KISA KISA GÜNDEM...(22 NİSAN 2023)

 


Adıyaman'daki saldırı girişimi sırasında orada olan gazeteci: 'Kılıçdaroğlu’nun gözleri doldu'(SOL)

ANKA Haber Ajansı Muhabiri Tamer Arda Erşin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adıyaman gezisindeki saldırı girişimi sırasında neler yaşandığını aktardı. Erşin'in sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlar şöyle: * Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugünkü Adıyaman gezisinden… Mezarlıkta yurttaşların normal tepkisi, provokasyona dönüştürüldü. Kim mezarının başına çok kişiyle gelinse öyle bir acıyla tepki gösterirdi, bu provokatörlere zemin hazırladı.* Mezarlıkta Ensar, Tügva ve Hüda Par’cılar vardı ve bu zemini bekliyordu. Diğer yandan Kılıçdaroğlu’na ilgi nedeniyle izdiham da yaşandı, tepki gösteren kadar seveni de vardı. Türbe ziyareti kesinlikle provoke edildi.* Öncesinde foto çekinilmek istendi, ziyaret sonrasına kaldı ve çıkışta provokatörler devreye girdi. Konvoya saldırı ise tamamen organizeydi, saldırı sonrası yürüyüş bile yapıydı.* Bir gazeteci olarak bugünden hiç unutmayacağım mezarlıkta "Bu Fatiha okumayı bilmiyor ki, sen buna neden Fatiha okutturuyorsun?" tepkisi sonrası Kılıçdaroğlu’nun gözlerinin dolması oldu. Yalan değil onu görünce benim de gözlerim doldu.

İşçiler uyardı: Cannes Film Festivali, Monako Grand Prix, Roland Garros...(SOL)

Fransa'da yürürlüğe giren emeklilik düzenlemesine karşı çıkan Genel İş Sendikasının (CGT) enerji kolunun, Cannes Film Festivali'nin elektriğini kesmeyi gündeme aldığı belirtildi. Le Parisien gazetesinin haberine göre, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un "100 günlük" eylem planı sözüne karşılık CGT'nin enerji kolu, yasalaşan emeklilik reformunun uygulanmaması talebiyle "100 günlük eylem ve öfke" temalı plan açıkladı. Sendikadan yapılan yazılı açıklamada, birçok önemli etkinliğin "karanlıkta kalabileceği" konusunda uyarıda bulunularak, "Mayıs'ta istediğini yap! Cannes Film Festivali, Monako Grand Prix, Roland Garros turnuvası, Avignon Festivali karanlıkta kalabilir." ifadesine yer verildi. Fransa'da hükümetin, emeklilik yaşının 62'den 64'e çıkarılmasını içeren yasa tasarısını oylamadan Meclisten geçirme kararı üzerine, 16 Mart'ta kitlesel gösteriler başlamıştı.

Sırbistan Cumhurbaşkanı Vučić: Bize asıl tehdidi NATO oluşturuyor (SOL)

Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, TV Prva’ya demecinde Batılı temsilcilerin Belgrad'ı Rusya ile korkutarak NATO'ya katılmaya çağırdığını, ancak kendileri için asıl tehdidin Kuzey Atlantik İttifakı olduğunu söyledi. Sputnik'in aktardığına göre, Vucic, Bize Rusya’nın herkes için tehdit oluşturduğunu bu nedenle NATO'ya katılmamız gerektiğini söylüyorlar. NATO’ya katılamayız, çünkü bize asıl tehdidi NATO oluşturuyor dedi. Vucic ayrıca, 23 Nisan'ın NATO'nun Sırbistan Radyo ve Televizyon binasına düzenlediği ve 16 çalışanını öldürdüğü hava saldırısının 24. yıl dönümü olduğunu anımsattı. 24 Mart'ta 1999’daki bombardımanın başlamasının yıldönümünde Vucic, Batı askeri bloğu liderliğine hitaben, "İttifaka Sırp vatandaşlarını öldürme hakkını kim verdi? NATO bombalamaları 87'si çocuk olmak üzere 2 bin 500'den fazla insanı öldürdü ve 100 milyar dolarlık hasara neden olduifadelerini kullanmıştı. Sırbistan şu anda NATO'nun ‘Barış için Ortaklık’ programının bir üyesi olarak 2007 parlamento kararı uyarınca askeri tarafsızlığını koruyor.

Almanya'da demiryolu işçileri uyarı grevine gitti: Tren istasyonları boş kaldı(SOL)

Almanya'da Demiryolu Çalışanları Sendikası'nın (EVG) ücret artışı talebiyle düzenlediği uyarı grevi sebebiyle tren seferleri yapılmadı. Alman Demiryolları (Deutsche Bahn) tarafından yapılan açıklamada, yolcuların çoğunun greve hazırlıklı olduğu belirtilerek, "Tren istasyonları neredeyse boş kaldı" ifadesi kullanıldı. Bugün yapılan grevden dolayı dün gerçekleştirilen seferlerde trenlerin daha dolu olduğu aktarılan açıklamada, grevin etkisinin bu akşama kadar süreceğinin tahmin edildiği belirtildi. EVG, yüksek enflasyona karşı daha iyi ücret için demiryolu çalışanlarını bugün yerel saatle 03.00'den 11.00'e kadar süren 8 saatlik uyarı grevine çağırmıştı. Alman Demiryolları ise seferlerin tekrar yerel saatle 13.00'te başlayabileceğini duyurmuştu. EVG, Deutsche Bahn'ın yüzde 5 maaş artışı ve bir defaya mahsus 2 bin 500 avro ödeme içeren ücret artışı teklifini reddetmiş ve 230 bin çalışanın ücretlerine yüzde 12 zam veya ayda en az 650 avro daha fazla ücret talep etmişti. Deutsche Bahn ile EVG arasında bir sonraki toplu sözleşme görüşmelerinin 25 Nisan'da yapılması planlanıyor.(Havalimanlarındaki grev bugün de devam ediyor) Öte yandan Düsseldorf, Köln/Bonn, Hamburg havalimanlarında dün başlayan ve bugün sona erecek güvenlik personelinin grevi sebebiyle yüzlerce uçak seferi iptal edildi. Köln/Bonn Havalimanı'nda 170, Düsseldorf'ta da 160 uçak seferinin iptal edildiği, Hamburg'da hiçbir sefer yapılmadığı belirtildi. Stuttgart Havalimanı'ndan yapılan açıklamada ise Verdi Sendikasının güvenlik görevlilerine bugün grev çağrısı yapması sebebiyle herhangi bir uçağın havalimanından kalkmadığı, gelişlerin ise mümkün olduğu aktarıldı. Verdi Sendikası işverenler ile yaptığı toplu sözleşme görüşmelerinde güvenlik personeli için gece ve tatil günü mesaisi için ücret artışı talep ediyor. 

Washington Post: Ukrayna, Suriye'deki Rus güçlerine gizli saldırı yapmayı planladı(SOL)

Washington Post gazetesi, ABD Savunma Bakanlığı'nın (Pentagon) sızdırılan belgelerinde Ukrayna askeri istihbaratının, Suriye'de Suriye Demokratik Güçleri (SDG) aracılığıyla Suriye'deki Rus kuvvetlerine gizli saldırı yapmayı planladığına dair bilgilerin olduğunu yazdı. Gazetenin sızdırılan belgelere dayandırdığı haberinde, saldırı planlarının detayları ile Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy'in operasyonu durdurmaması durumunda sürecin nasıl devam edeceği konusunda bilgiler yer aldı. Belgelerde Ukrayna askeri istihbarat görevlilerinin, Rusya'ya karşı planladığı olası saldırıda hükümetle herhangi bir bağlantı kurulmaması için Suriye'nin kuzeyindeki SDG militanlarını eğiterek saldırıları bu gruplar aracılığıyla yapmayı öngördüğü iddia edildi. Rus Wagner güçlerine insansız hava aracıyla (İHA) saldırıların da yer aldığı planların yanı sıra SDG'nin eğitim, lojistik destek, savunma sistemleri ve operasyonlardaki rolünün gizli tutulacağına dair garanti verilmesi durumunda teklife sıcak baktığı belirtilen gizli belgelerde, SDG'nin ayrıca Kürt bölgelerindeki Rus mevzilerine yönelik saldırı yapılmaması şartını koştuğu ifade edildi. Zelenskiy'in operasyon planlarını geçen yılın Aralık ayı sonunda askıya aldığı aktarılan haberde, bunun sebeplerinin ise plana dair "Kürtler arası sınır kontrolü meselesi ve bir operasyon merkezi kurma" gibi lojistik zorlukların tespit edilmesi, Ukrayna'nın kısıtlı dron tedariki, saldırıların başarılı olup olmayacağı şüphesi ve ABD baskısı olabileceği belirtildi.(https://haber.sol.org.tr/haber/washington-post-ukrayna-suriyedeki-rus-guclerine-gizli-saldiri-yapmayi-planladi-372312)

Tuzla'da vincin çarptığı Japon mühendis öldü(Cumhuriyet)

İstanbul Tuzla'da Panama bayraklı Chmical Explorer adlı geminin sorumlu mühendisi Tatsuo Ozaki (59) vincin çarpması sonucu hayatını kaybetti. Ozaki'ye çarpan vinç operatörü Tevrat Ç. (55) gözaltına alındıktan sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/tuzlada-vincin-carptigi-japon-muhendis-oldu-2074005)

Dünyanın en pahalı caddeleri açıklandı: İstiklal de listede!(Cumhuriyet)


Cushman&WakefIeld’in ‘’Dünya Geneli Ana Caddeler’’ raporu, en güçlü alışveriş caddelerinde mağazaların son üç yıllık süreçte salgın ve ekonomik belirsizliğe rağmen güçlü bir direnç gösterdiğini ortaya koydu.(https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/dunyanin-en-pahali-caddeleri-aciklandi-istiklal-de-listede-2073960)

Depremlerde can kaybı 50 bin 783'e yükseldi(Birgün)


İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Kahramanmaraş ve Hatay merkezli depremlerde can kaybının arttığını duyurdu. CNN TÜRK'te açıklamalarda bulunan Soylu, Kahramanmaraş ve Hatay depremlerinde can kaybının 50 bin 783'e yükseldiğini açıkladı.Soylu, ölenlerin 7 bin 302'sinin göçmenler olduğunu söyledi. Soylu, "Başından itibaren Adalet Bakanlığımız, savcılıklarımız, nüfus genel müdürlüklerimiz, köylerde hayatını kaybedip de ilçenin savcısından ölüm raporu almadan defnedilenler var. Burada göçmen olup vefat eden 7302 kişi var. Toplamda vefat sayısı 50 bin 783" dedi.

Yardım değil organizasyon kuruluşu!(İsmail Arı-Birgün)

Kızılay’ın 2022 yılı harcamalarına BirGün ulaştı. 347 bin TL’ye basın toplantısı düzenleyen Kızılay, Malazgirt Zaferi etkinliğine 385 bin TL, 15 Temmuz anmalarına da 473 bin TL harcadı. 337 bin TL’ye de algı çalışması yapıldı. İnternet sitesini yenileme için 2 milyon TL harcayan Kızılay’ın düzenlediği organizasyonlar için yaptığı harcamalar şu şekilde:  •Yılsonu değerlendirme basın toplantısı: 347 bin TL, •Toplumsal algı çalışması: 337 bin TL, •15 Temmuz anma etkinlikleri: 473 bin TL , •Malazgirt Zaferi etkinlikleri: 385 bin TL, •Kuruluş yıldönümü etkinlikleri: 573 bin TL, •17 Ağustos Marmara, 12 Kasım Düzce ve 23 Ekim Van depremleri anma etkinlikleri: 708 bin TL. 

Gençlik Bakanlığı Diyanet’e döndü (Mustafa BİLDİRCİN - Birgün)
2019'da Diyanet İşleri Başkanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında işbirliği protokolü imzalanmıştı. (Fotoğraf: AA)

Muhalefetin ‘İktidarın örgütlenme aracı’ olduğu gerekçesiyle tepki gösterdiği Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı gençlik merkezlerinde 25 bin dini içerikli atölye gerçekleştirildi. Sosyal bilimler içerikli atölye ise sadece 5 bin. 
Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı merkezlerde gerçekleştirilen dini içerikli faaliyetler, sosyal bilimler alanlarındaki faaliyetleri solladı. Muhalefetin, “İktidarın örgütlenme aracı” olarak kullanıldığı gerekçesiyle eleştirdiği bakanlığa bağlı gençlik merkezlerinde sosyal bilimler alanında 5 bin 169 faaliyet gerçekleştirilirken dini içerikli faaliyetlerin sayısı 25 bin 714 oldu.Bakanlığın 2022 yılı faaliyetlerini içeren raporunda, Gençlik Merkezleri’nde gerçekleştirilen etkinliklerin detayları paylaşıldı. Rapora göre, gençlik merkezlerinde gerçekleştirilen dini içerikli etkinliklerin sayısı, Sosyal Bilimler konulu etkinliklerin toplam sayısını geride bıraktı.(YÜZ BİNLERCE ÖĞRENCİ) Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın verilerine göre, “gençlerin girişimci, yeniliğe açık ve çağın gereksinimlerini yakalamış bireyler olmalarını sağlamak” amacıyla gençlik merkezlerinde toplam 360 bin 415 faaliyet gerçekleştirildi. Toplam 769 bin 470 gencin katıldığı faaliyetlerin gerçekleştirildiği atölye başlıkları, “Kişisel Gelişim, İnovasyon, Sosyal Bilimler, Güzel Sanatlar, Değerler, Dil Eğitimleri” ve “Dini İlimler” olarak sıralandı.(DİNİ İÇERİK AĞIRLIKTA) Gençlik merkezlerinde, “Gençlerin hayata, topluma ve sanata bir başka açıdan bakabilmelerini sağlamak” amacıyla gerçekleştirilen Sosyal Bilimler etkinliklerinin toplam sayısı 5 bin 169’da kaldı. Toplam 15 bin 85 gencin katıldığı sosyal bilimler etkinliklerinden bazılarının, “Tarih, Edebiyat, Hukuk” alanlarında olduğu bildirildi. Bakanlığa bağlı gençlik merkezlerindeki Dini İlimler Atölyeleri kapsamında ise 25 bin 714 faaliyet hayata geçirildi. Etkinliklere katılan öğrenci sayısı ise 42 bin 36 ile ifade edildi. Buna göre, dini içerikli faaliyetlerin sayısı, sosyal bilimler içerikli faaliyetlerin sayısını beşe katladı. Dini İlimler Atölyelerinde gerçekleştirilen faaliyetlerin konu başlıklarının ise “Kuran-ı Kerim ve Meali, Resulullah’ın (SAV) Hayatı, Temel Dini Bilgiler” ve “İslam Tarihi” olduğu belirtildi. Bakanlığın raporunda, 9 Aralık 2019 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı ile imzalanan protokol çerçevesinde gerçekleştirilen faaliyetlerin detaylarına da yer verildi. Bu kapsamda Türkiye ve Kıbrıs’taki toplam 779 KYK yurdunda 758 manevi danışmanın görevlendirildiği kaydedildi. Yurtlardaki manevi rehberlerin, “gençlerin kendi anlam kaynaklarını keşfedebilmeleri, inanç dünyalarının hayatlarına olumlu etkilerini bilmeleri ve dini bilgilerini doğru kaynaklardan öğrenebilmelerini sağlamak amacıyla” görev yaptığı savunuldu.

Koruma masrafı ikiye katlandı(İsmail ARI-Birgün)

Erdoğan’ın koruma ordusu için yapılan harcama ikiye katlandı. Geçen yılın ilk iki ayında Cumhurbaşkanlığı korumaları için 85,9 milyon TL harcanırken, bu yılın ilk iki ayında ise tam 168,7 milyon TL harcandı. 
Halk yoksullukla boğuşup soğan bile alamayacak hale gelirken AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sık sık gündem olan koruma ordusu için yapılan harcamada bir rekor daha kırıldı. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün mali tablolarında yer alan bilgilere göre, Cumhurbaşkanlığı korumalarının bağlı olduğu Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanlığı, bu yılın Ocak ve Şubat aylarını kapsayan ilk iki ayda tam 168 milyon 761 bin TL harcadı. Erdoğan’ın korumaları için geçen yılın ilk iki aylık döneminde yapılan harcama ise 85 milyon 930 bin TL’ydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koruma ordusu için yapılan harcamanın iki katına çıktığı anlaşıldı. Korumalar için sadece bu yılın ilk iki ayında harcanan para ise yaklaşık 20 bin asgari ücretlinin bir aylık maaşına denk geliyor.

(UYUŞTURUCUYLA MÜCADELEYE AZ PARA) Korumalar için yapılan günlük ve aylık harcamalar da adeta dudak uçuklatacak türden. Erdoğan’ın koruma ordusu için yapılan günlük harcama da yaklaşık 2,8 milyon TL’ye denk geliyor. Bu yılın iki ayında yapılan Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’nın 29 milyon 83 bin TL’lik harcaması ile Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı’nın 37 milyon 902 bin TL’lik da Cumhurbaşkanlığı korumaları için harcanan paranın gerisinde kaldı. Ayrıca TBMM Koruma Daire Başkanlığı’nın da bu yılın ilk iki ayında tam 56 milyon 201 bin TL harcandığı açıklandı. Cumhurbaşkanlığı Koruma Dairesi Başkanlığı’nın görev tanımı ise şu şekilde ifade ediliyor: “Cumhurbaşkanlığı Koruma Dairesi Başkanlığı, Cumhurbaşkanı ve aile bireylerinin can güvenliği ve saygınlığı başta olmak üzere konut, çalışma yeri, her türlü ulaşım vasıtası ile intikali esnasında, yakın koruma hizmetlerinden sorumludur. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı’na ait tüm yerleşkelerin ve Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu her türlü bina ve tesisin güvenliğini sağlamakla görevlidir.”(KAÇ KORUMA OLDUĞU SAKLANIYOR) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve Saray’ı koruyan koruma sayısı da yıllardır sır gibi saklanıyor. Milletvekillerinin “Sarayları ve Erdoğan’ı kaç koruma koruyor?” sorularına bugüne kadar hiç yanıt verilmedi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, “Cumhurbaşkanlığı’nda görevli kaç koruma var?” sorusuna ise “Herhangi bir güvenlik zafiyeti oluşturulmayacak şekilde, yeteri kadar personel ve teçhizatla yerine getirilmektedir” yanıtını vermişti.Öte yandan Erdoğan’ın yüzlerce araçlık konvoyu hep gündemde oldu. Erdoğan’ın konvoyunu helikopterler de korurken, gezdiği şehirlerde hayat ve trafik kilitlendi, yurttaşlar saatlerce trafikte bekletildi.

Borç 6 milyar lirayı buldu, üniversite hastanelerine tıbbi cihaz satışı durdu

Tıbbi cihaz sektörünün, kamu ve üniversitelerden alacaklarının toplam miktarı 6 milyar TL’yi buldu. Sektör temsilcileri üniversite hastanelerine ürün ve cihaz tedarikini durdurdu. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Ankara Milletvekili Murat Emir, tıbbi cihaz sektöründe yaşanan sorunlara dair dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Kamunun ödenmeyen tıbbi cihaz borcunun 6 milyar liraya ulaştığını söyleyen Emir, “İktidarı yıllardır uyarıyoruz. Ancak, bu uyarılara kulak asılmadıkça sorun daha da katlanarak büyüyor” dedi. 6 milyar TL’yi bulan borçların vadesinin de neredeyse bir yıla ulaştığını ifade eden Emir, iki yıldır hiç ödenmemiş borçlar olduğuna da dikkat çekti.(KURUMLAR TOPU BİRBİRİNE ATIYOR) Tıbbi cihaz satan şirketlerin devlete verdikleri ürün ya da cihazın parasını alamadıklarını, bu nedenle de hem cihaz tedarik edemez hem de ürün üretemez hale geldiklerini söyleyen Emir, “Son olarak birçok tıbbi cihaz tedarikçisi, üniversite hastanelerine ürün ve cihaz vermeyi durdurmak zorunda kaldı. Üstelik kurumların da birbirinden haberi yok. Alacaklılar Sağlık Bakanlığına gidiyor, top Maliye Bakanlığına atılıyor. Maliyeye gidiyorlar, ‘SGK’ye gidin’ yanıtı alıyorlar. SGK’ye gidiyorlar, SGK de ‘Biz paranızı hastaneye ödedik, git hastaneden al’ diyor. Bazı hastaneler de SGK’den temin ettikleri ödenekleri, ek bina yapmak için ya da başka ihtiyaçları için kullanıyor. Çünkü onlar da merkezi hükümetten yeteri kadar ödenek alamıyor” dedi. (CE BELGELERİNİN İPTAL EDİLME TEHLİKESİ VAR) Diğer yandan sık kullanılan ve en gerekli ürünlerin Sağlıkta Uygulama Tebliği (SUT) fiyatı güncellenmiyor. Bu durumun başka sorunlara neden olduğunu söyleyen CHP Milletvekili Emir, “Sektör temsilcileri yetkililere bazı usulsüzlükleri bildiriyor ama yetkililer, ‘Nerede yapıldıysa bulun belgeleri bize getirin’ diyor. İnsanlar işi gücü bırakıp hafiyelik mi yapacak? Bunları tespit etmek devletin işi değil mi? Öte yandan yurt dışından getirilen malzemelerin patentini almış gibi gösterip, merdiven altı üretim yapanlar var. Bunlar da Sağlık Bakanlığına şikayet ediliyor ancak, bunlarla ilgili de sağlıklı bir soruşturma süreci yürütülemiyor. Sektör temsilcileri bu durumda Türkiye’deki bütün CE belgelerinin iptal edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalındığına dikkat çekiyor” ifadelerini kullandı.(10 YILLIK PROTEZ, 6 AY DAYANMIYOR) Bir başka sıkıntının da protezlerin doğru ham madde ile yapılmaması olduğunu ifade eden Emir, “Sanayi ürünlerinde kullanılan parçalardan protez yapılıyor. Hastanın üzerinde en az 10 sene kalması gereken parça, 6 ay dayanmıyor. Hasta 6 ay sonra tekrar başvuruyor ve tekrar ameliyat gerekiyor. Hem insanlar sağlığından oluyor, hem kamu kaynakları savruluyor. Sağlık sistemi içerisinde her şey birbirine girmiş durumda” uyarısında bulundu. (İstanbul/EVRENSEL)


(derleyen:mstfkrc)




Bloomberg: Türkiye’nin mikro yöneticisi Erdoğan siyasi hayatının en büyük sınavıyla karşı karşıya + The Economist: Yaklaşmakta olan zorluk, Erdoğan'ın öne sürdüğünden daha ürkütücü (SOL/Çeviri)

 Bloomberg: Türkiye’nin mikro yöneticisi Erdoğan siyasi hayatının en büyük sınavıyla karşı karşıya

Bloomberg’te yayımlanan analizde, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘alışılmışın dışında ekonomi felsefesinin’ 14 Mayıs seçimlerinde kritik önem taşıdığı belirtildi.

Çevirenin notu: Bloomberg’te yayımlanan makalede AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “mikro yönetici” olarak tanımlanması isabetli bir karar olmuş gibi gözüküyor. Söz konusu sıfatı, daha anlamlı olması açısındam “aşırı kontrol sahibi ve detayların hâkimi olan yönetici” olarak Türkçeye çevirebiliriz.

Bloomberg, Erdoğan’ın “mikro yönetici” olması sebebiyle yaşanan tüm sorunların da mümessili haline geldiği yorumunda bulunuyor. Makalede, Bloomberg’in seçimlerde çıkacak sonucun, Türkiye’nin “Ortodoks ekonomi politikalarına dönüşünün habercisi” olması arzusu göze çarpıyor.

Makalede, Erdoğan’ın “faiz-enflasyon teorisi” eleştirilirken, 14 Mayıs seçimlerinin Erdoğan’ın hayatının sınavı olacağı belirtiliyor. Öte yandan Bloomberg’e göre, Türkiye’nin cari açık sorununun, seçim sonucu ne olursa olsun, başına çorap örmesi muhtemel.

Çeviren: Bahadır Batur

Takvimler 14 Şubat’ı gösteriyordu, iki yıkıcı depremin Türkiye'yi paramparça etmesinden sadece birkaç gün geçmişti; Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, İstanbul borsasını kapalı tutma kararını bağlayacağı bir toplantıdaydı. Sonra birden telefonu çaldı: Patronun başka planları vardı. Nebati ve Türkiye’nin mali düzenleyicileri sonraki 24 saati piyasanın yeniden açılmasını sağlamak için harcarken, buna karar verdiklerinde Türk hisseleri çakılmadı.

Telefon, Türkiye’nin aşırı kontrol sahibi ve detayların hâkimi yöneticisi Recep Tayyip Erdoğan’dan gelmişti. Kredi maliyetlerinden malların satılma şekline kadar, Erdoğan ve yakın çevresi 900 milyar dolarlık ekonominin neredeyse her köşesini kontrol ediyor. Erdoğan Kasım ayında faiz oranlarının tek haneli rakamlara düşmesini talep ettiğini açıkladığında, Merkez Bankası bu karara uymaya mecbur kaldı; belki de üç yıl içinde Erdoğan’ın üç farklı Merkez Bankası Başkanı görevden aldığı içindir. Hatta 2017’de bir keresinde, israfı azaltmak ve fiyatları düşürmek için salatalıkların paketlenerek satılmasını bile talep etti.

Yirmi yıl boyunca iktidarda kaldıktan sonra Erdoğan, şimdi 14 Mayıs'ta yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde siyasi hayatının en önemli sınavıyla karşı karşıya. Seçmenlerin yeterince büyük bir bölümünün, 50 binden fazla Türk'ün yaşamını yitirdiği ve 100 milyar dolardan fazla hasara yol açan bir doğal afetin ardından ülkeye rehberlik edecek sağlam bir lider istemesi Erdoğan’ın kumarı olacak.

Erdoğan, düşük faiz oranlarının enflasyonu düşürmeye yardımcı olduğu fikri de dahil olmak üzere, ana akım ekonomi dışındaki görüşleri uzun süredir benimsiyor. Diğer merkez bankaları, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin tetiklediği fiyatlardaki artışla mücadele etmek için geçen yıl faiz oranlarını agresif bir şekilde artırırken, Türkiye'nin cumhurbaşkanı ülke içindeki politika yapıcılarına faizleri düşürmedikleri için kızdı. Bu karar Türkiye ekonomisinin G-20 ülkeleri arasındaki en hızlı büyüme oranlarından birini yakalamasını sağlayarak, geçen yıl yüzde 5,6 büyümesine yardımcı oldu.

Lakin bunun bir bedeli vardı: İstanbul'da ve diğer büyük şehirlerde enflasyon yüzde 100'ün üzerine çıkarken, enflasyonun düşüşü çok yavaş şekilde gerçekleşiyor. Türk lirası, 2022'nin başından bu yana dolar karşısında yüzde 32 değer kaybetti.

Medley Global Advisors ürün başkanı ve araştırma şirketinin gelişmekte olan pazar stratejisi eski direktörü Nick Stadtmiller, “Erdoğan alışılmışın dışında politikalarını elinden geldiği kadar sürdürecek gibi görünüyor, ancak bunun nasıl iyi bitebileceğini anlamıyorum. Eninde sonunda ekonominin hareket kabiliyeti sona erecek” yorumunda bulundu.

Para politikasına ek olarak Erdoğan, Mayıs ayında zafere ulaşmak için elindeki mali ve ekonomik kaldıraçları da kullanıyor. Depremlerden önceki haftalarda, popülist cumhurbaşkanı ve partisi AKP, küçük şirketler için sübvansiyonlu krediler açıklarken, milyonlarca kişiye yılda 13 milyar dolar maliyete sebep olacak erken emeklilik sözü verdi ve asgari ücrete yüzde 55 zam yaptı.

Felaketin ardından Erdoğan odak noktasını yaklaşık 13 milyon insanın yaşadığı, depremden etkilenen bölgelerin yeniden inşasına kaydırdı. Hükümetinin acil durum müdahalesini yönetme konusundaki başarısız ilk girişimleri için af dileyerek, yerinden edilmiş 2 milyon yurttaş için nakdi yardım ve bir yıl içinde barınacak yer sorununu çözme sözü verdi.

Misilleme korkusuyla isminin açıklanmaması koşuluyla konuşan mevcut ve eski üst düzey yetkililerle yapılan görüşmelere göre, Erdoğan'ın komuta ekonomisi vizyonu, doktrinine bağlı teknokratlar kadrosuna dayanıyor. Birçoğunun para politikası konusundaki başına buyruk görüşlerini, dini inançlarına ve siyasete başlamadan önce özel sektördeki kısa kariyerine kadarlık süreçte izini sürebiliyor.

Erdoğan, Kuran'a uygun olarak faize karşı olan Türkiye'nin güçlü İslamcı hareketinin içinden çıktı. Bu konudaki düşüncesini de akıl hocası olan eski Başbakan Necmettin Erbakan'ın kaleme aldığı 81 sayfalık Adil Ekonomik Düzen: Faizsiz Bir Dünya başlıklı çalışması şekillendirdi.

Erbakan, Türkiye pazarlarını dünyaya açarken 1991 yılında yayınladığı risalesinde, faiz üzerinden para kazanan insanları "fakirlerin gözyaşını içerek" geçimini sağlayan vampirlere benzetiyordu.

Erbakan’ın mesajı, İstanbul’da sucuk üreten bir işletmede muhasebeci olarak çalışan ve enflasyonun tavan yapmış olduğu bir dönemde gıda şirketlerinde yönetici olan Erdoğan'da karşılık buldu. Enflasyonun her şeyden önce arz yönlü bir sorun olduğuna ikna oldu.

Bu görüş, para politikasının rolü hakkındaki düşüncelerini şekillendirdi: Diğer ülkelerin ne yaptığını unutun; kronikleşmiş enflasyonu dizginlemenin tek yolu, mal arzını artırmak için ucuz parayı üretime kanalize etmektir.

Merkez Bankası’nın eski başkanlarından Dursun Yılmaz, 2015’te Erdoğanomics’in kabulünün yüzlerce yıllık ekonomi külliyatının reddi anlamına geldiğini belirterek, alaycı bir şekilde, “O zaman Adam Smith'in ya da John Maynard Keynes'in kitaplarını yakalım” dedi.

Erdoğan'ın ekonomi üzerindeki hakimiyeti, başbakanlık makamını kaldıran ve tüm yürütme yetkilerini cumhurbaşkanının elinde toplayan 2017 anayasa düzenlemesiyle pekişti. 

Tüm mikro yöneticiler için risk, işler ters gittiğinde suçlanacak tek kişinin olmasıdır. Depremlerin ardından, Erdoğan’ın hısımları, hükümetin mülk sahiplerine öncesinde daha katı güvenlik kurallarını ihlal etmeleri nedeniyle bir af çıkarmış olmakla Erdoğan’ın övünürken görüldüğü 2019 tarihli videolara işaret etti.

İçeriden kaynaklar, Erdoğan'dan açık emirler bekledikleri için devlet kurumlarının felakete yanıt vermekte yavaş kaldığını söylüyor. Siyasi rakipleri, yardım ekiplerinin gönderilmesindeki gecikmeler nedeniyle alenen kınadı. 

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı yarışındaki en büyük rakibi Kemal Kılıçdaroğlu, 7 Şubat’ta attığı tweette, “Onlar devleti nasıl yöneteceklerini bilmiyorlar. Bu sürecin sorumlusu varsa o kişi Erdoğan'dır. Sorumlu 20 yıldır ülkeyi depreme hazırlamayan bu iktidar partisidir” ifadelerini kullandı.

Çeşitli kamuoyu yoklamaları, Millet İttifakı olarak bilinen altı muhalefet partisinden oluşan bloğa önderlik eden Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan'a karşı az farkla önde olduğunu gösteriyor. Kılıçdaroğlu kazanması halinde ortodoks ekonomi politikalarına dönüş sözü verdi.

Seçim sonucu ne olursa olsun, Citigroup ve Bank of America da dahil olmak üzere uluslararası bankalar, mevcut politikalardan keskin bir U dönüşü bekliyor. Bankaların mevduat oranları, Merkez Bankası’nın yüzde 8,5'lik kriterine kıyasla şimdiden yüzde 30 civarına ulaştı ve analistler, politika yapıcıların bankalar ile Merkez Bankası’nın oranlarının uyumlu hale getirmesi gerektiği yönünde fikir birliği içerisinde.

Lakin Erdoğan'ın kampanya retoriği aksini telkin ediyor. 18 Nisan'da devlet televizyonuna verdiği röportajda ucuz borç verme politikasının devam edeceğini söyledi. Erdoğan, “Bizim için önemli olan düşük faiz, yüksek enflasyon değil, düşük faizle yüksek yatırımdır. 14 Mayıs'ın ardından da bu süreci başarıyla sürdüreceğiz” dedi.

Siyasi analistler, genellikle iktidar partisinin temel desteğinin bir parçası olmayan şehirli seçmenlerin görüşlerini abartılı şekilde temsil etme eğiliminde olan anketlere, çok fazla güvenilmemesi konusunda uyarıyorlar. Bununla birlikte, Erdoğan'ın iktidarının tehlikede olduğu açık.

Şubat ayında, deprem kurbanlarını anmak isteyen binlerce futbol taraftarı, arka arkaya iki maç sırasında, cumhurbaşkanını istifaya çağırarak ender bir protesto düzenledi. Erdoğan'ın muhaliflerinin her daim hâkim olduğu bir mecra olan sosyal medyadaki kamuoyu tepkisi de AKP'nin şimdiye kadarki en büyük sınavıyla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. (AKP parlamentoda çoğunluğu Haziran 2015'te kaybetti, ancak beş ay sonra yapılan erken seçimde yeniden kazanmayı başardı.)

Erdoğan yönetimindeki ekonominin dengesiz bir performans göstermesi de yardımcı olmuyor. Dünya Bankası tarafından derlenen verilere göre, 2002'de ilk kez iktidara gelmesinden sonraki beş yıl içinde gayri safi yurtiçi hasıla yıllık ortalama yaklaşık yüzde 8 artarken, 2020'de pandemi giden beş yılda yalnızca yüzde 4'ün biraz üzerine çıkabildi.

Erdoğan'ın kendi ekonomik modelini kurmaya yönelik ilk girişimleri olağanüstü bir şekilde başarısızlığa uğradı. Devlet harcamaları ve kolay kredi kombinasyonu yüzünden ekonomi aşırı ısındı. Geniş bir ticaret ölçüsü olan cari işlemler hesabındaki açık, 2017 itibariyle gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 4,8'ine yükseldi. Açığı finanse etmek için, Türkiye'nin bankaları ve şirketleri, genellikle yabancı para cinsinden olmak üzere ağır borç yükünün altına girdi.

Tüm bunlar, uluslararası yatırımcıların hissiyatlarında ani bir tersine dönüşe karşı ülkeyi oldukça savunmasız hale getirdi. 2018'de ABD ile yaşanan diplomatik bir anlaşmazlık, çıkışlarda izdiham tetiklerken, Türk lirasını ezdi. Kurumsal temerrütler artarken, Moody's Türkiye'nin devlet borcunun derecesini çöp seviyesine düşürdü.

Erdoğan ve ona bağlı yetkililer, ekonomiyi dalgalı yabancı yatırım akışlarından ayrıksamak için bir yıl kadar çalıştı. Ülkeyi Batı'nın "para baronları"nın etkisinden kurtarmak için Türkiye'nin jeopolitik öneminden faydalandılar ve Rusya, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden milyarlarca dolarlık yatırım, doğrudan mevduat ve merkez bankası swap [takas] hatları oluşturuldu.

Soru, depremlerin ek maliyeti göz önüne alındığında, bunun ne kadar zaman kazandıracağı. Hükümet bu yıl cari işlemler açığını GSYH'nın yüzde 2,5'ine düşürmeyi planladığını söyledi, ancak bu oran 2022'dekinin iki katından fazla; bu durum Türkiye'nin dış finansmana güvenmeye devam etmesi gerektiği anlamına geliyor. Felaketten bu yana ilk kez 9 Mart’ta hükümet, uluslararası tahvil satışından 2,25 milyar dolar topladı.

2011'den 2015'e kadar ABD Hazine Bakanlığı'nda uluslararası ekonomik analizler üzerine çalışan, Council on Foreign Relations’dan kıdemli araştırmacı Brad Setser, “Oyundaki daha geniş ekonomik ve finansal dinamikler deprem nedeniyle değişmedi. Ekonomik istikrarın devamına bahse girmeyi tercih etmem” yorumunda bulundu.

                                                                      /././

The Economist: Yaklaşmakta olan zorluk, Erdoğan'ın öne sürdüğünden daha ürkütücü 

The Economist’te yayımlanan Türkiye analizinde, 6 Şubat depremlerinin ardından toparlanmanın yıllar alacağı vurgulanırken, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan için ‘zamanın daraldığı’ belirtildi.

Çevirenin notu: The Economist’in son sayısında yayımlanan bu kısa makalede, Türkiye’nin depremlerin yarattığı yıkımın ardından yeniden inşa çalışmalarını ancak 5 yılda bitirebileceği ifade ediliyor. Hatırlanacağı üzere depremlerin ardından AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaklaşan seçimler sebebiyle de yurttaşlardan “zaman istemişti”. 

The Economist’in görüştüğü uzmanlar da toparlanmak için zamanın Erdoğan’ın vaat ettiği kadar kısa olmadığını belirtirken, ayrıca mevcut politikaların da toparlanma için engel teşkil ettiğini belirtiyor. The Economist, seçimler yaklaşırken Erdoğan’ın daha fazla baskı hissettiği kanaatinde.

Çeviren: Bahadır Batur 

Şubat başında Türkiye'yi vuran depremin yerle bir ettiği ilçelerden biri olan Nurdağı'nın kuzeyindeki çamlarla kaplı tepelerin arasından kıvrıla kıvrıla uzanan uzun bir yolda buldozerler, yeni toplu konutların yerlerini açmak için toprağı delip geçiyor. Evler tamamlandığında, yerinden edilmiş yaklaşık 450 aileyi barındıracak. Ama çok daha fazlasına ihtiyaç duyuluyor. Deprem, Nurdağı genelinde binden fazla binayı yerle bir etti. Kalanlarsa ayakta duramayacak kadar hasarlı. Yerelden bir yetkili, daha büyük binaların hiçbirinin güvenli olmadığını söylüyor. Yeniden ayağa kalkmadan önce, depremin öncesinde 40 bin kişiye ev sahipliği yapan ilçenin bir bütün olarak yıkılması gerekecek.

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şubat ayında afet bölgesini gezerken "Sıfırdan inşa edeceğiz" vaadinde bulunarak, “Bize bir yıl zaman verin” dedi. İki ay sonrasında bölgeyi kaplayan 200 milyon tonluk molozun makul bir kısmı kaldırıldı; bölgede yapılacak bir gezintide görüleceği üzere bazı kasabaların varoşlarında inşaat çalışmaları başladı. Ancak yaklaşmakta olan zorluk, Erdoğan'ın öne sürdüğünden daha ürkütücü. 14 Mayıs'ta düzenlenmesi planlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sağ çıkacağını varsayarsak, Erdoğan'ın sözünü tutması için bir yıldan çok daha fazlasına ve bol miktarda dış yardıma ihtiyacı olacak.

Kabaca Bulgaristan büyüklüğüne eş değer olarak 110 bin kilometrekarelik bir alanda 300 binden fazla bina yıkıldı, onarılamayacak şekilde hasar gördü veya yıkılması planlanıyor. 50 binden fazla insan yaşamını yitirdi ve 3 milyon kişi yerinden edildi. Türkiye'nin strateji ve bütçe dairesinin yakın tarihli bir raporu, yeniden yapılanma maliyetinin 104 milyar dolar veya GSYH’nin yüzde 11'ine karşılık geleceğini ortaya koyarken, felaketin bu yıl büyüme oranını en az yüzde bir puan azaltacağı tahmin ediliyor.

Hiç kimse Erdoğan'ın takvimini gerçekçi bulmuyor. Düşünce kuruluşu TEPAV'da araştırmacı olan Burcu Aydın Özüdoğru, yapılması gereken konut sayısının, geçen yıl tüm Türkiye'de verilen konut ruhsatı sayısından fazla olduğunu söylüyor. TMMOB Mimarlar Odası Hatay Şubesi Mustafa Özçelik, 400 bin nüfuslu Antakya gibi, artık sakinlerinin çoğunun gittiği ve bunun yerine yıkılan evlerin ve ağır makinelerin yaşadığı yerlerde, tek başına temizlik ve enkaz kaldırma çalışmalarının bir altı ay daha süreceğini tahmin ediyor. An itibariyle enkazın ancak yarısı temizlendi. Eski şehrin çoğu, enkazla tıkanmış sokaklar ve geçitlerle, yürüyerek bile geçilemez durumda. Analistler, yeniden inşa sürecinin beş yılı bulabileceğini söylüyor.

Yeniden inşa maliyetleri, deprem öncesinde bile GSYH'nin yüzde 3,5'ine ulaşacak gibi görünen bu yılki bütçe açığını en az birkaç yüzde puan artıracak. Özellikle büyük bir deprem riskinin endişe verici derecede yüksek olduğu İstanbul'da, gelecekteki felaketlerin etkisini azaltmak için daha fazla harcama yapılması gerekiyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, şehrin yaşlanan konut stokunun, özellikle de çökme riski en yüksek olan 90 bin binanın depreme dayanıklı hale getirilmesinin 19 milyar dolara mal olabileceğini tahmin ediyor.

Yeniden yapılanma için paranın büyük bir kısmının yurt dışından gelmesi gerekecek. AB ve diğer yabancı bağışçılar, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası'ndan alınan 1,6 milyar dolar ve Dünya Bankası'ndan alınan 1,8 milyar dolar krediye ek olarak yaklaşık 7,6 milyar dolar taahhütte bulundu. Lakin merkez bankasının bağımsızlığını ortadan kaldırarak, dört nala koşan enflasyon karşısında faiz oranlarını düşürerek ve döviz kurunu kontrol etmek için döviz rezervlerini yakarak yabancı yatırımcıları korkutan bir hükümet için ek finansman bulmak maliyetli ve zor olacaktır. Türkiye hala uluslararası piyasalardan borçlanabiliyor, ancak yüksek bir bedel karşılığında. Yabancı yatırımcılar dolar cinsinden Türk tahvillerinden yüzde 9'un üzerinde getiri elde edebilirler.

Erdoğan yerel borç verenlerden biraz para koparmayı deneyebilir. Geçtiğimiz yıl boyunca hükümet, Türk bankalarını gülünç derecede düşük oranlardan hazine tahvili almaya zorladı. Yeniden yapılanma faturasının karşılanmasına yardımcı olmak için bunu tekrar yapabilir. Ancak bu hamle bankaları aşırı derecede zor durumda bırakırken, hükümetin ihtiyaçlarının yalnızca bir kısmını karşılayabilir. "Dış finansmana ihtiyacımız var" diyen Koç Üniversitesi'nden Kamil Yılmaz, “Ancak mevcut politikalarla bu mümkün değil” ifadesini kullandı.

Seçmenlerin inşaat girişimini kendisine emanet edip etmemeye karar vermesinden önce Erdoğan'ın bir ayı var. Üzerinde baskı hissediyor olmalı. Mart ayı sonlarında Antakya dışında yeni bir hastanenin temel atma töreni olarak lanse edilen bir törene başkanlık etti. Daha sonrasındaysa hastanenin ihalesinin henüz yapılmadığı ortaya çıktı.

(SOL/Çeviri)


İsrail’in eski Türkiye Büyükelçisi yanıtladı: 'Türkiye ve İsrail ilişkilerini nasıl kurtardı?' - SOL / Çeviri

 

İsrail'in eski Türkiye Büyükelçisi Pinhas Avivi, ‘Bugünlerde, Kudüs'ün Ankara ile ilişkilerine yüksek derecede istikrar damgasını vuruyor. Bu hafife alınacak bir şey değil’ yorumunda bulundu.

Çevirenin notu: 2003-2007 yılları arasında İsrail'in Türkiye Büyükelçisi olarak görev yapmış olan Pinhas Avivi’nin The Jerusalem Post’ta yayımlanan makalesinde, Erdoğan ve AKP’nin 20 yıllık iktidarında Türkiye-İsrail ilişkilerindeki değişimler ele alınıyor. 

Avivi’nin Türkiye’nin İsrail’e yaklaşımındaki “Türkiye’nin zorunda kalarak gerçekleştirdiği” değişimler konusundaki tespitleri üzerine düşünülmeyi ve bugünden geçmişe bakarak Erdoğan’ın kararlarını değerlendirmeyi kolaylaştırıcı olabilir. Lakin Avivi’nin Türkiye ve toplum konusundaki her yorumu hakkında aynı şeyleri söylemek mümkün değil.

Öte yandan, Batı basınında sıkça dillendirdiği üzere, Türkiye’deki seçimlerin Orta Doğu da dahil olmak üzere her yerde bir etkisi olması bekleniyor. Lakin Avivi de, eğer Erdoğan kaybederse, yeni iktidarın her konuda Erdoğan’ın çizgisinden farklı hareket etmesinin beklenmemesi gerektiğini hatırlatıyor.

Çeviren: Bahadır Batur

İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın 2002'de iktidara gelmesinin ardından, Ankara'nın İsrail'e yaklaşımı daha da kötüye gitmeye başladı. Söz konusu dönemde ikili ilişkileri karakterize eden savunma bağlarının ortadan kalkacağına ve onarılamaz bir kopuşa yol açacağına dair büyük korkular vardı.

Altı yıl içindeyse gerçekten de ilişkiler dostluktan düşmanlığa evrildi.

Yine de Şubat ayındaki deprem felaketinde Türkiye'ye yardım etmek için gönderilen İsrail insani yardım heyeti, bugünlerde Kudüs'ün Ankara ile ilişkisinin yüksek derecede istikrara sahip olduğunun son hatırlatıcısı. Bu hafife alınacak bir şey değil; birkaç büyük krizle uğraştıktan sonra iki ülkenin bu aşamaya gelmesi yıllar aldı.

Bu noktaya ulaşmak yıllar aldı

İsrail Donanması komandoları ve Gazze'ye ulaşmaya çalışan Türk İslamcı aktivistlerin ölümcül bir çatışmaya karıştığı 2010’daki Mavi Marmara krizi, iki ülke arasındaki ilişkilerde zayıf bir noktayı işaret ediyor. Yine de o zamandan beri, iki bölgesel güç, ilişkileri yeniden kurmanın ve bir dereceye kadar sürdürmenin bir yolunu buldu.

Erdoğan'ın iktidara gelmesinden önce var olan askeri iş birliği noktasına geri dönüş çok zor olacağından, değişim öncelikle sivil iş birliği yoluyla sağlandı. İsrail, Akdeniz'de alternatif güvenlik ortakları bulmak zorunda kalacaktı ki bunu Yunanistan üzerinden sağladı. 

Erdoğan iktidara geldiğinde İslam dünyasının lideri olmak ve neo-Osmanlı senaryosuna göre hareket etmeyi amaçlıyordu. Türkiye'nin imparatorluktan devlete dönüşümünü sağlayan Atatürk'ün aksine, Erdoğan ülkesini imparatorluk moduna döndürmek istiyor.

Erdoğan bir yandan askeri araçlar yerine ekonomik ve kültürel bağları güçlendirmeye dayalı yumuşak güç yoluyla bölgedeki etkisini artırmaya çalışırken, Türkiye'nin komşularıyla sıfır çatışma politikası uygulamaya çalıştı.

Bununla birlikte, Türkiye'nin Suriye ve Libya'daki çatışmalara askeri müdahalesi ile Yunanistan ve İsrail ile gelişen şiddetli gerilim, sıfır çatışma yaklaşımında göçük oluşturdu.

Ek olarak, Türkiye'nin Müslüman Arap devletleri üzerindeki siyasi etkisi son derece sınırlı kaldı. Teorik öngörüler kâğıt üzerinde güzel görünüyor, fakat Erdoğan gerçeğin her zaman beklenen çizgide olmadığını çabucak anladı. Arap Sünni dünyasında hiç kimse onu bölgesel bir lider olarak kabul etmeye istekli değildi; Mısır ve Suudi Arabistan, Sünni blokta halihazırda pozisyonu elinde tutuyor.

Üstelik Suudi Arabistan, İslam dünyasının lideri olma rolünden vazgeçmek istemiyordu. Sonuç olarak Türkiye, bölgesel liderlik hedefinin bir parçası olarak Filistinlilere yardım bayrağını dalgalandırmaya başladı. Yine de Erdoğan, Arap dünyasında etkili olmak istiyorsa İsrail'le iyi bağlara sahip olması gerektiğini, aksi takdirde liderliğinin geçerliliğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacağını çabucak anladı.

Tüm Arap güçlerinin İsrail ile bağları mevcut; 2020’de imzalanan İbrahim Anlaşmalarından bu yana ayrıca BAE ve Bahreyn’i de dahil etmek gerekirse Ürdün ve Mısır gibi bazılarının resmi olarak, Suudi Arabistan gibi diğerleri ise gayri resmi yollarla bağları sürdürüyor. Arap devletleri ilerlerken Erdoğan geride kaldı.

Erdoğan, dışarıda kalırsa İbrahim Anlaşmalarının Türkiye'nin bölgedeki ve Arap dünyasındaki etkisini daha da azaltacağını anladı ve bu farkındalık da aynı zamanda İsrail'e karşı tutumunu değiştirmesi gerektiğine ikna olmasına yardımcı oldu. Bu sırada Erdoğan Rusya'ya yakınlaşıp NATO'da kriz yaratarak, ABD için büyük bir hayal kırıklığı haline geldi.

Hasarı onarmanın vesilesi olarak İsrail

Dolayısıyla İsrail, Erdoğan'a göre, ABD ile yeni ilişkiler kurması ve Kudüs'le bağlarını geliştirerek Avrupa'da kapılar açmasını sağlayarak, mevcut hasarın bir kısmını onarması için önemli bir araç oldu. Türkiye bu sebeple Yahudi devletiyle diplomatik bağları geliştirmeye odaklandı.

Ayrıca iki ülke arasında ekonomik ticaret sürekli olarak yüksek kaldı. Erdoğan'ın 2002'de başbakan olarak göreve gelmesinden bu yana İsrail ile Türkiye arasındaki ticaret beş kat artış gösterdi. Ayrıca Erdoğan, İsrail ile bağların güçlendirilmesinin Türkiye ekonomisine fayda sağlayacağına ve küresel nüfuzunu artıracağına inanıyor.

Sonuç olarak, Kudüs ile diplomatik ilişkileri geliştirmek için çaba sarf etti; ama Filistin sorununu vurgulamak için süregelen çabasından da vazgeçmedi.

Bu nedenle bazı Hamas üyelerinin Türkiye topraklarında hareketli olmasına hâlâ izin veriliyor, gerçi bu günlerde bu faaliyetler çoğunlukla Hamas'ın siyasi kanadını ilgilendiriyor. Gerçekte Batı Şeria terörizm girişimlerini yöneten, Hamas'ın Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Salah Al-Arouri, Türkiye'den taşındıktan sonra bugün Lübnan'da ikamet ediyor. AKP Hamas'ın siyasi kanadını kardeş bir hareket olarak görüyor.

Erdoğan'ın büyüyen sorunları, Avrupa, ABD, Sünni devletler ve İsrail ile bağlarını geliştirmeye her zamankinden daha istekli olacağın anlamına geliyor.

Ankara’nın rahatsız edici bulduğu Suriye’nin kuzeyindeki özerk Kürt bölgeleri, Türkiye'nin güneyini doğrudan etkiliyor. Türkiye'de bulunan milyonlarca Suriyeli mülteci ciddi bir ekonomik sorun doğuruyor. İran, Suriye'deki güç dengesini, ülkenin kuzeyindeki Türkiye destekli Sünni güçlerin belirleyiciliğine yöneltmeye çalışan süregelen girişimleri nedeniyle Erdoğan'ı endişelendiriyor.

İranlılar Suriye'nin Akdeniz kıyı şeridinde yerleşmiş durumda ve Erdoğan İran'ın konuşlanmasına olumlu bakmıyor. Sünni Türkiye, Şii İslamcı bölgesel nüfuzu yıkıcı bir güç olarak görüyor. Türkiye-İran sınırındaki dört yüz yıllık sessizliğe rağmen, iki ülkenin ilişkilerinin kardeş devletler olarak tanımlanması çok zor

Erdoğan'ın başında büyük ekonomik sorunlar var, Avrupa ve ABD ile bağlarını geliştirerek yeni yatırımları çekmesi gerekiyor. Ayrıca İsrail gazının Avrupa’ya dağıtımcısı olmakla da ilgileniyor.

Bu etkenler Erdoğan’ın tavrında önemli bir değişime yol açtı. İsrail'i eleştirirken, iktidarının ilk yıllarında kullandığından çok farklı bir üslup takınıyor.
İsrail ve Türkiye güvenlik kuruluşlarının, Haziran 2022'de İsraillileri hedef almak üzere Türkiye topraklarındaki İran terör hücrelerinin eylemlerini engellemek için yakın iş birliği yapabildikleri bildirildi.

Erdoğan Filistin davasını destekleyen önemli bir Müslüman lider olma vizyonundan vazgeçmedi ama bunu İsrail'e sürekli kara çalarak başaramayacağını da öğrendi. Ayrıca Türkiye’nin İsrail ile gelişen ilişkilerinden elde edebileceği doğrudan potansiyel kazanımları da bulunuyor.

İsrailli şirketler, boru hatlarındaki sızıntıları önlemeye yardımcı olan İsrail yapımı sensörlerle İstanbul'un su sisteminin daha iyi yönetilmesine yardımcı olmaya şimdiden dahil oldu. Her iki taraf da daha fazla iş birliğine ilgi duyuyor. Erdoğan neo-Osmanlı görüşünü tümden üzerinden atamadığı için bu durum şimdilik sivil alanla kısıtlı olarak devam edecek.

Kendi adına Yunanistan’ın, İsrail-Türkiye arasında buzların erimesinin kendisini tehdit altında hissetmesine neden olacak bir durum söz konusu değil, çünkü ilişkiler tam olarak sivil meselelerle sınırlı. Hem İsrailli hem de Türk karar vericilerin sağduyulu hareket etmesi, ilişkilerin bir kez daha olması gerektiği gibi istikrarlı hale gelmesini sağladı.

SOL / Çeviri


Kuzey Kutbunda emperyalist rekabet ne anlama geliyor? - Erhan Nalçacı / SOL

 

Kapitalist şirketlerin iştahı neden bu koşullarda arttı ve şirketlerin devletleri neden jeopolitik açılımlarına Kuzey Kutbunu eklediler diye sormalıyız.

Siyasi coğrafyadan hoşlananlar için bu yazı Bayram hediyesi yerine geçebilirdi. Dünya haritasına alıştığımız atlas görüntüsü dışında en kuzeyden bakmak iyi bir zihin egzersizi sağlıyor.

Dünyanın en kuzeyi buzlarla kaplı olmasa bir okyanus barındırıyor. Kuzey Buz Denizi’ni gösteren haritanın sol tarafı ABD’ye ait Alaska dışında Kanada toprakları, sağ tarafının hemen tamamı ise Rusya’ya ait. Grönland Danimarka hegemonyasındayken, İzlanda ve Norveç’in de kıyısı bulunuyor.

Ancak yaşadığımız çağda eğlenceli bir şey yok, neye uzansanız hemen bir burukluk kaplıyor ortalığı. Kapitalizmin insanlığı tehdit eden akılsızlığı her yerde karşınıza çıkıyor.

Buzlarla kaplı olması, sert iklimi ve ekonomik değerinin düşük olması nedeniyle şimdiye kadar uluslar arasındaki rekabetin pek konusu olmayan Kuzey Kutbu kıymete bindi ve emperyalist yeniden paylaşımın başlıca temalarından biri haline geldi.

Neden?

Dünyanın canını okudular çünkü. Kâr hırsıyla güdülen aşırı tüketim, karbon yakıtlarının aşırı kullanımı, sanayi atıkları için önlem almayı kazançlarının azalması olarak görme ciddi bir iklim krizine yol açtı. Dünya hızla ısınıyor, Kuzey Kutbu iki kat hızla ısınıyor. Buzullar eriyor, Kuzey Buz Denizi dev bir su kütlesi olarak karşımıza çıkıyor.

Buzların erimesinin bir kısmı tahmin edilebilir, bir kısmı zamanla anlaşılacak bedelleri var insanlık için.

Öncelikle deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle kıyı şeritleri, önemli tarım havzaları sular altında kalacak. Bu kadar büyük bir tatlı su kitlesinin okyanuslara karışmasıyla mineral yoğunluğunun ve asitlik derecesinin değişmesi ve eko sistemlere bütünüyle ön görülemeyen bir zarar vermesi bekleniyor. Ayrıca okyanus dip akıntılarının değişmesinin iklim değişiklik hızını kritik derecede arttıracağı hesaplanıyor.

Günümüzde görülen hızlı iklim değişikliği kısır döngüler yaratarak ilerliyor ve insan eliyle oluşan bu kısır döngüleri durduracak bir siyasi irade kapitalizmden çıkmıyor.

Aksine aynı akılsız hırslarla yeni kısır döngüler yaratmak üzere Kuzey Kutbu’nu paylaşmak için kolları sıvamış durumundalar. Kapitalist şirketlerin iştahı neden bu koşullarda arttı ve şirketlerin devletleri neden jeopolitik açılımlarına Kuzey Kutbunu eklediler diye sormalıyız.

Bir kere buzlar eriyince ve iklim yumuşayınca deniz ve karalar üretime açılabiliyor. Tarım ve balıkçılık için kullanılabilir olmasının yanında çoğunluğu deniz altında petrol ve doğal gaz kaynakları ulaşılabilir hale geliyor. Bölgede 50 trilyon metreküpe yakın doğal gaz, 44 milyar varil sıvı doğal gaz ve 90 milyar varil kadar petrol olduğu hesaplanıyor. Ayrıca nadir elementler ve madenler bulunuyor.

Bunlara ulaşmak için dünyanın yeniden emperyalist paylaşımına ilişkin bir dinamik doğuyor. Aşağıdaki harita Kuzey Buz Denizi’nin paylaşımına ilişkin ulusal hırsları ortaya koyuyor.

Şekilde Kuzey Buz Denizi’nde petrol ve doğal gaz kaynaklarının paylaşım iddiaları gösteriliyor. Deniz altındaki Lomonosov Sıradağları etrafındaki zengin hidrokarbon kaynakları enerji tekellerinin iştahını artırıyor.

Emperyalist paylaşım iştahının tek nedeni petrol ve madenler değil, aynı zamanda birkaç 10 yıl içinde buzların büyük oranda erimesinin Kuzey Denizi’ni deniz ulaşımına tamamen açacağı düşünülüyor. Sıcak mevsimlerde ve çoğunlukla buzkıran gerektiren deniz ulaşımı çok daha kolaylaştığında şu anki ticaret rotalarına alternatif ve daha kısa bir yol oluşturacak.

Aşağıdaki harita Manş Denizi’nden çıkan bir geminin Kore yarım adasına ulaşması için Kuzey Denizi veya Süveyş Kanalını kullanması durumunda ne kadar yol kat edeceğini gösteriyor. Kat edilen mesafe ve yolculuk için geçen gün sayısı yaklaşık üçte bir oranında azalıyor.

Kuzey denizinin iklim değişikliği nedeniyle ulaşıma açılması durumunda Avrupa ülkeleri ile Çin-Japonya-Kore gibi Asya ülkeleri arasındaki deniz ticaret rotasının nasıl kısalacağı görülüyor.

Kuzey kutbu üzerindeki emperyalist rekabet öncelikle bölgeyle ilişkili ülkelerin oluşturduğu Arktik Konseyi’nde kendini gösteriyor. Konsey üyesi olan Rusya, ABD, Kanada, Danimarka, Danimarka, İzlanda, Norveç, İsveç, Finlandiya bu rekabetin başlıca unsurları. Ve İsveç’i saymazsanız Rusya haricinde hepsi NATO üyesiler ve Rusya ile Ukrayna savaşı üzerinden aslında bir vekâlet savaşı içindeler. Türkiye sermayesi ve onlara ait düzen partilerinin niye bu kadar güle oynaya Finlandiya’nın NATO’ya katılmasına onay verdiklerine bir de buradan bakmak gerekiyor.

Bir de gücü ölçüsünde bölgeye talip olan ülkeler var. Örneğin, Çin bir Kuzey Denizi İpek Yolu tanımladı bile.

Türkiye bile paylaşımda yer almak için bir süredir Kuzey Kutbu araştırmaları yapsın diye bilim heyeti yolluyor. Sermayenin gelen bilimsel bilgiyle ilgilendiği yok, o kadar bilime düşkün olsalardı 50 binden fazla yurttaş enkaz altında can vermezdi. Bölgenin paylaşımında yer almak için bir taktik olarak kullanıyorlar bilimsel çalışmayı.

Görüldüğü gibi emperyalist paylaşım savaşının konusu olabilecek buradaki hırsların emekçi sınıflara hiç faydası bulunmuyor, aksine süreç emekçilerin zararına çalışıyor.

Bu kısır döngünün ve akıl durmasının sonlanması için sosyalizme ihtiyaç var. Sadece tek tek ülkelerde değil, dünyayı kaplayan ve ortak bir akıl geliştiren, insanlığın karşısına konan geniş hacimli sorunları aşabilecek bir sosyalizme.

Geçen yüzyılın başında sosyalizmin kapitalizmin üretim kapasitesine ulaşmak ve sanayileşmek gibi bir problemi vardı. Şimdi ise insanlığın devamı için büyük bir sorumluluk ve akıl ile emekçiler siyasi iktidarı alacaklar.

Erhan Nalçacı / SOL

Öne Çıkan Yayın

Yandaş şirketler zeytinlikleri istedi: İşte o skandal mektup! -Bahadır Özgür /halkTV-

Meclis’te görüşülen ve başta zeytinlikler olmak üzere koruma altındaki alanları, sulak bölgeleri madenciliğe açan torba yasanın arkasından, ...