6 Şubat deprem yargılamaları başlamadan önce - AV. EREN SELANİK / soL-Görüş

 Avukat Eren Selanik, 6 Şubat tarihinde yaşanan depremlerin ardından başlayacak hukuki süreci, öncesinde yaşanmış İzmir depremiyle yorumlayarak mücadelenin önemine dikkat çekiyor.

6 Şubat depremi sonrasında yıkımlardan sorumlu olduğu gerekçesiyle çok sayıda kişi tutuklandı. Yakında başlayacak yargılamalar öncesinde siyasi iktidar bu tutuklamalarla kamuoyuna bir mesaj verme derdinde: Sorumlular cezalandırılacak. Oysa gerçek olan şey bu iddianın aksi yönünde.

Suç kapsamının ne olduğu, cezai sorumluluğun nerede başladığı sorularının yanıtı önemli. Soruşturmaların yalnızca müteahhit ve fenni/teknik sorumlularla sınırlanmasının tartışılması gerekli. Depremi göz önünde bulundurmadan imar düzenlemesi yapan yasama ve kimi özel düzenlemeleri yapan idarenin cezai sorumluluğu, depreme geç müdahale eden veya müdahale için ihtiyaç duyulan mekanizmaları tasfiye eden siyasi iktidarın sorumluluğu… Hızlı ve etkili müdahale etmeyen, çadır satan, stok yapan yöneticiler ve dahası.

Tüm bu önemli soruları bir an için bir kenara bırakıyorum, bu sorulara yalnızca hukuki yanıtlar verilemeyeceğini hatırlatarak. Bu yazı sadece şuna odaklanmakta: Kamuoyunun tepkisini kontrol etmek maksadı taşıdığı anlaşılan tutuklamaların, bu tutuklamaların akabinde başlayacak olan yargılamaların sonucunda sanıkları bekleyen cezalar nedir? Salt bu yargılamaları veri alsak bile netice adil olacak mıdır?

Terminoloji tartışması değil: Bilinçli taksir ve olası kast

Bilinçli taksir ve olası kast. Deprem yargılamalarında bu iki kavram üzerinden bir hukuki tartışma yürüyecek. Yargılananlar sorumluluklarının olsa olsa bilinçli taksir kapsamına gireceğini iddia ederken depremzedeler sorumluların en az olası kast kapsamında cezalandırılmasını talep edecek.

Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesinde yer alan tanıma göre kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksirden söz edilecektir. Olası kast ise 21. maddede “Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır.” şeklinde tanımlanmıştır.

İlk bakışta birbiriyle arasında çok küçük bir fark olduğu zannedilse de bu iki kavramın hukuki rejimi ile bağlandığı sonuçlar arasında devasa bir fark bulunmakta.

Ölüme sebebiyet verenlerin sorumluluğunun bilinçli taksir kapsamında kaldığının kabulü halinde fail 2 yıl 8 ay ile 27 yıl 6 ay arasında yalnızca tek bir ceza alacak. Failin kusurlu eylemi sonucunda kaç kişi hayatını kaybetmiş veya yaralanmış olursa olsun alacağı ceza bu sınırın üzerinde olmayacak. Faillerin olası kast ile insan öldürme suçundan cezalandırılması durumunda ise hayatını kaybeden her bir kişi için ayrı ayrı müebbet hapis cezası ile 20 yıldan 25 yıla kadar hapis cezasına hükmedilebilecek.

"Bilinçli taksirin kabulü demek cezalandırılmak üzere yargılananların, başta müteahhitlerin, iyi niyetli olmasıdır, talihsizliğidir. “Ortak acımız”, “Şimdi siyaset zamanı değil”, “Dualarımızı esirgemeyelim” demektir."

Yalnızca bir terminoloji tartışması değil. Bilinçli taksirin kabulü demek cezalandırılmak üzere yargılananların, başta müteahhitlerin, "iyi niyetli olması" ve "talihsizliğidir". "Ortak acımız, şimdi siyaset zamanı değil, dualarımızı esirgemeyelim" demektir. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen onbinlerce yurttaşa sela dinletmektir. Sanıklara daha az cezalar verilmesi, birkaç yılı aşmayan tutukluluklar ve yakında gelecek tahliyeler demektir.

Olası kast ise cinayettir, katliamdır. İnsanların göz göre göre ölüme gönderilmesidir. Daha fazla kar için gerekli önlemlerin alınmaması, yoksul insanların rant uğruna sağlıksız konutlarda yaşamaya zorlanmasıdır.

İzmir depremi yargılamaları, 6 Şubat depremi yargılamalarında bizi neyin beklediğine dair ciddi bir fikir veriyor.

İzmir Depremi Yargılamaları: Ödül Gibi Cezalar

İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesi‘nde görülen davada 11 kişinin hayatını kaybettiği Yağcıoğlu Apartmanı müteahhiti ve fenni müdür hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmak suçundan 12 yıl 6’şar ay hapis cezası; İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 15 kişinin yaşamını yitirdiği Doğanlar Apartmanı müteahhiti hakkında 18 yıl hapis cezası, statik-betonarme proje müellifi hakkında 12 yıl, sürveyan hakkında ise 4 yıl 5 ay 10 gün hapis cezası; İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 11 kişinin hayatını kaybettiği Yılmaz Erbek Apartmanı müteahhiti hakkında 15 yıl, diğer bir dizi sorumlu için 7 yıl 6 aydan başlayan hapis cezası verildi.

"Gölcük Depremi’nde yaklaşık 200 yurttaşın ölümüne sebebiyet vermekten mahkum edilen Veli Göçer’e 18 yıl 9 ay hapis cezası verilmiş, Göçer infaz düzenlemesi ile 7 buçuk yıl cezaevinde kalıp tahliye olmuştu"

36 kişinin yaşamını yitirdiği Rıza Bey Apartmanı yargılaması ile 30 kişinin yaşamını yitirdiği Emrah Apartmanı yargılamasında da aynı şekilde bilinçli taksirle insan öldürme suçlamasıyla açılan davalar sürmekte. Bu davalarda çıkacak sonucun da biten yargılamalardakine benzer olması muhtemel.

Çarpıcı bir örnek olduğu için hatırlamakta fayda var. 1999 Gölcük Depremi’nde yaklaşık 200 yurttaşın ölümüne sebebiyet vermekten mahkum edilen Veli Göçer’e 18 yıl 9 ay hapis cezası verilmiş, Göçer infaz düzenlemesi ile 7 buçuk yıl cezaevinde kalıp tahliye olmuştu.

Hali hazırda 6 Şubat depremine ilişkin yürütülen soruşturmaların tamamı, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi “bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme” suçundan yürütülmektedir. AKP iktidarının kamuoyuna servis ettiğinin aksine depremlerde ölüme ve yıkıma sebep olduğu için yargılanacak failleri, İzmir depremi yargılamalarındakine benzer cezalar ve yakın tarihli tahliyeler beklemektedir.

Soma Katliamı Davası Örneği

Bu denklemi aşmak mümkündür. Bunu net olarak söyleyebilmekteyiz. Başka bir dizi faktörün ve sayısız mücadelenin yanısıra bir örnek, yıllara yayılan ve büyük bir toplumsal ve hukuksal mücadelenin neticesi olarak görülmesi gereken bir örnek, yargılamaların seyrinin farklı olabileceğini göstermektedir: Soma katliamı davası.

Bilinçli taksir ile olası kast tartışmasının süregeldiği Soma katliamı davasında türlü skandala, iktidar müdahalesine, manipülasyon ile baskıya sahne olan yargılamanın bir aşamasında sorumlular hakkında olası kast ile insan öldürme suçundan ceza verilmiştir.

Hukuk siyasal ve toplumsal mücadelelerin belli bir soyutlama düzeyinde yansımasıdır. Ancak bazı özel örneklerde bu soyutluk esneyebilir, bu siyasal ve toplumsal mücadeleler yargılama üzerinde daha doğrudan bir etki gösterebilir; doğal olarak. Soma katliamı davasında ilk karardan kısa süre önce hakimin değiştirilmesi, yeni gelen hakimin sanıklar hakkında bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan –sembolik sayılacak- cezalar vermesi, tutuklu tek bir sanığın kalmamasının akabinde uzun yıllara varan hukuki ve toplumsal mücadele sonuç vermiştir. Yargıtay 12. Ceza Dairesi sanıklar hakkında verilen bilinçli taksirle ölüme sebebiyet verme cezasını bozmuş, bu ödül gibi kararın yerine olası kast ile insan öldürme suçundan patron hakkında 301 kez olası kastla öldürme 162 kez olası kastla yaralama suçundan ceza vermiştir. Akabinde siyasi iktidar yargılamaya bir kez daha doğrudan müdahalede bulunmuş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu karara itiraz etmiş, tam bu anda kararı veren 12. Ceza Dairesi’nin 3 hakiminin yeri değiştirilmiş, yeni gelen hakimler tekrar bilinçli taksir yönünde karar vermiş ve bunun sonucu olarak sanıkların hepsine tekrar ödül gibi cezalar dağıtılmıştır.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi olası kast yönünde verdiği ve daha sonra bozulan kararında; sanıkların karar alma süreci içerisinde bulunmaları ve şirketteki pozisyonları gereği yüksek riskleri bilmelerine rağmen, ‘olursa olsun’ mantığı ile hareket ederek bu risklerin önüne geçmek için herhangi bir girişimde bulunmayarak, gerçekleşen bu neticeden olası kastlarıyla sorumlu tutulmaları gerektiğini belirlemiştir.

"Böyle bir kavganın verilmesi sadece tek tek yürüyecek davalar özelinde “adaletin” sağlanabilmesi için değil bir kez daha enkaz atında kalmamak için önemli olacak"

6 Şubat depremi sonrasında başlayacak yargılamalar söz konusu olduğunda; sayısız iş cinayeti, deprem vs. davalarında yürütülen mücadele ile özel olarak Soma katliamı davasında verilen mücadele vesilesiyle aralanan kapının önemi büyüktür. Çok sayıda hukuk örgütünün müdahalesinin yanında Türkiye Barolar Birliği de yargılamaların “kast” unsuru ile yürütülmesi yönünde depremi yaşayan 11 il başsavcılıklarına başvuruda bulunmuş durumda. Bu başvuruya göre binaları inşa eden müteahhitler, yapıların mimari, statik ve her türlü plan, proje, resim ve hesaplarının hazırlanmasını ve bunların uygulanmasıyla ilgili fenni mesulleri, uzmanlık konularına ve ilgili kanunlarına göre sorumlulukları bulunan her türlü teknik görevliler ile inşaat aşamasından itibaren görev yapan her türlü yapı denetim görevlileri ve ilgili kişiler; binalara yapı kullanma izin belgesi veren, oturma izni veren görevli ve yetkililer; onlara bu yönde emir ve talimat veren yetkililer; denetim görevini yerine getirmeyen ilgili belediye, bakanlık yetkilileri ile depremin gerçekleşmesinin ardından arama ve kurtarma çalışmalarının geç, eksik ya da hatalı başlaması neticesinde kayıpların artmasına sebep olan sorumlular hakkında yürütülecek ceza soruşturması sonucunda Türk Ceza Kanunu'nun kasten öldürme başlıklı 81. maddesi ve kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi başlıklı 83. maddesi uyarınca kovuşturma başlatılması ve ceza verilmesi talep edilmiştir.

Yakında başlayacak olan 6 Şubat depremlerine ilişkin ceza yargılamalarında bir öncekilerde olduğu gibi davaların kısa elden bitmesi amaçlanacak, yıkımın sorumlularına dair kapsamlı bir hukuki tartışmanın önüne geçilmeye çalışılacak. Diğer taraftan ise bu tartışmaların yapılması, bu yönde bir kavganın verilmesi sadece tek tek yürüyecek davalar özelinde “adaletin” sağlanabilmesi için değil bir kez daha enkaz atında kalmamak için önemli olacak.

AV. EREN SELANİK / soL-Görüş

DGM Çetesi'nden biri daha eksildi: Kenan Evren savcılarının hazin hikayesi - ORHAN GÖKDEMİR / soL-Özel

 Nuh Mete Yüksel DGM’nin, açılımı Devlet Güvenlik Mahkemesi’dir, tetikçi savcılarından biriydi. Devlet düşman olduğunu sandığı hemen herkese acımasızca saldırdı.

“Fethullah Gülen hakkında ilk kez terör suçlamasıyla iddianame hazırlayan eski Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, 76 yaşında hayatını kaybetti.” Ölümü böyle haber verildi. Bu cümleyi okuyan ölmüş savcıyı bir aydınlanma savaşçısı sanabilir. Oysa bunun gerçekle uzaktan yakından ilgisi yok. 

Nuh Mete Yüksel DGM’nin, açılımı Devlet Güvenlik Mahkemesi’dir, tetikçi savcılarından biriydi. Devlet düşman olduğunu sandığı hemen herkese acımasızca saldırdı. Çoğunlukla hukuku, yasayı çiğneyerek yaptı bunu. Gözaltına alıp tutuklattıkların yolu mutlaka Ankara Emniyeti’nin bodrum katındaki DAL’dan, Derin Araştırma Laboratuvarı, geçti. İşkence, standart bir sorgulama yöntemiydi buralarda.  

Başlarında Nusret Demiral vardı. O da bir yıl önce öldü gitti. Tabir yerindeyse kendisi gitti testisi kaldı yadigâr. O testinin içi hukuksuzluklarla dolu. Onların hukuksuzluğu bugünkü hukuksuzluğun temelleridir. 

DGM Çetesi: Nusret, Nuh, Ülkü

Nusret Demiral öldüğünde “hikayemizi” şöyle anlatmıştım soL’da; 1987’de karar verdik Toplumsal Kurtuluş’u çıkarmaya. İlk sayısından itibaren her sayısı kovuşturma ve dava yağmuruyla karşılanmaya başladı. Devlet Kürt ve Kürt halkı terimlerinin kullanılmasını istemiyordu. Yalçın Küçük ise dergide sürekli bu devlet tabusunun üzerine gidiyordu, bu tabuyu kırmaya kararlıydı. Dergiye gelen bütün soruşturmalar iki kişinin, DGM Başsavcısı Nusret Demiral ve yardımcısı Yüzbaşı Ülkü Çoşkun’un adını taşıyordu. Bu iki kudretli savcıyla tanışmaya başlamıştık.

Askere gittim, üç hafta sonra polisler kışlanın kapısına dayandı, almaya gelmişlerdi. Evraklarda yine aynı DGM savcılarının ismi vardı. Üç günü çeşitli karakollarda, 12 günü Ankara Emniyeti’nin ünlü merkezi DAL’da olmak üzere 15 gün gözaltında kaldım. Sonunda araçlara bindirip DGM’ye götürdüler. Sırayla sorguya alınıyoruz. 15 gün su yüzü görmemişiz, saç sakal birbirine karışmış, ışık görünce gözlerimizi kapatıyoruz 15 günlük karanlıktan sonra. Sıra bana geldi, alıp bir odaya götürdüler. Masada meşhur savcı Ülkü Çoşkun, nefretle bakıyor bana. Ama yanında bir de beş altı yaşında bir çocuk var, galiba hafif özürlü de. Sorguyu çocuğun şahitliğinde yapıyor. Arada çocuğa kayıyor gözlerim, bu kayıtsızlık karşısında dehşete kapılıyorum.

O sorgulardan sonra bir kısmımız tutuklandık, Yalçın Hocayla birlikte bir süre de hapis yattık. Ama sonra savcılarımızın işlerini pek de ciddiye almadıkları, hatta Aziz Nesin’in yazısını Yalçın Küçük’e ait sanıp bir de ona dava açtıkları ortaya çıktı. Duruşmalar gülüşmeler arasında yapıldı, Nusret Demiral baktı olmayacak yardımcısını bizim davadan aldı. Yerine Nuh Mete Yüksel’i atadı. Yeni gelen de tahliyemizi talep etti, öyle çıktık. Sadece benim için istedikleri ceza 245 yıl civarındaydı…

Sonra yeni gelenin de eskisini aratmayacağı anlaşıldı. Ankara’dan kuş uçmuyor, okur yazarların DAL’a çekilmesi üç beş günü geçmiyordu. Onlar sayesinde Ankara’da özel bir hukuk standardı oluşmuştu. Hatta arada polislerini İstanbul’a gönderiyor orada da operasyonlar yaptırıyorlardı. 

İşte 1990 yılların bu yazar-çizer avcısı dirayetli savcılarından biri daha öldü. Uğruna savaştıkları, kutsal belledikleri devlet onların da aleyhine döndü arada. Kasetlerini falan yayınladılar ve sonra kaldırıp bir kenara attılar.

DGM’deki MHP çizgisi

Nusret Demiral İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuydu. Torul, Alapaşa, Bafra, Samsun Savcılıklarında çalıştı. Adalet Bakanlığı Ceza işleri Genel Müdürlüğü bünyesinde Tetkik Hakimliği ve Ankara Cumhuriyet Başcavcı yardımcılığı yaptı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi iken Necip Fazıl Kısakürek’i ziyarete gitmiş ve ondan etkilenmişti. THKO lideri Deniz Gezmiş, 12 Mart 1971 muhtırasından altı gün sonra Sivas’ta yakalanıp Ankara’ya getirildiğinde sorgulanmak üzere onun önüne getirilmişti. 1984-1995 yılları arasında Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı görevini yürüttü. Bu görev bir bakıma rejim bekçiliği göreviydi. Devletin hazzetmediği şeyleri yazanları susturma, susmuyorlarsa kovalama göreviydi. 

Yardımcısı Ülkü Çoşkun’la birlikte işkenceli sorgulara bizzat katıldığı, odasında eylemci öğrencileri dövdüğü iddia ediliyordu. Emekli olduktan sonra MHP'den Ankara milletvekili adayı oldu. Seçim konuşmaları sırasında ezanın Türkçe okunması yönünde görüş bildirdi. Görüşlerini tekzip etmesine karşın, MHP'nin 19. Dönemde meclis dışında kalmasından sorumlu tutularak Disiplin Kurulu'na sevk edildi. Bu süreçten sonra aktif siyaseti bıraktı.

Bir süre sonra iki ünlü savcıya bir ünlü daha katıldı; Nuh Mete Yüksel’di yeni DGM şövalyesinin adı. O da iki savcıya benzer bir üslupla yürütüyordu işlerini. Belli ki bu kişisel bir eğilimin değil, devlet politikasının ürünüydü. Muhaliflere “size hayat hakkı tanımayacağız” mesajı veriyorlardı bu yolla.

Sonra Cemaat Nuh Mete Yüksel’e ait olduğu iddia edilen bazı kasetleri sürdü piyasaya. Onu bu yolla ıskartaya çıkardılar. O da oturup “Nuh’un Gemisi” adlı bir kitap yazdı, anılarını anlattı. Sorguladığı, tutuklattığı bazı tanınmış solculara da yer ayırmıştı kitabında. Haftada bir hücrelere buyur ettiği Yalçın Küçük hakkında şöyle diyordu: “Yalçın Küçük ile çok sık karşı karşıya geldik. Kırmızı atkısı ile Ankara DGM’ye sıkça geldi. Ancak bugünkü Yalçın Küçük’ü farklı görüyorum. Bugünkü Yalçın Küçük vatansever bir insan olarak mücadele veriyor. Ülkenin birliği ve laik Cumhuriyeti savunuyor.”

DGM Çetesi'nin işleri

Tarihleri MHP çizgisinde bir devlet görevlisinin yapacağı türden “kahramanlıklarla” dolu.

Kürtçe yemin eden DEP milletvekillerini Meclis’te gözaltına aldırdılar. Daha sonra milletvekilleri için idam istediler.

Türkiye Birleşik Komünist Partisi liderleri Haydar Kutlu ve Nihat Sargın’ın davasına baktılar. Doç. Dr. Bahriye Üçok, Prof. Dr. Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu cinayetlerinin dosyalarının savcıları da onlardı.

Madımak katliamı davasında “Madımak bir tahrik sonucu oldu” dediler, sorumlusunun da sol ve Aziz Nesin olduğunu söylediler.

Uğur Mumcu suikastı davasını da onlara verdiler. Patlama sonucu parçalar yaklaşık 150 metre yarıçapında bir alana dağılmıştı. Delillerin sağlıklı toplanabilmesi için güvenlik kuşağı oluşturulması gerekiyordu. Güvenlik kuşağının da patlama merkeziyle en uzağa fırlayan parça arasındaki uzaklığın bir buçuk katı alanı kapsaması gerekiyordu. Ama olay yerinde insanlar fink atıyordu. Polisler çalı süpürgesiyle yerleri süpürerek delil topluyordu.

Nusret Demiral, Uğur Mumcu cinayeti soruşturmasında da DGM Savcısı Ülkü Coşkun’u görevlendirdi. Coşkun’un, Mumcu Ailesi’ne söylediği söz, onların hayata bakışını da ele veriyordu; “Bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözer.”

Coşkun’un soruşturmayı savsakladığı, delilleri toplamadığı şüphesi giderek artıyordu. Bunun üzerine Nusret Demiral, Güldal Mumcu ve Avukat Emin Değer’e yardımcısını teyit eder şekilde, “Devlet isterse çözer, siz güçlü ailesiniz. Hükümette gerekli baskıyı oluşturun, gerekli mesaj ve talimat verilsin, çözümlensin ya da bu birimleri doğrudan bana bağlatın, ben de söz veriyorum, çözerim" diyordu.

Nusret Demiral’dan sonra Nuh Mete Yüksel de öldü. Kimilerine göre bu üçlü Kürt düşmanıydı. Kimine göre 28 Şubat’ın tetikçileriydi. Aslında bunların hepsiydi. 12 Eylül rejiminin yarattığı çarpık hukukun militan uygulayıcılarıydı onlar. 

Geride kaldı Ülkü Çoşkun. O da uzun zamandır “can güvenliği” endişesiyle evinden çıkamıyor. Evinde böcek adı verilen dinleme cihazı bulunduktan sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurdu. Ancak gerekli ilgiyi göstermediler. Saygı Öztürk’e konuştu, “Beni, öz vatanımda yaşayamaz hale getirdiler” dedi. 

12 Eylül hukukunun son kahramanları bunlar. Bir bir ölüp çekiliyorlar tarih sahnesinden. Ama o arada yarattıkları hukuksuzluk bir hukuk ölçüsü haline geldi, adaletsizlik adaletin temel kuralı öldü. Hepsine esinini veren Kenan Evren’in ruhu dolaşıyor ülkede…

ORHAN GÖKDEMİR / soL-Özel

KISA KISA GÜNDEM - 29/NİSAN/2023 -

 


Hande Fırat’a 3.5 milyon TL hibe: Yeni işi belli oldu (soL)

Hande Fırat, yapacağı hayvancılık işi için Tarım Bakanlığı'ndan 3.5 milyon lira hibe desteği alacak. Hürriyet'ten Hande Fırat’a küçükbaş hayvancılık yetiştiriciliği için yeni bina yapımı kapsamında 3.5 milyon lira hibe desteği verileceği ortaya çıktı. Milli Gazete'den Sadettin İnan'ın haberine göre, kırsalda küçük aile işletmelerinin desteklenmesi kapsamında uygulanan hibe desteğinin sektör dışından küçükbaş hayvancılıkla hiçbir alakası olmayan bir kişiye verilmesi dikkat çekti. Ankara’da bu kapsamda sadece 16 projeye hibe desteği verileceği açıklanırken, hibe desteği verilmeyi hak edenlerden birisinin de gazeteci Hande Fırat Özvardar olması dikkat çekti. Gazeteci Hande Fırat Özvardar, Tarım ve Orman Bakanlığından hibe desteği alacağını doğrularken ancak hangi yatırım için hibe desteği alacağını ise açıklamadı. Ankara Tarım ve Orman İl Müdürlüğü’nün hibe desteğini almayı hak eden yatırımcılar listesine göre gazeteci Hande Fırat Özvardar’ın tarımsal üretime yönelik sabit yatırımlar kapsamında küçükbaş hayvancılık yetiştiriciliğinde yeni tesis yatırımına hibe desteği verileceği öğrenildi. Küçükbaş hayvancılık yetiştiriciliğinde yeni tesis yapımının hibeye esas proje üst tutarı 7 milyon lira. Proje tutarının yüzde 50’si hibe olarak verileceği için Hande Fırat, küçükbaş hayvancılık yetiştiriciliğinde yeni tesis yapımı kapsamında Tarım ve Orman Bakanlığından 3.5 milyon lira hibe desteği alacak.

Depremzedeye dağıtılacak yardım kolilerine AKP logosu yapıştırdılar(soL)

Hatay’da AKP’li İskenderun Belediye Başkanı Mehmet Fatih Tosyalı’nın adının yazılı olduğu AFAD kolileri ortaya çıktı. AKP’li İskenderun Belediye Başkanı Mehmet Fatih Tosyalı AFAD kutularını seçim propagandası yaptı.  AKP’li Tosyalı’nın seçim çalışmaları kapsamında dağıttığı yardım kolilerinin altında  “AFAD” üzerinde ise “Sağlıklı günler dilerim... İskenderun’a değer. Halkın adamı Mehmet Fatih Tosyalı” yazdığı görüldü. Devletin kaynaklarıyla depremzedeler için hazırlanan kolilerin seçim çalışmalarında kullanılması tepki topladı.  Cumhuriyet'ten Sena Tufan'ın haberine göre, söz konusu olaya ilişkin konuşan İskenderun Belediye Başkanı Tosyalı, “Bizim böyle bir dağıtımımız yok. Yardım kolilerini kaymakamlık dağıtıyor. Dağıtım kolilerinin bir yüzünde belediye bir yüzünde kaymakamlık logoları bulunuyor, benim söz konusu dağıtımdan haberim yok. Böyle bir şey de yapmamız mümkün değil. AFAD ismini kullanarak dağıtım yapmaya ihtiyacımız da yok” dedi.

Eski DGM savcısı Nuh Mete Yüksel hayatını kaybetti (soL)

Fethullah Gülen hakkında 2000 yılında 'terör örgütü liderliği' suçlamasıyla ilk iddianameyi hazırlayan eski Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, bu akşam tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.(28/04/2023) Yüksel'in ölüm haberini gazeteci Murat Ağırel, duyurdu.

Kars Arama Kurtarma'ya bağlı ekipler Erdoğan'ın seçim afişlerini asarken görüntülendi(soL) 

Kars’ta, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan fotoğraflarının ve “Doğrusu AK Parti” yazısının yer aldığı billboard afişlerinin Kars Arama Kurtarma’ya bağlı ekipler tarafından asıldığı görüntülendi. Söz konusu videoda, Kars Arama Kurtarma ekibinde çalışan iki personelin, kuruma ait bir aracın yanında, bir merdiven yardımıyla afişleri astığı görülüyor. Gazete Duvar'dan Kadir Cesur'un haberine göre, CHP Kars 1. Sıra Milletvekili Adayı İnan Akgün Alp, görüntülerin kabul edilemez olduğunu belirterek, "Kamu kaynaklarının seçim arifesinde iktidar partisi lehine kullanılmasına artık Türkiye alıştı" dedi.

Erdoğan'ın damadı Bayraktar'dan Kılıçdaroğlu'na 'Atatürk Havalimanı' tepkisi(soL)

Baykar Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar, Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu'nun 'Atatürk Havalimanı'nı uzay ve havacılığın merkezi yapacağız' açıklamasını hedef aldı. Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, dün yayımladığı video ile "Atatürk Havalimanı'nı uzay ve havacılığın merkezi yapacağız" açıklamasında bulunmuş ve "Bunu kimlerle yapacağız? Merkezin kurulması ve geliştirilmesi için başarıları dünyaca tanınan ve başta Amerika'daki Sierra Nevada şirketinin sahipleri Eren Özmen ve Fatih Özmen ile yapacağız. Lütfen gençler, gidin Google'a bu isimleri yazın. Ne cevherlerimiz var bu dünyada görün" demişti. Atatürk Havalimanı'nda gerçekleşen 7. Teknofest kapsamında konuşan AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın damadı ve Baykar Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar ise Kılıçdaroğlu'nun açıklamasını hedef alarak, "Bu meydan Türkiye'nin istikbalini yabancı şirketlerde değil Türk gençlerinde görenlerin meydanıdır" dedi. Bayraktar'ın konuya ilişkin sözleri şöyle: ('Köstek olmaya takoz koymaya niyetlenenler var') "Daha önce de anlatmıştım, en ileri teknolojiye sahip İHA ya da uçağı da yapsanız, önüne konulacak tahta plastik takoz uçmasına engel olur. SİHA'larımızı geliştirirken de kurduğumuz T3 Vakfı'nda çalışırken de takoz koymak isteyenlerle karşılaştık, hala da karşılaşmaya devam ediyor. Dünya yaptığımız işleri takdir ederken içeriden köstek olmaya takoz koymaya niyetlenenler var. Ne dediler, dokunacaklarmış. Bir kez de buradan söyleyeyim, dokunacağız dediği tüm milli platformlarımıza sadece sizler dokunabilirsiniz. Bu uçaklara yalnızca tam bağımsız Türkiye hayaliyle yanıp tutuşan o güzel çocuklar dokunabilir. O güzel çocuklar ki uçan kanatlarla ülkemizi semaların da ötesine taşıyacaklar('Bu meydan Türkiye'nin istikbalini yabancı şirketlerde değil...') Bu meydanın tek bir hedefi var, o da ülkemizin dost ve kardeş coğrafyalarımızın tam bağımsız ve müreffeh yarınları için milli teknoloji hamlesi vizyonunu gerçekleştirmektir. Bu meydan Türkiye'nin istikbalini yabancı şirketlerde değil Türk gençlerinde görenlerin meydanıdır. Gerektiğinde milli teknoloji hamlesini Hz. Musa'nın annesinin bebeği nehre bırakması gibi küresel şer güçleri ve tuzaklarına karşı yerin göğün zamanın mekanın kaderin ve suyun akışının hakimine sonra da sizlere milletimize emanet etmeyi biliriz. Her bir karışı şehit kanı ile sulanmış, geldikleri gibi giderler sözündeki güvenin adresi bu topraklar. Biz buradan hiçbir yere bir adım dahi öteye gidecek değiliz. Biz bu topraklarda misafir değil ev sahibiyiz. Bu toprakların kapılarını bize kapatmaya niyetlenen varsa hatırlatalım, ev sahibinin üzerine kapıyı kapattığını zanneden kendisi dışarıda kalır. Biz buradayız, burada olacağız ay yıldızlı bayrağın altında mücadelemizi sürdüreceğiz."

Sendikadan uyarı: 'Ankara-Sivas YHT hattının 70 km'lik bölümünde sinyalizasyon yok'(soL)

Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası, Ankara-Sivas YHT hattının 70 km’lik bölümünde sinyalizasyon olmadığını, kaza riski bulunduğunu duyurdu. Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) Genel Sekreteri İsmail Özdemir, seçim öncesi açılan Ankara-Sivas YHT hattına ilişkin önemli uyarılarda bulundu. Hattın 70 km’lik bölümünde sinyalizasyon olmadığını belirten Özdemir, kaza riskinin bulunduğunu ifade etti. Ulaştırma Bakanlığı ise daha sonra bir açıklama yaparak hattın tamamında sinyalizasyon sisteminin çalışır durumda olduğunu savundu.  Cumhuriyet'ten Sefa Uyar'ın haberine göre 24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde Ankara’da açılan hatta sinyalizasyon olmadığını, bu nedenle 13 Aralık 2018’de 9 kişinin öldüğü, 107 kişinin de yaralandığı bir facia yaşandığına işaret eden BTS Genel Sekreteri İsmail Özdemir, “Sinyalizasyon olsaydı o kaza olmayacaktı. Yine seçim arefesindeyiz. Yine seçim öncesi siyasi şov amacıyla bilimsellikten uzak bir açılış yaptılar. Aynı hata burada da var. Ankara-Kırıkkale arasındaki 70 kilometrelik hat kesiminde sinyalizasyon yok. Karayolu düşünün. Bir kavşakta ışık olmazsa kaotik ortamlar meydana gelir. Bu nedenle risk bulunuyor. Proje bütünlüklü olarak bitirilerek açılmalıydı. Böylece kaza riski olmazdı” dedi.('Yeterince deneme seferi yapılmadı') Özdemir, YHT hattında yeterince deneme seferi yapılmadığına da dikkat çekti. Rayların oturmama ihtimali olduğunu kaydetti. “Yağış alan aylardayız” diyen Özdemir, “Bir müddet yolcusuz deneme seferi yapılmalıydı. Yeterince deneme seferi olmadı. Bu seferler mutlaka daha fazla yapılmalıydı. Avrupa’da 60’ar kiloluk kum torbalarını koltuklara koyarak, yolun oturması için karşılıklı deneme seferleri yapılıyor. Bu bizde ihmal ediliyor” ifadelerini kullandı.  Erdoğan’ın fotoğrafıyla asılan afişlerde Ankara ile Sivas arası 2 saat olarak gösteriliyor. Ancak fiili sefer yapan trenler 2 saat 55 dakikada gidiyor.  (Bakanlıktan açıklama: Hattın tamamında sinyalizasyon çalışıyor) Öte yandan BTS'nin açıklamasının ardından Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı bir açıklama yaparak konuyla ilgili haberleri "projeyi itibarsızlaştırmayı amaçlayan, kasıtlı, karalayıcı ve tamamen yalan içerikli haberler" şeklinde niteledi. AA'nın aktardığına göre Bakanlığın açıklamasında "hattın, başlangıç noktasından bitiş noktasına kadar son seviye emniyet bütünlük düzeyinde sinyalizasyon sisteminin (SIL-4) mevcut, çalışır ve işler vaziyette olduğu" bildirildi. Açıklamada "projenin altyapı, üstyapı ve elektromekanik sistemlerinin tamamının dünyadaki benzer hızlı tren hatlarında olduğu gibi uluslararası sertifikasyon kuruluşlarınca belgelendirildiğinin" altı çizildi.  Bakanlıktan yapılan açıklamada, "Tüm hat için Sinyalizasyon Güvenlik Durum Raporu olumlu sonuçlanmasını müteakip hatta gerçekleştirilmesi gereken deneme seferleri de tamamlanarak ticari işletmeye açılmıştır. Milletimiz müsterih olsun, onların geleceğiyle oynanmasına bugüne kadar müsaade etmedik, bundan sonra da etmeyeceğiz" ifadesi kullanıldı.

CHP'li Özgür Karabat: 'Kapalıçarşı'da karapara aklanıyor'(Cumhuriyet)

CHP İstanbul Milletvekili Özgür Karabat, İstanbul Kapalıçarşı’daki döviz bürolarına getirilen yüklü miktardaki dövizin kaynağının sorgulanmadığına dikkat çekti. Karabat, “Libyalı ve Iraklı bazı kişiler, kredi kartları ile altın almış gibi yapıyorlar. Oysa ortada altın alışverişi yok. Milyar dolarların aklandığı ifade ediliyor” dedi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/chpli-ozgur-karabat-kapalicarsida-karapara-aklaniyor-2076262)

Seçim öncesi yurttaşların kimlik bilgileri çalındı iddiası: Terör örgütleri bile ulaşabilir(Dilan Ayırkan-Cumhuriyet)

İktidar, yurttaşın kişisel verilerini koruyamadı. Devlet hizmetlerine erişimin sağlandığı Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi’nin (MERNİS) internet korsanlarının eline geçtiği iddia edildi. Üçüncü kişiler, yurttaşların kimlik bilgileri, adresleri ve telefon numaralarına erişti. CHP’li Bakan, MERNİS’teki bilgilerin çalınmasıyla ilgili suç duyurusunda bulunacağını söyledi. Bakan, “Bu bilgilere başka ülkenin istihbaratı, terör örgütleri rahatlıkla ulaşabilir” tespiti yaptı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/secim-oncesi-yurttaslarin-kimlik-bilgileri-calindi-iddiasi-teror-orgutleri-bile-ulasabilir-2076254)

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, halkı 'şampanya'yla böldüğü sözlerini savundu: 'Bizim söylediğimizde ne var?'(Cumhuriyet)

AKP'li Bekir Bozdağ, seçim akşamı için yaptığı "Ya şampanya patlatıp kutlayanlar ya da alnını şükür için secdeye koyup rabbine hamdedenler olacak" şeklindeki açıklamasını savundu. Kendisine gelen tepkilerin "istismar" olduğunu söyleyen Bozdağ, "kutuplaştırıcı değil birleştirici dil" kullandığını öne sürdü.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/adalet-bakani-bekir-bozdag-halki-sampanyayla-boldugu-sozlerini-savundu-bizim-soyledigimizde-ne-var-2076312)

TÜRK-İŞ : Açlık sınırı 10 bin TL, yoksulluk sınırı 33 bin TL oldu(Cumhuriyet)

TÜRK-İŞ nisan ayı verilerine göre, dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcamalarını kapsayan açlık sınırı rekor seviyeyle 10 bin TL'yi aşarken; kira, fatura, eğitim, giyim, ulaşım gibi tüm giderlerini kapsayan yoksulluk sınırı ise 33 bin TL'ye yükseldi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/turk-is--aclik-siniri-10-bin-tl-yoksulluk-siniri-33-bin-tl-oldu-2076330)

Erdoğan’ın dostu İBB’nin tarihi binasına çökmüş(İsmail Arı-Birgün)

İBB, AKP döneminde Erdoğan’ın dostu Turunç’a tahsis edilen bina için harekete geçti. Kira sözleşmesini fesheden İBB, binanın 7 günde tahliye edilmesini istedi. AKP döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) değerli ve tarihi gayrimenkulleri yandaşlara dağıtıldı. 2019 yerel seçimlerinden bu yana da yandaşlar tahsis edilen binaları boşaltmamak için ellerinden geleni yapıyor. İBB AKP döneminde, Fatih ilçesi Cerrahpaşa Mahallesi’nde bir tarih ahşap binayı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden kiraladı. Ardından kentin en değerli noktalarından birindeki bu tarihi bina AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen İsmail Hakkı Turunç’un İSRA Uluslararası Dayanışma ve Yardım Derneği’ne tahsis edildi. Aynı zaman 15 Temmuz Derneği Başkanı da olan Turunç’un özel toplantılar düzenlediği bu binayı adeta bir “dergâh ve tarikat merkezi” gibi kullandığı anlaşılıyor. AKP’liler ve bürokratlar bu binada düzenlenen “dini toplantılara” katılıyor.

Vakıf ve derneklere tahsis edilen gayrimenkulleri geri almak için harekete geçen İBB, 25 Haziran 2021 tarihinde “başkanlık onayı” Turunç’un derneği ile yapılan kira sözleşmesini de feshetti. Bu işlem Turunç’un derneğine de bildirildi ancak tarihi bina boşaltılmadı. İBB, sözleşmesi feshedilmesine rağmen iki yıldır binayı kullanmaya devam eden Turunç’un derneğine ihtarname gönderdi. İBB Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Buğra Gökce imzalı yazıda, “Tasarrufu belediyemize ait taşınmaz üzerince dergah işgaliniz olduğu tespit edilmiştir. İşgalinizi 7 gün içinde sonlandırarak taşınmazı boş olarak belediyemize teslim etmeniz gerekmektedir” denilerek binanın tahliye edilmesi için 7 gün süre verildi. Gelecek günlerde Turunç’un binayı boşaltmaması durumda da İBB tahliye işlemlerine başlayacak.(KIZILAY’DAN MAAŞ ALIYOR) Turunç’un geçmişi de oldukça dikkat çekici. AKP’li Turunç, şimdi Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın danışmalığını yapıyor ve Kızılay Çadır ve Tekstil Anonim Şirketi’nde yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyor. Bu unvanlarla yetinmeyen Turunç, yaklaşık bir yıldır da 15 Temmuz Derneği’nin başkanlığını yürütüyor. Turunç daha önce AKP’li Fatih Belediyesi’nde belediyesi başkan yardımcılığı yaptı ve görevinden istifa ettirilen AKP’li eski İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın da danışmanıydı. Geçmişte hamam işlettiği ve Recep Tayyip Erdoğan ile yolu kesiştikten sonra hayatının değiştiği de iddia edilen Turunç, Erdoğan’a en yakın isimlerden biri.

İktidarın Kürt oyları planı(Hüseyin ŞİMŞEK-Birgün)

Kamuoyu yoklamalarına göre anketlerde geride olduğu görülen iktidar partisi, oy desteğini arttırmak için hamlelerini sürdürüyor. Abdullah Öcalan ile İmralı’da bir heyet aracılığı ile görüştüğü ancak istediği sonucu alamadığı iddia edilen sürülen iktidar, HÜDA PAR aracılığı ile de Barzani'yi radarına aldı.14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri kapsamında Hizbullah ile bağlantılı olduğu bildirilen HÜDA PAR’ı Cumhur İttifakı’na katan, bu partinin önemli isimlerini kendi listelerinden milletvekili adayı yapan AKP, Kürt oylarında istediği seviyeye ulaşamadığı için hamlelerini artırdı. İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan ile iktidarın bir heyet aracılığı ile görüştüğü iddia edildi. Bu iddia, iktidar tarafından yalanlandı. Ardından HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Mesud Barzani ile Erbil'de bir araya geldi. Yapıcıoğlu ile Barzani, iki hafta önce de görüşmüştü. Görüşmenin ardından yapılan açıklamada seçimlere işaret edilerek şunlar vurgulandı: “Görüşmede, Türkiye'de 14 Mayıs'ta yapılacak Cumhurbaşkanı Seçimi ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri ile 6 Şubat'ta meydana gelen Maraş merkezli depremlerin ardından yürütülen çalışmalar ele alındı. Gerek Türkiye'de gerekse Irak'ta mevcut siyasi durum üzerinde karşılıkla fikir alışverişinde bulunulan görüşmede, HÜDA PAR ve KDP arasındaki ilişkilerin gelecekte daha da geliştirilmesi konusunda ortak mutabakata varıldı."(ÖNCEKİ SEÇİMLERLE AYNI TAKTİK) AKP, yeniden iktidar şansının olmadığını gördüğü seçimlerden önce, tartışmalı hamlelerde bulunuyor. 2019’da tekrarlanan İstanbul seçimleri öncesinde, Abdullah Öcalan ile Doç.Dr. Ali Kemal Özcan'ı görüştüren iktidar, “HDP’ye tarafsızlık çağrısı yapan” mektubu ortaya atmıştı. Abdullah Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan da aynı seçimlerde önce TRT ile özel röportaj gerçekleştirmişti. (İKİ YAPILANMANIN KADER BİRLİĞİ) İktidarın Kürt oyları üzerindeki hesabını, HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel BirGün’e değerlendirdi. Barzani ile iktidar ortağı HÜDA PAR temasına değinen Temel, “HÜDA PAR’ın Barzani ile ilişkileri yeni değil. Barzani, uzun süredir AKP’yi destekleyen bir çizgi izliyor. Dolayısıyla AKP’yi destekleyen ve Kürt olduğunu öne süren tek yapı HüDA PAR ile ilişki kuruyor. Zaten başka bir yapılanma da yok. KDP’nin AKP ile geçmişten beri siyasi ve ekonomik ilişkileri kuvvetli. Bu son görüşme de iki örgütün kader birliği yaptığını gösteriyor” dedi. İmralı-AKP temasına yönelik iddiaları da yorumlayan Temel, “İmralı ile iktidar arasındaki görüşme daha çok yorum ve değerlendirmelere dayanıyor o yüzden kesinliği yoktur. Bize yansıyan bir görüşme bilgisi ya da tespit yok” dedi.(KÜRT SEÇMENİN TERCİHİ BELLİ)  İktidarın Kürt seçmeni etkilemek için attığı adımların bir karşılığı olmadığını da vurgulayan HDP’li Temel, şöyle konuştu: “Türkiye toplumuna, Kürt halkına, demokrasiye, adalete, Kürtlerin neredeyse tüm kazanımlarına savaş açan, saldırı yürüten, inkar siyaseti yürüten iktidarla karşı karşıyayız. Bu ortadayken kayyum uygulaması sürerken Kürtlerin temsilcileri, gazetecileri, avukatları her gün gözaltına alınırken vatandaşın tercihi iktidardan yana olmaz. Bu şartlar altında Kürt nüfusun AKP’yi desteklemesi söz konusu bile olamaz. Bunu yapmayacaklardır.”

Usulsüz turnuva nedeniyle millilikler iptal edildi: Federasyon dolandırdı, bakanlık borçlandırdı(Eren TUTEL-Birgün)
Wushu Federasyonu’nun bünyesindeki ashihara budokai branşında 2020’de düzenlenen Avrupa Şampiyonası, Spor Bakanlığı tarafından usulsüz bulunarak geçersiz sayıldı. Turnuvaya para vererek katılan sporcuların aldığı A millilik iptal edildi ve onlara verilen burs krediye çevrildi. Sporculardan Uncu, “Emek vererek millilik aldık sonuçta yine borçlanan biz olduk” dedi.Türkiye Wushu Federasyonu’nun (TWF) adı kullanılarak 2020 yılında ashihara budokai branşında Antalya’da Limak Limra Otel’de düzenlenen Avrupa Şampiyonası’nın bakanlık tarafından iptal edildiği ortaya çıktı. Bakanlık turnuvayı usulsüz olarak nitelerken bu organizasyon sonucunda dereceye girip A millilik alan sporculara verilen burslar da krediye çevrildi. Yıllar sonra katıldıkları turnuva  nedeniyle borçlanan sporcular büyük mağduriyet yaşıyor. 2020’deki şampiyonaya katılan isimlerden biri olan Ebrar Uncu, Uğur Baran isimli bir şahsın TWF Başkanvekili Abdurrahman Akyüz ile beraber turnuvanın organizatörlüğünü üstlendiğini belirterek, “Şampiyona öncesi bize her sıklette sekiz ülkenin sporcularının turnuvaya katılacağı söylendi. Ancak Antalya’ya vardığımızda çok az ülkeden sporcu olduğunu gördük. Bu durumu sorguladığımızda sporcuların yaşadıkları aksilik nedeniyle Antalya’ya gelemediklerini ancak bu durumun bizim alacağımız A millilik belgesinde bir sorun yaratmayacağı söylendi” diye konuştu. 

(BİNLERCE LİRA HARCADIK) Turnuvaya katılırken federasyona otel parası da dahil olmak üzere 4 bin 500-6 bin lira civarında bir ödeme yaptıklarının altını çizen Uncu, “100’den fazla sporcudan bu paraları aldılar ve bu yalnızca söz konusu turnuvada değil diğer şampiyonalarda da alınan bir ücret. Yani sonuçta hem aldığımız burs borca çevrildi hem de turnuva için harcadığımız paranın nereye gittiği meçhul” ifadelerini kullandı.  Milliliklerinin iptal edildiğini ve turnuva hakkında yürütülen soruşturmayı üç yıl sonra öğrendiklerini ifade eden Ebrar Uncu, “Uğur Baran konuyla ilgili Spor Federasyonları Daire Başkanı Fatih Uysal ile görüşmem gerektiğini söyledi. Kendisine ulaşamadım ancak Spor Bakanlığı’nın özel kalem müdürüyle görüştüm. Katıldığımız turnuvaların şaibeli olduğunu söyledi konuyla ilgili detaylı bir bilgilendirme yapmadı. Ne federasyon ne de bakanlık sorumlular hakkında bir işlem yapmıyor olan ise hiçbir şeyden haberi olmayan biz sporculara oluyor” dedi. (EMEK VERDİK, BORÇLANDIK) Ebrar Uncu yıllardır spora emek verdiğini Türkiye şampiyonlukları kazandığını, uluslararası turnuvalarda birçok başarı kazandığını belirterek sözlerini şu sözlerle noktaladı: “Bizim şampiyonanın nasıl düzenlendiği veya yaşanan usulsüzlüklerle ilgili bir bilgimiz yok. Yıllarca uğraşıp emek vererek o milliği aldık üstelik cebimizden para verdik. Sonuçta yine borçlanan biz olduk. Sesimizi duyurmak için sosyal medyada çalışma yaptığımız için Akyüz ailesi bize tepki gösterdi ve bizi karalamak için açıklama yayımladılar. KYK Müdürlüğü’ne dilekçe verdik, onlar da geri dönüş yapmadı. Ben öğrenciyim bana verilen paranın burs olmadığını bilseydim bunu kabul etmezdim. Bu borcun altından nasıl kalkacağımı bilmiyorum.” (MAĞDURİYETİMİZ BÜYÜK) Mağduriyet yaşayan bir diğer sporcu Ayfer Yeter ise, “2020 yılında Antalya’da düzenlenen Ashihara Karate Avrupa şampiyonası Limak Limra Otel’de yapıldı. Biz bu turnuvaya katıldık. Bu turnuvada derece yapan sporculara millilik verildi. Fakat geçtiğimiz günlerde milliliklerde usulsüzlük olduğunu söylendi ve bu nedenle milliliklerimizin A millilikten C milliliğe çevrildiğini söylediler ama e devlette ne A ne de C milliliğimiz var. Üstüne bizim bu millilikten aldığımız burslar kesildi. Son 2 ay yatırılan burslar krediye çevrildi. daha sonra bu zamana kadar yatan tün burslarımızı krediye çevirdiler. Ben ve benim gibi birçok sporcu arkadaşlarım mağdur durumda” diye konuştu.

(derleyen: mstfkrc)


 



Çevre Bakanlığı’dan seçim öncesi tarihi koya marina kararı + İstanbul’un en değerli bölgesindeki eski kışla arazisi konut imarına açıldı+Eski tuğla fabrikası arazisinde tartışmalı imar değişikliği (SÖZCÜ)

 


Çevre Bakanlığı’dan seçim öncesi tarihi koya marina kararı (MUSTAFA SARIİPEK-SÖZCÜ)

Muğla’nın Marmaris ilçesinde tarihi ve kültürel miras içeren Karacasöğüt koyunda yapımı durdurulan marina inşaatı için Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı bölgenin 1'inci derece arkeolojik SİT alanı tescil işlemleri süresini beklemeden inşaata devam kararı verdi. Projeyi MUÇEV Limited Şirketi yapacak.
Muğla'nın Marmaris ilçesinde tarihi ve kültürel miras içeren Karacasöğüt koyuna yapılması yılan hikayesine dönen marina inşaatında çevreciler bölgenin 1’inci derece arkeolojik SİT alanı tescil işlemleri başlatmasına rağmen Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı süreci beklemeden inşaata devam kararı verdi. Projeyi MUÇEV Limited Şirketi yapacak. Çevre aktivistleri, konuyla ilgili basın açıklaması yaptı.

“SEÇİMDEN MAL MI KAÇIRIYORSUNUZ, BU NEYİN ACELESİ?”

Yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

* “Karacasöğüt Koyu'nda, Bodrum Sualtı Müzesi uzmanlarının tarihi eser tespiti ve bölgenin 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edilmesi için resmi süreci başlatmış olmaları bile Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı'nı(ÇŞİD) ikna etmedi. Bakanlık yasaya aykırı hareket edip 25 Nisan tarihli MUÇEV İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısı ve ÇED sürecini tescil işleminin sonuna ertelemedi. Karacasöğüt Koyu'nda MUÇEV Ltd. Şti.'nin marina kapasite arttırma projesi için verilmiş ÇED gerekli değildir kararı mahkemece iptal edilmişti.

* İptal kararının ardından projeden vazgeçilmemiş ve ÇED sürecini başlatmıştı. Marmaris Kent Konseyi, MUÇEP ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi, Karacasöğüt Koyu'nun Gökova ÖÇK bölgesinde yer alması, endemik ve nadir türlere ev sahipliği yapması nedeniyle marina kapasitesinin arttırılmasına karşı Karacasöğüt yaşayanları ile birlikte mücadele veriyordu. Bu amaçla SAD-AFAG ile Karacasöğüt Koyu'nda canlı türlerinin durumu ve müsilaj varlığını tespit için yaptığımız dalış sırasında tarihi eser varlığını belgeledik.”

“SUALTI MÜZESİ UZMANLARININ GÖRÜŞÜ DİKKATE ALINMADI”

Durumun dilekçe ile bildirildiği Bodrum Sualtı Müzesi uzmanları tarihi eserleri yerinde inceleyip, eserlerin tescili ve bölgenin 1. derece arkeolojik sit alanı olarak ilan edilmesi için resmi süreci başlatmasına rağmen bunun dikkate alınmadığı belirtildi. Açıklamanın devamında şu ifadeler yer aldı:

* “Mevzuat gereği bu aşamadan sonra konuyla ilgili tüm kurumların, 2863 sayılı kanunun madde 4, madde 5 ve madde 9 bağlayıcılığında bahsi geçen yerleri koruma zorunluluğu doğmuş olması gerekiyordu. Dolayısı ile ÇŞİD Bakanlığı'nın 25 Nisan tarihinde MUÇEV yat limanı için yapacağını ilan ettiği İDK toplantısını derhal ertelemeli ve ÇED sürecini tescil işlemi sonuçlanıncaya kadar durdurmalıydı.

* Ekoloji Birliği, Marmaris Kent Konseyi, MUÇEP ve Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi'ni temsilen dahil olduğumuz MUÇEV Marina Genişletme projesi İDK toplantısı başlamadan söz isteyip, Bodrum Su altı Müzesi’nin yazısını komisyona sunarak bu toplantının yapılmaması gerektiğini, yasaların bunu emrettiğini söyledik.”

“YAKLAŞIK İKİ SAAT BOYUNCA BU KONUDA ISRAR ETTİK”

Görüşme sırasında sundukları Bodrum Su altı Müzesi’nin görüş yazısı yanında bakanlığa, Muğla Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün tarihi eserler ile bölgenin 1’inci derece arkeolojik sit alanı tescil işlemlerini başlattığını açıklayan kurum görüşünün ulaştığını da öğrendikleri de belirtilerek şöyle denildi:

* “Bakanlık bu resmi belgelere rağmen 2 skandal gerekçe ile ÇED sürecini işleteceğini ifade etti. Her iki evrakta süreci durdurun kelimesi yazmıyor. ÇED olumlu kararı herhangi bir şeye izin verme anlamı taşımaz.

* Bakanlık yetkilileri kararlarının o kadar arkasında duramaz haldeydiler ki ‘isterseniz firma size, tescil işlemi tamamlanıncaya kadar inşaat yapmayacağına dair noterden taahhüt versin' teklifinde bulundular.

* Noteri garantör olarak gören, gücünü ve iradesini şirketlere teslim etmiş bir bakanlıkla kamu yararı, kültürel mirası koruma üzerine konuşacak bir şey kalmadığı için ÇED sürecinin durdurulması talebimizi içeren dilekçeyi vererek bakanlıktan ayrıldık. Hukuki haklarımızın sonuna kadar takipçisi olacağımızı, mücadelemizden vazgeçmeyeceğimizi ifade etmek isteriz.”

(MUSTAFA SARIİPEK-SÖZCÜ)

                                                                       /././

 İstanbul’un en değerli bölgesindeki eski kışla arazisi konut imarına açıldı (Özlem Güvemli/SÖZCÜ)

2. Abdülhamit tarafından yaptırılan Beşiktaş’taki Orhaniye Kışlası sınırları içindeyken 2018 yılında azınlık vakfına devredilen, Musevi Mezarlığı’nın ve Yıldız Parkı’nın ortasında kalan 19 bin metrekarelik arazi, tarihi sit koruması iptal edilerek konut imarına açıldı.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İstanbul Beşiktaş'ta Yıldız Parkı'nın yanında bulunan ve “doğal sit alanı”  koruması altındaki eski kışla arazisinin imar planlarını onaylayarak itirazlar için askıya çıkardı. Plan açıklama raporunda yer alan bilgilere göre üç parselden oluşan 19 bin metrekarelik arazi, Yıldız Parkı'ndan Palanga Caddesi ile ayrılıyor.

Arazinin kuzeydoğusunda Ortaköy Musevi Mezarlığı bulunuyor. Parsellerinde birinde de tarihi çeşme mevcut. Arazi mevcut planlarda “askeri alan” olarak işaretliydi ve Orhaniye Kışlası sınırları içindeydi. Orhaniye Kışlası, 2. Abdülhamid döneminde  Yıldız Sarayı'nı korumak amacıyla inşa edilmişti. Uzun süre silahhane olarak hizmet verdi. 1979 yılına kadar muhabere kışlası olarak kullanıldı, 1979 yılından sonra Merkez Komutanlığına devredildi.

KANUN KAPSAMINDA VAKFA DEVREDİLDİ

Kışla içinde kalan hazineye ait iki parsel ve mülkiyeti İBB'ye ait bir parsel, Vakıflar Kanununun geçici 11. maddesi kapsamında Ortaköy Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı adına 2012 yılında tapuya tescil edildi. İstanbul Merkez Komutanlığı tarafından 2018 yılında da arazi vakfa teslim edildi.

DOĞAL SİT ALANI OLDU, TARİHİ SİT İPTAL EDİLDİ

Kışla sınırları dışına çıkarılan parseller, “Yıldız Sarayı Tarihi ve Doğal Sit Alanı” sınırlarında yeniden düzenlemeye gidildiği sırada Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın 2021 yılında aldığı karar ile “Doğal Sit-Nitelikli Doğal Koruma Alanı” ve “Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı” olarak tescil edildi.  İstanbul 3  Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 14 Haziran 2022 tarihli kararıyla ise parseller tarihi sit alanı sınırından çıkarıldı. Planlama alanı tarihi sit sınırları dışında ancak doğal sit sınırları içinde kaldı.

                                           Tescilli silahhane binası

5 KATLI BİNALAR DİKİLECEK

Parsellerin vakıf mülkiyetine geçmesi ve alınan sit kararları nedeniyle yeniden plan yapılması gerekliliği ortaya çıktı. Askıya çıkan yeni planda arazinin 13 bin 452 metrekaresi gelişme konut alanı oldu. Tescilli kültür varlığı olan silahhanenin  bulunduğu bin 483 metrekarelik alan; sosyal kültürel tesis alanı olarak belirlendi. Bu alanlarda inşaat oranı 1.50, yükseklik 5 kat olarak belirlendi. Arazinin;  2 bin 235 metrekaresi park, 2 bin metrekaresi de yol için ayrıldı.

İBB UYARDI: İNŞAAT ORANI VE YÜKSEKLİK ARTTI

Plan teklif ile ilgili görüşü sorulan İBB İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı, toplam inşaat alanının 26 bin 260 metrekare arttırıldığını belirledi. İnşaat oranının ve bina yüksekliklerinin çevre yapılaşma koşullarına göre çok yüksek olduğu belirtilerek bölgeye ek nüfus ve trafik yükü getirileceğine dikkat çekildi.  Kültür varlığı olarak tescilli binanın bulunduğu parselde 5 kat olacak şekilde yapılaşma önerilmesinin tescilli binanın önüne geçerek arka planda kalmasına sebebiyet vereceği vurgulandı.

TARİHİ SU YOLLARI VE ÇINARLAR BULUNUYOR

Alandan tarihi Hamidiye ve Taksim Suyolları yolları geçiyor. Planlama alanı ve içinde bulunduğu bölge yüksek tehlikeli deprem bölgesi içinde yer alıyor. Alan, kızılçam ve doğu çınarı ağaçları ile kaplı.

(Özlem Güvemli/SÖZCÜ)

                                                          /././

Eski tuğla fabrikası arazisinde tartışmalı imar değişikliği (Özlem Güvemli-Sözcü)

Bahçelievler’de 27 bin 602 metrekarelik eski Ateş Tuğla Fabrikası’nın arazisine yapılacak inşaat projesi için planlardaki “konut” imarına, “ticaret” de eklendi. Değişikliğe karşı çıkan İBB birimleri, satın alındığında “konut” imarına sahip parselin sonrasında “ticaret+konut” fonksiyonuna dönüştürülmek istenmesinin hem emsal teşkil edeceğini hem de eşitlik ilkesine aykırı olduğunu vurguladı. Yapılacak inşaatın yüksekliğinin bölge silüetini bozabileceği uyarısı da yapıldı.

Bahçelievler’deki Ateş Tuğla Fabrikası arazisi, iş insanı Ali Ağaoğlu tarafından 2010 yılında lüks bir site projesi yapılmak üzere satın alınmıştı. Ağaoğlu, araziyi kısa süre sonra elden çıkardı. Tapu bilgilerine göre arazinin yarısı 2013, yarısı da 2017'de satış yolu ile Esta İnşaat Sanayi Lojistik ve Dış Ticaret A.Ş'nin mülkiyetine geçti.

İnşaat hazırlıklarının başladığı 27 bin 602 metrekarelik arazinin mevcut planlarda “konut” olan imarının, çevresindeki konut amaçlı kullanımlarının çok fazla olması, ayrıca yakın çevrede ticari faaliyetlerin hizmet verme potansiyelinin bulunması nedeniyle “ticaret+konut” olarak değiştirilmesi teklif edildi. İBB'ye sunulan teklif dosyası ocak ayı meclis oturumlarında gündeme alındı.

“TRAFİK YÜKÜ VE ULAŞIM TALEBİ ARTAR”

Teklifle ilgili görüşü sorulan Ulaşım Planlama Müdürlüğü, ticaret fonksiyonunun bölgedeki ulaşım taleplerini arttırarak ulaşım sistemini olumsuz etkileyeceğinden planı uygun bulmadı. İBB Planlama Müdürlüğü de plan teklifi ile zemin katların ticaret, üst katların ofis ya da konut olarak tercihli kullanıma açıldığını bu nedenle öncelikle ulaşım ve trafik etüdünün yapılması gerektiğini vurguladı.


“EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRI”

Mevcut planlarda konut alanı fonksiyonunda kalan parselin yarısının bu imar şartlarında iken satış yolu edinildiği ve sonrasında “ticaret+konut” fonksiyonuna dönüştürülmek istendiğine de dikkat çekilerek teklifin emsal teşkil edici olduğu ve planların eşitlik ilkesi aykırı olduğu kaydedildi.

“YÜKSEKLİK BÖLGE SİLÜETİNİ ETKİLER”

Planda 45.50 metre olan yükseklik sınırının 15 kat olarak değiştirilmesi de uygun bulunmadı. İmar Yönetmeliği'ne göre ticaretin de yapılabildiği karma alanlarda bir katın tabanı ile tavanı arasındaki yüksekliğinin 6 metreye kadar çıkabildiği aktarılarak bu durumda teklif ile mevcut plandaki 45.50 metre yükseklik sınırının aşılabileceği, emsal değişmese de nihai yapı yüksekliğinin aşılacağı ve bölge siluetini etkileyebileceği belirlendi.

Ayrıca ticari fonksiyonlar nedeniyle hareketli nüfus yoğunluğunun artacağı, plan bütünlüğünün bozulacağı vurgulandı. Ancak plan değişikliği AKP-MHP grubunun oyları, CHP-İyi Parti grubunun muhalefeti ile meclisten geçti.

(Özlem Güvemli-Sözcü)

Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...