Bugün de The Economist'te Kılıçdaroğlu'nun makalesi yayımlandı: 'Daha demokratik bir Türkiye kapıda' + The Economist Kılıçdaroğlu'na desteğini açıkladı: 'Erdoğan'ı devirebilirse...' (soL)

Bugün de The Economist'te Kılıçdaroğlu'nun makalesi yayımlandı: 'Daha demokratik bir Türkiye kapıda'  

Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu'na desteğini açıklayan The Economist'te bugün de Kılıçdaroğlu kaleminden bir makale yayımlandı...

Çevirenin notu: The Economist dün yayımlanan sayısında, açık şekilde Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'na desteğini ilan etmişti. Bugünde İngiliz yayın organında, Kemal Kılıçdaroğlu'nun kaleminden bir makale yayımlandı. Türkiye'deki yurttaşlar açısından yeni bir şey yok, lakin The Economist'in bu kadar "şiddetli" olarak Kılıçdaroğlu'na destek açıklaması dikkat çekici.

Kılıçdaroğlu'nun makalesinin özetle kendi şahsının ve Millet İttifakı'nın Batı'ya dönük mesajları içeriyor. Bu noktada ilginç bir durum "laiklik". Açıkçası Türkiye içerisindeki söyleminde laikliğe bu kadar vurgu yapmayan Kılıçdaroğlu'nun, aşağıdaki çeviride de göreceğiniz üzere, makalede vurgu yapması önem arz ediyor. 

Dün çevirisini yayımladığımız makalede The Economist, Türkiye'deki seçimlerin sonucunun tüm dünyadaki "demokratlara" bir umut ışığı olacağını belirtiyordu. Kılıçdaroğlu'nun kaleme aldığı makalede de benzer ifadeleri görmek mümkün: "İktidar partisi muhalefeti susturmak için sürekli baskı uyguladığı, mevcut adaletsiz ve otoriter koşullarda dahi seçimlerle barışçıl bir yönetim değişikliğinin mümkünatını göstereceğiz."

Türkiye'nin bir "rol model" olacağı vaadinde bulunan Kılıçdaroğlu, bu durumun sadece bölgeyi kapsamayacağını ayrıca da Batı'da yankıları olacağını iddia ediyor: "B başarım, bölgede ve ötesinde değişim rüzgarlarını körükleyecektir."

Kılıçdaroğlu çok net olarak iktidara gelmeleri halinde Batı'ya yönelimin geri döneceğini, Türkiye'nin Batı'nın bir parçası olduğunu ve olacağını söylüyor. "Türkiye'nin Batı’ya yönelimi hiçbir komşusunu hedef alması anlamına gelmiyor" diyen Kemal Kılıçdaroğlu, kazanmaları halinde Batı ile Rusya-Çin bloğu arasında Batı'yı tercih edeceğini ancak bunun diğer tarafla bir çatışma anlamına gelmeyeceğini söylüyor.

Diğer yandan, Kılıçdaroğlu'nun makalesinin altına not düşen The Economist, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun da dergide yayımlanması için bir makale gönderdiği; lakin dün The Economist'in Kılıçdaroğlu'na desteğini ilan etmesi ve söz konusu dergi kapağı sebebiyle Çavuşoğlu'nun yazıyı geri çektiğini açıkladı.

Kılıçdaroğlu'nun The Economist'te yayımlanan makalesi üzerinden Batı'ya mesajları şu şekilde:

Çeviren: Bahadır Batur

Altı yıl önce, Strasbourg'daki küresel bir forumda [Dünya Demokrasi Forumu], dünyadaki demokratların bölgesel ve küresel zorlukları ele almaları için birleşmeye davet ettim. Yurt içinde de izlediğim politikaların temelinde aynı anlayış bulunuyor. Antidemokratik ve otoriter bir hükümete karşı Türkiye’deki demokratları bir araya getirmek için elimden gelenin en iyisini yaptım ve geniş bir demokrasi koalisyonu kurmayı başardık. Millet İttifakı partim Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) de dahil olmak üzere altı partiden oluşuyor. Her bir parti Türk siyasi tarihinde farklı bir geleneği temsil ediyor. Bu şekilde Millet İttifakı, liberal demokrasinin evrensel ilkeleri üzerinde ortak bir zeminde buluşarak, farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşama irademizi simgeliyor. Hiç şüphem yok ki 14 Mayıs’taki cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde güçlü bir başarı ortaya koyacağız ve de kazanacağız.

İktidar partisi muhalefeti susturmak için sürekli baskı uyguladığı, mevcut adaletsiz ve otoriter koşullarda dahi seçimlerle barışçıl bir yönetim değişikliğinin mümkünatını göstereceğiz. Bunun sonucunda Türkiye, başta Orta Doğu’da olmak üzere otoriter yönetimlere karşı mücadele eden diğer ülkelere rol model olacaktır. Türkiye bu role daha önce soyundu. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün bölgedeki sömürgecilik karşıtlarına ve yenilikçilere nasıl ilham kaynağı olduğunu hatırlayın. Laiklik ve halk iradesi ilkeleri üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kendi ülkelerinde demokrasi mücadelesi veren pek çok kişiye model oldu.

Bir asır sonra, hiçbir yurttaşın ayrımcılığa uğramadığı, temel hakların korunduğu, hukukun üstünlüğü, laiklik, şeffaflık ve hesap verebilirliğin devletin temel direkleri olduğu bir cumhuriyet ile rol model olarak Türkiye'nin yeniden inşa edilmesinde görev alma sırası bizim kuşağımızda. Bu cumhuriyette yolsuzluk ortadan kaldırılacak, gelir eşitsizliği en aza indirilecek; siyaset çatışma ve kutuplaşmayı körüklemek yerine toplumsal barışı destek olmak için kullanılacaktır. Dış politika, uluslararası hukuka bağlı akılcı karar alma süreciyle yönlendirilecektir. Bu başarım, bölgede ve ötesinde değişim rüzgarlarını körükleyecektir.

Türkiye'nin demokratik bir rol model olma vizyonu elbette ki sadece doğuya doğru uzanmıyor. Avrupa'daki anti-demokratik rejimler, yabancı düşmanlığı ve Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı, zorlukları düşünüldüğünde; Türkiye’deki seçimlerin Batı'daki komşularımız için de bir referans noktası olabileceği sonucu ortaya çıkıyor. Demokratik ittifakımızın Türkiye'de kazanacağı bir zafer, Avrupa açısından yeni bir başlangıcın müjdecisi olabilir. [Seçimlerdeki zafer] umarım ki, Avrupalı demokratlara rakipleriyle yüzleşmeleri için aynı saflarda birleşmenin ehemmiyetini gösterir.

İnsan haklarını [destekleyen], eşitsizliğin azaltılmasına ve uluslararası hukuka saygıya inanan Avrupa’daki tüm siyasi partilerin, küresel zorluklar karşısında birleşik cephe oluşturması mecburidir. Akdeniz havzasını ciddi şekilde etkileyen iklim değişikliği, uluslararası güvenlik sistemindeki başarısızlıkların sebep olduğu kontrolsüz göç ve küresel servet eşitsizlikleri, en büyük zorluklar listesinin başında geliyor. Söz konusu zorluklar ancak siyasi yelpazenin [her noktasını] kapsayan uluslararası bir koalisyon tarafından çözülebilir.

14 Mayıs'ta [kazanacağımız] zafer, Türkiye'nin Batı’ya yönelimini de eski haline kavuşturacak. Bu yönelim bir idealin yansımadır. Türkiye açısından Batı, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları (özellikle de kadın hakları) ve eşitlik anlamına geliyor. Bizim liderliğimizde toplumumuzda “öteki” olmayacak. Siyasi, şahsi, dini veya bölgesel kimliğinden ve tercihlerinden ötürü hiç kimse ayrımcılığa uğramayacak. Millet İttifakı’nın Türkiye için temel vaadi özgürlüktür ve de bu vaadimizi yerine getirip getirmemekten sorumlu tutulmaya hazırız.

Türkiye'nin Batı’ya yönelimi hiçbir komşusunu hedef alması anlamına gelmiyor; daha ziyadesinde Türkiye’nin tüm komşularıyla barış içinde bir arada yaşama arzusunu yansıtıyor. Söz konusu ortak değerler üzerinden ilerlendiğinde, Türkiye her daim Batı'nın gururlu bir üyesi olacaktır. Tüm uluslararası kurumlarda Türkiye, Batı saflarının bir parçasıdır ve bu şekilde hareket etmeye devam edecektir.

Kuracağımız hükümet bizi siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel olarak Batılı müttefiklerimize yaklaştıracaktır. Bu durumun diğer komşularımızla ilişkilerimizi baltalamasının lüzumu yok. Bilhassa Avrupa Birliği olmak üzere Batı ile Türkiye arasında çözülmesi gereken sorunlar olduğunun bilincindeyiz. Biliyoruz ki halka açık güç gösterileri, karşılıklı tehditler, şantaj veyahut sonu gelmeyen anlamsız müzakerelerle bu sorunlara çözüm bulunamaz. Bizim açımızdan uluslararası ilişkilerin akılcı bir şekilde, onurlu bir diplomasi ile yürütülmesi hayati. Hükümet olarak, AB katılım sürecini yeniden başlatmak ve Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma taahhüdünde bulunmasını sağlamak için yapıcı şekilde çalışacağız.

Bizler sadece seçimi kazanmak için değil, Türkiye'nin temel sorunlarını çözmek için bir araya geldik. Millet İttifakı Türk siyasetindeki fay kırıklarını düzeltecek, barışçıl bir şekilde Türkiye’nin yaralarını saracaktır. Kazanan sadece bize oy verenler değil, tüm Türkiye’deki yurttaşlar olacaktır.

Millet İttifakı'nın seçim kampanyasının sloganı, ünlü bir Türkçe pop şarkısına ait “Sana söz, yine bahar gelecek” sözleridir. Partilerimizin birlikteliği bu taahhüdü yerine getirecek. Ortaya çıkan menfaatler sınırlarımızla sınırlı kalmayacak; Türkiye'nin Avrupa, ABD, Orta Doğu, Rusya, Çin ve ötesiyle olan ilişkilerini de kapsayacaktır.

Neredeyse vardık. Bahar geliyor.

(soL-Çeviri)                                                   

                                                                 /././

The Economist Kılıçdaroğlu'na desteğini açıkladı: 'Erdoğan'ı devirebilirse...'

The Economist dergisi Kılıçdaroğlu'na desteğini açıkladı, '20 yıllık giderek artan otokratik yönetiminin ardından Erdoğan, seçmenler tarafından makamından ayrılma tehlikesiyle karşı karşıya' dedi.

Çevirenin notu: Seçimlere son 10 gün kaldı ve The Economist dergisi bu haftaki sayısında kapağına "2023'ün en önemli seçimi: Türkiye ve demokrasinin geleceği" diyerek 14 Mayıs seçimlerini taşıdı. The Economist'te yayımlanan analizde açık şekilde dergi, Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nu, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı desteklediğini açıkladı: "Kemal Kılıçdaroğlu'nu Türkiye'nin bir sonraki cumhurbaşkanı olarak içten bir şekilde destekliyoruz."

The Economist, Türkiye'deki seçimlerin sonucunda Erdoğan'ın devrilmesi halinde, otokratik yönetimlere karşı demokrasinin kazanabileceğinin işareti olacağını savunuyor. Kılıçdaroğlu'nun kazanmasının, Batı ile ilişkileri düzelteceği vurgulanan analizde, Kılıçdaroğlu'nun zaferinin Batı açısından anlamını "Küresel olarak, giderek daha fazla otokrat bozuntusu, güçlerini dizginleyen kuralları ve kurumları parçalayarak demokrasiyi tamamen ortadan kaldıramadan alt üst ediyor" diyerek yorumluyor. Türkiye'nin "seçim otokrasisi" sınıfına girdiğini ifade eden dergi, "Erdoğan’ın kaybetmesi, demokrasinin erozyonunun tersine çevrilebileceğini göstergesi ve bunun nasıl yapılacağının önerisi niteliğinde olacak" yorumunda bulundu.

2023 başlarında "Türkiye'nin diktatörlük yolunda ilerlediğini" söyleyerek gündem olan, her sayısında Türkiye seçimlerini konu eden The Economist'in bu sayısında açık şekilde Kemal Kılıçdaroğlu'nu desteklemesi dikkat çekici.

Çeviren: Bahadır Batur

Osmanlı İmparatorluğu padişahlarına ev sahipliği yapmış olan İstanbul’daki Topkapı Sarayı’nın altında, başka bir buyurgan lidere ait bir abide yükseliyor. Türkiye’nin ilk yerli üretim uçak gemisi TGC Anadolu, Türkiye bu yıl içerisinde dünyanın herhangi bir yerinde düzenlenecek en önemli seçim olan 14 Mayıs'ta oy kullanmaya hazırlanırken, İstanbul Boğazı’na geçtiğimiz ay indirildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kıyılar boyunca kampanya turu atan savaş gemisini göstererek yurtsever seçmeni ateşlemeyi umut ediyor. Lakin Erdoğan’ın karizması, ulu jestleri ve dağıttığı eşantiyonlar yeterli olmayabilir. 2003'ten bu yana Türkiye'yi giderek daha otokratik bir biçimde yöneten adam, yenilgiyle karşı karşıya kalabilir.

Belirttiğimiz gibi, seçim bıçak sırtında. Kamuoyu yoklamaların çoğunluğu, Erdoğan’ın küçük bir farkla arkada kaldığını gösteriyor. Kaybetmesi, küresel çapta sonuçları olacak çarpıcı bir siyasi tersine dönüş olacak. Türk halkı daha özgür, daha az korkusuz ve de zamanla daha müreffeh olacaktır. Yeni hükümet, Batı ile yıpranmış ilişkileri onaracaktır. (Türkiye bir NATO ülkesi, lakin Erdoğan yönetimi altındaki ülke Orta Doğu’da parçalayıcı bir aktör haline gelirken, Rusya ile daha yakın ilişkiler kurmaya çaba gösterdi.)  Macaristan'dan Hindistan'a diktatörlüğün yükselişte olduğu bir çağda en önemlisi, Erdoğan'ın barışçıl bir şekilde makamından atılması, dünyanın her yerindeki demokratlara diktatörlerin yenilebileceğini gösterecek.

Asya, Avrupa ve Orta Doğu arasında bir kavşak konumundaki 85 milyonluk orta gelirli bir ülke olan Türkiye'den başlayalım. Dünyanın her yerindeki otokratlar gibi Erdoğan da kötü yönetimle sınırladığı ve düzenlediği kurumları sistematik olarak zayıflatarak iktidarını pekiştirdi; öte yandan detaylı bir hükümet planına sahip altı partili bir rakip ittifak kurumları restore etme sözü veriyor.

Hemen hemen hiç kısıtlanmamış gücün birçok kötü sonucundan biri olarak Erdoğan’ın ekonomi politikaları en çok da sıradan Türklere zarar verdi. Sözde bağımsız olan Merkez Bankası’nın üç başkanını son  iki yıl içerisinde görevden alırken, beceriksiz damadını Maliye Bakanı yaptı ve o zamandan beri de Merkez Bankası’nı saçmalık seviyesinde gevşek, çılgınca bir para politikası yürütmeye mecbur bıraktı. Bu politika büyüme oranlarını oldukça sağlam bir seviyede tuttu, fakat güvenilir olmayabilir resmi rakamlara göre, geçen yıl yüzde 86 ile zirve yapan ve hâlâ  yüzde 40'ın oldukça üzerinde seyreden enflasyona sebep oldu. Seçmenler, soğan fiyatlarının iki yıl içerisinde on kat artması konusunda homurdanıyor.

Muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığını kazanması durumunda, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını geri verme ve enflasyonu tek hanelere indirme vaadinde bulundu; şans eseri olarak bu gelişme, yabancı yatırımların çöküşü de tersine çevirebilir. Lakin düzeltilmesi gereken sadece ekonomi değil.

Demokrasi de yaşam desteğine ihtiyaç duyuyor. Diğer pek çok diktatör gibi Erdoğan da uysal yasal görevlendirme kurulu aracılığıyla yargıyı kısırlaştırdı. Kısmen sindirererek, kısmen de başka bir yaygın dalavere olan önceden planlanmış satışlarla yandaşlarına geçmesini sağlayarak medyayı susturdu. 2017'de çıkarttığı kararname ile kendisine yürütme yetkisi veren anayasal değişikliklerle parlamentoyu devre dışı bıraktı; Kılıçdaroğlu bu durumu tersine çevireceği sözünü veriyor. Erdoğan'ın savcıları, uyduruk “terörizm” suçlamalarıyla aktivistlerin ve siyasetçilerin gözünü korkuttu. Türkiye'deki siyasi hükümlüler arasında, ülkenin en büyük üçüncü partisi olan ve yasaklan tehdidiyle karşı karşıya olan başlıca Kürt partisinin lideri de bulunuyor. İstanbul'un (muhalif) Büyükşehir Belediye Başkanı hapis ve siyaset yasağıyla karşı karşıya. Hükümetin eski ağırsıkletlerinin cumhurbaşkanınını eleştirmekten ödleri kopuyor; Erdoğan’ın hareketlerini fısıldayarak tartışmadan önce kimliklerinin gizli tutulmasını talep ediyorlar. Erdoğan yeniden seçilirse tüm bunlar daha da kötüye gidecek, ancak kaybetmesi halinde hızla iyileşecek.

Muhalefetin zaferi, Türkiye'nin komşuları açısından da iyiye işaret olur ve Batı için çok büyük bir jeopolitik değer teşkil eder. Bugünlerde Türkiye Avrupa'nın geri kalanından neredeyse tamamen yabancılaşmış durumda, bu karşın halen sözde AB'ye katılmaya aday konumda. AB’ye üyelik asla gerçekleşmeyebilir; Cumhurbaşkanı olması halinde Kılıçdaroğlu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarına saygı göstermeye ve Erdoğan'ın siyasi tutuklularını serbest bırakmaya söz verdi. Bu durumda Avrupa, Türkler için uzun süredir askıya alınan vize programını yeniden canlandırarak, Türkiye'nin AB'nin ortak pazarına erişimi koşullarını iyileştirerek ve dış politikada daha yakın işbirliğine giderek karşılık vermelidir.

Nüfuzlu isim giderse, Türkiye'nin NATO ile arasındaki çatlak onarılmaya başlanmalı. Türkiye’nin İsveç'in ittifaka katılımı önündeki engel kalkacaktır. Erdoğan'ın Vladimir Putin'le yakınlaşması ve Suriye'deki Kürt güçlerine yönelik saldırılarla zehirlenen ABD ile ilişkiler iyileşecektir. Bununla birlikte, yeni bir Türkiye, Erdoğan'ın Ukrayna üzerinde ipte yürüme politikasını sürdürecektir. Ukrayna'ya İHA tedarik etmeye devam edecektir, lakin Rusya'ya yönelik yaptırımlara katılmayacaktır; Türkiye turistler ve petrol konusunda Rusya’ya çok fazla güveniyor.

Bunların hepsinde daha da önemlisi, muhalefetin zaferinin her yerdeki demokratlara göndereceği ışık olacak. Küresel olarak, giderek daha fazla otokrat bozuntusu, güçlerini dizginleyen kuralları ve kurumları parçalayarak demokrasiyi tamamen ortadan kaldıramadan alt üst ediyor. Araştırma kuruluşu V-Dem, Soğuk Savaş’ın ardından 40 ülkeyi “seçim otokrasisi” olarak tanımlarken, artık 56 ülkeyi bu şekilde nitelendiriyor. Liste uzayabilir: Meksika Devlet Başkanı Andrés Manuel López Obrador, ülkesinin yargı ve seçim otoritesinin altını oymaya çalışıyor.

Mazlumlar için bir işaret

Erdoğan’ın kaybetmesi, demokrasinin erozyonunun tersine çevrilebileceğini göstergesi ve bunun nasıl yapılacağının önerisi niteliğinde olacak. Demokratik muhalefet partilerinin çok geç olmadan bu tehlikeyi fark etmesi ve birleşmesi gerekli. Hindistan'daki parçalanmış muhalefet, güçlü ve nüfuzlu başbakan Narendra Modi'nin seçimlerde oyların yüzde 37'sini alarak egemen olmasına izin verdi. Şimdiyse ana muhalefet lideri hapse girmekle karşı karşıya. Polonya'daki durum daha az vahim, lakin muhalefet de popülist iktidar partisine karşı seçimleri ardı ardına ziyan etti.

Türkiye’nin muhalefet bloğu Millet İttifakı şu ana kadar bundan çok daha iyisini yaptı. Kılıçdaroğlu biraz sıkıcı olabilir ama rakibinin tam tersine, inatçı bir uzlaşma sağlayıcı ve büyüleyici şekilde alçakgönüllü. Kılıçdaroğlu kazanması Türkiye, Avrupa ve hakiki demokrasi için küresel çapta mücadele için muazzam bir an olur. Erdoğan, göreve geldiği ilk yıllarda bazı güzel şeyler yaptı, lakin sürekli olarak gücü elinde toplaması, doğası gereği, muhakemesini ve ahlaki sağduyusunu gölgeledi. Kemal Kılıçdaroğlu'nu Türkiye'nin bir sonraki cumhurbaşkanı olarak içten bir şekilde destekliyoruz.

(soL-Çeviri)


 

SPK’dan JP Morgan’a para cezası + JPMorgan’dan seçim ve dolar senaryoları (SÖZCÜ)

 SPK’dan JP Morgan’a para cezası

Sermaye Piyasası Kurulu, ABD'nin en büyük bankası JP Morgan'a Borsa İstanbul'da piyasa bozucu eylemleri gerekçesiyle 32,8 milyon TL'lik ceza kesti.

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) bu gece yayımladığı bültende, ABD’nin en büyük bankası JP Morgan’a bağlı JP Morgan Securities PLC şirketine idari para cezası verildiğini duyurdu.

Şirket hakkında “Borsa İstanbul A.Ş. nezdindeki piyasalarda gerçekleştirilen işlemlere ilişkin yapılan inceleme sonucunda uygulanmasına karar verilen” idari para cezası miktarı 32 milyon 795 bin 908,88 TL oldu.

Eylemin aykırılık teşkil ettiği düzenleme “VI-104.1 sayılı Piyasa Bozucu Eylemler Tebliği'nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (d), (e) ve (f) bentleri” olduğu bültende aktarıldı.

Tebliğin “Emir veya işlemlere ilişkin piyasa bozucu eylemler” alt başlıklı 5. maddesinin ilgili fıkrası ve bentleri şöyle:

(1) Tek başına ya da birlikte hareket eden kişiler tarafından borsa ve teşkilatlanmış diğer piyasalarda gerçekleştirilen, sermaye piyasası araçlarının fiyatları, fiyat değişimleri, işlem hacimleri, işlem miktarları, işlem oranları, emir miktarları, emir oranları, emir iptal miktarları, emir iptal oranları veya emir gerçekleşme oranları gibi sermaye piyasalarının işleyişi veya sermaye piyasası araçlarının fiyatlarının belirlenmesiyle ilgili veriler dikkate alındığında önemli veya etkili kabul edilebilecek nitelikte;

a) Alım veya satım yapılması, hesap hareketi gerçekleştirilmesi, emir verilmesi, emir iptali veya emir değiştirilmesi,
b) Farklı fiyat kademelerine emir iletilmesi,
d) Açılış veya kapanış fiyatlarını etkilemeye yönelik işlemler yapılması,
e) Gün sonu veya vade sonu uzlaşma fiyatlarını etkilemeye yönelik işlemler gerçekleştirilmesi,
f) Fiyat yükseltici, fiyat düşürücü veya fiyatı sabit tutmaya yönelik işlemler yapılması.

                                                       /././

JPMorgan’dan seçim ve dolar senaryoları (03/Mayıs/2023)

JPMorgan'ın ekonomistleri son raporlarında Türkiye'de seçim sonrasında yaşanacak olası senaryoları ele aldı. Stratejistler, ortodoks politikalara tam dönüş veya kısmi dönüş halinde dolar/TL kurunda veya hisse senetlerinde farklı fiyatlamalar olabileceğini belirtti.

JPMorgan’ın ekonomistleri ‘Türkiye Stratejisi – Seçim sonrası senaryolar’ başlıklı bir rapor hazırladı.

Banka ekonomistleri tarafından hazırlanan Avrupa, Ortadoğu ve Afrika (CEEMEA) Strateji Raporu’nda yer alan değerlendirmeye göre, Türkiye’nin ortodoks ekonomi politikalara tam olarak dönmesi durumunda dolar/TL’nin yıl sonunda 25 seviyesinde fiyatlanacağı öngörüldü.

Ortodoksluğa ılımlı dönüş senaryosunda ise TL’nin daha zayıf seyredeceği ve dolar/TL’nin yıl sonunda 25 yerine 30 seviyesinde olacağı öngörüldü.

RAPORDA ÖNE ÇIKAN TAHMİNLER

Raporda öne çıkan satırbaşları şöyle:

* 2023’te beklenen TL değer kaybı ve vergi artışları nedeniyle yukarı yönlü risklerle birlikte enflasyonun yılı yüzde 45,7’de tamamlamasını bekliyoruz.

* Seçim sonucu ne olursa olsun makro bir düzenlemenin kaçınılmaz olduğuna inanıyoruz. 2023 yılının birikmiş dengesizliklerin, yüksek enflasyonun ve büyük cari işlemler açığının düzeltilmesinin başlangıcı olmasını bekliyoruz.

FAİZ TAHMİNİ

* Ortodoks enflasyon hedeflemesi politikalarına kararlı bir dönüş senaryosunda, TCMB’nin politika faizini mevcut yüzde 8,5 seviyesinden 3. çeyrekte yüzde 30’a çıkarmasını bekliyoruz.

* Bununla birlikte, yılın ikinci yarısında yüzde 40’a doğru daha fazla sıkılaşma ihtimali göz ardı edilemez.

* Faiz artışlarının üçüncü çeyrekte kasıtlı olarak gerçekleşmemesi durumunda, makro dengesizlikler büyüyecek ve nihayetinde bu yılın ilerleyen dönemlerinde çok daha büyük faiz artışları gerekecek.

* 2023 Türkiye için zorlu görünüyor. İlk olarak, depremle ilgili yardım ve yeniden inşa çabaları mali görünüm üzerinde baskı oluşturacak. EYT düzenlemesi, birinci çeyrekte açıklanan emeklilik maaşı ve ikramiye zamlarıyla birleştiğinde daha fazla harcama anlamına geliyor.

BÜYÜME TAHMİNİ

* Kur korumalı mevduat planının maliyeti 2022’de GSYİH’nın yüzde 0,6’sıydı, ancak mevduat faizlerindeki üst sınırın kaldırılmasının ardından artan katılım göz önüne alındığında, maliyet 2023’te çok daha yüksek olabilir.

* Zorlu bir küresel zeminde, Türkiye’deki makro dengesizlikler büyümeyi 2023’te keskin bir şekilde aşağı çekecek. 2022’de yüzde 5,6 ve 2021’de yüzde 11,4 olan GSYİH büyümesinin 2023’te yüzde 2,5 olacağını tahmin ediyoruz.

HİSSE SENEDİ TAHMİNİ

* Türkiye’de 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerden sonra oluşacak hükümetin ortodoks politikalara güçlü bağlılık göstermesi halinde MSCI Türkiye Endeksi ABD Doları cinsinden yüzde 74 artacak.

* Ortodoks politikalara ılımlı dönüş senaryosunun gerçekleşmesi halinde endeks yüzde 29 düşecek. (MSCI Türkiye Endeksi BİST 100'de işlem gören belli başlı hisselerden oluşurken bu endeks, Türkiye pazarının büyük ve orta büyüklükteki segmentlerinin performansını ölçmek için kullanılıyor.)

(SÖZCÜ)


AKP'ye oy verecekler! - RIFAT OKÇABOL/soL

 'Ülkenin geleceğini düşünen seçmenlerin AKP’nin icraatlarının ne anlama geldiğini iyi değerlendirmesi gerekiyor.'

Türkiye genel seçime gidiyor. Bu seçimde bir yandan AKP’nin 20 yılı değerlendirilecek. Öte yandan da ülkenin tek adam tarafından ya da demokratik sistemle yönetileceği belirlenecek.

AKP’nin 20 yıllık icraatları, partililerin ve yandaş medyanın kandırıcı söylemlerine karşın hiç de iç açıcı değil. Son 20 yılda ülkede yaşanan gelişmelerin önemli bir bölümü, turizm alanında yaşandığı gibi, ülkeyi kimin yönettiğinden bağımsız olan gelişmeler. AKP 20 yılda, üretime dönük hiçbir yatırım yapmadığı gibi, devlet malı olan ve her biri yaptıkları üretimle ülke ekonomisine katkıda bulunan KİT’leri yok pahasına sattı. KİT’lerin ürettiği malları şimdi çok daha pahalıya alabiliyoruz. AKP, hayvancılığı da, tarımsal üretimi de yok etti. Şimdi dışarıdan hayvan, fasulye, … ve hatta saman ithal ediyoruz. AKP, Trakya tarımını ve Marmara Denizi’ni bitirecek Kanal İstanbul inşaatından bir türlü vazgeçmiyor. AKP’nin yapmakla övündüğü otoyollar, tüneller, köprüler ve hava alanları ise, bir birim yerine millete 10 birime mal oldu. Üstelik bu yatırımlar için 10’larca yıl daha borç ödeyeceğiz.


Ayrıca;

  • Yargılamadan OHAL KHK’leri ile işten atılanlar, yargılanıp beraat ettikleri halde görevlerine döndürülmüyor.
  • Pek çok AKP’li belediyenin, belediye kaynaklarını tarikatlara ve cumhuriyet karşıtı kuruluşlara aktardığı biliniyor. Yetmiyor AKP’li Urfa belediyesi, Japonya’dan aldığı yardım parasını gerici Afganistan’a gönderiyor. AKP’li Ordu belediyesi, bir oteli 1.000 lira aylık bedelle yandaşa 29 yıllığına kiralıyor. Dış borç 20 yılda dörde katlanıyor.
  • Maden alanları, limanlar, elektrik santralleri özele devredildi. Yabancılara on binlerce ev satıldı ve satılmaya devam ediliyor. Kiralar ve ev fiyatları aldı başını gidiyor. Açlık sınırı 10 bine yoksulluk sınırı 33 bine çıkıyor. Milyonlarca emekçi ve emekli ise 7.500 lira ile geçinmeye çalışıyor. Toplumun büyük çoğunluğu, araba ya da ev almayı hayal bile edemiyor.
  • Tüm devlet kurumları, AKP’lileşti. AKP’li olmayan üst görevlere getirilmiyor. Üniversiteler gericilik üretiyor. TRT muska ve tılsımlı yüzük satıyor.
  • AKP iktidarında, kayıp çocuk sayısı, çocuk işçi sayısı, çocuk evlilikleri, çocuk istismarı ve kadın cinayetleri tavan yapmış bulunuyor.
  • AKP’li ileri gelenler, her fırsatta önüne gelen muhalif kişilere olur-olmaz hakaretler ediyor ve iftiralar atıyor.
  • Son yıllarda on binlerce esnaf ve on binlerce iş yeri iflas ediyor. TL her gün değer kaybediyor. Yoksulluk ve yolsuzluk artıyor. Toplum ayrıştırılıyor. Pek çok sanıkla içişleri bakanın fotoğraf çektirdiği görülüyor. Adalet sistemi haklıyı değil yandaşı koruyor. Ülkemizde yaşama huzuru kalmadığından yurt dışına göçenlerin sayısı her yıl on binlerce artıyor.
  • Defalarca çıkarılan imar affı ile yükselen binalar, depremde sapır sapır dökülüyor, binlerce yurttaş bunların enkazı altında kalıyor. Tüm uyarılara karşın, deprem enkazı dere yataklarına, zeytinliklere, tarımsal üretim alanlarına dökülüyor.
  • Tüm askeri okullarla askeri hastaneler kapatılıyor, deprem sonrasında en çok gereksinim duyulan sahra hastaneleri kurulamıyor. Depremzedelere, kısa sürede sağlık yardımı yapılamıyor.
  • Kızılay, kendisine hibe edilen malzemeleri satıyor. AFAD’a gönderilmiş olan yardımlar, AKP’nin seçim yatırımı olarak kullanılıyor.
  • Cami ve okullara Erdoğan’ın posterleri asılıyor ve seçim konuşmaları yapılıyor.
  • Ülkenin güvenliğinden sorumlu içişleri bakanı, halkın oyunu kullanacağı-iradesini belli edeceği 14 Mayıs’ı, sivil darbe olarak niteleyebiliyor. Yetmiyor, seçim konuşması yapacağı alana polis motosikletiyle gidiyor. Hızını alamayıp Millet İttifakının insanlarla hayvanları evlendireceğinden söz edebiliyor.
  • “1 Mayıs’ı bayram yaptık diyorlar”, emekçileri bu bayramın simgesi olan Taksim Meydanı’na yaklaştırmıyorlar.
  • ABD’nin Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını yapıyorlar, ABD başkanlarının her dediğini yerine getiriyorlar. ABD istedi diye, elinden ödül aldıkları Libya Lideri Kaddafi’nin devrilmesi için NATO’ya destek gönderiyor. ABD istedi diye birlikte tatil yaptıkları Suriye lideri Esad’a karşı Şam’da namaz kılmaya kalkışıp ülkeyi Suriye batağına sokuyorlar. ABD başkanı Trump’ın hakaret dolu mektubunu içlerine sindiriyorlar. Sonra da kalkıp “Ömrümüz emperyalizmle mücadeleyle geçti” diyebiliyorlar.
  • Cumhuriyetin tüm çağdaş değerlerini bir bir yok ediyorlar. Eğitim sisteminin laik ve bilimsel niteliğine son verdiler. Yaygınlaşan dini öğretim kurumlarında Cumhuriyet karşıtlığını işliyorlar. Ulusal bayramların kutlanmasına son veriyorlar. Çanakkale Savaşı, 30 Ağustos Meydan Muharebesi, Cumhuriyetin kuruluşu gibi önemli günlerde yapılan resmi konuşmalarda Atatürk’ten söz edilmiyor. Meydanlarda, stadyumlardan, … Atatürk adı çıkarılıyor. Her fırsatta şeriat övgüsü ve propagandası yapıyorlar. Sonra da kalkıp “Muhalefet kazanırsa, Cumhuriyet’i ve ulus devleti yok edecek” diyebiliyorlar.

Yukarıda değinilen olayların her biri, AKP’ye oy vermeme gerekçesi niteliğinde oluyor. Oysa ne yapsa AKP’ye oy verecek bir kesim var. Bu kesim;

  • AKP’den nemalananlar, ihale alanlar, hak etmedikleri halde önemli görevlere getirilenlerden,
  • AKP ile arası iyi olan tarikatların üyelerinden,
  • Laiklik, bilimsellik, toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan hakları gibi Cumhuriyetin aydınlanmacı değerlerine düşman olanlardan,
  • Çocuğu ve kadını sömürülecek varlık olarak görenlerle
  • Türkiye’nin İran’a, hatta Afganistan’a dönüşmesini isteyenlerden

oluşuyor. AKP ile organik bağları olduğu söylenebilecek bu kesime, kısaca piyasacı/gerici kesim denebiliyor. Bu kesimin, AKP’nin toplum, insan ve doğa karşıtı icraatlarını görmezden gelip beklentileri karşıladığı sürece, AKP’ye oy vereceği biliniyor. Bu nedenle İsmailağa cemaati ile Menzilciler, AKP’ye oy vereceğini açıklıyor; çağdaşlıkla derdi olan ve kadın düşmanı partiler Cumhur İttifakına katılıyor.

AKP’ye oy vermeyi düşünenlerin büyük bir bölümü ise piyasacılıkla ve gericilikle ilişkisi olmayan yurttaşlardan oluşuyor. Yoksul ve dar gelirlilerin çoğunlukta olduğu bu kesim, genelde laiklikle, bilimsellikle, insan haklarıyla, Cumhuriyetle bir sorunu olmayan kesim. Piyasacı/gerici olanların AKP’ye oy vermeleri anlaşılabilir bir durum olsa da, piyasacı/gerici olmayanların neden AKP’ye oy verecekleri bir türlü anlaşılamıyor.

Sahi AKP ile organik bağı olmayan bu kesim, neden AKP’ye oy vermeyi sürdürüyor? AKP’nin icraatlarından haberdar olmadıklarından mı, beğendiklerinden mi, yukarıda özetlenenlere inanmadıklarından mı? Bilinmiyor! Bilinen bir şey var: Ülkenin geleceğini düşünen seçmenlerin AKP’nin icraatlarının ne anlama geldiğini iyi değerlendirmesi gerekiyor.

RIFAT OKÇABOL/soL

Petrol müjdesi: ‘Rezerv ve üretim açıklamasının bilimsel karşılığı yok, verilere dayalı tespit lazım' - BAHADIR BATUR / soL-Özel

 


Enerji Politikaları Uzmanı Necdet Pamir, 'Bilimsel bir karşılığı yok. Tek kuyudan elde edilen yetersiz verilerle yapılan rezerv, üretilebilir rezerv ve üretim değeri açıklamaları, değer taşımaz' dedi.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz gün yaptığı açıklamada, Gabar Dağı'nda günlük 100 bin varil üretim kapasitesine sahip petrol bulunduğunu öne sürdü. “Cudi Gabar'da günlük 100 bin varil üretim kapasitesine sahip petrol bulduk” diyen Erdoğan, “Cizre'ye 20 kilometre mesafedeki petrol rezervi çok yüksek kaliteye sahip” ifadelerini kullandı. 

İlk kuyudan petrol çıkarılmaya başlandığını ve işlemek için rafinerilere sevk edildiğini ifade eden Erdoğan, “Bulduğumuz petrolü, bölgede açacağımız 100 kuyu ile 100 bin varillik üretim kapasitesine çıkartabileceğiz” dedi.

Belirsizlikler

Lakin Erdoğan’ın “Gabar petrolü müjdesi”ni 14 Mayıs seçimlerine iki haftadan az bir süre kalmışken açıklaması dikkat çekiyor. Erdoğan geçtiğimiz günlerde “Karadeniz gazı müjdesi”ni de büyük bir etkinlikle duyurmuş, ardından konutlara bir yıl süreyle bedava doğalgaz sağlanacağını bildirmişti. Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı olduğu bir tabloda Erdoğan’ın bu müjdeleri, dışa bağımlılığı azaltmadan çok seçim yatırımları olarak yorumlanmıştı.

Öte yandan bir kuyudan ifade edildiği gibi günlük bir varillik petrol üretimi sağlanıyor olsa dahi 100 kuyu açıldığında bunun orantısal olarak 100 bin varile çıkacağının deklare edilmesi de soru işaretlerine neden oldu.

Rezerv değeri de belirsiz

2022 yılı sonuna dönüp baktığımızda, Aralık ayında Erdoğan’ın Gabar Dağı’nda “toplamda 150 milyon varil net petrol rezervinde saha keşfedildiğini” bildirdiği açıklamasını görebiliyoruz.

Rezerv değerini yaklaşık 12 milyar dolar” olarak ifade eden Erdoğan, Şırnak'taki petrol keşfinin Türkiye’nin en büyük keşiflerden biri olduğunu söylemişti. Aynı zamanlarda Erdoğan’ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez de “Son dönemde karada yapılmış en büyük keşiflerden birisi olabilir” yorumunda bulunmuştu.

Dönmez yaklaşık 5 ay önce yaptığı açıklamada, “Orada şu anda 4 kuyuda üretim var. Beşinci kuyuda sondaj tamamlandı. Oradaki günlük üretimimiz şu anda 5 bin, 6 bin varil civarında” demişti.

‘Arap petrolü kalitesinde’ denildi

TPAO Genel Müdürü Melih Han Bilgin de yaptığı açıklamada, Gabar petrolü hakkında, “Yıllık 3 milyar dolar ekonomimize katkı sağlayacaktır. 70 milyar dolarlık toplam değeri var diyebiliriz” açıklamasında bulundu. 

"Arap petrolü kalitesinde bir petroldür" diyen Bilgin, "Komşularımızda çok yüksek verimlilikte çıkarılan petrol var. Biz onun merkezini bulduk" ifadelerini kullandı. Hedeflerinin 2 yıl içinde 100 bin varil üretime çıkmak olduğunu ifade eden TPAO Genel Müdürü Bilgin, “Bu kuyu da üretime dahil olduğunda yüzde 10'luk bir üretim katkısı sağlayacak” dedi.

Diğer yandan AKP’li İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da önceki gün yaptığı açıklamada, "Suudi Arabistan kalitesinde, Türkiye'nin en büyük petrol rezevlerinden birinin bulunduğunu" ileri sürdü. Bulunan petrolün “Arap petrolü kalitesinde” olduğuna ilişkin resmi bir veri paylaşılmadı.

Türkiye'nin toplam petrol üretimi ne kadar?

Türkiye'nin toplam üretimi ne kadar?” sorusuna Enerji Bakanı Dönmez, “Biz 1200 kuyudan günlük 65 bin varil petrol üretiyoruz” yanıtını vermişti.

Türkiye'de günlük petrol tüketimi yaklaşık 950 bin varilken, Türkiye'de petrol üretimi ise 65 bin varil civarında. Mevcut tabloya bakıldığında Erdoğan’ın açıkladığı Gabar petrol rezervleri günlük 100 bin varil üretim imkânı sağlayacaksa, bu da demek oluyor ki tek bir bölgeden Türkiye’nin petrol ihtiyacının yüzde 10’u karşılanmış olacak. Erdoğan da dün yaptığı konuşmada benzer şekilde, “Günlük tüketimimizin onda birini tek başına karşılayacak bu petrol rezervinin ülkemizin ve milletimizin hayrına olacağından şüphe yok” demişti.

2020 yılı enerji verileri incelendiğinde, en fazla üretim yapılan ham petrol kuyusu Batman-Batı Raman kuyusu olarak öne çıkıyor. Söz konusu kuyudan günlük ham petrol üretim miktarı yaklaşık 18 bin varil.

Türkiye’nin petrol ihtiyacının yüzde 10’unu karşılayabilir mi?

Ek olarak Gabar sahası ifade edildiği gibi 150 milyon varillik rezerve sahipse, dünyada 2022 yılında karalarda keşfedilen en büyük 10 petrol sahası arasında yer alacak. 2023’te bölgede günde 25 bin varile yakın petrol üretimi hedefleniyor. 2000 yılında 40 bin varil/gün olan petrol üretimi 2022'de günlük 65 bin varilin üzerine çıkmıştı. 

2023 yılında ise günlük petrol üretiminin 100 bin varile çıkarılması hedefleniyor. Mevcut verilere göre, Türkiye’nin petrol tüketiminin yüzde 10’undan fazlasının kendi üretimi ile karşılanması hedefleniyor.


Necdet Pamir: ‘Bilime aykırı siyasi bir açıklama, seçim yatırımı’


Enerji Politikaları Uzmanı, Petrol Mühendisleri Odası eski Başkanı, TPAO eski Genel Müdür Muavini Necdet PamirsoL’a verdiği demeçte seçim öncesinde açıklanan Gabar petrolü hakkında yapılan açıklamalara ilişkin ilk olarak “Bilime aykırı siyasi bir açıklama, seçim yatırımı” yorumunda bulunuyor. Necdet Pamir, gerekli olan bilimsel çalışmaların ve testlerin yapılmadan sadece bir kuyudan çıkan petrol miktarına bakarak yapılan öngörülerin gerçeği yansıtamayacağını vurguluyor.

Gabar’da petrol bulunmasının bir “keşif” olduğunun altını çizen Pamir, çıkarılacak petrolün günde 100 varil olması halinde dahi bir önem arz edeceğini, lakin denildiği gibi 100 bin varil seviyelerinin öngörülebilmesi için yeterli sayıda tespit kuyusu açıp, bunları uzun süreli test etmeden bu tür rezerv, üretilebilir rezerv ve üretim miktarı açıklamalarının, geçersiz olacağını ve mevcut durumda bu keşfin bir “bulgu” olarak kalacağını ifade etti.

Pamir bir noktayı sohbetimiz sırasında tekrar tekrar vurguladı: “Üretim potansiyeli 100 varil de olsa 200 varil de olsa prensipte bu bir keşiftir, ve geçmiş yıllardan bugüne dek, kimin emeği geçtiyse alkışlamak gerekir. Ama bunu tek bir kuyu üzerinden açıklamanın hiçbir şekilde bilimsel bir karşılığı yok."

‘Bir kuyu açıp petrole rastlarsanız bunun adı ‘keşif’tir’

Enerji Politikaları Uzmanı Necdet Pamir’in soL’un sorularına yanıtları şu şekilde:

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz gün yaptığı açıklamada, Cudi Gabar’da günlük 100 bin varil petrol üretimi sağlanacak bir rezervin keşfedildiğini açıkladı. Lakin verilere dönüp baktığımızda, Türkiye’nin (ortalama) günlük petrol ithalatının 950 bin varile tekabül ettiğini, buna ek olarak Türkiye’nin de 65-90 bin varil arasında petrol üretimi gerçekleştirdiğini görüyoruz. Erdoğan’ın açıklaması, Türkiye’nin petrol üretiminin 2 katına çıkması anlamına geliyor. Rezervin büyüklüğünün deklarasyonu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Temelinden başlayayım. Beni ilgilendiren tarafı AKP ne söylerse ‘doğrudur’ veya ‘yanlıştır’ gibi bir derdim yok. 43 senedir boyunca mesleğimde nerede yanlış varsa bilimsel olarak, iktidarda kim olursa olsun, aynı şeyleri söyledim ve söyleyeceğim; Karadeniz’deki gaz keşfi için de söyledim, Rumların Kıbrıs adasının güneyinde tek kuyu açarak iddia ettikleri “rezerv” değeri için de aynı eleştiriyi yaptım.

Bir sahada bir kuyu açıp, orada petrol veyahut doğalgaz bulgusuna rastlarsanız onun adı “bulgu” ya da “keşif”tir. Arama sürecinde, sismikte bir yapı görüyorsunuz. Sismik çalışmalar yapıyorsunuz, jeolojik etütleri gerçekleştiriyorsunuz. Toprağın altında bir antiklinal yapı görüyorsunuz– burası özelinde de söylüyorum – (bir tepe gibi düşünün) binlerce metre derinliğinde bir yapıyı sismikle görüntülüyor, jeolojik etütlerle belli varsayımlarda bulunuyorsunuz.

‘Bulgu üzerinden rezerv genellemesi yapamazsınız’

Ve burada rezervden söz edebilmek için, bir tane kuyu açıp petrolü bulduğunuzda/rastladığınızda bu bulgudan rezerv genellemesi ya da açıklaması yapamazsınız. Yaparsanız; bilimsel değil, siyasi bir açıklama olur.

Bunun bilimsel bir karşılığı yoktur. Neden? Şimdi siz belli bir noktada ilk kuyuyu deldiniz; o alan kaç kilometre kareyse bu yapıyı, daha doğrusu bu hacmi, tespit edecek başka kuyular açmanız gerekiyor. Bunların adı “tespit kuyusu”. Açıklamasına bakın TPAO Genel Müdürü’nün, ne diyor: “Tespit kuyuları açacağız”.

Necdet Pamir ‘petrol tespit çalışmaları nasıl ilerlemesi gerektiğini’ açıkladı

“Tespit” ne demektir? Sahanın bütün özelliklerini görebilmek için “birçok parametrenin tespitini yapmanız gerekiyor” - gözeneklilik, yatay ve dikey geçirgenlik, su ve petrol doymuşluğu, rezervuar itki mekanizması, vb. - demektir. İlk kuyuda gördüğünüz özellikler, saha genelinde bir devamlılık arz ediyor mu, bunun kontrol edilmesi lazım. Burada buldun, akıyor; peki ne kadar süreyle aynı debiyle akmaya devam edecek? 10 gün sonra devam edecek mi, misal 1 ay sonra devam edecek mi aynı debi…

Bilmiyorsunuz ki, çünkü arada fay olabilir yapı içerisinde, kayaç tipi değişebilir, fasiyes değişikliği olabilir. Dolayısıyla; rezerv açıklaması için yapılması gereken şey, 7-8 tane – ortalama rakam söylüyorum- tespit kuyusu açacaksınız; yapının farklı olarak gördüğünüz yerlerinde, mesela kanatlarda (flank) kuyular açacaksınız - eğer ilk kuyu antiklinalin tepe noktasında (apex) açıldı ise. Bunun ardından bu tespit kuyularını uzun süreli teste tabi tutacaksınız. Farklı akış debilerinde basıncın nasıl düştüğünü görmeli, kuyular arasında irtibat var mı bunları kontrol etmelisiniz. Örneğin, ilk kuyudan 2 kilometre ötede başka bir kuyu delersiniz, orada petrol bulamayabilirsiniz, kuru olabilir. Ya da daha olumlu bir veriyle karşılaşırsınız. Bu da olabilir.

Dolayısıyla bu peynir kalıbı değil, Allah’ın emri değil. 250-300 milyon yılda oluşmuş bir yapı. Bu ekonomik mi değil mi, yapacağınız yatırımı değer mi; bunları görmeniz lazım.

Birincisi, şu andaki bilgilerle rezerv açıklaması doğru değildir. İkincisi, “üretilebilir rezerv” kavramı var. Üretilebilir rezervi öngörebilmek için, hem öncelikle dediğim tespit kuyularını açacaksınız hem de rezervuarın itki mekanizmasını kontrol edeceksiniz tanımlayacaksınız: Örneğin petrolün altında taban suyu mu var, yanlardan mı geliyor su, su hiç gelmiyor mu, eriyik halinde ya da serbest halde gaz var mı, kontrol edilmeli. Bütün bunlar farklı itki mekanizmalarıdır. Dolayısıyla bir sahada bulduğunuz “yerinde petrol”ün, en kötü ve olumsuz bir olarak yüzde 1-1,5 kadarını alabilirsiniz; buna bir örnek Batı Raman sahasıydı. Buna yerinde petrol denir ki TPAO açıklamasında da kullanılmış bu terimi. Ama bazen olur petrol sahasının yüzde 30’unu 40’ını alırsınız. Doğalgaz sahalarında ise yüzde 60-65 seviyelerine çıktığı görülmüştür. Anladığımız kadarıyla TPAO açıklamasını yapanlar, kurtarım faktörünü yüzde 60 almışlar ki bu da son derece abartılıdır. Bu yapıda yüzde 25-30 arası bir kurtarım faktörü olabilir; aktif taban suyu itimli olduğu varsayımıyla. Ayrıca, ilk kuyuda uzun vadedeki üretimi ve basınç düşümünü görmeden, “hep bin varil/gün üretecek; 100 kuyu açarsak 100 bin varil/gün üretilecek” varsayımı gerçekçi değildir. Birileri oturuyor kilometrekarelerce uzanan, belli formasyon kalınlığı olan bir rezervuarda; her santimetrekarede aynı gözeneklilik, aynı geçirgenlik, aynı su ve petrol doymuşluğu varsayımıyla, “kibrit kutusu hesabı ile 'rezerv hesaplıyor'". Biraz! ciddiyet, biraz! sorumluluk ve - eğer kaldıysa - mesleğe de saygı gerek! 

‘Hele ki üretilebilir rezervi açıklamaya yetecek hiçbir veri yok’

"Yerinde petrolün" (original oil in place) hiçbir zaman tamamını alamazsınız. Bir kere rezervin büyüklüğünü açıklamaya yetecek yeterli bilgi yok. Hele ki üretilebilir rezervi açıklamaya yetecek hiçbir veri yok henüz. Dediklerim yapıldıktan sonra, çok daha fazla rezerv de saptanabilir. 

Bir tane kuyudan elde edilen sınırlı bilgiyle, seçim yatırımı olsun diye, bu şekilde açıklama yapmanın bir ciddiyeti yok. Benim mesleğimde, mesleğine saygısı olan yer bilimcilerin gözünde, bunun hiçbir değeri yok. Sonuç olarak, böyle bir rezervden söz edecek hiçbir bilgi (henüz) yok elimizde. Olunca biz de seviniriz.

‘100 varil de üretilse buna kimse karşı çıkamaz’

100 varil de üretse söz konusu saha, bu bir keşiftir. Bunun ekonomik değeri vardır. Dolayısıyla buna kimse karşı çıkamaz; kimin emeği geçtiyse sadece bugün değil yıllar öncesinden yapılmış bir sürü sismik çalışma var söz konusu coğrafyada; katkısı olan herkesi alkışlamak gerekir. Bütün eski sismik ve jeolojik verileri, sondaj verilerini kullanarak yeni bir değerleme yapmış olabilirsin, yeni bir keşif yapmış olabilirsin. Seneler içerisinde kimin emeği geçtiyse herkese teşekkür ederiz.

‘Türkiye’nin bugüne kadar karadaki en büyük keşfi Batı Raman’dır’

Dolayısıyla, bu sınırlı verilere dayalı olarak; “Efendim, 1 milyar varil yerinde petrol var” demenin anlamı ve karşılığı yok. Bir de TPAO ve Bakanlık açıklamalarında deniyor ki ‘Türkiye’nin bugüne kadar karadaki en büyük keşfi’ymiş. Kusura bakmasınlar ama Türkiye’nin bugüne kadar en büyük petrol keşfi, rezerv büyüklüğü itibarıyla, Batı Raman sahasıdır, yerinde petrol rezervi de 2 milyar varildir. Ve de ispatlanmıştır, 2 milyar varil yerinde petrol olduğu. Zira öyle bir tane kuyuyla değil, 300-400 tane kuyu açıldı; senelerdir de üretim sağlanıyor. 

Örneğin sizin “en büyük keşif” olarak hatırlattığınız Batı Raman’da günlük petrol üretimi 18 bin varil civarında olarak gözüküyor. 

Kaç sene olmuş ve üretim devam ediyor. Şimdi Gabar’da (Aybüke Yalçın sahası) açıklanan rezerv büyüklüğü doğru değil; belki de 5 katı büyüklüğünde bir rezerv çıkacak. Önce tespit kuyularını açın, ondan sonra bunları uzun süreli testlere tabi tutun, testlerin sonucunda tahmini bir rezerv söyleyebilirsiniz. İtki mekanizmasını gördükten, sahadaki geçirgenliğin, su doymuşluğunun, petrol doymuşluğunun nasıl geliştiğini gördükten ve hangi itki mekanizması olduğunu saptadıktan sonra; üretilebilir rezerv büyüklüğünü söylerseniz. Buna dayalı olarak da hedef üretimleriniz olabilir. 

“100 kuyu açacağım, 100 bin varil üreteceğim” demenin de (petrol) rezervuar mühendisliğinde bir karşılığı yok.

12 Eylül döneminde de benzeri yaşandı: ‘O gün şirin gözükme çabası, bugün seçim yatırımı’

Size Güney Dinçer örneğini anlatayım: 12 Eylül döneminde bir saha keşfi olmuştu: Güney Dinçer. Artezyen yapıyordu, yani pompaya ihtiyaç olmadan bir süre günde 1000 varile yakın kendiliğinden akıyordu. Kenan Evren’e de şirin gözükmek için de çağırdılar, orada tören yapılacak. Kenan Evren gitmeden bir gün önce artezyen gelişi kesildi. Dönemin Genel Müdürü’nün Güney Dinçer-1 kuyusunun (keşif kuyusu) ardından yaptığı açıklaması şuydu: “Buradan günde 1000 varil geliyor, 35 varil açacağız. Bu saha da 35 bin varil bize üretim verecek”. 

Bakın bugüne benzer bir kafa yapısı, nedeni de belli. Aynı bugün nasıl siyasi olarak seçime yönelik bir yatırımsa, o zaman da 12 Eylül yönetimine şirin gözükme çabasıydı. Ama böyle bir şey yok. Bir kuyunun diğer bir kuyuyla mutlaka aynı özellikleri göstermesi de beklenemez. Adama tören yapacağız dedikleri için bir düzenek kurup başka taraflardan petrol fışkırttılar. Bugünün sahte temel atma törenleri gibi…

Sonra da sahada başka kuyular açıldı. Güney Dinçer sahası tarihçesinde, en fazla günde 3 bin varil üretti (35 bin varil yerine!) ve şu anda günde 40 varil üretiyor tüm saha.

Sonuç olarak; öncelikle tespit kuyuları açılması lazım Gabar’da. Yazmışsınız açıklamanızda yazınıza “tespit kuyuları açacağım” diye… İyi de tespit kuyusu açmadan nasıl rezervi açıklayabiliyorsun? Adı üstünde tespit kuyusu, rezervini ve üretilebilir rezervini, itki mekanizmasını belirlemek için açılır. Sen bunları yapmadan açıklıyorsun. Önce tespit et; sonra açıkla… Yaptıkları bilime tamamen aykırı, siyasi bir açıklama. 

‘Petrolde yüzde 92, doğalgazda yüzde 99’un üzerinde dışa bağımlıyız’

Keşfedilen petrol sahasındaki rezerv Türkiye’nin petrol ihtiyacının hatırı sayılır bir bölümünü karşılayabilir mi? En azından açıklandığı üzere -TPAO Genel Müdürü Bilgin bu şekilde ifade etti - yüzde 10’unu karşılar mı?

Açıklanan rezerv ve üretilebilir rezerv, belirttiğim nedenlerle henüz geçerli bir değer ifade etmediğinden, yorum yapmanın anlamı yok. Türkiye’nin bağımlılığı açısından da bu “rezerv”i şu tabloda inandırıcı görmediğim için, bunun üzerine “günde 100 bin varil üretilecek, bu yeter mi yetmez mi?” diye sormanın anlamı yok. Tabii ki tek başına günlük 100 bin varil olsa bile yetmez bizim bağımlılığımız açısından.

Türkiye petrolde yüzde 92 oranında dışa bağımlı, doğalgazda yüzde 99’un üzerinde dışa bağımlıyız. Her bir varil önemlidir. Lakin ortada net olarak günlük 100 bin varil diye bir şey de yok. 

Önce benim dediklerim yapılmalı, olur ya, belki de günlük 200 bin varil de üretilebilir. 

Türkiye’de daha önce yapılmış saha çalışmalarında bu seviyede veya daha fazla boyutta petrol çıkmasının beklenildiği bir alan var mı?

Batı Raman’da 2 milyar varillik yerinde petrol miktarı keşfedildi zamanında. Ama öyle ağır bir petroldü ki (12 API) bunun ancak yüzde 1,5’ini konvansiyonel üretim yöntemleriyle elde edebiliyorduk. Sonra karar verdik, sahaya karbondioksit basarak, kurtarım faktörünü yüzde 1,5’ten yüzde 10’ların üzerine çıkardık. Yani yerinde petrolün, yüzde 1,5’i yerine yüzde 10’undan fazlasının üretilebilmesi sağlandı. Bu da ayrı ve çok başarılı bir projeydi. 

‘Gülünç bile değil, utanç verici’

Ancak bugün bulunanı “bugüne kadar, Türkiye’de karadaki en büyük keşif” diye pazarlamaya kalkmanın anlamı ve geçerliliği yok. Bin varillik saha da bulunsa ben alkışlarım, kimin emeği geçtiyse. Ama böyle gereksiz, kendini bir milat olarak ilan eden açıklamalar, yakışıksız, gereksiz ve gülünç oluyor. Hatta gülünç bile değil, utanç verici oluyor. 

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da TPAO Genel Müdürü Bilgin de açıklamalarında Gabar’da bulunan petrolün “Arap petrolü kalitesinde” olduğunu iddia ettiler. O vakit bu açıklamaları da tasdik eden bir veri yok elimizde?

Petrolün kalitesi farklılık gösterebilir. Petrolün spesifik bir gravitesi var; kimisi asfalta yakındır (Batı Raman örneği), kimisi suya yakındır; hafif petroldür. Yani ağır petrol vardır, hafif petrol vardır, kükürtlü petrol vardır kükürtsüz petrol vardır. Dolayısıyla oradan gelenin spesifik gravitesinin suya yakın olması, yani hafif petrol olması olumlu bir özelliktir. Ama ne rafine edilmeden kullanılabilir, ne de bir şeyin göstergesidir. “Kaliteli” demek istemişlerdir.
Hafif petrolse iyi, kaliteli petrol “keşfedilmiştir”. Tekrar ediyorum: Yapılan işin adı “keşif”tir. Rezerv değildir, rezerv denilmesi için dediklerimin yapılması ve ne kadar üretilebileceğinin ortaya konması gereklidir.

‘Seçim yatırımı olarak böyle palavradan verilere dayalı analiz yapılmaz’

Seçim arifesindeyiz. Son 10 gün içerisinde hem gaz hem de petrol “müjdeleri” duyduk. Seçimin ardından bu “keşifler” ve açıklanan boyutlar unutulacak mı? Siz bu müjdelerinin sadece birer seçim yatırımı olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Abartılıyor; bir keşif var ortada ama bunun miktarının ne olduğu belli değil. Eğer gerçekten işi bilen insanlar yönetime gelirse, bilimsel yöntemlerle bakılacaktır. Yapılacak yatırım, elde edilecek gelire değecek mi? Değerse, yatırımlar sürdürülür. Yeraltı kaynakları halkın malıdır; AKP’nin ya da herhangi bir siyasi partinin değil.

Hiçbir şey suya yazılmıyor, orada bir keşif var. Bakılır, yeni kuyular açılır. Bir Esma Çevik Petrol Sahası keşfi var, onun kuzeyine doğru çıkıldı. Yeni bir keşif açıklandı: Buraya da Aybüke Yalçın Sahası denildi. Bunun üzerinde de iki tane potansiyel antiklinal yapı daha var. Yani kuzeye-kuzeydoğuya gittikçe iki yapı daha var. Mutlaka buralara bakılacak. Aramamız lazım. Ama abartısız, bilime uygun olarak…

Öyle bir şey olur ki üretilebilecek rezerv, deklare edilenin 2 katına çıkar. Ama önce doğru rezerv hesabı yaparsın, üretilebilir rezervini doğru belirlersin, itki mekanizmasını görürsün ki ne kadarını alabileceğini bilesin. Ondan sonra hesabını kitabını yaparsın, yapacağın yatırım üreteceğin petrole değiyor mu, değmiyor mu diye. 

Ya da diyelim ki petrol fiyatları çok düşük seyrediyordur; sahayı geçici olarak terk edersin; uygun koşullarda yeniden değerlendirmek üzere… Veyahut petrol fiyatı çok yüksektir, hemen yatırıma başlarsın. 

Bu projelere, bilime uygun yöntemlerle yaklaşılması gerekiyor. Seçim yatırımı olarak böyle sınırlı ve bilerek şişirilmiş verilere dayalı analiz yapılmaz.

Tabii ki üzerine gidilecek. Böyle bırakılmaz. Öbür iki yapıya da gidilmesi lazım. Neden bırakılsın? Bunlar bize ait, ülkenin. Kimsenin babasının malı değil.

‘Tespitler için en azından bir yılın üzerinde zamana ihtiyaç var’

Petrol rezervinin belirlenmesinin, üretilebilir rezervin hesaplanmasının, saha çalışmalarını yapılmasının ne kadar süre içerisinde yapılması gerekiyor? Öngörülebilir hale gelmesi için ne kadar süre gerekiyor?

Ortalama 1,5-2 ay deseniz bir sondajı, sizin burada en azından 7-8 kuyu açmanız gerekir. Kaç kule çalıştırdığınıza bağlı. Belki en kısa olarak bir sene içinde doğru tespit yapılabilir, belirttiğim gibi 7-8 kuyu açıp onları uzun süreli test edeceksiniz. Uzun süreli testten kasıt birkaç saat değildir, sadece bir kuyunun testi birkaç ay sürebilir zaman zaman. 

Tespitler için en azından bir yılın üzerinde zamana ihtiyaç var, ondan sonra nihai kararı verirsiniz. Doğru verileri açıklarsınız. 

‘Seçim yatırımı olduğu açık’

Her yeni kuyu açıldıkça, üretim yapıldıkça yeni bilgiler elde edersiniz. Bu sayede sürekli olarak bilgilerinizi güncellersiniz. Modellemelerinizi daha iyi hale getirirsiniz. Yapılması gereken budur. Kalkıp bir kuyu açıp rezerv açıklamak diye bir şey yok. Seçim yatırımı olduğu açık.

Tekrar ediyorum, günde 100 varil dahi üretsek bu bir bulgudur, alkışlamak lazım. Ama bu gerçekten yeterli bir rezerv mi değil mi görelim, sonrasında daha çok alkışlarız. Bu sayede meslektaşlarımıza iş imkânı açılır, dışa bağımlılığımız yüzde 1 bile azalsa bu da alkışlanır. Ama bunun hesabı kitabı doğru ve abartısız yapılmalı. 

Kimsenin babasının parası değil, vergi mükelleflerinin vergilerini kullanıyorsunuz Yatırım kararı, doğru verilere dayalı olarak, büyük bir sorumlulukla verilmelidir.  Bu iş Karadeniz’deki doğal gaz keşfi için de geçerli.

‘Çıkıp farklı bir şey söyleyince tanımlar değişmiyor’

Sizin öngörüleriniz neler?

Bakın “bunlar (AKP) ne yaparsa, ben ona karşı çıkacağım” diye bir derdim yok. Ben daha önceki hükümetler döneminde de benzer yanlışlıkları ya da bilinçli sorumsuzlukları eleştirdim. ANAP döneminde Mavi Akım’ı Türkiye’yi Rusya’ya daha fazla bağımlı hale getirecek diye, ayrıca Samsun – Ankara boru hattı ihalesiz yaptırıldı diye de eleştirdim. Yurtdışındaki bazı projelerde, eksik ve doğru olmayan rezervuar verilerine dayalı yapılan yatırımlara da karşı çıktım. Zaman, haklılığımızı gösterdi. Benim söylediklerim ülkenin çıkarlarıyla ilgili. Beni o parti bu parti ilgilendirmiyor açıkçası.

Benim yaptığım açıklamalar ve kullandığım terimler; uluslararası kuruluşların, yani yer bilimcilerin ortak çalışmalarıyla ortaya konulmuş Petroleum Resources Management System adlı raporu ile birebir uyumludur. Bu raporda, American Association of Petroleum Geologists, Society of Petroleum Engineers’ın, jeofizikçilerin, vb. hepsinin ortaklaşa çıkardıkları ve en son 2018’de güncelledikleri tanımlar var. Keşif nedir, rezerv nedir, üretilebilir rezerv nedir; bunların tanımları var. TPAO’nun mevcut genel müdürü, bakan ya da cumhurbaşkanı, bu tanımlara aykırı olarak, “kendilerince” farklı şeyler söyleyince, onların dedikleri geçerli olur diye bir şey olamaz değil mi? 

BAHADIR BATUR / soL-Özel

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -22 Haziran 2025-

  Fatih Altaylı’nın tartışılan videosundaki 1,5 dakika ayrıntısı -Eray Özer- Aldığımız bir bilgiye göre Altaylı’nın pazartesi günü hakim kar...