Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 30 MART 2024 -

 


Ense Tıraşını Göreceğiz (Işık Kansu)

Öyle görünüyor ki yarın yapılacak yerel seçimlerin birkaç sonucu olacak:

Başta Adana, Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin olmak üzere önemli illeri yeniden yitirecek olan kibir timsalinin ense tıraşını seçim sonrası hep birlikte izleyeceğiz.

“Sakın bizi bırakıp gitme” diye ağlaşan ortakları ile birlikte siyaseten çok sıkıntıya düşeceği kesin. Çoluğu, çocuğu, damatları, ihalecileri, yağdanlıkları, iliştirilmiş medyası, debdebesi, büyüklenmesi, kini ve de en önemlisi ekonomistliği ile baş başa kalacak.

2023 seçiminde yaşadığı gerileme, geçmişte birlikte yola çıktıkları ile giderek ayrışması, ittifak ortaklarıyla bile benci tutumu yüzünden uzaklaşması sonucu beliren yalnızlaşma; giderek dalga dalga bürokrasi, parti örgütü ve meclis grubuna yansıyacak.

Yerel seçimler öncesi miting alanlarında karşı sloganlar, çığlıklar ve pankartlarla tanık olduğu korku duvarını aşma örnekleri ile daha çok yüz yüze gelecek.

İktidarının gölgesinde beslediği tarikat, cemaatler ve hiç kuşkusuz müzmin ihaleciler, çıkar kapılarının artık kapanmaya yüz tuttuğunu görünce çark edecekler.

Çünkü halk bir kere, “Hadi yürü, anca gidersin” dedi mi, ne zart zurt kalır ne böbürlenme ne de koltuğa yapışma...

CHP açısından da büyük kentlerin kazanılması başka bir ortam yaratacak:

CHP, kendi ilkelerinden ödün vermeden, seçim boyunca dile getirdiği “Türkiye ittifakı”nı, başka bir partiyi yanına almadan tek başına sağlamış olacak.

Bir başka anlatımla, Cumhuriyeti kuran siyasal örgüt olarak CHP, yeniden ulusal birliği oluşturan, yurttaşların büyük çoğunluğunun iradesi ile çoğulcu demokratik sistemi yerine oturtan, Cumhuriyet rejimini onarma görevini üstlenen bir konuma ulaşacak. 

Yerel seçimler sonrası, AKP’nin çoğunluğu sağlayıp anayasayı değiştirerek dinsel bir meşruti monarşiyi tam anlamıyla yaşama geçirme tasarımı ise suya düşecek.

Öyleyse, haydi sandığa...

TAŞERONUN KIYIMI

Rusya’da sivilleri hedef alıp toplu öldürüm gerçekleştiren IŞİD (IrakŞam İslam Devleti) adlı terör örgütünü bölgenin başına bela eden ABD’dir.

ABD’nin Irak’ı işgal sürecinde, Irak ordusundan uzaklaştırılan askerlerin çoğunluğunun katılımıyla ve ABD’nin bölgeye getirdiği silahlarla kuşanarak kurulmuş olan IŞİD, her ne kadar ilk dönemlerinde ABD karşıtı bir çizgi izlese de bugün onun taşeronu konumundadır.

AKP’nin de büyük desteği ile ABD ve diğer sömürgen ülkelerin çıkarları doğrultusunda Irak ve Suriye’de istikrarın bozulmasından yararlanarak on binlerce militan ve milyonlarca dolarlı kaynağa sahip bir örgüt haline gelen IŞİD, Ortadoğu’da tıpkı PKKYPG gibi ABD’nin bölge ve petrol çıkarları için paralı askeri, vurucu gücü durumundadır. 

Rusya’daki son eylem de ABD ve ortaklarının, Rusya ile doğrudan dalaşmamak için yarattıkları Ukrayna bunalımı/savaşının bir boyutu olarak görülmelidir.

Bu büyük emperyalist didişme, her zaman olduğu gibi, masum insancıkların topluca ölümüne yol açmıştır.

                                                /././

AKP’nin Amerikan açılımı (Mehmet Ali Güller)

Seçime üç kala, Ankara-Washington hattında dikkat çeken temaslar yaşanıyor.

ABD Temsilciler Meclisi Silahlı Hizmetler Komitesi heyeti Ankara’da. Komite başkanı Mike Rogers, kıdemli üye Adam Smith ile üyeler Salud Carbajal ve Veronica Escobar, sırasıyla Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, TBMM Milli Savunma Komisyonu Başkanı Hulusi Akar ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’la görüşüyor.

Öte yandan Dışişleri Bakan Yardımcısı Mehmet Kemal Bozay, ABD Temsilciler Meclisi’nde enerji, ticaret, mali hizmetler ve bütçe komiteleri mensuplarından oluşan bir heyetle görüşüyor.

Tarafların açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla toplamda Erdoğan’ın 9 Mayıs’ta ABD’ye yapacağı ziyaretten Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğine, Ukrayna’dan Gazze’ye, Karadeniz’den Akdeniz’e, Yunanistan’dan AzerbaycanErmenistan konusuna, PKK/YPG’den IŞİD’e, F-16’dan enerji güvenliğine neredeyse her konuyu ele almışlar. Sanırsın Temsilciler Meclisi üyeleri değil, ABD hükümetinin bakanları!

ERDOĞAN’A AÇILAN KAPI

ABD heyetinin Türkiye’nin güvenlik kare ası durumundaki Akar-Güler-Fidan-Kalın dörtlüsü ile görüşmüş olması pek çok açıdan dikkat çekici. Bu dörtlü, belki de AKP içinde Türk-Amerikan ve NATO ilişkilerinin en hararetli savunucuları durumunda...

Bu dörtlünün özellikle İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanması sürecindeki rolleri, Meclis adına muhataplarına söz vermeleri, fazlasıyla dikkat çekiciydi.

Nitekim, ABD’nin talebiyle İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanması, öncelikle F-16 satışı kapısını açtı. Erdoğan şimdi o kapıdan geçerek 9 Mayıs’ta ABD’de, dört yıldır istediği şekilde, Beyaz Saray’da Joe Biden ile görüşmeyi umuyor.

SAVUNMA VE EKONOMİ KAPANI

Arada olanlar mı?

ABD yatırım bankası JP Morgan, “Türkiye’yi 2024’ün potansiyel büyük hikâyelerinden biri olarak görüyoruz” dedi. Bir diğer ABD yatırım bankası Goldman Sachs, seçim sonuçlarından bağımsız olarak Türkiye’de hem parasal hem de mali politikanın devam edeceğini raporladı. Kısacası ABD finans kapitali, 31 Mart sonrası için Erdoğan’a göz kırptı.

Ve yine bu süreçte ABD’nin talebiyle Türk-Yunan normalleşmesi başlatıldı, Doğu Akdeniz’deki “Mavi Vatan” tutumundan geri adım atıldı, 7 Ekim’den bu yana İsrail’e yüksek perdeden sözlü tepki gösterildi ama uygulamada örneğin ticaretin kesilmesi konusunda en ufak adım atılmadı.

Savunma Sanayisi Başkanı Haluk Örgün, 18 Şubat’ta Antalya’da yaptığı konuşmada, başkanlık bünyesinde bir “NATO müdürlüğü” kuracaklarının “müjdesini” verdi. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli, 13 Mart’ta yaptığı açıklamada, stratejik mekanizma altında “Türkiye-ABD Savunma Ticareti Diyaloğu” grubu kurduklarını duyurdu. Ve en önemlisi; NATO’nun yeni planlamalarında Türkiye’ye önemli roller verildi.

31 MART TAKTİĞİ Mİ, MAYIS PROGRAMI MI?

Açık ki son aylarda ortaya çıkan bu tablo, yeni bir duruma işaret ediyor. Siyasi ve ekonomik nedenler, Erdoğan’ı yeniden bir “Amerikan açılımı”na itmiş görünüyor. Bunun ne kadarının gönüllü ne kadarının zorunlu olduğu ayrıca tartışılır.

Kuşkusuz Türkiye’de her “Amerikan açılımı”, aynı zamanda “Kürt açılımı” ve “yeni anayasa açılımı” potansiyeli de taşır. Baksanıza, Erdoğan daha dün oy veren kitlesini bile hedef aldığı DEM Parti’nin yönetimine bugün “Parti yönetimi ülkeye ve kendi tabanına siyasi irade sahibi olduğunu ispatlamalı” çağrısı yapıyor; TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş “yeni anayasa” için hazırlıklara başlıyor.

Peki Erdoğan ve Kurtulmuş’un hamleleri 31 Mart seçim taktiği mi, yoksa “mayıs programı”nın adımları mı? Göreceğiz.

                                                   /././

Hisseli seçim kumpanyası (Miyase İlknur)

İki gün sonra yapılacak seçime yönelik öyle bir seçim kampanyası dönemi geçirdik ki uzun yıllar belleklerden silinmeyecek türden. 

Ne çok ilk yaşandı bu dönemde. Saymakla bitmez. 

Bir partinin adaylaştırmadığı isimleri rakip partinin havada kapıp aday yapması geçmiş seçimlerde de yaşanmıştı. Ama bu seçimde “Partimizden adam aparıyorlar”“Bizim eskilerimizi bize karşı kullanıyorlar” suçlamaları bu kadar havada uçuşmamıştı doğrusu. 

Adayların seçim afişlerinde partilerinin amblemlerine ve genel başkanlarının resimlerine yer vermemeleri de bu seçime özgü bir durum. Geçmişte sadece Bedrettin Dalan, yolsuzluklarla anılan yıpranmış partisi ANAP’ın amblemine yer vermeyerek seçimi kazanacağını ummuş ama hezimete uğramıştı. Bu kez hem iktidar hem muhalefetten pek çok aday, Dalan’ın yöntemini izledi. Umarım akıbetleri Dalan’a benzemez. 

Bu seçimin bir başka ilginçliği de başka partilerin seçime girip girmemeleri konusunda diğer partilerin kendilerini karar verici konumda görmeleri. YRP’nin büyükşehirlerde seçime girmesi CHP’nin yüreğine su serperken DEM’in metropollerde kendi adayını çıkarması AKP’nin umudu oldu. Birbirlerinin rakiplerine alkış kıyamet, aynı havuzdan oy alanlara “Bölücü” hakaretleri gırla gidiyor. 

MEDET YA DEMİRTAŞ

AKP cumhurbaşkanı seçimlerinde yaptığı gibi, bir yandan DEM Partisi ile işbirliği yaptığı için CHP’yi PKK ile iş tutmakla suçlarken diğer yandan da haksız hukuksuz yere içeride tuttuğu ve “İmralı’dakine hesap vereceksin” diye tehdit ettiği Selahattin Demirtaş’tan mektup bekliyor. DEM Partisi ise “Bizim adaylarımız var. Kendi adaylarımızı destekliyoruz” diyor ama ortada aday yok. Adaylar kendi seçim bölgeleri dışında zaten DEM Parti’nin kazanması kuvvetle muhtemel yerlerde seçim çalışması yapıyor. 

Bir pandomim de adayların mal varlıklarını açıklamasıyla koptu. İlk olarak mal varlığını açıklayan ve diğer adaylara da mal varlıklarını açıklamaları için çağrı yapan Mansur Yavaş durup dururken icat çıkardı. Ne gerek vardı mal varlığı açıklamaya ve diğer adayları da buna zorlamaya. Cümle âlem biliyor ki mal varlıkları listesinde olanlar devede kulak. Hangi siyasi ya da belediye başkanı mal varlıklarını kendisinin ya da eşinin üstüne yapar ki? 

Ha, geçmişte yakınlarının ve dostlarının üzerine yapan şaşkın belediye başkanlarını biliyorum. Sonradan emanetçileri bu malları geri vermediğinde nüzul inip hastanelik olanları da... 

ALLAH’IN YEDİEMİN SEÇTİĞİ AİLE

Mal varlığı tartışmaları sayesinde Londra’da daire, Antalya’da arsa birim fiyatları konusunda emlakçı kadar bilgi sahibi olduk. Bir de Allah’ın en güvenilir emanetçisinin Turgut Altınok olduğunu bu vesileyle idrak ettik. Sadece kendisi değil kardeşleri ve cümle sülalesinin de yaradan tarafından yediemin seçilmesi de ne gurur verici değil mi? 

Sanırım peygamberlikten sonraki makam Allah’ın yediemini olmak herhalde. Düşünsenize koca İslam coğrafyasında emanetçi olarak bula bula Altınok sülalesini bulmuş. 

Seçim olur da videosuz, sahte pankartsız, afişsiz olur mu? 

Çok şükür siyasilerin porno videoları artık out; onun yerine sahte afişler, pankartlar ve gizli kamera kayıtları in. 

Kılıçdaroğlu’na yapılan ayıp 

KILIÇDAROĞLU’NA YAPILAN AYIP

17/25 Aralık operasyonunda telefon görüşmeleri, video kayıtları FETÖ tarafından piyasaya sürülünce önce bunlara montaj, sonra da yasal olmayan şekilde elde edilmiş deliller dendi. Ama söz konusu CHP olunca gizli ve uzun süre şantaj malzemesi olan görüntülerden dava açılabiliyor. 

Bu görüntülerin de pek işe yaramadığı anlaşılınca bu kez “Kılıçdaroğlu Gönüllüleri” adına “İmamoğlu’na oy yok” pankartları çeşitli ilçelere asılıyor. Bunu AKP’nin yaptığını çocuk bile anlarken CHP içinde ya da medyada yeminli Kılıçdaroğlu düşmanları hemen üzerine atlıyor. Merzifon eşeği, utanmaz, pişkin gibi hakaretlere maruz kalan Kılıçdaroğlu’nun en son ölümü için duaya bile çıkılmış demek ki o da sert bir yanıt verdi sosyal medya hesabından. 

Edep yahu!... 

Çok ilginç bir seçim kampanyası dönemi geçirdik. Umarım seçim günü yeni ilginçlikler yaşamayız.

                                                    /././

Seli önlemek için ırmak kenarına cam döşediler (Murat Ağırel)

Bartın’da yaşayan bir arkadaşım, Bartın’da ırmak kenarına yapılan bazı çalışmaları gönderdi ve anlattı. İşin gerçeğini dinleyene kadar sevinmiştim. 

Hatırlarsınız çok yakın zamanda Bartın’da yoğun yağmur yağışı nedeniyle sel felaketi yaşanmıştı. Bir daha yaşanmaması için alınan tedbirlerdir diye düşündüm ilk başta. 

Ancak anlaşılan durum farklıymış. 

Bartın Irmağı, Bartın Çayı Doğal Sit Alanı “nitelikli doğal koruma alanı” olarak 2020 yılında tescil edilmiş. Karar alınırken de ırmağın koruma amaçlı imar planları oluşturulmuş. Hatta ırmak etrafına tesisler de yapılarak turizm hedeflenmiş. 

İmar planı yapım işi için de aynı yıl ihale açılmış ve 137 bin Türk Lirası ödenerek Özok Planlama adlı firmaya iş verilmiş. 293 hektarlık alanın planlaması yapılmış. 

Umut edilen ve tasarlanan Bartın’ın Venedik gibi olması diye valilik açıklama da yapmış. 

Kafam karıştı tabii. Sel, taşma olmasın diye ırmağın ıslahı derken bambaşka işler başlamış. 

Bartın Irmağı ve yan kollarının olası sel ve su taşkını gibi afetlere karşı önlem oluşturması için ıslah edilmesi amacıyla etap etap bir çalışma gerçekleştirileceği kamuoyuna açıklanmış. Ardından da hemen işe başlanılmış. 

4 Ocak tarihinde Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından ırmağın birinci kısmındaki inşaat işlerinin yapılması için bir ihale açılmış. 

İhale “pazarlık” usulü yapılmış yani 21/b ile. Deprem, sel, yangın vb. durumlarda kullanılacak yöntem ile yani. “Eee Bartın’da sel oldu bu maddeye sığınalım” denmiş. 

İhale yapılmış ve 21 Ocak tarihinde de sözleşmeye bağlanmış. İhale bedeli 464 milyon Türk Lirası. Bitiş tarihi 18 Kasım 2023. 

Ne var bunda ne güzel işte çalışma başlamış, diyorsunuz. 

Haklısınız, haklısınız da yapılan iş ırmak kenarındaki yerlere “cam daraba” ile başlamış. Evet bildiğiniz cam set yapılıyor ırmak kenarına! 

Eee haklı olarak Bartın halkı soruyor: 

Yapılan işlerin olası bir taşkın ya da sel afetini ve onun etkilerini azaltmada nasıl bir faydası olacak? 

CHP milletvekili Aysu Bankoğlu da ırmağın Türkiye’nin ender ekosistemlerinden biri olduğunu dile getirerek sorular sormuş: 

“Bartın Irmağı’nın ‘kesin korunacak hassas alan’ statüsünün, 2020 yılında ‘nitelikli doğal koruma alanı’ statüsüne indirildiğini biliyoruz. Şimdi ise ırmakta inşaat çalışmaları yapılıyor. Böyle nadir ve özel alanlara verilen tahribat ekolojiyi ve kültürel varlığı çok ciddi şekilde ve belki de geri dönüşsüz bir şekilde etkiliyor. Peki, Bartın Irmağı’nda sürdürülen inşaat çalışmalarının ırmağın ekosistemine zarar vermesi durumunda sorumlu kim olacak?” 

CHP’li Bankoğlu uyarısının devamında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki’ye sorular da yöneltmiş. 

Özetle şunları soruyor: 

“Bartın Irmağı ve çevresinde yapılması öngörülen projeye ilişkin herhangi bir bölge komisyonu raporu, görüşü veya kararı var mıdır? 

Proje kapsamında şirketlerin yaptığı çalışmalar nelerdir? Onay kararı olmaksızın yapılan bu çalışmaların, ‘nitelikli doğal koruma alanı’ olarak ırmağa vereceği tahribatın sorumluluğu hangi kişiler veya kuruma aittir? 

Son beş yılda, bahsi geçen ihaleyi alan firmalar 21/b olarak bilinen pazarlık usulüyle gerçekleştirilen Bartın başta olmak üzere diğer şehirlerde hangi ihaleleri almıştır? 

Proje kapsamında, ırmak kenarlarına kaldırımdan başlayarak bir metreye yakın yükseklikte bir duvar örülmesi ve cam kapak yapılması şeklinde bir ıslahın tercih edilmesinin sebebi nedir? 

Gerçekten ırmağın kenarına yapılan bu cam darabaların selleri önleyeceğini düşünüyor musunuz? Bununla ilgili bir tespit var mı?” 

Ben konunun uzmanı olmadığım için yorum yapmayı uygun bulmadım. Ancak yapılan uygulama ve ihalenin şekline bakacak olursak biraz “yangından mal kaçırıyormuş” gibi bir durum var ortada. 

Ayrıca ilk defa selleri önlemek için ırmak kenarına cam setler yapıldığını duydum. Takdir kamuoyunun.

                                                /././

Soluksuz, iğneyle kuyu kazılmış araştırmalarıyla Prof. Dr. Suat Gezgin (Şükran Soner)

“Bilim insanı, hele de araştırmacı gazetecilik eğitimciliği üzerinden yapılıyorsa, öğrenci yetiştirebilme, hele de doktora çalışmalarında yol göstericiliğin işlevsel olabilmesinin başkaca bir yolu da olamayacağına göre, doğal bir durum değil mi?” der gibi söyleniyor olabilirsiniz.

Günümüzde çoğunluğun profesörlük unvanlarının, dipnotlarla doldurulmuş, alıntılarla donatılmış “araştırmalarıyla” doktora sınavlarını kazanarak bilimsel kariyer unvanlarını yükseltmekte oldukları gerçeğinin bilincinde olarak... Üniversitelerimizin giderek derinleşen çok boyutlu sorunlar yumağında, eğitimsiz diplomalı gençleri toplumun içinde yaşam savaşımına attıklarının sonuçlarını, sorunlarını yaşıyor, bedellerini hep birlikte ödüyorken...

Prof. Dr. Metin Kutal’ın öğrencisi olarak, önce İLO’nun kuruluşunu sağladığı enstitünün mezunu olarak benim gazeteciliğe başlamam sonrası hiç kopamadığım, basın yayın fakültesinden sadece iki değerli, hayranlıkla izlediğim Kutal’dan sonra ikinci kişi Prof. Dr. Suat Gezgin olmuştu. İLO’nun zengin katkıları üzerine, ikisinin birden arka arkaya gelen çabaları ile araştırma, öğrenci, bilim insanı yetiştirme donanımındaki gelişmelerin boyutlarını her gittiğimde hayranlıkla izliyordum.

Bizim hocaların daktilo üzerinden gazete çıkarabilmemiz için kullanmamıza verdikleri dönemlerden sonrasında, öğrencilerin yetiştirilmesi olanaklarında, teknoloji devrimi niteliğinde yapılanlar ile araştırma olanakları sunumunda yok yoktu. Yakın tarihlerde övgüye değer çalışma duyamadığımız gibi, sağlanmış olanakların uçup gittiğini gerçekleriyle de yüzleşiyoruz.

                                                    ***

Suat Gezgin’in emeklilik sonrası önce Galatasaray, sonrasında Yeditepe üniversitelerine geçiş yaptığından haberliydim. Son iki koca cilt, Osmanlı dönemi ile Cumhuriyet dönemi İstanbul basınının saymaktan yorulduğum akla gelebilecek her yönlerine ilişkin profesörlerden başlayan her kademeden doktoralı uzmanın çalışmalarını, İBB yayımlamayı üstlenince, Cumhuriyet Kitap sayfasında paylaşmayı gönüllü görev bilmiştim. Cumhuriyet YouTube yayınında konuğumuz olurken elbette, geçmişten de parça parça bildiğim yurtiçi, uluslararası araştırmaları, bilimsel çalışmalarını bir kez daha bütünlük içinde paylaşma olanağını bulduk.

Elbette gazetecilik tarihimiz, onurlu araştırmacı gazetecilikte örnek işler, kişiler ile utanılası sahibinin sesi, kirli çıkar ilişkilerinin pazarlamacıları arasında gelgitlerin arasında gibi. Osmanlı döneminde sadece kalmış, padişahların gazabı olarak yaşansaydı anlamak kolaydı. Ne yazık ki Cumhuriyet, Atatürk devrimlerinin sonrasında, kimileri askeri darbelerin ürünü, ne yazık ki çoğunluğu sivil darbeci iktidarların her tür kirliliği pazarlama tutkuları kapsamında yaşananlar... Yaşatılanlar, ülkemiz insanlarının günümüzdeki büyük çoğunluğunun yaşadıkları insanlık dışı kayıplarının yaratıcısı, sivil düzenin sınır tanımaz kirli otoriter ittifaklarının aynası gibiler.

En çok milletvekilliğin kaymaklı nimetlerinden yararlanan gazeteciler de ezilenlerin yanında hak arayışında direndikleri için yaşamlarını yitiren, öldürülen, cezaevlerinde süründülen gazeteciler de bizden... Suat Hoca, bilimsel kariyerlerini ağırlıklı yurtdışında yapmış, ülkemiz basın özgürlüğü sorununun değerini ikili birikimleriyle zenginleştirmiş olarak, uzun soluklu araştırmalara da doyamamış kimliği ile masaya yatırıyor. Seslenişlerine, uyarılarına kulak vermek gerek.

                                                     /././

Muammer Aksoy haklı çıktı - Av. Erol Ertuğrul (Olaylar Ve Görüşler-Cumhuriyet)

Cumhuriyet kurulduktan sonra, dev devrimler gerçekleştirildi. Hukuk devrimi bu devrimlerin başında gelmektedir. Din bağlantılı yasalarla bir yere varılamayacağından gelişmiş ülkelerden bize uyarlanarak yasalar alındı. Ceza yasamız İtalya’dan, medeni yasamız İsviçre’den alındı. Hukuk devriminin başında Mahmut Esat Bozkurt bulunuyordu. Dini esaslara dayalı Mecelle’nin yerine getirilen medeni yasamıza unutulmaz gerekçeyi Mahmut Esat Bozkurt yazdı, “Din, vicdanlarda kaldıkça saygındır ve temizdir. Dinin hüküm halinde kanunlara girmesi, çoğu kez hükümdarların, zorbaların, keyif ve isteklerinin tatmin aracı olmuştur. Dini dünyadan ayırmakla yüzyılımızın devleti, insanlığı tarihin bu kanlı sıkıntısından kurtarmış ve dine gerçek ve sonsuz bir taht olan vicdanı ayırmıştır.” Ne yazık ki bu unutulmaz gerekçe, medeni yasanın değiştirilmesi sonucunda yasa metninden çıkarılmıştır. 

TÜRK AYDINLARI

Ceza yasamızın 141 ve 142. maddeleri bir sosyal sınıfın bir başka sosyal sınıf üzerinde egemenlik kurmasının propagandasını yapmayı suç sayıyordu. Bu madde nedeni ile Türk aydınları geçmişte çok sıkıntılar çektiler. Aziz Nesin, Yaşar Kemal, İlhan Selçuk gibi birçok aydınımız işkencelerden geçirildiler, cezaevlerinde yattılar. 163. madde ise şeriatçı, dinci çalışmaları engelliyordu. Bu maddelerin ceza yasamızdan çıkarılması sırasında birçok aydınımız özellikle 163. maddenin kaldırılmasına karşı çıktılar. 

Prof. Dr. Muammer Aksoy, 163. maddenin ceza yasamızdan çıkarılmasına karşı çıkıyordu. Muammer Aksoy 19 Mayıs 1989’da kurulan Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucu genel başkanıydı. Milli petrol politikasının bayraktarıydı. Sevgili Aksoy, 163. maddenin düşünce özgürlüğü ile ilgisi olmadığını, eğer bu madde kaldırılır, dinci ve bu yoldaki çalışmalar suç olmaktan çıkarılırsa, ülkemizde şeriatın yolunun açılacağını, dinci görüşlerin ülke yönetimine geleceğini, bu durumun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anlayışına ve Türk devrimine aykırı olduğunu ileri sürüyordu. Aksoy, 31 Ocak 1990 günü Ankara’da evinin önünde alçakça bir saldırı sonucunda yaşamını yitirdi. Cenaze töreninde onun resmini taşıyan Uğur Mumcu onun için “kalpaksız Kuvayı Milliyeci” diyordu. 12 Nisan 1991’de TCK’nin 141 ve 142. maddeleri ile birlikte 163. maddesi de kaldırıldı. 

2002’de ülkemizde Anayasa Mahkemesi kararı ile laiklik karşıtı hareketlerin odağı olduğu belirtilen AKP, ülkemizin yönetimini ele aldı. Tam bir kadrolaşma gerçekleştirildi. Ele geçirilen yargı kullanılarak tüm kurumlar susturuldu, Cumhuriyetin ordusu dahil tüm kurumlar etkisizleştirildi. Dini uygulamalar giderek yol aldı. 163. madde kalktı, 2023 seçimlerinde Hizbullahçı, şeriatçı bir parti TBMM’ye girdi. 

Diyarbakır’da “Yaşasın şeriat” afişleri, Şeyh Sait’i öven afişler sokaklara asıldı. Çağlayan Adliyesi’nde şeriat yanlısı sloganlar attılar. Atatürk’e en ağır hakaretleri edenler özgür dolaşırken şeriatı eleştirenler gözaltına alındı. Gözaltı kararı kuşkusuz bir savcı kararıdır. Bizim savcılarımızın sanlarının başında cumhuriyet sözcüğü vardır. Yani savcılarımız Cumhuriyeti korumak görevindedirler. Atatürk’e hakaret edenleri görmezden gelirken şeriatı eleştirenleri gözaltına aldıran savcılar acaba hangi hukuk fakültesinden çıkmışlardır. Kaldı ki yasalarımıza göre şeriat suçtur. Şeriat din değil, dinci bir yönetim sisteminin adıdır. Atatürk’ün “Milleti mahveden, harap eden kötülükler hep din kisvesi altında gelmiştir” sözleri unutulmamalıdır. 

LAİK CUMHURİYET

Milli eğitim bakanı tarikatlarla işbirliği yapıyor ve bunu övünerek anlatıyor . Okullarımızda imamlar, tarikatçılar ders veriyorlar. Bunlar çoğu kez de ahlak adına yapılıyor. Nietzsche, “Kim namus ve ahlak şövalyeliği yapıyorsa bilin ki en namussuzu odur” diyor. Ümmetçiliğin öne çıkarılması, demokrasi ve laikliğin geriletilmesi en çok da emperyalizmin işine gelir. Çünkü emperyalizm düşünen, tartışan değil, susan ve biat eden kullar arar. 

Okullarda bilimsel yöntemler terk edildi. Dini söylemler öne çıkarıldı. Cumhuriyeti ve laikliği özümsemiş olan toplum şeriat istemiyor. AKP laik Cumhuriyeti yıkıp yerine bir din devleti getirmek için tüm gücüyle çalışıyor. Ulusumuzun güvendiği tüm kurumlar şeriata inanan, anayasayı tanımayan bir kadronun eline geçmiştir. Kurtuluş Savaşı’nı veren kadroların yaptığından başka bir yol kalmamıştır: Direnmek ve karanlığa, bağnazlığa, dinciliğe karşı bir savaş vermek zorunludur. 

35 yıl önce sevgili Muammer Aksoy TCK 163. maddenin kaldırılmasına şeriatın ve dinciliğin önünü açacak diyerek şiddetle karşı çıkmıştı. Sevgili Aksoy haklı çıktı.(Av. Erol Ertuğrul)

(CUMHURİYET)


soL KÖŞEBAŞI - 30 MART 2024 -

 

Seçimden sonra(Aydemir Güler)

Bu evreyi “bütün eğilimleri” bünyesine katmış, bir “parti olmayan parti” olarak “yeni-ANAP’ın” izlemesi beklenir. Böyle bir oluşumun aynı anda hem AKP’den hem CHP’den beslenmesi zorunludur.

Pazartesi itibariyle siyaset seçim yükünden kurtulacak. Yeni bir döneme gireceğiz. Yaklaşmakta olduğumuz dönemecin niteliğiyle seçim sonuçları arasında kuşkusuz güçlü bir bağlantı olacak. Yeni dönem, başka faktörlerin yanı sıra buna göre şekillenecek. Ancak unutmamalıyız ki, seçim olsa olsa verili durumun aynasıdır. Hatta kural olarak, aynadaki yansı, gerçeğin bayağı çarpık bir görüntüsüdür. 

Memleketin halinin özeti, kriz dinamiklerinin olağanlaşmasıdır. Bu bir “sürekli kriz” değildir. Ama hem fırtınanın her an patlamaya hazır olması, hem de düzenin yeniden yapılandırılmasının zorunluluğu…

Seçim bu özelliği değiştirmeyecek. İki büyük partinin, kazanımlarını, üç aşağı beş yukarı korudukları bir sonuç çıkacağa benziyor. Herhalde bu nedenle, bu kez seçimin iktidarın diliyle “beka meselesi”, muhalefetin diliyle ise “son seçim” olacağı fikirleri pek heyecan yaratmıyor.

Bunlar, tarafların ne kadar inanarak söylediği bir yana, hesaplaşma çağrısıydı. Bu seçim, hesaplaşma olarak değil, yeniden yapılanma girişimleri üstünde yaratacağı etki açısından önem taşıyor.

Temel güç dengeleri dramatik ölçülerde oynamayacak olsa da, ikincil gelişmeleri önemsiz sayamayız. AKP’nin daha önceki yıllarda döktüğü unsurlar -Babacan’dı, Davutoğlu’ydu- muhalefet bloku içinde konumlanmış olmanın faturasını ödeyecekler, bu görülüyor. Başarısızlığın bedeli vardır.

Bir de, geçen yıl muhalefet blokuna kapılanmak yerine, AKP’nin giderek daha fazla fire vereceğini hesaplayanlar var. Bunlar iktidar tarafından çizilen ideolojik-politik koordinatların içinde, AKP’nin “Yeni Türkiye”sini kabul ederek alternatif oluşturmaya oynuyorlar. Yeniden Refah tam olarak böyle. Zafer Partisi’nin 2023’te iki oylama arası yaptığı dans, bu anlamda bir konum arayışıydı. İyi Parti’nin krizi iki ana kulvar arasında gösterdiği kararsızlıktan, gecikmişliğinden kaynaklanıyor… Sonuç olarak muhalif sağın bir bölümü, AKP’yle karşıtlık ilişkisine girmek yerine rejimi “düzeltici” bir pozisyon alıyorlar. Krizin olağanlaşması, yeni aktörlerin yerleşebileceği çatlaklar yaratıyor. Adı geçenlerden birinin dinci, diğerinin ırkçı demagojiye abanması maksattaki ortaklığı değiştirmez. Yoksulların öfkesinin sınıf mücadelesine akmasını önlemeye çalışıyorlar.

Yerel seçimin mantığı, seçmeni kazanabilir iki adaydan birine zorlar. Zaten partilerin önemsizleştiği, lider kültünün büyüdüğü bir ortamda, düzenin ikinci kuşak, görece küçük partileri potansiyellerinin pek azına ulaşabileceklerdir. Dolayısıyla yukarıda söz ettiğim aktörleri, kazandıkları belediye sayısıyla ölçmek doğru olmaz. Yüzde 1’lik, 3’lük oranlar ana siyasi denklem açısından önem taşıyacaktır. 

Sağı konuşurken, son on yıllarda yeterince sağcılaşan CHP’yi de ihmal edemeyiz. Nisan ayı itibariyle CHP içindeki milliyetçi sağcılar, belki de en fazla belediyeye sahip üçüncü odak haline gelecek! Mansur Yavaş henüz bir “kanat” olmayabilir; ama uçmak için yeterince güç biriktirdiği bir kenara not edilmelidir.

AKP seçimden zaferle olmasa da, az yarayla çıkma olasılığını her anlamda krediye dönüştürmeye bakacak. Emekçilerin daha fazla ezileceği zaten ilan edildi. Kaynak sorununda IMF kapısının çalınmasını bugünkü ekonomi yönetimi pekâlâ başarı diye pazarlar. Dış politikada Amerikancı eğilimle ekonomide IMF, birbirini bütünleyen unsurlardır. Kaynak varsa, yağma varsa, geleneksel ailelerden tarikatlara uzanan sermaye sınıfının iç gerilimlerini yeniden baskılamak için de bir imkân doğar…

Ama bir de bu seçimde AKP’nin “fırsatı kaçırmasının” temel nedeni olan sorun var. İktidarın “Altılı masanın” çöktüğü, Kürt hareketinin parlak günlerinden uzak düştüğü bir anı değerlendiremediğini gördük. Bunun nedeni, Bahçeli’nin işaret ettiği gibi iktidarın “Erdoğan’sız bir hiç olmasından” öte, artık Erdoğan’ın bahçesinde, yarattıkları rejimde dişe dokunur bir şey yetişmemesidir. Ne etkili siyasetçi, ne de akıl çelici siyaset dili…

Bu, sadece beceriksizlik, liyakatsizlik, metal yorgunluğu falan değil. Kadro siyasetten, siyaset ittifaklardan güç alır. AKP’nin yaşadığı kadro çöküşü, ittifak sisteminin yenilenememesiyle bağlantılı. Bu başlıkta şu ana kadar sadece “Kürt kartı” açıldı. Ancak Zana ve Demirtaş’ın güçlü imzaları, yeni bir “çözüm sürecinin” iki tarafındaki sayısız handikabı ortadan kaldırmıyor. Öcalan’ın “din kardeşliği” ile akladığı eski süreç, Erdoğan’ın yeni-Osmanlıcılığının yapıtaşlarından biriydi. Şimdi yenisinin fırtınadan korunacak liman olarak algılanması iktidar için risk oluşturur. Öte yandan böyle bir rotanın en büyük avantajı, kuşkusuz Amerikan-uyumlu olması… Daha fazla konuşmak için henüz erken…

CHP açısından seçim, kaçınılmaz iç hesaplaşmanın zamanlamasını belirleyecek. Kesin olan, İmamoğlu’nun, Özel yönetiminin başarısızlıklarının faturasına ortak olmayacağıdır. “Yeni kongre olur mu, Kılıçdaroğlu ne yapacak” gibi soruların yanıtlarının bir bölümünü seçim yanıtlar. Ama asıl önemli nokta şu ki, artık CHP, krizine kendi içinde geliştireceği önlemlerle çare bulamaz. Sermaye ve emperyalizm, iktidar ve ana muhalefeti kucaklayan, düzenin bütünsel krizinden yeni bir doğuma ebelik ederek çıkmayı tasarlamaktadır.

Şöyle tarif edeyim: Erdoğan’ın başkanlığı gericilikte, emek düşmanlığında ve keyfilikte darbeci Kenan Evren’in cuntasına denk düşüyor. Bu evreyi “bütün eğilimleri” bünyesine katmış, bir “parti olmayan parti” olarak “yeni-ANAP’ın” izlemesi beklenir. Böyle bir oluşumun aynı anda hem AKP’den hem CHP’den beslenmesi zorunludur.

Özetin özeti, 31 Mart yakın geleceğin yönünü belirleyen bir karar anı olmayacak. Ama siyaset, asıl bu dönemeçten sonra hızlanacak. 

Biz bu hıza yetişmek durumundayız. Seçimde ne kadar çok oy, ne kadar çok belediye, ne kadar çok meclis üyesi kazanırsak, o kadar hızlanırız.

                                                            /././

Türkiye Afrika boynuzunda nasıl bir uluslararası gerilime sürükleniyor? (Erhan Nalçacı)

Görüldüğü gibi ABD’ye doğru koşar adım yaklaşma sadece kuzeyde Rusya ile kapışma riskini değil aynı zamanda Hint Denizi’nde Çin ile karşı karşıya gelmeyi de getiriyor.

Yarın yerel seçimler için oy vermeye gideceğiz. 

TKP’ye verilen oylar sadece yerel yönetimlerin rant-komisyon-piyasa çarkından sıyrılması için verilmeyecek, gericiliğe, piyasaya, karanlığa karşı bir umut yaratmak için de olmayacak sadece.

Ancak halkımızın kendine ait olmayan macera ve savaşlara sürüklenmesine karşı örgütlü bir halk direnci oluşturulmasına da verilecek.

Türkiye’de egemen sınıf özellikle AKP döneminde yağmaya dayalı bir rejim ile önemli bir sermaye birikimi sağladı. Dünyada yükselen emperyalist rekabet içinde kendi çıkarları için yayılmacı bir tutum aldı. Bununla birlikte yakın zamana kadar NATO üyesi olmasına rağmen Rusya ve Çin ile husumet yaratıcı işlere girmiyor, çıkarları peşinden giderek olabildiğince dengeli bir yaklaşım sergiliyordu.

Ancak AKP yönetiminin son aylar içinde adeta koşarak ABD dümenine girdiğini fark ediyoruz. Bu köşede bu kadar hızlı bir şekilde gelişen süreci izlemeye çalıştık. Son 15 yılda kazandığı uluslararası yetenek ve mevzileri ABD’ye sunduğunu ve aslında zaten başlamış olan emperyalist paylaşım savaşında taraflaştığını görüyoruz.

Bugün inceleyeceğimiz Afrika Boynuzu’ndaki gerilim konuyu daha iyi anlamamızı sağlayacak.

Somali yıllardır içine düştüğü toplumsal kargaşadan kurtulamıyor, terör ve şiddetin kol gezdiği bir ülke görünümü veriyor. Muhtemelen bu nedenle Afrika’nın paylaşımında sermaye grupları Somali’yi tercih etmediler ve Somali Türkiye sermayesine kaldı. Oysa Hint Okyanusu’na açılan geniş kıyıları ve dünya ticaretinde kritik rol oynayan Kızıldeniz girişine yakınlığı ile çok stratejik bir yerde bulunuyordu.

Türkiye sermayesi güç koşullara rağmen kendisine kalan Somali’ye yatırım yaptı, limanlarını işletmeye, ordusunu eğitmeye başladı, donanma Somali açıklarında korsanlara karşı vaziyet aldı vb.. Somali ordusunun üçte birinin Somali’deki Türkiye üslerinde eğitim aldığı, seçkin komando birliğinin özellikle bu süreçte yetiştiği biliniyor. Bu komando birlikleri El-Kaide’nin uzantısı olan Eş-Şebab ile mücadelede kullanılıyor.

Türkiye İdlip’te El Kaide’nin devamı olan şeriatçı çetelerin hamiliğini yapabilir ama Somali’de bunlara karşı savaşabilir, ne gam! Sermayenin çıkarlarından başka ilkesi olmadığı biliyoruz.

Şimdi yeni olan 8 Şubat’ta Somali ile imzalanan askeri anlaşma. Bu anlaşmaya göre Türkiye 10 yıl boyunca Somali karasularını donanması ile koruyacak ve Somali donanmasını geliştirecek. Bunun karşılığında petrol olduğu bilinen Somali karasularında sondaj yapma hakkı kazanacak ve çıkarılan petrolden %30 civarında pay alacak.

Tabii ki Türkiyeli emekçiler kendi vergileri ve çocukları ile ayakta duran bir ordunun başka bir ülkeyi korumak için kullanılmasını hoş karşılamazlar. Türkiye işçi sınıfı da başka bir ülke halkına ait zenginliklere bu şekilde el koymayı ilkesel bulmaz.

Ancak olay bu kadarla kalmıyor. Çünkü Afrika Boynuzu büyük bir hızla emperyalist rekabetin gerilimi içine düştü. Şimdi bahsedeceklerimizi izleyebilmek için aşağıdaki haritayı kullanabilirsiniz:

Haritada Etiyopya’nın Eritre’nin bağımsızlığından sonra deniz ile ilişkisinin nasıl kesildiği görülüyor. Somaliland devleti ile bu yıl yapılan anlaşma Etiyopya’ya okyanus kıyısında ticaret ve donanma için 25 km uzunluğunda bir sahili kullanabilme hakkı veriyor. Bu anlaşmaya itiraz eden Somali devleti ABD, Türkiye ve Mısır ile askeri işbirliği anlaşmaları imzaladı. Etiyopya ise Çin’in bölgedeki en önemli ittifak unsuru haline geldi. (Haritada görülen Puntland ise Somali’nin bir eyaleti iken yaşanan iç kargaşada bağımsızlığını ilan etmiş, ancak devlet olarak tanınmayan bir bölge)

Afrika büyük bir kıta ve her devletin deniz ile bağlantısı yok. Eğer kıyı şeridi yoksa ekonomik açıdan büyük bir kayba uğramış oluyorsunuz. Afrika’nın ikinci büyük nüfusuna sahip Etiyopya Eritre’nin bağımsızlığını kazanmasından sonra deniz ile bağlantısını kaybetti. 

Son dönemde Etiyopya’yı bu köşede ele aldık. Çin kredisi ile Nil üzerinde inşa edilen Rönesans Barajı’nın Mısır ile aralarında nasıl büyük bir sorun haline geldiğine değinmiştik. Ayrıca Etiyopya ve Mısır birlikte 2024 başında BRICS üyesi oldu. Sonuçta Etiyopya sermayesinin Afrika içinde bir iddia sahibi olduğunu anlıyoruz.

Yeni olan şey, Etiyopya’nın Somali’den 30 sene kadar önce ayrılan ve henüz hiçbir devletin tanımadığı Somaliland ile imzaladığı denize erişim anlaşması. Somaliland Etiyopya’ya okyanus kıyısında 25 km’lik bir alanı ticaret yapması ve donanma kurması için sağlıyor.

Kıyamet de buradan koptu. Böylece Somaliland fiili olarak tanınmış oluyor ve Hint Okyanusu’nda Etiyopya bir rakip güç olarak doğuyor.

Ancak olay sadece Afrika ulusları içinde bir rekabet ve çıkar kavgası olarak alınamaz. Çünkü Etiyopya Afrika’da Çin’in en önemli ittifak unsurlarından biri olarak belirdi. Yüksek ticaret oranı ve altyapı yatırımlarının yanında Çin Etiyopya’nın silah sağlayıcısı haline de geldi.

ABD stratejik önemdeki bölgede hegemonyasını yitirdiğini fark edince Somali’ye yüklendi. Somali’de beş askeri üs kurmak için anlaşma yapmışlar. Mısır da Etiyopya ile olan rekabeti nedeniyle Somali ile askeri anlaşma yaptı. Geniş Somali karasuları ise Türkiye donanmasına bırakıldı.

Çok hızlı böyle bir taraflaşma oldu. Bir tarafta Çin, Etiyopya, Somaliland, diğer tarafta ABD, Mısır, Türkiye ve Somali.
Türkiye-Somali Deniz anlaşması hemen Etiyopya ve Somaliland anlaşmasından sonra buna tepki olarak gündeme geldi. Olay Somali açıklarında korsan avından çıktı. Örneğin, Çin balıkçı gemilerinin kovalanması da görev listesinde.

Görüldüğü gibi ABD’ye doğru koşar adım yaklaşma sadece kuzeyde Rusya ile kapışma riskini değil aynı zamanda Hint Denizi’nde Çin ile karşı karşıya gelmeyi de getiriyor.

NATO’nun genişlemesinde bütün düzen partilerinin meclisteki tavrı aklımızdan gitmiyor. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya alınmasına o kadar çok sevindiler ki neredeyse fener alayı düzenleyeceklerdi.

Şimdi haksız mıyız TKP’ye oy istemekte? Halkımızı haksız, kirli ve kanlı bir paylaşım savaşından koruyabilecek tek özne TKP çünkü.

                                                            /././

İmamın seçim duası (Orhan Gökdemir)

İmamın aklın yolu olması için, demek ki, sağın-solun geçersiz ilan edilmesi ve aklın silinmesi gerekir. Sol ve akıl silindiğinde geriye kalan pür bir sağcılıktır. Buradayız.

Yok bu işin sağı solu, aklın yolu Ekrem İmamoğlu”… İstanbul’da dağa taşı yazılı olan “motto” bu. Motto demem, “slogan” demeye dilimin varmamasından. Slogan dediğimizde, “bir kimlik, grup, örgüt veya kurumun amaç ve araçlarını genel olarak tanımlayan bir deyiş veya sözcük”ten söz etmiş oluyoruz. Burada kimlik, grup, örgüt veya kurum yok. Sadece bir kişi ve onun amacı var. Ekrem İmamoğlu kazanmak istiyor ve en akılcı yolun bu olduğunun kabul görmesini talep ediyor. 

Gerçekten de sahada kimlikten, gruptan, örgütten veya kurumdan eser yok. İmamoğlu ve bol para vererek motive ettiği halkla ilişkiler şirketleri var. Sağ-sol seçimi değilse olsa olsa İmamoğlu’nun koltuk seçimidir bu zaten. İmamoğlu’nun ölü ele geçirdiği CHP için de kurucu parti kimliğini cami avlusuna bırakıp kaçma seçimi aynı zamanda. Sanırım bu seçim sonuçlarından çok CHP’nin bitiş, tarihten siliniş seçimi olarak kayda geçecek.

İmamoğlu artık o CHP’nin, ya da CHP’den geride kalanın, gerçek patronu. Emanetçisi Özgür Özel, Foça mitinginde “İnadına CHP, inadına sol” sloganı atılması üzerine “bu seçim sağ sol seçimi değil, bu seçim pahalılıktan bıkmış milyonların hükümete isyan seçimi. Slogancıyı değiştirin, beni dinleyeceksin, ondan sonra slogan atacaksın” dedi. O da soldan rahatsız. Halbuki bu seçim bütün anlamlarıyla sağ-sol seçimi. Sağın patronlarla el ele vererek giriştiği sınırsız yağma üretiyor o yoksulluğu. Yoksulluğu da yobazlık ile yönetiyorlar. Baştan başa sağcılıktır.

Nesi var solun? Sol aydınlanmanın, cumhuriyetin, laikliğin, halkçılığın kaynağı. Korktukları bu. Sağ ise yobazlığın, gericiliğin, karşı devrimin kaynağı. Sol halk demek, sağ ümmet. Sol aydınlık demek sağ karanlık. Sol emekçiden yana olmak demek sağ yağmacıdan. Sol anti emperyalizm demek sağ işbirlikçilik. Sol biziz, sağ onlar. CHP ve içindekiler, kimse kusura bakmasın, artık sağdadır. 

Tabii biliyoruz, islamcıların ölçüsüzlükleri diğer bütün ölçüsüzlükleri örtüyor, görünmez kılıyor. Onları ayırıyoruz, ölçülü sağcıları tartışıyoruz. Ölçülüsü Ekrem İmamoğlu’dur. Ölçülüdür ama sağcıdır. Ölçüsüzlüğün iktidar ile birlikte ortaya çıktığını biliyoruz, henüz başındadır ve yürüyecek bir miktar yolu daha var. Ama ölçülü veya ölçüsüz sağ sağdır. Buradayız.

***

Ne hoş sözlerimiz var. “Dert bir değil ki ağlayasın, deli bir değil ki bağlayasın” onlardan biri. CHP sağa doğru yuvarlanırken arkasından bir kısım solu ve bir kısım sosyal demokrasiyi de sürükledi. Duyulduğunda sahip çıkamadıkları pazarlıklar yapıyorlar perde gerisinde, oy alıp oy veriyorlar, birbirlerine dukalıklar dağıtıyorlar.

“Saidi Nursi’nin torunlarıyız” lafı CHP'ye tutunanların tutunduklarıyla birlikte sağa doğru yuvarlandıkları zamanlarda edildi, rastlantı sayamayız. Şeyh Sait’ten Sadi Nursi’ye uzandı çizgi. Daha sağı, daha karanlığı imkansızdır.

Malum Saidi Nursi başlangıçta İttihatçılarla içli dışlıydı, zamanının etkili gizli teşkilatı Teşkilat-ı Mahsusa’nın içindeydi. Devletle ve ona rengini veren ideolojilerle, Osmanlı’da ve Cumhuriyet’te, hep inişli çıkışlı ilişkileri oldu. Bununla birlikte devletin kucağından hiç inmedi. 31 Mart 1909 gerici ayaklanmasından bugüne miras kalan tek şahsiyet o. Bir din “ulu”su olarak sunulmaya çalışılıyor ama ölümüne yakın Adnan Menderes tarafından şehir şehir dolaştırılan bir seçim kuklasına dönüştürülmüştü. Amerikancı, antikomünist ve cumhuriyet düşmanıydı. Akıl sağlığı bozuk tuhaf bir kişilikti, kullanıldı, atıldı. İslamcı hükümete darbeye kalkıştı diye kovalanan, kovuşturulan Fethullahiler onun talebeleridir.

Artık hatırlatmaya sıkılıyorum, bu topraklarda tarikatlara dayanarak yönetme geleneği ta Osmanlının kuruluşuna dayanıyor. Said-i Nursi’nin içinden geldiği Nakşibendi-Halidi Tarikatı 1826’dan beri devlettir, devletle iç içedir. Nurculuk devlet olan o tarikattan türemiştir ve neredeyse cumhuriyetle yaşıttır. Yeniçerilerden emniyet teşkilatına hep devletin içindedir.

Sol nezdindeki meşruiyetini solun tarikat kapısı muhafızı Şerif Mardin’e borçluyuz. Yalnız talebelerinden bir kısmı sorun çıkardı, darbe yapmaya kalkıştı. Haliyle Şerif Mardin’in Nurculuk övgüsünün altındaki toprağın önemli bir bölümü kaydı gitti. Ama sağcılığı hayatta. Weber'le başlarlar, papazdır; Fethullah'a, Said-i Nursi'ye varırlar, imamdır, ve buralarda kim dolaşıyorsa tartışmasız sağcıdır. Çıkışlarında, duruşlarında hep iflah olmaz bir antikomünizm vardır.

Antikomünizmin esası ise emperyalizmle iş birliğidir. Cumhuriyetin kuruluşundan beri sağcılar emperyalizmin işbirlikçiliği rolünü gönüllü olarak üstlendi. Varlığını o uğursuz rol sayesinde sürdürebildi. Şimdi bu tür dinci-sağcılığın önde giden şahsiyeti Kürt sosyal demokrasisinin uluları arasındadır. 

***

Tarikatlarla, yobazlarla, şeyhlerle-şıhlarla, büyük patronlarla, piyasacılıkla, ABD ve AB ile düz olan sol ulur mu? “Yok bu işin sağı solu” diyene oy vermeyi devrimci eylem sayanı sol sayabilir miyiz? Mitingini tilavet ile açan, koltuğuna imam üfürüğü eşliğinde oturan, cami çıkışında demeç vermeyi, türbe gezmeyi siyasal eyleminin merkezi yapana oy atana sol diyebilir miyiz? İmamın aklın yolu olması için, demek ki, sağın-solun geçersiz ilan edilmesi ve aklın silinmesi gerekir. Sol ve akıl silindiğinde geriye kalan pür bir sağcılıktır. Buradayız.

***

Solu silik solculuğun bıktıran bir nakaratı var, “sol birleşsin” diyorlar. Fakat sol hiçbir zaman olmadığı kadar birleşmiş halde. Her tür sosyal demokrasinin içinde her boy sol vardır ve sosyal demokrasi ile sembiyotik bir yaşam sürdürmektedir. 
Bir miktar ayrışmak şart haliyle. Sol olmak ve sol kalmak için bu bulaşıklıktan ve bu bulanıklıktan kurtulmalıyız. Daha ayrı ve daha temiz; sol olmanın biricik yoludur bu.

Yok bu işin sağı solu… İmamın seçim duası bu. Bizim için ise yol başka; aydınlığa doğru tam sol ileri!

                                                               /././

Partiler farklı, projeler aynı: AKP'nin projeleri CHP'nin vaadi oldu! (Yusuf Yavuz)

Antalya’da AKP’li başkan adayının 2019’daki vaatlerini harfi harfine 31 Mart seçimleri öncesinde seçmenin önüne koyan CHP’nin adayının tavrı siyasetin nasıl bir araç haline geldiğini ortaya koyuyor.

Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin AKP’li Başkanı Menderes Türel’in 2019 yerel seçimleri öncesinde yapmayı vadettiği birçok projenin 31 Mart 2024 seçimleri öncesinde CHP’nin adayı Başkan Muhittin Böcek tarafından da seçim vaadi olarak seçmenin önüne konuyor.

Konyaaltı ile Lara arasındaki metro projesinden yeraltı yollarına, Balbey’den Kaleiçi Yat Limanı projesine, akıllı kentten yaşlı bakım evlerine birçok başlık hem AKP’li Türel’in, hem de CHP’li Böcek’in neredeyse kelimesi kelimesine aynı şekilde seçmeni etkilemeye çalıştığı projeler arasında.

31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere iki gün kaldı. Tüm ülkede partilerin adayları meydanlarda projelerini anlatarak seçmenin gönlünü çelmeye çalışıyor. Bazıları tamamen animasyon ürünü olan, hayata geçirilmesi neredeyse olanaksız projeler, bazıları ise hayata dokunan, toplumun beklentilerini karşılamayı amaçlayan hedefler.

Siyasette 'Erdoğanlaşma' yolu açan yerel yönetimler

Yerel yönetimlerdeki rantın giderek büyümesi ve neredeyse merkezi siyaseti de belirler duruma gelmesi Türkiye’deki siyasi dokunun biçimini de değiştirdi. 1994’te İstanbul seçimlerini kazanarak başkanlık koltuğuna oturan Recep Tayyip Erdoğan’ın son 22 yıldır ülkeyi elinde tutan siyasi hırsı birçok figür tarafından taklit edilerek bir tür Erdoğanlaşma yolunu açtı.

İlerleyen dönemde belediye başkanlığı yapan birçok ismin bakanlık koltuğunu kaptığına tanık olduk. Kayseri’den Mehmet Özhaseki, Denizli’den Nihat Zeybekçi gibi isimler belediye başkanlığından bakanlık koltuğuna sıçrayan isimler arasında.

Ancak geldiğimiz noktada kentlerdeki imar rantı ve beton ekonomisi o kadar yükseldi ki son iki yerel seçimlerde bu gidiş biraz tersine döndü. Belediye başkanlığından bakanlığa giden yol, bakanlıktan belediye başkanlığına doğru evrildi. Hatta Başbakanlık yapmış bir isim olan Binali Yıldırım bile belediye başkanı olabilmek için 2019’da İstanbul’dan aday gösterildi.

Başbakanlıktan bakanlığa, bakanlıktan başkanlığa giden yol

31 Mart 2024 seçimlerinde de eski Bakan Murat Kurum’un İstanbul’a aday gösterilmesi bu geleneği sürdürdü. Bırakın büyükşehirleri, merkez partilerde ilçe belediyeleri için bile bakanlık, milletvekilliği, genel başkan yardımcılığı yapmış birçok ismin adı belediye başkanlığı için öne çıktı bu dönemde. Genel Başkanları bile rantı yüksek illerin büyükşehir belediye başkanlarının güdüleyip belirlediği bir süreç bu.

Büyükşehir belediyelerinin birçoğunun yıllık bütçelerinin bazı bakanlıkların bütçesinden daha fazla olması yerel seçimlerin daha kıran kırana geçmesine neden olurken ortaya konulan projelerdeki özensizlik, başkan adaylarının kamuoyunun daha gerisinde bir vizyon ve zihinsel gelişim gösterdiğini de ortaya koyuyor. Bir başka deyişle yaşadığı dönemle irtibat kurmakta zorlanan başkan adayları, eline tutuşturulan animasyon modası geçmiş ya da zaten hiç moda olamamış projeleri bütün tuşlara basarcasına durmaksızın seçmenin önüne koyuyor.

Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de Antalya’da yaşanıyor. 2014-2019 döneminde Büyükşehir Belediyesi koltuğunda oturan AKP’li Başkan Menderes Türel, ‘çılgın proje’ kavramını kent kamuoyunun gündemine sokan isim olarak akıllarda kalmıştı.

Yerel rantı bölüşme, ihale ulufe dağıtmada merkezin rolü

Türel’in, merkezi iktidarın da sağladığı olanakların yanı sıra “rantı bölüşme, rant- ihale-ulufe dağıtma” şeklinde özetlenen uygulamalara proje yetiştiren ekibin içinde Mehmet Urcu gibi “Türel’in prensi” olarak anılan isimler de vardı. Merkezi yönetimin denetimi ve kontrolünde dağıtılan proje rantı, hiçbir zaman tek başına Türel’in iki dudağının arasında olmamıştı. Örneğin Türel döneminde ihale edilen Kepez Santral Mahallesi’ndeki yaklaşık 20 bin bağımsız birimden oluşan devasa dönüşüm alanının, Taksim’e cami yaptırmasıyla Erdoğan’ın gönlünü okşayan Altan Elmas’ın sahibi olduğu Sur Yapı’ya verilmesi bunun çarpıcı bir örneğidir.

Konyaaltı, Boğaçayı, Hıdırlık Türel'in elinde tuttuğu projeler

Antalya’da Türel döneminde belediye gündemine gelen ancak öncelikler sıralamasındaki yeri ve gerekliliği konusunda tartışma konusu olduğu için birçoğu rafa kaldırılan projelerin, CHP’li Muhittin Böcek’in 2019’da başkanlık koltuğuna oturmasıyla zaman zaman raftan indirilip ihale edildiğine tanık olduk. Falezlerin ışıklandırılması, Hıdırlık Kulesi çevre düzenlemesi, Boğaçayı ve Konyaaltı sahil projelerinin ikinci etapları bunlara örnek verilebilir. Başkan Böcek’in kendi ağzından açıklamasıyla seçim öncesi Hıdırlık’ta 100, Konyaaltı 2. Etap’ta 200 milyonluk ihaleler, birçok ilçenin yıllık bütçesinin üstüne çıkıyor. Yerel seçimlerin hemen öncesinde ardı ardına çıkılan milyonlarca liralık ihaleler de cabası.

Kaleiçi'ne Teleferik Projesi henüz ihaleye çıkarılamadı

Karaalioğlu Parkı ile Yavuz Özcan Parkı arasında hayal edilen, Kaleiçi ve yat limanını yukarıdan görerek geçmeyi amaçlayan saçma teleferik projesi de Türel döneminden beri rezervde tutuluyor ancak şimdilik kent kamuoyunun önüne henüz konmadı.

Projelerin ömrü köprüyü geçene, sandığı açana kadar

AKP’li Menderes Türel’in 2019 yerel seçimleri öncesinde kent kamuoyuna vadettiği bazı projelerin raftan indirilerek CHP’nin adayı Muhittin Böcek tarafından 31 Mart 2024 seçimlerinde seçmenin önüne koyması, yerel yönetimlerdeki siyaset anlayışının kimi projelerin ömrünün “köprüyü geçene, sandığı açana kadar” olduğunu ortaya koymaya yetiyor.

Partiler farklı projeler aynı: AKP ve CHP'nin ortak projeleri

Bazı örnekleri aktarmak, ne demek istediğimizin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

AKP’li Menderes Türel 31 Ocak 2019’da Antalya’da yaklaşık 25 kilometrelik metro hattı yapacaklarını belirterek, “Büyük Liman’dan Lara-Kundu’ya kadar tamamen yer altında gidecek bir toplu ulaşım aracı metro inşaatını da 2019’dan sonra gerçekleştirmeyi hedefliyoruz” vaadinde bulunmuştu.

CHP’li Muhittin Böcek, 6 Mart 2024’te Antalya’da hızlı ve rahat ulaşım için gereken son adımı 5. Etap Konyaaltı Lara-Kundu Raylı Sistem Hattı ile atacaklarını duyurdu. Toplam hat uzunluğunun 22 kilometre olacağını söyleyen Böcek, 5. Etap Raylı Sistem Projesi’nin 6 km’lik kısmının trafiği aksatmadan yerin 30 metre altından yürütülerek tamamlanacağını söyledi.

AKP’li Menderes Türel 31 Ocak 2019’da tarihi Balbey Mahallesiyle ilgili projesini açıklarken “Balbey’i kentsel yenileme projemizle ikinci bir Kaleiçi yapıyoruz. Kent merkezi inanılmaz bir cazibe alanı haline geliyor” ifadelerini kullanmıştı.

CHP’li Muhittin Böcek, 15 Mart 2024 tarihinde “Sevgili Balbey sakinlerine de buradan bir müjde vermek istiyorum… Antalya’mızın kent kimliğini koruyarak yeni bir cazibe merkezi kazandırıyor olmaktan büyük mutluluk duyuyorum” dedi.

AKP’li Menderes Türel, 31 Ocak 2019’da 100. Yıl Sabancı Bulvarı’ndaki trafiği yer altına alarak 400 dönümlük kesintisiz bir yeşil proje alanına dönüştüreceklerini müjdeleyerek Falez Kavşağı ile Antalyaspor Kavşağı arasında giden o caddeyi tamamen yerin altına alarak arkadaki yeşil alanla birleştirecekleri vaadinde bulunmuştu.

CHP’li Muhittin Böcek, 28 Mart 2024’te 100. Yıl Bulvarı devamında Antalyaspor ile Falez kavşağı arasındaki taşıt yolunu yerin altına alarak kültür, sanat ve sporla bütünleşen yeni bir yaşam alanı inşa edeceklerini kaydederek, Meltem Bulvarı’ndan 2.5 kilometre, yer altı yoluyla trafiği batıya doğru akıtarak yeni bir arter açarak, Doğu-Batı ulaşım aksında trafiği rahatlatacakları vaadinde bulundu.

AKP’li Menderes Türel, 31 Ocak 2019’da Antalya’yı akıllı şehir uygulamaları ile donattıklarını belirterek Antalya’nın engellilere yönelik hizmetleri ile örnek bir şehir olduğunu vurguladı.

CHP’li Muhittin Böcek, 26 Mart 2024’te yeni dönemde Akıllı Kent Antalya Yönetim Merkezi kuracaklarını belirterek Antalya’yı teknolojiyle yöneteceklerini söyledi.

AKP’li Menderes Türel, 31 Ocak 2019’da Türkiye’de bir ilk olarak Engelli Mola Evlerini kurduklarını söyleyerek, “Biz engelli bireylerine en güzel şekilde bakarken, aileleri de günlük yaşam ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayabiliyor” dedi.  

CHP’li Muhittin Böcek, 21 Mart 2024’de “Engel tanımayan vatandaşlarımız için önümüzdeki dönem Pozitif Kart, Engelsiz Yaşam Evi ve Engelsiz Yerleşke gibi projelerimiz hazır. Muhittin Böcek olarak daha önce de söylediğim gibi aramızda hiçbir zaman engeller olmadı ve her zaman size destek olmaya devam edeceğim” vaadinde bulundu.

AKP’li Menderes Türel, 31 Ocak 2019’da Türkiye’de 30 büyükşehir belediyesi içerisinde emekli vatandaşlara eşleri ile birlikte toplu ulaşımda indirim kartı veren tek belediyenin Antalya Büyükşehir Belediyesi olduğunu söyledi.

CHP’li Muhittin Böcek, 21 Mart 2024’de “Bizim dönemimizde emekliler hak ettiği değeri görmeye devam edecek. Tüm emekli büyüklerimizin su tarifelerinde yüzde 20 indirim yapıyoruz” dedi.

AKP’li Menderes Türel, 26 Mart 2019’da 5 bin litre su kullanan abonelerden ücret alınmayacağını açıklayarak “Bu konuda Nisan’da yapılacak ilk ASAT Genel Kurulu’nda bununla ilgili kararları alacağız. Bu kararımızın da 5 yıl için geçerli olacağını ifade edeyim” dedi.

CHP’li Muhittin Böcek, 27 Şubat 2024’de “Türkiye’nin en ucuz suyunu halkımıza sunan belediyeyiz. 5 ton suyu 5 TL yaptık.  Şu an beş ton su bir ekmekten daha ucuz. Bunları hep tasarrufla yaptık” diye konuştu.

AKP’li Menderes Türel, 21 Haziran 2017’de Kaleiçi Yat Limanı’nı gerçek bir butik yat limanı haline getirerek, nitelikli turisti Kaleiçi ve kent merkezi ile buluşturacaklarını söyledi.

CHP’li Muhittin Böcek, 11 Mart 2024’de “Tarihi Yat Limanı ve Kaleiçi'nin dokusunu koruyarak gelecek vizyonuna uygun şekilde düzenleyeceğiz. Kaleiçi, Antalya’mızın sonsuza dek yaşatılması gereken en önemli mirası. Bu mirası hak ettiği gibi korumaya, geleceğe bu mirası en iyi şekilde bırakmak için çalışmaya devam edeceğiz” vaadinde bulundu.

AKP’li Menderes Türel 22 Kasım 2018 tarihinde 2019 yılı için Antalya’ya 5 yeni kavşak yapacaklarını müjdeledi.

CHP’li Muhittin Böcek, 7 Mart 2024 tarihinde, “Raylı sistemimizin 4. ve 5. etaplarıyla entegre bir biçimde yeni 11 adet katlı kavşağımızı Antalya’mızda hep birlikte kullanmaya başlayacağız” vaadinde bulundu.  

AKP’li Menderes Türel 22 Kasım 2018 tarihinde Deniz Ticaret Odası Antalya Şubesi’nin Olağan Meclis Toplantısı’na katılarak Antalya’ya ‘Denizcilik Müzesi’nin yapılacağının müjdesini verdi.

CHP’li Muhittin Böcek, 17 Mart 2024 tarihinde akvaryum görsellerinden oluşturulan bir video eşliğinde “Birbirinden güzel eserlerin sergileneceği Antalya Deniz Müzesi’ni açarak denizciliğin gelişimine katkı sağlayacağız” vaadinde bulundu.

AKP’li Menderes Türel 4 Haziran 2018’de kentin kültürel ve manevi zenginliğine büyük katkı sağlayacak 5 cami projesi yürüttüklerini belirterek, “30 bin kişilik cami inşaatı hızla yükseliyor. Antalya’ya Burdur karayolundan gelenlere mükemmel bir eser ‘hoş geldiniz’ diyecek” dedi.

CHP’li Muhittin Böcek 31 Mart 2024 yerel seçimleri öncesinde Güneş Mahallesi ve Santral Mahallesi’nde cami açılışları yaptı.

AKP’li Menderes Türel, 31 Kasım 2018’de gençlerle olan buluşmasında onlara liderlik tavsiyesinde bulunarak, gayret edildikten sonra ulaşılamayacak hedef olmadığını söyledi. Gençlerin rahat koşullarda hayat sürmeleri için büyük bir gayret içinde çalıştıklarını belirten Türel, “Hayatta çalıştıktan, gayret ettikten ve iyi niyetli olduktan sonra ulaşılamayacak hedef yoktur. Yeter ki hedeflerinizi koyun. Hayal edin korkmayın, hayallerinize ulaşmak için çok çalışın” diye konuştu.

CHP’li Muhittin Böcek, 11 Mart 2024 tarihinde Antalya Gençlik Çalıştayı’nda gençlerle bir araya geldi. Gençlere yönelik projelerin müjdesi veren Başkan Böcek, “Biz sizler için bütün gücümüzle hizmet etmeye çalışacağız. Siz hayal kurun, hayal kurmaktan vazgeçmeyin. Ben bu günleri hep hayal ettim ve doğup büyüdüğüm bu kente sizlerin takdiri ile hizmet etme şansı yakaladım” dedi.

AKP’li Menderes Türel’in 8 Mart 2018’de “Antalya'da kimse kendini yalnız hissetmeyecek. Bu merkez kimsesizlerin kimi olacak” diyerek hizmete açtığı bakım merkezi, “evde bakımı zor, kimsesi olmayan, maddi imkânsızlık nedeniyle hastasına bakamayan vatandaşların önemli bir ihtiyacı karşılanıyor” vurgusuyla kamuoyuna duyuruldu.

CHP’li Muhittin Böcek, 8 Mart 2024’de “İhtiyaç sahibi büyüklerimizin yaşamını kolaylaştırmak için Yaşlı Bakım Evleri kuracağız. Uzman sağlık ekipleriyle birlikte yaşlılarımızın gereksinimlerini karşılayacağız” vaadinde bulundu.

                                                         CHP'li Muhittin Böcek

                                                               AKP'li Menderes Türel

Türel Böcek'ten daha CHP'li , Böcek Türel'den daha AKP'li

Antalya’daki durumu özetleyen bazı örneklerini aktardığımız projelerin her seçim öncesinde ısıtılıp seçmenin önüne konması, yerel seçim öncesindeki heyecansızlığı da özetliyor. AKP ve CHP’nin başkan adaylarını henüz net olarak açıklamadığı dönemde bir CHP seçmeninin dile getirdiği “Türel’in CHP’liliği Böcek’ten daha fazla, Böcek’in AKP’liliği ise Türel’den daha fazladır” sözleri projeler üzerinden süren devamlılığa bakılınca daha anlamlı hale geliyor. Bir başka deyişle artık yerel yönetimlerde başkan kim olursa olsun, merkezi siyasetin güdümüne girmiş olan yapılanmanın proje hazırlamadan rant dağıtmaya birçok konuda işi şansa bırakmadığını gösteriyor.

Kent halkı önüne konan adayların isimleri ve partileri farklı da olsa kendilerine gösterilen proje ve vaatlerin “ışıltılı hayatlara” giden yolun taşlarını döşediğini ayırt edene kadar 5 yıl geçiyor. Bu kısır döngünün en ağır sonucu da tersi söylense de kentlerin giderek daha kimliksiz hale gelerek beton ekonomisinin ve imar rantının yarattığı girdapta giderek daha çok boğuluyor oluşu…

(soL)




Öne Çıkan Yayın

Çok şey söyleyip bir şey anlatmama sanatı! -Mehmet Y. Yılmaz /T24-

Cumhurbaşkanı “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor...