Kirişci, “Böylesi bir toplantıya ev sahipliği yapabilmemiz için 2019 yılında Sayın Cumhurbaşkanı'mızın talimatıyla Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Koordinasyon Kurulu oluşturuldu. Bu kurul, o tarihten bu yana yapılması gerekenler konusunda kapsamlı çalışmalarını sürdürüyor” ifadelerini kullanmıştı. 

Bakan Kirişçi’nin 2024’te Antalya’da düzenleneceğini duyurduğu COP16, 2030’a kadar kara ve deniz alanlarının yüzde 30’unun koruma altına alınmasını hedefliyor. Kısaca (30 x 30) olarak anılan bu koruma hedefine ulaşmak için bugün Phaselis’le ilgili alınan kararların uzun vadede ulusal ve uluslararası yüzleşmeleri olacağının unutulmaması gerekiyor. Phaselis’in yapılaşmaya açılmasına neden olacak kararlar, yalnızca kültürel miras, turizm ve rekreatif beklentileri karşılamak amacıyla değil, aynı zamanda bütüncül koruma açısından değerlendirilmesi gerekiyor. 

                                                        İllüstrasyon: Yasemin S. Akyüz

Yusuf Yavuz / SOL





Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -16 Mayıs 2025-

İmamoğlu için hukuki mütalaa veren Prof. Adem Sözüer’in kardeşi Kamu Hastaneleri Hizmetleri Başkanlığı görevinden alındı -Asuman Aranca- Tut...