30 Temmuz 2024 Salı

Birgün "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -30 Temmuz 2024-

 

Sermayeye var belediyeye yok! -Aziz Çelik-

SGK’ye borçları üzerinden bir bardak suda fırtına koparılan belediyelerin SGK borcu 96 milyar lira. SGK son 4 yılda işverenlere 1,3 trilyon lira teşvik verdi. Sermayeye kaynak bulunurken belediyelerin eli kolu bağlanmak isteniyor. Belediyelerin SGK borçları silinmeli ve Hazine tarafından devralınmalıdır.

Son günlerde sosyal güvenlik ve emeklilik sisteminin yarattığı emekli sefaleti için günah keçileri arandığı görülüyor. Bu günah keçilerinden ilki EYT’liler oldu. EYT için yapılan ek harcama çarpıtılarak ve abartılarak kamuoyunda “EYT’nin maliyeti ve yükü büyük” algısı oluşturulmaya çalışıldı. Maliye Bakanı Şimşek “EYT’nin maliyeti 724 milyar” derken AKP Genel Başkanvekili Mustafa Elitaş daha da fantastik bir miktar söyledi. Elitaş EYT'nin beş yıllık maliyetinin 300 milyar dolar olduğunu iddia etti. Bu durumda EYT’lilere 2024’te yaklaşık 75 bin lira emekli aylığını ödeniyor olması lazım. Kamuoyuna yansıyan başka iddialar da hatalı yaklaşımlara dayalı abartılı miktarlar yer aldı.

Bu akıl ve izandan yoksun abartılı iddiaların asıl sebebi emekli aylıklarında düşüş için günah keçisi aramaktır. Bu konuyu ileride ayrı ve kapsamlı bir yazıyla ele alacağım. Şimdi de belediyelerin SGK’ye olan borçları gündemde. Belediyelerin SGK’ye prim borçları tam da emekli aylıkları tartışılırken yapay olarak gündeme getirildi.

BELEDİYE ŞİRKET DEĞİL

Bu operasyonla bir taşla iki kuş vurulmak isteniyor. Bir yandan belediyeleri mali olarak zayıflatmak ve faaliyetlerini sınırlamak öte yandan sosyal güvenlik ve emeklilik sisteminin sefaletinin sebebi olarak belediyelerin ödeyemediği primleri sebep göstermek.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı derhal resmi X hesabından bir açıklama yaptı. Bakanın yaptığı açıklamaya göre belediyelerin SGK borcu 96 milyar TL’ye ulaşmış. Bakan Beye göre en borçlu beş belediyenin borcu 19,1 milyarmış. 16 milyon nüfusu olan İBB’nin borcu 3,3 milyarmış!

SGK’nin 2024 yılı tahmini gelirleri 2023’e göre yüzde 50 artarsa (en az bu kadar artar) 3,3 trilyon TL olacak. Dolayısıyla söz konusu borcun 2024 yılı SGK gelirlerine oranı binde üç civarında olacak. Hadi yuvarlayalım. Yüzde yarım civarında olsun. İBB’nin SGK’ye iddia edilen borcunun SGK gelirlerine oranı binde bire ancak ulaşıyor.

Üzerinde kıyamet koparılan borcun SGK’nin toplam gelirleri açısından hayati bir önem taşımadığı ortada. Bu borçların SGK’nin gelir gider dengesi üzerinde olumsuz bir tablo yaratmadığı ve SGK’yi bir mali krize sokmadığı da ortada. Öyleyse bu sorunun gündeme gelme nedeni bir gelir-gider ve sosyal güvenlik istemi kaygısından kaynaklanmıyor. Mesele siyasi. Geçmişte gündeme gelmeyen ve tahsili yoluna gidilmeyen borçların şimdi güdeme getirilmesinin 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçlarıyla bağlantısını görmemek mümkün değil. Aksi halde yıllardır var olan borçların tahsili için neden 31 Mart 2024 seçim sonuçları beklendi? Mesele siyasi olduğu için çözüm de teknik değil siyasidir.

Belediyeler yerel kamu hizmetlerini sunan kamu tüzel kişilikleridir. Yaptıkları harcamalar kamu harcamasıdır. Belediyeleri iktidar partisi yönetimindeyken kamu hizmeti yapan kuruluşlar olarak görüp borçların tahsiline gitmeyip belediyeler muhalefete geçince belediyeleri sıradan bir şirket ve işveren olarak görüp borç tahsilini, icra tehdidini gündeme getirmek kamu hizmetinin bütünlüğü yaklaşımı ile bağdaşmaz. Belediyeler şirket değildir. Belediyelerin başka kamu kuruluşlarına olan borçları özel sektörün kamuya olan borçları gibi değerlendirilemez. Bu anlayış kamu yönetimini iğdiş eden ve kamu yönetimi özelleştiren, ticarileştiren liberal zihniyetin ürünüdür.

Dolayısıyla meselenin esasına iki açından itiraz etmek lazım. Birincisi “belediyelerin SGK borçları” iddiaları teknik değil siyasi bir niteliktedir. İkincisi bu operasyon kamu hizmeti anlayışına ve de üniter devlet yaklaşımına açıkça aykırıdır Belediyeler eyalet yönetimleri değildir. Belediyeler merkezi yönetimin vesayeti altında kamu kuruluşlarıdır. Özerklikleri oldukça sınırlıdır.

SERMAYEYE 1,3 TRİLYON DESTEK

Belediyelerin SGK’ye olan borçlarının miktarının devede kulak olması bir yana SGK bu borçları tolere edebilecek durumdadır. SGK işverenlere devasa destekler sağlıyor. Bir diğer ifadeyle SGK işverenlerden alması gereken primlerin bir bölümünü almıyor ve bazı durumlarda da üste teşvik veriyor.

SGK tarafından verilen 16 ayrı istihdam teşvik ve destekleriyle 4/1-(a) kapsamında sigortalı işçi çalıştıran özel sektör işverenlerine çeşitli kanunlarda yer alan sigorta primi teşvik, destek ve indirimlerden yararlanabilme imkânı sağlanıyor. Bu miktarlar az buz değil. Sadece 2023 yılında işverenlere sağlanan SGK desteğinin tutarı cari fiyatlarla 206 milyar TL’dir. 2023’te SGK’nin toplam gelirlerinin 1 trilyon 184 milyar olduğu düşünülecek olursa. SGK gelirlerinin yüzde 14’ü kadar sermayeye teşvik verildiği görülmüş olur.

SGK faaliyet raporlarında yer alan bilgelere göre 2020-2023 arası özel sektör işverenlerine sağlanan toplam teşvik cari fiyatlarla 427,4 milyar TL’dir. Bu teşvik tutarlarını ilgili yılların yeniden değerleme oranlarıyla (YDO) güncelleyip reel hale getirdiğimizde 1,3 trilyona yaklaşıyor (tablo). YDO, devletin tahsil ettiği alacaklarda yapılan artış oranını belirleyen önemli bir katsayıdır. O nedenle devlet tarafından verilen destek ve teşviklerin güncel tutarını hesaplarken bu oranı kullandım. Görülüğü gibi SGK tarafından özel sektör işverenlerine, sermaye sağlanan destekler, teşvikler ve ödemeler devasa düzeydedir.

SGK özel sektör işverenlerine istihdamı teşvik iddiasıyla devasa indirimler sağlarken, bir diğer ifadeyle alması gereken primleri almayıp üstüne ödeme yaparken yerel kamu kuruluşlarının borçlarını icra yoluyla almaya yeltenmesi olacak iş değildir. Sermayeye devasa destekler sağlayan SGK’nin kamu hizmeti yapan yerel yönetimlerden bu desteği sakınması izaha muhtaçtır. Sermaye için bulunan kaynak, yerel yönetimler ve kamu hizmetleri için neden bulunmuyor?

      SGK Tarafından Özel Sektöre Sağlanan Teşvikler (2020-2023):

                                   Kaynak: SGK Faaliyet Raporları (2020, 2021, 2022, 2023).

BELEDİYELERİN SGK BORCU SİLİNSİN

Mesele teknik değil siyasidir. Soruna çözüm aranıyorsa siyasi çözüm bulunmalıdır. T. Sabri Öncü Hoca’nın da önerdiği gibi bunun yolu basit. Hazine, belediyelerin SGK borçlarını uzun vadeli ve düşük faizli tahvillerle öder. Belediyelerin borçları da silinmiş olur. Sabri Hoca’nın görüşüne katılıyorum. Eğer çözüm aranıyorsa çözüm budur. Aksi halde yapılan iş belediyelerin elini kolunu bağlamak anlamına gelir.

Belediyelerin borçlarının tahkimine ilişkin ilk kanun 1965’te çıkarıldı. 26 Temmuz 1965 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 691 Sayılı Kanun ile Belediyelerin ve belediyelere bağlı müessese ve işletmelerin bir kısmı borçlarının Hazinece terkin ve tahkimi hakkında Kanun ile belediyelerin borçları silindi.

1971, 1972, 1973, 1974 ve 1975 Bütçe kanunları ile belediyelerin devlete olan borçları silinmiştir. Dahası 1984'te Turgut Özal ve ANAP iktidarı döneminde çıkarılan ve 8 Şubat 1984 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 2974 sayılı Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Borçlarının Tahkimi Hakkında Kanun ile Aralarında belediyelerinde yer aldığı pek çok kamu kurum ve kuruluşların birbirlerine olan borçları bu Kanun esasları çerçevesinde tahkime tabi tutuldu ve borçlarını Hazine devraldı. Turgut Özal gibi bir liberalizm şampiyonu bile bunu yapmak zorunda kaldı.

Geçmişte defalarca yapılan belediyelerin diğer kamu kurumlarına olan borçlarının terkin edilmesi (silinmesi) mümkündür. İşverenlere devasa teşvik sağlanırken, yeniden yapılandırma adı altında özel sektör işverenlerine onca kolaylık sağlanırken nüfusun ezici çoğunluğuna yerel hizmet sağlayan belediyelerin elini kolunu bağlamaya kalkmak tek kelimeyle hukuksuzluktur. Yapılması gereken geçmişteki gibi bir kanuni bir düzenlemeyle belediyelerin SGK’ye olan borçlarının silinmesi ve hazine tarafından devralınmasıdır.

                                                       /././

Gelir adaletsizliği öldürür: Servet vergisi şart -Hayri Kozanoğlu-

Gelir dağılımı bozuk; zenginlerin serveti artarken ortalama yurttaşın refahı yerinde sayıyor, hatta geriliyor; teraziyi dengeleyebilmek için bu fahiş servetlere servet vergisi uygulamak gerekmez mi? Elbette gerekir.

Ekonomik eşitsizlikler artınca sağlığımız bozulur, ruh halimiz kötüleşir. Toplumda ölüm oranları yükselir, kronik hastalıklar yaygınlaşır, cinayetler dahil şiddet vakaları tırmanır.

Eşitsizlik tüm yaşam alanlarına olumsuz yansır. Okullarda çocukların zorbalıkla karşılaşma olasılığı artar, derslerde başarı düşer, sınıf atlama fırsatları azalır. Kumar düşkünlüğü, aile içi şiddet ve çocuklara kötü muamele daha sık görülür. Ekonomik adaletsizliğin derinleştiği toplumlarda gösteriş merakı, tüketim çılgınlığı, buna bağlı çevre tahribatı gözlemlenir. Aynı zamanda toplumsal katılım eğilimi; yani politik partilerde, yerel örgütlerde, gönüllülük çalışmalarında yer alma isteği zayıflar.

Bu bulgular epidemiyoloji uzmanları Richard Wilkinson ve Kate Pickett’in Birleşik Krallık’a ilişkin araştırmalarından (The Guardian 23 Temmuz 2024). Elbette gelir ve servet adaletsizliğinin bizim toplumumuza yansımalarını tam olarak ortaya koyabilmek için benzer yöntemlerle kapsamlı bilimsel çalışmalar gerekir. Ancak Asal Araştırma’nın 10-17 Temmuz tarihleri arasındaki araştırmasında yurttaşların en önemli sorununun yüzde 64,6 oranla ekonomi/hayat pahalılığı olduğunu söylemesi dahi bir fikir verebilir. Ülkemizde de Birleşik Krallık’a benzer semptomların baş gösterdiğini, hatta daha ağır seyrettiğini tahmin etmek güç olmasa gerek.

2024 UBS SERVET RAPORU

Dünyadaki servet dağılımı bozukluğunu en iyi teşhir eden yayınlardan biri, bilindiği gibi İsviçre’nin önde gelen bankalarından Credit Suisse’in Küresel Servet Raporu’ydu. İflas tehlikesi yaşayan bankanın hükümetin desteğiyle UBS tarafından devralınması sonrası, yakından izlenen bu bilgi kaynağının akıbeti merak konusuydu. Geçenlerde raporun 2024 versiyonu kamuoyuyla paylaşıldı. Evet, gelenek sürdürülüyordu ama açık söylemek gerekirse önceki raporların karikatürü şeklinde kısa bir metinle karşılaştık. Yine de 2024 Küresel Servet Raporu’nun bazı ilginç veriler içerdiğini söyleyebiliriz.

İsviçre, bankacılık sırları konusunda ketum kültürüyle dünya zenginlerinin paralarını park ettikleri bir numaralı ülke. Bu da haliyle İsviçre bankalarını; servet hangi ellerde yoğunlaşıyor, fonlar şu anda hangi piyasalarda bulunuyor, küresel elitlerin beklentileri nedir… Benzeri soruları irdelemeye teşvik ediyor. Sonunda da servetin miktarı, yönü, motivasyonları ile ilgili derledikleri bazı makro bilgilere raporda yer veriyorlar.

2022 yılında küresel servet yüzde 3 azalmışken, 2023’te yüzde 4,2 arttı. Yerel para ile kişi başına düşen servette yüzde 157,78’lik bir sıçramayla, yüzde 20’ler civarında bir artış sergileyen Katar ve Rusya’nın önünde Türkiye açık ara ülke sıralamasının zirvesinde yer aldı. ABD’nin yüzde 2,5’lik servet büyüme performansı Çin’in üçte birine denk geliyor. Meksika, Polonya, Macaristan gibi bazı ülkelerde de 2023’te kişi başına servetin gerilediği görüldü.

Karşılaştırmayı dolar bazında yapınca da, Türkiye yüzde 63,2 oranıyla yine en yakın rakibine fark atıyor. Döviz kuru oynaklığı nedeniyle bazı ülkelerde, örneğin Brezilya’da yerel para cinsi ile yüzde 3,4 servet artışı, dolar bazında yüzde 4 kayba dönüşebiliyor.

Hatırlayalım; 2023 yılı, ülkemizde seçim arifesinde rezervlerin dibini kazımak pahasına faizlerin suni biçimde düşük tutulduğu bir yıldı. Bu sayede tüm varlık kategorilerinde borçlanarak çok yüksek getiriler elde edilebildi. Borsa ÜFE ile indirgenince yüzde 24,8, TÜFE ile indirgenince yüzde 9,22 reel kazanç sağladı. Konut fiyat endeksi ise nominal yüzde 75,5, reel yüzde 7,1 artış sergiledi. Aynı yıl işgücü ödemelerinin katma değer içindeki payının yüzde 32,8 ile çok düşük bir düzeyde seyretmesinden, söz konusu servet artışından geniş halk kitlelerinin istifade edemediği sonucunu çıkarabiliriz.

Yalnız orta vadeli perspektiften değerlendirince, Türkiye’nin servet artışında fazla mesafe kat edemediği görülüyor. Çünkü dolar bazında bakınca; 2023 gibi TL’nin reel anlamda değerlendiği yıllarda kişi başına servet dramatik biçimde artarken; 2018, 2021 gibi kur şoku yaşanan dönemlerde keskince düşüyor. 2010-2023 aralığında servetin yıllık büyüme hızı yüzde 1 olurken, bu oran Kazakistan için yüzde 9, Hindistan’da yüzde 7, ABD’de yüzde 6, Birleşik Krallık’ta bile 4 gibi daha yüksek düzeylerde. Bu gösterge 2000-2010 aralığında Türkiye için yüzde 11 gibi iki haneli bir eğilim sergiliyordu.

Küresel Servet Raporu’ndaki ilginç bir istatistik de, ülkelerin dolar milyoneri sayıları. ABD’de 21,9 milyon, Çin’de 6 milyon, 9,5 milyon nüfuslu İsrail’de ise 180 bin dolar milyoneri bulunuyor. Türkiye’de bugün 60 bin 787 kişi olan dolar milyonerlerinin sayısının 2028’de 87 bin 77’ye yükselmesi bekleniyor. Kabataslak, şimdilerde her 1400 yurttaştan biri dolar milyoneri iken, 5 yıl sonra nüfusun 90 milyona yükseleceği varsayımıyla her 1035 kişiden biri bu servete ulaşmış olacak.

2023-2028 arası beklenen dolar milyoneri artış hızında 36 ülke arasında Türkiye, yüzde 47 ile birinci sırayı kapan Tayvan’ın hemen arkasında yüzde 43 ile hemen ikincilik koltuğunda bulunuyor. Birleşik Krallık ve Hollanda’da ise önümüzdeki yıllarda dolar milyoneri sayısının azalması bekleniyor. Bunda en önemli etmen, Rusya’ya uygulanan yaptırımlar sonucu bazı oligarkların servetlerini ülkeye geri götürmeleri veya güvenli buldukları coğrafyalara kaydırmaları.

BOSTON DANIŞMANLIĞIN SERVET RAPORU

Servet raporu hazırlayan diğer bir kuruluş da Boston Danışmanlık Grubu (BCG). Hatırlanırsa BCG bir dönem TCMB’ye danışmanlık hizmeti veriyordu. BCG raporuna göre, 2023’te küresel net servet yüzde 4,3 artışla 477 trilyon dolara ulaştı. Bu servetin 72,5 trilyon doları hisse senetlerinde, 67,1 trilyon doları sigorta ve emeklilik fonlarında olmak üzere 367 trilyon doları finansal varlıklarda. Reel varlıklar ise, 261,7 trilyon doları buluyor. Net küresel servet toplamına ulaşmak için finansal ve reel varlıklardan 59,9 trilyon dolar civarındaki borçlar çıkarılıyor.

Küresel servetin en büyük bölümü 169 trilyon dolarla Kuzey Amerika bölgesinde. Onu 134,5 trilyon dolarla Asya-Pasifik ve 103 trilyon dolarla Batı Avrupa izliyor. Kuzey Amerika’nın en büyük özelliği, servetin üçte ikisinin 126,5 trilyon dolarlık finansal varlıklarda toplanmış olması. Bunda 2023 yılında Sand P 500 endeksinin geçen yıl yüzde 24 yükselmesinin, teknoloji ve yarı iletken hisselerinin hızlı bir atakla fırlayarak, Apple, Nvidia ve Microsoft şirketlerinin piyasa değerinin 3 trilyon doları aşmasının payı büyük.

SERVET VERGİSİ GEREKİYOR

Madem tüm dünyada gelir ve servet dağılımı bozuk; zenginlerin serveti hızla artarken ortalama yurttaşın refahı yerinde sayıyor, hatta geriliyor; adalet terazisini dengelemek için bu fahiş servetlere servet vergisi uygulamak gerekmez mi? Elbette gerekir.

Zaten, adaylıktan çekilince topal ördek durumuna düşen Joe Biden bile bir milyarder vergisi öneriyordu. Serveti 100 milyon doları aşan süper-zenginlere uygulanacak, 10 yıla yayılacak yüzde 25 servet vergisiyle 500 milyar dolarlık gelir sağlanması bekleniyordu. Bu paranın çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi sosyal programlara aktarılması planlanıyordu.

Servet vergisi aslında geniş toplum kesimlerinin vicdanında kabul gören, ancak ultra zenginlerin lobi faaliyetleri, dağıttıkları rüşvetler ve sürdürdükleri gerçekleri saptırmaya odaklı propaganda sonucu bir türlü etkin uygulanamayan bir vergi türü. İsterseniz bu noktada, konunun önde gelen iki uzmanı, Fransız araştırmacılar Emmanuel Saez ve Gabriel Zuchman’a kulak verelim.

Saez ve Zuchman’a göre 21. Yüzyıl’da etkin bir şekilde uygulanabilir bir servet vergisinin üç temel ilkesi şunlar olmalıdır:

Birincisi, yüksek bir muafiyet eşiği tanımlanmalı. Böylelikle vergi hem toplumda aşırı zengin olduklarını herkesin kabul ettiği vergi mükelleflerine uygulanır, hem de söz konusu kişiler bu ödemeleri yapmakta bir likidite sorunu yaşamazlar. Bu şekilde amaç dışı servetin el değiştirmesi, örneğin bir fabrikanın nakit parası bulanan bir zengin tarafından ucuza kapatılması gibi istenmeyen durumlar ortaya çıkmaz.

İkincisi, servet vergisi matrahı beyana bağlı olarak değil; vergi uzmanlarının geniş enformasyon kaynaklarını kullanması, şirket bilançolarını titizlikle incelemesi sonucu belirlenmelidir. Böylelikle vergiden kaçınma ve vergi kaçırma vakaları minimuma iner.

Üçüncüsü, günümüzde servetlerin büyük bölümü hisse senetleri şeklindedir. Hisse senetlerinin ayni olarak ödenmesi, yani nakde çevrilmesinin gerekmemesi olanağı yaratılmalıdır. Bu sayede vergi ödemek için satışa geçilmesiyle borsalarda bir türbülansın tetiklenmesinin önüne geçilir. Portföy kamu görevlisi uzmanlar tarafından yönetilerek, bu hisselerin zaman içinde likit hale dönüştürülmesi sağlanır (Wealth Taxation: Lessons from History and Recent Developments by Emmanuel Saez and Gabriel Zucman, AEA Papers and proceedings 2022).

Son olarak, “zenginin parası züğürdün çenesini yorar” gibi klişeleri unutmakta yarar olduğunu söyleyelim. Servet vergisi talebini ısrarlı biçimde sendikalarla, meslek kuruluşlarıyla, ekonomi ve maliye uzmanlarıyla işbirliği içerisinde dile getirelim. Uygulanabilir, toplumun vicdanında karşılık bulacak somut bir servet vergisi önerisini Türkiye kamuoyunun değerlendirmesine sunalım.

                                                                   /././

Mükellef artıyor, denetim azalıyor -Nurcan Bilge Gökdemir-

Sermayenin orantılı vergi ödemesini sağlayacak düzenleme yapmayan iktidar, denetimlerin azalmasıyla vergi kaçırmaya suç ortaklığı yapıyor.
                                              Türkiye genelindeki mükelleflerin inceleme oranları

İktidarın “çok kazanandan çok, az kazanandan az” vergi alma iddiasının sadece söylemde kaldığını hiçbir delile gereksinim olmaksızın ücretliler her an cebinde hissediyor. “Kümesteki kaz” olarak görülen ücretlilerin karınlarını doyurmaya bile yetmeyecek ücretlerinden her ay düzenli olarak vergi kesilirken milyarlık kamu projelerinin hediye edildiği, KÖİ projeleriyle uzun yıllara dayanan garantilerin kasalarına akıtıldığı müteahhitlerden vergi alınmadığı, vergi kaçıranların da yaptıklarının yanlarına kar kaldığı biliniyor.

Sermayenin adrese teslim ihaleler, harcadıkları yatırım bedelinin kat be kat üstündeki garanti ödemeleri ile ödüllendirmelerini bir yana bırakalım, denetim yolunun etkin bir şekilde kullanılmaması nedeniyle vergi kaçıranlarının yaptıklarının nasıl yanlarına bırakıldığına bakalım.

VERGİ DENETİMİNİ AKP FELÇ ETTİ

Bilinçli olarak bunun tercih edilip edilmediği tartışması bir yana AKP tarafından felç edilen teftiş mekanizmasının denetimde yetersiz kaldığı herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Maliye Teftiş Kurulu, Hesap Uzmanları Kurulu’nun lağvedilmesi Gelirler Kontrolörleri ve Vergi Denetmenlerinin kaldırılmasından sonra kurulan Vergi Denetim Kurulu’nda 7 bin 227 vergi müfettişi görev yapıyor.

DENETLENEN ORANI YÜZDE 1,66

Vergi Denetim Kurulu’nun 2023 yılına ilişkin faaliyet raporuna göre vergi inceleme sonuçlarını gösteren oran sadece 1,66. Yani 2023 yılında gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerinin sadece yüzde 1,66’sı incelenebilmiş.

Sadece son 5 yıla baktığımızda vergi mükellefi sayısının sürekli artmasına karşın her yıl bir miktar incelenen mükellef sayısının arttığını 2022’de en yüksek orana ulaştığını ancak 2023’te hızlı bir düşüş yaşandığını görüyoruz. Yüksek oran dediğimiz de yüzde 2,26, 3 milyon 433 bin mükellefin 77 bin 610’u. 2023’te mükellef sayısı 3 milyon 621 bine çıkarken incelenen mükellef sayısı olması gerektiği gibi artmıyor tam tersi geriliyor. Bu kez denetlenen mükellef sayısı toplamın yüzde 1,66’sı olan 60 bin 242…

47 MİLYARLIK KAÇAK TESPİTİ

Vergi Denetim Kurulu’nun 2023 yılında yaptığı incelemelerde 47 milyar TL’lik verginin eksik ödendiği tespit ediliyor. Ücretliden vergi kaynağında daha ücreti eline geçmeden kesildiği için kaçıranlar malum. Kaçırılan verginin yaklaşık 15 milyar TL’sinin büyük sermaye gruplarının ödemesi gereken kurumlar vergisinden kaynaklandığı görülüyor. İnceleme oranı yüzde 1,66 olunca gerçek rakamı hayal etmenin bile mümkün olmadığını söyleyebiliriz.

SİYASETİN SOLUĞU DENETİMİN ENSESİNDE

Faaliyet Raporu’nda görevi “…vergi incelemeleri yapmak, kayıt dışı ekonomi ve yolsuzlukla mücadele etmek ile idarenin etkin ve hukuka uygun işleyişinin sağlanmasına yönelik teftiş ve soruşturma faaliyetlerini yürütmek” olarak tanımlanan kurulun bazı olanaksızlıklar bir yana siyasi yönlendirmelerle  etkisizleştirilmeye çalışıldığı da bürokrasinin koridorlarında sık sık dillendiriliyor.

Durum böyle olunca da vergi sisteminin  “Az kazanandan az, çok kazanandan çok” alınması bir yana bizzat denetim sisteminin etkisizleştirilmesi ile suç işlenmesine göz yumulan bir mekanizmaya dönüştüğünü söylemek tartışılmaz bir gerçek olarak ortada duruyor.

                                                             /././

Vergilemede sermayenin büyük kaçgunu -Oğuz Oyan-

Yeni vergi paketi TBMM’de görüşülürken bir yandan iktidarın ‘yükü eşit dağıtmak için sermaye gelirlerini hedefliyoruz’ çarpıtmasının servis edilmesini öbür yandan bu kanun teklifini verenler başta olmak üzere sermayedar-siyasetçiler ile doğrudan sermayedarlar arasındaki kutsal ittifakın vergi kaçgunluğu üzerindeki müstehcen işbirliğini ibretle izliyoruz. Bilindiği gibi “büyük kaçgun veya kaçgunluk” kavramı, halkçı tarihçi Mustafa Akdağ’ın 16.yüzyıl sonu ile 17.yüzyıl başındaki Celali İsyanları sırasında Anadolu’da merkezi iktidarın ve yerel güçlerin artık-sağma/vergi baskısı ve can güvenliği tehdidi altındaki köy ve kasaba halkının (başta bağımlı köylü reayanın) ulaşılması güç mekanlara kaçışını ifade etmek için kullanılmıştır. 16.yüzyılla benzer olarak bugün de sistemin sömürülen sınıfı üzerine aşırı vergi baskısı kurulmaktadır; ama şu farkla ki emekçi sınıfların kaçacak yeri bulunmamaktadır.

Buna karşılık, sözde kanunlar önünde eşitliği öngören kapitalist sistemde, 21.yüzyıl Türkiye’sinde ise sermaye sınıfının vergi önünden kaçışı (kaçgunu) sürekli bir haldir. Gene şu farkla ki sermaye kapitalist sistemin hâkim sınıfıdır ve yasama da esas olarak emrindedir. Dolayısıyla sermayenin vergi sistemini lehine yontması sürekli bir haldir ama burada da iki dönemde zirve yapılmıştır: Özal dönemi ile AKP dönemi.

ÖZAL DÖNEMİ

Kasım 1983 seçimlerinden birinci parti çıkan ANAP, henüz güvenoyu bile almadan gelir ve kurumlar vergisi oranlarını aşağıya çekmek ve Ocak 1984’den itibaren yürürlüğe sokmak için kolları sıvamıştı! O kadar ki, 1984 ve 1985 yıllarında vergi yükü en alt düzeyine çekilmişti. Bunun telafisi şarttı; peki ne yapıldı? Vergi yerine borç almak politikası izlendi; dolaylı vergilere kayış özendirildi (KDV 1985’te yürürlüğe girdi); dolaylı yükler getiren fon sistemi yaygınlaştırıldı; ücretliler üzerindeki gelir vergisi (GV) ve dolaylı vergi yükleri arttırılmaya başlandı.

Buna karşılık sermaye gelirlerini Kurumlar Vergisinden (KV) ve artan oranlı GV tarifesinden kurtarmak için Özal’ın gayretkeşliği sınır tanımadı. İç borçlanmayı kolaylaştırmak ve faiz maliyetini düşürmek için, Hazine çıkardığı devlet tahvili ve Hazine bonolarının faiz getirisinin hem GV stopajından muaf tutulmasını, hem de bu faiz getirilerinin GV ve KV matrahından düşülebilmesini mümkün kıldı. Örneğin, hem 1980’de hem de 1984’de 100 milyon TL’nin üzerinde KV ödediği için ödüllendirilen 30 firmanın toplam vergisi bu dönemde yüzde 68 artarken aynı dönemde bir işçinin ödediği GV miktarı yüzde 390 artıyordu!

1986 yılında KV oranı yüzde 40’tan yüzde 46’ya çıkarılıp sözde arttırılırken, sermaye şirketleri paydaşlarının hisse senedi, kâr payı ve iştirak kazançları GV beyannamesi dışına çıkarılıyordu. Böylece KV artışından çok daha büyük bir kayıp GV tahsilatında ortaya çıkıyordu. Ünlü holding zenginlerinin 1986 yılında ödedikleri GV tutarları 521 ila 648 milyon TL arasında değişirken, enflasyonist bir ortamda 1987’de bu tutarlar 98 ila 179 milyon TL arasına gerileyebiliyordu! Çünkü, dağıtılan kurum kârları artık sadece yüzde10 stopaja tabi tutuluyordu. Öte yandan, KV oranı da sonradan hızla düşürülecekti.

Gerçi vergilemenin sınıfsal karakteri her dönemde belirgindir ama Özal dönemindeki kadar sistematik biçimler kazandığı dönemler az görülmüştür. Buna benzer bir gözü karalığın yeniden filizlendiğini görmek için AKP dönemine, özellikle de başkancı rejimin yürürlükte olduğu 2018 sonrasına bakmak gerekir.

AKP DÖNEMİNDE ÜCRETLİLERE YÜKLENİLMESİ

1988-2006 dönemine bakıldığında, ücretliler üzerindeki GV baskısının tarihsel eğiliminin 2 civarında oluştuğu görülür. Bu, ücretlilerin GSYH paylarına kıyasla gelir vergisi paylarının iki kat yüksek olması anlamındadır. İki alt dönem bunun istisnasını oluşturur: Birincisi, ücretlilerin 1980’lerdeki gelir kayıplarını telafi ettikleri 1991-1993 alt dönemidir; ücret/GSYH payı yükseldiği için, GV payları azalmıyor olsa bile üzerlerindeki GV baskısı azalmaktadır. İkincisi, 1998’deki Temizel Yasası’nın etkileriyle ücretlilerin ödediği gelir vergisinin azaldığı 1998-2002 alt dönemidir; bu ikinci dönemde ayrıca ücret/GSYH payında da göreli bir artış olduğundan, çift yönlü bir etki söz konusu olmuş ve ücretliler üzerindeki GV baskısı 1,5’un altına gerilemiştir.

2016 sonrasında ücret/GSYH payında şiddetli bir azalış eğiliminin ortaya çıkması, buna karşılık ücretlilerin GV ödemeleri içinde artık yüzde 80’i aşan oranlarda pay sahibi yapılmasıyla, yani bu defa ters yönde çalışan çifte olumsuz etkiyle, ücretliler üzerindeki GV baskısı tarihi olarak ilk kez 3 katsayısının üzerine çıkmaktadır.

Çizelgede görüldüğü gibi, Gelir Vergisi artık tamamen bir ücretliler vergisine dönüşmüştür. Ücretliler üzerindeki bu ağır GV baskısının, aslında dolaylı vergiler de hesaba katıldığında daha ağır bir genel vergi baskısına dönüştüğü açıktır. Bu eşitsizlikler tablosu, Türkiye’deki ikincil gelir bölüşümü mekanizmasının önemli bir ayağı olan vergi yükleri dağılımının yapısal bir özelliğini göstermektedir. Bunun tam aksine, kâr, faiz, kira gibi sermaye gelirleri sahiplerinin ikincil gelir bölüşümü sonrasında, birincil gelir bölüşümündeki (yani doğrudan sınıf ilişkileri düzlemindeki) baskın konumları daha da pekişmektedir.

SONUÇ: SINIF MÜCADELESİ VE VERGİLEME

Siyasi ve sendikal mücadelenin talep listesinde 2022 yılına kadar asgari ücretin vergi dışı bırakılmasına hatalı bir öncelik verilmişti. Bu konu esas olarak kapandı. Gerçi hâlâ asgari ücretin vergisinin matrahtan indirilmesi konusu gündemdedir ama daha temel meseleler vardır. Sol bir programın asgari talepleri şöyle sıralanabilir:

■ GV tarifesinde bastırılmış dilimler genişletilmelidir. "Yeniden değerleme oranı"nın tarifelere tam uygulanmasıyla bu sorunun giderilme olanağı kalmadığı için, GV yasasında yeni bir tarife düzenlemesi talep edilmelidir. Ücretliler için daha düşük oranlı ayrı bir GV tarifesi de buna eklenmelidir.

■ GV beş 10 basamaklıdan 10 basamaklı yapıya dönüştürülmeli ve marjinal vergi oranları yüzde 5 ila yüzde 70 yelpazesinde yer almalıdır.

■ Sermaye gelirlerinde sedüler yapıdan üniter yapıya geçirilmeli yani gelirler toplanarak artan oranlı GV tarifesine tâbi tutulmalıdır.

■ Sermaye lehine tanınmış ayrıcalıklar (istisna ve muafiyetler), KV ve GV başta olmak üzere, köklü bir biçimde ayıklanmalıdır.

■ Servet unsurlarının tümüne uygulanmak üzere, MTV ve Emlak Vergisi gibi yıllık nominal servet vergilerinden farklı olarak, gerçek bir servet vergisi uygulanmalıdır. (Bunun servet kaçışlarına yol açmaması için sermaye hareketleri kontrol edilmelidir).

■ Sermaye kesiminin artan vergi yükünü yansıtma mekanizmasıyla yeniden halka yüklemesinin önüne geçmek için sistematik fiyat denetimlerine geçilmelidir.

■ Dolaysız vergiler üzerinden sağlanacak gelir artışlarına dayanarak, geniş halk kesimlerine yüklenen dolaylı vergiler hızla geriletilmelidir. İlk hedef, dolaysızların ağırlıklı olduğu bir yapıya geçiş olmalıdır.

Bu talepler Türkiye koşullarında çok radikal olabilir, ama sınıf mücadelesinde orta yol yoktur. Çubuğu tersine bükebilmek için, kuvvet uygulamaktan başka çare de yoktur.

Vergi paketi kesinleşince tekrar konuya dönmek üzere…

                                                   /././

Erdoğan en çok nereden korkar -Yaşar Aydın-

Raf ömrü çoktan bitmiş bir siyasetin iktidarda kalmasının bir nedeni de muhalefetin tutumu. İktidarı sarsacak olan şey ise siyasetin Meclis kürsüsünden çıkıp asıl muhatapları tarafından yürütülmesi olacak.
              CHP Lideri Özel, Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’la böyle poz vermişti. (Fotoğraf: Depo Photos)

Cumartesi günü İstanbul Çatalca ilçesinde bulunan ve işlenmiş gıda üretimi yapan Polonez fabrikasında işçiler eyleme geçti. Uzun ve ağır çalışma koşullarının yanında düşük ücret dayatmasına karşı çareyi Türk İş’e bağlı Tek Gıda-İş sendikasında örgütlenmekte bulan işçiler polis müdahalesine maruz kaldı. Hikâye çok tanıdık. Önce örgütlenme için öne çıkan 13 işçi işten atıldı. Ardından ertesi gün işe gelen 100 çalışan, işten atıldığını öğrendi. Doğal olarak işçiler eylem kararı aldı. Bu kez de iktidar ve patron işbirliğinin somut göstergesi olarak polis müdahalesi ile karşılaştılar. Bu müdahaleden çok sayıda işçi etkilendi. İşçilerin atılma gerekçesi çok tanıdık: Kod 46. Patron, işçileri sadece işten atmakla kalmıyor, aynı zamanda tazminatlarını da vermeyerek örgütlenme çabasını çifte ceza ile karşılıyor.

AH ŞU KARŞI MAHALLE

Bir işçi talebine karşı iktidar, patron ve kolluk kuvvetlerinin ittifak yapması dikkat çekici. Çünkü Erdoğan ve Bahçeli’nin dizlerinin bağını çözen şey, tam da burada mayalanan itirazdan başka bir şey değil. Bu mayalanma neden önemli? Türkiye’de siyaset, 1980 darbesinden bu yana halkın elinden alınıp profesyonel elitlerin yaptığı iş haline dönüştü. İktidar ve muhalefet, yıllardır bu konfor alanını terk etmiyor.

Siyaset sahnesi tamamen partilere ve değişmesi olanaksız hale getirilen liderlere bırakılmış durumda. Söz düellosu şeklinde süren seyirlik bir oyun halinde ilerliyor.

Durumu anlamak için sadece son birkaç haftadır tartışılan konulara bakmak bile yeterli olur: Meclis’e gelen yasalar, Erdoğan’ın belediyelerle ilgili açıklamaları, Bahçeli’nin "154’lükleri" ve diğerleri şeklinde uzayıp gidiyor. Her biri kendi başına anlam ifade etmeyen başlıkların medyada işleniş biçimi ve muhalefetin konulara yaklaşım tarzı sürecin Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın lehine işlemesine yol açıyor. Bu sayede her şeyi ile dökülen, kelimenin gerçek anlamıyla ayakta durmakta bile zorlanan isimlerin yönettiği Cumhur İttifakı’nın iktidarı devam ediyor.

Aslında raf ömrü çoktan bitmiş bir siyasetin iktidarda kalmasının bir nedeninin de muhalefetin tutumu olduğunun altını çizmek zorundayız. CHP lideri Özgür Özel’in Sabah Gazetesi’ne verdiği söyleşi öncesi normalleşme sürecine ilişkin “karşı mahalleye seslenmek açısından önemli buluyorum” demeci bu anlamda önemli. Özel’in tüm yaşananlardan sonra inadını sürdürmesi, Kılaçdaoğlu’nun Ekemeleddin İhsanoğlu’nun adaylığını halen savunmasına çok benziyor.

Her şeyden önce karşı mahalle diye anlatılan kesimin kim olduğuna bakmak gerekiyor. Tarikat-cemaat yapılanmalarını, beşli çete ve türevlerini, ikişer üçer maaş alan bürokratları çıkarınca karşı mahallede kim kalıyor? Milyonlarca emekli, üretici ve asgari ücretle çalışan işçi. Bu kesimler neden karşı mahalle olarak tanımlanır ve bunlara ulaşmak için neden Erdoğan’la iyi ilişkiler geliştirmek zorunda kalınıyor? Muhalefet bir kez daha kendi eliyle Cumhur İttifakı’na can suyu taşıyor.

BÖYLE DEVAM ETMEZ

Cumhur İttifakı muhalefetin de katkısıyla durumu idare ediyor gibi görünebilir. Hatta bir adım ileri gidip her şeyi kontrol altına aldığı da söylenebilir. Ancak bu iktidar için yalancı bahardan başka bir şey değil. Çünkü muhalefet partileri ne kadar etkisiz, işçi konfederasyonları basiretsiz olursa olsun, hayatın olağan akışı çok başka.

Düşük ücretle çalışmaktan yorgun düşen işçi, kepenk kapatmak zorunda kalan esnaf, açlıktan ölmemek için mücadele eden emekli için bu koşullarda geçen her dakika işkenceye dönüşüyor. Türkiye’ye nefes aldıran yaz mevsimi de kar etmedi. Sonbaharla birlikte ülkenin ezici çoğunluğu için durumun daha da kötüleşeceğini tahmin etmek hiç zor değil.

Özetle Çatalca’da yaşanan olay tekil bir vaka olarak kayıtlarda kalmayacak. İşçiler, emekliler, üreticiler zor şartlara karşı seslerini çıkaracaklar. Ayak sesleri şimdiden duyulmaya başladı bile. Normalleşmeyle karışık “vekaleten” sürdürülen muhalefetin de sonu geldi.

Erdoğan ve Bahçeli’yi sarsacak şey, siyasetin Meclis kürsüsünde süren laf dalaşından çıkıp konunun muhatapları tarafından yürütülmesi olacak. Erdoğan’ın açıktan, Bahçeli’nin utangaç biçimde savunduğu Mehmet Şimşek politikaları bugüne kadar dikensiz gül bahçesinde at koşturdu.

Medyada dayatılan gündemden başınızı kaldırdığınızda işçinin patrona ve polise karşı direnişini, grevleri, öğretmenin meslek onuruna sahip çıkışını, üreticinin topladığı çayları ateşe vermesini görebilirsiniz. Birkaç direniş bile iktidarın dengesini bozmaya yetiyor. Siyasetin ağırlık merkezi tekrar değişiyor. Hem de hiçbir mahalle farkı gözetmeden.

                                                       Birgün - GÜNDEM

Vergi vermeyen ‘şampiyon’ -Havva Gümüşkaya-
2023’te en büyük sanayi kuruluşları listesindeki SOCAR Türkiye grubundan STAR Rafineri’nin 2021 yılında matrah açıklamadığı açığa çıktı. 2022 ve 2023’te ise şirket, matrah açıklamasına rağmen vergi ödemedi.(https://www.birgun.net/haber/vergi-vermeyen-sampiyon-548405)

                                                                ***

Dinçerler baba oğul götürmüşler -İsmail Arı-
                          Ömer Dinçer 2011-2013 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapmıştı. (Fotoğraf: BirGün)

AKP döneminde İBB, eski Bakan AKP’li Ömer Dinçer ile oğullarına da “özel indirimle” ev satmış. Dinçer Ailesi’nin seçime üç ay kala yaklaşık yüzde 18 indirimle İBB iştiraki KİPTAŞ’tan beş daire birden aldığı ortaya çıktı.(https://www.birgun.net/haber/dincerler-baba-ogul-goturmusler-548353)
                                                         ***

Sağlıkta şiddet sürüyor: Saldırıya uğrayan doktorun kalbi durdu.

Sağlıkta şiddet sürüyor. Muğla'nın Bodrum ilçesinde hastanın saldırısına uğrayan aile hekiminin kalbi durdu. Kalbi yeniden çalıştırılan doktor, hastanede tedavi altına alındı. Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu saldırıya tepki gösterirken Türk Tabipleri Birliği ise yarın hekimlerin kent genelinde iş bırakacağını duyurdu.(https://www.birgun.net/haber/saglikta-siddet-suruyor-saldiriya-ugrayan-doktorun-kalbi-durdu-548321)
                                                           ***

İstanbul'da deprem sonrası 42 bin kişinin barınabileceği alanlara 95 AVM dikilmiş

İstanbul Planlama Ajansı (İPA) tarafından hazırlanan "Kamusal Alanın Dönüşümü: Alışveriş Merkezlerinin Kentsel Etkileri Üzerine Değerlendirme" başlıklı raporda, dikkati çeken bilgiler yer aldı. Rapordaki verilere göre İstanbul’da en az 42 bin 200 kişinin deprem sonrası barınma ihtiyacını karşılayabileceği büyüklükteki toplam alanda, 95 adet 20 bin metrekarenin üstünde AVM bulunuyor.
(
https://www.birgun.net/haber/istanbul-da-deprem-sonrasi-42-bin-kisinin-barinabilecegi-alanlara-95-avm-dikilmis-548323)

                                                            


T24 "KÖŞEBAŞI"+"GÜNDEM" -30 Temmuz 2024-

İnsan haklarına hapishanelerin aynasından bakmak; yok yok! -Candan Yıldız-

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nin Marmara Cezaevleri raporunda Türkiye’den IŞİD’e katılan kadınların Irak Rusava Cezaevi’nde neler yaşadığı da yer alıyor.

“Hapishaneler konusu insan haklarının kurucu rolünü öne çıkaran bir mücadele alanıdır” demiş Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın kurucusu doktor Ata Soyer

“Çivisi çıkmış dünyada, zaman bazıları için müttefik sayılsa da aslında zaman yargıcımız. Tarihe nasıl not bıraktığınızdır…

Ata Soyer “Cezaevi ve Sağlık” kitabında, 12 Eylül döneminde 500 insanın cezaevlerinde hayatını kaybettiğini yazar.

Aradan geçti 44 yıl…

Hapishanelerde şüpheli ölümler, hak ihlalleri, işkence iddiaları, açlık grevleri, hasta tutuklular sorunu devam ediyor.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, sayıları 400’ü geçen ceza infaz kurumu arasında Marmara Bölgesi’ndeki hapishaneler ağırlıklı olmak üzere 23 cezaeviyle ilgili bir rapor hazırladı.

Rapor geçtiğimiz nisan, mayıs ve haziran aylarını kapsıyor.

Rapor derneğe yapılan ihlal başvuruları ve basın taraması yoluyla tespit edilen vakaların derlenmesinden oluşuyor.

100 başvurunun 30’u kadın, 70’i erkek ve 40’ı adli, 60’ı politik nedenlerle hapiste olanlar tarafından yapılıyor.

Gelelim raporun ortaya çıkardığı sonuçlara…  

Üç ayda toplam ihlal sayısı 2 bin 916.

Başvuralardaki şikayetler  cezaevlerinde neler yaşandığına ilişkin bir fikir veriyor. Şikayet içerikleri çok fazla. Kısaca derlediklerim şöyle:

“Can güvenliğini tehdit, kötü muamele, psikolojik baskı, uzun süreli ve süngerli hücreye koyma, çıplak aramaya zorlama, darp, koğuş arkadaşlarından şiddet görme, ters kelepçe, aramalarda eşyaların dağıtılması, havalandırma saati kısıtlaması, pişmanlık dayatması, sürgün sevk, hastaneye sevk edilmeme, sevklerin geç yapılması, revire ya çıkarılmama ya da geç çıkarılma, doktorların mahkumlara kötü davranması, kelepçeli muayene, ağır izolasyon, görüş saatlerinin kısaltılması, aileye görüş günün söylenmemesi, DİSK, TTB, TÜSİAD,KESK gibi kurumlara yazılan mektupların gönderilmemesi, İHD’ye yazılan mektubun gönderilmemesi, kitap ve gazete yasakları, bazı televizyon kanallarının yasaklanması, reçete edilen ilaçların verilmemesi, kalabalık koğuş, 15 metre kare yerde 40- 50 kişinin tutulması, hijyen malzemelerinin verilmemesi, suların akmaması, cezaevi kantinindeki fahiş fiyatlar, yemeklerin azlığı ve kalitesizliği, kargoların verilmemesi ya da çok geç verilmesi, tutuklu ya da hükümlü adına yatırılan paranın hesabına geç aktarılması, infaz yakma, şartlı tahliye hakkı ihlali, suç duyurusu dilekçelerinin işleme konulmaması, tutuklu ya da hükümlülerin darp raporu almasının ve şikayetçi olmasının engellenmesi…”

Cezaevlerinde ölümler…

Rapora göre son üç ayda ikisi Marmara Bölgesi’nden olmak üzere en az 7 kişi hayatını kaybetti.

12 Mayıs 2024 tarihinde , Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan Reber Soydan tek kişilik odada yaşamını yitirmiş halde bulundu ve cezaevi yetkililerinin aileye bilgi verirken ölüm nedenini intihar olarak bildirdi.

22 Mayıs 2024 tarihinde Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nde tutulan Ergün Akdoğan’ın 20 Mayıs 2024 tarihinde kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdiği öğrenildi.

25 Mayıs 2024 tarihinde İstanbul Maltepe Cezaevi’nde tutulan Mustafa Ali Ayda yaşamını kaybetti. Cezaevi yetkililerinin ölüm sebebini intihar olarak bildirdi.

26 Mayıs 2024 tarihinde Iğdır S Tipi Cezaevi’nde tutulan Ercan Çakar, yaşamını yitirdiği. Ailesi, Ercan Çakar’ın vücudunda fiziksel şiddet izleri bulunduğunu iddia etti.

18 Haziran 2024 tarihinde Van T Tipi Cezaevi’nde tutulan Mecit Yılmaz götürüldüğü cezaevi revirinden “bir şeyin yok” denilerek geri götürüldüğü koğuşunda yaşamını yitirdi. Mecit Yılmaz’ın kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirdiği belirtildi.

20 Haziran 2024 tarihinde , Şırnak T Tipi Cezaevi’nde tutulan Yıldırım Han, 19 Haziran 2024 tarihinde tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi.

27 Haziran 2024 tarihinde , Afyon Bolvadin T Tipi Cezaevi’nde tutulan Şefik Esen, tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi.

IŞİD’e katılan kadınların Irak Rusava Cezaevi’ndeki şartları…

Raporda çarpıcı bir bölüm de yer alıyor… Irak Rusava Cezaevi’nden Whatsapp üzerinden ses kayıtları gönderen ve İHD’nin deşifre ettiği şikayet başvuruların çoğunu IŞİD’e katılan kadın mahkumlar oluşturuyor.

IŞiD’e katılma konusunda kocaları tarafından “kandırıldıklarını” iddia eden kadınlar şikayetlerinde “akli dengesini yitirmiş intihara kalkışan birden çok bayan var. Verem, tüberküloz, kanser hastalığı, kalp rahatsızlıkları, böbrek, tansiyon hastalıkları, şeker hastalıkları, görme ve duyma kayıpları olmalarına ragmen sadece ağrı kesici verilerek tedavileri alaycı bir şekilde yapılmaktadır” ifadelerini kullanıyorlar.

Türkiye’ye iade edilmek istiyorlar. Bazıları kocaları tarafından “zorla” getirildiklerini, pişman olduklarını ifade ediyor. Çocuklarından ayrı kaldıklarını belirten kadın mahkumlar da var aralarında…

5, 7 ve 8 yıldır bu cezaevinde kalan kadınlar Arapça bilmedikleri için de hak arama konusunda dil bariyeri yaşadıklarından söz ediyorlar. Anlattıklarını daha geniş bir haber olarak yazacağım.

Grup Yorum’dan Vedat Doğan açlık grevinde…

Cezaevlerinde farklı nedenlerle, sesleri dışarıdan duyulmayan, açlık grevleri devam ediyor.

1990’ların önemli müzik gruplarından olan Grup Yorum üyesi Vedat Doğan da günlerdir açlık grevinde…

Şubat ayında İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde güvenlik noktasına düzenlenen saldırı sonrası yapılan operasyonlarda gözaltına alınan Vedat Doğan, Kırşehir Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutuklu…

Adana’dan İstanbul’a gelerek medya kuruluşlarını gezen Sara Doğan oğlunun sesini duyurmaya çalışıyor.

Grup Yorum üyesi Vedat Doğan ve annesi Sara Doğan

“Oğlumu parkta gözaltına aldılar. İstanbul Silivri’den Kırşehir’e sürgün ettiler. Tek hücreye koydular. Tek hücrenin küçük bir penceresinde hem demir hem de sineklik var. Havalandırma yok. Arkadaşı yok. Benim oğlum hiçbir şey yapmadı ki… Daha onun dosyası yok. Neden tek hücrede… Oğlum ODTÜ genetik mühendisliğinde öğrenciydi… Oğlum 119 gündür açlık grevinde. Kulağı sağır oldu, görmesinde sorun var. Elleri titriyor. Günde iki kez B1 alması gerekirken bir kez veriyorlar. Tükürüğünü yutamıyor. Acilen bir şeyler yapsınlar… Yumuşak olduğu için Konya şekeri ulaştırmaya çalışıyoruz. Şeker verdiler ama istedikleri şeker değil. Tek istediği şey ya ailesine ya da arkadaşlarına yakın bir cezaevinde kalmak. Konserlerimiz engellenemez stickerları astylar, bu da suç sayıldı. Oğlum bir deri kemik kalmış. Dayanamıyorum, çok zor… O kuyu tipi cezaevleri çok kötü, kapansın. Adalet Bakanlığı’ndan rica ediyoruz. Kırşehir Cezaevi yönetimi sevk için para istedi. 5 bin lira yatırdım oğlumun ilaçları ve vitaminleri için. Ama bulamıyoruz deyip vermediler. Biz bulup gönderelim diyoruz onu da kabul etmiyorlar. Ekim de mahkemesi var daha. O zamana kadar bir şey yapılmazsa oğlum ölecek. Oğluma bir şey yapmasınlar… Kötüler dışarıda… Katiller dışarıda, tecavüzcüler dışarıda… Lütfen bir şeyler yapılsın, gençler ölmesin.”

Diğer yandan arkadaşlarının da Bolu F Tipi’ne sevk edilmesi için açlık grevinde olan Nurettin Kaya’nın durumunu da yazmıştım.

Kaya, taleplerinin kabul edilmesinin ardından açlık grevi eylemini sonlandırmış. Ancak bu kez de doktora götürülürken çift kelepçe uygulaması nedeniyle doktora gitmeyi reddettiğini anlattı TAYAD’lı aileler. Kilo kaybı nedeniyle ortapedik yatak göndermek istediklerini ancak cezaevi yönetiminin kabul etmediğini ifade ettiler.

403 ceza infaz kurumu olan Türkiye’de 2026’ya kadar 34 tane daha cezaevi yapılacak. Cezaevlerinde kapasite fazlası 45 binden fazla tutuklu ve hükümlü kalıyor.

Bir ülkenin daha fazla cezaevine sahip olması insan hakları ihlalleri ihtimalinin de fazlalaşması demek.

İnsan hakları zincirinin en zayıf halkası olan hapishaneler ne kadar zayıfsa inanın dışarıdaki haklar daha güçlü olmayacak.

                                                              /././

10 soruda 'ötanazi' düzenlemesi: Tartışmalı yasa ne getiriyor, sokak köpekleri öldürülecek mi, uygulamayan belediyelere ne yapılacak? -Gökçer Tahincioğlu-

Muhalefet, önergenin katliamı gizleme amacı taşıdığını, barınağa alınan köpeklerin hemen öldürüleceğini iddia ediyor. Teklifte böyle bir kelimelendirme yer almasa da bu iddiayı boşa düşürecek, sınırlayıcı bir düzenleme de yer almıyor ve köpeklerin kaderini tamamen uygulayıcıların kaderine bırakıyor

sokak hayvanları manşet

Yüzbinlerce sokak köpeğinin öldürülmesine neden olacağı gerekçesiyle eleştirilen, kamuoyunda “köpeklere ötanazi düzenlemesi” olarak bilinen teklif, önce TBMM Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonu’ndaki uzun ve sert tartışmalardan sonra kabul edildi. Komisyon görüşmeleri sırasında verilen önergelerle teklifin yumuşatılmasına çalışıldı. Ardından TBMM Genel Kurulu'na gelen teklif metninde, önergelerle yapılan değişikliklerde, açıkça sokak köpeklerinin tamamının öldürüleceği gibi bir ifade yer almıyor ve ötanazi için çeşitli kriterler getiriyor ancak muğlak hükümler, uygulamadaki belirsizlikler, tanımlardaki açıklar yüzbinlerce köpeğin öldürülmesi sonucunu doğurabilecek. TBMM Genel Kurulu'nun düzenlemeyi yasalaştırmasıyla barınak kurmaları için 2028’e kadar süre tanınan belediyeler hemen harekete geçebilecek. Bu nedenle gerekli kriterlerin sağlanıp sağlanmadığına bakılmadan köpeklerin öldürülmesine başlanma ihtimali de bulunuyor.

10 soruda, tartışılan düzenlemeler şöyle:

1- Tartışılan düzenleme nasıl gündeme geldi?

Kamuoyuna, “sokak hayvanlarına ötanazi” düzenlemesi olarak yansıyan, Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, gündeme yerel seçimlerin hemen ardından geldi. Aslında uzun yıllardır özellikle köpek saldırıları tartışılıyor ancak bu konuda harekete geçilmiyordu. Sokak köpekleriyle ilgili bazı derneklerin usulsüzlükler yaptıkları, para toplayıp zimmetlerine geçirdikleri iddiaları da sıkça gündeme geliyordu. Bu konuda oluşan karşı dernekler, özellikle sokak köpeklerinin saldırılarını konu etti. AKP, düzenlemeyi konuşmaya başladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen aralık ayında Ankara Keçiören’de 4’üncü sınıf öğrencisi Tunahan Yılmaz’ın boş arazide köpeklerin saldırısına uğrayarak ağır yaralanmasının ardından, “Sokak köpeklerinin zarar verdiği insanların haklarını da koruma görevleri” olduğunu belirterek, bu sorunu çözüme kavuşturacaklarını açıklamıştı. Yerel seçimden sonra, mevcut yasanın yetersiz olduğu konuşuldu. Ancak köpeklerin öldürülmesine dair bir düzenleme yapılacağının gündeme gelmesiyle tepkiler arttı. AKP, mayıs ayı başında TBMM’ye getirmeyi tasarladığı teklif üzerinde çalışmaya devam etti. Temmuz ayında yeni teklif AKP’li vekillerin imzasıyla TBMM’ye sunuldu ve TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’na havale edildi.

2 - Yerel seçimden sonra gündeme gelmesi nasıl yorumlandı?

Teklifin, AKP’nin ilk kez ikinci parti olarak çıktığı, birçok belediyeyi kaybettiği 31 Mart yerel seçiminden sonra gündeme gelmesi, sokak köpeklerinin toplanması konusunda belediyelerin yetkili olması nedeniyle siyasi bir adım olarak değerlendirildi. CHP’li seçmenin düzenlemeye karşı olması, buna karşılık teklifin ve mevcut yasaların konuyla ilgili olarak belediyeleri görevlendirmesi, “AKP, CHP’yi zor durumda bırakmak istiyor” yorumlarına yol açtı. Belediyelerin yasayı uygulamaması durumunda İçişleri Bakanlığı’nın harekete geçebileceği de iddia edildi. Bununla birlikte, özellikle köpeklerin uyutulmasının pahalı bir işlem olması nedeniyle teklifin gündeme getirildiği, birilerine rant sağlanacağı iddiaları da muhalefet tarafından dillendirildi.

3 - Teklif, neden “ötanazi düzenlemesi” olarak nitelendirildi?

AKP’nin TBMM’ye getirdiği teklifte, sokak köpeklerinin öldürülmesi seçeneği için, “ötanazi” kavramı kullanıldı. Mevcut bazı düzenlemelerde de hayvanların öldürülmesi konusunda bu ifade kullanılıyor. “Ötanazi”, aslında hasta kişilerin yaşamlarını kendi istekleriyle ve tıbbi müdahaleyle sonlandırılmasını istemeleri için kullanılan bir kavram. Bazı batı ülkeleri, vatandaşlarına belli kriterlerle ötanazi hakkı tanıyor. Hayvanların bu konuda karar verme yetisi bulunmadığı için teklifte bu kavramın kullanılması eleştirildi. Buna karşılık, teklif bu kavram kullanılarak komisyona havale edildi ve dolaylı olarak kullanılarak kabul edildi.

4 - Teklif, AKP tarafından nasıl gerekçelendirildi?

AKP Kahramanmaraş Milletvekili Vahit Kirişci başkanlığında toplanan komisyonda konuşan teklife imza atan isimlerden Harun Mertoğlu, kanunların ihtiyaçtan doğduğunu, bu teklifle "Önce insan" dediklerini belirtti. Mevcut düzenlemelerin günümüzdeki ihtiyaçlara cevap vermediğinin anlaşıldığını vurgulayan Harun Mertoğlu, şöyle konuştu:

“Yaşanan olaylar, kanun değişikliğine gidilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. ‘Hayvanları yakala, kısırlaştır, aşısını yap, tekrar sokaklara bırak’ anlayışı ihtiyaçlarımıza cevap vermemiş, onlarca insanımızın, çocuklarımızın ölmesine sebep olmuştur. Geldiğimiz bu noktada gerek AİHM kararları gerek Danıştay kararları sokaklarda yaşanan ve hayvanlardan kaynaklı meydana gelen trafik kazalarının sorumluluğunu idarelere vermiştir. Dolayısıyla sokaklar hayvanlar için bir yaşam alanı olamaz. Sokaklar değil hayvanlar için insanlar için bile güvenli bir yaşam alanı değildir. Sokaklarda açlık, susuzluk, bulaşıcı hastalıklar var. Sokaklar tekin değil.”

Teklifin gerekçe kısmında da benzer bir yaklaşım sergileniyor. Sokak köpeklerinin saldırıları sonucu yaşanan olayların istatistiklerine yer verilen gerekçede, mevcut yasanın “yakala-kısırlaştır-sal” ilkesini temel aldığı ancak bunun uygulanamadığı belirtiliyor. Batı ülkelerinden örneklere yer verilen gerekçede, teklifle yeni bir yöntem geliştirildiği savunuluyor.

5 - Teklif, hangi uygulamayı esas alıyor?

Teklifte yer alan düzenlemeye göre, kedi ve köpekler, Tarım ve Orman Bakanlığı veri tabanına kaydedilmesi zorunluluğu bulunduğundan "sahipli hayvan" ve "sahipsiz hayvan" olarak sınıflandırılacak. Mevcut Hayvanları Koruma Kanunu'ndaki "yakala-kısırlaştır-sal" metodunun kaldırılması nedeniyle hayvan bakımevi tanımında uyum değişikliği yapıldı. Hayvan bakımevinin tanımı, "Bakanlıktan izin alınmak suretiyle kurulan ve hayvanların sahiplendirilinceye kadar barındırıldığı ve rehabilite edildiği bir tesis" şeklinde değiştirildi. Buna göre, sahipsiz ve güçten düşmüş hayvanların hayvan bakımevlerine toplanması ve buralarda rehabilite edilerek sahiplendirilinceye kadar bakılacak olması sebebiyle bakımevleri dışında bir hayvana bakmak için onun yasal sorumluluğunun alınması gerekiyor.

“Sahipsiz hayvanların da sahipli hayvanlar gibi yaşamları desteklenmelidir" ifadesi yürürlükten kaldırılıyor. Buna göre, hayvan bakımevlerine alınan hayvanlardan rehabilite edilen köpekler sahiplendirilinceye kadar bu yerlerde barındırılacak. Doğru ve güncel veri sağlanabilmesi amacıyla hayvan bakımevlerine alınan hayvanlar Tarım ve Orman Bakanlığı veri sistemine kaydedilecek.

6 - Barınağa alınan hayvanlar öldürülecek mi?

Komisyon çalışmalarının ikinci gününde, önerge ile “ötanazi” maddesi adı verilen maddede değişikliğe gidildi. Teklifin tartışılan beşinci maddesi, saldırgan olan, bulaşıcı veya tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olan hayvanlara yerel yönetimlerce ötanazi yapılacağı düzenlemesini içeriyordu. Önergeyle bu hüküm tekliften çıkartıldı.

Önergeyle teklife, "Bakımevine alınan köpeklerden insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen, bulaşıcı veya tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olanlarına Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu'nun 9. maddesinin 3. fıkrasında belirtilen tedbir uygulanır. Yerel yönetimler, sahipsiz köpeklere ilişkin yürüttüğü iş ve işlemlerde Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi kapsamında gerekli idari tedbirleri almaya yetkilidir." hükmü eklendi.

AKP’liler, böylece bütün köpeklere ötanazi uygulanmasının söz konusu olmayacağını savundu. Ancak önergeyle getirilen düzenlemede atıf yapılan hüküm, şu düzenlemeyi içeriyor:

"Hayvanlara ötanazi yapmak yasaktır. Ancak, hayvanlara acı ve ıstırap çektiren veya iyileşme durumu bulunmayan hastalık durumlarında, akut bulaşıcı bir hayvan hastalığının önlenmesi ya da eradikasyonu amacıyla veya insan sağlığı için risk oluşturan durumlarda, davranışları insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen durumlarda, veteriner hekim tarafından ötanazi yapılmasına karar verilebilecek. Ötenazi işlemi veteriner hekim tarafından veya veteriner hekim gözetiminde yapılır."

7 - Bu hükme göre sokak hayvanları öldürülecek mi?

Önerge ile kedilerin kapsam dışı bırakıldığı belirtildi. Ancak yine teklife göre kedilerin de “sahipli” hayvan statüsüne alınması söz konusu olacak. Fakat asıl risk sokak köpekleri konusunda devam ediyor. Yeni düzenlemede de ötanazinin olumsuz davranışları kontrol edilemeyen köpeklere yapılacağı belirtiliyor. Bunun da veteriner hekim tarafından ve gözetiminde yapılacağı belirtiliyor. Ancak olumsuz davranışı kimin belirleyeceği bütünüyle belirsiz. Davranışların ne kadar süreyle takip edileceği, kararın kimin tarafından ne aşamada verileceği de muğlak.

Muhalefet, önergenin katliamı gizleme amacı taşıdığını, barınağa alınan köpeklerin hemen öldürüleceğini iddia etti. Teklifte böyle bir kelimelendirme yer almasa da bu iddiayı boşa düşürecek, sınırlayıcı bir düzenleme de yer almıyor. Teklif, köpeklerin kaderini tamamen uygulayıcıların kaderine bırakıyor. Teklife göre ayrıca, köpeklere müdahalenin sadece tıbbi gerekçelerle değil, Kanunda yer alan diğer istisnai durumlarda da yapılabilmesine olanak sağlanıyor. Bu düzenleme de tıbbi zorunluluk bulunmasa da köpeklerin öldürülmesine olanak sağlıyor.

Teklife göre, yerel yönetimler adına sahipsiz hayvanları toplayarak bir yere terk eden ya da köpeği bakımevi dışında bir alana bırakanlar cezalarla karşılaşacak. İlk aşamada öldürülmeyen köpekler, sisteme kaydedilecek ve sahiplendirilinceye kadar barınakta tutulacak. Bu aşamada bu köpeklerin öldürülüp öldürülmeyeceği de tamamen muğlak.

Teklif metninde ve önergede sahipsiz sokak köpeklerinin öldürüleceği, tamamına ötanazi yapılacağı gibi bir ifade bulunmuyor. Köpeklerin öldürülmesi, önergeyle atıf yapılan yasada yer alan “insan sağlığı için risk oluşturan durumlarda, davranışları insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen durumlarda…” koşullarıyla sınırlı tutulmakla birlikte yine teklifte gönderme yapılan mevzuattaki belirsizlikler ve sayıları milyonları bulan köpeklerin toplanması için işaret edilen barınakların yetersizliğinin uygulamada katliamla sonuçlanacağı endişesi yaşanıyor.

8 - Muğlaklık sadece tekliften mi kaynaklı?

Teklifte, sokak köpeklerinin sayısı 4 milyon olarak açıklanıyor. Muhalefetin verdiği bilgiye göre, Türkiye’deki barınakların toplam kapasitesi 110 bin civarında. Muhalefet, bu durumda toplanan köpeklerin hemen öldürülmesi seçeneğinin devreye gireceğine işaret ediyor. Teklifte de bunu engelleyici bir hüküm bulunmadığı belirtiliyor. Teklifteki muğlaklığın, uygulamada köpeklerin topluca öldürülmesi sonucunu doğuracağı ifade ediliyor.

9 - Kanunla görevlendirilen belediyelerin düzenlemeyi uygulamama seçenekleri var mı?

CHP’liler, hiçbir kentte bu kadar barınak bulunmadığını, bu kadar barınağın yapılmasının mümkün olmadığını, pahalı bir işlem olan ötanazinin uygulanması için de yeterli bütçe bulunmadığını, belediyelerin fiilen bu kanunu uygulayamayacaklarını savunuyor. AKP’liler ise kanunla, belediyelere barınak yapımı ve diğer işlemler için, gerekli kaynağın yüzde 40’ının bakanlık tarafından sağlanacağına dikkati çekiyor. Buna rağmen CHP’lilere göre kanunu uygulamak imkânsız. İmkân olsa bile CHP’li belediyelerin fiilen bunu uygulamayacakları komisyonda defalarca söylendi.

Ancak teklifte, barınak için kaynak ayırmayan, gönderilen kaynağı farklı amaçlarla kullanan belediye başkanlarına 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası verileceği düzenleniyor. Belediye meclis üyeleri de aynı şekilde cezalandırılacak. Büyükşehir, il belediyeleri ve nüfusu 25 binden fazla olan belediyeler yasayı uygulamak zorunda kalacak. Belediyelere bakımevlerini kurmaları için 31 Aralık 2028’e kadar süre tanındı. Ancak bu süreye kadar yasanın uygulanmayacağına yönelik bir hüküm düzenlemede yer almadı. Bu nedenle yasanın, ayrı bir yürürlük hükmü konulmazsa hemen uygulanması söz konusu olabilecek. Ancak barınağa alınarak kısırlaştırılıp yaşatılacak köpek sayısı, barınak sayısından çok fazla olduğu için yasanın nasıl uygulanacağı meçhul. Köpeklerin hemen öldürüleceği iddiası da buradan kaynaklanıyor.

10 - Sokak hayvanlarını sahiplenerek kurtarmak mümkün mü?

Evet, ancak bakım yükümlülüğünü yerine getirmezse, sahiplenen köpek geri alınacak. Bakım yükümlülüğünün kapsamı ise belirsiz. Köpeği sokağa terk edenlere de 60 bin liraya kadar ceza verilecek. Hayvan sahiplerine, hayvanlarını sisteme kaydetmeleri için 31 Aralık 2025’e kadar da süre tanındı.

                                                                /././

Pullarla Olimpiyat Oyunları'nın kısa tarihi(V): 1904 St. Louis Olimpiyatları -Hayri Cem-

Organizasyon Komitesi'nin 1904 Olimpiyat Oyunları'na dahil ettiği spor branşları şunlardır: Tramplen atlama, boks, okçuluk (kadın), suda kayma (plunge for distance), 50, 100 ve 440 yarda serbest stil yüzme, 100 ve 440 yarda sırt üstü yüzme…

Üçüncü Olimpiyat Oyunları (1 Temmuz - 23 Kasım 1904) başlangıçta önerildiği gibi Chicago yerine Saint Louis'de gerçekleşti. Bunun nedeni, 1900 Paris Olimpiyatları'nda olduğu gibi, büyük bir Uluslararası Fuar programına dahil etmekti.

Başkan Theodore Roosevelt, oyunların hamisiydi. Oyunların açılışını Amerika Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı David Francis yaptı.

Oyunlara 13 ülkeden 687 yarışmacı katıldı.

St. Louis Fuarı anısına batırılmış pul

Modern Olimpiyatlar'ın kurucusu kabul edilen Baron Coubertine, Olimpiyat Oyunları'nın fuar ve sergiler bünyesinde yapılmasına karşı olduğundan St. Louis'deki oyunlara katılmadı. Bu Olimpiyatlar'ın düzenlenmesi ve kurallarının belirlenmesi işleri, Louisiana Satın Alma Sergisi'ndeki Fiziksel Kültür Departmanı Direktörü James Sullivan'a düştü.

Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı Baron Coubertine

Organizasyon komitesi, oyunların uzun süresi boyunca çeşitli yeni yarışmalar ve branşlar ekleyerek geliştirdi. Bunlar arasında en ilginç olanı, 100 yard, engelli koşu, 800 yard yürüyüş, uzun atlama, yüksek atlama, sırıkla atlama, gülle atma, çekiç atma, 25,4 kg ağırlık atma ve bir mil koşusundan oluşan "All Around Championship" adlı bir etkinlikti.

Organizasyon Komitesi'nin 1904 Olimpiyat Oyunları'na dahil ettiği spor branşları şunlardır: Tramplen atlama, boks, okçuluk (kadın), suda kayma (plunge for distance), 50, 100 ve 440 yarda serbest stil yüzme, 100 ve 440 yarda sırt üstü yüzme…

Bu Olimpiyat Oyunları'nda ilk kez yer alan bir başka yarışma da; yatay bar, paralel bar, yan ve uzun atlama beygiri, 100 yarda koşusu, gülle atma ve uzun atlamadan oluşan "Turnverein Jimnastik" yarışması idi.

                                                                /././

MHP'li Yönter'in kardeşine rüşvet suçlaması: Savcılık, 6 yıldan 16 yıla kadar hapis cezası istedi -Tolga Şardan-

Hakkında "rüşvet almak ve yargı görevini yapanı etkilemek" iddiasıyla yargılama yürütülen sanık Aytekin Yönter, aynı zamanda MHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter'in ağabeyi.

Siyaset Ankara'da dönüyor ama yerelde de yani taşrada ilginç olaylar gelişmiyor değil.

Yeni bir dosya ulaştı elime geçen hafta. Adresi Bilecik.

Dosyanın en önemli parçası bir adli soruşturma evrakı. Evrakın önemi, aynı zamanda bir savcılık iddianamesi olmasından kaynaklanıyor.

Bilecik Cumhuriyet Başsavcılığı'nca hazırlanan 10 sayfalık iddianamenin tarihi Mayıs 2022. Sayısı ise, 2022/84.

İddianamede altı sanık var. Sanıklardan üçü için "gerçeğe aykırı bilirkişilik ve tercümanlık yapmak", ikisi için "rüşvet vermek", biri içinse "rüşvet almak ve yargı görevini yapanı etkilemek" mevcut.

Altı sanıktan beşi kamuoyunun pek yakından tanıdığı kişiler olmamakla birlikte altıncı sanık kimliğiyle dikkat çekiyor.

Hakkında "rüşvet almak ve yargı görevini yapanı etkilemek" iddiasıyla yargılama yürütülen sanık Aytekin Yönter, aynı zamanda MHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter'in ağabeyi.

Halen Bilecik El Sanatları Eğitim Merkezi Müdürlüğü görevine devam eden Aytekin Yönter için savcı, 6 yıldan 16 yıla kadar hapis cezası istedi.

Aytekin Yönter

Belediye avukatı "rüşvet" dilekçesi verdi

Sıra iddianamenin detaylarına geldi.

Bilecik'in Söğüt ilçesinin MHP'li belediyesi avukatı A.Ç.İ., Şubat 2022'de Söğüt Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiği dilekçesinde, Bilecik Defterdarlığı'nda Muhakemat Müdürü görevini yürüten Alptekin Yörükoğlu'nun rüşvet istediğini iddia etti.

Belediye çalışanı A.Ç.İ., dilekçesinde; Yörükoğlu'nun, belediye lehine yapılacak bir kamulaştırmaya ilişkin Söğüt Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen iki ayrı dosyalardaki taşınmazların değerini bilirkişi eliyle 10 milyon liradan 2 milyon liraya indirmek için girişimde bulunduğunu öne sürdü.

Söz konusu girişim için Yörükoğlu'nun 450 bin lira talep ettiğini kaydeden şikayetçi, dilekçesindeki iddiasına ait bir video kaydı ile cep telefonları üzerinden kullanılan WhatsApp iletişim sisteminden yapılan görüşmenin kayıtlarını, savcılığa teslim etti.

Telefon dinlemesi ve fiziki takip başlatıldı

İddia üzerine savcılık, Muhakemat Müdürü Yörükoğlu'na yönelik CMK hükümlerine göre telefon dinlemesi ve fiziki izleme kararı aldı.

İddianameye göre; savcılığın yürüttüğü gizli dinleme ve takip çalışmaları sırasında 14 Şubat 2022 günü saat 18.00 sıralarında önemli gelişme yaşandı.

Söğüt Adliyesi çalışanı Burhan Kök, adliyenin mübaşirlerinden İ.G.'yi arayıp kamulaştırma işlemi çerçevesinde hazırlanan bilirkişi raporunu adliyeye teslim ettiğini söyledi.

Adliye çalışanı Kök, hemen sonra aynı zamanda MHP Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter'in ağabeyi Aytekin Yönter'i aradı ve bilirkişi raporunu teslim ettiğini aktardı.

Soruşturmaya devam eden savcılık, bilirkişi raporunun sunulduğu mahkemede duruşmanın yapılacağı gün Yörükoğlu'nun, belediye avukatı A.Ç.İ. ile buluşacağını ve rüşvetin elden teslim edileceğini belirledi.

Bir not ekleyim; farkındaysanız devletin memuru, sorun çözme adına belediyeden rüşvet talep etti ve yapılan anlaşmaya göre rüşveti elden teslim almak için belediye çalışanıyla randevulaştı!

Gözaltı ve ele geçirilen not

Ve duruşma günü olan 15 Mayıs 2022'te savcılık harekete geçti. Sabah 09.50'de belediyenin avukatı A.Ç.İ.'den rüşveti elden aldığı sırada Yörükoğlu'nun gözaltına alınmasını sağladı.

Gözaltı işlemi sırasından Yörükoğlu'nun üzerinden el yazısıyla kaleme alınan "150 34 2. 678 metrekare, 150 32 3836 metrekare, toplam 6514 metrekare, çıkacak toplam değeri bizim açımızdan 2 milyon lira civarında, buranın 2022 yılı itibariyle gerçek piyasa değeri 9 milyon lira, - 600 bin lira-" yazılı not bulundu.

Şüpheli Alptekin Yörükoğlu'nun kullandığı cep telefonunda yapılan incelemede, Söğüt Kaymakamlığı Mal Müdürü Süleyman Akar ve ardından Aytekin Yönter'i aradığı anlaşıldı.

Aynı zamanda devam eden telefon dinlemelerinde Yörükoğlu'nun Akar'a parayı teslim aldığına ilişkin "teslim aldım" diye konuştuğu ve kendisini bulunduğu yerden almasını istediği ortaya çıktı.

Savcılığın aynı zamanda şüpheliye yönelik fiziki takip kararının uygulanması sırasında Muhakemat Müdürü Yörükoğlu'nun, Söğüt Kaymakamlığı'nda Mal Müdürü Süleyman Akar'ın odasında Aytekin Yönter'le kamulaştırılacak araziye ilişkin görüşme yaptığı iddianamede yer aldı.

Üçlü değerlendirme

Görüşmede, dönemin Söğüt Belediye Başkanı İsmet Sever'in kamulaştırılacak arazilerden rant sağlayacağını ve kamulaştırma amacı dışında buraya konut yapacağını konusunda Yörükoğlu, Akar ve Yönter'in değerlendirmeler yaptıkları tespit edildi.

Mal Müdürü Akar'ın, aynı görüşmede Söğüt'te bir emlakçıyı arayarak kamulaştırılan arazinin piyasa değerini öğrendiğini ve ardından Aytekin Yönter'e bu arazinin çok değerli olduğunu söylediği anlaşıldı.

Hatta, Akar ve Yönter arasında "biz de Başkan gibi daire mi alalım?" diye birbirlerine yaptıkları şakalaşma da tespit edildi.

İddianameye giren telefon görüşmeleri

İddianameye göre; "ihbar eden" olarak geçen Söğüt Belediye Başkanı İsmet Sever ile İlçe Mal Müdürü Süleyman Akar arasında telefon görüşmesi gerçekleşti. Bu görüşmede Mal Müdürü Akar'ın, Yörükoğlu ile Sever'in yüz yüze görüşmesi gerektiğini söylediği belirlendi.

Kamulaştırma davasında resmi görevi bulunmamasına rağmen bilirkişi raporunu hazırlayan Burhan Kök'e "bilirkişi raporu ne zaman hazır olacak?" diye defalarca soran Yörükoğlu'nun, Kök'e "arazilerin metrekare fiyatının 120-160 lira arasında olması gerektiğini" dile getirmesine yanıt olarak "sen burayı metrekare fiyatını 25 lira yaz. Neticede objektif değer artışı uygularsın" şeklinde yönlendirmede bulunduğu telefon dinlemesinde saptandı.

Savcılık soruşturmasında bilirkişi raporunda imzası bulunan şüpheliler Burhan Kök, Hasan Bingöl ve Abdülmuttalip Karadeniz hakkında rüşvet suçuna karıştıklarına konusunda delil bulunamadı.

Buna karşın, şüpheliler Burhan Kök, Hasan Bingöl ve Abdülmuttalip Karadeniz'in ihtisas konusu olmaması nedeniyle bilirkişi raporu hazırladıkları gerekçesiyle "gerçeğe aykırı bilirkişi raporu düzenleme" iddiasıyla soruşturma yürüttü.

Rüşvetin bedeli: 600 bin lira

İddianameye göre; belediye avukatı A.Ç.İ., Yörükoğlu'nun kamulaştırma yapılacak yerin bedelinin 2 milyon lira indirilmesini sağlamak amacıyla 600 bin lira talep ettiğini iddia etti.

Belediye avukatı, Yörükoğlu ile yaptığı ikinci görüşmenin kaydını da savcılığa sundu. Görüşmede, avukat A.Ç.İ., "Tamam Başkan Bey parayı ayarlayacak" dediği, Yörükoğlu'nun "Ayarlasın dört yüz elli değil mi?" diye sorduğu tespit edildi.

Avukatın, "parayı nasıl vereceğim sana, nasıl teslim edeyim?" diye sorması üzerine Yörükoğlu, "sen bana nakit olarak ver. TL olarak" yanıtını verdi. Aynı görüşmede avukatın "bir pastanede otururuz abi, ben senin yanına otururum pastanede. Çantayı bırakırım. Çantayı unutmuş gibi yaparım" dedi. Yörükoğlu'nun "aynen. İkimiz meslektaşız. Benim senden korkum yok" şeklinde yanıt verdiği iddianamedeki telefon görüşme tutanağında yer aldı.

Savcılığın mahkemeden aldığı telefon dinleme kararına dayanarak gerçekleştirilen iletişimin tespiti çerçevesinde aynı görüşmede Yörükoğlu'nun belediye avukatı A.Ç.İ.'ye "şimdi bir görüşme yapayım da bakalım ne durumda. Pazartesiymiş, iki tanesi birden ya, pazartesi vereceğim demiş. Tabi tek başına olmaz ki bu işler. Tek hareket etmem ben" sözleri tespit edildi.

Savcılık: Yönter de suça katıldı

Savcılık, Yörükoğlu'nun "tek hareket etmem ben" sözlerini, şüpheli Muhakemat Müdürü'nün söz konusu rüşvet ve gerçeğe aykırı bilirkişilik ve tercümanlık yapmak suçlarını tek başına işlemediğinin kanıtı olarak gördü.

Savcılık, ortaya çıkan tabloyla şüphelilerden Aytekin Yönter ve Süleyman Akar'ın da suça katıldığı kanaatine ulaştı.

Soruşturmada tutuklanan Alptekin Yörükoğlu, ifadesinde Aytekin Yönter ile Süleyman Akar'ın da ismini verdi.

Yörükoğlu, Aytekin Yönter'in kendisini suç teşvik ettiğini öne sürdü ve "parayı alırsan 150 bin lira verirsin" dediğini açıkladı. Yörükoğlu, ilk başta Aytekin Yönter ve Süleyman Akar'ın ismini neden vermediğini ise, "kendi can güvenliğim, ben yandım o yanmasın, arkadaşımı satma düşüncesi" şeklinde açıkladı.

Yönter'in savunması

Gelelim rüşvet dosyasının en önemli şüphelisi Aytekin Yönter'in ifadesinde anlattıklarına.

İddianamede yer aldığı biçimiyle; Yönter savunmasında şöyle dedi:

"(…) 15 Şubat 2022 günü sabah 09.50'de Alptekin Yörükoğlu aradı. ‘Teslimat geldi' dedi. Bilirkişileri tanıyor olmamam nedeniyle defaten bilirkişi Burhan'ı arayarak, raporun ne zaman hazırlanacağını sordum. Ayrıca metrekare fiyatını 120 - 160 lira aralığında olması gerektiğini değerlendiren Burhan'a ‘Sen burayı metrekare birim fiyatını 250 lira yaz. Neticede objektif değer artışı uygularsın' dedim. 14 Şubat 2022 tarihinde Burhan, Söğüt Adliyesine sunduğu bilirkişi raporunun sonuç kısmını bana gönderdi. Bu fotoğrafı Alptekin'e gönderdim. Ancak rüşvet suçuna iştirak etmedim. (…)"

Savcılık değerlendirmesi, Yönter'i işaret etti!

Savcılık, Yönter'in bu açıklamalarından tatmin olmadı.

İddianamede Yönter hakkında şu değerlendirmede bulundu:

"(…) Şüpheli Aytekin'in, görülmekte olan dava ile resmi olarak herhangi bir bağlantısı olmadığı halde, bilirkişiler ile olan ilişkisi sayesinde bilirkişi Burhan Kök'ün şüpheliler tarafından belirlenen ve istenen tarihte bilirkişi raporunu dosyaya sunduğu, ayrıca bilirkişiyi bedel yönünden yönlendirmeye çalıştığı,

Yaklaşık bedeli rapor hazırlanmadan öğrenerek bu bilgileri şüpheli Alptekin'e aktardığı, şüpheli Alptekin'in daha önceden seri numaraları alınmış paraları hakimiyet alanına geçirdikten hemen sonra kendisini arayarak ‘Teslimat geldi' şeklindeki konuşması ile tüm dosya kapsamı bir bütün halinde değerlendirildiğinde, şüpheli Aytekin'in suçun icrasına doğrudan katıldığı, savunmalarında üzerine atılı suçlamayı kabul etmemekle birlikte Alptekin'in kendisine menfaat temin edeceğinden şüphelendiğini beyan etmesine rağmen, zikredilen eylemleri gerçekleştirmiş olması nedeniyle savunmalarının suçtan kurtulmaya yönelik soyut suç inkarından ibaret olduğu değerlendirilerek savunmalarına da itibar edilmemiştir.

Açıklanan gerekçelerle şüpheli Aytekin'in suçun işlenmesine doğrudan iştirak ederek asli fail olduğu değerlendirilmiştir. Şüpheli Aytekin'in bilirkişi Burhan'ı arayarak ve yüz yüze görüşerek hesaplamalara ilişkin yönlendirmelerde bulunmuş olması, doğrudan bedel belirtmek suretiyle etkilemeye çalışması şeklinde gerçekleştirdiği eylemleriyle ayrıca 5237 sayılı TCK'nın 277. maddesinde düzenlenen ‘yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs suçunu' işlediği değerlendirilmiştir. (…)"

Bilecik Adliyesi'ndeki Ağır Ceza Mahkemesi'nde iki yılı aşkın süredir devam eden yargılama, adli tatil sonrasında Eylül'de devam edecek.

                                                  T24 - GÜNDEM

Sokak köpeklerine 'ötanazi' tartışmalarına neden olan düzenleme yasalaştı: "İnsanlık tarihine utançla geçecek!"

CHP, yaşam hakkı savunucularının topladığı 3 bin imzayı bir mektupla TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’a iletti.

sokak köpekleri
                                                            ***
İstanbul'da depremin ardından 42 bin kişinin barınabileceği alanlara toplamda 95 AVM dikilmiş

İstanbul Planlama Ajansı (İPA) tarafından hazırlanan "Kamusal Alanın Dönüşümü: Alışveriş Merkezlerinin Kentsel Etkileri Üzerine Değerlendirme" başlıklı raporda, dikkati çeken bilgiler yer aldı. Rapordaki verilere göre İstanbul’da en az 42 bin 200 kişinin deprem sonrası barınma ihtiyacını karşılayabileceği büyüklükteki toplam alanda, 95 adet 20 bin metrekarenin üstünde AVM bulunuyor. (https://t24.com.tr/foto-haber/istanbul-da-depremin-ardindan-42-bin-kisinin-barinabilecegi-alanlara-toplamda-95-avm-dikilmis,34562)

                                                              ***

Melissa Vargas'ın Hollanda maçı performansı, Olimpiyat tarihine geçti!

melissa vargas
Filenin Sultanları'nın yıldızı Melissa Vargas, 3-2 kazanılan Hollanda maçında tarihe geçti. Vargas, Olimpiyat tarihinde tek maçta 30 sayı barajını geçen 12. oyuncu oldu.(https://t24.com.tr/haber/melissa-vargas-in-hollanda-maci-performansi-olimpiyat-tarihine-gecti,1176676)

(T24)