KISA KISA GÜNDEM - 28/Nisan/2023 -

 








Süleyman Soylu, 14 Mayıs seçimlerine "darbe girişimi" dedi(Evrensel)

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 14 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerini "darbe girişimi" olarak nitelendirdi. Twitter’dan yaptığı paylaşımda da 14 Mayıs’ı "darbe girişimi" olarak niteleyen Soylu "15 Temmuz, fiili darbe girişimiydi. 14 Mayıs 2023, Türkiye'yi tasfiye etmeye yönelik hazırlıkların her birini bir araya getirerek oluşturabilecek siyasi darbe girişimidir... Fatih'te İstanbul İlim ve Kültür Vakfı'nda dostlarla hasbihâl eyledik" ifadelerini kullandı.(https://www.evrensel.net/haber/488586/suleyman-soylu-14-mayis-secimlerine-darbe-girisimi-dedi)

Çelik Halat işçisi: 1 Mayıs’ta bizi alanlara çağırması gereken sendika, mesaiye çağırıyor(Gözde Meydan-Evrensel)


1 Mayıs’a günler kala Türk-İş’e bağlı Türk Metal’in örgütlü olduğu Çelik Halat’ta işçiler sendika tarafından mesaiye çağrılırken, Federal Mogul’da ise fabrika gezisi düzenleniyor. Çelik Halat işçileri resmi tatil olmasına rağmen sendika tarafından mesaiye zorlandıklarını anlattı. Bir Çelik Halat işçisi “Sendika bizi toplayıp meydanlara götüreceğine işyerine mesaiye çağırması kabul edilebilir bir şey değil” dedi.
(https://www.evrensel.net/haber/488605/celik-halat-iscisi-1-mayista-bizi-alanlara-cagirmasi-gereken-sendika-mesaiye-cagiriyor)

Demirtaş: Erdoğan'ın İmralı’ya heyet gönderdiği kaynaklarım tarafından doğrulandı(Evrensel)

Edirne Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP'nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Abdullah Öcalan'ın tutuklu bulunduğu İmralı'ya heyet gönderdiğinin kaynakları tarafından doğrulandığını söyledi. Yeni Yaşam'dan Nezahat Doğan'a konuşan Amed Dicle, "Seçim atmosferinin olduğu bu dönemde AKP, Sayın Abdullah Öcalan ile görüşmeler yaptı ve kendi istedikleri cevabı alamayınca tecrit ağırlaştırıldı. Dolaylı olarak Kandil’le de temaslar denendi; istediklerini alamadılar…" iddiasında bulunmuştu. Demirtaş, 25 Nisan'da, Dicle'nin iddiasına paylaşıp "Erdoğan, İmralı'ya heyet gönderip ne istemiş olabilir sizce" diye sormuştu. Ardından "İstediğini alamayınca yine hepimizi 'terörle' iş birliği yapmakla suçlamaya başladı anlaşılan. Bu ikiyüzlülüğün takdirini size bırakıyorum" diye eklemişti. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise 26 Nisan'da yaptığı açıklamada "'İmralı ile görüşme oldu' iddiası dün ortaya atıldı, bunun açık ve net olarak yalan olduğunu ifade etmek isterim. Bunlar belli çevrelerin kendilerine siyasi pirim elde etmek için ortaya atığı iddialardır. Buradan bir netice almaları mümkün değil, böyle bir görüşme söz konusu olmamıştır" ifadelerini kullanmıştı. Cumhuriyet'e konuşan Demirtaş, söz konusu iddia için "Öcalan, ailesi ve avukatlarıyla iki yıldan uzun süredir görüştürülmüyor. Demek ki Erdoğan, Öcalan’dan istediği şeyi alamadı ve bu nedenle onun dış dünyayla temasını engelliyor.  Bu iddiayı dile getiren gazeteci Amed Dicle, emin olmasaydı söylemezdi. Aynı bilgi, benim kaynaklarım tarafından da doğrulandı. İmralı’da sonuç alamayınca sahada Kürtlere baskıyı artırıp HÜDA PAR’ı yedeklemeyi tercih ettiler" dedi.

CHP'li Gamze Akkuş İlgezdi: Hatay'da doğum için dahi olanak yok(Evrensel)

Sağlık alanında depremin yaralarının sarılmadığına dikkat çeken CHP Genel Başkan Yardımcısı Gazme Akkuş İlgezdi, Hatay'daki gebelerin doğum için Dörtyol ile Adana'ya sevk edildiğini söyledi.(https://www.evrensel.net/haber/488606/chpli-gamze-akkus-ilgezdi-hatayda-dogum-icin-dahi-olanak-yok)


Seçim festivaline yine milyonlar harcanacak(İsmail Arı-BİRGÜN)

Son iki yıldır Ağustos ve Eylül aylarında düzenlenen TEKNOFEST Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali’ne bu sene seçim ayarı çekildi. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar ve onun kardeşi Haluk Bayraktar’ın kurduğu T3 Vakfı ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın organize ettiği TEKNOFEST bu yıl 27 Nisan-1 Mayıs tarihlerinde yine Atatürk Havalimanı’nda düzenleniyor. Dün başlayan festivalin 14 Mayıs seçimleri öncesine çekilerek seçim malzemesi haline getirilmesi ise tartışmalara neden oldu.

Kamunun da her yıl milyonlarca lira harcadığı TEKNOFEST’in organizasyon işi bu yıl da yine Cevat Olçok'un sahibi olduğu Ceo Event Medya Şirketi’ne verildi. CEO Event Şirketi, Kamuyu Aydınlatma Platformu’na yaptığı açıklamada, “Teknofest Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali'nin koordinasyon ve destek hizmetleri Şirketimiz tarafından verilecek olup, bu kapsamda 41 milyon TL cironun gerçekleşmesi beklenmektedir” denildi. Ceo Event Medya Şirketi ve Olçok kardeşler, bugüne kadar AKP’nin birçok seçim kampanyasını hazırladı ve organizasyon işini yaptı. Olçoklar, AKP’nin ismini, logosunu, sloganlarını buldu ve partinin kurumsal kimlik çalışmalarında etkili oldu. 2002'de AKP'nin Genel Seçim Kampanyası'nı yöneten Erol Olçok, AKP için 2007’de “Durmak Yok Yola Devam”, 2011’de “Aynı Yoldan Geçmişiz Biz”, 2014'te “Bayrak”, 2015'te “Fors” filmi çalışmalarını hayata geçirdi. Olçok Ailesi, 15 Temmuz'da hayatını kaybeden Erol Olçok’un eski eşi Nihal Olçok hakkında da 2019 yılında bir açıklama yaptı. Nihal Olçok’un son yıllarda AKP’ye yönelik sert eleştirileri tartışmalara neden olurken, Olçok ailesi yaptığı açıklamada, “Olçok Ailesi olarak, Nihal Hanım'ın 'Olçok' soyadını kullanmasına rıza göstermediğimizi kamuoyunun bilgisine sunarız” ifadelerine yer verdi. 

'Jet Fadıl'a 2 bin 504 yıl hapis cezası(BİRGÜN)

İstanbul Bayrampaşa'daki Caprice Gold ile Maldivler'deki Caprice Maldivler adlı gayrimenkul projeleriyle, 614 kişiyi dolandırdığı iddiasıyla yargılanan 'Jet Fadıl' 2 bin 504 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı. 'Jet Fadıl' olarak bilinen Fadıl Akgündüz'ün 'dolandırıcılık' iddiasıyla yargılandığı davada karar çıktı. İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 'Jet Fadıl' olarak bilinen Fadıl Akgündüz'ü, "tacir veya şirket yöneticileri ile kooperatif yöneticilerin dolandırıcılığı" suçundan 2 bin 504 yıl hapis cezasına çarptırdı.

Kazancı Yokuşu’nda 1 Mayıs anması: Yürüyüşe polis engeli(Birgün)

İşçi sendikaları ve emek örgütleri Taksim'deki Kazancı Yokuşu'nda bir araya gelerek, 1 Mayıs 1977'de hayatını kaybedenleri karanfil bırakarak andı. Anma programı polis ablukasına alınırken, barikatlar kurulduğu görüldü. Şişhane'deki anmaya yürümek isteyenlerin de önü kesildi. (https://www.birgun.net/haber/kazanci-yokusunda-1-mayis-anmasi-yuruyuse-polis-engeli-432640)

Dış ticaret açığı 8,34 milyar dolar oldu!(Birgün)

                                                                                                    Fotoğraf: Depophotos
Türkiye ekonomisi mart ayında 8,34 milyar dolarlık dış ticaret açığı verdi. Dış ticaret açığı, ocak-mart döneminde yüzde 30,7 yükseldi. Dış ticaret açığı, martta geçen yılın aynı ayına göre yüzde 0,9 artarak 8 milyar 341 milyon dolara çıktı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Ticaret Bakanlığı işbirliğiyle oluşturulan mart ayına ilişkin geçici dış ticaret verileri açıklandı.

İhracatın ithalatı karşılama oranı, Mart 2022'de yüzde 73,2 iken geçen ay yüzde 73,9'a yükseldi.  İhracat, ocak-mart döneminde ise geçen yılın aynı çeyreğine kıyasla yüzde 2,5 artarak 61 milyar 558 milyon dolar, ithalat yüzde 11,1 artışla 96 milyar 250 milyon dolar olarak gerçekleşti.(AÇIK İLK 3 AYDA YÜZDE 30.7 ARTTI) Dış ticaret açığı, ocak-mart döneminde yüzde 30,7 yükselerek 26 milyar 537 milyon dolara çıktı. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise Ocak-Mart 2022'de yüzde 69,4 iken bu yılın aynı döneminde yüzde 64'e geriledi. (ENERJİ VE ALTIN HARİÇ DIŞ TİCARET) Enerji ürünleri ve parasal olmayan altın hariç ihracat, martta yüzde 3,7 artarak 21 milyar 201 milyon dolardan 21 milyar 977 milyon dolara yükseldi. Martta enerji ürünleri ve parasal olmayan altın hariç ithalat yüzde 14,2 yükselişle 21 milyar 427 milyon dolardan 24 milyar 462 milyon dolara çıktı. Enerji ürünleri ve parasal olmayan altın hariç dış ticaret açığı martta 2 milyar 485 milyon dolar olarak gerçekleşti. Dış ticaret hacmi yüzde 8,9 artarak 46 milyar 439 milyon dolara yükseldi. Söz konusu ayda enerji ve altın hariç ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 89,8 oldu.

Kerem Kınık’ın her işi ‘şaibeli’(Sibel Bahçetepe-Birgün)

Çadır ticareti ile tepkilerin odağında olan Kızılay Başkanı Kınık, aynı zamanda Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapıyor. Kınık’ın hem şirketleşen kurumun başkanı olup hem akademisyenlik yapması tartışmalı.(https://www.birgun.net/haber/kerem-kinikin-her-isi-saibeli-432479)

Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ‘mülakat vaadine’ vole: Sözlü sınavla işe alacaklar(Mustafa Bildircin-Birgün)

150 bine dayanan personeli bulunan Diyanet’in ordusuna binlerce kişi daha katılacak. Erdoğan’ın, “Mülakat kaldırılacak” vaadine karşın başkanlığın 4 bin 538 personel alımında mülakat belirleyici olacak. (https://www.birgun.net/haber/diyanet-isleri-baskanligindan-mulakat-vaadine-vole-sozlu-sinavla-ise-alacaklar-432524)

Reuters yurt dışından grev kırıcı 10 gazeteci getirecek!(soL)

Grev kararı asılan Reuters'ın seçim sürecinde çalışmak üzere yurt dışından 10 gazeteci getirmek istemesine tepki gösteren TGS Başkanı Gökhan Durmuş,  'Grevi kırmaya yönelik bir hareket' dedi. Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS), Thomson Reuters Haber Ajansı (Reuters) Türkiye bürosuyla süren toplu pazarlık sürecinin anlaşmazlıkla sonuçlanmasının ardından 26 Nisan'da Reuters Türkiye ofisi önünde düzenlediği basın açıklamasıyla, 10 Mayıs'ta greve gideceklerini açıkladı. Gazete Duvar’dan Eren Topuz’un haberine göre, grev kararının asılmasının ardından Reuters'ın seçim sürecinde çalışması için yurt dışından 10 gazeteciyi Türkiye'ye getirmeyi planladığı öğrenildi.('Çalışma Bakanlığı'na yazı yazdık') Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, bugün düzenlediği basın toplantısında yurt dışından gelecek gazetecilere geçici çalışma izninin verilmemesi için Çalışma Bakanlığı'na yazı yazdıklarını söyledi.

Atalay, "TGS, Reuters'ta örgütleniyor. Reuters, yurt dışından gazeteci getiriyor. Avrupa ülkelerinden gazetecileri Türkiye'ye göndermeye hazırlanıyor. TGS, yabancı gazetecilerin Türkiye'de çalışmamaları için benden yardım istedi. Reuters çalışanları işten çıkartıyor, grev safhasındayız, yurt dışından 10 tane gazeteci getirecekler seçim sürecinde. Bize 'Bu gazetecilere çalışma izni verdirtmeyin' diyorlar. Onu da dün yazdık bakanlığa. Sıkıntı her yerde var. Benim görevim emekçinin, gazetecinin derdini anlatmak" ifadelerini kullandı. ('Grevi kırmaya yönelik bir hareket') TGS Başkanı Gökhan Durmuş ise Reuters'ın hamlesinin  grevi kırmaya yönelik olduğunu belirterek, "Normalde seçim gibi olağanüstü durumlarda 2-3 kişi gelir yurt dışından. Haber analizi yaparlar, seçimleri takip ederler. Ama bu sefer kameramanından editörüne kadar 10 kişilik bir ekip geliyor. Direkt grevi kırmaya yönelik bir hareket. 10 kişi gelirse buradaki grevin hiçbir hükmü olmaz. Biz de bunun önüne geçmek için öyle bir girişimde bulunduk" dedi. Durmuş, Reuters'taki son durumla ilgili, "Grev kararının asılması sonrası henüz hiçbir teklif gelmedi, grev kararını astık. 10'unda greve çıkacağız" ifadelerini kullandı.

AKP adayına göre aslında kriz yok: 'Alım gücü daha da arttı'(soL)

AKP Kayseri Milletvekili adayı Emine Timuçin, Türkiye’de ekonomik kriz olmadığını, tam tersine insanların alım gücünün arttığını iddia etti. Sözcü'de yer alan habere göre, Kayseri’de yayın yapan TV1 kanalına konuk olan Emine Timuçin, “Sahada vatandaşlar en çok ekonomiden bahsediyor. Bir kriz de yok aslında” diye konuştu. Timuçin, Bulgaristan'dan Türkiye'ye günübirlik alışverişe gelenlerin sayısındaki artışın Türk Lirası'ndaki değer kaybından kaynaklanmadığını iddia ederek, “Orada raflarda ürün bulamamalarından kaynaklı” dedi. “Şu an içerisinde bulunduğumuz süreçte ekonomik krize girmiş bir Türkiye yoksözleriyle ekonomi yönetiminin bir hata yapmadığını vurgulayan Timuçin,  “Aslında krizi biraz da biz yapıyoruz. Bizim asgari ücretle bundan 20 yıl önce alınan ekmek sayısıyla bugün alınan ekmek sayısını gösteren oranları elimizde var. Yüz ya da bin ekmek alabiliyorsanız şimdiki asgari ücretle onun 10 bin tane alabiliyorsunuz. Alım gücü daha da çoğaldı” ifadelerini kullandı.

Hilal Kaplan'dan Erdoğan'ın rahatsızlığına: 'Gökten kemik yağmadı'(soL)

Erdoğan'ın rahatsızlığının ardından Akkuyu Nükleer Enerji Santrali açılışına videokonferans yoluyla katılmasını yorumlayan Hilal Kaplan, 'Gökten kemik yağmadı' dedi.

Yandaş yazar Hilal Kaplan, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın rahatsızlığına ilişkin kaleme aldığı yazıda, "Gökten kemik yağmadı. Başkan Erdoğan, dün Akkuyu Nükleer Enerji Santrali açılışına videokonferans yoluyla katıldı" ifadelerini kullandı. Sabah yazarı Kaplan'ın "Erdoğan’ın rahatsızlığı neyi tescilledi?" başlıklı yazısında öne çıkanlar şöyle:

"Erdoğan etiyle kemiğiyle yayına geri döndü, rahatsızlığının hafif olduğunu vurguladı. Ancak canlı yayına ara verilen o 20 dakikada ülkede zaman yavaşladı sanki. Yoldaşı, muhalifi çoğunluk üzüldü, dua etti. Soysuzların sevinci, onların kansızlığından olduğu için değinmeye lüzum yok.

'Önce sara krizi dediler, sonra kalp krizi'

Ancak sadece ülke bazında değil, dünya basınında da bu rahatsızlık yer buldu. France 24, haberi KJ'den şöyle duyurdu: 'Erdoğan seçim çalışmalarını iptal etti. Türkiye Cumhurbaşkanı bir gününü daha iptal etti.' Financial Times'tan Deutsche Welle'ye Erdoğan'ın bir günlük programını iptal etmesi haber oldu.

Yine azılı bir Türkiye düşmanı olan Council on Foreign Relations uzmanı Steven Cook şöyle yazdı: 'Dünya lideri olmak zordur, kampanya yürütmek meşakkatlidir, insanlar hastalanır. George HW Bush, Japon başbakanının üzerine kustu, Hillary Clinton sendeledi, ama onlar iyiydi. Hiçbir şey olmayabilir ama Erdoğan'ın sağlığı bir süredir sorun teşkil ediyor.'

En muhalifinin bile işte böyle dünya lideri olduğunu ikrar ettiği bir zamanda, Erdoğan'ın en soysuz düşmanlarından firari FETÖ'cüler, Putin'in Kremlin'e doğru acil yola çıktığını, nedeninin Erdoğan'ın rahatsızlığı olduğunu yazdılar. Yani yalanı uydururken bile dünya sahnesindeki gücünü tescil ediyorlardı.

Önce sara krizi dediler, sonra kalp krizi... Milyonlarca kalp aynı duada buluştu.  Gökten kemik yağmadı.
Başkan Erdoğan, dün Akkuyu Nükleer Enerji Santrali açılışına videokonferans yoluyla katıldı. Dosta güven, düşmana korku vermeye devam etti."

(derleyen: mstfkrc)






Aman kara para aydınlanmasın… - Timur Soykan / BİRGÜN

 

Muhammet Yakut’un da gündeme getirdiği döviz bürosundaki milyonlarca dolarlık vurgun davasında ceza yağdı. Döviz bürosu sahipleri Alaaddin Ak ve oğlu Mustafa Ak’a 60’ar yıl hapis verildi. Ancak uyuşturucu kaynaklı olduğu da iddia edilen kara paranın soruşturmasında ses yok.

Türkiye’nin büyük döviz bürolarından Cengizler Döviz ve Ak Döviz’in sahipleri, Alaaddin Ak, oğlu Mustafa Ak ve akrabaları Volkan Özel, dolandırıcılıkla suçlanıyordu. İstanbul Fatih’teki bu döviz bürolarında piyasadan milyonlarca dolar toplayan Volkan Özel kayıplara karışmıştı. Konuyla ilgili çıkan ilk haberlerde 80 milyon dolarlık vurgun yaptığı öne sürülüyor ve onlarca mağdur olduğu iddia ediliyordu. 

Ama söz konusu olan kara paraydı ve bir iddiaya göre; Volkan Özel, kimsenin kara paranın peşine düşemeyeceğini planlamıştı. Nitekim ortadan kaybolduktan sonra IŞİD’e para transferi yaptığı için gözaltına alındığını yaymıştı. Hatta Şırnak’ta görevli polis memuru Behzat Güzeldere ile anlaşmıştı. Bu polis, Volkan Özel’in parasını aldığı kişileri arayarak “Ben Mali Büro’da polisim. IŞİD operasyonunda Volkan Özel’i aldık. Size de operasyon olacak. 1 milyon dolar verirseniz sizi soruşturmadan çıkartırız” demişti. 

Ancak Volkan Özel’e 1 milyon 150 bin euro kaptıran döviz bürosu sahibi Abdurrahim Haşimoğlu, tuzağa düşmedi ve hem polis Behzat Güzeldere hem de Volkan Özel’den şikâyetçi oldu. Ayrıca Cengizler Döviz Bürosu’nun sahipleri Alaaddin Ak ve Mustafa Ak’ın da bu vurgunun içinde olduğunu, paralarına onların el koyduklarını iddia etti. 

Ancak sadece 4 kişi, Alaaddin Ak, Mustafa Ak ve Volkan Özel’e dava açtı. Hepsi ifadelerinde yurt dışından Hawala sistemiyle para getirdiklerini, TIR’larla kara para taşıdıklarını anlattı. AKP’nin çıkardığı Varlık Barışı yasaları sayesinde on milyonlarca dolarlık kara parayı akladıklarını itiraf ettiler.10’dan fazla kişinin mağdur olduğunu ama şikâyetçi olamadıklarını söylediler. Bir davacı, “Aslında 80 milyon dolarlık bir vurgun söz konusu” dedi. 

4 mağdurun şikâyeti üzerine; döviz bürosu sahibi Alaaddin Ak, Mustafa Ak 15 Şubat 2022’de, Volkan Özel 21 Şubat 2022’de gözaltına alınıp tutuklandı. Alaaddin Ak ve Mustafa Ak, Volkan Özel ile ticari ortaklıklarının olmadığını ve dolandırıcılıkla bağlantılarının söz konusu olmadığını savunuyordu. Tüm sanıklar ‘Tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında dolandırıcılık’ ve ‘Kamu görevlileri ile ilişkisi olduğundan bahisle dolandırıcılık’ suçlamaları yöneltildi. Ancak bu ağır suçlamalara karşın Alaaddin Ak ve Mustafa Ak, 12 gün sonra 35 milyon TL kefaletle serbest bırakıldı. Volkan Özel ise tutuklu yargılanıyordu. 

Youtube üzerinden ifşalarda bulunan Muhammet Yakut, bir videosunda daha önce haberleştirdiğimiz bu olayı anlattı ve şu iddiada bulundu: "Mahmut Ak ile başsavcı görüştü, 2 milyon dolar karşılığında serbest kaldılar."

                                                                  Muhammet Yakut

Bu davanın karar duruşması dün İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Alaaddin Ak ve Mustafa Ak, suçlamaları kabul etmeyerek "Malımıza çökmeye çalışıyorlar" dedi. Sanıklar ise dolandırıldıklarını anlatarak alacaklarının 35 milyon TL kefalet bedelinden alınarak kendilerine verilmesini ve sanıkların tutuklanmasını istedi. 

Dava boyunca itiraflarda bulunan Volkan Özel ise sanıklarla 100 milyon euro ticaret hacminin olduğunu anlatmıştı. Duruşmada şöyle konuştu:  "Evet, bu illegal bir iştir. Ben uyuşturucu parası olduğunu öğrenince polise gidip ifade verdim."

Mahkeme, Alaaddin Ak ve Mustafa Ak’a 15’er yıl hapis ve 750 bin TL para cezası verdi. Bu 4 sanık için ayrı ayrı cezalandırılmalarına hükmetti.

Böylece ceza 60’ar yıl hapis ve 3’er milyon TL para cezasına yükseldi. Mahkeme hiçbir indirim uygulamadı. Ancak Alaaddin Ak ve Mustafa Ak tutuklanmadı. Yurt dışına çıkış yasağı kondu. Volkan Özel’e verilen 60 yıl hapis cezası ise pişmanlık gösterdiği ve samimi anlatımlarda bulunduğu için 48 yıla indirildi. 2.5 milyon TL ise para cezası verildi. Volkan Özel, ağır cezaya karşın kararla birlikte tahliye edildi. Yurt dışı yasağı getirildi. 

Daha önce açığa alınan polis Behzat Güzeldere ise 30 yıl hapisle cezalandırıldı.

Artık davanın istinaf süreci başladı. Ancak akıllarda halen büyük bir soru var: Volkan Özel ve davacılar, kara para trafiğini ifadelerinde defalarca itiraf etmesine karşın bu konuda niye bir dava açılmıyor? Dava dosyasında bir soruşturmaya atıf yapılıyor ama neden bu soruşturma ilerlemiyor? Türkiye’de çarkların kara parayla dönmesine göz yumuluyor olabilir mi? Zaten Varlık Barışı uygulaması bu değil mi? 

YARGI BATAKLIĞINDA…

Muhammet Yakut’un bu olayla ilgili iddialarında başsavcı ile görüştüğünü öne sürdüğü Mahmut Ak daha önce bir yargıda rüşvet skandalıyla gündeme gelmişti. İddiaya göre; Fenerbahçe yöneticisi Burak Çağlayan Kızılhan nakit dar boğazına düşmüş ve tefeci olduğu iddia edilen Mahmut Ak’tan milyonlarca dolar almıştı. Karşılığında bol sıfırlı çekler vermişti. Parayı ödeyemeyince İstanbul Savcısı Lütfü Karabacak’a rüşvet vererek Mahmut Ak’a operasyon yaptırmıştı. Ancak Kızılhan’dan rüşvetin tamamını alamayan Savcı Lütfü Karabacak, Mahmut Ak’ı 250 bin dolar karşılığında serbest bırakmıştı.
Vah ülkemin haline…

Timur Soykan / BİRGÜN


Sınıf mücadelesinde bir sanatçı: MEHMET ÖZER - (Özcan Yaman / EVRENSEL)

 

1 Mayıs’a sayılı günler kala emek mücadelesine ömrünü vermiş bir sanatçı Mehmet Özer’e merhaba demek istedim. Fotoğrafçı, şair, yazar dendiğinde ve sınıf mücadelesiyle düşünüldüğünde ilk akla gelen isim Mehmet Özer olur.


Yıllardır tanışırız, zaman zaman görüşürüz. Mehmet’i her gördüğümde aklıma Sennur Sezer’in “Aydın ve sanatçılar işçi sınıfının yanında değil, içinde olmalıdır…” sözleri gelir.

Nerede hak, hukuk ve demokrasi mücadelesi varsa orada Mehmet Özer vardır. 1990’lı yıllarda Zonguldak Büyük Madenci Grevi ve Yürüyüşü’nden, Madımak, Ankara Katliamı, Cumartesi Annelerine; Tekel Direnişlerinden, Gezi direnişine Yüksel Caddesi’ndeki protestolarda elinde makinesiyle hep Mehmet’i görürüz. Grevlerde elinde megafon şiirler okur. İşçilerin Mehmet ağabeyidir. Yaşamının anlamını, daha güzel bir ülke yaratılmasında verilen mücadelelerde bir özne olarak gösterir. İdeolojisini başta fotoğraf olmak üzere sanatın birçok alanıyla iç içe yaşayan bir sosyalist aydındır Mehmet.

Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesinde yıllardır öğrenciler yetiştirir. Birçok kitaplar, albüm çıkartmışlar, sergiler açmışlardır. Ankara Mülkiyelilerdeki odası sürekli doludur. Şairler, yazarlar, işçiler, fotoğrafçılar mini bir lokal gibidir kısaca.

Toplumsal belleğin görüntülerine mi ihtiyaç var? Arayın Mehmet Özer’i.  Fotoğrafın toplumsal mücadeledeki yerini mi araştırıyorsunuz, tez mi hazırlıyorsunuz Mehmet Özer orada. Benim de çokça yararlandığım kaynaktır Mehmet Özer.

Sergi salonlarında, sokaklarda, üniversitelerde, varoşlarda, cezaevlerinde, fabrikalarda çok sayıda sergi açtı. Yaşamdaki duruşunu “Hayatın şarkılarını söylüyor, şiirlerini okuyorum” “Hatırladığın kadar güçlü, unuttuğun kadar suçlusun, unutma” diye özetler Mehmet. Fotoğraf ve şiirin yaşamı savunmanın ve yeniden üretmenin en etkili silahı olduğunu her daim hatırlatır.

Kontrast dergisinde özetlediği notlarını da buraya almak isterim:

NEDEN FOTOĞRAF ÇEKİYORUZ?

(…)

  • Sana bakarak, senden geçerek bana ulaşmalarını, beni anlamalarını, beni bulmalarını sağlamak için;
  • Senin gözlerinle kendimize bakmak için,
  • İnsanın bir yüzü, yüzünün içindeki binbir yüz halini gösterdiği için;
  • Dünyayı gösterip yeni dünyalar düşü kurdurduğu için;
  • İçimizdeki beni bulma serüvenimizde bize yol gösterdiği için;
  • Hayatımızı anlamlandırıp, yeni anlamlar kattığı için;
  • İçimizdeki beni herkesle paylaşıp, bizi yaşamla eşitlediği için;
  • Dokunmadan, konuşmadan iletişim kurabildiğimiz için;
  • Ölmekten korktuğumuz, yaşadığımızı kanıtlamak ve ardımızda izler bırakmak için;
  • Bizim ömrümüzden daha uzun olduğu için;
  • Değişmeye inandığımız ve bizdeki, toplumdaki değişmeyi gösterdiği için;
  • İtiraz hakkımızı etkin bir biçimde kullanmamıza olanak sağladığı için;
  • Her insanda kendimizden bir şeyler bulduğumuz için;
  • Hayata dair söylenecek sözümüz olduğu için;
  • Bizi dilbaz, düşbaz ve işgüzar yaptığı için;
  • Olup biteni, akıp gideni anlamak için;
  • Size dair şeyleri anlamaya, anlamlandırmaya çalışırken; kendimizi anlamamıza yardımcı olduğu için;
  • Bir başına kalabalık olan fotoğrafın, yalnızlığımızı paylaşıp bizi çoğalttığı için;
  • Toplumsal belleğimizi diri tutup, tarihimizi ışıkla, zamanla yazdığı için;
  • Sözün tükendiği yerde fotoğraf konuştuğu için;

NEYİN FOTOĞRAFINI ÇEKİYORUZ?

(…)

  • “-Ellerimizde zamana ve ışığa hükmeden kalbimizle, kalabalık caddelerin, ırmak gibi akıp giden yürüyüş kortejlerinin, vitrinlerden yansıyan yoksulluğumuzun fotoğrafını çekiyoruz.
  • Kuşun bile yuva yaptığı dünyada evsizlerin, yurtsuzların büyük yoksulluklarının fotoğrafını çekiyoruz.
  • Adına fotoğraf makinesi dediğimiz göğsümüzün üstünde sallanıp duran kalbimiz, aklımızı süzgecinden geçen, kalbimizin de onayladığı ayrılıkların, acıların, kederlerin fotoğrafını çekiyoruz.
  • İşgalcilerin kül ve enkaza çevirdiği kentlerin ve külün içindeki közün fotoğrafını çekiyoruz.
  • Serin dağ başlarında konuklarını bekleyen rüzgarın, kayalarda ağlayan suların, bize birlikte yaşamayı öğreten ağaçların fotoğrafını çekiyoruz.
  • Anne acılarının, çocuk sevinçlerinin ve açlıktan küçülen bedenlerin fotoğraflarını çekiyoruz.
  • Dışlanmışların, ötekilerin fotoğrafını çekiyoruz.
  • Hayatın ve aşkın, vefanın ve vicdanın fotoğrafını çekiyoruz.
  • Yolların, yolculukların, bir sırt çantasına sığdırılan bir ömrün fotoğraflarını çekiyoruz.
  • Akıp giden hayatın, aklımızın eşiklerine, kalbimizin nehirlerine taşıdığı öyküleri çekiyoruz…”
  • Özcan Yaman / EVRENSEL

Polisin sakladığı TÜGVA yazışmaları - Barış Pehlivan / Cumhuriyet

 

“Bahse konu belgeleri ben paylaşmış olsam, daha çok ses getirecek olan bu belgeleri muhafaza etmezdim. Madem böyle tehlikeli bir iş yapıyorum, bu verileri güvenilir bir yerde saklamam gerekmez miydi?”

Önceki Arka Bahçe’de okudunuz. TÜGVA’nın eski yöneticilerinden Ramazan Aydoğdu, gazeteci Metin Cihan’ın sosyal medyadan yaptığı paylaşımları sızdırmaktan yargılanıyordu. Aydoğdu ise kamuoyuna yansıyan belgeleri kendisinin paylaşmadığını savunuyordu.

Bunu da “Ben bilgi ve belge paylaşsaydım, asıl bunları paylaşırdım” diyerek örneklendiriyordu.

Peki, ne mi onlar?

Aydoğdu’nun İstanbul 22. Asliye Ceza Mahkemesi’ne sunduğu savunmadan bölümler aktarmaya devam ediyorum...

Tarih: 11 Ekim 2017.

Eski TÜGVA Genel Başkanı Enes Eminoğlu, Adana teşkilatından gelen bir ihbarı Ramazan Aydoğdu ile paylaşıyor.

İlgili yazışmanın ekran görüntüsünü mahkemeye sunan Aydoğdu anlatıyor:

“Söz konusu ihbarda, TÜGVA’da görevli Adana teşkilat koordinatörünün, Adana Devlet Hastanesi’ne işe sokacağını vaat ederek milletten para aldığı, o dönem bakan olan Ömer Çelik’in adını kullanarak üniversiteden ihale aldığı ve benzer konular olduğu görülmektedir.”

Daha da çarpıcı olan ise şu:

Bu ihbarı yapan kişi eski TÜGVA Adana İl Temsilcisi Gürkan Özkaynak. Peki, Özkaynak o ihbarı TÜGVA yönetimine bildirirken hangi görevde?

Cumhuriyet savcısı!

Evet, bir savcı suçun üzerine gitmektense suçla bağlantılı yeri bilgilendiriyor.

Dahası...

İhbarda bahsedilen suçu işlediği öne sürülen TÜGVA’nın Adana’daki yöneticisi kim ve şu an nerede?

Yazayım: Ahmet Abdullah Sezen. Kendisi şu an Aile Bakanlığı Eğitim ve Yayın Dairesi başkan vekili olarak görev yapıyor!

TACİZDEN HIRSIZLIĞA KADAR İHBARLAR

Yine 2017...

Türkiye’nin dört bir yanındaki TÜGVA teşkilatlarından suç ihbarları geliyor. Başkan Eminoğlu da bu bilgileri, TÜGVA’nın disiplin soruşturmalarından görevli Aydoğdu’ya aktarıyor.

Bugün TÜGVA yönetimiyle karşı karşıya gelen Ramazan Aydoğdu’nun savunmasından okuyalım:

“Yukarıdaki görseller de daha önce bahsetmiş olduğum gibi TÜGVA Genel Başkanı Enes Eminoğlu tarafından tarafıma gönderilen; Diyarbakır, Denizli, Muğla, Hatay, Eskişehir, Yalova, Ağrı, Urfa illerinden gelen ihbarlardır. Söz konusu şikâyetlerde yargıya müdahaleden FETÖ üyesi olmaya, zimmete, tacize, gasptan hırsızlığa kadar, devlete karşı işlenen suçlar da olmak üzere birçok suçun varlığı görülmektedir.”

Dönemin TÜGVA yöneticilerinden Murat Aydın’a dair bir iddia da Ramazan Aydoğdu tarafından Genel Başkan Enes Eminoğlu’na gönderiliyor:

“TÜGVA genel başkan yardımcısı olan Murat Aydın’ın bazı cinsel içerikli paylaşımları beğendiği, izlediği ve paylaştığına dair bazı belge ve iddialar şahsıma gelmiş ve hemen ardından Enes Eminoğlu ile paylaşılmıştır.

Konuya ilişkin Enes Eminoğlu’nın tepkisi ise önemlidir. Eminoğlu ‘Evet bir kişi herkese aynı servisi yapıyor’ diye ilettiğim bilgiyi kabul ettiği gibi, bu bilgi ve belgelerin birçok kişiye servis edildiğini ifade etmektedir.”

Bakınız...

Bu ifşaları yapan Ramazan Aydoğdu, 2015-2018 yılları arasında TÜGVA’da çok kritik koltuklarda oturdu. TÜGVA’da teşkilat koordinatör yardımcısı ve bölge sorumlusu olarak görev yaptı.

İşin çarpıcı yanı, Aydoğdu’nun telefonlarını inceleyen polisler de bilirkişiler de bu yazışmaları raporlarına yansıtmadı. Öyle ya, kamu yararına olsa da TÜGVA’ya zarar vermemek gerekirdi!

Ama işte karartılan bu deliller, bizzat Aydoğdu’nun kendisi tarafından resmiyete döküldü.

Biliyorum ki bu öğrendiklerimiz koca bir bataklıkta sadece çamur damlası. Ertesi bir gün...

Barış Pehlivan / Cumhuriyet

Fazıl Say'ın 100. Yıl Marşı'nda eksik olan ne? (DENİZ DOĞAN-soL/Görüş)+Fazıl Say'dan 100. Yıl Marşı'na gelen eleştirilere tepki: 'Özür dileyeceksiniz' (soL)


Fazıl Say'ın 100. Yıl Marşı'nda eksik olan ne? (DENİZ DOĞAN-soL/Görüş)

'Düzenin insan aklına ve ruhuna kısırlaştırma yönündeki müdahalesi en iyilerimizi bile atlamıyor. Eninde sonunda ne yaşıyorsanız, çaldığınızdan da o duyuluyor.'

Fazıl SayAyten Mutlu’nun "Ver Elini" şiirini Cumhuriyet’in 100. Yıl Marşı olarak besteledi. 23 Nisan günü İzmir’de dünya prömiyerinin gerçekleşeceği duyurulan esere dair beklentiler oldukça yüksekti. Eserin sosyal medyada ve dijital platformlarda yayınlanmasıyla birlikte içine siyasi figürlerin, farklı çevrelerden ünlülerin de dahil olduğu kimin neyi niye savunduğu ve niye karşı çıktığının belli olmadığı bir karmaşa ortaya çıktı. O kadar ki besteci ve piyanist Fazıl Say bazı eleştirilerin düşmanlık boyutuna vardığını ve bunların aralarında "Aktroll" ve "İnce troll" olarak adlandırdığı grupların da olduğunu açık açık söyledi. 

Baştan belirtmek gerekir ki Fazıl Say bu ülkenin yetiştirdiği en büyük müzik insanlarından biridir ve amacımız kesinlikle ne onun ne de performansa çeşitli biçim ve oranlarda katılmış -başta korodaki lise öğrencileri olmak üzere- bir kimseye haksızlık yapmaktır. Hatta, "100. Yıl Marşı" olarak üretilen bir eserin niteliğine dair bir ya da birkaç kişiye yöneltilecek sert eleştirinin, eserin o kişi ve kişilerin sorumluluğunu aşması itibariyle bir mantıki sınırı vardır. Bu kişi o eserin bestecisi olsa bile…Nasıl mı? Yürütülen tartışmalardan yola çıkarak cevaplamaya çalışalım.

Eleştirilerin merkez üssü olarak beliren marşın sözlerinden başlarsak neden bir bütünsel performans ürünü olarak bahsetmemiz gerektiği daha net anlaşılıyor. "Ver Elini" şiiri Ayten Mutlu’ya ait ve Fazıl Say’la olan alakası ise bambaşka şekilleniyor. Say, marştan önce şiiri sosyal medya hesabında paylaşırken birkaç ay önce 100. Yıl Marşı için bu metni seçmeyi düşündüğünü ve Ayten Mutlu’nun 100. Yıl ile ilgili "eklemeleri" geçen ay yaptığını belirtti. Dolayısıyla marşın sözleri için de iç içe geçmiş bir üretimden bahsetmek gerekir. 

Bir gün marş olacağından habersiz olarak yazılmış şiirin doğal olarak Cumhuriyet'le ve tarihsel olarak onunla ilintili değerler olan eşitlik ve özgürlük gibi kavramlarla olan ilişkisi de çok zayıf. Muhtemelen marş için kullanacağı belli olunca Ayten Hanım tarafından eklenen "Atam’ın mavi gözleri" ve "nice nice yüzyıllara" gibi göndermeler ise bir coşku yaratamıyor. En fazla marşın sözlerini "kel alaka" olmaktan kurtarıyor.

Pastoral ve mikro düzeyde de olsa umut vaat eden şiir tipikleşmekte olan "Fazıl Say melodik fikirlerine" örülüyor. Bu tipikleşmeden ne kast edildiğini daha iyi anlamak için Nazım Oratoryosu’ndan "Yatar Bursa Kalesinde" bölümü, "İlk Şarkılar" albümünden "Sardunyaya Ağıt" ve yazının da konusu olan "100. Yıl Marşı'nın" giriş kısımları dinlenebilir. 

Tanıdık melodik hareketlerin ardından "Şimşek!" nidalarına eşlik eden ani bir modülasyonla kendimizi başka bir yere "fırlatılmış" buluyoruz. Bu fırlatılmışlık, marşların eğitim müziği dağarında da kullanıldığı hesaba katılırsa öğrenciye uygunluk için sakıncalar barındırıyor. Teknik boyuta dair tespit olarak kulağa batan bazı prozodi hatalarını da ekleyip incelemenin sınırını çizmek gerekiyor.

En başta belirttiğimiz argümanı ele alırsak toplumda sanatçının konumunu ilişkisel olarak inceleyen çok çeşitli kuramları uzun uzun tartışmak konumuz değil. Ancak karşı karşıya gelen iki anlayışın belirleyicilik bakımından atlanmaması gerekir. Birincisi bireysel bir otantiklik peşinde koşan liberal özgürlükçü bir sanatçı, diğeri ise halkla birlikte devinen sanatını da bu doğrultuda işleyen bir toplumcu aydın/sanatçı. İktidarların kültür enstrümanları on yıllardır "halkın asla aklının eremeyeceği" büyük işler yapan ve o yüzden de toplumsal meseleleri ancak dikkat dağıtıcı olaylar olarak gören sanatçıyı idealize ederken, yüreği halkıyla birlikte ve halkı için atan sanatçıyı ise önemsiz meselelerde heba olan, "kendini gerçekleştirmeyi" atlayan acınası bir figür haline getirdi. Halbuki bireyin potansiyelini en iyi yansıtabileceği koşullar ancak toplumsal koşulların da uygun hale gelmesiyle şekilleniyor.  

Somutlayarak bitirmek gerekirse, ortada ilkeleri ve kurumlarıyla birlikte dağıtılmış bir Cumhuriyet varken 100. Yıl Marşı yazılabiliyor mu? Marşın aktaramadığı söylenen heyecan, bir tek besteci ve icracıların performansıyla mı sönümleniyor? Mustafa Kemal’le ilgili geçen tek cümlenin mavi gözleriyle alakalı olması ise tesadüf olabilir mi? Yıllardır fikirleri, ilkeleri ve devrimciliği kenara koyulmuş salt yakışıklı, mavi gözlü ve karizmatik bir lider olarak 10 Kasım reklamlarında idealize edilen figürü belirleyici olmuş olabilir mi? Ya da "bir çift mavi gözün ışığında" kazanılan seçimler? 

Düzenin insan aklına ve ruhuna kısırlaştırma yönündeki müdahalesi en iyilerimizi bile atlamıyor. Eninde sonunda ne yaşıyorsanız, çaldığınızdan da o duyuluyor. 

                                                                       /././

Fazıl Say'dan 100. Yıl Marşı'na gelen eleştirilere tepki: 'Özür dileyeceksiniz' (soL)

Cumhuriyet'in 100. Yılı için bestelediği marşa dair eleştirilere tepki gösteren Piyanist Fazıl Say, 'Ben de, çok değerli Ayten Mutlu da lince uğradık. Vardığınız nokta bu' dedi.

23 Nisan tarihinde Cumhuriyetin 100. Yılı için bestelediği 100. Yıl Marşı’nı yayımlayan Piyanist Fazıl Say, bestelediği marşı gelen eleştirelere tepki gösterdi.

Sözleri şair Ayten Mutlu'ya ait olan marşa gelen eleştiriler için "Hala 'sözler kötü' diye kanatıyorsunuz tüm vücudumu. Ayten Mutlu'dan özür dileyeceksiniz. O günü göreceğim" ifadelerini kullandı.

Say'ın "Ben de, çok değerli Ayten Mutlu da lince uğradık. Vardığınız nokta bu" ifadelerini kullandığı açıklaması şöyle:

'Atatürk, bir kadın şaire bunu yapanların suratına tükürürdü!'

"Daha fazla kanatmayın! Şuursuzluk! Ne kadar üzücü, bir kadın şair, tarihte şiire yönelik en büyük linci yedi, trol linci, ve devam ediyor. Atatürk, bir kadın şaire bunu yapanların suratına tükürürdü! Alıştığınız marşların dışında bir konsept oldu diye mi?

Bak dostum;

Bu 100 yılın 53'ünü bizzat yaşamış bir insanım. Anlatayım; Daha bir yaşımdaydım, babam düşünce suçundan hapse girdi.12 Mart. Sonra? İlkokuldayken her gün DEV/SOL - ülkücü savaşını yaşadık, Sonra 12 Eylül, bütün aydınlar yine hapse! Kürt sorunu, kötü siyasetler, büyüyen Kürt Sorunu; daha da kötü siyasetler, PKK, terör...

Sonra 90'Iar, Madımak katliamı, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri ve daha nicesi! PKK terörünün çok farklı bir boyuta vardığı yıllardır. Hatırlayın, sonra? 2000'Ier; Siyasi İslam'ın yükselişi, iktidar oluşu; Fethullah Gülen, sonra, Gezi, sonra 17 Aralık sonra 15 Temmuz, sonra tek adam rejimine geçiş, sonra pandemi, sonra ekonomik kriz, sonra deprem... Aciziyet...

Yıllar fırtına gibi aktı! Kızılay'ın çadır satmasını konuşuyorduk ben 100. Yıl marşımı bestelerken! Hangi vatan-millet-sakarya'yı bestelememi bekliyordunuz ey ahali? Hangi? Şuursuzca birbirini suçlamak dışında ne yapıyorsunuz? Türk kelimesi geçmiyormuş marşımda?

Türkiye, Cumhuriyet kelimeleri geçmiyormuş? Milli marşımızda da geçmiyor? Söyle, anla... Sanki bütün ülke bütün dünya bilmiyor bestecinin Türk olduğunu? Şairin Türk olduğunu? Marşın Türkçe olduğunu! Bu nasıl bir zeka çöküşüdür? Orda birisi (SANKİ O BİR TANZANYALI!) Türk olduğunu unutmuş, marşla mı hatırlayacak Türk olduğunu?!!!! Söyleyin?

'Aptal yerine konulma' alışkanlığı bu mertebeye mi vardı?'

'Aptal yerine konulma' alışkanlığı bu mertebeye mi vardı? Hala 'sözler kötü' diye kanatıyorsunuz tüm vücudumu. Ayten Mutlu'dan özür dileyeceksiniz. O günü göreceğim! Benim bu marş için seçtiğim şiir doğrudur. Evet; gerçek bir 'yeni marş' için dizayn ettiğim oynamalarım vardır şiirde, çok değerli Ayten Mutlu'nun o şiiri yazdıktan 38 yıl sonra gerekli eklemeleri olmuştur... Yeterlidir!

Sevgili Ayten Mutlu'nun "Ver elini” şiiri taradığım binlerce içinde en doğru olanıydı. Her şeyden önce; Bu marşın şairi 'kadın şair' olmalıydı,100 yıl eşitsizlikten sonra 2. Yüzyılımızda eşitlik aramaya 'Ver elini' diyebilmek için! Bıkmadınız mı hamasetten?

'Sahte milliyetçiliğinizden bıkmadınız mı?'

Hiç bir yere varamayan tüm gençliğin önünü tıkayan sahte milliyetçiliğinizden bıkmadınız mı? Bu şiir; En iyisiydi bir 100. Yıl Marşı için; çünkü vardığımız noktada hem 85 milyon insanımıza hem tüm dünyaya 'Ver elini' demek zorundayız. Tekrar ediyorum; Biz buna zorundayız kardeşim. 230 müzisyenin tek tek ne çaldığını orkestrasyonu günde 18 saate varan bir çalışmayla yetiştirdim 23 Nisan gününe. 'Prozodi hatası varmış Marşta' diye sallamış orada eski tiyatrocu bir kasaba alkoliği. Hayır! Yok! 1 tane bile yok! 1 tane vardı, onu da provalarda düzelttim.

'Ben de, çok değerli Ayten Mutlu da lince uğradık'

Şimdi; Bir çok 100. Yıl projesi olacaktır bu yıl. Çok da değerli eserler olacaktır. Dinlersiniz. Benimkini de bir gün beraber söyleriz. Ya da söylemeyiz. Ülkede 20 yıldır okullarda müzik eğitimi en son konu olduğundan, en basit bir marş bile gözlerinde zor olmuş korkmuşlar, hayır zor filan değil. 30-40 dakikada herkes öğrenir. İsterse...

Ben daha fazlasını teklif bile etmedim. Söylensin demedim. Dinlensin demedim. Sadece benim projem bir armağandır Türk halkına diye geldim. İsteyen söyler isteyen söylemez! Ben de, çok değerli Ayten Mutlu da lince uğradık. Vardığınız nokta bu! Bravo!!!"






14 Mayıs sonrası iktisat politikaları: Tespitler, uyarılar - Korkut Boratav / soL

 

'Altılı Masa sözcüleri rehavet içindedir. Geleneksel ilkelere geçişi doğrulayan ilk adımlar atıldıktan hemen sonra yabancı sermaye girişleri canlanacak; adeta 'cennetin kapıları' açılacaktır.'

Millet, Sosyalist Güç Birliği ve Emek ve Özgürlük İttifakları 14 Mayıs’ta Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığını destekliyor. Saray iktidarının tam yenilgisi için Cumhur İttifakı’nın Meclis’te azınlığa düşmesi de gerekiyor.

Bu öngörüler gerçekleşirse ekonomi politikalarını Kılıçdaroğlu yönetimi belirleyecek; gerekli yasal düzenlemeler için HDP ve TİP milletvekillerinin desteği de gerekli olacaktır.

14 Mayıs sonrasında bu siyasal ortam gerçekleşirse izlenecek ekonomi politikalarının kısa dönemde çöküntüye uğramaması Sol siyaset için de önemlidir.

Altılı Masa sözcülerinde aşırı iyimserlik

Altılı Masa’nın Mutabakat Metni’ne göre Millet İttifakı’nın izlemeyi önerdiği ekonomi politikalarını hatırlatalım: TCMB’nin özerkliği güvenceye alınacaktır. Sermaye hareketlerinin serbestliği esastır. Döviz kurunun hedeflenmesi önlenmeli; dalgalı kur ilkesi korunmalıdır. Bu ilkelerle çatışan makro-ihtiyatî tedbirlere ve KKM uygulamasına son verilecektir. Kalıcı bir malî disiplin için kamu açıklarını nicel bir ölçütle sınırlayan Malî Kural yasalaşacaktır.

Bu ilkeler neoliberal makro-ekonomik politika reçetesine kısa dönemde dönüşü öneriyor. Deprem sonrasında bu programda ciddi bir revizyon gereksinimi Masa’nın iktisat sözcülerince de algılanmış olmalıdır. Gündemde bu doğrultuda bir çalışmanın olmadığı anlaşılıyor.

Millet İttifakı’nın önde gelen iktisat sözcülerinin seçim sonrasına ilişkin son açıklamalarına göz atalım.

Faik Öztrak’la başlayalım: “Hukukun üstünlüğü, kuralların ikide bir değişmeyeceği parlamenter sisteme geçiş, demokrasinin güçlendirilmesi ve ekonomiye dönük öngörülebilirliği artıracak düzenlemelerle yabancı sermayeye uygun ortam yaratılacak. Doğruları yapmanız halinde sadece borç değil, ağırlıklı olarak doğrudan yatırım ve fonlar olarak 300 milyar dolarlık kaynak olduğu konusunda tespitlerimiz var. Konvansiyonel politikalara kırıp dökmeden geçmeye çalışacağız. Güven uyandıracak bir MB yönetiminin bunu sağlayabileceğini düşünüyorum” (Ekonomim, 24 Nisan).

İyi Parti’den Bilge Yılmaz bu konudaki görüşlerini aktarıyor: “Kredilibitesi yüksek ekonomik program, bağımsız Merkez Bankası ve şeffaf maliye politikası ile Türkiye Avrupa’nın yatırım mıknatısı olur ve 300 milyar dolar hedefine de rahatlıkla ulaşır.” Ali Babacan da kervana katılacak; 2002 sonrasındaki bakanlık dönemini örnek göstererek “bunlar gerçekçi rakamlar, daha iyisi de olabilir” dediği aktarılacaktır (Cumhuriyet, 26 Nisan).

Bu demeçlerdeki 300 milyar dolar, Kılıçdaroğlu’nun Avrupa’da fon yönetici şirketlerle teması sonrasında sözünü ettiği yabancı sermaye toplamıdır.

Blackrock uyarıyor: Hayale kapılmayın

Altılı Masa sözcüleri rehavet içindedir. Seçim zaferi sonrasında Mutabakat Metni’nden aktardığım politikaları yeterli görüyorlar. Geleneksel ilkelere geçişi doğrulayan ilk adımlar atıldıktan hemen sonra yabancı sermaye girişleri canlanacak; adeta “cennetin kapıları” açılacaktır.

Bu iyimser ortamda Ekonomim gazetesi basiret göstermiş; “cennetin kapıları”nı tutan bekçilerden biri olan Blackrock yatırım şirketinin sözcüsü ile bir mülakat yapmış. Mülakatı aktarmadan önce Blackrock’u kısaca tanıyalım:

ABD kökenli ve çokuluslu Blackrock, dünyanın en büyük varlık yöneticisi şirketidir. 2022 sonu itibariyle yönettiği finansal varlıkların toplamı 8,6 trilyon dolardır; dünyanın “en büyük gölge bankası” diye de bilinir. Bu özellikleriyle seçim zaferi sonrasında Altılı Masa iktisatçılarının beklediği türden fon ve yatırım akımlarının komuta merkezinde yer almaktadır.

Ekonomim Blackrock’a iki soru sormuş. Yanıtlarıyla birlikte aktarıyorum.

Soru 1: Seçimlerden sonra Türkiye'nin para politikası ve ekonomi yönetiminde geleneksel politikalara geri döneceğini düşünüyor musunuz?

Blackrock: “Türkiye ekonomisi şu anda, düşük faiz politikasıyla birlikte yüksek enflasyon nedeniyle zor durumda. TL, değeri düşmekte olan ama hâlâ aşırı değerli olan bir para birimi. Seçimi muhalefetin kazanması durumunda, ekonomi politikalarına yaklaşımda bir değişiklik mümkün olabilir, ancak 2024'teki yerel seçimler nedeniyle büyük ve geniş kapsamlı değişiklikler beklemiyoruz.”

Blackrock sözcüsünün bu yanıtı, aslında bir uyarıdır: Yeni iktidarın yerleşmesi için bir yıl sonraki yerel seçimler de kazanılmalıdır. Bugünkü dengesizlik sürdürülemez. Ama, muhalefetin tasarladığı geleneksel politikalar can yakıcıdır; derhal uygulanması halinde yerel seçimleri yitirme olasılığı güçlenir. Bu nedenle acele etmemek gerekir.

Millet İttifakı’nın iktisat sözcüleri ise aşırı iyimserdir; “derhal” diyorlar; üretim, istihdam, hatta enflasyon üzerindeki kısa vadeli olumsuz etkilerini önemsemiyorlar. Siyasal riske Blackrock’un “hariçten” dikkat çekmesi ilginçtir.

Soru 2: Muhalefet kazanırsa Türkiye'ye döviz girişinde artış bekliyor musunuz?

Blackrock: “Türkiye'nin hisse senedi ve sabit getirili endekslerdeki ağırlığı son on yılda azaldı ve genel uluslararası yatırım akışı düşük. Uluslararası yatırımcı cephesinde pozisyonlama zayıf ve bunun kısa vadede değişeceğine dair pek fazla işaret görmüyoruz.”

Blackrock sözcüsü yakından bildiği bir olguyu açıklıyor: Şirketinin yönettiği menkul kıymet piyasalarında Türkiye son yıllarda rağbette değildir; ülkemize dönük fon akımlarının yakın gelecekte de canlanması beklenmemelidir. Neoliberal politikalara geçiş, bu doğrultuda büyük boyutlu bir mıknatıs etkisi yaratamaz.

İstikrar politikalarına geçiş ertelenmelidir

Sosyalistler, Saray iktidarının son bulmasının ilk adımı olduğu için Kılıçdaroğlu’nu destekliyorlar. İslamcı faşizmin kalıcı olarak yenilgisi için, Blackrock sözcüsünün “2014 yerel seçimlerini de kaybetmelidir” tespiti gerçekçidir.

Millet İttifakı iktidarının istikrar politikalarına geçişte temkinli olması, bu nedenle Türkiye Solu için de önemlidir.

Hayri Kozanoğlu, sol perspektifle (Birgün, 25 Nisan) para, maliye ve döviz kuru politikalarında optimal dengeyi tutturmanın güçlüklerine işaret etti. Fatih Özatay da (Ekonomim, 21 Mart) para politikalarında neoliberal ilkelerinden ödün verdi ve muhalefeti döviz piyasaları risklerine karşı uyardı.

Ben de döviz kuru ve enflasyonla mücadele politikalarında Millet İttifakı iktisatçılarını uyararak kervana katılmak istiyorum.

Saray iktidarı “İmkânsız Üçlü” reçetesini tümüyle çiğneyerek ekonomi politikalarında anarşi yaratmıştı. Önce sermaye hareketleri serbestliğini koruyarak faiz oranları ve döviz kurunu birlikte denetlemeye çalıştı; elbette tutturamadı. Sonra sermaye hareketlerini de denetlemeye kalkıştı; bugünkü “kusursuz kargaşa” patlak verdi.

Olası bir Millet İttifakı için en güvenli seçenek reel döviz kuru hedeflemesi olabilir. AKP’nin getirdiği KKM düzenlemesi araçlardan biri olarak korunmalıdır. Faizler bankalar- arası rekabete bırakılmalı; yükselmesi göze alınmalıdır. Depremin yarattığı zorunluluk ve emekçi sınıflarda yaygın yoksullaşma ise “gevşek” maliye politikalarını gerektiriyor.

'Kârların sürüklediği enflasyon' ile mücadele…

Neoliberal reçeteye acil geçiş, baskı altında tutulan döviz fiyatlarını sıçratarak enflasyonu da tetikleyebilecektir. Enflasyona karşı sıkı para ve maliye politikaları ise işsizliği kamçılar ve bugünkü toplumsal bunalımı ağırlaştırır. Yerel seçimlerin arifesinde AKP’ye bir “armağan” da olur.

Son dönemde fiyat hareketlerini besleyen kâr katsayıları (“mark-up rates”) üzerindeki bulgular, kârların sürüklediği enflasyon tespitlerini zenginleştirdi. UBS’in baş iktisatçısı Paul Donovan’ın “What is Profit-led Inflation?” başlıklı çalışmasını örnek gösterebilirim (16 Mart 2023).

Türkiye’de asgari ücret ve tarım ürünlerindeki artışların kârlılığı artırma fırsatı olarak kullanılması söz konusudur. Gıda fiyatlarındaki artışların, tarımsal ürün fiyatlarını fazlasıyla aştığını hesaplamıştım. Millet İttifakı iktisatçılarını yaratıcı olmaya davet edelim. Rekabet Kurulu’nun oligopolcü sanayi ve ticaret sermayesini denetleme yöntemleri geliştirilebilir.

Daha ötesi Saray’ın kalıcı yenilgisi sonrasındadır. Son yıllarda pervasızca ihya olan sermaye çevrelerine dönük etkili, yüksek oranlı bir servet vergisi ile başlayan, sermaye hareketlerinin kapsamlı denetimini içeren, uzun dönemli devrimci, sınıfsal bir programın inşası sosyalistlere aittir.

Korkut Boratav / soL

Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...