Halk Plajı değil, rant plajı! - Yusuf Yavuz / SOL

 İşte dünya mirası Phaselis’e beton dökerek ‘Ücretsiz Halk Plajı’ yapacağını açıklayan bakanlık bünyesindeki TURAŞ’ın görünmeyen yüzü…

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Antalya Phaselis’te, 1. Derece arkeolojik sit alanı içerisindeki koylarda yapımına başladığı halk plajı projesi kamuoyunda büyük tepkiye neden oldu. Projeyi savunan yetkililer ise iki ayrı koyda ‘ücretsiz halk plajı’ yapılacağını, tesislerin de Bakanlık bünyesinde işletileceğini söylüyor. Ancak Bakanlık bünyesindeki bürokratların kurduğu Vakfın büyük hissedarı olduğu TURAŞ özel bir şirket statüsünde çalışırken işletilen mevcut plajlarda usulsüz birçok tahsis yaptığı öne sürüldü. TURAŞ’ta zimmet, rüşvet ve yüzbinlerce liralık usulsüzlük yapıldığı iddiaları son üç yıldır gündemden düşmezken, şirketin büyük ortağı olan Vakfa 2020’de Mahkeme kararı ile Kayyım atanmıştı. Kayyım atanmasının ardından TURAŞ A.Ş’nin Bodrum’da yaptığı halk plajı inşaatının yapım maliyeti ile yüklenici firmaya yapılan ödeme arasında yaklaşık 1,5 milyon TL’lik fark olduğu tespit edildi.

Ulaştığımız belgeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulan şirket aracılığı ile kamu gücü kullanılarak kıyıların nasıl ranta alet edildiği de gözler önüne seriliyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı geçtiğimiz ay dünya mirası olan Antalya Phaselis’te koruma alanı sınırları içindeki koylarda iki ayrı halk plajı inşaatına başladı. 47.7 milyon artı KDV maliyeti olacağı belirtilen proje kapsamında 1. Derece arkeolojik sit alanı olan koylarda toplam 1139 metreküp beton döküleceği, yaklaşık 300 kamyon civarında (2892 metreküp) derin kazı yapılacağı belirtildi.

BAKANLIK ‘ZARAR VERİLMİYOR’ DEDİ

Sit alanlarının kullanım koşullarını belirleyen ilke kararına aykırı şekilde yapılaşmalara yol açan plaj projesi kamuoyunun tepkisini çekerken, bakanlık yetkilileri korunan alandaki çalışmaların Kurul kararıyla, müze ve kazı başkanlığı denetiminde yapıldığını, ayrıca doğal ve tarihi dokuya zarar verilmediğini açıkladı. 

YAPILAŞAN KOYLAR RANTA AÇILACAK ENDİŞESİ

Bakanlık yetkilileri, koydaki yapılaşmanın artacağı ve alanın ranta açılacağı yönündeki endişelere ise projenin ücretsiz halk plajı olduğunu, bakanlık bünyesinde işletileceğini, başka firmalara verilmeyeceği şeklinde karşılık verdi. 


TURAŞ A.Ş.’NİN ÇİFTLİĞE DÖNEN PLAJLARI

Ancak Bakanlık bünyesindeki TURAŞ’ın (Turaş Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi), adeta Bakanlık bürokratlarının çiftliği haline geldiği ortaya çıktı. Çeşme, Bodrum, Marmaris ve Antalya gibi sahil kentlerinde son yıllarda çok sayıda plaj açan ve “5 yıldızlı” diyerek duyuran TURAŞ’ın işlettiği plajlarda usulsüz tahsisler, rüşvet ve kamu zararına yol açan uygulamalar,  şirketin kötü yönetildiğini gösteriyor. 

TURAŞ’IN KİRAYA VERME YETKİSİ VAR

Ankara’daki kurumlararası vergi ödeme listesinde ilk 100 firma arasında olduğu belirtilen TURAŞ Turizm Ticaret A.Ş’nin resmî web sayfasında, 1982’de kurulan şirketin, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Döner Sermaye İşletmeleri iştiraki olduğu belirtilerek amaçları özetle şöyle sıralanıyor: “Çevre kirliliği ve çevre sorunlarının önlenmesi ile sağlığa yönelik her türlü üretim ve ticari faaliyette bulunmak. Turizm konusunda her türlü araştırma, planlama, yatırım, işletmecilik, eğitim ve denetim faaliyetlerinde bulunmak, turizm konusunda her türlü yatırıma girişmek, otel, motel, tatilköyü, pansiyon ve benzeri eğlenme ve dinlenme yerleri açmak, işletmek, kiralamak, kiraya vermek, dinlenme tesisler, huzurevleri, her türlü sağlık yatırımları, lokaller, yeme içme tesisleri, kantinler açmak ve işletmek.”

ŞİRKETİN BÜYÜK ORTAĞI TUDAV

Özel şirket statüsünde olan TURAŞ’ın yüzde 51’lik hissesi, Bakanlık bürokratlarının kurduğu TUDAV (Turizm ve Dayanışma Vakfı), yüzde 48’lik kısmı da yine Bakanlık bünyesindeki DÖSİMM’e ait. Geri kalan 1 hisse de şahısların. 

MAHKEME TUDAV’A KAYYIM ATADI

Kültür ve Turizm Bakanlığı Bakan Bakan Yardımcısı Nadir Alpaslan’ın başında olduğu vakfa 2020 yılında Kayyım atandı. Gerekçe olarak ise Vakıflar Genel Müdürlüğünün vakıfta yaptığı denetimler olduğu belirtiliyor. TUDAV’ın internet sitesinde “yapım aşamasında” notu belirdikten sonra söz konusu Kayyım atanmasıyla ilgili mahkeme kararının bilgisine de zorunlu olarak yer verilmiş: “Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2020/283 Esas Sayılı Dosyası’nda Alınan Mahkeme Kararı Gereğince: Vakıf Yönetimi görevden alınarak 

yerine Kayyım atanmıştır, Tüm üyelere duyurulur.”

KAYINBİRADER GİTTİ, DENETİM BAŞLADI

Bu arada Mahkeme kararıyla Kayyım atanan vakfı denetleyen Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün başında 2010-2019 arasında Nadir Alparslan’ın kayınbiraderi olan Adnan Ertem’in Genel Müdür olarak bulunduğunu anımsatmak gerekiyor. Bugün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda Bakan Yardımcısı olarak görev yapan Ertem’in 2019’da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden ayrılmasının ardından TUDAV’da denetim yapılması ve ardından Kayyım atanması dikkat çekici.  

TURAŞ’IN YENİ HEDEFİ PHASELİS KOYLARI

Vakfa Kayyım atandığı için TURAŞ şirketi de Kayyım denetiminde. Ancak milyonlarca liralık ihalelerle inşaatına başlanan Antalya’daki halk plajlarının bu yapıdaki bir kuruluş tarafından nasıl sağlıklı şekilde işletileceğini muamma. Antalya’da Phaselis dışında Küçük Çaltıcak bölgesinde de benzer bir halk plajı bu şirket tarafından işletilecek. Milli park sınırlarında ve korunan alan statüsündeki bölgede de inşaat sürüyor. 

HEM BAKAN YARDIMCISI HEM KUVEYT TÜRK YÖNETİCİSİ

Bakan Yardımcısı Nadir Alpaslan deneyimli bir bürokrat. 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı'na Abdullah Gül'ün seçilmesinin ardından, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı yapılan Alpaslan, 2014’de Erdoğan’ın seçilmesiyle Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcılığı görevine devam etti, 2018’de ise Otel zinciri sahibi Mehmet Nuri Ersoy’un Bakanlık koltuğuna oturtulmasıyla Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı olarak atandı. Nadir Alpaslan, ayrıca 2011’den beri Kuveyt Türk Katılım Bankası A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapıyor ve bu görevinden de ayrıca ücret alıyor. 


BAKAN YARDIMCISINA MAAŞ DIŞINDA 176 BİN EK KAZANÇ

Gazeteci Müyesser Yıldız, 9 Temmuz 2021 tarihli yazısında Kayyım işinin suyunun çıktığına işaret ederek 2020 yılında işlettiği Bodrum ve Belek’teki plajların büyük ölçüde zararlar ettiğini belirttiği TURAŞ ve yöneticileri hakkında şunları aktarıyordu: “Kayyum meselesinden evvel TURAŞ’ın Yönetim Kurulu üyeleri ve başkanının kimler olduğunu belirtelim. Bu yıl başına kadar Yönetim Kurulu üyeleri Turizm ve Dayanışma Vakfı yöneticileri ve Bakanlık bürokratlarından oluşuyordu. Başkanı ise Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Nadir Alpaslan’dı. Bu ismi nereden tanıyoruz? Son dönemde CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz’ın ifşa ettiği, birden fazla maaş alan bürokratlar listesinden. Yavuzyılmaz’ın tespitine göre, Alpaslan, Bakan Yardımcılığı maaşına ilave, Kuveyt Türk Bank Yönetim Kurulu üyeliği ile üyelik kar payı olmak üzere ayda toplam 176 bin 727 lira kazanıyor.”

NAYLON FATURA İLE MİLYONLARCA LİRALIK DANIŞMANLIK ÜCRETİ

Müyesser Yıldız, çalışanları ve yaptığı işin çerçevesi belli olan TURAŞ’ın, Bakanlık’la sorunu olan otel ve işletmelerle “danışmanlık hizmet sözleşmesi” formülü ile gerçekte böyle bir hizmet verilmediği halde naylon faturalar düzenlendiğine değinerek “örneğin bir otelden 1 milyon, bir diğerinden 8 milyon, bir başkasından 2.5 milyon lira alınmış” iddiasını da aktarıyor.*

BODRUM PLAJI İNŞAATINDA 1,5 MİLYONLUK FAZLADAN ÖDEME SKANDALI

TURAŞ A.Ş’nin Bodrum’da yaptığı halk plajı inşaatının yapım maliyeti ile yüklenici firmaya yapılan ödeme arasında yaklaşık 1,5 milyon TL’lik fark olduğu tespit edildi. Bodrum 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2020/24 sayılı dosyasında bilirkişilerce tespit edilen fahiş fiyat farkı, TURAS A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Cem Sultan Saral’ın söz konusu işle yetkili olduğu dönemde gerçekleşti. Buna göre TURAŞ A.Ş., Bodrum Halk Plajının inşaatı için yüklenici firmaya 3.550.045.00 TL ödeme yaptı. Ancak bilirkişi raporunda maliyet 2.061.517,62 TL olarak tespit edildi. Şirketin uğradığı zarar yaklaşık 1,5 milyon TL düzeyinde. TURAŞ ve TUDAV’ın avukatları konuyla ilgili 5 Temmuz 2022 tarihinde dönemin Genel Müdür Yardımcısı Cem Sultan Saral’a bir ihtarname göndererek kurumun uğradığı zararla ilgili yargı yoluna başvurulup vurulmasını yolunda bilgi verilmesini talep etti. 

BİR AY SONRA GÖREVDEN ALINDI

Bu olaydan yaklaşık bir ay sonra, Ağustos 2022’de dosyada adı geçen ve yapım ihalesinde 1,5 milyonluk fazladan ödeme yapıldığı dönemin sorumlusu olduğu belirtilen TURAŞ A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Cem Sultan Saral’ın görevine son verildi. 

TURAŞ AKRABA ÇİFTLİĞİNE DÖNMÜŞ

Genel Müdür Yardımcısı Cem Sultan Saral’ın Marmaris’teki yeğeni ve Plajlar koordinatörü olan M.İ.İ’nin buraya kendi bacanağını getirerek müdür yaptığı, ve plaj işletmesini işletmeyi bütünüyle kiraya vermeye çalıştığı, İçmeler’de esnaftan kendi hesabına para topladığı da iddialar arasında. Bununla ilgili yaklaşık 600 bin TL’lik zimmet tutanağı tutulduğu, esnafların da ilçe emniyetine şikayette bulunduğu öne sürülüyor. 

HALK PLAJINDA HAYALET ŞİRKETLER

TURAŞ’ın işlettiği Antalya Belek Halk Plajı’nda ise A. S. Adındaki bir firmanın ayrı bir işletme 

gibi faaliyet gösterdiği, söz konusu firmaya Turaş A.Ş.’nin eski çalışanları tarafından satış yaptırılarak halk plajının zarara uğratıldığı da iddialar arasında. A. S. firmasından Manavgat Vatan Bilgisayar’dan alınan cep telefonlarının da TURAŞ yöneticilerine dağıtıldığı, söz konusu firmanın Antalya’da Çamyuva, Kadriye ve Belek ile Bodrum’daki halk plajlarında kurallara aykırı sözleşme ile faaliyet yürüttüğü de iddia ediliyor. 


LARA’DA 500 BİN TL’LİK ŞEMSİYE VURGUNU

TURAŞ A.Ş.’de yaşanan usulsüzlüklerle ilgili hazırlanan raporda, kaçak olarak alınan ve piyasa değeri üstünde ücret ödenen pos cihazından sahte faturaya, şahıs hesabına para aktarılmasından ihalesiz iş vermeye kadar birçok iddia yer alıyor. Antalya’daki Lara Halk Plaji için Ö. İnşaat adlı firmadan satın alınan 1.590.000 TL tutarındaki plaj şemsiyesinin piyasa değerinin 1.060.000 TL olduğu ancak buna rağmen 1,5 katı fiyat üzerinden sipariş verildiği öne sürülen raporda; Serik Boğazkent’teki arıtma tesisinin çamur yakma işinin de ihalesiz ve teklif usulüne aykırı olarak özel bir firmaya verildiği kaydediliyor. 

*https://muyesseryildiz.com/2021/07/09/kayyum-isinin-suyu-cikti/

Yusuf Yavuz / SOL


 

18 Mart’ın anlamı + Atatürk öncülüğünde milli bilincin ve uyanışın 'önsözü' 108 yıl önce Çanakkale'de yazıldı: Tarihi değiştiren zafer (CUMHURİYET)

 


18 Mart’ın anlamı (Ahmet Yavuz-Cumhuriyet)

Bugün genelde Çanakkale Zaferi anması kutlanıyor ama gerçekte zaferi sağlayan günlerin başlangıcıdır 18 Mart 1015 ve esasen Deniz Zaferi’dir. Çünkü bugün Çanakkale Boğazı’nı donanma gücüyle geçebileceği varsayımına dayalı bir planın başarısızlığa uğradığı gündür. Çağının en güçlü donanmasını durduran Osmanlı ordusu için de zaferin adıdır.

İngiliz Savaş Konseyi, Batı cephesinde Alman ordusunun Fransız ordusunca durdurulması ve karşılıklı siperlerde birbirlerini hareket edemez kıldığı koşullarda yeni bir cephe açma arayışına girmişti. Bu esnada Rusya’dan gelen bir yardım talebi dikkatleri Çanakkale’ye yöneltti.

RUSLARIN YARDIM İSTEĞİ

Batı cephesinde Tanenberg’de Alman ordusu tarafından ağır bir yenilgiye uğrayan Rus ordusunun Kafkas cephesinde de Osmanlı ordusu tarafından baskı altına alınması ve Türk Boğazlarının kapalı olması nedeniyle ihraç edemediği tahıl stoklarının elde kalması Rusya’yı müttefiki İngiltere’den yardım istemeye mecbur etmişti.

Enver Paşa’nın başarısızlıkla biten Sarıkamış Harekâtı Rusları rahatlatmıştı ama değişen bu durumu ne İngiltere ne de Rusya dikkate alabildi! Çanakkale’de yeni cephe açılması fikri de bir daha akıldan çıkmadı. Oysa Churchill daha 1914 Kasım’ında Çanakkale’ye saldırıda bulunmayı önermiş, Savaş Bakanı Kitchener’in kuvvet tahsis edemeyeceğini bildirmesi üzerine fikrinde ısrar etmemişti.

BATI CEPHESİNDEKİ DURUMA ÇÖZÜM ARAYIŞLARI

Churchill daha sonra Batı cephesindeki siper savaşına dönüşen ve durağan hale gelen durumu değiştirebilmek için Avrupa’nın kuzeybatısında, Almanya’nın Baltık denizi kıyıları açığında bir adadan (Danimarka bölgesinden, AY) çıkarma yapılmasını önerdi. Ancak bu teklif benimsenmedi. Kabul gören öneri ise konsey üyesi Maurice Hankey’den geldi: İstanbul işgal edilecek Almanya’nın iki müttefiki Osmanlı ve Avusturya-Macaristan yenilgiye uğratılacak, Rusya ile birleşme sağlanacaktı. Ona göre, İngiltere Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’yı da yanına alarak üç İngiliz kolordusunu Çanakkale’ye sürmeliydi. (David Fromkin, Barışa Son Veren Barış, Sabah Kitapları, s. 117)

Böylece savaş da erkenden bitirilmiş olacaktı!

BÜYÜK HATA

Ancak bu öneri revize edilerek hayata geçirildi zira Rusya Yunanistan’ın İstanbul’u ele geçirmesini istemedi. Churchill Yunanistan’ın plana dâhil edilmesini çok istedi ama başaramadı. Kitchener’in Çanakkale’ye müdahaleyi benimsemesi ancak bu maksatla kara kuvveti vermeyeceğini bildirmesi üzerine sadece donanmayla seferin başlatılmasına karar verildi.

Bu karar, felakete gidişin başlangıcı oldu.

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA SAVUNMA DÜZENİ

Boğaz’da İtilaf donanmasına karşı Türk savunması, Boğaz’ın girişindeki tabyalara ve derinlikte tertiplenmiş topçularla Boğaz’a döşenen mayınlara dayandırılmıştı. Boğaz merkezden savunulacaktı. Merkezde bulunan 10 mayın hattına (383 mayın) ek olarak 8 Mart gecesi Nusret mayın gemisi tarafından Erenköy Koyu’nda ve kıyıya paralel olarak 26 mayın daha döşendi. Toplam 403 mayın döşenmiş oldu. (Gürsel Göncü-Şahin Aldoğan, Çanakkale Savaşı, Siperin Ardı Vatan, Kırmızı Kedi, s. 19, 20)

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

İtilaf donanması Çanakkale Boğazı’nı zorlayarak geçmek için 18 Mart günü denemede bulundu. Ancak ağır zayiat vererek geri çekilmek zorunda kaldı. Bu zayiata yol açan, Nusret mayın gemisinin Erenköy koyuna döşediği mayınlar ve kıyıda mevzilenmiş topçuydu. Topçu atışları hem doğrudan hem de dolaylı olarak etkili oldu. Bu atışlardan kaçınmak isteyen İtilaf donanmasına ait gemiler Anadolu kıyısına doğru manevra yapmak zorunda kalmış ve mayınlarla temas etmeleri kaçınılmaz olmuştu. Bunun sonucunda üç savaş gemisi (Bouvet, Ocean, İrresistible) batırıldı; diğer dördü (İnflexible, Gaulois, Suffren, Agamemnon) savaş dışı bırakıldı.

Çanakkale geçilemedi!

Donanmaya karşı kara gücünün savaşı başarıyla tamamlandı. İtilaf devletleri için kara harekâtı zorunlu hale geldi. Baştan yapılması gereken, büyük zayiattan sonra yapılacak, üstelik Türk ordusuna savunmasını tertiplemek için oldukça zaman kazandırılmış olacaktı…

İKİ BÜYÜK DERS

Asker-siyaset ilişkilerine ışık tutması açısından iki ders ortada duruyor:

Birincisi, siyaset kurumunun askeri işlerde uzman görüşüne itibar etmemesidir. Yenilgiye neden olmuştur. Hata bütünüyle İngiliz Savaş Konseyi üyesi siyasetçilere aittir.

İkincisi, düşmanını hafife almak olmuştur. Balkan Savaşı’ndaki Türk ordusunun zayıf haline kanıp hatalı değerlendirme yapmışlardır. Hem siyasi ve hem de askeri kanadın ortak hatasıdır.

Ancak bu hatalardan büyük ders çıkarmaları sayesinde II. Dünya Savaşı’nda Normandiya çıkarmasında başarılı olmuşlardır. (Ahmet Yavuz, Başkomutan, Kırmızı Kedi, s. 110.)

ÜÇ BÜYÜK KAZANÇ

Türk ordusu adına üç büyük kazançtan bahsedebiliriz:

İlki zaferin sağladığı büyük moral güçtür. Öyle ki müteakip kara muharebeleri üzerinde de etkisi olmuştur.

İkincisi, İtilaf çıkarmasına karşı yapılacak savunma hazırlıkları için gerekli zamanın kazanılmasıdır.

Üçüncüsü ve en önemlisi, Osmanlı başkentinin erken bir işgalle karşı karşıya kalmamış olmasıdır.

SONUÇ

18 Mart Deniz Zaferi, takip eden aylarda yapılan başarılı kara ve deniz muharebeleriyle birlikte Çanakkale Zaferi’nin temel taşlarından birincisidir. Çanakkale Savaşı ise yeni Türkiye’nin önsözünün yazıldığı; vatan bilincinin Mehmetçik kanıyla yüceltildiği ve Mustafa Kemal’in millete önder olarak armağan edildiği mukaddes mücadelenin tarihsel izdüşümüdür...

Zafere emek verenlere saygı, minnet ve duayla…

AHMET YAVUZ-Cumhuriyet

                                                             /././


Atatürk öncülüğünde milli bilincin ve uyanışın 'önsözü' 108 yıl önce Çanakkale'de yazıldı: Tarihi değiştiren zafer (Cumhuriyet)

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün başkumandanlığında Türk ordusunun zaferle taçlandırdığı kahramanlık destanının 108. yılı kutlanıyor. 18 Mart Çanakkale Zaferi, Atatürk’ün askerlerine “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum” dediği unutulmaz zaferdir. Türk Kurtuluş Savaşı’nın ve modern Cumhuriyetin “önsözü” olarak nitelendirilen Çanakkale Zaferi tarihin seyrini değiştirdi. Destansı mücadele mazlum milletlere ilham oldu. Zaferden sonra ulu önder Atatürk, tam bağımsız ve çağdaş bir Cumhuriyeti kurmayı başardı.

Bugün 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 108. yılı. Destansı mücadelenin yazıldığı gün. Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’a girmek isteyen işgal güçlerinin en güçlü savunmayla karşı karşıya kaldığı Çanakkale cephesi, Türk ulusu için de bir kırılma noktasını oluşturdu. Verilen destansı mücadele, daha sonra emperyalistler tarafından Anadolu’dan atılmak istenen Türklerin verdiği Kurtuluş Savaşı için bir yandan özgüven kaynağı bir yandan da bağımsızlık mücadelesinin ön izlemesi haline geldi.  

Mustafa Kemal Paşa’nın burada söylediği “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum” sözleri de Türk ulusunun bağımsızlık isteğinin sloganı oldu. Prof. Dr. Hakkı Uyar ve Doç. Dr. Halil Özcan, bağımsızlığın ilk kıvılcımının ateşlendiği 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin tarihin seyrini değiştirdiğini vurguladı.

"KURTULUŞ SAVAŞI’NIN ÖNCÜSÜ"

Çanakkale Zaferi’nin Rus Çarlığı’nın çöküşünü hızlandıran ve Birinci Dünya Savaşı’nın uzamasına yol açan savaş olduğuna işaret eden Uyar, bu zaferin İngiltere’de travma yarattığını aktararak, “Bizde ise Çanakkale, Türklerin tarih sahnesine yeniden çıkacaklarının sembolüdür. Kurtuluş Savaşı’nın öncüsüdür. Birinci Dünya Savaşı’nda ve Çanakkale’deki kadrolar ödenen ağır bedele rağmen orada kazanılan deneyimle Kurtuluş Savaşı’nı başarabildiler. Çanakkale kan dökülerek ve can verilerek kazanılmış tarihin ender büyük destanlarındandır” dedi. Çanakkale Savaşı’nda Atatürk’ün rolüne de değinen Uyar, şunları kaydetti:

“Çanakkale, birilerinin görmezden gelmesine rağmen Mustafa Kemal Atatürk’ün yıldızının parladığı yerdir. Çanakkale’deki başarısı, askeri ve siyasi zekâsı onun bir lider olarak ortaya çıkışına imkân sağladı. Cesareti, yeteneği Atatürk’ü, Çanakkale’nin kaderini değiştiren isim yaptı. Bu da onun Kurtuluş Savaşı’nın liderliğine taşıyan nedenlerin başında gelmektedir.”

"VATAN SAVUNMASI"

Çanakkale hakkında kimi çevrelerce uydurulan “Evliyalar savaştı, melekler yardım etti” hurafelerine değinen Uyar, “Hiç şüphesiz savaşanlar dini ve milli duygularla savaştılar. Ancak evliyaların ya da meleklerin savaşa katıldığı hurafesi, Atatürk’ün ve diğer büyük komutanların başarısını küçültmeye yöneliktir” dedi. Doç. Dr. Özcan ise Çanakkale Boğazı’nın işgal kuvvetleri tarafından geçilmesiyle “Türklerin teslim olmaya zorlanmak istendiğini, ardından Anadolu’nun ele geçirilerek Türkler’in Anadolu’dan çıkarılmasının hedeflendiğini” söyledi. 

Çanakkale’de Atatürk ve askerlerin vatan savunması yaptığını vurgulayan Özcan, “Çanakkale, Mustafa Kemal’in aklıyla, cesaretiyle ve inisiyatif kullanmasıyla tarih sahnesine çıktığı yerdir. Mustafa Kemal’in Mehmetçik ile yaptığı vatan savunmasıydı” dedi. Çanakkale Zaferi’nin ezilen diğer halklara umut olduğunu ve başka ülkelerde bağımsızlık savaşlarının başlamasına kaynaklık ettiğini belirten Özcan, “İngiltere’nin yenilebileceği görüldü. İngiltere’yi Çanakkale’de durduran Atatürk, mazlum milletlere ilham kaynağı olmaya başladı. Çanakkale Atatürk’ün doğduğu, Türklerin vatan bilincini kanlarıyla toprağa yazdığı yerdir” diye konuştu. 

"MİLLİ KURTARICININ DOĞDUĞU YERDİR"

Doç. Dr. Halil Özcan, Atatürk’e güven duyulmasında Çanakkale’deki başarının etkili olduğunu söyledi. Halil Özcan, Türk dirilişinin başlangıcının Çanakkale olduğuna işaret ederek “Çanakkale’de Mustafa Kemal Paşa’yı tanıyan ve ona güvenen kendisinden rütbeli komutanlar da Milli Mücadele’de onun emrinde çalışmayı kabul etti. Çanakkale’de başlayan ve Milli Mücadele’de zirveye ulaşan kahramanlığı sayesinde zaferden sonra ulu önder Atatürk, tam bağımsız ve çağdaş bir Cumhuriyeti kurmayı başardı” diye konuştu.

Cumhuriyet


Hizbul-Cumhur - Orhan Gökdemir / SOL

 Sade Cumhur değil, kokuşmuş Hizbul-Cumhur ittifakıdır karşınızdaki. Size Takarof kurşunundan ve domuz bağı işkencesinden başka vaat edeceği tek bir şeyleri yoktur.

“Komandolar” adını Türkiye 1960’lı yılların sonuna doğru duydu. 27 Mayıs müdahalesini yapan Albaylar cuntasının bir üyesi olan Alparslan Türkeş’in kurduğu MHP’nin gençlik örgütü olarak faaliyet gösteriyorlardı. Kamplarda eğitilip halkın üzerine salınan Komandolar, bu partinin vurucu gücüydü aynı zamanda. İşledikleri cinayetler arttıkça Komandolar önce “Bozkurtlar”a, sonra “Ülkücüler”e dönüştü. Komandolar, 31 Aralık 1968’de SBF Öğrenci Derneği’ni basmaları ilk şiddet hareketleriydi. Bir yıl sonra Beşiktaş’taki Işık Mimarlık ve Mühendislik Yüksek Okulu’nu basarak öğrencilere ateş açtılar. O saldırıda Mehmet Cantekin öldü, yedi öğrenci yaralandı. Bu tarihten sonra “Komandolar”ın adı sık sık duyulacaktı. Saldırıları onların yaptığı belliydi ama kim oldukları belirlenemiyordu. Katillerin toplu halde koruyucu bir şemsiye altına alındığı ilk defa o yıllarda ortaya çıktı. O şemsiyenin adı “Kontrgerilla”ydı.

Solun yükselişi saldırıların dozunun artmasını da beraberinde getirdi. 70’li yılların ikinci yarısı bu tür eylemlerde büyük bir sıçramaya tanıklık edecek, bireysel saldırılar ve cinayetler şeklinde gelişen olaylar Kahramanmaraş Katliamı gibi kitlesel saldırılara dönüşecekti. Ardından “ses getirici” suikastlar dönemi başladı. Gazeteci Abdi İpekçi, Prof. Ümit Yaşar Doğanay, Prof. Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Maden İş Genel Başkanı Kemal Türkler birbiri peşi sıra öldürüldü. Mamak, Balgat, Bahçelievler, Piyangotepe’de katliamlar yapıldı. 1978-80 arasındaki o üç yıl içinde ülke cinayetler, vahşi saldırılar ve gözü kara suikastlarla bir askeri darbenin eşiğine getirilmişti. 

Bütün bu olaylarda aynı isimlerin geçmesi bir örgüte ve onun tetikçilik için eğitilmiş hücresine işaret ediyordu. Ülkücü militan Ali Yurtarslan, itiraflarında, o hücrenin kuruluşunu şöyle anlatıyordu: "(MHP yöneticisi) Şevkat Çetin, teşkilat başkanlarının aradan çıkmasını ve hücreler kurulmasını önerdi. Böylece ETKO, TİT gibi örgütler ortaya çıktı. Şevkat Çetin şöyle diyordu: ‘Tek bir mermiyi boşa atmayalım. Artık bunların beyin takımını hedef alalım… Emir verenleri, yönlendirenleri vuralım. Sıradan devrimcileri vurunca onları militanlaştırıyoruz." Bu konuşmalardan sonra devrimcilerin önderleri hedef alınmaya başlandı. Artık cinayetlere yeni imzalar ortaya atılıyordu: Ülkü Ocakları, TİT (Türk İntikam Tugayı), ETKO (Esir Türkleri Kurtarma Ordusu), İslami Cihat yeni faili meçhul faillerdi. Tetiği çekenler bir avuç militan gurubuydu; Mehmet Ali Ağca, Oral Çelik, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Muhsin Yazıcıoğlu... Bunlar o dönemin en acımasız tetikçileri olarak ünlenmişlerdi. Özel Harp Dairesi veya yaygın adıyla Kontrgerilla’nın MHP içindeki uzantıları veya aynı anlama gelmek üzere bağlantılarıydı bunlar. 

                                                                    ***

O hücrenin tetikçilerinden Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül’den sonra içeride yatarken, milliyetçiliğini dinle takviye etmeye karar verdi. Çıkar çıkmaz Büyük Birlik Partisini, “Ülkü Ocakları”nın muadili olarak da “Alperen Ocakları”nı kurdu. Alperen Ocakları BBP’nin militan gençlik teşkilatıydı. Yazıcıoğlu, MHP çizgisinin temsil ettiği “Türk-İslam Sentezi”ni bir adım daha ileriye taşımış, “İslam Türk Sentezi”ne dönüştürmüştü. Çizgisinde İslamcılık Türkçülüğün önüne geçmişti haliyle. Tarikatlara MHP’den daha fazla yaklaşmıştı bunun sonucu olarak. İsmailağa Cemaati lideri Mahmut Ustaosmanoğlu ile arasında bir baba-oğul ilişkisi vardı. Şimdi dillendirilmiyor ama Fethullahçılarla da pek yakındı. Fethullahçılar Alperenleri birer manivela olarak kullanıyordu. Tarikat, Emniyet’teki adamları vesilesiyle bu ocağa yakın pek çok ismi devşirmiş, devşirdiği bu tiplerle alan düzlemeye girişmişti. Hrant Dink başta, o dönemin bütün önemli siyasi cinayetlerinde Alperenlerin dahli vardı. Rahip Santoro Cinayeti, Danıştay Saldırısı, Zirve Katliamı gibi ülkeyi sarsan cinayetlerin failleri ya BBP ya Alperen Ocakları üyesiydi. 

Ama neden sonra işler birden bozuldu, Cemaatle Yazıcıoğlu’nun arası açıldı. Hatta ölümünde Cemaatin dahli olduğu iddia edildi. Yazıcıoğlu ölüp sahneden çekilince koltuğuna Mustafa Destici oturdu. Destici’nin ilk işi de halefi gibi cemaatlere koşup el etek öpmek oldu. İsmailağa Cemaati lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nu ziyaret edip, olurunu aldı. Fethullahçılarla ilişkileri hepsinden iyiydi. Parti içi muhaliflerin iddiasına göre gelir gelmez parti yönetimini Fethullahçılarla doldurmuş, partiyi FETÖ’ye angaje etmişti. Alperen Ocakları Genel Başkanı Serkan Tüzün, Destici'ye, “Cemaatini de alıp gideceksin” diyordu. Fethullahçılar devletten önce onlara nüfuz etmiş, bu yolla onları cemaattin ülkücü koluna dönüştürmüştü. Kontrgerillanın alacakaranlığında büyümüşler, ele ele verip karanlığı büyütmüşlerdi.

                                                                    ***

Kontrgerillanın kullandığı guruplar sadece bu “ülkücü tilkici” tayfa değildi. Dinci gericiler de aynı kapıdan girmeye pek hevesliydi. 18 Kasım 1967’de üç imamla bir ilahiyatçı tarafından kurulan Mücadele Birliği’nin “ideoloğu, teorisyeni, taktisyeni, perde arkasındaki fikir babası” Aykut Edibali’ydi. 12 Eylül darbesinden sonra Islahatçı Demokrasi Partisi’ni kurdu. Edibali ve partisi 1990’lı yıllarda islamcıların iktidarı almasının yolu açmada çok etkili oldu.  Mücadele Birliği, 1969 Şubat’ında “Huzur ve Asayiş Komitesi” adı altında bir vurucu güç oluşturmuştu, Komünizme karşı mücadele edeceklerdi. Hevesli başka dinci gericiler de vardı. Komünizmle Mücadele Derneği, İlim Yayma Cemiyeti, Türkiye Kuran Kursları Kurma Koruma ve İdame Ettirme Dernekleri, Milliyetçi Kültür Birlikleri, Türkiye Yüksek Öğretim Huzur ve Dayanışma Cemiyeti, Anadolu Milliyetçiler Derneği, Genç Kuvayı Milliye Derneği, Aydınlar Kulübü, Türkiye Din Adamları Yardımlaşma Dernekleri Federasyonu, Konya Mücadele Birliği ve Sancakları, sonradan adını Türkiye Milliyetçiler Birliği olarak değiştiren Türkçüler Birliği ve Vatansever Türk Teşkilatı bu hevesin getirisiydi. Anlayacağınız, tarikatlar Kontrgerillanın doğal müttefiki, doğal militanı, doğal uzantısıydı.

                                                                   ***

Hizbullah birliğe oyunun sonunda dahil oldu. Oysa Batman çıkışlı bu kanlı örgüt 30 yıl önce hepsinden kararlı görünüyordu. Örgütün cinayet işlerken sergilediği vahşet bütün ülkeyi sarsmıştı. Cinayetlerine Batman’da “PKK destekçisi” olarak tanımladığı isimleri kaçırarak başladı. Kentte saldığı korku nedeniyle güneş batınca herkes evine çekiliyor, korku içinde akıbetini bekliyordu. Kaçırılan kişiler işkenceli sorgulardan geçiriliyor, sorgu kayda alınıyor, kayıt örgüt yöneticilerine iletiliyor, onların kararına göre kurbanın akıbeti belli oluyordu. Sorgulananlardan çoğu işkencede can veriyordu, “domuz bağı”na uzun süre dayanmak imkansızdı. Ölenler evin bodrumuna veya bahçesini gömülü veriyordu. Tarikatlar, inancını yetersiz bulduğu dinciler, PKK’ya yakın olduğuna inandıkları herkes, doğal olarak gazeteciler, hedeflerindeydi.

2000’e Doğru dergisi Diyarbakır Temsilcisi Halit Güngen, Yeni Ülke muhabiri Cengiz Altun, Özgür Gündem muhabirleri Hafız Akdemir, Yahya Orhan ve Çetin Ababay, Gerçek Dergisi Diyarbakır Temsilcisi mesai arkadaşım Namık Tarancı bu örgüt tarafından öldürüldü.

Zamanla Hizbullah için cinayetle siyaset arasındaki fark ortadan kalktı. “İmanlı feminist” Konca Kuriş’i kaçırıp işkence ederek öldürdüler. İmanını yeterli bulmamışlardı. Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın İslam’a tehdit olduğuna inanıyorlardı, bir suikastla ortadan kaldırdılar. Nakşi Zehra Vakfı Başkanı İzzettin Yıldırım’ı kaçırdılar. Nakşibendilerin kendilerinden rol çalmasını istemiyorlardı. Hüda-Par işte bu kan banyosunda filizlendi, yıkandı, temizlendi. Cinayeti öteledi, siyaseti ilerlemek için daha uygun bulmuşlardı. 

                                                                 ***

Cinayet, “insan öldürme” anlamında Arapça bir sözcük. Cani oradan türemiştir. “Katl”i de bu anlamda kullanıyoruz fakat “birden fazla cinayet” anlamını da yükleyebiliyoruz. Katl’in, İslam hukukunda, bir de “ölüm cezası” anlamı var. Kılıç ile idam demektir, tanımlanmış bir suçun karşılığı olarak, “meşru” bir öldürme biçimi anlamına geliyor. 

Faili meçhul cinayet, bundan farklı olarak, öldürme eyleminin kim tarafından yapıldığının bilinmemesi demek. Cari şeklinde, “siyasal bir amaçla” “faili belli olmayacak şekilde öldürme” karşılığı olarak kullanılıyor. Siyasal bir amaç söz konusu olduğunda ise, fail olarak, basit bir sivil suçlu değil, bir “şebeke”, cinayet işlemek üzere oluşturulmuş bir teşekküle atıf yapılmış oluyor. Bu tür cinayetler, cinayetten çok siyasettir. 

Nitekim, Osmanlı’da, bu tür siyasal cinayetler için “siyaseten katl” sözcüğü kullanılmış. Siyasetle cinayet hep iç içedir, anlamındadır. Cinayet siyasal amaçlarla işlendiğinden failleri de siyasal kimlikleriyle karşımıza çıkıyor haliyle. Bazen bu “siyaset”ten arınıyorlar, temizlenip seçim yarışına giriyorlar.

Bunlar, anlattıklarımızın hepsi, ellerindeki kanı yıkayıp siyasete girdiler. Kontrgerilla ile akrabalıkları silindi gitti o sayede. Hepsi “saygın” birer siyasal parti artık. İktidardaki AKP ile ittifak kurdular, müttefik oldular. 14 Mayıs’taki seçime birlikte girecek, birlikte yarışacaklar. Halbuki tarihleri, hepsinin, “derin devletin” dehlizlerinde filizlendiğine işaret ediyor. O devleti tasfiye edecek, vesayeti kaldıracak diye desteklenen parti, AKP, iddia edilenin tam tersine “derin devleti” iktidara getirmek üzere. 

Hep olduğu gibi fethedenler fethedildi yine. Fethullahçılar, ülkücü tilkiciler, gündüz nizamcı gece alemciler, Ağarlar, Eymürler, yeşil kuşak çöplüğünde boy veren her boydan tarikatlar, yolu AKP’ye düşmeyen derin devlet unsuru kalmadı. Arada metastaz yaptılar, Millet İttifakı’na da yayıldılar. İyi MHP, aksak AKP, gazı kaçık DP, burada anlattıklarımızın yakın siyasal akrabasıdır. Sade Cumhur değil, kokuşmuş Hizbul-Cumhur ittifakıdır karşınızdaki. Size Takarof kurşunundan ve domuz bağı işkencesinden başka vaat edeceği tek bir şeyleri yoktur.

Çözüm ne diyorsanız söyleyeyim, sol varsa yol da vardır. Oy mu verirsiniz yol mu verirsiniz bilemem; Solu büyütmekle başlayacak her şey…

Orhan Gökdemir / SOL




Futbola siyaset girmedi AKP girdi - Bilgin Gökberk / Cumhuriyet

 

1-2 şey yazalım.

*

2014’te Başakşehir Stadı’nın açılışında turuncu formalı takımda Erdoğan da oynadı.

Normal bir takım değildi o.

Saray’ın takımı’ydı.

Reis’in 1 dediğini 2 etmeyen ekibi Reis’lerine 3 gol attırdı hat-trick yaptırdı.

Erdoğan maçtan sonra dedi ki;

“Spora siyasetin, rantın bulaşmasını engelleyerek, sporu spor olarak yüceltmek durumundayız. Son 1 yıl içinde spora bulaştırılan siyaset ve ideoloji çok gereksiz tartışma ve gerginliklere yönlendirildi. Yeni bir başlangıç yapıyoruz.”

*

2015’te sürekli “Futbola siyaset sokmayacağım” diyen Top Federasyon Başkanı Demirören, 2017’de “Sayın Cumhurbaşkanım daha güçlü bir Türkiye için 17 Nisan sabahı ‘evet’ diyen bir Türkiye ile uyanmak istiyorum” dedi.

Sözünde durdu.

Futbola siyaseti sokmadı, komple AKP’yi soktu.

“Evet” diyen Türkiye’de Demirören’i federasyona kim soktu?

AKP.

*

Erdoğan’ın “Yeni bir başlangıç yapıyoruz” dediği günden bugüne 9 yıl geçti.

Hâlâ bekliyoruz.

*

Son durum şu;

Lig Bein’de.

Özetler Trt’de.

Bein Digitürk’te.

Digitürk Emir’de.

Emir zırt pırt Külliye’de.

Kupa Aspor’da Atv’de.

Basket Külliye danışmanı eski Nba’cıda.

Büyükekşi Tff’de.

Tff, Aspor, Atv, Sabah, A Haber, Beyaz, Trt vs AKP’de. Medyanın diğer yarısı Demirören’de. 

Hürriyet, Cumhurbaşkanı’nın “Ahmet Bey gereğini yapıyor” cümlesindeki Ahmet Bey’de.

Sponsor krediler Ziraat’te.

Ziraat hükümette.

Kardeş Erdoğan Beylerbeyi’nde.

Gümüşdağ Başakşehir’de İbb’de.

RTÜK parti komiserinde.

*

Aile’den olmayana kız bile vermiyorlar.

*

Ligin yayıncısı Külliye’nin kankası, kupanınki damat’ın akrabası, sponsoru devletin bankası, yazan yorumlayan kupa sponsorunun verdiği avanta krediyle alınan eski Tff başkanının medyası. Ve savcının, hâkimin yok olduğu ülkede sabahlara kadar Var’daki hakemi tartışan top tayfası.

Allah müstahakımızı versin demiyorum.

Vermiş zaten.

*

Atatürk’ün kendi parasıyla ilk bağışı yaparak yaptırdığı Bursa Atatürk Stadı’ndan 90 yıl sonra adını çıkardılar.

Stat yenilendi,

AKP mitingiyle açıldı.

Adı Bursa Büyükşehir Belediye Stadı oldu.

*

Atatürk alerjisi hiç bitmedi.

Rıdvan Dilmen, İzmir Marşı söylendiğinde “Futbola siyaset sokmayalım” dedi.

Mustafa Kemal’in askerleri tribünlerde bağırdığında Katar’lı arkadaşların tv’sinde ses gitti.

Statlara Rabia bile girdi.

Atatürk giremedi.

*

Ülkenin kurucusu kurduğu TC’nin statlarına, komutanı olduğu Çanakkale Zaferi’nin koreografilerine bile sokulmadı.

*

“Evet” diyen Demirören’e AKP de hep “Evet” dedi.

İddaa, sayısal loto, artık yarısı İtalyan yarısı milli olan Milli Piyango’yu da verdiler gitti.

Külliye’nin gözdesi 5 müteahhitten Nihat Özdemir geldi.

*

2020’de Fatih Çekirge Hürriyet’te, eski dostu Özdemir’in, Ali Koç’un futbolu siyasete karıştırmasından çok rahatsız olduğunu yazdı.

Nihat Özdemir’i futbola kim karıştırdı?

Unesco mu?

*

İzmir Alsancak Stadı açılışında Savunma, İçişleri, Orman, Çevre Bakanı vardı.

İzmir Belediye Başkanı yoktu.

Bakan Nebati de yoktu ama o zamanlar ortada yoktu.

O günlerin Top Federasyonu Başkanı Özdemir ‘kaynak yapmasa’ açılış fotosuna bile sokamayacaktı kendini.

*

Sonra Büyükekşi geldi.

*

Antalya, Afyon, Konya, Sakarya, Antakya, Kayseri, Rize, Giresun, Eskişehir’den sonra daha dün 50 yıllık Elazığ Atatürk Stadyumu’ndan da ‘Atatürk’ silindi.

Yeni adı Elazığ Stadyumu oldu.

*

100 yılın en kritik günleri.

Adalet, hukuk çökmüş.

Para yok.

Avro 20 küsur.

Hizb-ut Tahrir “Bütün sorunların kaynağı laik düzen, çözümü İslam” diyor.

Hilafet çağrısı yapıyor.

Sadat yerli milli kanallara resmen reklam veriyor.

23 yılda 40 milyar dolar deprem vergisi ödenen ülkede deprem oluyor 10 şehir yok oluyor 45 bin kişi ölüyor, 1 kişi istifa etmiyor. 

*

Lig devam ederken yabancı sayısı değiştirilmeyen ülkede referandum devam ederken mühürsüz oy pusulaları geçerli sayılıp ülkenin kaderi değiştiriliyor.

Cumhurbaşkanı kendini Varlık Fonu Başkanı, damadını başkanvekili yapıyor çıt çıkmıyor.

Ahmet veya Mehmet MHK Başkanı yapılıyor ortalık birbirine giriyor.

Arapların bize verdiği 5 milyar dolar 3 büyüklerin 1 beke verdiği 1 milyon dolar kadar gündem olmuyor. 

*

Binali Bey’in oğlu koltukta otururken devlet protokolü vali, jandarma komutanının taburede oturması, Ekrem İmamoğlu iddianamesinde suçlayan YSK üyesi ile Binali Yıldırım’ın oğlu ve avukatının Venezuela’da aynı karede olması, Top Fed. Başkanı’nın bir kulüp başkanıyla aynı fotoda olması kadar konuşulmuyor.

Tayyip Erdoğan 3. kez aday oluyor.

Top medyası 3. kez aynı takımın maçına atanan hakemi konuşuyor.

*

Atatürk’ü sokmadıkları stada Kemal Bey’i, Meral Hanım’ı, 6’lı masayı sokarlar mı?

Fenerbahçe tribünleri “Hükümet istifa” dedi 1 hafta sonra taraftarları Kayseri’de stada alınmadı.

Aynı tribünler “Kemal Bey, Meral Hanım istifa” deseydi Kayseri’ye ülkenin her köşesinden Fenerbahçeli yığarlardı.

*

10 yıldır Akp futbolunu yazıyorum.

CV’miz çapulcu, hain, dış mihrak, zillet, terörist, zürriyetsiz, haysiyetsiz, kalibresiz, şerefsiz, çürük, soysuz, ahlaksız, namussuz, adi vs oldu.

TC çocuğuyuz gurur duyuyoruz CV’mizle tabii.

Parasızlığın, işsizliğin çaresi var müptezelliğin, arsızlığın yok.

Tv’lere giremedim, Akp Türkiye’si sponsorları youtube’da bile huzur vermediler ama her gece yatağa huzur içinde giriyorum. Nokta.

Bilgin Gökberk / Cumhuriyet

Ahlak hırsızları, hukuk kapkaççıları, siyaset yankesicileri, kamu yönetimi kalpazanları! - Zülal Kalkandelen / Cumhuriyet

 

2014’te Soma’daki kömür madeninde 301 madenci öldü, “Bu işin fıtratında var” dediniz.

2020 Elazığ depreminde 41 kişi can verdi, “Yaşananların imtihan olduğunu”  söyleyip “Müslüman olmanın, teslimiyetin en güzel örneklerini verdik” dediniz.

Yazıkonak’ta Elazığ depreminin birinci yıldönümünde düzenlenen anma ve deprem konutları anahtar teslim töreninde vatandaşa otobüsten “keyif çayı” fırlattınız.

2022 Bartın Amasra’daki maden patlamasında 41 madenci öldü, “kader planı”  dediniz. Aynısını bu yıl Kahramanmaraş merkezli depremde on binlerce vatandaş öldüğünde de tekrarladınız.

Depremin üçüncü gününde Maraş’a gidip beton altındaki yurttaşlara sabır çağrısı yaptınız, yine beton sözü verdiniz.

Oysa AKP iktidara geldikten yedi ay sonra meydana gelen 2003 Bingöl depreminde şunları söyleyen de sizdiniz: “Yeraltında fay kırıklarından önce bağışlayın söylemek zorundayım, kırılan ar damarlarıdır. Malzemeden çalmanın arkasında ahlak hırsızlığı, demokrasiden çalmak, hukuk kapkaççılığı, siyaset yankesiciliği ve kamu yönetimi kalpazanlığı yatmaktadır. Bu olay, kamu otoritesinin devlet imkânlarını nasıl kullandığını bütün çıplaklığı ile ortaya koymuştur. Olay kader diye geçiştirilemez.”

AR DAMARLARI KIRILMAYA DEVAM EDİYOR

Ne oldu da AKP’den önceki benzer olaylarda kırılan ar damarları yok oldu?

Şanlıurfa’da üç ay önce törenle açtığınız Abide Köprülü Kavşağı ve altgeçidi selde sular altında kalmadı mı? Viyadüğün üst yollarını yapan firmanın yönetim kurulu başkanı “Dünyanın En Büyük 250 Uluslararası Müteahhidi” ödülünü sizden almadı mı?

89 kişiye mezar olan Diyarbakır Galeria Sitesi’nde kolonlarının kesildiği iddiasıyla gündeme gelen spor salonlarının açılış izin belgelerinin olmadığı ortaya çıkmadı mı?

2011’de Hatay’da “cennetten bir köşe” denilerek pazarlanan 12 katlı Rönesans’ın temel atma töreni için bir araya gelenler arasında sizin atadığınız valiler, Emniyet müdürü de yok muydu? Yüzlerce kişinin öldüğü bu binaya hükümetiniz zamanında onay verilmedi mi?

Türkiye’de binlerce insan 20 yılı doldurmamış binaların altında kalmadı mı?

2018’de milyonlarca binanın kusurlarını affeden imar affını siz çıkarmadınız mı? AKP iktidarı döneminde bugüne kadar yedi kez imar affı çıkarmadınız mı?

İskenderun’da altı mahallenin riskli ilan edildiği karar, depremden bir yıl önce sizin imzanızla kaldırılmadı mı?

Depremde sağ kurtulanlar selde can vermedi mi?

2021’de AFAD ve Şanlıurfa Valiliği’nin ortak düzenlediği İl Afet Risk Azaltma Planı’nda uyarıldığı halde derenin ıslahını yapmayan belediye AKP’li değil mi? Aynı belediye, bu yıl Japonya’dan yaklaşık 41 milyon 600 bin TL borç alıp Taliban yönetimindeki Afganistan’a gönderme kararı almadı mı?

ASIL FELAKET AKP İKTİDARI!

Öyleyse bu bilgiler ışığında sormak hakkımızdır: 

Sizin deyişinizle “ahlak hırsızları, hukuk kapkaççıları, siyaset yankesicileri ve kamu yönetimi kalpazanları” aniden yok mu oldu?

İstediğiniz kadar “kader planı” diyerek acılı insanları uyutmaya çalışsanız da gerçek ortada:

Hazırlıksızlıktan geç müdahaleye kadar, imar aflarından gerekli denetimleri yapmamaya kadar tüm süreçten iktidarınız sorumlu!

Deprem de sel de birer afet ama felaket sizin iktidarınız; 21 yıldır halkın canını, malını enkaz altında bırakan siyasal İslamcı AKP iktidarı!

Zülal Kalkandelen / Cumhuriyet

Öne Çıkan Yayın

Dünyanın en pahalı evini Türk milyarder satın aldı! - Mehmet Kaya / Ekonomim

Türkiye’nin uzun süre doğrudan yabancı yatırımlarında gayrimenkul satışları önemli yer tutmuştu. 2025 itibariyle yurt dışından gayrimenkul a...