25 Temmuz 2024 Perşembe

T24 "KÖŞEBAŞI" -25 Temmuz 2024-

 

Demografik dönüşümün nedeni ekonomik faktörler mi? -Binhan Elif Yılmaz-

Türkiye çocuk ölümlerini, uzun yıllar süren sağlık alanındaki yatırımlar ve takiplerle önemli ölçüde azalttı. Ancak artık sağlıklı bir nesil yetiştirmekten fazlası gerekli

Demografik dönüşüm, yıllar itibariyle artan doğum oranları ile düşen ölüm oranlarından, düşen doğum oranları ile artan yaşam süresine doğru ya da tam tersi yönde değişim olarak tanımlanır. Bu dönüşümlerden biri 1960'lı yıllara kadar baby boom dönemiydi. Sonra da doğurganlık oranı Batı Avrupa'da 1970'li, Doğu Avrupa'da ise 1980'li yıllardan sonra gerileme sürecine girdi.  

Son dönem demografik dönüşümün iki temel yansıması var: Her şeyden önce doğurganlık oranı giderek azalıyor. Bunun yanında tıp alanındaki ilerlemeler ve sosyo-ekonomik olanaklarla ölüm oranları gerileyerek, daha uzun yaşam beklentisi artıyor.

Türkiye demografik dönüşümün neresinde?

Nüfus dinamik bir yapı ve nüfus piramitlerini dönemler itibariyle karşılaştırarak bunu görebiliyoruz. Türkiye'nin 2000 yılına ait nüfus piramiti ile 2025 ve 2050 yıllarına ait nüfus piramiti projeksiyonları aşağıdaki görsellerde mevcut. İlk göze çarpan doğurganlık hızının düşmesi ve ortalama yaşam süresinin uzaması. Yaşlı nüfus artarken, ortanca yaş da yükseliyor.

Kaynak: World Life Expectancy.

Türkiye'de doğurganlık hızı 2001'de 2,38'di. 2012'de 2,11'e gerilemişti. Asıl gerileme 2022'de 1,63 ile oldu ve bir yıl sonra da 2023'te 1,51'e sert inişle ortaya çıktı.

Peki bu ne anlama geliyor? Nüfusun yenilenme düzeyi 2,10. Bu son rakamlar 2,10'un oldukça altında olduğu için de Türkiye'nin sıklıkla övündüğü “demografik fırsat penceresi”nin kapanması demek

Oysaki 2014 yılında TÜİK'in yaptığı projeksiyonlara göre doğurganlık hızı 2025'te 1,97, 2050'de 1,8 olacaktı. Ama beklenen olmadı.

Türkiye'de 2023 yılı çocuk nüfus oranı yüzde 26 ile dünya çocuk nüfus ortalaması olan 29,8'in altında, AB ortalaması olan yüzde 17,8'in üstünde.

Ama bu bile genç nüfusta kaybın kaçınılmaz olduğunu gizlemez. Zaten  doğurganlık hızı ne kadar hızlı düşerse genç nüfus o kadar hızlı azalacaktır.

Ayrıca tıp alanındaki ilerlemeler, bu alandaki tüm buluşlar yaşam beklentisindeki artışı sağlayacak ve yaşlı nüfusu da artıracaktır. Türkiye'de 2000 yılında 67,6 yıl olan doğuşta beklenen yaşam süresi, 2020-2022 döneminde 77,5'e yükseldi.

Yaşam beklentisindeki artış nüfusun yaşlanmasına hemen yol açmıyor. Yaşam beklentisindeki erken gelişmeler, çoğunlukla çocuk ölümlerindeki düşüşler ile bebeklerin ve çocukların sayısında ortaya çıkacak artışa dayalı. Böylelikle daha sağlıklı ve bakımlı nüfusun yaşam beklentisi artmış olur.

Türkiye çocuk ölümlerini, uzun yıllar süren sağlık alanındaki yatırımlar ve takiplerle önemli ölçüde azalttı. Ancak artık sağlıklı bir nesil yetiştirmekten fazlası gerekli.

Ebeveynlerin çocuklarının geleceğini planlamalarında hayalleri sınırsız.

Daha iyi bakım, daha iyi eğitim, daha iyi sosyal olanaklar ve daha fazlasını vermek ister. Ama sınırı belirleyen ailenin maddi olanakları ve o olanakları yaratan ekonomik koşullar. Temelde de o ekonomik koşulların ortaya çıkmasına yol açan ekonomik ve siyasi kararlar. Son beş yıldır bir türlü düşmeyen enflasyon, istihdam olanaklarındaki ve geleceğe yönelik olumsuz bekleyişler nüfus artış hızının düşmesinde büyük rol oynuyor.

Çocuğun topluma en iyi şekilde kazandırılmasında eğitim, sağlık fiyatları giderek artıyor. Haziran 2024 enflasyon oranı yüzde 71,6 ama eğitim TÜFE yüzde 107 ve sağlık TÜFE de yüzde 78,5. Aile bütçeleri bu oranlar karşısında çok zorlanıyor.

Ailelerin eğitim seviyesi de artık daha yüksek, normal olarak bu konularda talepkârlar, hizmetin niceliğine değil niteliğine daha çok önem veriliyor. Talepler konusunda ailelerin sosyal etkileşimi de yüksek.

Kadın da istihdamda yer alıyor ama bir kısmı hayat pahalılığı nedeniyle çocuk sahibi olmak yerine çalışma hayatına devam etmek durumunda. Ayrıca yüksek enflasyon ücretlilerin gelirlerini sürekli eritti. Kadın ve erkeğin ücretleri geçimleri zor karşılayacak hale geldikçe, çocuk sahibi olmak ikinci plana atılmaya başlandı.

Çocuk bakımı Türkiye'de oldukça maliyetli. Özellikle kadın bu konuda yalnız kalıyor. Çalışma hayatından uzaklaşıp çocuk bakmaya başladığında ise aile bütçesi sarsılıyor. Sadece temel çocuk bakımı değil, daha iyi eğitim, sosyal olanak talebi aile bütçesi içinde büyük yer tutmaya başladı.

Türkiye'de nüfusun üçte ikisi yoğun kent olarak tanımlanan yerlerde yaşıyor. Yaşam maliyetlerindeki artış kentlerde daha fazla hissediliyor. Öncelikle kiralarda fahiş artış var. İki yıl devam kira artışında yüzde 25'lik tavan uygulaması da kentlerdeki kiraların yükselişini engellemedi. Ayrıca yüksek enflasyon ortamında ulaşım, lojistik maliyetleri pek çok zorunlu ürünün fiyatını manşet enflasyonun üzerine taşıyor.

Ülkemizde refah devleti ekseninde yapılan harcamalardan olan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi sosyal refah harcamalarının bütçedeki payı, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça düşük. Bu durum ülkemizde insanların temel gereksinimlerinin karşılanmasında ve riskleri bertaraf etmede devletin önemli bir aktör olmadığını ve sosyal refah karakterinin zayıf olduğunu gösteriyor.

Oysaki kamuda eğitim, sağlık ücretsizdir, çünkü eğitimin finansmanı bütçeden karşılanır, bütçeyi de yüzde 85-90 oranında vergiler finanse eder. Eğitim, sağlık, sosyal refaha yönelik olarak hem vergi ödeyip hem de özel sektörün fahiş fiyatlarıyla karşılaşmak karşısında çocuk sahibi olmak konusundaki kararın başka ne olması beklenirdi ki.

                                                                   /././

MHP'nin listesi, kaygan hukuki zemini ve en kritik mahkeme -Gökçer Tahincioğlu-

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş gibi bir isim Ankara'nın göbeğinde öldürülecek, azmettiriciyi eski MHP Milletvekili koruyacak, bilirkişi raporundan Ülkü Ocakları'nın Ateş'in açık adresleri ve konumunu düzenli olarak emniyetten öğrendiği bilgisi çıkacak, milletvekilleri bunları yazan gazetecileri aralıksız tehdit edecek ve bunlar haber olmayacak mı, yapılmasın mı?

Bu ülkede elinde dosya, isim listesi açıklayan her siyasi liderin üç kere, beş kere düşünüp öyle hareket etmesi gerekir.

Malum, kendine vazife edinenler, galeyana gelenler, tahrik olanlar… Hemen eyleme geçebilen ve bu nedenle sıfır sorumlu tutulan insanların ülkesidir burası.

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş gibi bir isim Ankara'nın göbeğinde öldürülecek, azmettiriciyi eski MHP Milletvekili koruyacak, bilirkişi raporundan Ülkü Ocakları'nın Ateş'in açık adresleri ve konumunu düzenli olarak emniyetten öğrendiği bilgisi çıkacak, milletvekilleri bunları yazan gazetecileri aralıksız tehdit edecek ve bunlar haber olmayacak mı, yapılmasın mı?

Bu ülkede elinde dosya, isim listesi açıklayan her siyasi liderin üç kere, beş kere düşünüp öyle hareket etmesi gerekir.

Malum, kendine vazife edinenler, galeyana gelenler, tahrik olanlar… Hemen eyleme geçebilen ve bu nedenle sıfır sorumlu tutulan insanların ülkesidir burası.

Hrant Dink'in nasıl itinayla hedef yapıldığını biliyoruz.

Nedense aniden MGK gündeminden düşen "misyonerlik" başlığının üzerinin çiğnenmesinden hemen sonra Rahip Santoro'nun nasıl öldürüldüğüne, Malatya Zirve Yayınevi çalışanlarının nasıl katledildiğine tanıklık ettik.

Cumhuriyet tarihi, hedef gösterilen ve nasılsa aniden ortaya çıkan aşırı hassas ve duyarlı katillerin cinayetleriyle dolu…

* * *

Bütün bu eylemlerin failleri arasındaki benzerliklere bakarsanız, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin açıklamasının neden bu kadar tehlikeli olduğunu da anlarsınız.

Şöyle diyor Bahçeli, dünkü açıklamasında:

 "Bazı çevreler 2024 yılının içerisinde Milliyetçi Hareket Partisi'ne karşı çok büyük haksızlıklar iftiralar yalanlar hakir görmeler suçlamalarda bulunmuşlardır. Bunların toplamı 154 kişidir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak basın mensupları olan değerli kardeşlerime bu gerçeği hatırlatmak istiyorum. Sizlerle çok zaman beraber oluyoruz ama televizyonda ayrıldığımız şahsiyetler var. Onları kabul etmekte zorlanıyoruz ama yakın takip altındayız. Şu görmüş olduğunuz liste kimin hangi gün hangi saatte hangi programda nasıl konuştuklarının kimlerle konuştuklarının, MHP'ye hangi hakaretleri yaptıklarının toplamıdır. Bu dosya elimizdedir. Günü geldiğinde bu dosya eyleme de geçecektir. Eylem hukuki nitelikte olacaktır. Bizi hedef gösteriyorlar saçmalığından da korkaklığından da kendilerini kurtarsınlar. Onlarla muhatap olmayı dahi kabul etmeyiz ama hukuk zemininde mutlaka hesaplaşacağız. Bizlere her türlü hakareti yapıyorlar iftira ediyorlar olayları olduğundan fazla abartıyor ve saptırıyorlar. Konuşmaması gerekenleri konuşmaya mecbur ediyorlar. Bütün bunları dikkate alarak sizler cevap verdiğinizde bakınız bizi hedef gösteriyor diyorlar. Bizim hedefimiz adalettir kendileri muhatabımız dahi değildir."

* * *

Listeye girememiş olmak elbette üzüyor insanı. Üzüyor zira listedeki gazetecilerin her biri, aynı listede bulunmaktan onur duyacağınız insanlar ve sadece gazetecilik yaptıkları için bu listeye girmiş durumdalar.

Ancak MHP'nin de açık seçik ne istediğini belirtmesi lazım bu listeyi açıklarken…

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş gibi bir isim Ankara'nın göbeğinde öldürülecek, azmettiriciyi eski MHP Milletvekili koruyacak, bilirkişi raporundan Ülkü Ocakları'nın Ateş'in açık adresleri ve konumunu düzenli olarak emniyetten öğrendiği bilgisi çıkacak, milletvekilleri bunları yazan gazetecileri aralıksız tehdit edecek ve bunlar haber olmayacak mı, yapılmasın mı?

Zaten dokunulmaz olan MHP, bu işlere karıştığı savcılığın hazırlattığı raporla ortaya çıkan isimler için başka türlü bir ayrıcalık daha mı istiyor? Neden bu işin aydınlatılması için çaba göstermek yerine, ilk günden itibaren aydınlatmaya çalışanlarla meselesi var?

* * *

Olağan şartlarda zaten bir siyasi lider, bir açıklama yapıp, bir ismi eleştirdiğinde aklımıza "hukuk zemini" gelir.

Ancak MHP lideri, haklı olarak, "Günü geldiğinde bu dosya eyleme de geçecektir" dedikten sonra, "Eylem hukuki nitelikte olacaktır" diye ekleme gereği duyuyor. Zira bunu eklemezse akla neyin geleceğini gayet iyi biliyor…

* * *

Bir de Bahçeli'nin sözünü ettiği hukuk zeminine bakmak lazım.

Gariptir, siyaseti de yakından ilgilendiren iki davaya; Sinan Ateş cinayeti davasına da Ayhan Bora Kaplan suç örgütü davasına da aynı mahkeme bakıyor, Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi…

Ayhan Bora Kaplan'ın duruşmada defalarca "bir tanem" diye hitap ettiği mahkeme başkanı ve heyet, Sinan Ateş cinayeti davasının ilk duruşmalarını hızla bitirdi. Kovuşturmayı derinleştirme gereği bile duymadan savcıdan esas hakkındaki görüşünü aldı. 30 Eylül'de yapılacak duruşmalardan sonra rekor bir hızla davanın karara bağlanması bekleniyor.

Kaplan dosyası ile Sinan Ateş dosya arasında nasıl bir paralellik var, hangisinin sanıkları, diğer dava için nasıl yorumlar yapıyor, yakında açığa çıkar!

Ancak iki davada da mahkeme katiyen çizilen bir çerçevenin dışına çıkmamasıyla dikkati çekiyor.

Ateş cinayetine ilişkin duruşma tutanağı açıkça bu tavrı gösteriyor.

Eski Ülkü Ocakları yöneticisi olan ve cinayetin azmetticisi olmakla suçlanan Tolgahan Demirbaş'a, eski MHP Milletvekili Olcay Kılavuz'la cinayet saati ve öncesi ne konuştuklarının sorulması isteniyor, heyet izin vermiyor.

Tetikçilerin kaçırıldığı saatlerde eşlik eden araçlarla ilgili soru sorulmak isteniyor, izin verilmiyor. Bağlantıların, görüşme trafiklerinin sorulmasına katiyen izin vermiyor heyet. Gerekçe aynı: "Biz iddianameyle bağlıyız…"

Peki iddianamede neler var ve neler yok…

Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş'in beyanları yok, bağlantıları gösteren bilirkişi raporu yok, eski MHP Milletvekili Olcay Kılavuz ve sanıklarla temasta bulunan MHP'liler yok…

Ateş'in silahlı bir çete ve birkaç eski ülkücü tarafından öldürüldüğü çerçevesi çiziliyor ve dosya bu şekilde kapatılmak isteniyor.

Ayhan Bora Kaplan soruşturması da farklı değil. Ancak o iddianamede en azından Kaplan hakkında son yıllarda açılan bütün dosyaların nasıl sümenaltı edildiğini görmek mümkün.

* * *

Bahçeli'nin işaret ettiği "hukuk zemini" bu. Kayganlığından kimsenin kuşkusu yok. Kimsenin de adaletli davranılacağı konusunda inancı yok. Aksi olsa bu soruşturmaların haber değeri bu kadar yüksek olmazdı. Hakikati gazeteciler değil savcılar açıklamış olurdu.

Ortada, yapılan itiraflara rağmen silahlı saldırıların, gazetecilerin dövülmesi eylemlerinin hesabını soramayan, sormak istemeyen, failleri merak bile etmeyen bir yargı var.

Böyle bir ortamda liste açıklayıp, hukuk zemininde hesap sorulacağını söylemek de çok anlamlı değil.

Kamuoyuna ve siyasete düşen, o listede ismi yer alan herkesi korumaya çemberine almak. Yakın tarihe baktığımızda bunun neden zorunluluk olduğu da net biçimde görülüyor.

                                                                     /././

Hayırsız ülke -Mine Söğüt-

"Artık" deyin "Köpek saldırısından ölmeyeceksiniz. Sadece açlıktan, yoksulluktan, cahillikten öleceksiniz. Tecavüze uğramaya, istismara maruz kalmaya devam edeceksiniz. İnşaatlarda, karanlık atölyelerde kaçak olarak rahat rahat çalışacaksınız. Kaldırımlarda gönlünüzce dilenebileceksiniz. Küçük yaşta evlendirilip, felaketlere sürüklendirilebileceksiniz. Savaşlar çıkaracağız daha, bekleyin o savaşlarda öleceksiniz"

Çocukların sokaklarda rahat rahat dilendirilebildiği bir ülke burası.

Çocukların evsiz kalabildiği, parklarda gecelediği...

Enseste kurban gidiyorlar, evlerde, tarikatlarda tecavüze uğruyorlar.

Aç uyuyor çocuklar bu ülkede, üzüntüden kendilerini asıyorlar tavanlara iplerle.

Çocuklar var bu ülkede, erkenden evlendirilen, erkenden evden gönderilen, erkenden zorla büyütülen…

İnşaatlarda, atölyelerde kaçak işlerde çalıştırılıyor, iş kazalarına kurban gidiyorlar.

Mayına basan çocuk var, okulun penceresinden kendisini atan, babası annesini gözlerinin önünde sokak ortasında vuran.

Ormanlarda, kuyularda, kuytularda çocuk cesetleri…

Kimin kimi neden öldürdüğü aslında hep belli.

Çocuklar var bu ülkede köpeklere sarılıp kaldırımlarda bir başına uyuyan ve çok uzun süre hayatta kalamayan.

Hadi gidin şimdi o çocukları uyandırın, o çocukları mezarlarlarından kaldırın, saklandıkları deliklerden çıkartın, kayboldukları dünyalarda bulun ve onlara anlatın.

"Biz" deyin "Sizi sokak hayvanlarının dehşetinden korumak için çok güzel yasalar çıkarttık. Başıboş olanları, saldırgan olanları, tehlikeli olanları, etrafı rahatsız edenleri yakalayıp öldüreceğiz. Köpekler ve kediler sokakta artık size kötü hiçbir şey yapamayacaklar" deyin.

Ve itiraf edin "Size ne kötülük yapılacaksa biz bizzat yapacağız" deyin.

"Sağlıksız koşullarda doğup büyümeye devam edeceksiniz" deyin.

"Anneniz babanız hep işsiz kalacak, çalışsalarda karınları hiç doymayacak" deyin.

"Asla fırsat eşitliği olan bir dünyada yaşayamayacaksınız" deyin.

"Paranız olmadıkça iyi okullarda okuyamayacak, bir meslek sahibi bile olamayacaksınız" deyin.

"Artık" deyin "Köpek saldırısından ölmeyeceksiniz. Sadece açlıktan, yoksulluktan, cahillikten öleceksiniz. Tecavüze uğramaya, istismara maruz kalmaya devam edeceksiniz. İnşaatlarda, karanlık atölyelerde kaçak olarak rahat rahat çalışacaksınız. Kaldırımlarda gönlünüzce dilenebileceksiniz. Küçük yaşta evlendirilip, felaketlere sürüklendirilebileceksiniz. Savaşlar çıkaracağız daha, bekleyin o savaşlarda öleceksiniz."

Söyleyin hadi bunları çocuklara, sevindirin onları.

Sonra meclisinize geri dönün, bakın bakalım vasfı değiştirilecek daha başka orman kalmış mı ortalarda?

Henüz imara açılmamış SİT alanları hangileri? Başka yeşil alanlar var mı talana müsait? İnşaat yapılmamış yer kalmış mı sağda solda? Madenlere kiralanmamış dağları tepeleri gözden geçirin bir daha.

Yeniden cami yapılacak müze var mıdır başka acaba?

Kadınlara verilmiş haklara bir bakın sonra, geri alınabilmeleri için neler yapılabilir, başka hangi anlaşmalar, kanunlar iptal edilebilir?

Üniversitelerde yerinden edilmemiş iyi hoca kalmıştır inşallah? Biraz daha fazla din dersi mi koysanız okullara?

Bütçeleri yeniden gözden geçirin. Düşmandan kısıp dosta verilecekleri bir daha belirleyin. Hâlâ arttırmadığınız vergileri arttırın, yeni vergiler çıkartın. Zamlar yapın. İhaleler açın, onları eşinize dostunuza dağıtın.

Gazete var mı kapatılacak, gazeteci var mı içeri atılacak, sansür kalmış mı hiç ona buna uygulanacak? Yeni, hedefler belirleyin, o hedefleri tek tek terörist ilan edin. Anayasa'yı tekmeledikçe tekmeleyin.

Sonra arada başarılarınızı kutlayın.

Zira şu muhteşem iktidarınızda, çok güzel uyutuyorsunuz hayvanları da insanları da.

Siz bunları yaparken biz de bir kez daha düşünelim…

Hayırsız Ada'dan hayırsız ülkeye nasıl vardık, hangi hataları yaptık da çağdaşlığı barbarlığa kaptırdık…

Artık bir zahmet anlar mıyız acaba?

                                                                 /././

"Basın Özgürlüğü için Mücadele ve Dayanışma Günü" mü, "Basın Bayramı" mı? -Mustafa Durmuş-

Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde (2024) Türkiye 31,6 puan ile 180 ülke arasında 158'nci sırada yer alıyor

24 Temmuz, Türkiye'de  "Basın Özgürlüğü İçin Mücadele ve Dayanışma Günü" olarak kutlanmalı.

"Bayramdan ziyade mücadele ve dayanışma günü" olarak anılmasının nedeni ülkedeki basın özgürlüğünün kutlanamayacak kadar kötü bir durumda olması. En son 154 kişilik malum listede yer alanların 36'sının gazeteci ya da basın mensubu olması tesadüf olmamalı.

Türkiye'nin karnesi zayıflarla dolu

Nitekim Reuters'in "Basın, Yayın, Sosyal Medya Türkiye Raporu (2024)" Türkiye'nin basın özgürlüğü karnesinin hiç iyi olmadığını ortaya koyuyor. (1)

Raporun Türkiye ile ilgili kısmı şu tespitle başlıyor: "Geçen yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kıl payı zafer kazanan Recep Tayyip Erdoğan, yeni dönemine yenilenmiş bir güçle ve medya üzerindeki sıkı kontrolünü sürdürerek başladı".

180 ülke arasında 158'inci

Öncelikle, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde (2024) Türkiye'nin 31,6 puan ile 180 ülke arasında 158'nci sırada yer aldığının altını çizelim.

Raporda yer alan bulgulara göre, Türkiye'de basın ve yayında yer alan haberlere olan yurttaş güveni de çok düşük: Ortalama yüzde 35.

Her 100 kişiden sadece 35'i haberlere güveniyor!

Yani her 100 izleyiciden sadece 35'i mevcut haber kanallarında yer alan haberlerin gerçeği yansıttığına inanıyor. Bu açıdan Türkiye 47 ülke arasında 26'ncı sırada bulunuyor.

Bir devlet kuruluşu olan TRT'nin yayınlarına olan güven ise yüzde 45 (geçen yıldan bu yana 3 puan düştü).

İktidar yanlısı yayın organları en az güvenilenler

Haberlerine en az güvenilen yayın organları ise iktidara en yakın ya da iktidarca yönlendirilen basın yayın kurumları. Örneğin A Haber'in güvenirliği yüzde 35, ATV'ninki yüzde 36 ve Sabah'ınki yüzde 39.

En yüksek güvene sahip haber kanalları ise kamuoyunda daha ziyade "muhalif" olarak değerlendirilenler. Sırasıyla: NOW (eski FOX) yüzde 60, Cumhuriyet yüzde 54, Sözcü yüzde 53 ve Halk TV ve NTV yüzde 52.

Online haberler ilk sırada

Habere erişimde yüzde 70 ile online haberler (sosyal medya dahil) ilk sırada iken, yüzde 56 ile TV'ler bunun gerisinde kalıyor (TV izleme oranı 2016'da yüzde 75 idi).

TV'den haber izleme oranı anlamında, NOW TV haftalık olarak, hem TV, Radyo hem de online olarak en çok izlenen haber kanalı konumunda.

Özgür basın demokrasinin olmazsa olmazıdır. Özgür basın susturulamaz.


Dipnotlar:

(1) Reuters Institute Digital News Report 2024, s. 110-111)

(T24)

24 Temmuz 2024 Çarşamba

Baron dosyasında takipsizlik skandalı - Timur Soykan / Birgün

 

Hollandalı baron Bodrum’da lüks Vogue Hotel’de uzun süre kalmış. Bu dönemde hesaplarında, vatandaşlık başvurusunda otel sahibinin şirketlerinin izleri bulundu. Takipsizlik kararıyla Baronlar Davası’ndan kurtarıldılar.

Avrupa’nın en çok aranan uyuşturucu baronu Hollandalı Leijdekkers, Bodrum’daki ultra lüks Vogue Hotel’de villalar tutup uzun süre kalmış. Henüz Kırmızı Bülten ile aranmadığı bu dönemde banka hesaplarında, vatandaşlık başvurusunda, ticaretinde Vogue Hotel’in sahibi Turan Avcı’nın akrabalarının ve şirketlerinin izleri bulundu. Ancak takipsizlik kararıyla Baronlar Davası’ndan kurtarıldılar.

Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı döneminde Türkiye, dünya mafyasının üssüne dönüştürülmüş, Avustralya’dan Hollanda’ya, İspanya’dan Ekvador’a kadar çok sayıda ülkenin uyuşturucu baronu Türkiye’ye yerleşmişti.

                                        Tombul Jos’a verilen ikamet iptal belgesi

Mayıs 2023’teki genel seçimlerden sonra İçişleri Bakanı olan Ali Yerlikaya döneminde uluslararası suç örgütlerine yönelik operasyon dalgası başlatılmıştı. İlk operasyon 13 Haziran 2023 tarihinde Avrupa’nın en çok aranan uyuşturucu baronlarından ‘Tombul Jos’ lakaplı Joseph Johannes Leijdekkers’in çetesine yönelik yapıldı. Mafyanın şifreli haberleşme sistemi Sky ECC’deki mesajlardan Tombul Jos’un Latin Amerika’dan Avrupa’ya tonlarca kokain getirttiğini ortaya koymuştu. İddiaya göre; 2020’deki mesajlarında sevkiyat emirlerini veriyor, ardından adamlarına Bodrum’daki ultra lüks villasında çektiği fotoğrafları gönderiyordu.

Hollandalı barona yönelik operasyonda, Tombul Jos’un bacanağı ve uyuşturucu kaçakçısı olduğu iddia edilen Türk vatandaşı Abdullah Alp Üstün, Tombul Jos ile birlikte uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı iddia edilen Hollandalı Isaac Bignan, Alman uyuşturucu kaçakçısı Eric Schroder, Tombul Jos’un Türkiye’de yaşayan kardeşi Wilhelmus Adrianus Leijdekkers’in arasında olduğu çok sayıda kişi tutuklandı. Yüz milyonlarca liralık mal varlıklarına el konuldu. ‘Tombul Jos’  ile Sırp ortağı Davor Trajkovic ise yakalanmadı.

TAHLİYE EDİLDİLER VE KAÇTILAR

Ancak operasyondan bir yıl sonra Türkiye’nin en büyük baronlar davasında tüm sanıklar tahliye edildi. Davaya bakan İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi, 6 Temmuz 2024 günü gece 02.30’a kadar süren duruşmanın sonunda Abdullah Alp Üstün’ü ev hapsi, diğer 14 tutuklu sanığı ise adli kontrol şartıyla bıraktı. Savcılığın itirazı üzerine 5 gün sonra İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi, Abdullah Alp Üstün, oğlu Efe Alp Üstün, Tombul Jos’un kardeşinin de aralarında bulunduğu 7 sanığın tekrar tutuklanmasına karar verdi. Ancak hepsi kayıplara karışmıştı. Hakimler Savcılar Kurulu, tahliye kararını veren İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi hakkında inceleme başlattı. Bu tahliyeler tartışılırken davanın ek klasörlerinde çok daha büyük bir skandal gizleniyor. Ne hikmetse Tombul Jos’a ev sahipliği yapanlar, oturum izni alanlar, vatandaşlık başvurusu için yardım edenler takipsizlik kararıyla davadan kurtarılmış.

Joseph Johannes Leijdekkers, Avrupa’nın en büyük uyuşturucu kaçakçılarından biri olarak nitelendiriliyor.

HESABA 500 BİN EURO YATTI

Tombul Jos’u Türkiye macerasıyla birlikte anlatalım:

İddianame ve ek delil klasörlerine göre; Tombul Jos, 4 Temmuz 2020 tarihinde ‘Daniel Ernst’ adına düzenlenmiş Alman pasaportuyla Türkiye’ye giriş yaptı. Bir süre Türkiye’de kaldıktan sonra yurt dışına çıktı. İki ay sonra, 7 Eylül 2020’de özel jetiyle Türkiye’ye geldi. Kendi adına yani ‘Joseph Johannes Leijdekkers’ ismine düzenlenmiş pasaportuyla Bodrum Havalimanı’ndan Türkiye’ye giriş yaptı.

Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporuna göre; Türkiye’ye geldikten üç gün sonra 10 Eylül 2020 tarihinde Denizbank’ta hesap açtırdı ve bu hesaba 12 gün sonra, 22 Eylül 2020’de 500 bin euro yatırıldı. Dünyanın her yerinde bir hesaba 500 bin euro yatırıldığında inceleme başlatılır ve paranın kaynağı araştırılır. Ama AKP döneminde, Türkiye’de kara paraya kapılar tamamıyla açılmıştı. Hollandalı uyuşturucu baronu kara parasını gizleme ihtiyacı bile hissetmediği bir koruma kalkanının arkasındaydı. Hatta bu parayla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı almak için uğraşıyordu. MASAK raporuna göre; Joseph Johannes Leijdekkers Türkiye’de açtığı banka hesabında Cem Avcı ve Mehmet Gökcan Baykaldı isimli kişilere işlem yapma yetkisi verdi. Özellikle ‘Cem Avcı’ ismini aklımızda tutalım. Tombul Jos, hesabına yatırılan 500 bin euroyu bir ay sonra 22 Ekim 2020’de ‘Fesih Avcı’ isimli bir kişinin hesabına gönderdi. Bu parayla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına başvurmak için Bodrum’da otel satın almıştı. ‘Fesih Avcı’ ismini de unutmayalım.

BARONA ‘VATANDAŞLIĞA UYGUN’ BELGESİ

‘Tombul Jos’un satın aldığı otel, Torba Mahallesi’nde, Usuluk Koyu’na bakan 17 adet 3 katlı, bir adet tek katlı betonarme bina ve arsası olarak tapu kaydına işlenmiş. Üstelik bu tapu kaydında Tombul Jos’un oteli T.C. vatandaşlığı için aldığı da yazıyor:

“Türk Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 20’nci Maddesi kapsamında belirtme tarihinden itibaren üç yıl içerisinde satılmayacağı taahhüdü vardır.” İpuçlarının peşinden gitmeye devam edelim. Davanın ek klasörlerinde yeni bir belge buluyoruz. 23 Kasım 2020 tarihli Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Denizli Bölge Müdürlüğü’nü düzenlediği bir belge var. ‘Vatandaşlığa Uygunluk Belgesi’ olarak sisteme kaydedilmiş. Belgede ucuza, kelepir Türk vatandaşlığının nasıl pazarlandığı gözler önüne seriliyor. Tombul Jos’un vatandaşlık için gerekli olan 250 bin doların üzerinde taşınmaz satın aldığı belirtiliyor. Bodrum’da otel alan Tombul Jos’un vatandaşlık için gerekli şartı sağladığı anlatılıyor.

ULTRA LÜKS OTELDE BARON SEFASI

Tombul Jos’un otelden vatandaşlık devşirmeye çalıştığı belgede adresi yazıyor:

Torba Mahallesi, Usuluk Sokak 10/A Daire: 1 Bodrum Muğla.

Bu adres çok tanıdık, çok ünlü. Tombul Jos’un, vatandaşlık işlemleri sırasında verdiği adres; Bodrum Torba Koyu’ndaki Vogue Hotel’deki ultra lüks villa.

                        Hollandalı uyuşturucu baronuna verilen Türk vatandaşlığı için uygunluk belgesi.

Tombul Jos’un Vogue Hotel’de yüz binlerce euro nakit parayla 5 villa kiraladığı iddia ediliyor. Bir villada eşi ve çocuklarıyla yaşarken Hollanda’dan gelen annesi, kardeşleri, akrabaları, arkadaşlarını diğer villarda ağırlamış. Bu ultra lüks otelde AKP’nin önemli isimlerinin, bakanların, Saray’a yakın isimlerin sık sık tatil yaptığı biliniyor.

                     Uyuşturucu baronu bu villarda yaşıyordu.

Peki; Vogue Hotel’in sahibi kim?

Ünlü turizmci ve iş insanı Turan Avcı.

Tombul Jos’un banka hesabında işlem yapma yetkisi alan Cem Avcı, Turan Avcı’nın yeğeni. Ayrıca Vogue Hotel’in Genel Müdür yardımcısı. Uyuşturucu baronu Tombul Jos’un Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak için Bodrum’da bir otel satın aldığı Fesih Avcı ise Turan Avcı’nın kardeşi. Ayrıca Turan Avcı’nın sahibi olduğu Vogue Hotel’i de bünyesinde barındıran BYT Peyzaj Hafriyat İnşaat ve Turizm Şirketi’nin ortağı. Tombul Jos’un banka hesaplarında işlem yapma yetkisi alan Mehmet Gökcan Baykaldı da BYT Şirketi’nin çalışanı olarak görünüyor. Yani Tombul Jos, Turan Avcı’nın sahibi olduğu Vogue Hotel’de kiraladığı lüks villalarda kalmış ve bu sırada otel sahipleriyle yüz binlerce euroluk ticaret ilişkisine girmiş. Bu alışveriş sayesinde Türk vatandaşı olmak için koşulları hazırlamış.

İŞTE BARONUN İKAMET KİMLİĞİ

Tombul Jos, kısa dönemli oturum izni için de başvurmuştu. İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 3 Aralık 2020 tarihinde Joseph Johannes Leijdekkers’e geçici ikamet izni kimliğini teslim etti. Henüz Hollanda hakkında Kırmızı Bülten çıkartmamıştı ama ülkesinde uyuşturucu kaçakçılığı yaptığına dair istihbarat kayıtları vardı. İkamet izni kimliği ek klasörlerde bulunuyor.

TOMBUL JOS’A VERİLEN İKAMET İZİN KİMLİĞİNİ İLK KEZ YAYIMLIYORUZ

Tombul Jos, ikamet izni aldıktan sonra vatandaşlık için bekliyordu. Ancak Hollanda onun hakkında Interpol Mavi Bülteni çıkarttı. Yani; yerinin tespit edilip Hollandalı makamlara bildirilmesi gerekiyordu. Muğla Göç İdaresi, onun geçici ikamet iznini iptal etti. Vogue Hotel’deki villasına gelen polisler, Tombul Jos’a 10 gün içinde Türkiye’yi terk etmesi gerektiğini söyledi. Özel jetiyle İstanbul’a giden uyuşturucu baronu, avukatlarının başvurusuyla bu kararın yürütmesini durdurdu. Kısa süre sonra Tombul Jos, yine Vogue Hotel’deki villasında gözaltına alınıp geri gönderme merkezine götürüldü. ‘Yürütmeyi durdurma’ kararı sayesinde aynı gün buradan çıktı ve lüks otele geri gördü. Yani; Kırmızı Bülten ile yakalama kararı çıkmasından kısa süre önce Tombul Jos serbest bırakıldı. Bir daha da yakalanmadı. Ancak artık Türk vatandaşı olamayacaktı.

                  Tombul Jos’un ikamet izin kimliği

SIRP BARONUN HESAPLARI

Sadece Tombul Jos değil, iddianamede birlikte uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı iddia edilen Sırp uyuşturucu baronu Davor Trajkovic de Turan Avcı’nın ailesi ve şirketleriyle ticari ilişkiler içindeydi. Tombul Jos gibi ‘Baronlar Operasyonu’nda yakalanmayan ve firar eden Davor Trajkovic, 2019 yılında Türkiye’ye gelmiş ve aynı kişiler aracılığıyla taşınmazlar almış. MASAK raporuna göre; Cem Avcı ve Mehmet Gökcan Baykaldı, Davor Trajkovic ve eşi Sanja Brnovic’in de banka hesaplarında işlem yapma yetkisine sahip olmuş. Cem Avcı ve Mehmet Gökcan Baykaldı’nın yanı sıra BYT Şirketi’nin üç çalışanı Sırp uyuşturucu baronu ve eşinin hesaplarında işlem yaptı. Cem Avcı, 5 Temmuz 2019 günü Davor Trajkovic’in hesabına 300 bin euro, Sanja Brnovic’in hesabına ise 296 bin 560 euro yatırdı.

Sadece 4 gün sonra çok dikkat çekici bir işlem daha kayda geçiyor. Davor Trajkovic ve eşi Sanja Brnovic, 9 Temmuz 2019’da ünlü inşaatçı ve turizmci Baki Kayan’a ait Baki Kayan İnşaat Taahhüt Sanayi Ticaret Anonim Şirketi’ne toplam 600 bin euro gönderiyor. Tombul Jos ile Davor Trajkovic’in Torba’da denize nazır, çok değerli taşınmazı ortak aldıkları da tespit edildi.

TAKİPSİZLİK KARARIYLA KURTARILDILAR

MASAK raporunda ortaya konulan bu para trafiğine ve belgelere karşın Tombul Jos’un ve Davor Trajkovic’in hesaplarında işlem yetkisi olan Cem Avcı ile Mehmet Gökcan Baykaldı hakkında takipsizlik kararı verildi. Vatandaşlık için Hollandalı barona otel satan Fesih Avcı hakkında da dava açılmasına gerek görülmedi. BYT Peyzaj Hafriyat İnşaat ve Turizm Şirketi’nin sahibi Turan Avcı, otelinde Hollandalı Baron’a ev sahipliği yapmış, çalışanları ise banka ve vatandaşlık işlerini yapmıştı. Onun hakkında soruşturma bile açılmadı. Sırp uyuşturucu kaçakçısı ile bankalar üzerinden 600 bin dolarlık alışveriş yapan Baki Kayan da soruşturulmadı.

Yani; bu isimler, delillere karşın 51 sanıklı, Türkiye’nin en büyük baronlar davasında sanık bile olmadı.

Bu takipsizlik kararı; Türkiye’nin en büyük baronlar davasında tüm sanıkların tahliye edilmesinden daha büyük bir skandal olarak yorumlanıyor.

Şimdi sırrını çözmek için Turan Avcı’yı daha yakından tanıyalım.

                              Turan Avcı

PARAMOUNT HOTEL’DEN VOGUE HOTEL’E

Turan Avcı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın isimlerden Fettah Tamince’nin eski ortağı. Fettah Tamince, Zaman Gazetesi’nin ortağı olmasına karşın FETÖ soruşturma ve davalarında Erdoğan’ın avukatlarınca savuldu. Ağır suçlamalardan kurtarıldı. Turan Avcı, Fettah Tamince gibi Vanlı ve hayat hikayesi ona çok benziyor. Genç yaşta Rusya’ya çalışmak için gitti. Tamince gibi Rusya’da otellere, büyük alışveriş merkezlerine sahip oldu ve Türkiye’ye büyük turizmci olarak döndü. AKP iktidarının koy ve kıyıları yağmalamasından çok kârlı çıktı. Tabiat Parkı olan doğa harikası Usuluk Koyu’nda 10 yıl önce Vogue Hoteli inşa etmesine yol verilmişti.

                                         Vogue Hotel

Sedat Peker’in ifşalarıyla gündeme gelen Paramount Hotel olayında da Turan Avcı’nın adı geçmişti. Otelin ilk sahibi Atilla Uras’ın kızı Yasemin Uras’ın iddiasına göre; Turan Avcı, Rus şoförünün imzası olan karşılıksız çeklerle Paramount’u satın almaya çalıştı. Sonrasında oteli Rus mafyası ile bağlantılı Botir Rahimov’a devretti. Rahimov daha sonra Türk vatandaşı olup Bahtiyar İkramoğlu adını alırken, otelin hisseleri yurt dışına kaçırıldı ve Sezgin Baran Korkmaz’a satıldı. Sezgin Baran Korkmaz’ın ABD Hazinesi dolandırılarak elde edilen kara parayı bu otelde akladığı öne sürüldü. Nitekim bu otelde eski Başbakan Binali Yıldırım’ın da arasında olduğu çok sayıda siyasi, bürokrat, yargı mensubu, mafya lideri ve yandaşın kaldığı ortaya çıkmıştı.

                                     Paramount Hotel

Ne garip ki; Baronlar Davası’nda sanık yapılmayan Baki Kayan’ın adı da Paramount Hotel olayında geçmişti. Atilla Uras’ın kızı Yasemin Uras, Paramount Hotel’in yanı sıra İstanbul Boğazı kıyısındaki Bebek Korusu’na çöken isimler arasında Baki Kayan’ın olduğunu savunmuştu.

Turan Avcı ve Baki Kayan’ın isminin geçtiği olaylarda hep Rusya bağlantısı çok dikkat çekiyor. Tombul Jos’un da şu anda Rusya’da olduğu iddia ediliyor.

Paramount Hotel’den, Vogue Hotel’e uyuşturucu baronlarından yargı skandallarına uzanan karanlık yolda ülke bataklığın dibine sürükleniyor.

Timur Soykan / Birgün

T24 "KÖŞEBAŞI"-24 Temmuz 2024-

10 soruda 'ötanazi' düzenlemesi: Tartışmalı düzenleme ne getiriyor, sokak köpekleri öldürülecek mi, uygulamayan belediyelere ne yapılacak? -Gökçer Tahincioğlu-

Muhalefet, önergenin katliamı gizleme amacı taşıdığını, barınağa alınan köpeklerin hemen öldürüleceğini iddia ediyor. Teklifte böyle bir kelimelendirme yer almasa da bu iddiayı boşa düşürecek, sınırlayıcı bir düzenleme de yer almıyor ve köpeklerin kaderini tamamen uygulayıcıların kaderine bırakıyor.

Yüzbinlerce sokak köpeğinin öldürülmesine neden olacağı gerekçesiyle eleştirilen, kamuoyunda “köpeklere ötanazi düzenlemesi” olarak bilinen teklif, TBMM Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda, uzun ve sert tartışmalardan sonra kabul edildi. Komisyon görüşmeleri sırasında verilen önergelerle teklifin yumuşatılmasına çalışıldı. Teklif metninde, önergelerle yapılan değişikliklerde, açıkça sokak köpeklerinin tamamının öldürüleceği gibi bir ifade yer almıyor ve ötanazi için çeşitli kriterler getiriyor ancak muğlak hükümler, uygulamadaki belirsizlikler, tanımlardaki açıklar yüzbinlerce köpeğin öldürülmesi sonucunu doğurabilecek. TBMM Genel Kurulu, düzenlemeyi bu şekliyle yasalaştırırsa barınak kurmaları için 2028’e kadar süre tanınan belediyeler hemen harekete geçebilecek. Bu nedenle gerekli kriterlerin sağlanıp sağlanmadığına bakılmadan köpeklerin öldürülmesine başlanma ihtimali de bulunuyor.

10 soruda, tartışılan teklifte yer alan düzenlemeler şöyle:

1- Tartışılan düzenleme nasıl gündeme geldi?

Kamuoyuna, “sokak hayvanlarına ötanazi” düzenlemesi olarak yansıyan, Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, gündeme yerel seçimlerin hemen ardından geldi. Aslında uzun yıllardır özellikle köpek saldırıları tartışılıyor ancak bu konuda harekete geçilmiyordu. Sokak köpekleriyle ilgili bazı derneklerin usulsüzlükler yaptıkları, para toplayıp zimmetlerine geçirdikleri iddiaları da sıkça gündeme geliyordu. Bu konuda oluşan karşı dernekler, özellikle sokak köpeklerinin saldırılarını konu etti. AKP, düzenlemeyi konuşmaya başladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen aralık ayında Ankara Keçiören’de 4’üncü sınıf öğrencisi Tunahan Yılmaz’ın boş arazide köpeklerin saldırısına uğrayarak ağır yaralanmasının ardından, “Sokak köpeklerinin zarar verdiği insanların haklarını da koruma görevleri” olduğunu belirterek, bu sorunu çözüme kavuşturacaklarını açıklamıştı. Yerel seçimden sonra, mevcut yasanın yetersiz olduğu konuşuldu. Ancak köpeklerin öldürülmesine dair bir düzenleme yapılacağının gündeme gelmesiyle tepkiler arttı. AKP, mayıs ayı başında TBMM’ye getirmeyi tasarladığı teklif üzerinde çalışmaya devam etti. Temmuz ayında yeni teklif AKP’li vekillerin imzasıyla TBMM’ye sunuldu ve TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’na havale edildi.

2 - Yerel seçimden sonra gündeme gelmesi nasıl yorumlandı?

Teklifin, AKP’nin ilk kez ikinci parti olarak çıktığı, birçok belediyeyi kaybettiği 31 Mart yerel seçiminden sonra gündeme gelmesi, sokak köpeklerinin toplanması konusunda belediyelerin yetkili olması nedeniyle siyasi bir adım olarak değerlendirildi. CHP’li seçmenin düzenlemeye karşı olması, buna karşılık teklifin ve mevcut yasaların konuyla ilgili olarak belediyeleri görevlendirmesi, “AKP, CHP’yi zor durumda bırakmak istiyor” yorumlarına yol açtı. Belediyelerin yasayı uygulamaması durumunda İçişleri Bakanlığı’nın harekete geçebileceği de iddia edildi. Bununla birlikte, özellikle köpeklerin uyutulmasının pahalı bir işlem olması nedeniyle teklifin gündeme getirildiği, birilerine rant sağlanacağı iddiaları da muhalefet tarafından dillendirildi.

3 - Teklif, neden “ötanazi düzenlemesi” olarak nitelendirildi?

AKP’nin TBMM’ye getirdiği teklifte, sokak köpeklerinin öldürülmesi seçeneği için, “ötanazi” kavramı kullanıldı. Mevcut bazı düzenlemelerde de hayvanların öldürülmesi konusunda bu ifade kullanılıyor. “Ötanazi”, aslında hasta kişilerin yaşamlarını kendi istekleriyle ve tıbbi müdahaleyle sonlandırılmasını istemeleri için kullanılan bir kavram. Bazı batı ülkeleri, vatandaşlarına belli kriterlerle ötanazi hakkı tanıyor. Hayvanların bu konuda karar verme yetisi bulunmadığı için teklifte bu kavramın kullanılması eleştirildi. Buna karşılık, teklif bu kavram kullanılarak komisyona havale edildi ve dolaylı olarak kullanılarak kabul edildi.

4 - Teklif, AKP tarafından nasıl gerekçelendirildi?

AKP Kahramanmaraş Milletvekili Vahit Kirişci başkanlığında toplanan komisyonda konuşan teklife imza atan isimlerden Harun Mertoğlu, kanunların ihtiyaçtan doğduğunu, bu teklifle "Önce insan" dediklerini belirtti. Mevcut düzenlemelerin günümüzdeki ihtiyaçlara cevap vermediğinin anlaşıldığını vurgulayan Harun Mertoğlu, şöyle konuştu:

“Yaşanan olaylar, kanun değişikliğine gidilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. ‘Hayvanları yakala, kısırlaştır, aşısını yap, tekrar sokaklara bırak’ anlayışı ihtiyaçlarımıza cevap vermemiş, onlarca insanımızın, çocuklarımızın ölmesine sebep olmuştur. Geldiğimiz bu noktada gerek AİHM kararları gerek Danıştay kararları sokaklarda yaşanan ve hayvanlardan kaynaklı meydana gelen trafik kazalarının sorumluluğunu idarelere vermiştir. Dolayısıyla sokaklar hayvanlar için bir yaşam alanı olamaz. Sokaklar değil hayvanlar için insanlar için bile güvenli bir yaşam alanı değildir. Sokaklarda açlık, susuzluk, bulaşıcı hastalıklar var. Sokaklar tekin değil.”

Teklifin gerekçe kısmında da benzer bir yaklaşım sergileniyor. Sokak köpeklerinin saldırıları sonucu yaşanan olayların istatistiklerine yer verilen gerekçede, mevcut yasanın “yakala-kısırlaştır-sal” ilkesini temel aldığı ancak bunun uygulanamadığı belirtiliyor. Batı ülkelerinden örneklere yer verilen gerekçede, teklifle yeni bir yöntem geliştirildiği savunuluyor.

5 - Teklif, hangi uygulamayı esas alıyor?

Teklifte yer alan düzenlemeye göre, kedi ve köpekler, Tarım ve Orman Bakanlığı veri tabanına kaydedilmesi zorunluluğu bulunduğundan "sahipli hayvan" ve "sahipsiz hayvan" olarak sınıflandırılacak. Mevcut Hayvanları Koruma Kanunu'ndaki "yakala-kısırlaştır-sal" metodunun kaldırılması nedeniyle hayvan bakımevi tanımında uyum değişikliği yapıldı. Hayvan bakımevinin tanımı, "Bakanlıktan izin alınmak suretiyle kurulan ve hayvanların sahiplendirilinceye kadar barındırıldığı ve rehabilite edildiği bir tesis" şeklinde değiştirildi. Buna göre, sahipsiz ve güçten düşmüş hayvanların hayvan bakımevlerine toplanması ve buralarda rehabilite edilerek sahiplendirilinceye kadar bakılacak olması sebebiyle bakımevleri dışında bir hayvana bakmak için onun yasal sorumluluğunun alınması gerekiyor.

“Sahipsiz hayvanların da sahipli hayvanlar gibi yaşamları desteklenmelidir" ifadesi yürürlükten kaldırılıyor. Buna göre, hayvan bakımevlerine alınan hayvanlardan rehabilite edilen köpekler sahiplendirilinceye kadar bu yerlerde barındırılacak. Doğru ve güncel veri sağlanabilmesi amacıyla hayvan bakımevlerine alınan hayvanlar Tarım ve Orman Bakanlığı veri sistemine kaydedilecek.

6 - Barınağa alınan hayvanlar öldürülecek mi?

Komisyon çalışmalarının ikinci gününde, önerge ile “ötanazi” maddesi adı verilen maddede değişikliğe gidildi. Teklifin tartışılan beşinci maddesi, saldırgan olan, bulaşıcı veya tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olan hayvanlara yerel yönetimlerce ötanazi yapılacağı düzenlemesini içeriyordu. Önergeyle bu hüküm tekliften çıkartıldı.

Önergeyle teklife, "Bakımevine alınan köpeklerden insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen, bulaşıcı veya tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olanlarına Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu'nun 9. maddesinin 3. fıkrasında belirtilen tedbir uygulanır. Yerel yönetimler, sahipsiz köpeklere ilişkin yürüttüğü iş ve işlemlerde Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi kapsamında gerekli idari tedbirleri almaya yetkilidir." hükmü eklendi.

AKP’liler, böylece bütün köpeklere ötanazi uygulanmasının söz konusu olmayacağını savundu. Ancak önergeyle getirilen düzenlemede atıf yapılan hüküm, şu düzenlemeyi içeriyor:

"Hayvanlara ötanazi yapmak yasaktır. Ancak, hayvanlara acı ve ıstırap çektiren veya iyileşme durumu bulunmayan hastalık durumlarında, akut bulaşıcı bir hayvan hastalığının önlenmesi ya da eradikasyonu amacıyla veya insan sağlığı için risk oluşturan durumlarda, davranışları insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen durumlarda, veteriner hekim tarafından ötanazi yapılmasına karar verilebilecek. Ötenazi işlemi veteriner hekim tarafından veya veteriner hekim gözetiminde yapılır."

7 - Bu hükme göre sokak hayvanları öldürülecek mi?

Önerge ile kedilerin kapsam dışı bırakıldığı belirtildi. Ancak yine teklife göre kedilerin de “sahipli” hayvan statüsüne alınması söz konusu olacak. Fakat asıl risk sokak köpekleri konusunda devam ediyor. Yeni düzenlemede de ötanazinin olumsuz davranışları kontrol edilemeyen köpeklere yapılacağı belirtiliyor. Bunun da veteriner hekim tarafından ve gözetiminde yapılacağı belirtiliyor. Ancak olumsuz davranışı kimin belirleyeceği bütünüyle belirsiz. Davranışların ne kadar süreyle takip edileceği, kararın kimin tarafından ne aşamada verileceği de muğlak.

Muhalefet, önergenin katliamı gizleme amacı taşıdığını, barınağa alınan köpeklerin hemen öldürüleceğini iddia etti. Teklifte böyle bir kelimelendirme yer almasa da bu iddiayı boşa düşürecek, sınırlayıcı bir düzenleme de yer almıyor. Teklif, köpeklerin kaderini tamamen uygulayıcıların kaderine bırakıyor. Teklife göre ayrıca, köpeklere müdahalenin sadece tıbbi gerekçelerle değil, Kanunda yer alan diğer istisnai durumlarda da yapılabilmesine olanak sağlanıyor. Bu düzenleme de tıbbi zorunluluk bulunmasa da köpeklerin öldürülmesine olanak sağlıyor.

Teklife göre, yerel yönetimler adına sahipsiz hayvanları toplayarak bir yere terk eden ya da köpeği bakımevi dışında bir alana bırakanlar cezalarla karşılaşacak. İlk aşamada öldürülmeyen köpekler, sisteme kaydedilecek ve sahiplendirilinceye kadar barınakta tutulacak. Bu aşamada bu köpeklerin öldürülüp öldürülmeyeceği de tamamen muğlak.

Teklif metninde ve önergede sahipsiz sokak köpeklerinin öldürüleceği, tamamına ötanazi yapılacağı gibi bir ifade bulunmuyor. Köpeklerin öldürülmesi, önergeyle atıf yapılan yasada yer alan “insan sağlığı için risk oluşturan durumlarda, davranışları insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen durumlarda…” koşullarıyla sınırlı tutulmakla birlikte yine teklifte gönderme yapılan mevzuattaki belirsizlikler ve sayıları milyonları bulan köpeklerin toplanması için işaret edilen barınakların yetersizliğinin uygulamada katliamla sonuçlanacağı endişesi yaşanıyor.

8 - Muğlaklık sadece tekliften mi kaynaklı?

Teklifte, sokak köpeklerinin sayısı 4 milyon olarak açıklanıyor. Muhalefetin verdiği bilgiye göre, Türkiye’deki barınakların toplam kapasitesi 110 bin civarında. Muhalefet, bu durumda toplanan köpeklerin hemen öldürülmesi seçeneğinin devreye gireceğine işaret ediyor. Teklifte de bunu engelleyici bir hüküm bulunmadığı belirtiliyor. Teklifteki muğlaklığın, uygulamada köpeklerin topluca öldürülmesi sonucunu doğuracağı ifade ediliyor.

9 - Kanunla görevlendirilen belediyelerin düzenlemeyi uygulamama seçenekleri var mı?

CHP’liler, hiçbir kentte bu kadar barınak bulunmadığını, bu kadar barınağın yapılmasının mümkün olmadığını, pahalı bir işlem olan ötanazinin uygulanması için de yeterli bütçe bulunmadığını, belediyelerin fiilen bu kanunu uygulayamayacaklarını savunuyor. AKP’liler ise kanunla, belediyelere barınak yapımı ve diğer işlemler için, gerekli kaynağın yüzde 40’ının bakanlık tarafından sağlanacağına dikkati çekiyor. Buna rağmen CHP’lilere göre kanunu uygulamak imkânsız. İmkân olsa bile CHP’li belediyelerin fiilen bunu uygulamayacakları komisyonda defalarca söylendi.

Ancak teklifte, barınak için kaynak ayırmayan, gönderilen kaynağı farklı amaçlarla kullanan belediye başkanlarına 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası verileceği düzenleniyor. Belediye meclis üyeleri de aynı şekilde cezalandırılacak. Büyükşehir, il belediyeleri ve nüfusu 25 binden fazla olan belediyeler yasayı uygulamak zorunda kalacak. Belediyelere bakımevlerini kurmaları için 31 Aralık 2028’e kadar süre tanındı. Ancak bu süreye kadar yasanın uygulanmayacağına yönelik bir hüküm düzenlemede yer almadı. Bu nedenle yasanın, ayrı bir yürürlük hükmü konulmazsa hemen uygulanması söz konusu olabilecek. Ancak barınağa alınarak kısırlaştırılıp yaşatılacak köpek sayısı, barınak sayısından çok fazla olduğu için yasanın nasıl uygulanacağı meçhul. Köpeklerin hemen öldürüleceği iddiası da buradan kaynaklanıyor.

10 - Sokak hayvanlarını sahiplenerek kurtarmak mümkün mü?

Evet, ancak bakım yükümlülüğünü yerine getirmezse, sahiplenen köpek geri alınacak. Bakım yükümlülüğünün kapsamı ise belirsiz. Köpeği sokağa terk edenlere de 60 bin liraya kadar ceza verilecek. Hayvan sahiplerine, hayvanlarını sisteme kaydetmeleri için 31 Aralık 2025’e kadar da süre tanındı.

                                                            /././

Ölmüşüz de ağlayanımız yok! -Mustafa Durmuş-

UBS'in Küresel Servet Raporuna göre, ülkedeki servet sahiplerinin servetleri geçen yıl ABD Doları cinsinden yüzde 63 artarak diğer ülkelere fark atmış

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in bir süredir uygulamaya soktuğu ekonomi programı son derece açık ve net:

"TL mevduat faizlerini yüksek tut, döviz kurunu sabitle. Gerektiğinde kamu bankalarını devreye sok ki piyasaya dolar ve Euro satıp kuru sabit tutabilsinler. Maaş ve ücretleri de geçmiş enflasyona göre değil, beklenen enflasyona göre ayarla ki asgari ücrete, emekli maaşlarına zam yapmamanın gerekçesi oluşabilsin."

Tefecilerin ağzı kulaklarında

Programın asıl ayağını oluşturan ve bir zamanlar kendilerine, iktidar sözcüleri tarafından, "dış güçler", Londra tefecileri" gibi lakaplar da takılan "taşımalı döviz ticareti" (carry trade) yapanların ve yaptıranların ağızları ise kulaklarına varıyor.

Çünkü bu program sayesinde müthiş paralar kazanıyorlar. Öyle ki UBS'in Küresel Servet Raporuna göre, ülkedeki servet sahiplerinin servetleri geçen yıl ABD Doları cinsinden yüzde 63 artarak diğer ülkelere fark atmış.

Yani halk çok ciddi ekonomik sıkıntı içinde ve açlıkla ve yoksullukla boğuşurken bu büyük miktarda döviz sahibi zenginler geçen yıl inanılmaz servetler kazanmışlar. İzlenen mevcut programla bu yıl daha da semirecekleri kesin.

Yine canımızı acıtan tuhaf bir "başarı öyküsü"

Bu taşımalı döviz tüccarı küresel finans kapitalin taşeronluğunu yapan Moody's ise bu gelişmeden memnun ki ülke puanını yükseltti.

Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek de ülke ekonomisinin küresel finans kapitale olan bu teslimiyetini "büyük bir başarı" olarak anlatıyor. Bu tür anlatılar onun en iyi bildiği işlerden biri. Bunun için eğitimi ve tecrübesi ve daha da önemlisi finans kapital ile organik bağları olsa gerek.

İşi bilmeyen gariban halksa, "program iyi gidiyor" diye sabrediyor, bazıları ise iktidar medyasının gazıyla hala bu programı alkışlıyor.

Özcesi, izlenen Şimşek programıyla yerli ve yabancı servet sahiplerinin servetleri daha da artırılırken, içine girilen ekonomik durgunluğa ek olarak, ciddi bir finansal krizin temelleri de adım adım atılıyor.

Emek örgütleri göreve!

Bundan asıl zararı görecek olan kesimlerin emekçiler, işçi sınıfı, yoksullar, emek ve meslek örgütleri olacağına hiç kuşku yok.

Bu yüzden de başta bir süredir uykuda olan ve bu programla birlikte giderek artacak olan işsizlik yüzünden üye ve güç kaybedecek olan işçi sendikaları olmak üzere, emek ve demokrasiden yana tüm toplumsal güçler ayağa kalkmak zorunda.

Bu ülkenin emperyalizm kıskacından kurtulabilmesi için, halklarımızın refahı için, çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceği için bu programa karşı çıkılmalı ve onun daha fazla hayata geçirilmesini önlenmelidir.

                                                             /././

154 kişiden 1'i olarak -Yalçın Doğan-

MHP'yi eleştirmenin suç sayıldığı günler... Eleştirenlerin listeye döküldüğü  günler...

"- Aydınlar Dilekçesi Listesi,

- Barış Akademisyenleri Listesi,

- 101 Amiral Listesi"...

Bunlar ilk anda aklıma gelen "listeler", insanları suçlayan, düşüncelerinden dolayı cezalandırmak isteyen, bazen mahkemelere düşen, toplumda yankı uyandıran eskiden kalma listeler.

İnsan haklarını, faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasını, toplumda herhangi bir olumsuzluğu dile getirenleri damgalayan listeler. Türkiye'nin geçmişte pek çok kez tanık olduğu listeler.

Buna şimdi "MHP'nin 154 kişiden oluşan listesi" ekleniyor. İçinde siyasi parti liderleri, muhalif milletvekilleri, akademisyenler, hukukçular ve gazeteciler var.

Listede yer alan 63 gazeteciden biri de benim.

Nedir o liste?

İki gün önce Cumhuriyet'te Barış Terkoğlu'nun yazısıyla kamuoyuna yansıyan listeyle ilgili olarak, dün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli konuştu:

"Bazı çevreler 2024 yılında MHP'ye karşı çok büyük haksızlıklar, iftiralar, yalanlar, hakir görmeler, suçlamalarda bulunmuştur. Bunların toplamı 154 kişidir.

(...) Şu görmüş olduğunuz liste, kimin, hangi gün, hangi saatte, hangi programda nasıl ve kimlerle konuştuklarının, MHP'ye hangi hakaretleri yaptıklarının toplamıdır. Bu dosya elimizdededir, günü geldiğinde, bu dosya eyleme geçecek, eylem hukuki nitelikte olacaktır.

(...) Hukuk zemininde mutlaka hesaplaşacağız".

Devlet Bahçeli MHP'nin eleştirilmesinden rahatsız. Olabilir, günlük hayatta eleştirilerden zaman zaman herkes rahatsızlık duyabilir. Buna siyasi partiler, özellikle de siyasi liderler dahil.

Diyalog kopmuş

Ancak, bu rahatsızlığı bir listeye dönüştürerek, "bunlarla mutlaka hesaplaşacağız" diye insanlara ayar çekmenin hiçbir demokraside yeri yok.

Bu ancak...

"Korku İmparatorluğu yaratmak isteyen, demokrasiye taban tabana zıt bir zihniyetin ürünüdür".

MHP hiç kimsenin kendilerini eleştirmesini istemiyor, 154 kişilik liste oluşturarak, bundan sonra MHP'ye yönelebilecek eleştirilerin de önünü kesmeye çalışıyor.

Demokrasilerde iktidarların, hele de ideolojisi ne olursa olsun, siyasi partilerin kendisini eleştirenlerden liste oluşturarak, "bunlardan hesap soracağız" dediğini tarihte en katı rejimlerde okuyan, günümüzde buna rastlayan, bilen biri var mı?..

Listeler hazırlamak, grup konuşmalarında her önüne gelene ağır sözlerle seslenmek, bir süredir Bahçeli'nin geçmişte hiç görmediğim üslubuna dönüşmüş bulunuyor.

Geride kalan yıllarda birkaç kez birebir görüştüğüm Bahçeli, hatta bazen bir yazı nedeniyle kendisi arayıp, konu ne ise, açıklama yapan Bahçeli'den bugün öfke dolu Bahçeli'ye...

Bahçeli ve MHP'nin önde gelen bazıları, seçimlerde mitinglerin dışında, toplumla ve bu arada gazetecilerle her türlü diyaloğu koparmış durumda. O kopuş listeler hazırlamaya kadar uzanıyor.

Listeyle karşılık vermek

Üstelik, garip bir liste.

Listede siyasi parti liderleri ve diğer partilerin siyasetçileri var. Bahçeli "onlar da eleştirmesin bizi" demeye getiriyor. Bir muhalif siyasetçinin en doğal tavrına "listeyle" karşılık veriyor.

Ya da akademisyenler, hukukçular, onların da belli olaylar karşısında hukuki yorumlarını duymak istemiyor.

Ve de gazetecilerin MHP eleştirilerini yazmalarını, dile getirmelerini hiç sevmiyor. Bahçeli aslında gazetecileri sevmiyor.

Siz hiç bunca yıl Bahçeli'nin herhangi bir TV programında tek bir gazeteci ya da birkaç gazeteciyle karşı karşıya geldiğini, tartıştığını gördünüz mü?..

Ben böyle bir örnek hatırlamıyorum.

TGC'nin tepkisi

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Bahçeli'nin listesi üzerine dün açıklama yapıyor.

"Bugüne kadar gazetecileri tehdit ederek, hedef göstererek, yaralayarak, öldürerek kimse bir yere varamamıştır.

TGC Basın Müzesi'nde Türkiye'de siyasetçiler tarafından hedef gösterilerek öldürülmüş 67 gazetecinin adı ve fotoğrafı bulunmaktadır.

(...) Gazeteci gerçeğe ve halka karşı sorumludur.

(...) Gazeteci bilgiyi yok edemez, görmezlikten gelemez, metinleri ve belgeleri değiştiremez.

(...) İktidara ve muhalefete basın ve düşünceyi ifade özgürlüğünün korunması için sağduyu çağrısında bulunuyoruz. Gazetecilik suç değildir".

Basın Konseyi ve 24 Temmuz

Bahçeli o açıklamasını öyle talihsiz bir günde yapıyor ki... Yanından ayırmadığı kişiler de, anlaşılan kendisini uyarmıyor ya da farkında değiller.

Bugün 24 Temmuz, basında 24 Temmuz 1908'de sansürün kaldırılışının yıldönümü. Yani, Gazeteciler ve Basın Bayramı bugün.

Basın Konseyi dün bu yıldönümüne işaret ediyor:

"İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte özgürlüğüne kavuşan Türk Basını 116 yıl sonra istibdat dönemini anımsatan uygulamalara maruz kalıyor.

Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde 180 ülke arasında 158. sıraya gerileyen Türkiye utanç tablosunda yer alıyor.

Bu koşullar altında 24 Temmuz'u geçmişte bir dönem olduğu gibi, ‘Gazeteciler ve Basın Bayramı' olarak değil, ifade ve basın özgürlüğü için ‘Mücadele Günü' biliyoruz".

Bahçeli 1908'den beri kutlanan, bugün artık sadece adı kalan Basın Bayramı gününden bir gün önce içinde 63 gazetecinin yer aldığı 154 kişilik listeden söz ediyor.

Aslında 154 değil

MHP'yi eleştirmenin suç sayıldığı günler...

Eleştirenlerin listeye döküldüğü günler...

Aslında o liste 154 kişiden oluşmuyor.

MHP seçim sonuçlarına baksın, o listede kaç milyon insan olduğunu görür.

O zaman sürekli öfke ve hakaret yerine, belki diyalog kurmayı tercih edebilir.

(T24)