6 Ağustos 2024 Salı

Birgün "KÖŞEBAŞI"+"GÜNDEM" -6 Ağustos 2024-

Memur emeklisine büyük kazık! -Aziz Çelik-

AKP’nin Temmuz 2023’te yasalaştırdığı ‘ilave ödeme’ uygulaması nedeniyle memur emeklileri 14 bin 500 TL daha düşük emekli aylığı alıyor. Verilen sözler tutulmadı, ilave ödeme emekli aylıklarına yansıtılmadı. Memur emekli aylıklarının maaşa oranı yüzde 38’e geriledi.

Emeklilik sisteminin her yeri dökülüyor. Sistem adeta emekliyi yoksullaştırmak için düzenlenmiş! Hükümet büyük bir ayak diremeden sonra gelen büyük tepkiler karşısında geri adım attı ve en düşük emekli aylığını 12 bin 500 TL’ye yükseltti. Ancak en düşük emekli aylığının 12 bin 500 TL’ye yükseltilmesi emeklilerin durumunu iyileştirmediği gibi milyonlarca emeklinin aylığının dibe doğru yuvarlanmasına yol açtı.

Emekli aylıkları en çok gerileyenler arasında kamu görevlileri, yani memurlar yer alıyor. AKP Temmuz 2023’te memur emeklilerine büyük bir kazık attı. Bu kazığın sonucunda Temmuz 2024 itibariyle bir memur emeklisi alması gereken emekli aylığından 14 bin 500 TL daha düşük aylık alıyor. 2023 yılı Ocak-Haziran döneminde en düşük memur emeklisi, en düşük memur maaşının yüzde 72’si oranında emekli aylığı alırken Temmuz 2024 itibariyle bu oran yüzde 38’e geriledi. Bunu AKP hükümeti bile isteye, diğer bir ifadeyle kasti olarak yaptı.

Kaynak: Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, Türkiye Ekonomisinde Haftalık Gelişmeler ve Genel Görünüm raporları.

EMEKLİYE BÜYÜK TUZAK

Her şey Mayıs 2023 seçimleri öncesinde başladı. Önce Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçilirse en düşük memur maaşını 21 bin 265 TL’ye yükselteceğini açıkladı. Bunun ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan en düşük memur maaşının 22 bin TL’ye yükseltileceğini söyledi. Erdoğan 11 Mayıs 2023 tarihinde yaptığı açıklamada ilave ödeme ile en düşük memur maaşını 22 bin TL’ye yükselteceklerini ve bunun da emeklilere otomatik olarak yansıtılacağını net bir şekilde vadetti.

Ancak Erdoğan “Artışları memur emeklilerine de otomatik uygulayacağız” demesine rağmen bu artışın emekli aylıklarına aynen yansıması, AKP tarafından verilen bir teklifle özel bir yasal düzenleme yapılarak engellendi.

Kamu görevlilerine, yani memurlara “ilave ödeme” (seyyanen zam) öngören 7456 sayılı torba kanun 15 Temmuz 2023 tarihli Resmi Gazete'de yayımlandı. Kanun ile 375 sayılı KHK’ye Ek Madde 40 eklendi. Kanuna göre memurlara 15 bin 965 gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda ilave ödeme yapılması kabul edildi. Böylece Temmuz 2023’ten geçerli olmak üzere memur maaşlarına seyyanen 8 bin 138 TL eklendi. İlave ödeme Ocak 2024’te 12 bin 147 TL’ye, Temmuz 2024’te ise 14 bin 492 TL’ye yükseltildi.

Ancak bu yasa şeytanın bile aklıma gelmeyecek tuzaklar içeriyor. AKP tarafından kanuna konulan özel hükümler nedeniyle “ilave ödeme” veya seyyanen zam emekli aylıklarının hesabında dikkate alınmıyor. İlave ödeme memurların aylıklarına eklenmiyor ve adeta bir sosyal yardım gibi ayrıca ödeniyor. Diğer bir ifadeyle, tıpkı emeklilere yapılan ve kök aylıklara eklenmeyen Hazine katkısı gibi memurlara da maaşlarından ayrı bir ilave ödeme yapılıyor.

İlave ödeme memurların emekli ikramiyelerine yansımıyor ve işçilerin kıdem tazminatı hesabında da dikkate alınmıyor. Bilindiği gibi işçilerin kıdem tazminatlarının yıllık miktarı, en yüksek devlet memuruna bir hizmet yılı için ödenecek azami emeklilik ikramiyesini geçemiyor. Hâlen 14 bin 492 TL olan ilave ödeme memurların emeklilik ikramiyelerinde dikkate alınmadığı için kıdem tazminatı tavanı da bu miktarda eksik eksik hesaplanıyor. Böylece yasadan işçiler de mağdur oluyor, işverenler ise kazanıyor.

Yasanın en büyük mağdurları kuşkusuz memur emeklileri. Yasadaki tuzak memur emekli aylıklarında şok bir düşüşe yol açtı. Cumhurbaşkanlığı Strateji Bütçe Başkanlığı (SBB) verilerine göre 2023 yılı başında maaşın yüzde 72’si kadar olan en düşük memur emekli aylığı, Temmuz 2024’te maaşın yüzde 38’ine geriledi. Ortalama memur emekli aylığı ise maaşın yüzde 71’inden yüzde 41’ine geriledi. Yasada memur emeklilerine kurulan tuzağın bile isteye yapıldığı çok net. Bu yolla 5510 sayılı yasa yanında memur emekli aylıklarının düşürülmesinin yeni bir yolu daha icat edilmiş oldu.

CUMHURBAŞKANINA RAĞMEN Mİ?

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan 11 Mayıs 2023’te yaptığı açıklamada memur maaşlarındaki artışın otomatik olarak memur emeklilerine de yansıtılacağını vadetmişti. Ancak Cumhurbaşkanının bu açıklamasına rağmen AKP grubu ile Hazine ve Maliye Bakanlığı, tam tersine bir yasanın geçmesini sağladı. Memur emeklilerine büyük bir tuzak kuruldu. Böylece memur maaşları ile memur emekli aylıkları arasında aniden büyük bir uçurum oluştu. Bu tuzağın Cumhurbaşkanının açık ve net açıklamasına rağmen Maliye Bakanlığı ve AKP grubu tarafından nasıl kurulduğu ise muamma. Bürokrasinin ve AKP grubunun Cumhurbaşkanının bu açıklamasına rağmen nasıl tam aksini yapabildiği izaha muhtaç.

İlave ödemenin memur emekli aylıklarına yansımaması, kamu görevlilerinin emekli olma eğilimini yavaşlatmış durumda. Emekli olduğunda maaşının yüzde 60’ını kaybedecek olan kamu görevlileri emekli olmaktan vazgeçmiş hâlde. EYT düzenlemesine rağmen emekli olan kamu görevli sayısının oldukça sınırlı kaldığı görülüyor.

Bilindiği gibi 4688 sayılı kanuna göre (28. Madde) kamu görevlileri yanında memur emeklilerinin aylık artışları da toplu sözleşmeyle sağlanıyor. Diğer bir ifadeyle kamu görevlileri toplu sözleşmesi emeklileri de kapsıyor. Ancak “ilave ödeme” adı altında yapılan yasal düzenleme ile memur emeklileri aleyhine ve toplu sözleşmenin esasına aykırı biçimde ayrımcılık yapıldı.

Memur maaşlarındaki artışın emekli ikramiyesi ve emekli aylıklarına yansımaması için yapılan özel düzenleme, Anayasanın eşitlik ve sosyal devlet ilkesine aykırıdır. Ayrıca toplu sözleşmeye de aykırıdır. AKP hile yoluyla, Anayasanın eşitlik ve sosyal devlet ilkesi ile yine Anayasa ile güvence altına alınan toplu sözleşme hakkını çiğneyerek memur emeklilerine büyük bir kazık attı.

MEMUR-SEN NEDEN SESSİZ?

Kuşkusuz burada asıl sorumluluk siyasal iktidarın olmakla birlikte Memur-Sen’in sessizliği de manidardır. Memur-Sen ilave ödemenin emekli aylıklarına yansıtılmasını kâğıt üzerinde savunmakla birlikte bu konuda etkili bir eylem yapmıyor, hükümeti açıkça eleştirmiyor ve siyasi iktidar karşısında cesur davranmıyor. Adeta bu konuyu bir kenara bırakıyor.

Bilindiği gibi Memur-Sen, Anayasa Mahkemesinin eşitlik ilkesine aykırı olduğu için iptal ettiği toplu sözleşme ikramiyesinden kaynaklı yaklaşık 350 TL civarındaki geçici kayıp için bu konuda dava açan ana muhalefet partisi CHP önünde eylem yapmıştı. Kuşkusuz bir sendikanın bir siyasi partiyi protesto etmesi temel hak ve özgürlüklerin bir parçasıdır. Protesto haktır. Keşke sendikalar daha fazla protesto eylemi yapsa.

Ancak yetkili sendika, dolayısıyla da toplu sözleşmenin muhatabı olan aynı Memur-Sen, memur emeklilerinin ayda 14 bin 500 lira kaybına yol açan yasa ile ilgili olarak ne AKP ne de Meclis önünde protesto eylemi yaptı. Yok öyle çifte standartlı sendikacılık! Ayda 350 TL geçici kayıp için ana muhalefet partisinin önünde eylem yapanlar, ayda 15 bin lira kayıp için iktidar partisinin önünde toplanamıyorsa bunun adı güdümlü sendikacılıktır!

Bu arada yeri gelmişken eklemek lazım, toplu sözleşme ikramiyesinde günün sonunda Anayasa Mahkemesinin dediği oldu! Hükümet ve Memur-Sen geri adım attı. Toplu sözleşme ikramiyesinden baraj şartı olmadan sendika üyesi tüm memurlar yararlanacak artık. Yüzde 1 ve yüzde 2 baraj dayatmasından vazgeçildi. Bilindiği gibi AYM, CHP’nin başvurusu üzerine yüzde 2 baraj şartına bağlı toplu sözleşme ikramiyesini sendika üyeleri arasında ayrımcılık yarattığı gerekçesiyle iptal etmişti. Ancak bazı AKP milletvekilleri AYM kararına rağmen yüzde 1 barajının tekrarını öngören bir teklif vermişti. Ancak 2 Ağustos 2024'te Resmi Gazete yayınlanan 7524 sayılı kanun ile (madde 59) toplu sözleşme ikramiyesinden bütün sendika üyelerinin yararlanması sağlandı. Böylece TBMM, AYM'nin dediği yaparken yıllardır toplu sözleşme ikramiyesi için barajı savunan Memur-Sen ve hükümet de geri adım atmış oldu.

Aslında bu tablonun sorumlularından biri de Memur-Sen’dir. Eğer Memur-Sen geçmişte yüzde bir ve yüzde iki gibi barajlarda ısrar etmeseydi böyle bir iptal yaşanmayacaktı. Eşitlik ilkesinin bile bile çiğnenmesinde ısrarcı olan Memur-Sen toplu sözleşme ikramiyesindeki iptalin sorumlularından biriydi. Hâl böyleyken faturayı CHP’ye çıkartmaya kalktı. Büyük uyanıklık ve hedef saptırma!

Şimdi memur emeklileri AKP hükümetinin yaptığı hukuksuz düzenleme ve memur emeklilerine kurduğu tuzak nedeniyle vahim kayıplarla karşı karşıya. Milyonlarca memur emeklisi AKP’nin kurduğu tuzak nedeniyle ayda 14 bin 500 lira daha düşük emekli aylığı alıyor. Evet, sorumlu hükümet, sorumlu AKP ama siz yetkili sendika olarak ne yapıyorsunuz? Bir eylem, bir protesto, ciddi bir çabanız var mı? Eğer böyle bir haksızlık karşısında susuyorsanız siz nasıl sendikasınız!

                                                                     /././ 

Keyfi sansüre karşı keyfi yasak -Gözde Bedeloğlu-

Bir sabah uyandınız ve Instagram hesabınıza ulaşamadınız, çünkü… Hayır, nedenini hemen öğrenemediniz. Ancak tıpkı İran, Kuzey Kore, Çin halkı gibi, sosyal medya platformlarına getirilen erişim engelleri nedeniyle aranızda hazırlıklı olanlar vardı. Ne olur ne olmaz diye bir köşede tuttuğunuz VPN’i tek tıkla açtınız, Instagram’a girdiniz. Ama o da ne? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın resmi hesabından paylaşılmış “hayırlı cumalar” mesajıyla karşılaştınız. Demek ki Erdoğan da VPN kullanıyor diye düşünürken, hoop hikaye kayboluverdi. Ah yeni yüzyılın laneti! Sen paylaşımını siliyorsun ama o arada biri çoktan ekran fotoğrafını almış bile.

                                                        ***

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), 2 Ağustos günü Instagram’a erişim engeli getirdi. Saatler geçmesine rağmen nedenine ve süresine ilişkin resmi bir açıklama yapılmadı. Ardından Anayasa Mahkemesi (AYM), ki Türkiye’de artık kararları uygulanmayan mahkeme olarak anılıyor, sosyal medya hesabından, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın basın ve ifade özgürlüğüne müdahale edebilecek yetkilerinin iptaline ilişkin kararını paylaştı. AYM bu kararı, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenemeyecek temel haklar ve özgürlükler kapsamında aldığını vurguluyordu. Derken bu paylaşım da silindi ve bir süre AYM’nin internet sitesine ulaşılamadı.

                                                           ***

Türkiye’de, 50 milyondan fazla kullanıcısı olan Instagram’ın tık diye kapatılması ve AYM’nin paylaşılıp silinen kararı spekülasyonları da beraberinde getirdi. BTK, internet erişimini düzenleme ve denetleme yetkisine sahip. Instagram’a getirilen erişim engelinin gerekçesi olarak, sosyal medya platformunun ‘katalog suçlara uymadığı’ belirtildi. Bu suçlar, “intihara yönlendirme, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, sağlık için tehlikeli madde temini, müstehcenlik, fuhuş, kumar oynanması için yer ve imkân sağlama ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda yer alan suçlar” şeklinde sıralanıyor. Katalog suçları oluşturan bir içeriğin ilgili platformdan kaldırılması durumunda erişimin engellenmesi kararı da savcı ya da mahkeme tarafından veriliyor.

                                                             ***

Toptan fişi çekilen Instagram sadece fotoğraf paylaşılan değil, günlük 1,9 milyar lirayı bulduğu söylenen bir e-ticaret platformu da aynı zamanda. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Hamas lideri İsmail Haniye’nin öldürülmesinden sonra yayınladığı taziye mesajının Instagram tarafından engellendiğini açıklamış ve kınamıştı. Dolayısıyla BTK kararının, Haniye’ye yönelik paylaşımların engellenmesi ile ilgili olabileceği düşüncesi kamuoyunda geniş yer buldu, yalanlanmadı. Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Instagram’ın ne zaman açılacağına dair sorulara “kurallarımızı ve toplumsal hassasiyetlerimizi dikkate almadıkları taktirde biz de müdahale ederiz eksikler giderilince erişim açılır” dedi. Yine somut bir gerekçe belirtilmemiş oldu.

                                                           ***

Hükümetin, Instagram yöneticilerine “madem öyle, işte böyle” şeklinde bir yaklaşım içinde olduğu seziliyor. Net bir açıklama yok, bilemiyoruz ama bu yüksek oktavlı çıkışların, sorun çözmede, AKP’ye has bir kalıp olduğunu bilecek kadar deneyimliyiz. Haniye’nin öldürülmesi üzerine bir günlük yas ilan etti iktidar. Bayraklar yarıya indi. Fahrettin Altun, Instagram’ın Haniye ile ilgili paylaşımları sansürlemesini kınadı, ardından platform hukuki bir karar olmadan kapatıldı. Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Ömer Fatih Sayan, “değerlerimize saygı duyan bir sosyal medya tesis etmek için ne gerekiyorsa yapacağız” dedi. Nasıl? Devlet kontrolünde yeni sosyal platformlar mı açılacak mesela? Milyonlarca insanın, işletmenin, hatta devlet kurumlarının kullandığı Instagram gibi bir platforma kapatma kararı getirmek ciddi ve tatminkar bir açıklama gerektirir.

                                                                 ***

AKP’nin ulusal yas ilanıyla anlıyoruz ki Hamas liderinin öldürülmesi ‘toplumsal hassasiyetlerimiz’ arasına giriyor. Kuşkusuz Filistin halkına yaşatılan zulme karşı halkın duyarlılığı her zaman yüksekti ve olmaya da devam edecek ancak aynısının Hamas için geçerli olduğu söylenemez. Türkiye’de Filistin mücadelesini Hamas ile bir tutmayan, eylemlerini eleştiren, İslami yapısına mesafeli duranlar da var. Aynı şekilde Instagram’ın Filistin ile ilgili paylaşımları sansürlemesine karşı çıkacak, protesto edecek milyonlarca kullanıcısı olduğu gibi. Filistin’in haklı davasını dünyanın gündeminde tutmak için, platform kapatmak dışında, güçlü ve tutarlı diplomasi gibi, yapılacak daha pek çok şey var. İnsanların düşüncelerini paylaşmanın yanında ticari ilişkilerini de sürdürdüğü bir mecra muğlak ifadelerle kapatılamaz. Keyfi sansüre karşı, keyfi yasakla mücadele edilmez.

                                                             /././

Küresel piyasalarda dehşet: Kriz kapıda mı? -Hayri Kozanoğlu-

Bizi borsada para yitirecek yatırımcılardan çok, olası bir krizde işini yitirecek, borçlarını ödeyemeyecek sade insan ilgilendiriyor. Belki şok ucuz atlatılır, belki de 2008 gibi küresel krizin ilk aşaması olur. Bekleyip göreceğiz.

Dünya piyasaları yeni haftaya şok düşüşlerle başladı. Aslında cuma günü patlak veren hisse senedi piyasalarındaki sert satışlar, pazartesi yerini panik havasına bıraktı. Zaman zaman, kapitalizmin doğasından gelen durgunluk/kriz eğilimleri kendisini finansal piyasalarda daha keskin çalkantılarla gösterir. Bazen risk algısını güçlendiren küçük bir gelişme, eli kulağında bekleyen satış eğilimini tetikler. 2024’te de Muhteşem Yedili diye kodlanan aralarında Apple, Amazon, Microsoft, Nvidia’nın bulunduğu teknoloji hisselerinin öncülüğünde borsalarda bayram havası esiyor, gelişmiş ülke ekonomilerindeki yavaş büyüme temposuna/durgunluk eğilimine rağmen borsa endeksleri yeni rekorlar kırıyordu.

Şimdilik artık bu tatlı rüyadan uyanıldığını, borsalara yapılan yatırımların yüksek getiri sağlayacağı varsayımının boşa çıktığını söyleyebiliriz. Ayrıntılara geçmeden önce, son satış dalgasının ABD’deki zayıf istihdam verilerinden, Japonya’nın yıllar sonra faizleri artırmasından ve Üçüncü Dünya Savaşı korkularına kadar uzanan jeopolitik endişelerden kaynaklandığını söyleyebiliriz.

KRİZ JAPONYA’DAN TETİKLENDİ

Endişeleri artıran ilk gelişme 2 Ağustos günü Tokyo borsalarının açılışıyla yaşandı. Japon Merkez Bankası’nın yenin hızlı değer kaybının enflasyon riski yarattığı kaygısıyla politika faizini artırması sonucu döviz piyasaları dalgalanmaya başladı. Birkaç hafta öncesine kadar 1 dolar 160 yen ederken, pazartesi dolar/yen paritesi 142’ye kadar düştü. Bu gelişme Japon şirketleri için hem ihracatta rekabet gücünün zayıflaması, hem de faiz maliyetlerinin artması anlamına geliyordu.

Böylelikle cuma günü başlayan düşüş dün hızlandı, Nikkei 225 endeksi bir günde yüzde 13 çakıldı. Bu Kara Pazartesi diye hatırlanan Ekim 1987 Wall Street’teki panik dönemindekinden daha ağır bir hasar anlamına geliyor. Japonya’nın daha fazla sayıda hisseyi kapsayan Topix endeksindeki temmuz ayındaki geri çekilme yüzde 20’yi geçti. Genel olarak küresel piyasalarda iyimser havalar eserken, dünyada yapay zeka ve yarı iletkenler gibi “çığır açan” temalar geçerliyken Japon piyasalarının da bu iklime hava uydurduğu kabul edilir. Canlı turizm, deflasyon korkusunun geride kalması gibi gelişmeler de Tokyo borsasına ek momentum sağlamıştı. Faiz artışıyla bir anda hava tersine dönüverdi.

Beklendiği üzere Tokyo’daki ‘katliam’ diğer Asya borsalarına da yansıdı. Güney Kore Kospi endeksi yüzde 9’luk bir vurgun yerken, Samsung hisseleri yüzde 10,3 düştükten sonra  günü yüzde 8,8 aşağıda kapadı. Tayvan Taiex endeksi yüzde 8,4 değer kaybederken, dünyanın en büyük yonga üreticisi TSMC yüzde 9,8 kayıpla karamsarlık psikolojisinden nasibini aldı. Kayıplar Hong Kong ve Avustralya borsalarında yüzde 2,2 ve yüzde 3,7 ile sınırlı kaldı.

Avrupa piyasaları da Almanya DAX endeksinin yüzde 2,5, Paris CAC 40’ın yüzde 2,4, Londra FTSE 100’ün yüzde 2 aşağıda açılışıyla haftaya başladı. Daha geniş temsil gücü bulunan Stoxx 600 endeksi de yüzde 2,54 aşağıda bulunuyordu.

ÇALKANTININ ANA ÜSSÜ WALL STREET

Henüz Wall Street’te borsa açılmadan Sand P Futures, yani vadeli piyasanın yüzde 3.1, Dow Jones Sanayi Endeksi’nin ise yüzde 2,1 ,Nasdaq vadeli sözleşmelerinin yüzde 4,7 düşüş sergilediği görüldü. ABD’de en büyük endişe, FED’in faiz indiriminde geç kaldığı, yüzde 5-5.25 arasındaki politika faizinin hem yatırımları erteletecek, hem de tüketimi caydıracak ölçüde yüksek düzeyde bulunduğu noktasında yoğunlaşıyor. FED’in faiz indirim hamlesini zamanında yapamamasının durgunluğu tetikleme riski var. Çünkü eylüldeki olası bir 50 puan faiz indiriminin bile sonuç vermesinin zaman alacağı biliniyor. 2023 sonundan başlayarak işsizliğin yavaşça da olsa yükselişinin, takibe düşen kredi kartlarının sayısının artışının “yumuşak iniş” senaryosunu, yani ekonominin durgunluğa yol açmadan yavaşlaması beklentisini zedelemeyeceği varsayılıyordu.

Ancak bazı uzmanlar 2024 ikinci çeyrekteki yüzde 2,8 yıllık büyümenin hükümet harcamalarının artışı ve kamuda işe almaların hızlanmasından kaynaklandığı uyarısında bulunuyordu. Tüketicilerin gelir artışının harcamaların gerisinde kalması, pandemi dönemi tasarruflarının suyunu çektiğini gösteriyordu. Harcamaların büyük ölçüde kira, faturalar, gıda ve sağlık gibi zorunlu harcamalara sıkışması dikkat çekiyordu.

ISM imalat siparişleri endeksinin daralma bölgesine geçmesi, işsizlik başvurularının 11 ayın zirvesine tırmanması da kuşkuları artırıyordu. ABD’de en yakından izlenen bir veri, tarım dışı istihdamın Temmuz’da sadece 114 bin arttığı haberi tuzu biberi oldu ve finansal piyasalarda satışlar hızlandı.

ABD’de yatırım gurusu bilinen Warren Buffet’ın Apple hisselerinin yarısını boşaltması, 277 milyar dolar düzeyinde nakde geçmesi de borsayı olumsuz etkiledi.

Küresel depremden kripto borsası da nasibini aldı. Bitcoin yüzde 17 irtifa kaybıyla 52 bin dolara inerken, ether ise aynı oranda değer yitirerek 2200 dolara geriledi.

Finansallaşmış kapitalizmin yükseliş döneminde dinamizm sağlayan unsurları; kaldıraçlı işlemler, yani borçlanarak yatırım yapmanın olanaklı olması; vadeli piyasalar yani küçük bir teminatla büyük paralar kazanma şansının bulunması cazibeyi artırıyor, lakin dünkü gibi bir düşüş döneminde zembereğin aniden boşalmasına kapı aralıyor. İşte küresel piyasalarda böyle kasvetli bir ortamda herkes nefesini tutmuş gelişmeleri izliyor, pozisyonunu en az zararla boşaltmak için fırsat kolluyor.

Bizleri de borsada para yitirecek yatırımcılardan çok, olası bir kriz durumunda işini yitirecek, yaşam standardı düşecek, borçlarını ödemede zorluk yaşayacak sade insanlar ilgilendiriyor. Yarın belki faizler indirilir, likidite bollaştırılır, düşen hisseleri dipten almak için koşuşturma başlar ve şok ucuz atlatılır. Belki de 2007-2008 gibi bir Küresel Finansal Krizin ilk aşaması olur. Bekleyip göreceğiz…

BİZDE BEKLENEN DURGUNLUK HIZLANABİLİR

BIST 100 endeksi de 11.250’yi gördükten sonra geçtiğimiz hafta bir geri çekilme içerisindeydi. Küresel satış dalgası Cuma gününden başlayarak İstanbul Borsası’nı da etkisine aldı. Öncelikle son aylarda “carry trade”den, yani düşük faizli paralarla borçlanan yatırımcıların Türkiye’deki yüksek faizlere itibar etmesinden söz ediyoruz. Japonya’nın faizleri artırmasının bu dalganın geri çekilmesine yol açması beklenmeli. İkincisi, küresel geri çekilme risk algısının artmasına, Türkiye gibi oynak piyasaların cazibesinin azalmasına, paranın ABD hazine bonoları gibi güvenli limanlara, İsviçre Frank’ı gibi sağlam paralara çekilmesine neden olur.

Ama tüm bunların ötesinde, yüzde 50’de demir atan Merkez Bankası politika faizinin durgunluğa kapı aralaması tehlikesi söz konusuydu. En son veriler ihtiyaç kredilerinde yüzde 74,3, ticari kredilerde yüzde 59,2 gibi öngörülen enflasyonun çok üzerinde faiz oranlarına işaret ediyordu. Protestolu senet ve karşılıksız çeklerde de hızlı bir artış gözleniyordu. Bireysel kredi kartlarında takibe giren alacak oranı da 26 Temmuz’da bir hafta içerisinde yüzde 2,0’den yüzde 2,4’e sıçramıştı. Zaten kredi ile büyüyen bir ekonomide aylık genişlemenin TL kredilerinde yüzde 2, yabancı kredilerde yüzde 1,5 ile sınırlanmasının, örneğin Temmuz tüketici enflasyonunun yüzde 3,23 açıklandığı bir ortamda ekonomiye fren yaptırmaması sürpriz olurdu.

Geçen hafta açıklanan tüm makro veriler de bir durgunluk tehlikesine dikkat çekti. İSO imalat PMİ 50 eşiğinin altında 47,2’ye indi. Kapasite kullanım oranı temmuzda 75,9’a geriledi. Sanayi üretimi mayısta yüzde 0,1 daraldı. Haziran ayında ihracat dış pazarların durgunluğunun da etkisiyle yüzde 8,3 düşerken; ithalatın tüketim malları hala yüzde 5,0 artarken ara mallarındaki yüzde 6,4 zayıflamanın etkisiyle yüzde 4,4 daralması durgunluk kokusu yaydı. Çünkü ara malları ithalatının azalışı önümüzdeki aylarda imalat sanayi üretiminin daralmasının en açık belirtisi sayılıyor.

Özetle, küresel piyasalardaki hengâme İstanbul borsasına da pazartesi günü yüzde 5’in üzerinde düşüş olarak yansıdı. İki kez devre kesiciler tetiklendi. Bu uluslararası çalkalanma Türkiye ekonomisinde giderek yaklaşan kara bulutların iyice yoğunlaşmasını getirebilir. Mehmet Şimşek’in ekonomik durgunluğa davetiye çıkaran politikalarının suçu da korkarım ki, dış gelişmelere, kendi dışımızdaki faktörlere atılır. Asgari ücretin sabit tutulması, emekli maaşlarının düzeltilmemesi nedeniyle zaten zor günlerden geçen halk kesimlerinin yaşamı daha da çekilmez bir hal alır.

                                                              /././

Dile gelemeyen için yeni bir dil -Selçuk Candansayar-

“Bir kavram, içeriği bulanık olduğu halde, herkes bu kavramı bildiğini sandığında tehlikeli hale gelir.” İkibinlerin başında, bir dönem öğrencisi olduğum için hem çok şanslı hissettiğim hem de gurur duyduğum Ioanna Kuçuradi, “insan hakları” kavramının anlam ve içeriğinin yıllar içindeki değişimini anlatırken yapmıştı bu saptamayı.

13. yüzyılda Magna Carta ile doğsa da, ancak 500 yıl sonra, önce “Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi” ile ardından da Fransız Devrimi ile ete kemiğe bürünen “insan hakları” kavramı 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilerek üye ülkeleri bağlayıcı bir meşruiyet kazanabilmişti.

600 yıl süren egemene, hükümdara, devlete karşı bireyin hak ve özgürlüklerini koruma mücadelesinin ürünü olan bu kavram, BM’de kabul edilmesinin üzerinden 50 yıl bile geçmeden, içeriği değişerek, “egemenlerin” ülkelerin istikrarını bozma, hükümetlerini devirme ya da diktatörlere göz yumma aracına dönmüştü.

∗∗∗

Bugün, Elon Musk Venezuela’daki Maduro hükümetini insan hakları kavramı üzerinden eleştiriyor, Maduro hükümet ise Musk ve benzerlerinin insan hakları kavramını hiçe sayarak, Venezuela’nın meşru hükümetini devirmeye çalıştığını haykırıyor. İşin daha da ilginci, hem Musk ve hem de Maduro RTE hayranı!

Aynı anda İsrail ve Hamas birbirlerini insan haklarını ihlal etmekle suçluyorlar. Çok sayıda devlet ve milyonlarca insanın gözünde soykırımcı olarak görülen Netanyahu, Amerikan Kongresi’nde alkışlanabiliyor. Dünyanın her yerinde düşmanlar, kendilerini insan hakları savunucusu, karşıtları insan hakları ihlalcisi ilan ediyorlar. İnsan Hakları Bildirgesi’nin güvencesi olması gereken BM ise hiçbir yaptırım gücü olmayan bir tür TBMM işlevi görüyor.

Böylece insan hakları kavramı bir “boş gösteren” olmaktan öte, insan kıyımının gerekçesine dönüşmüş durumda.

İnsan Hakları kavramının uğradığı içerik ve anlam “çürümesi”nin bir benzeri “faşizm” kavramı için de geçerli. Yeni, eski, süreç halinde, islamcı, ulusalcı vb. ön eklerle neredeyse herkesin faşizmden anladığı farklılaşıyor dahası kimin faşist olduğu da belirsizleşiyor. “-Faşistsin”, “-hayır asıl sen faşistsin” gibi tartışmalar olabiliyor. Bu tartışmalardan çıkan tek sonuç, faşist olmanın kötü bir şey olduğundan öte değil. Herkes faşist olmanın kötü olduğunda hemfikir ama kimin faşist olduğu şüpheli!

Ezilenlerin egemenlere karşı isyanlarını somutlaştıran kavramların egemenlerce ele geçirilip isyanı bastırmak için kullanılan araçlara dönüştürülmesi yeni bir durum değil. Kapitalizmin kendisine karşıt olanı kar getiren bir “meta” olarak üretim-tüketim sistemi içine almasından pek farklı da değil.

∗∗∗

Özcesi, adına kapitalizm deyin, sağ deyin, egemenler deyin, adı ne olursa olsun ezenlerin kavramların içini bulanıklaştırmasının anlaşılır bir yanı var. Dil mücadelesi bir bilinç mücadelesidir. Çünkü dile egemen olan dünyaya egemen olur. Sağ, tam da bu yüzden solun ürettiği dili ele geçirmeye, içeriğini bozmaya ve bu yolla da o dilin ezilenlerin bilincine ulaşmasına hep engel olmaya çalışır.

Solun, ezilenlerin bilincine ulaşacak dili oluşturacak kavramları “her bir tarihsel zamanda, o zamanın verili koşulları altında” yeniden yeniden üretmesi ve pratikle nesnelleştirmesi gerekir. Kendisinden çalınan kavramların içinde bocalamak yerine kendi yeni dilini inşa etmelidir.

Artık, “hareket”, “cephe”, “platform”, “parti”, “dayanışma”, direniş”, “komite” vb. kavramlar ezilenlerin bilincine ulaşmıyor. O zaman sol bu dili geride bırakarak, ama terk ederek değil, “kapsayıp aşarak” yeni bir kavram/lar dizgesi üretmeli. Üretim de ancak pratikle olabilir.

Ölüm koşullarında hayata kalmaya çalışan milyonların biriken ama dilini bulamayan isyanını dillendirecek bir pratik…

                                       GÜNDEM - BİRGÜN

Danimarka'dan Ukrayna'ya F-16 teslimatı

DanimarkaUkrayna'ya F-16 savaş uçağı teslimatının ilk kısmını gerçekleştirdi.

Danimarka Radyosu'nun (DR) haberine göre, Savunma Bakanı Troels Lund Poulsen, F-16 savaş uçağı teslimatına ilişkin açıklama yaptı. Poulsen, Danimarka'nın Ukrayna'ya hibe taahhüdünde bulunduğu 19 F-16 savaş uçağının bir kısmının teslim edildiğini belirtti. Bunun Ukrayna'nın savaş uçağı kapasitesini artırmak ve hava kuvvetlerini modernize etmek için önemli bir adım olduğunu dile getiren Poulsen, Danimarka Silahlı Kuvvetleri'nin F-16'ları kullanabilmeleri için Ukraynalı pilotları eğittiğini söyledi. Poulsen, F-16 savaş uçaklarını kullanmanın Ukrayna için en iyi fırsatı sunduğunu kaydetti. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, 4 Ağustos'ta, F-16 savaş uçaklarının ülkesine teslim edildiğini duyurarak, Danimarka, Hollanda ve ABD'ye minnettar olduğunu belirtmişti.

                                                          ***

MUÇEV’de gelen giden AKP’den -Aycan Karadağ-
Erdal Türk (sağda) AKP’den milletvekili, Hacı Abdullah Uçan (solda) belediye başkan adayıydı.

Kıyıları yasaya aykırı olarak işgal eden MUÇEV’in yönetim kadrosu yenilendi. Yeni yönetim başkanı AKP’li Hacı Abdullah Uçan oldu. Yönetimde yer alan isimler önceki yönetimdeki gibi AKP’nin bürokratlarından oluştu.(https://www.birgun.net/haber/mucevde-gelen-giden-akpden-550071)

                                                           ***

Rekabet Kurulu'ndan OYAK'a 61 milyon lira ceza

Rekabet Kurulu, haklarında devam eden soruşturma kapsamında yapılan uzlaşma başvurusu sonucu OYAK'a 61 milyon 182 bin 782 lira ve TİFTİK'e 5 milyon 248 bin 175 lira idari para cezası uygulanmasına ve soruşturmanın sonlandırılmasına karar verdi. Kurul, ayrıca, Samet Hazır Beton firmasına 6,6 milyon lira ceza verilmesini kararlaştırdı.(https://www.birgun.net/haber/rekabet-kurulu-ndan-oyak-a-61-milyon-lira-ceza-550131)
                                                                    ***

"Kara Pazartesi"nin bilançosu ağır oldu: "Muhteşem 7'li" 700 milyar dolar eridi + Kulis | Emeklilik sistemi sil baştan: AKP, sosyal güvenlik sistemini yeniden yapılandıracak (T-24)

 "Kara Pazartesi"nin bilançosu ağır oldu: "Muhteşem 7'li" 700 milyar dolar eridi 

New York borsası haftanın ilk işlem gününe sert düşüşle başlarken, Avrupa borsaları da günü düşüşle tamamladı. ABD'de "Muhteşem 7"li olarak adlandırılan "Apple", "Alphabet", "Amazon", "Meta Platforms", "Microsoft", "Nvidia" ve "Tesla"nın toplam piyasa değeri resesyon endişeleriyle yaklaşık 700 milyar dolar geriledi.

ABD'de resesyon endişelerinin hızla güçlenmesi ve Asya piyasalarındaki gelişmelerin ardından küresel piyasalardaki satış baskısı derinleşirken, New York borsası haftanın ilk işlem gününe sert düşüşle başladı.

Açılışta Dow Jones endeksi, 1000 puanın üzerinde değer kaybetti ve yüzde 2,68 azalarak 38.670,55 puana indi. S&P 500 endeksi yüzde 4,07 azalışla 5.128,93 puana ve Nasdaq endeksi 1000 puanın üzerinde düşerek yüzde 6,25 kayıpla 15.728,46 puana geriledi.

New York borsası sert düşüşle açıldı

ABD'de geçen hafta açıklanan veriler sonrası ekonomik aktivitenin öngörülünden daha sert yavaşlayabileceği endişesiyle pay piyasalarında negatif bir seyir izleniyor. ABD Merkez Bankası (Fed) son toplantısında politika faizini sabit bırakırken eylül toplantısı için faiz indirim sinyali verse de geçen hafta boyunca açıklanan verilerin resesyon endişesini beslemeye devam etmesi risk algısının önemli derecede yükselmesine neden oldu.

Ülkede geçen hafta açıklanan verilere göre, tarım dışı istihdam temmuz ayında 114 bin kişi artarak beklentilerin altında gerçekleşmişti. İşsizlik oranı ise aynı dönemde yüzde 4,1'den 4,3'e çıkmıştı. Art arda 4 aydır artış gösteren işsizlik oranı, bu dönemde Ekim 2021'den bu yana en yüksek seviyesine ulaşmıştı.

Tedarik Yönetim Enstitüsünün (ISM) imalat sanayi Satınalma Yöneticileri Endeksi (PMI) de temmuzda 46,8 ile 8 ayın en düşük seviyesine gerileyerek piyasa beklentilerinin altında kalmıştı. Söz konusu verilerin ardından para piyasalarındaki fiyatlamalarda, Fed'in eylülde politika faizini 50 baz puan indirme ihtimali yüzde 90'ın üzerine çıktı. Analistler, Fed'in faiz indirimlerine başlama konusunda geç kalmasından endişe duyulduğunu belirtti. Küresel piyasalardaki sert düşüşler Fed'den acil faiz indirimi ihtimalini gündeme getirirken analistler, böyle bir durumun piyasalardaki paniği daha da artırabileceğine dikkati çekti.

Fed yetkililerinin açıklamaları yatırımcılar tarafından yakından takip edilirken, Chicago Fed Başkanı Austan Goolsbee, bugün verdiği bir röportajda, Fed'in ekonomideki zayıflık işaretlerine tepki vereceğini belirtti. Ekonomi zayıflıyorsa kısıtlayıcı bir politika duruşunu sürdürmenin mantıklı olmadığını dile getiren Goolsbee, Fed'in acil bir toplantı yaparak indirime gidip gitmeyeceğine dair yorum yapmaktan kaçındı.

Goolsbee, "İstihdam rakamları beklenenden daha zayıf geldi, ancak henüz resesyona benzemiyor." değerlendirmesinde bulundu. Resesyon endişeleriyle güvenli liman varlıklara olan talep güçlenirken, ABD'de 10 yıllık Hazine tahvilinin getirisi yüzde 3,667 ile Haziran 2023'ten beri en düşük seviyeyi gördü.

ABD'de "muhteşem 7'li" eridi

Toplamda 14 trilyon dolardan fazla piyasa değerine sahip Muhteşem 7'li olarak adlandırılan Apple, Alphabet, Amazon, Meta Platforms, Microsoft, Nvidia ve Tesla hisseleri de satış baskısı altına girdi.

Apple'ın piyasa değeri 178 milyar dolar azalarak 3 trilyon 164 milyar dolara gerilerken, Microsoft'un piyasa değeri 96 milyar dolarlık kayıpla 2 trilyon 940 milyar dolara düştü.

Alphabet'in piyasa değeri 74 milyar dolar azalışla 1 trilyon 999 milyar dolara, Amazon'un piyasa değeri 87 milyar dolar düşüşle 1 trilyon 674 milyar dolara, Meta'nın piyasa değeri de 41 milyar dolar kayıpla1 trilyon 194 milyar dolara geriledi.

Yapay zekadaki gelişmeler nedeniyle son dönemin ilgi çeken şirketlerinden Nvidia'nın piyasa değeri 191 milyar dolarla en büyük kaybı yaşayarak 2 trilyon 448 milyar dolara gerilerken, Tesla'nın piyasa değeri de 20 milyar dolar azalarak 643 milyar dolara düştü.

Avrupa borsaları sert düşüşle kapandı

Avrupa borsaları, küresel piyasalardaki satış dalgası nedeniyle haftanın ilk işlem gününü sert düşüşle tamamladı. Kapanışta gösterge endeks Stoxx Europe 600, yüzde 2,17 değer kaybıyla 487,05 puana geriledi.

İngiltere'de FTSE 100 endeksi yüzde 2,04 düşüşle 8.008,23 puana, Fransa'da CAC 40 endeksi yüzde 1,42 gerileyerek 7.148,99 puana, Almanya'da DAX 40 endeksi yüzde 1,82 değer kaybıyla 17.339 puana ve İtalya'da FTSE MIB 30 endeksi yüzde 2,27 azalarak 31.293,52 puana indi. Avro/dolar paritesi TSİ 19.17 itibarıyla yüzde 0,42 artarak 1,095 seviyelerinden işlem gördü. Avrupa'da yatırımcılar, ABD'de resesyon endişelerinin güçlenmesinin ardından güçlü satış baskısıyla karşı karşıya kaldı.

ABD'de ekonomik aktivitenin öngörülenden daha sert yavaşlayabileceğine yönelik endişeler, satış baskısının artmasına yol açtı. Asya piyasalarında tarihi bir düşüş görülürken Japon pay piyasalarındaki değer kaybı yüzde 10'u aştı. Güney Kore'de ise kayıplar yüzde 10'a yaklaştı. Avrupa'da Stoxx Europe 600'daki teknoloji hisseleri yüzde 0,92, enerji sektörü hisseleri de yüzde 3 civarında kayba uğradı.

Avro Bölgesi'nde yatırımcı güven endeksi ağustosta sert düştü. Temmuzda eksi 7,3 puan olan Avro Bölgesi yatırımcı güven endeksi ağustosta eksi 13,9'a geriledi. Temmuz'da 1,5 seviyesinde olan Avro Bölgesi Beklenti Endeksi de ağustosta eksi 8,8'e indi. Avro Bölgesi ekonomisi, temmuz ayında mal ve hizmetlere olan talebin azalmasıyla durakladı. Haziranda 50,9 seviyesinde olan bileşik PMI, temmuzda 50,2'ye düştü.

Böylece, Avro Bölgesi'nde bileşik PMI son 5 ayın en düşük seviyesine geriledi.​​​​​​​ Almanya'da hizmet sektöründe ticari faaliyetlerin büyümesi temmuz ayında yavaşladı. Haziranda 53,1 seviyesinde olan hizmet sektörü PMI temmuzda 52,5'e düştü. Böylece, Almanya'da hizmet sektörü PMI son 4 ayın en düşük seviyesine indi. Küresel piyasalarda açıklanan ekonomik verilerin resesyon endişelerini artırması, gelişmiş ekonomilerin devlet tahvil faizlerinde hızla gerilemeye neden oldu.

                                                                ***

Emeklilik sistemi sil baştan: AKP, sosyal güvenlik sistemini yeniden yapılandıracak-KULİS-

Meclis’in ekim ayında açılmasıyla birlikte bakanlıklar ve AKP’nin ekonomi kurmaylarının sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılandırılmasına ilişkin çalışmalara başlaması bekleniyor. Bu kapsamda prim ödeme gün sayısı, intibak, yıpranma şartları sil baştan ele alınacak.

Türkiye gazetesinde yer alan habere göre; EYT düzenlemesi, ekonomik zorluklar sebebiyle ödenmeyen primler, çalışan-emekli sayısı arasındaki orantısızlık, kayıt dışı istihdam gibi nedenlerle, bozulan sosyal güvenlik sisteminin yeniden rayına oturtulması için yeni dönemde bir çalışma yapılması bekleniyor.

Kamuoyunda bir süredir özellikle en düşük emekli aylığı ile ilgili artışları içeren düzenlemelerin yapılması, bu nedenle daha fazla prim ödeyen ile düşük prim ödeyenlerin aldığı maaş arasındaki makasın kapanması, sosyal güvenlik sistemine yönelik eleştirileri artırdı. TBMM tatile girmeden önce en düşük emekli aylığının yeniden artırılmasına ilişkin düzenlemenin hazırlıkları sırasında AKP içinde de sosyal güvenlik sisteminin sil baştan ele alınarak tüm tartışmalı alanlarda yeni adımların atılmasına ilişkin başlıklar gündeme geldi.

AKP’de ve hükümet nezdinde bu konularda henüz kapsamlı bir çalışma yapılmadı. Ancak AKP kurmayları “Sosyal güvenlik sistemini belki de baştan aşağı gözden geçirmemiz gerekecek. Emeklilik sistemi ile ilgili başlıklar var, intibak meselesi var. Aynı primi ödemesine rağmen farklı maaş alanlar var. EYT ile birlikte aktüeryal dengenin iyice bozulduğu açık. Sosyal güvenlik sisteminin sağlıklı işlemesi için ortalama 4 çalışana 1 emekli düşmesi gerekiyor. Ama Türkiye’de şu anda, bir emekliye karşılık 1,5 çalışan var. Bu hâliyle sistemin döndürülmesi çok zor” değerlendirmesini yaptı.

Meclis’in ekim ayında açılmasıyla birlikte ilgili bakanlıklar ve AK Parti’nin ekonomi kurmaylarının bir araya gelerek sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılandırılmasına ilişkin çalışmalara başlaması bekleniyor.

7 bin 200 prim günü vaadi de ele alınacak

Ayrıca, AK Parti’nin en önemli seçim vaatleri arasında yer alan esnafın emeklilikteki 9 bin prim günü şartının 7 bin 200’e düşürülmesi ve ev kadınlarına prim desteği ile yıpranma hakkının verilmesine yönelik düzenlemelerin de yeni dönemde çalışmaları yapılacak sosyal güvenlik reformu kapsamında ele alınacağı belirtiliyor.

(T-24)


T-24 "KÖŞEBAŞI" -6 Ağustos 2024-

 

CHP’deki kadın kolları seçimine müdahale, parti içine dair ne söylüyor? -Candan Yıldız-

Siyasi partilerde erkek yöneticilerin kadın kollarıyla kurduğu ilişki eşit olmayınca tepeden müdahaleler cinsiyet eşitliği mücadelesini zedeler. Kadın kollarının araçsallaştırılması, siyaset sahasının en emektar cinsini karar süreçlerinde etkin kılmaz.

T24 yazarı Murat Sabuncu, konuşulan yazısında CHP’deki iç karışıklığın büyüdüğüne dikkati çekmişti.

Pazar günü yapılan 15. Olağan CHP Kadın Kolları Kurultayı’ndan çıkan sonuç, kurultay günü yaşananlar, partideki bazı erkek siyasetçilerin kurultaya müdahale ettiğine ilişkin açıklamalar, iç karışıklığı gidermeye dönük pansumanın yapılmadığını gösteriyor.

Kadın adayların söylediklerine tek tek bakalım ki fikir versin.

Merve Kır, kendisi  CHP Kadın Kolları MYK Üyesi, 8 yıldır Zonguldak İl Kadın Kolları Başkanlığı görevini yürütüyor. Teşkilattan gelen bir isim. Adaydı ve son anda adaylıktan çekildi.

Kır, X hesabından “Sonuçlar neticesinde başkan seçilen Asu Kaya'dan ziyade, ondan daha fazla emeği olan, çaba sarf eden Veli Ağbaba ve Ulaş Karasu’yu tebrik ediyorum” diyerek mevcut yönetimde etkili olan isimlerin kurultaya müdahale ettiğini açıktan söyledi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve PM üyesi Aylin Nazlıaka da kurultay öncesi yaptığı açıklamada, “kadınların baskı altına alınmadığı, özgür iradeleriyle oy kullandığı” bir kurultay  temennisinde bulunarak kadın delegelere baskı yapıldığını ima etmiş oldu.

CHP’de hâlâ “kol” statüsünde olan kadın kollarının ağırlığının olup olmadığı, yüzde 33 olan cinsiyet kotasının parti içindeki cinsiyetçi mücadeleyi tek başına güçlendirip güçlendirmediği her seçimli kurultay süreçlerinde kendini açık eder.

Kurultay süreçleri bir partiye dair çok şey söyler.

CHP tüzüğüne göre olağan kongre süreçleri, kadın kolları genel başkanlığınca hazırlanacak seçim yönergesi ile düzenlenir.

Mevcut kadın kolları başkanlığı, olağan kurultayda sandıkları il alfabetik sırasına göre hazırlamış ve oy kullanılacak kabine telefonla girilmemesi kararı almış. Ama kurultay günü “teamüle” uygun değil denilerek sandıklar alfabetik sıraya göre sıralanmamış. Konuştuğum bazı CHP’li isimler alfabeye göre olmasını istemediler çünkü hangi kadın delegenin kime oy verdiği belli olacaktı yorumunu yaptılar.

Kimi kadın delegelerin kaldıkları otelde ziyaret edilerek ikna edilmeye çalışıldığı, kullanılan oyun fotoğrafının çekilmesinin istendiği yönünde iddialar da var.

Bütün bu müdahaleler CHP’deki iktidar mücadelesinin bir iz düşümü…

CHP’deki ekipleşmelerin (Kılıçdaroğlu-Özel-İmamoğlu) kadın kolları seçimine yansıdığı açık.

Öğrendiğim kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamoğlu’nun seçimlere dolaylı ya da doğrudan bir müdahelesi olmamış.

Eylül ayında yapılması planlanan tüzük kurultayının seçimli kurultay olup olmayacağı da müdahelelerin nedenini açıklıyor gibi.

662 kadın delegenin oy kullandığı seçimde, 487 oyla CHP’nin yeni kadın kolları başkanı seçilen Asu Kaya’ya gelince…

Asu Kaya, Osmaniyeli bir hekim. Yeni CHP’li… “Partide emeği olan, örgütlerle bağı olan bir isim değil” yönünde eleştiriler var.

Siyasi partilerde erkek yöneticilerin kadın kollarıyla kurduğu ilişki eşit olmayınca tepeden müdahaleler cinsiyet eşitliği mücadelesini zedeler.

Kadın kollarının araçsallaştırılması, siyaset sahasının en emektar cinsini karar süreçlerinde etkin kılmaz.

Parti içi demokrasinin turnusol kağıdıdır seçimlerde o yapının kendi adayını çıkarabilmesi, teşkilatların iradesinin aday seçimlerine yansıması…

T24’e konuşan eski İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer mevcut yönetimin kapsayıcı olmadığını, CHP’nin daha demokratik bir örgütlenmeye gideceğini umduğunu söylemişti.

CHP’de “değişimle” başlayan yeni süreç “eski” siyaset biçiminin değişmediği sürece dönüşürse -ki emareler o yönde- tabanın siyaseti kurma, yayma, örgütleme, motive etme, harekete geçirme “kolları” da zayıflamış ya da kesilmiş olur.

Parti içi “hakimiyet” müdahaleleri günü kurtarabilir ama geleceği biraz zor… Diğer yandan 1927 yılında “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Laiklik”, 1935 yılında “Devletçilik” ve “Devrimcilik” ilkelerinden oluşan Altı Ok ambleminde değişikliğe gidileceği yönünde Özgür Özel’den gelen açıklamaları düzeltmek parti sözcüsü Deniz Yücel’e düştü. Eğer parti tabanında ve parti içinde tartışılsaydı bu şekli değişiklik, “Değişiklik söz konusu değil” açıklaması yapılmazdı herhalde…

Altı Ok’taki “Devletçilik” okunun yarısının yeşile, diğer yarısının mora boyanması isteğinden geri adım atılması “değişim” iddiasının zayıflığına işaret mi bilinmez ama yerel seçimlerde aldığı oyu koruyan hatta daha da artıran bir partinin farklı kesimlerin temel sorunlarına yanıt üretmeye çalışması, o kesimleri inandırması ve bunu somut adımlarla göstermesi, renklerle uğraşmaktan daha elzem olsa gerek…

                                                                /././

AKP'nin Instagram'la kavgası -Füsun Sarp Nebil-

AKP, sosyal medya şirketlerine ders vermek istiyorsa, önce halkını dinlesin ve özgürlükleri sağlasın.

AKP'nin Instagram engellemesi devam ediyor. Bu hamle AKP'nin planlamadan, önünü arkasını düşünmeden, sadece bir anlık düşünce ile yaptığı hareketlerden birisi olarak tarihe geçti ama partiye pahalıya mal olacak gibi gözüküyor. Twitter üzerindeki yayınları dinliyorum. Şehirlerdeki küçük esnaf ve küçük reklam şirketleri ile influencer'lar çok rahatsız olmuş durumdalar. Çünkü para kaybediyorlar. Bu nedenle devamlı "En kısa zamanda açılır herhalde" temennileri yapıyorlar. Ama öyle gözükmüyor. AKP bugün hatayı katmerlendirdi. 4 gündür açıklamadıkları neden için, dümeni yeni bir yöne çevirdiler ve işin içine PKK'yı kattılar.

Instagram yetkililerinin bugün yaptığı görüşmede, AKP iktidarının taleplerine olumlu yaklaşılmadığını anlıyoruz. Yaklaşılması da beklenemez çünkü Meta Amerikalı bir şirket ve ABD, dünkü yazımızda da belirttiğimiz üzere Hamas için terör grubu tanımı yapıyor. AKP ile anlaşsa, kendi ülkesine ters düşer.

Ama duyumlara göre, AKP -anlaşılan yaptığı hatayı kendi lehine çevirmek için- başka bir hamle yapmış ve PKK'lı hesapların engellemesini istemiş. Şimdi ortamda bol bol bunun konuşulduğunu ve Instagram'ın PKK yüzünden engellendiğinin söylendiğini göreceğiz. Ne de olsa kullanışlı bir araç. Hatırlayın, seçimde bile Kılıçdaroğlu'nun PKK ile sahte videoları bile bile kullanılmıştı.  

AKP, Instagram'ın nasıl bir şey olduğunun farkında mıydı?

İddiaya girerim, engelleme yaparken AKP yöneticileri Instagram'ın ne anlama geldiğinin (üzerindeki ticaretin) farkında değillerdi. Sadece eğlence aracı olduğunu sanıyorlardı. Aşağıdaki mesajı tweetleyen Ticaret Bakanına da rica edeceğim birisi lütfen anlatsın neyin ne olduğunu. Yoksa adamcağız -hatta Anadolu’daki AKP seçmenine bile- çok fena mahcup olacak.

Ama zaten Bakanın tweet'ine cevap, İstanbul Planlama Ajansı Başkanı Dr. Buğra Gökçe'den gelmiş. Bu uzun tweet'e tıklayarak, detayı okuyabilirsiniz. Umarız Ticaret Bakanı da bu vesileyle, yeni ekonominin bu boyutunu öğrenmiş olur.

Biz de bu yazıda Bakan Bey'e ve diğer AKP'lilere bu yeni ekonomi aracının nasıl çalıştığına dair biraz fikir verelim.

Instagram üzerinden 2024'te 300-340 milyar TL (10 milyar dolar) hacim dönüyor olabilir

Instagram'ın Türkiye’de etkilediği ticaret hacmi ne kadar? Elektronik Ticaret İşletmecileri Derneği (ETİD) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Emre Ekmekçi bu hacmi şöyle açıklıyor:

"Toplam e-ticaretin içindeki yüzde 10'luk kısım sosyal medyada yapılıyor. Günde 930 milyon TL'ye denk geliyor. Platformlara trafik oluşturan influencer'larla birlikte 1,9 milyar liralık bir hacim etkilenebilir. Bire bir yok olmaz ama başka zamana veya başka bir platforma kayar."

Türkiye’de e-ticaret 2023 yılında 1,8 trilyon TL olarak gerçekleşti. Bu sene rakamın 3,4 trilyon TL'ye ulaşması bekleniyor. Bu rakamın yüzde 10'unu hesaplarsak 2024 yılında (engelleme olmadığı zaman) tam 340 milyar TL'lik kısım Instagram üzerinden geçecek anlamına geliyor.

Emre Ekmekçi'ye bunun detayını sorduk. Şunları iletti:

"Günümüzde sosyal ticaret e-ticareti yeniden şekillendirmiş durumda. Doğrudan sosyal medya platformlarında gezinerek alışveriş yapmak, artık e-ticaretin yeni normallerinden biri… Özellikle Z kuşağı, bir zamanlar Google'da yaptıkları aramalar için artık TikTok'u kullanıyor. 2021’de ABD’de sosyal ticaret kanalları aracılığıyla 37 milyar dolarlık mal ve hizmet satın alınırken; 2025 yılına kadar, bu rakamın yaklaşık 80 milyar dolara veya toplam ABD’deki e-ticaretin yüzde 5’ine çıkması bekleniyor. Küresel olarak bakıldığında ise sosyal ticaret pazarının 2025 yılına kadar 2 trilyon doların üzerine çıkması bekleniyor. 2 trilyon dolarlık bir pazar olarak sosyal ticaret, aslında markaların görmezden gelemeyeceği kadar büyük.

Ülkemizde de benzer bir durum söz konusu. E-ticaretin yüzde 10’unu sosyal medya oluşturuyor. Türkiye perakendesinin yüzde 2’si ise doğrudan sosyal medya üzerinden gerçekleşiyor. İndirekt olarak influencer'ların platformlara yarattığı ciro yüzde 8 civarında. E-ticarette sosyal medya üzerinden gerçekleşen ticaret trafiği direkt olarak günde 931 milyon TL'yi, indirekt olarak günde 978 milyon TL’yi buluyor. Instagram’ın kapatılması da toplamda 1.9 milyar TL’lik bir ciro kaybı anlamına geliyor."

Peki engelleme sürerken, devlet ne kadar kaybediyor?

Şimdi bu rakamın içindeki vergi kaybını düşünürsek, yüzde 20 KDV ve yüzde 15 influencer kesintisi üstüne ortalama yüzde 25 gibi kurumlar vergisi ve gelir vergisini hesaba katarsak; 300 milyon TL + 400 milyon TL gibi yani günlük 500-700 milyon TL civarı bir kayıptan bahsedebiliriz.

Cumadan itibaren, bugün dahil 4 gün geçtiğine göre, devlet de 4 günde muhtemelen 2-3 milyar TL civarı gelirden olmuş olabilir.

Instagram'da ticaret nasıl dönüyor?

Instagram üzerinden alışveriş şöyle oluyor. Bunu bir platform sağlıyor. Bu platformu kullanarak, yukarıda Ekmekçi'nin tahminen verdiği rakamları kazanmak mümkün oluyor. Bunların bir kısmı, reklam, bir kısmı satışlar, bir kısmı da verilen linkler üzerinden satışlar. Karşılığında da Instagram'a bir ücret ödeniyor. Peki bu hacmin içinde neler var?

  1. Ürün satışı
  2. Hizmet satışı
  3. Influencer hizmetleri (markalarla)
  4. Reklamlar
  5. Affiliate link
  6. Canlı yayın
  7. Takipçilerden abonelik geliri
  8. Instagram danışmanlığı ve koçluk hizmetleri

Instagram kendi platformunu kullanarak, bu işleri yapanlardan çeşitli ücretler alıyor. 2023'te tahminen 40 milyar dolar (1,3 trilyon TL) ciro yaptı. Bu 135 milyar dolarlık toplam Meta gelirlerinin yüzde 29'u. (tahminen veriliyor.) Türkiye'deki cirosu için rakam açıklanmıyor. Tahminen 10-20 milyar TL düzeyindedir diye düşünüyorum.

Instagram trafiği TikTok'a aktarılmaya mı çalışılıyor?

Şimdi başka bir spekülasyona bakalım. Bugün "influencer" ekosisteminden bir uzmanla konuştum. Instagram olayını şöyle yorumladı;

"AKP hükümetinin Çin yakınlığı da bir etken olabilir. Şöyle ki; Instagram üzerinde ciddi bir ticaret dönüyor. TikTok bunu almak için uğraşıyor ama zor olacak. Çünkü erken gelen oturur usulü, Instagram alanı kapmış durumda.

Şu anda Instagram, toplam e-Ticaretin yüzde 10'unu gerçekleştiriyor. TikTok tarafı ise yüzde 1-2'lerde. Şimdi Instagram engellenince ne olur? Yapılmış anlaşmalar var. Bunlar havada asılı mı kalacak? Tabii ki yeni mecra bulacak. Bu mecra nedir? TikTok. Bu Instagram engelleme uzun sürerse, durum tersine dönebilir. Yani TikTok yüzde 10, Instagram yüzde 1-2'ye dönüşebilir."

Duruma son dönemde üst üste yaşanan BYD'ye tanınan teşvikler, TBMM'nin Huawei ile Çin Gezisi, Trendyol'un lisans ücreti gibi konulardan bakıldığında, yani İbrahim Kahveci'nin Trendyol yazısındaki başlığa atıf yaparsak, hükümetin git gide Çin merakının arttığını görüyoruz. Böyle bir  dönemde, Instagram engellemesinin arkasındaki neden bu olabilir mi? Bilemiyoruz ama bu yönde spekülasyonlar yükseliyor.

AKP, sosyal medya şirketlerine ders vermek istiyorsa, önce halkını dinlesin ve özgürlükleri sağlasın

Bugün Instagram ile yapılan görüşme sonrasında Cumhurbaşkanı "ev zencisi" diye bir yorum getirdi. Zencileri biliyoruz ama "ev zencileri" ne demek anlamadık. Malcolm X'in bir tanımından bahsediliyor. Sanırım rahatını bozmamak için her şeye evet diyenler anlamına geliyor. Bence yanlış kullanılmış.

Muhtemelen, Erdoğan burada halkın kendi yanında olup, sosyal medya şirketlerine karşı çıkmasını kastediyor. Bir önceki yazımızda belirtmiştik hatta CHP'den de yardım istiyor. (Sosyal medya kanunu sonrası, Türkiye'de temsilcilik açmaya yanaşmayan sosyal medya şirketlerine baskı yapmaları istendi.) Çünkü Instagram engellemesinin sonuçlarını tahmin edemediler. Giderek daha fazla sıkıntı yaratacak bir konu bu. PKK filan konusunu açmaları da işe yaramayacak çünkü işin içinde, yaygın bir (bireysel ve kurumsal) kullanıcı kitlesini etkileyen büyük para var.

AKP düşünmeden yaptığı hareketin sonucunda tahmin edemediği bir sıkıntıya düştü. Ama bu noktaya geldiğinde, ne halk ne de CHP, AKP'nin bu hatasının üstesinden  gelmesine yardımcı olamaz. Çünkü zaten halkın -ya da kendi ifadelerine göre milli iradenin- isteği ile yapılmış bir hareket değildi bu.

Önceki yazımızda da belirttik; sosyal medyanın patronu kullanıcılarıdır. Ama AKP de kullanıcılarla aynı düşüncede değil. Tersine kullanıcıları sürekli üzüyor. 17 yıldır kendi hatalarını yazan içerikleri sansürlemekle uğraşıyor.

Diğer yandan, milli iradenin Haniye konusuna nasıl yaklaştığına bakarsak da,  halk yabancı bir ülkedeki partinin yöneticisi -başkanı bile değil- bir kişi için yas ilan edilmesi ve mesajları engellendiğinde, Instagram'ın toptan engellemesi konusunda AKP gibi düşünmüyor. Bunu hiç analiz etmişler mi? Diğer yandan Haniye diye başlayıp, PKK diye konuyu saptırmak işe yarar mı?

AKP'ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a halkını yani milli iradeyi dinlemeyi öneriyoruz. Ülkenin ne istediğine daha yakından bakarsa, halkının istediği şeylere önem verip, yerine getirmeye çabalarsa, özgürlüklere özen gösterirse, o zaman sosyal medya şirketlerine tepki gösteriyor oluruz.

                                                              /././

Yerlikaya'nın konutundan çıkan ikamet izinlerinin arkasında ne var? -Tolga Şardan-

Kısa süre öncesine kadar, nüfus ve vatandaşlık sistemi ile göç ve ikamet işlemlerinin yönetildiği sistem birbiriyle entegre yani tümleşik değildi. Diğer bir deyişle, birbiriyle bağlantılı olarak faaliyet yürütülemiyordu. Bunun anlamı şu: Bir yabancı Türkiye'de ikamet izni alabilmek amacıyla "herhangi bir adresi" devlete bildirip onay talebinde bulunuyordu!

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın Ankara'daki resmi konutunun adresinde ortaya çıkan "yabancı ikamet" skandalını duyurduğum Büyüteç'teki son yazı epeyce tartışıldı. Instagram krizine rağmen halen tartışılmaya devam ediliyor.

Göreve geldiğinden bu yana kendisinden önceki dönemden kalan pek çok sıkıntılı ve sorunlu işi düzeltmeye çalışan İçişleri Bakanı'nın karşılaştığı tabloyu ister fıkra, ister şaka, ister güncel ülke gerçeği olarak tanımlayın. Size kalmış.

Ancak bilinen tek gerçek; ülkenin içinde bulunduğu mülteci, göçmen ve sığınmacı konusunda sürecin artık raydan çıktığıdır. Hangi uygulamalarla yeniden yoluna nasıl sokulacağı da şimdilik muamma.

Ülkede ikamet sahibi hemen herkesin her an yaşayabileceği, İçişleri Bakanı'nın bile konu olduğu bu süreçle ilgili yeni bilgileri ortaya koymak zorunlu hale geldi, doğal olarak.

Göç ve göçmenler konusunda yürürlükte olan mevzuat belli.

Türkiye'de kısa ya da uzun süreli ikamet iznini almak, Türk vatandaşlığı hakkını kazanmak, mülteci veya sığınmacı statüsünde geçici barınma olanağını sağlamak, çalışma iznine sahip olmanın hepsinin ayrı ayrı koşulları var.

Göç İdaresi Başkanlığı bünyesindeki iş ve işlemler mevcut yasa ve yönetmelikler üzerinden yürütülüyor.

Sıkıntının arka planında ne var?

Fakat mevcut yasa ve yönetmeliklere karşın İçişleri Bakanı'nın resmi konutunun adresinde bile böyle bir olay yaşanıyorsa bir yerde / yerlerde aksayan bir şeyler var demek ki.

Olayın ardından hafta sonunda bazı yeni bilgiler edindim, paylaşayım.

Bilindiği üzere, İçişleri Bakanlığı'nın çatısı altında nüfus ve vatandaşlık işlerinin yürütüldüğü özel bilgisayar sistemi var.

Adı MERNİS. Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi. Tüm nüfus ve vatandaşlık işleri bu işletim sistemi üzerinden sağlanıyor.

Ülkede kayıtlı TC kimlik numarasına sahip tüm bireylerin işlemleri bu sistemden yürüyor. Ayrıca yabancılara geçici olarak verilen Yabancı Kimlik Numarası ile yapılan iş ve işlemler de yine aynı sistemden sağlanıyor.

Göç idaresi konusunda ise, ayrı bir işletim sistemi kullanılıyor. Göç İdaresi Başkanlığı'nın kullanımında iki ayrı bilişim sistemi var.

İlki göçmenlerin işlemlerini takip ettikleri göç randevu sistemi. Diğeri ise, ikamet başvurularının yönetildiği ayrı bilişim sistemi.

Hem nüfus ve vatandaşlık, hem de göç ile ikamet işlemleri e-devlet üzerinden yürütülüyor.

Entegre olmayan iki sistem

İşte kritik nokta tam da burası.

Kısa süre öncesine kadar, nüfus ve vatandaşlık sistemi ile göç ve ikamet işlemlerinin yönetildiği sistem birbiriyle entegre yani tümleşik değildi.

Diğer bir deyişle, birbiriyle bağlantılı olarak faaliyet yürütülemiyordu.

Bunun anlamı şu: Bir yabancı Türkiye'de ikamet izni alabilmek amacıyla "herhangi bir adresi" devlete bildirip onay talebinde bulunuyordu!

Dolayısıyla; son örnekte ortaya çıktığı gibi, Türkiye'den ikamet izni isteyen iki askeri öğrenci, İçişleri Bakanı'nın resmi konutunu ikamet adresi olarak Göç İdaresi Başkanlığı'na bildirdi.

Burada bir not düşeyim: Resmi konutun adresi gerçekten izni talep edenlerce mi yoksa aracılar tarafından mı verildi? Sorunun yanıtı savcılık soruşturmasında ortaya çıkacak.

Devam ediyorum.

Söz konusu adresin İçişleri Bakanı konutu olduğu ise, MERNİS kayıtlarında yani başka bir teşkilâtın yönetimindeki sistemde görünüyor.

Hâl böyle olunca, iş ve işlemlerden haberdar ol(a)mayan iki ayrı sistem, alarm vermeksizin taleplere onaylar hale dönüşüyor.

Oysa tersine olması halinde işlerin bu boyuta gelmesinin önüne geçilmesi sağlanabilecekti.

Burada şeytanın avukatlığını yapma zamanı sanırım.

İki sistemin birbiriyle entegre olması halinde, özellikle seçim döneminde yaşanan "adrese yabancı kayıtları" iddiaları da gündeme gelmeyecekti!

Göç İdaresi Başkanlığı'nı kullandığı yabancıların randevu talep sistemini geçen haziran itibarıyla yeniledi.

Yenileme sırasında sıkıntılara neden olan sorunun da çözüldüğünü ülkece umalım.

Madalyonun arka yüzü

İki ayrı birimin kullandığı iki ayrı bilişim sisteminin entegre olmamasından kaynaklanan sorun kadar önemli bir başka konu daha var.

Göç, ikamet, nüfus ve vatandaşlık konularından evrak üzerindeki işlemlerin yürütülmesiyle saha da yapılan kontrol ile denetimlerin eş güdümlü yönetilememesi.

Daha açık ifadeyle, göç idaresi ile nüfus ve vatandaşlık birimleri evrak üzerindeki tüm iş ve işlemlerini kağıt üzerinden yönetiyor.

Buna karşın bir de saha gerçeği var elbette. Evrak sahiplerinin denetlenmesi, kontrolü ya da herhangi bir adli suça karışmaları halinde adli kolluk ile savcılıklarca yapılacak işlemlerin yürütülmesinde kimi zaman aksamalar yaşanıyor.

Kurumların kendi arasındaki yetki ve sorumlulukların farklı olması yani örtüşmemesi sahada kaçak göçmen ile mücadeleyi zorlaştırıyor.

Sürece sadece kayıt ve izin olarak bakmak, yanıltıcı sonuçlar doğmasına sebep oluyor. Bu çerçevede, merkezde alınan kararların evrak yönetimi yerine saha gerçeğine göre yapılması kaçınılmaz hale geliyor.

Ayrıca valilikler bünyesindeki il göç müdürlüklerinde adli kolluk işlemleri konusunda yetkin olmayan personelin istihdam edilmesi, yine saha gerçeğinin farkına varılmamasının sebebi. Kaldı ki; il göç müdürlüklerinde iş ve işlemlerin sadece evraktan ibaret olduğunun düşünülmesi saha gerçeğinin dikkate alınmamasında başka bir boyut kuşkusuz.

Yerlikaya'nın açıklamasındaki vahim tablo

Büyüteç'i kaleme aldığım dün öğle saatlerinde İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, göçmenlerle ilgili açıklaması ekrana düştü.

AKP İnsan Hakları Eğitim Programı'nda Suriyeli göçmenler hakkında bilgiler paylaşan Yerlikaya, Türkiye'deki kayıtlı 3 milyon 103 bin Suriyeli göçmenden 729 bininin devlete bildirdikleri adreslerde bulunamadığını açıkladı.

Yerlikaya'nın söz konusu açıklamasına, bu satırlarının yazarının kamuoyuna duyurduğu iki yabancıya verilen ikamet izni skandalının bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.

İçişleri Bakanı, "kral çıplak" dedi, bu açıklamasıyla.

Yerlikaya'nın açıklamasını destekleyen yakın zamandan bir örnek vereyim, konuyu daha iyi anlatmak için.

Hemen her gün Resmi Gazete'yi inceleyen bir meraklı olarak yargı ilanlarına özellikle göz atarım.

Haklarında yargı kararı verilen ancak kendilerine bir türlü ulaşılamayan kişilere yönelik ilanlardır bunlar.

Uzunca bir süredir yayımlanan ilanlar incelediğinde, en az TC kimlik numarası taşıyanlar kadar belki de daha çok Yabancı Kimlik Numarası taşıyan yabancılar hakkında verilen ilanları görmek mümkün.

Yani; bu coğrafyada suç işlediği iddia edilen, yargılanan beraat eden ya da adli ceza alan yabancıların sırra kadem bastığını görmek mümkün.

Suça karışmayıp kaybolanların yanında suça karışıp değişik adli cezaları almalarına rağmen kaybolan yabancıların varlığı daha vahim kanımca.

                                                              /././

"Ekonomik dayatma": Daha çok yoksullaşma -Yalçın Doğan-

Hukuk, çevre, eğitimde nasıl bir dayatma varsa, ekonomide de dayatma var. TÜİK'in gerçek dışı enflasyon oranı, otoriter baskının dayatması. O oran üzerinden ücretlerin düşük kalmasına dayatma...

En vahşi iki artış eğitimde ve konutta.

Yıllık fiyat artışı eğitimde yüzde 104.50, konutta yüzde 98.48.

Yazın bu oranları bir kenara, unutmayın!..

Unutulmaması gereken başka bir olay daha var. Şu söze bakın:

"Bildiğimi okurum, istediğimi yayınlarım, istemediğimi yayınlamam diyorlar. Biz bunu kabul etmiyoruz. Değerlerimize saygı duyan, daha temiz bir sosyal medya tesis etmek için ne gerekiyorsa, yapacağız".

Bürokratik ağırlığı nedir bilmiyorum ama, bu sözler Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Ömer Fatih Sayan'a ait. Instagram HAMAS lideri Haniye ile ilgili taziyeleri kaldırınca, Bilim ve Teknoloji Kurumu (BTK) Instagram'a erişimi engelliyor. Elbette siyasi iradeyle.

Madem öyle...

Ömer Fatih Sayan'ın bağlı olduğu AKP iktidarı...

"Anayasa Mahkemesi'nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarını 'istersem uygularım, istersem uygulamam'  demiyor mu?.. Siyaseten işine gelmediği kararlara 'yok hükmündedir" demiyor mu?..

Üstelik o kararlara uymak Anayasa'nın emri.

Keyfilikten Anayasa delik deşik olmuş, sosyal medyaya laf ediyorlar.

"Değerlerimize saygı duyan" diyor, senin değerlerin benim değerlerimle uyuşmuyorsa ki, hiçbir biçimde uyuşmuyor, ne olacak?..

Baskı ve otoriter yönetim olacak, 2018'den bu yana olduğu gibi.

Çevreden eğitime, hukuktan sağlığa hayatın her alanında gördüğümüz dayatma gibi.

TÜİK bildiğiniz gibi

Bir dayatma da ekonomide.

TÜİK her zamanki gibi, yine asla inandırıcı olmayan aylık ve yıllık enflasyon oranlarını açıklıyor. Haziran'da yıllık enflasyon yüzde 71.60 iken, Temmuz'da yüzde 61.78'e geriliyor.

Başa dönersek...

En vahşi iki artış konutta ve eğitimde.

Eğitimde yıllık fiyat artışı yüzde 104.50, konutta yüzde 98.48.

Diğerlerinin de, aşağı kalır tarafı yok.

Gıdada fiyat artışı yüzde 58.91.

Sağlık hizmetlerinde yüzde 88.

Haberleşmede yüzde 47.96.

Bunlar hayatın vazgeçilmez, zorunlu alanlardaki resmi fiyat artışları.

Yüzde 61.78 üzerinden Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek "enflasyon düşüyor" diye açıklamada bulunuyor.

Satın alma gücü

Gerçekçi ölçü satın alma gücünden geçiyor.

Fiyat artış hızı azalıyor olabilir ama, bu fiyatların artmadığı anlamına gelmiyor. Artıyor, hem de fena artıyor.

Önemli sektörlerdeki fiyat artışları hayat pahalılığına işaret ediyor.

Hayat pahalılığının ölçüsü ne?..

Satın alma gücü.

Hesap o kadar karışık değil.

Asgari ücret 2024 başından bu yana 17.002 lira.

Temmuz enflasyonu ile birlikte, 17 bin lira olan asgari ücret 13.204 liraya düşmüş bulunuyor.

Kağıt üstünde 17 bin lira görünüyor ancak, satın alma gücü açısından 4 bin liraya yakın kayıp söz konusu.

En düşük emekli aylığına gelince...

10 bin lira olan en düşük emekli aylığı, AKP matah bir artış yapmış gibi, bir süre önce 12.500 liraya yükseliyor.

Temmuz enflasyonu ile birlikte, 12.500 lira olan en düşük emekli aylığı 9.750 liraya düşmüş bulunuyor.

Kağıt üstünde 12.500 lira görünüyor ancak, satın alma gücü açısından 2.750 liralık kayıp var.

Bunun adı yoksulluğun derinleşmesi.

Gelirler reel olarak düşerken, konut, sağlık, eğitim gibi zorunlu harcama kalemlerine ulaşmak her geçen gün biraz daha güçleşiyor. Bazı gençler okulu bırakmak zorunda kalıyor.

Satın alma gücündeki bu anormal düşüşün son iki yılda gözle görülen başka bir sonucu var:

Orta sınıf yok oluyor.

Toplum yapısı içinde en tehlikeli gelişmelerden biri.

Asıl dört kalem

Satın alma gücünü feci biçimde düşüren ne?..

Özelikle doğalgaz, elektrik, ÖTV ve KDV artışları.

Bunlar doğrudan iktidarın yaptığı zamlar. O zamlar her ürünün fiyatını artırıyor, sudaki fiyat artışı bile yıllık yüzde 75'i buluyor.

Doğalgaz, elektrik, ÖTV ve KDV'deki zamlar kalıcı, sadece Temmuz ayı enflasyonunu körüklemekle kalmıyor. Ekonomide üretilen bütün mal ve hizmetlerde fiyat artışlarını tetikliyor.

Daha kötüsü...

Tetiklemeye devam edecek.

Mehmet Şimşek istediği kadar, "enflasyon düşüyor" desin...

Satın alma gücü daha da düşecek.

Yoksullaşma yıl sonuna doğru daha da artacak.

Ekonomik dayatma

Hukuk, çevre, eğitimde nasıl bir dayatma varsa, ekonomide de dayatma var.

TÜİK'in gerçek dışı enflasyon oranı, otoriter baskının dayatması.

O oran üzerinden ücretlerin düşük kalmasına dayatma.

ÖTV, KDV artışları, kamu mal ve hizmet zamları dayatmanın fiili durumu.

Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayarak, nasıl hukuki dayatma söz konusu ise, TÜİK üzerinden milyonlarca insanın hayatına da dayatma.

Keyfilik o dayatmanın bir başka aracı.

Bir de, "bizim istediğimizi yapmıyorlar" diye, Instagram'a erişim engeli getirmezler mi!..

(T-24)