Yürüyen köşkün tanıtımından Atatürk’ü çıkardılar - HALİL ATAŞ / SÖZCÜ

 


AKP’ye geçen Yalova Belediyesi, Yürüyen Köşk Müzesi’nin önüne koyduğu tabelada Atatürk’ün köşkteki hatırasına yer vermedi. Vatandaşlar, belediyeye tepki gösterdi…

2006 yılında restore edilerek ziyarete açılan köşkü yılda yaklaşık 50 bin kişi ziyaret ediyor.
AKP'ye geçen Yalova Belediyesi'nin Millet Çiftliği sınırları içersindeki Yürüyen Köşk Müzesi bahçesindeki tabelada, Atatürk'ün hatırasına yer verilmedi. Köşkün tarihinin anlatıldığı tabelada Atatürk'le ilgili sadece şu ifade yer aldı: “Mustafa Kemal Atatürk'ün Yalova'da konakladığı bilinen Baltacı Köşkü ve Termal Atatürk Köşkü'nden sonraki evi olan Yürüyen Köşk, Millet Çiftliği sınırları içerisinde bulunmaktadır. Yürüyen Köşk, tarihi bir yapı aynı zamanda da Türkiye'de çevrecilik bilincinin temelinin atıldığı bir anıt gibidir.” Oysaki, Atatürk, köşkün dünya tarihine geçmesini sağlamıştı. 

AĞAÇ KALIR KÖŞK GİDER

Yürüyen Köşk Derneği Başkanı, yazar Metin Erdoğan, Atatürk'le ilgili sansürlenen anıyı şöyle anlattı: “Atatürk 1929 yılında yaptırdığı bu köşkü bir yıl sonra ziyarete geldiğinde, bahçıvanın oradaki ulu çınara ait büyük bir dalı kesmek üzere olduğunu fark eder ve neden kestiğini sorar. Bahçıvan, ‘Paşam bu dal rüzgarlı havalarda çatıya zarar veriyor. Kesmek durumundayım' der. Atatürk, buna karşılık olarak, ‘Yaş ağaç kesilmez, o dal kalacak köşk gidecek' der.  Daha sonra Filorya Köşkü'nü yapan mühendis Yusuf Ziya Erdem'i görevlendirir. Toprak kazılır, raylar döşenir ve Yalova Köşkü 4 metre 80 cm. doğuya kaydırılır. O sırada Atatürk oradadır ve çalışmaları yakından takip etmektedir. Atatürk, oradakilere şunu söyler: Şimdi de yürüyen bir köşkümüz oldu.”

1930 yılının yaz aylarında köşke giden Atatürk dönemin önemli Türk ve yabancı devlet adamlarını burada ağırlamıştı.

BU BİR İLKTİ!

Atatürk'ün köşkü taşıma işlemiyle topluma  “Bir dal bile önemlidir” mesajı verdiğine dikkat çeken Erdoğan, “Dünyaya da  ‘Ben 6 yıllık bir Cumhuriyetim ama benim gücüm, bir binayı 5 metre öteye kaydıracak teknolojiye sahip' mesajı verir” diye konuştu. Köşkün taşınmasının Türkiye'de bir ilk, dünyada ise ya birinci ya da ikinci olay olduğunu belirten Erdoğan, “Bu Türkiye'de bir ağaç için yapılan ilk eylemdir. Yani dünya çevrecilik tarihinde, çok önemli yeri ve özelliği vardır.  Dostum piyanist Fazıl Say da ‘Yürüyen Köşk' adında 18 dakikalık bir bestesiyle köşkün hikayesini tüm dünyaya duyurdu” diye konuştu.

HALİL ATAŞ / SÖZCÜ

İhvan’ın sonbaharı - İbrahim Varlı / BİRGÜN

 Mısır, Sudan, Tunus, Suriye, Libya... İhvancılar tüm kol ve uzantılarıyla iflas etti. Bir zamanlar emperyalist güç merkezlerinin Ortadoğu halklarına giydirmeye çalıştığı “ılımlı İslam” gömleği yırtılıp atıldı. Siyasal İslamcılığın raf ömrü dolunca Müslüman Kardeşler de taça çıktı.

     AKP’nin akıl hocalarından Nahda lideri Raşid El-Gannuşi tutuklanarak cezaevine gönderildi / Fotoğraf: AA

Kısa bir süre öncesine kadar Ortadoğu halklarının başına sardırılan siyasal İslamcılığın yerinde yeller esiyor. Arap Baharı’nın ardından Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya tüm bir Arap/İslam coğrafyasını etkisi altına alan Müslüman Kardeşler Hareketi (İhvan) birer birer kaybetmeye başladı. Son olarak Arap Baharı’nın başladığı ülke olan Tunus’ta En Nahda Hareketi’nin faaliyetleri askıya alındı, büroları kapatıldı, lideri Raşid El Gannuşi evinden gözaltına alındı.

Tunus’taki gelişmeler gözleri İhvan hareketine çevirdi. Pek çok ülkede yasaklanan İhvan hareketi, Ürdün, Fas ve Cezayir gibi ülkelerde kontrollü bir faaliyet yürütebiliyor.

Yasaklayan ülkeler: 

• Ürdün

Terör örgütü ilan eden ülkeler:

• Rusya: Şubat 2003
• Suriye: Ekim 2013
• Mısır: Aralık 2013   
• S.Arabistan: Mart 2014   
• BAE: Mart 2014

Destekleyen ülkeler:

• Türkiye
• Katar
• Libya/Trablus 
yönetimi

EMPERYALİSTLER KAYBEDİNCE

Emperyalist merkezlerin Müslüman Kardeşler üzerinden hayata geçirmeye çalıştığı "siyasal İslamcı iktidarlar kuşağı"nın kaybedişinin nedeni halkların bu projeye isyan etmesiydi. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında bölgede “ılımlı İslamcı” iktidarlar yaratmak isteyen ABD emperyalizmi projesi halkların bariyerine çarpınca çöktü. ABD kaybedince İhvancılar da kaybetmeye başladı.

DÖRT BİR YANDA ÖRGÜTLENDİLER

Ortadoğu’nun en eski İslamcı örgütlerinden olan Müslüman Kardeşler, ideolojisini Kuran öğretileriyle temellendiriyor.

1928 yılında Mısır’da Hasan El Benna tarafından kurulan örgüt dünyanın dört bir yanında İslamcılar tarafından model alındı. Ortadoğu’dan Afrika’ya pek çok partinin kökeni Müslüman Kardeşler’e dayanıyor.

Örgüt demokratik prensipleri benimsediğini söylese de paramiliter silahlı gruplar da kurdu. 1940’larda Hasan El Benna Gizli Cihaz adlı paramiliter kanat oluşturdu. Yine örgütün illegal askeri bir diğer kanadı da "El Vahde" (Birim) olarak anılıyordu.

TUNUS/EN NAHDA

2011’de Zeynel Abidin Bin Ali’nin devrilmesinin ardından Gannuşi liderliğindeki En Nahda (Uyanış) iktidara geldi. Arap Baharı sonrası ülkenin en önemli siyasi aktörü olan İhvancılar, ülkeyi dini esaslara göre yönetmeye başlayınca halkın direnciyle karşılaştılar. Artan eylemler sonrası iktidarı paylaşmak zorunda kaldılar. Muhafazakar Cumhurbaşkanı Kays Said’in geçen yıl feshettiği parlamentonun başkanı da Gannuşi’ydi. İhvan hareketinin Tunus uzantısı En Nahda’nın salı günü itibarıyla faaliyetleri yasaklandı. Eski Meclis Başkanı 81 yaşındaki Raşid el-Gannuşi de tutuklandı.

MISIR/ÖZGÜRLÜK VE ADALET PARTİSİ

Müslüman Kardeşler Hareketi 1928’de bu ülkede kuruldu. Seksen yıllık yeraltı faaliyetinin ardından 2012’de işbaşına gelen İhvancılar yalnızca bir yıl iktidarda kalabildi. İhvancılar’ın kurduğu Özgürlük ve Adalet Partisi ülkeyi katı teokratik kurallarla yönetmeye girişen, anayasayı şeri kurallara göre değiştirmeye çalışan İhvancılar Temmuz 2013’teki darbeyle görevden düşürüldü. İhvancı Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve hareketin binlerce üyesi hapsedildi. Aralık 2013’te "terör örgütü" ilan edilen  İhvan hareketi Temmuz 2022’de siyasi mücadeleyi bıraktığını açıkladı.

        Mısır’da İhvan Hareketi, Sisi yönetimi tarafından yasaklanınca yasal siyasal faaliyetlerine son verdi.


SURİYE/SURİYE MÜSLÜMAN KARDEŞLERİ

Suriye Müslüman Kardeşleri (Arapça: El-İhvan’ül Muslimun fi Suriya) İhvan’ın bu ülkedeki uzantısı. Ezher Üniversitesi’nde okuyan Mustafa es-Sıbâî’nin öncülüğünde 1940’larda kurulan hareket Şam yönetimi tarafından 1960’larda yasaklandı. Günümüzde başkanlığını Muhammed Riyad el-Şefik yapıyor. 1982’de Hama’da büyük bir ayaklanmaya kalkıştı. 70’li yıllarda silahlı saldırılar, katliamlar yaptı. Arap Baharı’yla birlikte yeniden silaha başvurdu. İhvan’ın tetiklediği çatışmalar ülkeyi kanlı bir iç savaşa sürükledi.

YEMEN/ISLAH HAREKETİ

Arap Baharı sonrası kanlı bir savaşa sürüklenen Yemen’de Müslüman Kardeşler, Islah Hareketi olarak da bilinen Yemen Yenilik Hareketi ile ilişkili. Husiler ile Suudi destekli güçler arasında sekiz yılı aşkın süredir kanlı bir savaş yaşanan ülkede İhvancılar etkili durumda. Bir süre önce Suudiler’e karşı petrol zengini Şebwa vilayetinde çatışmaya girdi.

BAHREYN/ISLAH HAREKETİ

Müslüman Kardeşler Islah Hareketi ve onun siyasi kanadı olan El Menber İslam Topluluğu tarafından başlatıldı. 2002 meclis seçimleri sonrası, El Menber temsilciler meclisinde 40 sandalyeden 8 tanesini alarak en büyük parti hâline geldi. Hareketin sözcüsü Muhammed Halit.

ÜRDÜN/İSLAMİ ÇALIŞMA CEPHESİ

Ürdün’de Müslüman Kardeşler Hareketi 1942’de Abdullatif Ebu Kûre tarafından kuruldu. İslami Çalışma Cephesi adı altında bir dönem Meclis’te çok sayıda koltuk elde ettiler. Amman yönetimi 2012’de İslami Çalışma Cephesi’ne parlamentoya girme ve siyaset yasağı getirdi. Ürdün İhvanı 2015’te üçe bölündü. Bir grup Ürdün Müslüman Kardeşler Derneği" adıyla yeni bir "İhvan teşkilatı" kurdu. Cemiyet’ül Merkez’il İslami (İslami Merkez Cemiyeti) adıyla bilinen en önemli teşkilatında bölünme yaşandı. Hizb’ül Vasat’il İslami (Vasat İslami Partisi-VİP) İhvan hareketinin parçalarından.

IRAK/IRAK İSLAM PARTİSİ

Irak’taki Müslüman Kardeşler Hareketi’nin kurucusu El Ezher mezunu Muhammed Mahmud es-Savvaf. Teşkilatın Irak’taki temelleri 1948 yılında atıldı. 1960 yılına kadar teşkilatlanmaya ağırlık veren hareket, 1960 yılında Irak İslam Partisi’ni kurarak hareket içerisinde parti kuran ilk yapı olmuştur. 1961 yılında yasaklandı, yer altı faaliyetine geçti. 2003 yılında Saddam Hüseyin’in düşüşünden sonra İslamcı Parti, yeniden ortaya çıktı.

SUDAN/ ULUSAL KONGRE PARTİSİ

İhvancılar Hasan Turabi ve Ömer Beşir taraftarları olarak ayrılıyor. Sudan’da İslamcı diktatör Ömer El Beşir İhvancı liderdi. 2019’da devrilene kadar lideri olduğu Ulusal Kongre Partisi (UKP) ile ülkeyi yönetti. Beşir devrilince UKP kapatıldı. Sudan’da Hasan Turabi önderliğindeki İhvancılar da El Beşir’den ayrılarak 1999’da Halk Kongresi Partisi’ni (HKP) kurdular. Sudan İslami Hareketi ya da Sudan Müslüman Kardeşler (İhvan) Teşkilatı 1940’lardan bu yana ülkede faaliyette.

LİBYA/ADALET VE İNŞA PARTİSİ

İhvan’ın Libya’da siyaset vitrininde boy gösteren kolu Adalet ve İnşa Partisi. Başkent Trablus’ta askeri konsey başkanlığı yapan cihatçı Abdulhakim Belhac, Müslüman Kardeşler ile beraber hareket ediyor. Trablus yönetiminin önemli kısmı İhvancılardan oluşuyor.

IKBY/KÜRDİSTAN İSLAMİ BİRLİĞİ

Kuzey Irak’ta 1994’te Selahaddin Bahaeddin tarafından kurulan Kürdistan İslami Birliği IKBY’deki en güçlü üçüncü siyasi yapı olarak varlığını devam ettiriyor. Kuzey Irak’ta da Müslüman Kardeşler’in kurduğu birçok İslamcı hareket bulunuyor.

GAZZE/HAMAS

İhvan’ın Filistin’deki uzantısı olan HAMAS, Gazze Şeridi’ni elinde tutuyor. 1987 yılında İntifada olaylarından sonra Hamas (İslami Direniş Örgütü) Gazze’de Müslüman Kardeşler’in bir kanadı olarak kuruldu ve akabinde Filisin’deki en güçlü silahlı güçlerden biri haline geldi. 2006 yılında Filistin topraklarında parlamento seçimlerini kazanan Hamas, Müslüman Kardeşler’in Filistin ayağı olarak kurulmuştu. Hamas ABD ve AB’nin terör örgütü listesinde bulunuyor. Gazze’yi şeri hukuka göre yöneten örgüt, Arap Baharı sürecinde merkezi ola Şam’ı terk ederek cihatçı kalkışmaya destek vermişti.

SUUDİ ARABİSTAN/SEHVE

Vahabi düşüncesinin hâkim olduğu Suudi Arabistan’da Müslüman Kardeşler hiçbir zaman çok fazla etkili olmadı. Buna rağmen varlıklarını sürdürmeye devam ettiler. Müslüman Kardeşler’in Suudi Arabistan’a girişi Nasır döneminde Mısır’dan kaçan üyelerin Suud’a sığınmasıyla başladı. Müslüman Kardeşlerden etkilenen selefî âlimler “Sehve” uleması adı altında birleşerek faaliyetlerde bulundular. Suudi Arabistan resmi olarak Müslüman Kardeşler’i 2014 yılında terör örgütü listesine alarak hareketi yasakladı.

BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ

Körfez’in etkili ülkelerinden Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) 2014’te İhvan’ı "terör örgütü" ilan etti.

BAHREYN/EL-MİNBER EL-VATANİ PARTİSİ

Müslüman Kardeşler Hareketi Körfez ülkelerinde de farklı tarihlerde teşkilatlanma faaliyetlerine başlamıştır. Bahreyn’de 1941 yılında öğrenci hareketi olarak başlayan çalışmalar, 1980 yılında el-Minber el-Vatani Partisi’nin kurulmasıyla siyasallaştı. Bahreyn, BAE ve Suudi Arabistan ile birlikte İhvan’ı 2014’te yasakladı.

KUVEYT/İSLAM ANAYASA HAREKETİ

Kuveyt’te 1952 yılında faaliyetlerine başlayan İhvan hareketi, 1991 yılında İslam Anayasa Hareketi Partisi’ni kurarak ülkenin siyasi arenasındaki yerini aldı.

KATAR/İHVAN’IN MERKEZİ

Halihazırda Türkiye ile birlikte İhvan’ı destekleyen tek ülke konumunda. Bölge ülkelerinden kaçan İhvancıların sığındığı Katar, bu hareketin resmi sponsoru konumunda. İhvan’a verilen destek nedeniyle Katar ile Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkeleri arasıda uzun süre ilişkiler kopmuştu.

CEZAYİR/ İSLAMİ SELAMET CEPHESİ

1990’lardan 2000’lerin başına kadar süren iç savaşın taraflarından FİS’in (İslami Selamet Cephesi) eski kadrolarının bir kısmı İhvan geleneğinden.

FAS/ADALET VE KALKINMA PARTİSİ

Arap Baharı’nın ardından iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (Fas AKP) İhvan’ın siyasi uzantılarından. AKP’nin de kardeş partilerinden. Parlamenter monarşiyle yönetilen ülkede İhvancılar kontrollü bir siyaset sürdürüyor.

Parti Genel Başkanı Abdulillah Benkiran bir dönem başbakan oldu.

İbrahim Varlı / BİRGÜN



IMF'ye göre Türkiye ekonomisi: 2023-2028 - Korkut Boratav / SOL

 

Türkiye’nin emekçileri ve ülke bu geleceğe mahkûm edilebilir mi? İktidarı devralmaya hazırlanan kadrolar ciddiyetle düşünmelidir.

IMF’nin Nisan 2023 tarihli World Economic Outlook (WEO) raporu yayımlandı; WEO’nun ülke ekonomilerini kapsayan zengin veri bankası da güncelleştirildi. 

Bu yazıda IMF’nin güncelleşmiş 2023-2028 Türkiye öngörülerini, aşağıdaki tabloyu gözleyerek tartışalım. 

İlk dört satırda GSYH ve fiyatlara ilişkin yıllık değişim oranları (%’ler) var. Satır 5 ve 6’da ise cari işlem dengesinin millî gelirdeki payı ve dar tanımlı işsizlik oranı (yine % olarak) yer alıyor.  Son sütun bu değişkenlerin 2025-2028 ortalamalarını içeriyor. IMF son dört yıl boyunca ekonomide aynı eğilimlerin süreceğini varsaymış. Yıllık verileri bu nedenle aktarmadım. 

2023 öngörüsü: Normale yumuşak geçiş…

IMF’nin 2021 Türkiye raporu ve 2022 raporuna ilişkin basın duyurusu ekonomideki dengesizlikleri vurgulamaktaydı. Tabloda aktarılan son öngörüler ise bu uyarıların dikkate alınacağını ve ekonominin 2023’te “normale yumuşak bir geçiş” yapacağını varsaymaktadır.

IMF’nin geçen yıl yaptığı (ve tabloda yer almayan) öngörülere göre 2022’de dolar fiyatında %89, TÜFE’de %73 artış beklenmekteydi. Bu beklentiler ekonomik dengesizliğin döviz piyasalarına yansıyarak süregeleceği anlamına gelmekteydi. 

Tabloda yer alan 2023 öngörüsü dengesizliğin bu yıl hafifleyeceğini gösteriyor: TÜFE %50’yi aşmakta, iç piyasalarda enflasyon süregelmektedir; ama dolar (%29’luk artışla) göreli olarak ucuzlamaktadır (Sütun 1, satır 3-4). 

TL’nin reel olarak değerlenmesi GSYH öngörülerine de yansıyor. 2023’te sabit TL’li (“reel”) büyüme oranı yüzde 2,7’dir. 2022’de %5,6 büyüyen ekonomi yarı-yarıya durgunlaşacaktır. IMF bu nedenle dar tanımlı işsizliğin de (yarım puanlık bir artışla) yüzde 11’e çıkacağını öngörüyor. Dolarlı GSYH’daki büyüme temposu ise TL’deki reel değer artışını izleyerek %13,7’ye sıçramaktadır (Satır 1-2). 

Normale dönüşün bir başka göstergesi 2022-2023 arasında durgunlaşan ekonominin cari işlem açığı/dolarlı GSYH yüzdesini 1,4 puan (5,4 → 4,0) indirmesidir. 

Öyle anlaşılıyor ki IMF, 2023’te geleneksel istikrar politikalarına dönüşün ekonomiyi durgunlaştıracağını ve ekonomik dengelerin “düzelmeye” başlayacağını öngörmektedir. “İktidar değişikliği beklentisi” olarak yorumlayabiliriz. 

2024: Normalleşme devam ediyor

IMF, 2023’te başlayan “normale yumuşak geçiş” eğiliminin 2024’te de süreceğini öngörüyor. Doların ortalama fiyat artışı TÜFE’yi geriden (%30,8 → %35,2) izlemektedir. Ulusal paranın reel olarak değerlenmesi sayesinde dolarlı GSYH sabit TL’li büyüme oranını (%5,6 → %3,6) aşacaktır (sütun 2). 

Doları reel olarak ucuzlatan “normale yumuşak geçiş” nasıl mümkün oluyor? Neoliberal istikrar programının sürdürüldüğü ve ekonominin dış finansmanını fazlasıyla sağlayacak yabancı sermaye girişleri varsayılarak… 

2023’ü örnek alalım: Türkiye’nin 12 ay içinde vadesi gelecek olan dış borç yükümlülükleri 196 milyar dolardır. Buna IMF’nin cari açık öngörüsünü (40,7 milyarı) ekleyin. 2023’te 236,7 milyar dolarlık dış finansman gereksinimi doğar.  2023’te (dış kaynak girişleri sayesinde yüzde 14 civarında büyüyen) dolarlı GSYH’nın yüzde 23’ü civarında bir yük… Döndürülebileceği umulur. 

Ne var ki, son veriler IMF’nin cari işlem açığı öngörüsünü şimdiden eskitmiştir. Son on iki ayın cari açık toplamı 55,4 milyar dolara çıkmıştır. Ocak-Şubat 2023 açıkları ise 18,8 milyardır; bu tempo devam ederse 2023’te dış açık 110 milyar dolara ulaşır; 12 ayın dış yükümlülükleri ile birlikte 300 milyarı aşar. 2023 dolarlı GSYH öngörüsünün yüzde 30’una ulaşan dış finansmanın sürdürülebileceği şüphelidir. 

IMF, 2005’te 10 milyar dolarlık bir krediyi AKP iktidarına seçim desteği olarak açmıştı. “Devran değişmiştir” diyerek geçelim… 

2023-2024 büyüme ve işsizlik öngörüleri gerçekçidir. AKP’nin son yedi yılda iç ve dış istikrasızlık pahasına sağladığı yüzde 4,3’lük büyüme temposu tarihe karışacak; dar tanımlı işsizlik oranı yükselecektir.

Sonraki dört yıl: İstikrar içinde durgunlaşma

IMF’nin 2023’te umduğu istikrar programı, 2024 sonrasına da taşınacak; bu politikalar Türkiye’yi 2028’e getirecektir. Tablonun son sütununda yer alan 2025-2028 öngörüleri, önceki iki yılla benzerlikler içermekte; Türkiye için tasarlanan geleceğin nicel çerçevesini göstermektedir.

Ekonomi yüzde 3’lük bir büyüme temposuna yerleşmiştir.  Bu oran, IMF’nin Türkiye için öngördüğü sürdürülebilir büyüme potansiyelidir. Durgunlaşma, istikrar göstergelerine yansımıştır (satır 3 ve 5). Enflasyon yüzde 21’lik, cari açık/GSYH oranı yüzde 2’lik eşiklere takılmaktadır. Herhalde “Türkiye’de istikrar ancak bu kadar” olabildiği için… 

Neoliberal doğrultuda olacağı umulan istikrar programı dış kaynak girişleriyle “ödüllendirilmektedir”. Bu sayede ortalama dolar kurunun artışı olarak enflasyonun altında (%18 ve %21,2) seyredecektir (satır 3-4). Dolarlı millî gelirin büyüme ortalaması (%5,5) da sabit TL ile ölçülen reel GSMH’nın büyüme temposunu (%3’ü) fazlasıyla aşacaktır (satır 1-2). 

2028’e kadar toplumsal bunalım

Bu öngörüler, AKP’nin 2003-2007’teki   Lale Devri’ni andıran bir gelecek tasarımı akla getiriyor. 

Ne var ki ortam çok farklıdır. AKP iktidarının ilk yılları sermaye hareketlerinin çok canlı seyrettiği bir dönemdi. Kişi başına millî gelirin gerilediği beş kayıp yılı (1998-2002’yi) izlemekteydi. Türkiye yüzde 7,3’lük bir büyüme temposu tutturabilmişti; ekonominin dış bağımlılığını da aşırı yoğunlaştırarak…  Yakın gelecekte ise sermaye hareketlerinin durgunlaşan dünya ekonomisine ayak uyduracağı beklenir. 

IMF’nin 2025-2028 Türkiye ekonomisi için “uygun gördüğü” durgun büyüme temposunun toplumsal sonuçları tabloda yer alıyor mu? Sadece (satır 6’da) dar tanımlı işsizlik oranının çift haneye (%10,5’e) yerleşmesinde… 

Bu eksikliği tamamlayalım: AKP 2016-2022 yıllarında Türkiye ekonomisine sadece IMF’nin vurguladığı iç ve dış istikrarsızlığı değil, çok ağır bir toplumsal bunalımı da “armağan etti”. Sermayenin ekonomik tahakkümü toplumsal bir cinayet boyutu kazandı. 

Sık sık vurguladığım göstergeleri tekrarlayayım: Tipik bir işçinin ortalama reel ücreti yedi yıl öncesinin %15 veya %25 altındadır. Ücretlerin net millî gelirdeki payı 9 puan aşınmış; 500 büyük şirkette kâr + faiz gelirlerinin katma değerdeki payı 24 puan artmıştır. Bu son veri sanayi işletmelerinde ortalama sömürü oranının %77’den %211’e çıkması sayesinde mümkün olmuştur. Aynı dönemde atıl işgücü oranı %17’den %24’e çıkmıştır. Türkiye boşta gezen, evde oturan, çoğu diplomalı gençleri barındıran bir topluma dönüşmüştür.

IMF, Türkiye için bu geleceği, yani istikrarlı ve kalıcı bir toplumsal bunalımı tasarlıyor. 

Türkiye’nin emekçileri ve ülke bu geleceğe mahkûm edilebilir mi? İktidarı devralmaya hazırlanan kadrolar ciddiyetle düşünmelidir.

Korkut Boratav / SOL

418 milyar doların ayrıntıları - Çiğdem Toker / T24

 

Kılıçdaroğlu'nun talebi ve bilgisi doğrultusunda hazırlanan raporda, 18 kişiden oluşan uzman heyetin tahminlerine göre, bu süre zarfında bu beş ana sektörde, "iş insanları, üst düzey siyasiler ve bürokratlar" tarafından en az 418 milyon dolar tutarında haksız kazanç sağlandı. İktidarın el değiştirmesi durumunda bu tutarın toplam 180 milyar dolarının geri alınabileceği tahmin ediliyor. Kurulacak temiz yönetim ile de her sene 50 milyar dolar tasarruf edilmesi öngörülüyor.

Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun son aylarda tekrar ederek vurguladığı AKP dönemi uygulamalarına bağlı olarak kamu kaynakları üzerinden oluşan 418 milyar dolarlık haksız kazancın 180 milyar dolarlık kısmının, beş yıllık bir dönemde geri alınması öngörülüyor. Bu öngörü, 14 Mayıs seçimlerinin ardından yargının ve denetim kurumlarının tamamen bağımsız çalışacağı varsayımına dayanıyor.

Kılıçdaroğlu'nun adaylık sürecinde öne çıkan bu söylemi ve andığı tutarlar; alanında uzman kıdemli denetim elemanı, yargı mensubu, bürokrat teknokratlardan oluşan 18 kişilik bir grubunun hazırladığı kapsamlı bir çalışmanın sonuçlarından biri. (CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu'nun geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili olarak Uğur Dündar'a bir mülakat verdiğini anımsatalım.)

Bugün T24 okurlarıyla Erdoğdu'nun sözünü ettiği çalışmadaki verilerin raporda yer aldığı biçimiyle orijinal tablosunu paylaşacağım. Geniş hacimli, kapsamlı olduğunu öğrendiğim raporun tamamının, kamuoyuyla paylaşılması bu aşamada değişik nedenlerle doğru bulunmuyor. Bununla birlikte, 18 kişilik uzman ekibin 2022 yılının neredeyse tamamı süresince (11 ay) üzerinde çalıştığı sektörler ve analizlerin genel çerçevesi ile temel sonuçları, kademeli olarak mecralara aktarılacak.

Tabloya yansıyan tutarlardan görülebileceği gibi, AKP iktidarı uygulamalarına fatura edilen 20 yıllık kamu zararı ve yolsuzluk çalışması beş ana sektör incelenerek oluşturuldu:

- Kamu ihaleleri

- İmar ve İnşaat işleri

- Vergi, prim ve cezalar

- Banka ve sermaye piyasaları

- Enerji ve madencilik

Bu sektörlerin küresel ölçekte yolsuzluk ve rüşvetin yaygın olduğunun altı çiziliyor. Türkiye özelinde söz konusu sahalarda kamunun uğratıldığı zarar çalışılırken, kamu ihalelerinin envanteri, TÜİK verileri, Sayıştay raporları, özelleştirme operasyonları, iddianameler, soruşturmalar, imar uygulamaları, ruhsat işlemleri ve bu sahada yapılan haberler temel alındı. Kamu zararı hesaplanırken makroekonomik veriler analiz edildi. Yolsuzlukla etkin mücadele yapılması halinde, geri alınabilecek tutar ve sonrasında da "temiz" yönetim sonucu sağlanacak tasarrufun yıllık olarak tahmin edilmeye çalışıldığı belirtiliyor. Görüştüğüm kaynaklar, yolsuzluğun genel olarak örtülü yapılması dolayısıyla, ölçeğinin çıkarmanın tahmin ve varsayımlara dayanmasının kaçınılmaz olduğunun altını çiziyor. Bu yanıyla da rapordaki hesaplamaların, tartışmaya da açık olduğu ifade edilmekle birlikte, ihtiyatlı davranıldığı için gerçek kamu zararının altında bile kalmış olabileceği vurgulanıyor.

Kamu ihaleleri ilk sırada

Kılıçdaroğlu'nun talebi ve bilgisi doğrultusunda hazırlanan bu raporda, 18 kişiden oluşan uzman heyetin tahminlerine göre, bu süre zarfında bu beş ana sektörde, "iş insanları, üst düzey siyasiler ve bürokratlar" tarafından en az 418 milyon dolar tutarında haksız kazanç sağlandı. İktidarın el değiştirmesi durumunda bu tutarın toplam 180 milyar dolarının geri alınabileceği tahmin ediliyor. Kurulacak temiz yönetim ile de her sene 50 milyar dolar tasarruf edilmesi öngörülüyor.

Sektörler arasında kamu ihaleleri, yolsuzluk riskinin en yüksek olduğu alan olarak ilk sıraya yerleşti. Buna karşılık, görece düşük risk içeren kredi ve teşvik uygulamalarında yolsuzluk risk on binde 3 olarak kayda geçti.

Rapordaki önemli bir değerlendirmeyi şöyle özetlemek mümkün:

"Gerçeklikte çok yüksek olduğu bilinen yolsuzluk oranının genele yayılması konusunda dikkatli davranıldı. Sözgelimi Telekom, Tekel, SEKA gibi büyük özelleştirmelerde satılan kamu varlıklarının gerçek değerlerinin üçte birine hatta dörtte birine satıldığın yönelik güçlü kanıtlar olmasına rağmen özelleştirmelerde toplam kamu zararı hesaplanırken, gerçek değerlerinin yüzde 20 altına satıldığını varsayarak hesap yapıldı.

Kamu ihalelerindeki yolsuzluk riski, açık ihalelerde yüzde 10,

kapalı ihalelerde ise ihale bedelinin yüzde 30'u olarak hesaplandı."

Bu çalışmanın ihale türlerine göre tutar ve kamu zararı tahminleri ise aynı raporda iki ayrı kategoride incelendi. Kamu harcama ihaleleri ve kamu gelir ihaleleri.

Kamu harcama ihalelerindeki ayrıntılar raporda şöyle yer alıyor:

İhaleler iki büyük kategoride

İhale yolsuzluğu tahmini, yukarıdaki tabloda görünen toplam 133 milyar dolarla sınırlı değil. Asıl ihale yolsuzluğu toplamı, 203 milyar dolar. Çünkü rapordaki ikinci kategori olan Kamu Gelir İhaleleri incelemesinde; mevzuatı ayrı kanunlarda yer alan özelleştirme, Kamu Özel İşbirliği, kapsam dışı satışlar, kamu satışı ve kiralamaları ve varlık satışları tahminleri analiz ediliyor.

Bu ihale kategorisindeki yolsuzluk tahmini tutarı ise 70 milyar dolar.

Böylece biri 133, diğeri 70 milyar dolar olmak üzere toplam 203 milyar dolarlık ihale yolsuzlukları, 418 milyar doları oluşturan beş sektörün incelendiği ana tablodaki ilk sıraya yerleşiyor.

AKP'nin 20 yıllık kamu ihaleleri serüveninde 2022 yılı sonu itibariyle hesaplanan 203 milyar dolarlık kamu zararı tahmini, mevcut iktidar ve onunla iş yapanların yüksek tepkisini de yeterince izah ediyor.

İyi bayramlar dilerim.

Çiğdem Toker / T24


Tonlarca asbest havaya karışıyor: 'Afetin öldürücü sonuçları önümüzdeki 30 yıla uzatılıyor' (BURCU GÜNÜŞEN-SOL/SÖYLEŞİ)

 Tonlarca asbest havaya karışıyor: 'Afetin öldürücü sonuçları önümüzdeki 30 yıla uzatılıyor' (BURCU GÜNÜŞEN-SOL/Söyleşi)

Dr. Ahmet Soysal deprem bölgesinde süren enkaz kaldırma çalışmalarında çevreye saçılan asbest ve diğer zararlı maddelerle afetin öldürücü sonuçlarının önümüzdeki 30 yıla uzatıldığını söyledi.

Kahramanmaraş'ta 6 Şubat'ta meydana gelen depremlerin üzerinden 2 buçuk ay geçti. Resmi açıklamalara göre 50 binin üzerinde yurttaşın yaşamını yitirdiği deprem bölgesinde devam eden enkaz kaldırma çalışmaları büyük bir kaos tablosunu ortaya koyuyor.

Bölgede inceleme yapan uzmanlar çalışmaların hiçbir önlem alınmadan adeta bir panikle sürdürüldüğünü dile getiriyor. Enkaz kaldırma çalışmalarına katılanlar için kişisel koruyucu önlemler alınmıyor, molozları taşıyan kamyonların yarattığı trafik kaosu kazalara davetiye çıkarıyor. Şehirlerin içinden toz bulutu içinde hızla geçerek taşınan tonlarca moloz sulak alanlara, tarım arazilerine, neredeyse boş bulunan her yere dökülüyor.

Dayanışma Meclisi üyesi, TTB Halk Sağlığı Kolu Sekreteri Dr. Ahmet Soysal "Şimdi bu kadar büyük bir enkaz hiçbir önlem almadan kaldırılırken tonlarca asbest havaya karışıyor ve solunum yolu ile insanlara ulaşıyor. Afetin öldürücü sonuçları önümüzdeki 30 yıla uzatılıyor" diyor.

Molozların içinde sadece asbest değil birçok kimyasal, ağır metaller, petrol artıklarının da olduğuna işaret eden Soysal "Tüm bunlar zaman içinde yeraltı ve yerüstü su kaynaklarını, tarım alanlarını etkileyecek. Tarımsal üretime zarar verecek, su kaynaklarını kirlettiği için gelecekte içme ve kullanma suyu üretimi zorlaşacak" diye belirtiyor.

Deprem bölgesinde incelemelerde bulunan Dr. Soysal ile bölgedeki durumu konuştuk:

'Enkazlar basitçe ıslatılmıyor bile'

Yakın zamanda Hatay’a gittiniz ve halen devam eden enkaz kaldırma çalışmalarını yerinde gözlemlediniz. Hem enkazların kaldırılması sırasında hem de boşaltıldığı yerlere ilişkin gözlemlerinizi aktarabilir misiniz?

Bölgede şu anda büyük bir enkaz kaldırma çalışmaları var. Neredeyse büyük bir panik halinde enkaz kaldırılmaya çalışılıyor. Başında hiçbir sahibi olmayan enkazlar özellikle hemen kaldırılıyor. Bu enkaz kaldırma çalışmaları hiçbir önlem alınmadan yapılıyor. Enkazlar basitçe ıslatılmıyor bile; her tarafta büyük bir toz bulutunun altında… Enkaz kaldırma işlemleri sırasında enkazların çevresinde biriken insanlar bir tarafa, enkaz kaldırma işleminde çalışan hiçbir işçi filtreli maske kullanmıyordu. Oysa işçilerin filtreli maske dışında yönetmeliklere göre koruyucu ekipmanda kullanmaları gerekiyor. Sonra damperli kamyonlara yüklenen bu enkaz üzerleri kapatılmadan ve güzergah seçimi yapılmadan büyük bir hız ve yoğunlukla yerleşimlerin içinden geçirilerek o gün tespit edilen, adeta boş bulunan yerlere dökülüyor. Döküm yerleri incelenmeden, o kadar rastgele seçiliyor ki; özel olarak korunması gereken alanlara bile enkaz dökülüyor. Örnek vermek gerekirse Samandağ’da Milleyha Kuş Cenneti'ne, denizin tam kıyısına tonlarca enkaz döküldü. Tarım alanlarının ortasına, su toplama havzalarının üzerine tüm deprem bölgesinde enkaz dökülüyor.

'Tonlarca asbest havaya karışıyor'

Deprem bölgesindeki bina enkazlarında asbeste maruz kalanları yakın ve uzun vadede hangi sağlık sorunları bekliyor? Buna karşı ne gibi önlemler alınabilirdi ya da halen alınabilir?

Asbest insanlar için kesin kanserojen olduğu bilinen bir materyal. DSÖ'ye bağlı Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı insanlar için kesin kanserojen bir mineral olarak kabul edildi. o nedenle tüm dünyada 2000’li yılların başından itibaren kullanımı yasaklanmaya başladı. Ülkemizde de asbestin kullanımı 2010 yılında yasaklandı. Asbest doğada çok bulunan, ucuz ve iyi bir yalıtkan olduğu için bu yıla kadar bütün binaların yapımında çok yaygın olarak kullanıldı.

Şimdi bu kadar büyük bir enkazı hiçbir önlem almadan kaldırılırken tonlarca asbest havaya karışıyor ve solunum yolu ile insanlara ulaşıyor. Afetin öldürücü sonuçları önümüzdeki 30 yıla uzatılıyor. Çünkü solunum ile aldığınız asbest lifleri asbestosisakciğer kanseri ve akciğer zarı kanseri olan mesotelioma olma ihtimalini yapılan bilimsel çalışmalara göre beş kata yakın artırıyor. Eğer sigara da içiyorsanız bu artış daha da fazla oluyor. Asbeste bağlı bu hastalıklar 10 ile 30 yıl arasında bir süreçte ortaya çıkabiliyor.

Bunu önlemenin yolu asbeste maruziyeti azaltmaktan geçiyor. Üstelik bu konuda yeterli yasal altyapımız da var. 25.01.2013 tarih ve 28539 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan ‘Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik’e göre ülkemizde asbestin her türünün kullanımının yasak olduğunun vurgulanmasının yanı sıra asbestli binaların yıkım koşulları da düzenleniyor.

Yönetmeliğe uyulmuyor

Yönetmelik çok açık; asbestli binaların yıkım ve enkaz kaldırma işlemleri öncesinde asbestli malzeme uzman ekiplerce mutlaka temizlenmeli…

Yönetmeliğin 7. maddesi; özellikle de üçüncü bendi yıkım ve enkaz kaldırma işlemini sürdürenlere büyük bir sorumluluk getiriyor. Bu maddeye göre ‘işveren, söküm, yıkım, tamir, bakım ve uzaklaştırma işlerine başlamadan önce, asbest içerebilecek malzeme ve yerlerini belirlemek için tesis, bina, gemi ve benzeri yapı ve sistemlerde inceleme yaparak gereken tedbirleri alır’…

Yine aynı maddeye göre yıkım izni için 18.3.2004 tarihli ve 25406 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliğinin ilgili hükümleri uygulanmak zorunda…

Aynı madde daha da önemli koşullar getiriyor; bugün acele ile molozları kaldırarak; sulak alanlara, tarım arazilerine dökenler için;  ‘İşverenin çalışma yaptığı herhangi bir yapı veya ortamda asbest veya asbestli malzeme bulunduğu şüphesi varsa bu Yönetmelik hükümleri uygulanır. İşveren; asbest içerebilecek malzemelerin, söküm, yıkım, tamir, bakım ve uzaklaştırma işlerini sekizinci maddede belirtilen uzman nezaretinde ve yine aynı maddede belirtilen çalışanlarca yapılmasını sağlar.’

Teknik önlemler alınmasına rağmen, havadaki asbest konsantrasyonunun 11'inci maddede belirtilen sınır değeri (Madde 11: İşveren, bu Yönetmelik kapsamındaki çalışmalarda çalışanların maruz kaldığı havadaki asbest konsantrasyonunun, sekiz saatlik zaman ağırlıklı ortalama değerinin (ZAOD-TWA) 0,1 lif/cm3’ü geçmemesini sağlar) aşabileceği söküm, yıkım, tamir, bakım ve uzaklaştırma gibi belirli işlerde; çalışanların korunması için işveren, özellikle aşağıda belirtilen önlemleri almak zorunda…

Uygun solunum sistemi koruyucusu ve diğer kişisel koruyucu donanım ile bunları kullanacak çalışanların ve çalışma sürelerinin belirlenmesi ve kişisel koruyucuların kullanılmasını sağlar. 

Sınır değerin aşılması ihtimali olan yerlere uyarı levhalarının konulmasını sağlar. 

Asbest veya asbestli malzemeden çıkan tozun, tesis veya çalışma alanı dışına yayılmasını önler. 

Üstelik yönetmeliğe göre enkaz kaldırma ve yıkım işlerine başlamadan önce, alınacak önlemler hususunda çalışanlar veya temsilcileri bilgilendirilmeli ve görüşlerini de alınmak zorunda… 

'Molozlar hiçbir önlem alınmadan boş bulunan her yere dökülüyor'

Molozların döküldüğü alanlarda asbest solunmasının getireceği halk sağlığı sorunlarının yanısıra bunların su havzalarına, tarım alanlarına vb. dökülmesinin yol açacağı çevre ve halk sağlığı sorunları nelerdir?

Şu anda molozlar hiçbir önlem alınmadan neredeyse boş bulunan her yere dökülüyor. Sulak alanlara, tarım arazilerine, kentlere çok yakın noktalara, su toplama havzalarına molozlar gelişigüzel depolanıyor. Oysa moloz döküm alanları geçirgen olmayan arazilerde, yerüstü ve yeraltı su kaynağının uzağında, tarım alanları ile ilgisi olmayan alanlarda depolanmalıydı. Üstelik depolanmadan önce geçirgen olmayan malzeme ile alanın tabanı kaplanmalı, rüzgar ve meteorolojik olaylara karşı da üstü de kapatılmalıydı. Ayrıca moloz taşıyan kamyonlarda da benzer önlemler alınmalıydı. Hiçbiri yapılmıyor maalesef…

Bu molozların içinde sadece asbest yok, birçok kimyasal, ağır metaller, petrol artıkları vs. de var. Tüm bunlar zaman içinde yeraltı ve yerüstü su kaynaklarını, tarım alanlarını etkileyecek. Tarımsal üretime zarar verecek, su kaynaklarını kirlettiği için gelecekte içme ve kullanma suyu üretimi zorlaşacak. Ayrıca Milleyha sulak alanında olduğu gibi ekosisteme zarar verecek, sucul canlıların ve kuşların bölgedeki varlığını tehlikeye düşürecek.

                             Hatay'da Milleyha sulak alanı içinde yer alan molozların döküldüğü alan... Ağır metallerin Akdeniz'e karışacak olması sorunun uluslararası boyutuna da işaret ediyor.

Ağır metaller Akdeniz'e karışıyor

Molozların döküldüğü alanlarda daha sonra demir benzeri yeniden kullanılabilir malzemelerin ayrıştırılması için ihaleler açılması ve bu alanda yeniden bir çalışma yapılması öngörülüyor. Bu da daha fazla asbestin havaya karışması anlamına mı gelecek?

Kesinlikle evet. Demir gibi o geri kazanılır maddeleri çıkartmak için molozları tekrar parçalayacaklar. Bu da asbest liflerinin tekrar havaya karışması anlamına geliyor. Mesela Milleyha sulak alanına döktükleri molozları ele alalım. Şu anda bile asbest, kimyasal maddeler, ağır metaller sulak alana ve Akdeniz’e karışıyor. Bölgede hakim rüzgarlar batı-doğu yönünde… Yani denizden karaya doğru. Bu molozlar demiri ayırmak için kırılmaya başlandığı zaman asbest lifleri denizden esen rüzgarın etkisi ile doğu da kurulu Samandağ ilçesini etkileyecek. 

'Yönetmeliklerin sorumluluk verdiği belediyeler bu konuda sessiz'

Samandağ’da halk çadırkentin de bulunduğu stad yakınına ve Mileyha Kuş Cenneti’ne molozların dökülmesine tepki göstermişti. Bu kez de molozlar tarım alanlarına taşındı. Moloz döküm alanları neye göre belirleniyor? Bu konuda bir mevzuat yok muydu, pratikte bir kuralsızlık ve kaos mu sözkonusu?

Maalesef moloz döküm alanlarını rastgele belirliyorlar. Boş buldukları her yere araştırmadan moloz döküyorlar. Oysa bu moloz döküm sahalarının afet durumu düşünülerek öncesinde işaretlenmesi gerekirdi. Bununla ilgili çeşitli yönetmelikler var. Ayrıca bu konuda 2004 yılında Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından çıkarılmış bir yönetmelik de var. Üstelik bu yönetmelikler önemli ölçüde belediyelere sorumluluk veriyor. Ancak deprem bölgesindeki tüm belediyeler bu konuda sessiz. Yönetmeliklere göre moloz döküm alanları geçirgen olmayan arazilerde, yerüstü ve yeraltı su kaynağının uzağında, tarım alanları ile ilgisi olmayan alanlarda depolanmalıydı. Üstelik depolanmadan önce geçirgen olmayan malzeme ile alanın tabanı kaplanmalı, rüzgar ve meteorolojik olaylara karşı da üstü de kapatılmalıydı. Ayrıca moloz taşıyan kamyonlarda da benzer önlemler alınmalıydı.

'170 milyona yakın moloz olduğu hesaplanıyor'

Depremde ortaya çıkan toplam moloz miktarı konusunda bir bilgi sahibi miyiz? Bu, öngörülemez ve planlanamaz bir durum olabilir mi?

170 milyon tona yakın bir moloz olduğu hesaplanıyor. Afet öncesi dönemde ortaya çıkacak molozların nasıl yönetilebileceği düşünülmeli ve geri kazanım, moloz döküm alanları gibi konularda önceden elimizde bir planlama olmalıydı. Fakat maalesef tüm bunların yapılmadığı; yapıldıysa da uygulanmadığı görülüyor. Şu anda bölgede depremden kurtulanları bu sefer asbest maruziyeti ile baş başa bırakıyoruz. Depremin öldürücü etkisini asbest maruziyeti ile önümüzdeki 30 yıla taşıyoruz.

(BURCU GÜNÜŞEN-SOL/SÖYLEŞI) 


Vatandaş baronlar - Timur Soykan / BİRGÜN

 

İsveç’in kırmızı bültenle aradığı uyuşturucu kaçakçısı Rawa Majid, Bodrum’dan 250 bin dolara villa alıp Türk vatandaşı olmuş. Marmaris’te çantasını bankta unutunca yakalanan baron, 4 ayda serbest bırakılmış. Hollandalı çok güçlü bir baronun da Türk vatandaşı olduğu iddia ediliyor.

Türkiye’nin dünya mafyasının üssüne dönüştüğü gizlenemeyen bir gerçek. Neredeyse her gün bunun korkunç bir örneğiyle yüzleşiyoruz. Sırp uyuşturucu baronu İstanbul’da öldürülüyor, iki ay geçmeden Kafkas mafyası Azerbaycanlı rakibine yine İstanbul’da kurşun yağdırıyor. Yeni Zelandalı, Avusturalyalı suç örgütü liderleri bile Türkiye’de yakalanıyor.

 Avrupa’yı dolandıran İranlı, Türkiye’de elini kolunu sallayarak geziyor. Artık Türk vatandaşlığı alan baronlar dünya medyasının da gündeminde. Son olarak ABD merkezli Vice News internet sitesi ‘Suçluların gözü Türk vatandaşlığı’nda’ başlıklı bir haber yayınladı.

Vice News haberinde verilen iki örnekten biri; kırmızı bültenle aranırken Türkiye’de yakalanan ama Türk vatandaşı olduğu için İsveç’e iade edilmeyen Rawa Majid.

İSVEÇ’İN BARONU: KÜRT TİLKİSİ

                                        Rawa Majid, 3 yıldır kırmızı bültenle aranıyor. 

Rawa Majid, 36 yaşında. Babası Iraklı bir Kürt ve Saddam muhalifiydi, İsveç’in Uppsala kentine kaçarak yerleşti. Rawa Majid burada yetişti ve yeraltı dünyasında isim yaptı. İsveç polisine göre; uyuşturucu pazarının büyük kısmını rakiplerine dehşet saçarak ele geçirdi. Avrupa polisi suç örgütlerinin kullandığı şifreli haberleşme sistemi Encrochat programına sızınca milyonlarca mesajı ele geçirdi. Bu mesajlarda Rawa Majid ‘Kürt Tilkisi’ kod ismini kullanıyordu ve lakabı ‘Kürt Tilkisi’ olarak kaldı.

İsveç polisi, ‘Uyuşturucu kaçakçılığı ve cinayete teşebbüs’ suçlamasıyla onu yakalamak için 2020’de operasyon düzenledi ancak kayıplara karışmıştı. Hakkında kırmızı bülten çıkartıldı. Yani tüm dünyada aranıyordu.


                                         Rawa Majid, mafya savaşıyla İsveç’in gündeminde.  

Rawa Majid, son dönemde İsveç medyasının bir numaralı gündemi. Sundsvall kentindeki uyuşturucu pazarını ele geçirmek için Yunan asıllı çete lideri ile çatışıyorlar. İsveç medyasına göre; iki ay içinde Stockholm ve çevresinde 20’den fazla silahlı ve bombalı saldırı yaşandı. Stockholm’deki bir saldırıda lokantada yemek yiyen 15 yaşındaki bir çocuk öldü. İsveç basınına göre; Rawa Majid, Signal programı üzerinden çete mensuplarına talimatlarını iletiyordu. Bu mafya çatışması İsveç kamuoyunda ‘Suç cennetine dönüştük’ kaygısını doğurmuştu.

ÇANTASINI UNUTTU, YAKALANDI

‘Baron’un çantasını bulan belediye işçisi Ali Eren, polise haber vermişti. Belediye başkanı işçiye ödül vermişti. 

Bu çete liderinin Türkiye’de olduğunu komik ve maalesef trajik bir olayla öğrendik.

15 Nisan 2022 sabahı Marmaris’te parkı temizleyen belediye işçisi Ali Eren, bank üzerinde çanta buldu. İçinde 12 bin 400 dolar ve 2 bin 400 TL olan çantayı polise teslim etti. Polis çantanın sahibi ‘Miran Othman’ı tespit edip karakola çağırdı. Parasını teslim alan Miran Othman’ın ‘Baron’ lakaplı ve kırmızı bültenle aranan bir uyuşturucu kaçakçısı Rawa Majid olduğu anlaşıldı.Marmaris’te yaşadığı villaya yapılan baskında 2 ruhsatsız silah, çok sayıda mermi ve ‘Rawa Majid’ adına düzenlenmiş İsveç kimliği bulundu. Türkiye’deki haberler bu bilgilerle sınırlı kaldı. Hatta bir habere göre; ‘Miran Othman’ ifadesinde “Sahte kimliğimi profesyonel olarak hazırlattım. Buna rağmen gerçek kimliğim nasıl tespit edildi inanın anlayamadım” demişti.


Rawa Majid, para dolu çantasını Marmaris’teki bir bankta unuttuktan sonra yakalandı.

4 AY HAPİS YATTI, TAHLİYE EDİLDİ

Ama bunu söylemiş olamaz. Çünkü bu suç örgütü liderinin Türkiye Cumhuriyeti kimliği sahte değildi ve üzerinde ‘Miran Othman’ ismi yazılıydı. Yani kırmızı bültenle aranmasına karşın Türk vatandaşı olmuştu. Bu büyük bir skandaldı.

İsveç Devlet Televizyonu muhabiri Diamant Salihu, 30 Kasım 2022’da yayınlanan haberinde; ‘Rawa Majid’ yani yeni adıyla ‘Miran Othman’ ile telefonda konuştuğunu anlattı.  Yani tahliye edilmişti. Habere göre; Miran Othman, “Ben bir Türk vatandaşıyım” dedi. “Nasıl vatandaş oldunuz” sorusuna ise “Bu ülkeye yatırım yaparsanız vatandaş olabiliyorsunuz” yanıtını verdi.

İsveç’te Savcı Henrik Söderman ise şöyle diyordu: “Kürt Tilkisi’nin Türkiye’de yakalanmasından kısa süre sonra iadesini talep etmiştik. Fakat Türkiye vatandaşı olduğu için iade edilmeyecek. Bu kişinin serbest bırakılması konusunda Türk polisi İsveçli yetkililere bilgi vermedi.”

İSTANBUL’DA EVİ VE İŞYERİ VAR

Miran Othman’ın Türk vatandaşı olduğu Bodrum’daki yargılamada net şekilde görülüyor. 18 Nisan 2022’de Marmaris Sulh Ceza Hakimliği’nce ‘Uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapmak ve sağlamak’ suçundan tutuklanan Miran Othman 4 ay cezaevinde kalmıştı. 4 Ağustos 2022 günü Bodrum 1. Sulh Ceza Hakimliği’nde tutukluluk incelemesi için resen celse açıldı.

Avukatı, Miran Othman’ın Türk vatandaşı olduğunu vurguladı ve şöyle konuştu:

“Şüphelinin Türkiye’de herhangi bir suç işlediğine dair herhangi bir delil bulunmamaktadır. Türk vatandaşıdır. İstanbul’da oturmaktadır. İstanbul’da işyeri vardır. Buna ilişkin evrak istedik, ancak tarafımıza ulaşmadığı için sunamıyoruz. Çocukları vardır, karnından ameliyatlıdır. Cezaevi koşulları müvekkil için uygun değildir. Yapılan sözleşmeler gereği tutukluluk süresi 40 günü geçmiştir. Kaçma şüphesi yoktur…”

Yani Miran Othman’ın İstanbul’da da evi ve iş yeri vardı. Bunların evrakı sunulmamıştı ama hakimlik tahliye kararı verdi. Bodrum 1. Sulh Ceza Hakimi tahliye kararında Miran Othman hakkında İsveç makamlarından herhangi bir somut delil, belge gönderilmediğini belirtti.

Oysa İsveç’teki savcı, Miran Othman’ın yakalanmasından kısa süre sonra iadesi için başvurduklarını söylemişti. 

DAHA ÖNCE DE YAKALANMIŞ

Tahliye kararında bir cümle ise çok dikkat çekiyordu. Şöyle denilmişti: “Şüphelinin Bodrum’da yakalandığı tarihte üzerine atılı suçu öğrenmesine rağmen kaçmadığı, daha sonra Marmaris’teki evinde yakalandığı…” Yani Miran Othman, daha önce Bodrum’da yakalanmış, hakkındaki suçlamaları öğrenmiş ama serbest bırakılmıştı. 

Bodrum 1. Sulh Ceza Hakimi, İsveç Ceza Kanunu’na göre verilmesi beklenen ceza ile tutukluluğun orantılı olmayacağı için tahliyeye hükmettiğini de anlatmıştı. İsveç makamları ise uyuşturucu kaçakçılığı ve cinayette teşebbüs gibi ağır suçlardan Miran Othman’ın arandığını ifade ediyor.

Bodrum 1. Sulh Ceza Hakimliği, yurt dışı yasağı, hafta iki gün karakola imza vermesi ve 250 bin TL güvence bedeli şartıyla tahliye kararı vermişti.

Artık Miran Othman’ın nasıl Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu sorusuna dönebiliriz.

IRAK’TA ADINI DEĞİŞTİRDİ

Bir iddiaya göre; Rawa Majid, 2020 yazında gittiği Kuzey Irak’ta mahkeme kararıyla adını değiştirdi ve ‘Miran Othman’ adını aldı. Daha sonra bu kimlikle Türkiye’ye geçti. 250 bin dolarlık bir mülk alması vatandaş olmak için yeterliydi. Bodrum’dan bir villa aldı ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak için başvurdu. Kısa süre sonra kimliği ve pasaportu elindeydi.

Para karşılığı vatandaşlığın bol keseden dağıtıldığı Türkiye’de İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan bir kişinin vatandaş olması bu kadar basitti.

İsveç medyası Miran Othman’a vatandaşlık verilmesi ve serbest bırakılmasını Türkiye karşıtı bir propaganda için kullanıyor. Aralık 2022’de Miran Othman hakkında haber yayınlayan Expressen Gazetesi şöyle yazdı: “Türkiye İsveç’in NATO üyeliğini onaylamak için İsveç’ten iadeler bekliyor. Aynı zamanda ciddi suçlardan aranan İsveçliler Türkiye’de iade riski olmadan özgürce yaşıyor.”

Ancak bu diplomatik kriz başlamadan önce Miran Othman’ın vatandaş yapıldığını biliyoruz. Yabancı mafya liderlerinin kolayca Türk vatandaşı olduğunu görüyoruz.

HOLLANDALI BARON DA VATANDAŞ


Vice News internet sitesinde çıkan haberde Hollandalı uyuşturucu baronu Jos Leijdekkers’ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu iddia edildi.

Vice News’in haberinde; çok önemli bir bilgi yer alıyor. İnternet sitesine konuşan Hollandalı bir yetkili ülkenin en çok arananlar listesindeki uyuşturucu kaçakçısı Jos Leijdekkers’in Türk pasaportu kullandığını öne sürdü. Jos Leijdekkers’in Avrupa’nın büyük uyuşturucu baronlarından olduğu öne sürülüyor ve Hollandalı yetkili “Türkiye yasalarına göre; iade edilmiyor. Dubai ve Türkiye arasındaki özel uçakları denetlemek kolay değil. Her iki ülkede mülkleri olan Jos Leijdekkers tutuklama korkusu olmadan iki ülke arasında gidip geliyor” diye konuşuyor. Hollandalı uyuşturucu baronu Türk vatandaşı yapıldıysa çok büyük bir rezalet ile daha karşı karşıyayız.

Timur Soykan / BİRGÜN

 



Öne Çıkan Yayın

Yandaş şirketler zeytinlikleri istedi: İşte o skandal mektup! -Bahadır Özgür /halkTV-

Meclis’te görüşülen ve başta zeytinlikler olmak üzere koruma altındaki alanları, sulak bölgeleri madenciliğe açan torba yasanın arkasından, ...