5 Ağustos 2024 Pazartesi

Ağrı eşiğim düşükmüş, öyle dediler + Paris 2024: Koli basili bulaşan triatlet yarıştan çekildi +Paris 2024’te sermayeyi memnun etmek için hiçe sayılan insan sağlığı: Seine Nehri örneği -duvaR

 Ağrı eşiğim düşükmüş, öyle dediler -Beyhan Sunal

Sızı da ağrı kadar insanı acıtan bir şeymiş. Daha ince, daha sinsi üstelik… Yanma, iğne batması, derinin incelmiş olduğu hissi… Sanki yüzeye yayılmış bir acı. Dokunsan acıyor, dokunmasan acıyor, sarmalasan, üstünü açsan, soğutsan, ısıtsan… Bedenim ağlıyor sanki. Susmak bilmeyen bir çocuk gibi. İncinmiş ve ne zaman susacağına kendisi karar verecek.

“İlacın etkisi geçti galiba” diyorum hemşireye. Aslında geçeli epey oldu ama önceki ameliyatımdan biliyorum, öyle hemen ağrı kesici vermeyecekler. Biraz dayanıyorum ve sonunda en acı çeken halimle ağrı kesici istiyorum.

“Biraz sonra getireceğim” diyor hemşire. “Çok ağrım var” diyorum acele etsin diye, “sizin ağrı eşiğiniz biraz düşük galiba” diyor bu kez.

Ağrı kesici krizlerinde hemşirelere karşı hiçbir zaman kazanan taraf olamadım. Ağrı eşiğini nasıl ölçtüklerini bilmiyorum. Bunca yılın deneyimi, vardır bir bildikleri diye düşünmeye çalışıyorum ilk günlerde. Kendi adıma bu eşiği yükseltmek için epey mücadele verdiğimi de düşünüyorum. Henüz bana haksızlık edildiği noktasına gelmedim. Ama tıbbın bir şekilde doğuştan ya da hastalanarak dezavantajlı olan insanlara çare bulmak için varolan bir bilim dalı olduğunu da düşünmeden edemiyorum.

Eşiğim düşükse ağrı mı çekeyim demek istiyorum. Doğal seleksiyon mu var burada da?

15 santimlik bir kesik var dizimde. Fizyoterapistin söylediğine göre, 5 santim kadar da derinlemesine girilmiş. Genel anestezi yapılmadığı için bütün o sesleri duydum. Matkap, çekiç, vida, menteşe…  Biraz dişçi koltuğu gibi düşünmeye çalışıyorum. O sırada canının acımaması önemli, bunlar sonrasında seni iyileştirecek. Sıkıntının büyüğü anestezinin etkisi geçince başlayacak. Ama durumu anlık yaşamaya kararlıyım; başına gelene kadar keyfini çıkart…

Ve odaya çıktıktan kısa bir süre sonra bedenimle sınavım başlıyor. Kopya yok, ezber yok. Başlangıç saati belli. Hemşire elinde ağrı kesici iğne ve serumla geldi. Bundan sonrası gelişine göre yaşanacak.

Ağrı çok inatçı. Yaralar yeni. İlaçların etkisi sınırlı kalıyor. Bir de ağrı eşiğimi ölçen hemşirelerin inadı.. İki ateş arasında kaldım. Çantamda ağrı kesici zulam var bu kez. İlkinde kaptırmıştım ilaç çantamı. Bu sefer hiç göstermiyorum. Onların da sınırlarını koruyarak, durumu idare ediyorum.

Ama hesaba katmadığım şey sızı. İlk ameliyatımda yarım protez takıldığı için kendini göstermeyen sızı, en kötücül yüzüyle benim gelişine vuruşlarımı taca çıkartıyor.

Sızı da ağrı kadar insanı acıtan bir şeymiş. Daha ince, daha sinsi üstelik… Yanma, iğne batması, derinin incelmiş olduğu hissi… Ağrının bir odak noktası var; bastır, buz koy, ovala… İlaç belli ölçüde çözüm oluyor. Ama sızı, sanki yüzeye yayılmış bir acı. Dokunsan acıyor, dokunmasan acıyor, sarmalasan, üstünü açsan, soğutsan, ısıtsan… Bedenim ağlıyor sanki. Susmak bilmeyen bir çocuk gibi. İncinmiş ve ne zaman susacağına kendisi karar verecek. Yanımda kimseye tahammülüm yok. Her türlü teselliyi, avutmayı, güçlüsün dayanırsın gaz vermelerini duymak istemiyorum. Bu bir savaş değil, güçlü olmak zorunda da değilim. Sadece bedenimin ihtiyacını anlamaya çalışıyorum. Yaralarının iyileşmesini bekliyorum.

“Psikolojiniz bozulmuş sizin” diyor doktor. Doğrudur diyorum, canım yanıyor. Bu sızıyı dindirecek bir ilaç vermesini bekliyorum. Kafasını bilgisayardan kaldırmadan ameliyatımın çok iyi geçtiğini, her şeyin yolunda olduğunu söylüyor. Ben daha toparlanmadan sonraki hastaya sesleniyor hemşire.

***

Bozuk psikolojimi, düşük ağrı eşiğimi ve içimde çocuk gibi sürekli ağlayan sızımı bağrıma basıp bir eczaneye giriyorum.

Kolu askıda bir eczacı. Tamam diyorum içimden, halden anlar. Ameliyat oldum diyorum. Derdimi anlatıyorum. Bir ilaç istiyorum. Hatta bir doktor arkadaşımın önerdiği ilacın ismini söylüyorum. Onlar reçeteli ilaçlar diyor. Veremiyoruz. Kaç liraysa vereyim diyorum. Ucuz ilaçlar ama reçeteli diye yineliyor.

Psikolojim bozulmuş, doktor öyle söyledi diyorum. Ciddiye almadı sızımı. Ama canım yanıyor gerçekten. Yapacak hiçbir şey yok mu?

Ses çıkartmadan içeri gidiyor eczacı. Elinde bir kutuyla geliyor. Etiketi kesik bir kutu. Şansınıza birisi bunu bize bırakmış diyor. Bizim işimize yaramıyor, siz ihtiyacı olan birine verirsiniz demiş bırakan kişi. Tamam diyorum telaşla, kaç lira vereceğim? Ücretini ödemişler diyor eczacı. O insanlara dua edersiniz.

İlacı bir mucizeyi tutar gibi elime alıyorum. Ve evet bu bir mucize. Kapıdan çıkarken gülümsüyorum. Kutunun üstünde “NERUDA” yazıyor. 600 mg film kaplı tablet.

İlacın adını veren doktor arkadaşım, kolu askılı eczacı, ilacı askıya koyan güzel insan ve hikayenin şiire bağlandığı kutu: NERUDA, 600 mg. Film kaplı tablet.

Filmi geri sarıp, ağrımı sızımı umursamayan –haklı gerekçeleri olsa da- hemşirelere, doktorlara şunu söylemek istiyorum: Ağrının da sızının da duygusal bir yanı var. Ağrıyı, sızıyı tarif etmek hiç kolay değil. Hastalık yok hasta vardır diyor ya bazıları, ağrı eşiği ile, psikoloji ile etiketlemeyin insanları demek istiyorlar. İğne batsa insanın canı orada olur ya, o canı küçümsememek gerek belki de. Herkesin canı kendine tatlı, herkesin acısı kendine büyük olmamalı. 

Herkesin bir Neruda'sı olmalı belki de. Bir yerlerde sağaltmayı bekleyip, ben iyileştim, başkalarına vesile olayım diyen birinin yazdığı bir dizeyle çıkıp gelmeli. Ağrıları iyilik sağaltmalı ve bir şiiri yaşamakla başlamalı her şey. 

                                                      /././

Paris 2024’te sermayeyi memnun etmek için hiçe sayılan insan sağlığı: Seine Nehri örneği -Batuhan Sarıcan-

Paris’te halkın sorunlarını kalıcı olarak çözmek adına harcanmayan milyonlar, sponsorlar üzülmesin diye birkaç günlük organizasyonlarda heba ediliyor. Halk ve sporcu sağlığı hiçe sayılıyor.

Paris 2024 tüm hızıyla sürerken çevresel ve sosyal açıdan sorunlu durumlar, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ni (IOC) eleştiri sağanağı altında ıslatmaya devam ediyor.

Evsizlerin olimpiyat oyunları öncesinde sokaklardan uzaklaştırılması (sosyal temizlik) ve sörf yarışmaları için tercih edilen Fransız Polinezyası’ndaki Tahiti’deki (Teahupo’o) mercan resiflerinin tehlikeye atılması gibi problemler söz konusu.

Gündemdeki en büyük sorunlardan bir diğeri ise Paris’in atardamarı niteliği taşıyan ve onca sanat eserine ilham kaynağı olan Seine Nehri’nin bakteriyel kirliliği…

Birçok tarihi şehirde olduğu gibi Paris’te de atık su ile yağmur suyu aynı borulardan akıyor. Yoğun veya uzun süreli yağmur dönemlerinde ise arıtılmamış atık suyun, arıtma tesisi yerine nehre akması gibi bir sorun var. Dolayısıyla açılış töreni sırasında yağan yağmur bile nehri kirletmeye yetmiş durumda.

Florida Üniversitesi Sağlık Merkezi’nde bulaşıcı hastalıklar uzmanı olan Dr. Nicole Iovine, yağmur durumunda suya bakteri, virüs veya parazit girebileceğini ve bunun sadece insan kaynaklı olmadığını, şehirdeki kemirgenlerin de dışkılarını içeriğini söylüyor.

Güvenli olmayan seviyelerde bakteri bulunan suya girilmesi durumunda ise en iyi ihtimalle mide bulantısı ve kötü senaryoda ise idrar ve bağırsak enfeksiyonundan insan hayatını tehdit eden sepsis hastalığına kadar uzanan ciddi sağlık vakaları yaşanabiliyor.

ESKİDEN YÜZÜLÜYORDU

1900 yılında düzenlenen olimpiyat oyunları sırasında suyu güvenli olan Seine Nehri’nin, yıldan yıla artan gemi trafiği ve bahsettiğimiz eski altyapı sorunları nedeniyle enfekte olarak pislendiği ve yüzmenin 1923’ten beri yasak olduğu zaten biliniyor.

Ancak nehrin olimpiyat oyunlarında triatlon yarışmalarına ev sahipliği yapacağının açıklanması ortalığı karıştırdı. Geçtiğimiz nisan ayında farklı hava koşullarına sahip (yağmurlu ve yağmursuz) günlerde nehirden 14 su örneği alan Surfrider isimli sivil toplum kuruluşu, sadece bir örneğin “güvenli” olduğu tespit etti.

Yapılan açıklamada, diğer örneklerin “dışkı kaynaklı (fekal) kirlilik” içerdiği ve sporcuların Seine’de yüzerek “sağlıkları için önemli riskler alacağı” ifadeleri yer aldı. STK, kanalizasyon şebekesindeki arızaların ve noksanlıkların yanı sıra atık su şebekelerine bağlı olmayan gemileri ve nehir kıyısındaki yapıları suçladı.

TEMİZLEMEK İÇİN 1,4 MİLYAR EURO HARCANDI

Seine’in pis sularını “herkes için güvenli” bir yüzme noktasına dönüştürmek amacıyla hükümet tarafından 1,4 milyar euro’luk bir temizleme projesi (Baignade Plan) yürütülürken, Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo, tıpkı Çernobil’deki patlama sonrası dönemin sanayi bakanı Cahit Aral’ın halkın karşısına çıkıp çay içmesi gibi bir şov yaparak, nehrin güvenli olduğunu kanıtlamak üzere nehirde yüzerken kameralara poz verdi.

Ne ki daha sonra yapılan testler sayesinde Hidalgo’nun yüzdüğü günkü su örneğinde, 100 mililitre başına 900 koloni, yani “güvenli olmayan seviyelerde bakteri içerdiği” tespit edildi. Üstelik halk sağlığı için büyük bir sorun anlamına gelen E.coli de bu bakterilerden birisi.

Bu arada “organizasyonu kurtarmak” için suya atlayan sadece Hidalgo olmadı. Fransa Spor Bakanı Amelie Oudéa-Castéra gibi bazı Fransız politikacılar da nehirde yüzdü ve yüzdükleri gün yine tehlikeli derecede bakteri seviyeleri tespit edildi.

'HER GÜN KONTROL EDİLİYOR'

Buna rağmen oyunların üzerine gölge düşmesini istemeyen olimpiyat organizatörleri, suyun her gün saat 3’te kontrol edildiğini ve kirlilik seviyeleri çok yüksekse etkinliklerin yeniden planlanabileceğini ve en kötü senaryoda triatlonda yüzme bölümünün iptal edilebileceğini söyledi.

Ancak IOC, 31 Temmuz 2024’te yaptığı açıklamada, “son su testlerinin kalite standartlarına uygun” olduğunu, dolayısıyla kadın ve erkek olimpiyat triatlon yarışlarının Seine Nehri’nde yapılacağını ilan etti. Geçtiğimiz günlerde ise sporcular Seine Nehri’nde yüzdü. Bu da “ne olursa olsun” anlayışının tipik bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.

Fransız halkı, su kalitesini iyileştirmek için geniş çaplı yağmur suyu hasadı ve kanalizasyon altyapısının tamamen yenilenmesi gibi kalıcı önlemler yerine “günü kurtaran” yaklaşımlara karşı ses yükseltirken yönetici erk, halkın sorunlarını sümen altı edip “halka karşı sermaye yanlısı” maharetlerini göstermekten hiçbir zaman geri kalmıyor.

Tıpkı Rio’da olduğu gibi Paris’te de halkın sorunlarını kalıcı olarak çözmek adına harcanmayan milyonlar, sponsorlar üzülmesin diye birkaç günlük organizasyonlarda heba ediliyor. Halk ve sporcu sağlığı hiçe sayılıyor.

Olimpiyat oyunlarının bitmesiyle birlikte bu sorunun hükümetin gündeminden düşmesi ve organizasyonun faturasının da yine halka çıkarılması sürpriz olmayacaktır.

                                                            /././

Paris 2024: Koli basili bulaşan triatlet yarıştan çekildi 

Seine Nehri'ndeki kirlilik nedeniyle antrenmanlar ve yarışmaların bir bir iptal edildiği Paris Olimpiyatları'nda koli basili bakterisi bulaşanBelçikalı triatlon sporcusu yarınki yarıştan çekildi.

2024 Paris Olimpiyat Oyunları'nda özellikle Seine nehrindeki kirliliğe ilişkin tartışmalar sürerken; triatlon branşında mücadele eden Belçikalı sporcu Claire Michel, yarın yapılacak karışık bayrak yarışına katılmayacak.

Belçika Olimpiyat Komitesi'nin yaptığı açıklamada, sporcuya E.Coli (Koli basili) adı verilen bakterinin bulaştığı ve bu sebeple müsabakaya çıkamayacağı belirtildi.

Claire Michel'in yarışlarda yer alamayacak olması sebebiyle takım halinde yarışamayacaklarının da bildirildiği açıklamada, şu ifadeler kullanıldı:

"Claire Michel, bakteri sebebiyle yarışmadan çekilmek zorunda kaldı. Sporcuların koşullarının değerlendirilmesi ve iyileştirilmesi için bu bir ders niteliğinde. Antrenman günlerinin, izin günlerinin ve yarışma günlerinin bundan sonra daha iyi planlanması ve organize edilmesi gerekiyor."

ANTRENMANLAR İPTAL EDİLDİ

Triatlon branşında erkekler ve kadınlarda önceden yapılan planlama doğrultusunda 30 ve 31 Temmuz'da, antrenmanlar ise 28 ve 29 Temmuz'da gerçekleştirildi.

Seine Nehri'nde yaşanan bakteri yoğunluğu sebebiyle antrenmanlar ve 30 Temmuz'da yapılması düşünülen yarışlar iptal edilmişti.

Yarın yapılacak karışık bayrak yarışları öncesinde de Seine Nehri'nde yapılan su analizleri sonrasında dün ve bugün gerçekleştirilmesi planlanan antrenmanlar da yapılamamıştı.

(duvaR)

                                                           



T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" + Pullarla Olimpiyat Oyunları'nın kısa tarihi(IX) -5 Ağustos 2024-

III. Dünya Savaşı’na giden süreç: Çıkan kısmın özeti -Akdoğan Özkan-

Önümüz karanlık ve bu karanlığa giden sürecin, filanca ihtilaf ve çatışma ile falanca isimleri çok fazla işin işine karıştırmadan, şu patırtı gürültü altında yapılabilecek en kısa özeti bu

Bugün dünya III. Dünya Savaşı’na doğru ilerleyen bir görüntü veriyorsa bunun elbette NATO/ABD ekseninin Ukrayna’da aldığı pozisyonu kendi beka tehdidiyle ilişkilendirerek el yükseltme hesabının büyük ilgisi var. Ama yaklaşan bir büyük savaş olasılığından ötürü kendimizi güvensiz hissediyorsak -ya da hissetmemiz gerekiyorsa- bunun en belirgin müsebbibi aslında eski ABD Başkanı Donald Trump.

Neden?

Pim 5 yıl önce çekildi

Çünkü, bundan tam 5 yıl önce, geçen cuma günü, yani 2 Ağustos 2019 tarihinde Trump, Avrupa güvenliğinin temel taşı olan ve 1987’de imzalanmış bir antlaşmadan ABD’nin imzasını çekti. Oysa bu antlaşma, Soğuk Savaş sonrası Avrupa-Atlantik güvenlik mimarisini tanımlayan bir dizi silahların kontrolü anlaşmasının belki de en önemli bileşeniydi.

Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması (INF) olarak tanımlanan ve 1987 yılında, dönemin iki süper gücü olarak kabul edilen ABD ve Sovyetler Birliği tarafından imzalan bu antlaşma, ilk kez, nükleer silahların sayısını azaltma ve “nükleer suskunluk” konusunda bir mutabakatın izdüşümü olmuştu. Antlaşmanın politik anlamı, Doğu-Batı ilişkilerinde “değişim rüzgârlarının” ve kalıcı barışın habercisi olmasıydı.

Sovyet lideri Mihail Gorbaçov ve ABD Başkanı Ronald Reagan 1987'de anlaşmayı imzaladılar

Önemliydi çünkü, INF, tarafların 500 ila 5 bin 500 kilometre menzilli, karadan fırlatılan nükleer başlıklı ve konvansiyonel balistik ve seyir füzelerini ortadan kaldırmalarını öngörmüş, bunun için de yerinde denetimler getirmişti. İki ülkeye ait 2 bin 700 kadar karadan fırlatılan orta menzilli balistik ve seyir füzeleri, antlaşma gerektiği imha edilmişti.

Dolayısıyla, Trump’ın INF Antlaşması’nı sona erdirmesi Avrupa’nın ve küresel güvenliğin ciddi biçimde kötüye gittiğinin bir göstergesi oluyordu. Tabii ABD’nin tüm yerleşik kurumlarının bu konuda tıpatıp aynı şekilde düşündüğünü söyleyemeyiz.

Trump bu imzayı atarken, daha ziyade bir “businesman” gibi düşünüyor ve muhtemelen, Avrupa’nın güvenlik mimarisinin sponsoru olarak ödediğim bedel yeter, bundan sonra Avrupalılar taşın altına (ve ceplerine) daha fazla ellerini soksun, yoksa bir anda böyle cıs cıbıl bırakırım onları diye düşünüyordu. Bir anlamda Trump körfez monarşilerine uyguladığı taktiğin bir benzerini uyguluyordu.

ABD müesses nizamı içinde pek kişi ve kurum ise, Rusya’nın son zamanlardaki iddialı askerî modernizasyonunun ve gerek Çin gerekse de Almanya ile pekiştirdiği ticari ilişkilerinin Amerikan çıkarlarını zaafa uğrattığını savunuyordu. Rusya ayrıca INF anlaşmasının ihlali anlamına gelecek şeyler de yapıyordu. Avrupa güvenliğinin sponsorluk sözleşmesi Trump’a feshettirilmişti işte. Avrupa (özellikle de Almanya) vassallığını bilecek ve bedelini ödeyecekti. Avrupa Rusya karşısında doğru şekilde hizalanmayı öğrenecekti.

Eminim aynı nizam içindeki bazı kişi ve kurumlar da, değişen jeopolitik, stratejik ve teknolojik gerçekler ile Asya-Pasifik bölgesindeki güvenlik ortamında yaşanan dalgalanmalar karşısında ABD’nin ve NATO’nun silahlanma strateji ve taktiklerinde anlamlı bir güncellemeye gitmesi gerektiğine inanıyor, antlaşmanın feshini bu yüzden önemli görüyordu.

‘Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’

NATO Genel Sekreterliği için ise bundan sonraki mesele teknik bir mesele idi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, “müttefiklerin güvenliğine yönelik olarak Rus 9M729 füzesinin oluşturduğu önemli sayılacak risklere ölçülü ve sorumlu bir şekilde yanıt vereceğini” dile getiriyordu. Güya, NATO yeni bir silahlanma yarışı istemiyordu ve ittifakın Avrupa’da kendi kara tabanlı nükleer füzelerini konuşlandırma planı yoktu. “Ölçülü ve sorumlu” olacaktı.

Oysa aynı Stoltenberg, geçtiğimiz haziran ayında, yani 5 yıl sonra, NATO'nun nükleer cephaneliğinin “süregiden uyarlaması” olarak adlandırdığı konuyu tartışırken, hem ABD'nin Avrupa'daki nükleer silahlarını modernize ettiğini söylüyor hem de Hollanda'nın ilk F-35 savaş uçaklarını nükleer silah taşımaya hazır hale getirdiğini ilan ediyordu.

Polonya'nın Redzikowo kentindeki yeni bir ABD balistik füze savunma tesisi (Aegis Ashore) de daha büyük bir NATO füze kalkanının bir parçası artık faaliyette idi.

Stoltenberg ayrıca Çin'in de nükleer silahlarının modernizasyonuna da değinerek, Pekin'in birkaç yıl içinde nükleer füze sayısını artırmasının beklendiğini ve bunların çoğunun NATO topraklarına ulaşabileceğini ileri sürüyordu.

Nihayet, temmuz ayında Washington’da gerçekleşen NATO zirvesinde Beyaz Saray, bombayı patlattı. SM-6 ve Tomahawk seyir füzeleri ve yeni hipersonik füzeler de dahil olmak üzere uzun menzilli silahların Avrupa'ya konuşlandırılmasının caydırıcı bir etki yarattığını savunan ABD yönetimi, uzun menzilli füzelerin Almanya'ya “aralıklı konuşlandırılmasının” 2026'da başlayacağını ilan etti. Füzeler Almanya'ya kalıcı olarak konuşlandırılacaktı ve Avrupa'daki mevcut ABD sistemlerinden "önemli ölçüde daha uzun menzile” sahip olacaktı.

Bu bildiğimiz, “ölçülülük ve sorumluluk” değildi, perhiz bozulmuş gibiydi.

Dönemin Başkanları Vladimir Putin ve Donald Trump, INF anlaşmasından çekildi, 2017

Kaliningrad’a bile nükleer füze gelebilir

Kremlin’den yanıt gecikmedi. Moskova’dan yapılan açıklamada, ABD'nin Avrupa’ya uzun menzilli füzeler konuşlandırması durumunda Avrupa'daki başkentlerin, Rus silahlı kuvvetleri için meşru birer hedef hâline geleceğini açıkladı. Rusya Dışişleri Bakan Vekili Sergey Ryabkov da, ABD hamlesine en etkili yanıtı bulmak için Rusya'nın mümkün olan en geniş seçenekler yelpazesinden seçim yapacağını söylemişti. Ryabkov, hasımlarının Rusya’nın geri kalan kara kütlesinden kopuk olan en batıdaki bölgesi olan Kaliningrad'da üzün zamandır gözü olduğunu da ifade etmişti. “Kaliningrad, saldırgan planlar besleyenleri püskürtmek için gereken her şeyi yapma konusundaki % 100 kararlılığımız açısından bir istisna değil” demeyi de ihmal etmiyordu.

Çekilen bir imza ile pimi çözülen bir sürecin ilk ateşlemesi yapılıyor, gelişmeler daha sonra birbirini takip ediyordu.

Sanki çözüm, nükleer silahların susmasını sağlayacak bir güvenlik mimarisini kalıcı kılmak, hatta genişletmek ve gerekirse Çin’i de buna ortak etmek için çalışmaktan geçmiyormuş gibi, savaş çığırtkanlığından başka bir anlama gelmeyecek şekilde düşman fabrikasyonu ile, “çelişkilerin keskinleşmesiyle” uğraşıyor ABD/NATO cephesi.

ABD barıştan daha avantajlı çıkmıştı

Unutmayalım, 1987’de imzalanan ve Trump’ın 2019’da imzasını çektiği antlaşma, aslında askeri-stratejik açıdan bakıldığında, ABD'yi daha avantajlı bir konuma getirmişti. Zira, ABD'nin 846'sına kıyasla 1.846 roket imha etmişti. Yani, SSCB iki kat daha fazla roket imha etmişti. Ayrıca, ABD'nin asıl gücünün temeli olan -ve INF’de kendisine yer bulan füzeler ile-  benzer menzile sahip hava ve denizden fırlatılan füzeler  antlaşmaya dahil edilmemişti. Yani ABD ve NATO, şimdi de kendilerinin avantajlı ayrılacağı bir antlaşma ile bir güvenlik mimarisine dönülmesi için çalışabilirdi pekâlâ. Ama görünen o ki, kürekler silahlanma yarışından yana ve olası bir savaşa doğru çekiliyor.

Ve bu ahval-ü şeraitte, Kasım ayındaki ABD Başkanlık Seçimlerine gözümü dikiyor ve bir barış umudu görmeye, sezmeye çalışıyoruz. Acaba, beş yıl önce pimi çözen adam yeniden Başkan olursa ateşlemeyi durdurarak bu delice gidişe son verecek mi, diye soruyoruz? Gerekirse İttifak üyesi ülkelerin askeri harcamalarını (şu anki oran olan yüzde 2’den) GSYİH’larının yüzde 3’üne çeksin ama, önce söz verdiği üzere önce Ukrayna’daki savaşı sona erdirsin, sonra kalıcı barış için Avrupa’da yeni bir güvenlik konseptinin mimarı olsun diye ümit etmek istiyoruz. Bir oldubittiyle Başkan adayı yapılan öteki isme bakıyoruz ve tarihin belki de dış politika konusundaki (de) en cahil adayının Amerikan küreselci müesses nizamının tüm unsurlarınca kolayca kullanılabilecek bir araç olabileceğinden öte başka bir şeyden emin olamıyoruz.*

Bu yetmezmiş gibi, "Gazze Kasabı" Netanyahu, Gazze Şeridi'ni yönetebilecek tek meşru organ olan Filistin Ulusal Otoritesi’nin Başbakanı olan ve Mahmut Abbas’ın yıllardır engellediği seçimler gerçekleşse kendisine tarihin çöp tenekesine göndererek tüm Filistin topraklarının Başbakanı olabilecek bir meşruiyete sahip İsmail Haniyye’yi katlettirerek ABD’yi İran’a karşı bölgesel bir savaşta kendi saflarında savaştırmak üzere Orta Doğu’ya sürüklüyor.

Önümüz karanlık ve bu karanlığa giden sürecin, filanca ihtilaf ve çatışma ile falanca isimleri daha fazla işin işine karıştırmadan en kısa özeti bu!

(*) Bundan 4 yıl önce Trump seçim vaadi olarak da sözünü verdiği üzere  Ortadoğu’dan asker çekecekti, hatırlarsanız. Trump’a karşı Pentagon’da sessiz bir ayak direme söz konusuydu. Bu yüzden de süreç ağır işliyordu. Trump, asker çekme sürecinin ağır işlemesinden rahatsız idi. İşte o tarihlerde ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey DefenseOne dergisine bir açıklama yaptı. Biz o zaman söz konusu ayak diremenin boyutlarını kavramış olduk. James Jeffrey, Trump’ın iki kez Suriye’den asker çekmek istemesine rağmen bunun asla gerçekleşmediğini, ama gerçekleri Başkan’dan sakladıklarını itiraf etmişti.

Jeffrey, yaptığı açıklamada, “(Suriye’de) ne kadar askerimiz olduğu konusunu Amerikan liderliğine tam açık etmemek için hep aldatmaca oyunları oynadık” demişti. Suriye’nin kuzeydoğusundaki durumun DAEŞ’in bölgeden temizlenmesi sonrasında istikrara kavuştuğunu, Trump’ın da buna bağlı olarak 2018 ve 2019’da bölgeden asker çekmek istediğini hatırlatan Jeffrey, “Ama asker çekme hiç olmadı. Her defasında bölgede kalmamız gerektiği konusunda daha iyi beş argüman geliştirme kararı aldık ve ikisinde de başarılı olduk,” şeklinde konuşmuştu. Yani gerçekler Başkan’dan bile saklanmıştı. Ama bir süre sonra da saklandığını öğrenmiştik. Şimdi Kamala Harris’in Başkan olduğunu hayal ediyorum. Sanırım ondan saklanacak gerçekleri hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Galiba iki adayın Başkanlığı arasındaki en önemli fark bu olacak!

                                                             /././

 Instagram engellemesinin çeşitli boyutları -Füsun Sarp Nebil-

“Sosyal medya yasası çıkarılırken de olacakları söylemiştik. Bugün de söylüyoruz. Ondan sonra arka kapıdan (CHP'nin yardımını isteyerek) sosyal medya şirketlerine, sözünüz yerde kalmasın algısını vermek için "bari şu kadarını yapın" dediğinizi de biliyoruz. Ama artık takke düştü, kel göründü.”

Cuma sabahına Instagram'ın engellenmiş olduğu haberi ile başladık. Bugün VPN kullanmıyorsanız hala da engelli durumda. Acaba neden? Herhalde önemli bir devlet sırrı nedeniyle engelli. Çünkü BTK sayfasına baktığımızda bir neden göremediğimiz gibi, sözlü ya da yazılı açıklanan bir neden de yok. Neden çok gizli anlaşılan...

Ama ipucu yine cuma günü Cumhurbaşkanlığı İletişim ofisi başkanından geliyor. Fahrettin Altun uzun bir mesajla İsrail'i kınarken, mesajın altında da şunu yazdı:

Dolayısıyla Instagram'ın açıklanmayan engellenme nedeninin, Altun ya da diğer AKP’lilerin, Haniye hakkındaki mesajlarının Instagram tarafından engellemesi olduğu düşüncesi hâkim. Zaten BTK'nın bağlı olduğu Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Fatih Ömer Sayan da dün bu düşünceyi güçlendiren bir tweet attı. Ama hala engelleme kararının içeriğine dair bir açıklama yapılmıyor. Neden acaba?

ABD ve Meta, Hamas'ı terör grubu olarak tanımlıyor

Merak ettik, Meta Hamas ile ilgili içeriği neden engelliyor diye ve kontrol ettik. Meta'nın şeffaflık merkezinde "Terör Örgütleri ve Kişiler" diye bir sayfa var. Bu sayfada Meta çeşitli şıklarda tanımlar yapıyor. Meta kendi ülkesi olan ABD'nin tanımlarını kendisine rehber alıyor ve şöyle yazıyor:

".......... teröörgütlerini (Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin Yabancı Terör Örgütü [FTO] veya Özel Olarak Belirlenmiş Küresel Terörist [SDGT] olarak açıkladığı kişi ve örgütler dahil) içerir. 1. Kategorideki örgütleri ve bunların liderlerini, kurucularını veya önde gelen üyelerini Yücelten, Destekleyen ve Temsil Eden içerikleri ve bunlara yapılan muğlak atıfları kaldırırız."

Peki Meta’nın ülkesi olan ABD gözünden bakarsak, Hamas nasıl bir örgüt görünüyor? Onu da Wikipedia'dan görüyoruz. Diğer örgütler başlığı altında Hamas ve onu terör örgütü olarak tanımlayan ülkeler yer alıyor:

Dolayısıyla META bu engellemede kendi ülkesinin kabullerini öne alıyor. Yani engelleme yapmasının mantığı budur.

Re'sen kapatma yetkisi 

BTK, Instagram'ı re'sen yani herhangi bir mahkemeye sormadan, kendi yetkisi ile engellemiş gözüküyor. Bu aynı zamanda sonraki bölümde anlatacağımız Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuruların da nedeni. Çünkü BTK -güya zarar görülmesin diye- acil konularda -mesela çocuk pornosu- kullanması gereken yetkisini öylesine bol kullanıyor ki, interneti adeta biçiyor. Prof. Dr. Yaman Akdeniz'in söylediği gibi, "toplumsal hafızayı -ki özellikle hukuksuzluk olan konularda- yok ediyor”. Aşağıda engellemelerle ilgili ve BTK’nın yaptıkları konusundaki rakamları vereceğiz.

Ama önce şu engellemenin nedeni açısından, 5651 sayılı kanuna daha yakından bakalım. 2007’de yayınlanan 5651 sayılı Kanun’un içindeki 8. maddesinde yer alan aşağıdaki nedenlerle (2016'dan sonra) BTK Başkanı’na herhangi bir online içeriğini re'sen engelleme yetkisi verilmiş durumda:

Bu gruplanmış suçlara kolaylık olması katalog suçlar deniliyor. Şimdi yakından bakalım. Eğer konu, öldürülen Haniye ile ilgili mesaj atılmasının Instagram tarafından engellenmesi ise, bu hangi madde ile engellenmiş olabilir? 1 a'da hiçbiri uymuyor. 1 b zaten Haniye'nin Atatürk'e sempati ile bakmadığını düşünürseniz hiç uymaz. 1 c de alakasız. 1 ç ile de alakası olmayan bir durum söz konusu.

Yani, Fahrettin Altun ya da BTK Başkanı, hangisi Instagram'ı engelleme kararı vermişse, bu kanunda bu engellemeye yönelik bir madde görünmüyor.

Engellemelerin sadece yüzde 6'sı mahkemelerden çıkmış, gerisi soru işareti...

Re'sen engellemenin ne anlama geldiğine bir de verilerle bakalım...

İfade Özgürlüğü Derneği'nin verilerine bakılırsa; engelleme sayısı her yıl üstüne katlıyor, rekor kırıyor. Mesela 2022 raporuna göre; 2021'de 108 bin olan web sitesi sayısı, 2022'de 138 bine fırlamış. Toplama bakarsak ise 2006-2022 arasında 712.558 sitenin engellenmiş olduğu anlaşılıyor. Ama daha ilginç rakam şu; bu sitelerin sadece yüzde 6'sı mahkeme yoluyla engellenmiş. Gerisi BTK ve yetkileri nereden çıktığı anlaşılamayan Diyanet'ten, Joker Kulübe kadar pek çok kurum tarafından, bazıları görülmesi, bilinmesi gereken bilgiler, halkın gözlerinden kaçırılmaya uğraşılıyor.

Anayasa Mahkemesi ne dedi?

Bu arada tam Instagram engellendiği günün sabahında, Resmi Gazete'de Anayasa Mahkemesi’nin bir kararı yayınlandı. (muhtemelen tesadüf). Bu karar dezenformasyon kanunu olarak adlandırılan değişiklikler sonrasında, CHP’nin başvurusuna verilen cevap. Kararda, Anayasaya aykırı olması sebebiyle, Cumhurbaşkanlığının 66 sayılı Kararnamesi ile İletişim Başkanlığı’na verilen, dezenformasyona karşı faaliyette bulunmak, stratejik iletişim ve kriz yönetimi açısından gerekli tedbirleri uygulamak gibi yetkilerin iptaline karar verildi.

Gerekçede; basının hür olduğu ve sansür edilemeyeceği, ifade özgürlüğüne keyfi müdahaleler getirilemeyeceği belirtildi.

İletişim Başkanlığı’nın iptal edilen düzenlemeyi dayanak göstererek kurduğu dezenformasyonla mücadele merkezinin Anayasaya aykırı bir biçimde teşekkül ettiği de ortaya çıktı. Başka deyişle, dezenformasyonla mücadele adı altında fişleme yapan, sansür uygulayan, çeşitli algı operasyonları yapan bu merkez, tam iki yıldır Anayasaya aykırı biçimde faaliyetlerini sürdürüyor.

Anayasa Mahkemesi 2021'de pilot karar aldı 

Erişim engellemeleri konusunda, Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir başka önemli karar daha var.

Anayasa Mahkemesi (AYM) 27 ekim 2021 tarihinde 5651 sayılı erişim engellemeleri kanunu ile ilgili çok sayıda başvuruyu değerlendirerek bir pilot karar aldı. AYM internet haberlerine erişim yasağına ilişkin pilot kararında “Hak ihlali” dedi ve “ifade ve basın özgürlüğü”ne dikkat çekti.

Prof. Dr. Yaman Akdeniz, pilot kararın, AYM’nin iç tüzüğünde olan ve bir kanun maddesinin uygulanmasından kaynaklanan yapısal sorunlar tespit ettiği zaman, hem bu yapısal sorunlara dikkat çekmek, hem arka arkaya ihlal kararı vermek hem de bu sorunların düzeltilmesi için yasama organına bir mesaj vermek için başvurduğu yol olduğunu söyledi.

Anayasa Mahkemesi 2021 kararı ile 5651 sayılı yasadaki yapısal sorunların TBMM tarafından düzeltilmesini istedi. Kararda, yapılacak yeni düzenlemenin çerçevesi de çizildi. Buna göre; erişim engeli usulünün kapsamı hukuki ve yeterli açıklıkta olmalı. Erişim engeli için acil toplumsal ihtiyaç zorunluluğu getirilmeli. Kamu makamların müdahale sınırı ortaya konulmalı. Keyfi uygulamalara yol açmayacak güvenceler oluşturulmalı. Erişim engelli kararları istinaf ve temyiz denetimine açılmalı. Sulh ceza hakimlikleri erişim engeli kararlarına son çare olarak başvurmalı.

Yapıldı mı?

Anayasa Mahkemesi kararı, 17-25 aralık tapeleri sonrasında, 2014'de kanuna getirilen "kişisel hayatın gizliliği" yani 9.madde konusunda da ihlal diyordu. Yani zaten karar 7 sene sonra çıkmıştı ama buna rağmen 1 sene süre verildi.

Şimdi 2024 yılındayız. Aradan geçen 3 yılda ne oldu dersiniz? Hiçbir şey olmadı. Anayasayı değiştirmekten bahseden iktidar, mevcut olana bile uymuyor.

Sosyal medya şirketlerini böyle yönetemezsiniz

Bu arada Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Ö. Fatih Sayan da konuyla ilgili olarak bir tweet yayınladı ve şöyle dedi:

"Değerlerimize saygı duyan, dezenformasyonsuz, daha temiz ve güvenli bir sosyal medya tesis etmek için ne gerekiyorsa yapacağız."

Buna bakınca başka bir şey gözümüze çarpıyor. O da Meta'nın değerleri. Yukarıda anlattık; Meta ve ABD, Hamas'ın bir terör grubu olduğu düşüncesinde. Bu çelişki nasıl çözülecek?

Diğer yandan aynı tweet içinde ne görüyoruz? Sayan, açık açık, sosyal medya şirketlerine sözlerini dinletemediklerini ve ofis açtıramadıklarını belirtiyor. Hatırlarsanız, Prof. Dr. Yaman Akdeniz, sosyal medya yasası olarak adlandırılan yasa çalışmaları sırasında bunu ikaz etmişti. Biz de 2021'de "hayalet temsilcilikler" diye yazmıştık.

Akdeniz’e Sayan’ın bu ifadesini sorduk. Şunları söyledi:

"Hükümet, 2020 ve 2022'de olmak üzere iki defa sosyal medya platformlarıyla ilgili düzenleme yaptı. Kurumsal olarak da sosyal medya platformları Türkiye'deki temsilciliklerini oluşturdular. Ticaret Sicilinden bu bilgilere ulaşmak mümkün.

Sayın Sayan da istediği zaman bu temsilciliklerle iletişime geçebiliyor ve geçtiği de biliniyor. Fakat, buradaki konu bambaşka bir konu. Sayan, "sosyal medya şirketlerine sözlerini dinletemediklerini" belirtiyor. Dolayısıyla, yasal çerçeveyi de unutarak "keyfimiz ne isterse, sosyal medya platformları onu yapmak zorunda" mesajını veriyor.

Talepleri de kabul görmeyince, bu sefer tehdit, dayatma ve engelleme yolu ile taleplerini kontrol ettirmeye çalışıyorlar. Bu da tabii ki kabul edilebilir bir yaklaşım değil.

Halen bizler, Instagram'ın gerçekten neden engellendiğini bilmiyoruz. Hiçbir şey ifade etmeyen açıklamalar bir yana, BTK'nın aldığı karar da ortada yok. Kaldı ki, Instagram platformunun topyekün engellenmesi için herhangi bir gerekçe veya yasal dayanak olamaz.

Anayasa Mahkemesi ve AİHM de gere Twitter, YouTube, Wikipedia ve Ekşi Sözlük gibi platformlar ve Sendika.Org, OdaTV ve JinNews gibi haber sitelerinin topyekün engellenmesi ile ilgili hep ifade özgürlüğü dedi. Bu kararlar da ortadayken BTK aslında herhangi bir sosyal medya platformuna asla erişim engelleyemez. Engellediği zaman da hukuka aykırı davranmış olur."

Sosyal medya yasası çıkarılırken de olacakları söylemiştik. Bugün de söylüyoruz. Ondan sonra arka kapıdan (CHP'nin yardımını isteyerek) sosyal medya şirketlerine, sözünüz yerde kalmasın algısını vermek için "bari şu kadarını yapın" dediğinizi de biliyoruz. Ama artık takke düştü, kel göründü.

Bunu demekle birlikte, biz yine de yardımcı olalım ve iktidara, sosyal medya şirketlerini nasıl yönetebileceklerine dair ipucu verelim.

Sosyal medya şirketlerinin esas patronları, kullanıcılarıdır. Bunlar bireysel ya da kurumsal kullanıcılardır. Facebook'un Avustralya hükümeti ile kavgasını hatırlayalım. Oradaki olayda, Avustralya halkı dersini verdiğinde, Facebook sadece 1 gün içinde geri adım attı. Biz de hükümetimizin yanında durmak isteriz. Sosyal medya şirketlerine ders vermek de isteriz. Ama Türkiye'deki olayda halk ve hükümet aynı görüşte değil. Daha doğrusu, hükümet halkını -ya da R. T. Erdoğan'ın sözleriyle belirtelim; milli iradeyi- dinlemiyor. Tam tersi şeyler yapıyor. Örnek mi? İşte ötenazi ya da katliam yasası, nasıl adlandırırsanız.

Hükümet 22 yıldır elinde tuttuğu iktidarın verdiği güç ile halkını dinlemiyor. Kendi bildiğini okuyor. Bu nedenle de sadece sosyal medya şirketlerini değil, halkını da yönetemiyor. Bu AKP'nin paradoksu.

Yani halkı kendi yanında tutmak için kerameti kendinden belli kurallar koyuyor. Koydukça da, -özellikle gençleri olmak üzere- kendisine oy veren klasik seçmenini bile kaybediyor. Örneğin, Instagram'ı engelleyerek acaba ne kadar insanı rahatsız ettiler?

eTID, günde 1,9 milyar TL zarar diyor

Instagramı engellenirken, olayın sadece resim paylaşma yönü yok. Bir yandan da parasal yönüne de bakalım.

Elektronik Ticaret İşletmecileri Derneği (ETID) önemli bir uyarıda bulundu. Elektronik Ticaret İşletmecileri Derneği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ekmekçi, sosyal medyada fenomenlerinin trafiği de dahil olmak üzere, bu erişim yasağından günlük 1,9 milyar TL değerinde e-ticaret hacminin etkilenebileceğini ifade etti.

Tabii ki yanı sıra devletin de bu rakamın vergi tarafından zararı var.

Ekmekçi, sosyal medya üzerinden yapılan ticaretin toplam e-Ticaretin yüzde 10'u düzeyinde olduğunu belirtti. Instagram'ın 58 milyon Türk kullanıcısı olduğu raporlanıyor.

Meta'nın 31 Temmuz 2024 tarihli şeffaflık raporu

Son olarak, Meta'nın yeni yayınladığı şeffaflık raporuna göz atalım. Instagram'ın bu son raporunda, en çok talebin BTK'dan gönderildiği (bin 849 ve toplamda 2 bin 580 içeriğin (FB & Instagram) şikayet edildiği belirtiliyor. 504 içerik Meta ilkelerini ihlal ettiği için tamamen kaldırılmış ve 1941 içerik ise Türkiye'den görünmez kılınmış. Aşağıda bu rapordan bir özet görüyorsunuz.

Tor mu, VPN mi?

Yazıyı buraya kadar okuduysanız, şimdi engelli Instagram'a nasıl girersiniz, gözden geçirelim.

Tabii ki yöntem VPN. Ama VPN kullanımları artarken, dünyada da VPN'lere yönelik güvenlik kaygıları artıyor. Bu kaygının bir kısmını 2016'da ilk VPN yazımızda bile belirtmiştik. VPN ilk başta şirketler ve özellikle de finans dünyası için geliştirilen bir teknolojiydi. Birçok ülkenin istihbarat örgütü bu nedenle VPN şirketi kurdu ya da arkasına geçti. Ama bugünlerde VPN'lere yönelik saldırıların da arttığını not edelim. Yani bir sayfaya bakacağım derken, bilgisayarınızdaki önemli bilgileri (mesela banka) çaldırıyor olabilirsiniz. Bunu ikaz etmiş olalım.

Bir yol Google’dan Outline VPN (yani kendi VPN’niniz) kurmak.

Diğer bir yol ise TOR. Onunla ilgili detayı buradan okuyabilirsiniz.

Tor tarayıcısı, verilerinizi şifreleyen ve IP adresinizi gizleyen onion yönlendirme protokolü sayesinde genellikle güvenli ve emniyetli kabul edilir. Ancak Tor'un bazı güvenlik açıkları vardır ve her tarayıcıda olduğu gibi Tor kullanıcıları da kötü amaçlı yazılımlardan kimlik avı dolandırıcılıklarına kadar uzanan çevrimiçi tehditlere karşı savunmasız kalır. Bu nedenle uçtan uca şifrelemeden faydalanmak için bir VPN kurun. Ve ağınızın bir güvenlik duvarı ve en iyi antivirüs yazılımı tarafından korunduğundan emin olun.

                                                               /././

Pullarla Olimpiyat Oyunları'nın kısa tarihi(IX): 1924 Paris Olimpiyat Oyunları -Hayri Cem-

1924 Yaz Olimpiyatları, 4 Mayıs-27 Temmuz tarihleri arasında Paris, Fransa'da gerçekleştirilmiştir. Bu Olimpiyatlara 44 ülkeden 3092 sporcu katılmıştır. 1920 Olimpiyatlarına kabul edilmeyen ülkeler, Almanya haricinde bu Olimpiyatlara davet edilmiştir

Bu Olimpiyat Oyunları Türkiye için çok önemlidir. Genç Cumhuriyet, kuruluşundan bir sene sonra, henüz devlet kurumları tam olarak oluşmamışken, Olimpiyatlara katılacak organizasyonu yapabilmek büyük bir başarıdır.

Bu organizasyonun gerçekleşmesinde hiç şüphesiz Atatürk’ün geniş ufkunun, ileri görüşlülüğünün büyük payı vardır. Atatürk, sporun ve özellikle Olimpiyatların yeni Türkiye'nin tanıtımında büyük bir fırsat olduğunu düşünmüştür. Türkiye Cumhuriyeti, ilk kez 1924 Paris Olimpiyatları’na katılmış, ancak sporcular başarı elde edememiştir. Buna rağmen, bu katılım Türkiye'nin dünyaya tanıtılması ve spor alanında tecrübelerin kazanılması açısından önemli olmuştur.

Diğer devletlerin Atatürk anısına bastırdığı pullardan bazıları

Olimpiyat Oyunları'nın açılışı

1924 Yaz Olimpiyatları, 4 Mayıs-27 Temmuz tarihleri arasında Paris, Fransa'da gerçekleştirilmiştir. Bu Olimpiyatlara 44 ülkeden 3092 sporcu katılmıştır. 1920 Olimpiyatlarına kabul edilmeyen ülkeler, Almanya haricinde bu Olimpiyatlara davet edilmiştir.


Törenler saat 10:00'da Notre Dame Katedrali'nde başladı. Paris Başpiskoposu, katılımcıları teşvik eden bir vaaz ile karşıladı. Protestan ayininden sonra, yetkililer öğle yemeğine katılırken, sporcular Columbus stadyumu dışında toplandılar. Stadyumdaki törenler saat 15:00’de başladı. Olimpiyatların açılışını Fransa Cumhurbaşkanı Gaston Doumergue yaptı.

Notre Dame Katedrali ve ayin

IOC Başkanı Pierre Coubertine Olimpiyatlarda sanat ve edebiyatın yer almasına çok özel önem veriyordu. Zira Antik Olimpiyatlarda da sanat ve edebiyatçılar yarışırlardı.  Coubertine’in çabaları üzerine 23 ülkeden sanatçılar, resim, edebiyat, mimarlık, heykel ve müzik olmak üzere beş kategoride 189 eser sundular.


1924 Olimpiyat Oyunları'nda öne çıkan kişiler ve olaylar

Paavo Nurmi

Finlandiyalı orta ve uzun mesafe koşucusu olup "Uçan Fin" lakabıyla tanınır. 1920'li yıllarda dünya atletizmine damgasını vurmuştur. 1920, 1924 ve 1928 Olimpiyat oyunlarına katılmış toplam 9 altın ve 3 gümüş madalya kazanarak Olimpiyat tarihinin en başarılı atletlerinden biri olmuştur.

Johny Weıssmuller – Tarzan

Pek çoğumuzun Tarzan olarak filmlerini seyrettiği J. Weismüller aslında beş Olimpiyat altın madalyası ve bir bronz madalya kazanan ünlü bir yüzücüdür. Ayrıca, ABD Ulusal Şampiyonalarında elli iki kez birinci olmuş ve altmış yedi dünya rekoru kırmıştır. 1924 Olimpiyat Oyunları'nda 100 metre serbest stilde dünya rekoru kırmış, 400 metre serbest stil ve 4x200 metre bayrak yarışında da altın madalya kazanmıştır.

Hazel Hotchkıss Wıghtman

 Amerikalı tenisçi Wightman, kariyeri boyunca birçok ulusal ve uluslararası başarıya imza atmıştır. 1924 Paris Olimpiyatları'nda kadınlar çiftler ve karışık çiftlerde altın madalya kazanmıştır. Tenis tarihine önemli katkılarda bulunmuş ve Wightman Kupası'nın kurucusu olarak bilinir. Wightman Kupası, Amerika ve Britanya'nın en iyi kadın tenisçileri arasında düzenlenen yıllık bir takım yarışmasıdır.

Wightman, kariyeri boyunca 45 ABD şampiyonluğu kazanmış ve toplamda 50 ulusal unvan elde etmiştir. Ayrıca, başarılı bir tenis koçu olarak da tanınmıştır ve birçok ünlü kadın tenisçiyi yetiştirmiştir​.

H.Wightman anısna bastırılmış pul

Uruguay’ın futbol zaferi

1924 Olimpiyatları'ndaki futbol turnuvası bir anlamda Yeni Dünya ile Eski Dünyanın katıldığı ilk turnuva olmuştur.

Latin Amerika futbolu Avrupalı futbol otoriteleri tarafından çok fazla tanınmıyordu. Yugoslavya’ya karşı oynayacakları ilk maça çok fazla ilgi olmamıştı. Uruguay bu maçı 7-0 kazandıktan sonra bütün gözler Uruguay’ın üzerine çevrildi. Turnuvanın favorisi olarak gösterilen İsviçre ve İsveç’i geçerek Uruguay altın madalyanın sahibi oldu.

Uruguay takımı 1928 Olimpiyat oyunlarında da şampiyon olunca, futbol turnuvalarının Olimpiyat oyunları dışında bir organizasyonda yer almasına karar verilmiş ve Dünya Kupası fikri doğmuştur.

İlk Dünya Kupası turnuvası da 1930 yılında Uruguay’da yapılmıştır.

1924 Olimpiyat Oyunlarında şampiyon olan Uruguay milli takımı. Kartpostal üstündeki pullar
Uruguay hükümeti tarafından bu şampiyonluğun anısına bastırılmıştır

Fransız hükümeti de 1924 Olimpiyat oyunları anısına bir seri pul ve kartpostal bastırmıştır. Aşağıdaki kartpostal Olimpiyat komitesinin resmi kartpostalıdır. Olimpiyatlar anısına bastırılan pullar aşağıda yer almaktadır. O tarihlerde Fransa’nın mandası altında yönetilen Lübnan ve Suriye bu pulların üzerine sürşarj yaptırarak kendi ülkelerinin posta servislerinde kullanmışlardır.

Fransız hükümetinin 1924 Olimpiyatları anısına bastırdığı pullar
                                                                       /././

“ABD askeri yardımları”: Kime, nasıl, neden? -Mustafa Durmuş-

ABD, kendi finansal sermaye, teknoloji ve meta üretimi ve ihracatını sürekli olarak artırırken, aynı zamanda emperyalist bir devlet olarak tek kutuplu dünyada mevcut pozisyonunu da korumaya çalışıyor. Zira başta hızla yükselen Çin olmak üzere BRICS ülkelerinin ayrı bir kutup oluşturma gayreti onun hegemonyasını sarsıyor

İsrail Savunma Bakanlığı, Washington'un Tel Aviv'e tahsis ettiği askeri yardım paketi kapsamında gönderilen zırhlı ciplerin ilk sevkiyatının alındığını açıklado, 19 Ekim 2023

Orta Doğu’da Hamas’ın geçen yıl 7 Ekim’de İsrail’e karşı başlattığı saldırı ile başlayan savaş Gazze’de bir Filistinli katliamına dönüşürken, siyonist İsrail devleti savaşı daha da tırmandırarak, İran’da olduğu gibi başka ülkelerin topraklarında üst düzey Hamas liderlerini öldürmeye başladı.

Bu gelişme bir kısım dünya kamuoyunda, “üçüncü dünya savaşının başlamasına ramak kaldığı” biçiminde yorumlanıyor.

Nerede savaş, orada ABD

Dünyadaki sıcak çatışma ya da savaş bölgelerinin hemen hemen hepsinin ortak özelliği ABD’nin (ve bazen de İngiltere, Fransa ve Almanya gibi müttefiklerinin) bu savaşlara bir biçimde dâhil olması. En son Ukrayna savaşında bu çok net bir biçimde ortaya çıktı.

ABD neredeyse 900 milyar dolara yakın askeri bütçesinin (Pentagon Bütçesi) bir kısmını dünyanın geri kalan kısmındaki ülkelerde ya da bölgelerde kullanıyor. “Askeri yardımlar” adı altında, desteklediği rejimlere ya da silahlı muhalif güçlere yaptığı bu yardımlar genel dış yardımlarının çok önemli bir bölümünü oluşturuyor.

Aşağıdaki tablo 1948-2022 yılları arasında ABD’nin diğer devletlere yaptığı bu yardımların dağılımını ve bileşimini gösteriyor.

En fazla yardım İsrail’e yapıldı!

Bu tabloya göre ABD, 1948 yılından bu yana, askeri ve ekonomik yardım adı altında yapmış olduğu yardımların en büyüğünü açık ara İsrail’e yaptı. Öyle ki İsrail’e yaptığı yardım 300 milyar doları aşıyor. İsrail’e yaptığı bu yardımın üçte ikisinden fazlasının askeri yardım olduğu görülüyor.

İsrail’den sonra ABD yardımlarını en fazla alan ülke ise, ironik bir biçimde, 150 milyar doları aşan bir yardım ile Mısır. ABD yıllardır bu ülkedeki askeri diktatörlükleri destekliyor.

Yardımların üçte ikisi askeri yardım biçiminde

Listede en sonda yer alan Türkiye’ye yapılan yardım ise 80 milyar dolar civarında. Ancak bunun da üçte ikisini askeri yardımlar oluşturuyor. Ekonomik yardımların içinde ise örneğin “ABD buğdayını satın alma şartına bağlı”, ABD tarımsal üretiminin ve ihracatını güçlendiren yardımlar ön planda.

Yardımlar ABD askeri-sanayi-finans-teknoloji kompleksine hizmet ediyor

Askeri yardımlar geleneksel olarak daha ziyade askeri araç gereç, silah gibi ayni yardımların yanı sıra, günümüzde askeri robotlar ve yapay zekâ gibi modern teknoloji yatırımlarından oluşuyor. Bu da dev bir sektör haline gelen ve son zamanlarda büyük finans ve teknoloji şirketleriyle işbirliğine giren ABD “askeri sanayi kompleksi”nin gelişmesine büyük katkı sağlıyor.

ABD’de Roberto J. González adlı bir akademisyen tarafından hazırlanan “Büyük Teknoloji ve Silikon Vadisi Askeri-Sınai Kompleksi Nasıl Dönüştürüyor” başlıklı bir rapor, yapay zekâ destekli ölümcül otonom silah sistemlerinin ya da katil robotların tartışmalı yükselişini, Gazze'den Ukrayna'ya savaş alanlarında yapay zekânın nasıl işlevsel bir biçimde ölüm makinalarına dönüştüğünü anlatıyor.

González, 2018-2022 yılları arasında, aralarında Lockheed Martin, RTX, Northrop Grumman, General Dynamics, Boeing ve BAE Systems gibi savunma sanayi devlerinin ve Microsoft ve Amazon gibi yüksek teknoloji şirketlerinin, risk sermayesinin ve özel finans şirketlerinin Pentagon ile yaptıkları en büyük beş askeri sözleşmenin “toplamda en az 53 milyar dolarlık sözleşme tavanına sahip olduğunu” belirledi. (1)

Hegemonyayı canlı tutmak

Bu yardımlarla aslında ABD, kendi finansal sermaye, teknoloji ve meta üretimi ve ihracatını sürekli olarak artırırken, aynı zamanda emperyalist bir devlet olarak tek kutuplu dünyada mevcut pozisyonunu da korumaya çalışıyor. Zira başta hızla yükselen Çin olmak üzere BRICS ülkelerinin ayrı bir kutup oluşturma gayreti onun hegemonyasını sarsıyor.

Örnek olarak, ABD Devlet Başkanı Biden, Washington’un kendi emperyalist hesaplarıyla Ukrayna'ya ekonomik ve askeri yardım sağlıyor. Oysa Filipinler’den Vietnam ve Irak’a uzanan uzun emperyalist savaşlar tarihinin de gösterdiği gibi, Washington ulusal kurtuluş mücadelelerinin müttefiki değildir. Washington Rusya’yı zayıflatmayı, Doğu Avrupa’da genişleyen etki alanına müdahale etmesini önlemeyi ve NATO müttefiklerini sadece Moskova’ya karşı değil, NATO’nun tarihinde ilk kez stratejik odak olarak belirlediği Çin’e karşı da birlikte kullanmayı amaçlıyor. (2)

Biden’ın İsrail’in sürdürdüğü soykırım savaşına verdiği desteğin de gösterdiği gibi, ABD tüm dünyada ulusal kurtuluşun ve toplumsal devrimin başlıca düşmanlarından biridir. ABD, sefil bir statükoyu dayatmayı amaçlayan başlıca hegemondur ve bu nedenle uluslararası kolektif kurtuluşun müttefiki değil, rakibidir.

Ayrıca, ABD askeri yardımlarıyla körüklenen iç ve dış savaşlar, ABD’nin kuklası konumundaki devletlerin yardım gönderilen bölgede ya da ülkede bir savaş aparatı olarak işlev görmesini sağlarken, otoriter rejimlerin ve diktatörlerin ayakta kalmasına hizmet ediyor.

Buna karşılık ABD, bu yardımlarıyla bölgelerdeki halkların katledilmesine, ekonomilerin çökmesine, göçlere, hak ve özgürlüklerinin tamamen ortadan kaldırılmasına neden oluyor ve doğasına büyük zararlar veriyor.

Sonuç olarak

Nasıl ki ABD’yi “kurtarıcı” ya da “demokrasi havarisi” görme yanlışlığına düşmemek gerekiyorsa, aynı şekilde “düşmanımın düşmanını dostum” olarak görmek gibi tam tersi bir hataya da düşmemek gerekiyor.

Yani çeşitli şekillerde kaba anti-emperyalizm, sahte anti-emperyalizm ya da kampçılık olarak adlandırılan bir pozisyon alarak ABD’nin Çin ve Rusya gibi emperyalist rakiplerini sözde bir direniş ekseni olarak kabul etmemek lazım.

Son olarak, günümüzde ulusalcı soldaki bazılarının yaptığı gibi “jeopolitik indirgemecilik” pozisyonunu da benimsememek gerekiyor. Kısaca, çeşitli emperyalist devletlerin yağmacı doğasını görerek, bunların hiçbirini desteklememek gerekiyor.

Bu emperyalist güçler ezilen halklar ya da uluslar üzerinde çatışmaya girdiklerindeyse, bu halkların özgürlüklerini kazanmak için silahlanma hakları da dâhil olmak üzere, kendi kaderlerini tayin etme haklarını savunmak yerine, bu tür durumları emperyalistler arası rekabetin tek eksenine indirgeme yanlışına da düşmemek gerekiyor. Bu noktada emperyalist güçlerin fail, ezilen uluslarınsa mağdur oldukları unutulmamalıdır. (3)

Elbette emperyalist güçler ulusal kurtuluş mücadelelerini (eğer vekâlet savaşlarından başka bir şey değillerse) manipüle edebilirler. Ancak “jeopolitik indirgemeciler” bu olasılığı günümüzde meşru ulusal kurtuluş mücadelelerine verilen desteği reddetmek için kullanıyorlar. Bu hataya düşmemek gerekiyor.

Dip notlar:

(1) https://www.commondreams.org/news/military-industrial-complex-big-tech (17 April 2024).

(2) Ashley Smith, https://www.counterpunch.org/2024/05/29/imperialism-and-anti-imperialism-today (29 May 2024).

(3) Agm.

                                                                   /././

                                                  T24 -GÜNDEM

Dünya gençler rekoru kırıldı: Milli yüzücü Kuzey Tunçelli, Paris'te olimpiyat beşincisi oldu.

kuzey tunçelli

Türkiye'nin olimpiyat kafilesindeki en genç sporcu olan Kuzey Tunçelli, kariyerinin en iyi derecesini yaptı (https://t24.com.tr/haber/milli-yuzucu-kuzey-tuncelli-paris-2024-te-5-inci-oldu,1177666

                                                                 ***

Barış Atay, TİP Genel Başkan Yardımcılığı ve MYK üyeliği görevlerinden ayrıldı

barış atay

Türkiye İşçi Partisi Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu birbiri ardına toplanarak iç ve dış siyasal duruma ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Toplantı sonrası kamuoyu ile paylaşılan sonuç metninde, "Can Atalay'ın gasp edilen özgürlüğünün ve hukuki haklarının iadesi için mücadelenin sürdürüleceği" vurgulandı, Barış Atay'ın ise yeni dönemde kendi isteği ile MYK’da görev almadığı duyuruldu. (https://t24.com.tr/haber/baris-atay-turkiye-isci-partisi-genel-baskan-yardimciligi-ve-myk-uyeligi-gorevlerinden-ayrildi,1177686)

                                                                   ***

Rus uçağı krizinin arabulucusu eski Devlet Bakanı Cavit Çağlar: Ben olsam S-400’lerden kurtulurum, satabiliriz müşterisi hazır, Rusya bizi mazur görür -Camsu Çamlıbel-

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Cavit Çağlar'a Türk- Rus ilişkilerine katkısından dolayı dostluk nişanı verdi / 2017

“Turgut Özal vefat etmemiş olsaydı biz Hikmet Çetin’le Güneydoğu’da savaşı bitiriyorduk. Selahattin tutuklanmadan bir hafta önce Ahmet Türk ve Sırrı Sakık ile toplantı yaptık, ‘Silah bırakma çağrısı yapmazsanız hükümet değil, devlet sizi içeri alacak’ dedim. Davutoğlu’nun Rus uçağının düşürüldüğünden haberi yok, konuşuyor. Cumhurbaşkanı’na bu yüzden görevden alıp almadığını sordum, ‘Bizim iş içimizdi, onu koruyacağız’ dedi” (https://t24.com.tr/yazarlar/cansu-camlibel/eski-devlet-bakani-cavit-caglar,45888)

                                                                  ***

Haniye suikastının hatırlattığı bir Sadabad ziyareti: “Sayın Özal, savaş açacaktık ama sizi uyandıramadık” -Volkan Vural-

Beni görünce şaşırdı, “Hayrola, ne var?” dedi. “Irak’a savaş açacaktık ama sizi uyandıramadık” dedim. “Ne savaşı?” diye sordu. Gece olanları anlattım. “Yahu ben bir şey duymadım, iyi uyumuşum. Kimin aklına geldi savaş açmak?” diye sordu.(https://t24.com.tr/yazarlar/volkan-vural/bir-sadabad-hikayesi,45886)

                                                                    ***

Yolcular 'Pegasus'un valizleri güzergahlarına götürmediğini' iddia etti, Sabiha Gökçen'den açıklama geldi: Sistem arızalı

sabiha gökçen pegasus

İstanbul'dan Gaziantep'e gitmek için Pegasus Hava Yolları'nı kullanan yolcular, valizlerinin uçuş güzergahlarına götürülmediğini iddia etti. Yolcular, yaşanan olaya sosyal medyada valiz yığınlarının olduğu fotoğraflarla tepki gösterirken Pegasus Hava Yolları'ndan açıklama yapılmadı. Öte yandan, İstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı'nda (İSG) sistem kaynaklı arıza nedeniyle bagaj hizmetlerinde aksaklık yaşandığı bildirildi.(https://t24.com.tr/haber/sabiha-gokcen-de-sistem-arizasi-bagaj-hizmetlerinde-aksaklik-yasaniyor-,1177680)

                                                                   ***

Erdoğan’ın damadı, eski Bakan Berat Albayrak yeni vakıf kurdu

Berat Albayrak

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın damadı ve eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Turkuvaz Medya Grubu Yönetim Kurulu Başkan Vekili Serhat Albayrak ve Ömer Faruk Kalyoncu, "Turkuvaz" isimli vakıf kurdu. Vakfın Yönetim Kurulu'nda Berat Albayrak'ın eşi Esra Albayrak ile Kübra Kalyoncu da yer alıyor. Mal varlığı 500 bin TL olan vakfın amacı “Basın, yayın, medya, iletişim, kültür ve eğitim etkinliklerinde bulunmak ve bu alanların gelişimine destek olmak, eğitici, sosyal, kültürel faaliyetleriyle ülkemizin gelişimine katkıda bulunmaktadır” şeklinde açıklandı.

(T24)