13 Eylül 2024 Cuma

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM"

 

7 bin liranın sırrı ne? -Murat Batı-

Taslak Tebliğe göre bir mükellef (mükellef olmayanların kendi aralarında yapacakları işlemler hariç olmak üzere) 7 bin lirayı aşan tutarda para göndermeye kalkarsa bunu banka ya da finansal bir kurum aracılığıyla yapmak zorundadır

Hazine ve Maliye Bakanlığı (Gelir İdaresi Başkanlığı) 9 Eylül 2024'te kendi internet sayfasında 459 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğine değişiklik yapılmasına ilişkin bir tebliğ taslağı yayımladı.

Söz konusu Tebliğ taslağında yer alan "Tevsik zorunluluğu kapsamında olanların (mükellef olmayanların kendi aralarında yapacakları işlemler hariç olmak üzere) yapacakları, 7.000 TL'yi aşan tutardaki her türlü tahsilat ve ödemelerini  aracı finansal kurumlar kanalıyla yapmaları ve bu tahsilat ve ödemeleri söz konusu kurumlarca düzenlenen belgeler ile tevsik etmeleri zorunludur." ifadesi basında tartışmalara neden oldu.

Öncelikle hem 459 Sıra No.lu Tebliğ hem de GİB'in 9 Eylül'de yayımladığı taslak tebliğde geçen aracı finansal kurum ifadesinden 5411 sayılı Bankacılık Kanununda tanımlanan bankaların, 6493 sayılı Ödeme ve Menkul Kıymet Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanun kapsamında yetkilendirilmiş ödeme kuruluşlarının ve 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanununa göre kurulan Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketinin (PTT) anlaşılması gerekir.

Bu taslak Tebliğe göre bir mükellef (mükellef olmayanların kendi aralarında yapacakları işlemler hariç olmak üzere) 7 bin lirayı aşan tutarda para göndermeye kalkarsa bunu banka ya da finansal bir kurum aracılığıyla yapmak zorundadır.

Buradaki mükellef olmayanlar kavramı oldukça önemlidir. Örneğin bir devlet memuru emekli babasına 10 bin lira para verecekse bunu -7 bin lirayı geçse bile- bankadan vermesine gerek yoktur.

Ancak bu kişiler mükellef ise durum farklılık arz edecektir. Şöyle ki hem 459 Sıra No.lu Tebliğ hem de GİB'in 9 Eylül'de yayımladığı taslak tebliğde geçen tevsik zorunluluğu kapsamında olanlar ifadesi Vergi Usul Kanununun 232'nci maddesinin birinci fıkrası kapsamında fatura almak zorunda olan birinci ve ikinci sınıf tüccarları, serbest meslek erbabını, kazançları basit usulde tespit olunan tüccarları, defter tutmak mecburiyetinde olan çiftçileri, vergiden muaf esnafı kapsar.

Örneğin bir mükellefe yapılacak bir işten kaynaklı para ödemeleri 7 bin lirayı aşıyorsa banka ya da finansal kurum aracılığıyla yapılmak zorundadır. Burada geçen mükellef kavramı ise market, restoran, galeri gibi ticari kazanç, zırai kazanç, avukat, doktor gibi serbest meslek kazanç sahiplerini kapsamaktadır. Ayrıca evini, dükkânını kiraya veren (emekli dahi olsa) kişiye ödenecek kira tutarı da tutara bakılmaksızın banka ya da finansal kurumlar aracılığıyla ödenmesi gerekmektedir.

7 bin lira neye göre belirlendi?

24 Aralık 2015 günü Remi Gazete'de yayımlanan ve 1 Ocak 2016'da yürürlüğe giren 459 sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayı, belli kurumların kayıt ve belgeleri yardımıyla tespit etmek ve böylece kayıt dışılığı önlemek amacı doğrultusunda tahsilat ve ödemelerde tevsik zorunluluğu getirilmesi amaçlanmıştır.

459 Sıra Nolu Tebliğ ile tevsik zorunluluğu kapsamında olanların, kendi aralarında ve tevsik zorunluluğu kapsamında olmayanlarla yapacakları 7 bin TL'yi aşan tutardaki her türlü tahsilat ve ödemelerini aracı finansal kurumlar kanalıyla yapmaları ve bu tahsilat ile ödemeleri söz konusu kurumlarca düzenlenen belgeler ile tevsik etmeleri zorunlu tutulmuştur.

Bu kapsamda örneğin her türlü mal teslimi veya hizmet ifasına ilişkin tahsilat ve ödemelerin, avans, depozito, pey akçesi gibi suretlerle yapılacak tahsilat ve ödemelerin, işletmelerin kendi ortakları ve/veya diğer gerçek ve tüzel kişilerle yaptığı her türlü tahsilat ve ödemelerin 7 bin lirayı aşması durumunda, aracı finansal kurumlar kanalıyla yapılması ve bu işlemlerin söz konusu kurumlarca düzenlenen belgeler ile tevsik edilmesi zorunluluğu getirilmiştir.

Buna göre 7 bin liralık tutar ilk olarak 1 Ocak 2016'da geçerli olmak üzere 459 Sıra Nolu Genel Tebliğ'de yer aldı. Ve o tarihten bu yanadır da 7 bin liralık tutar hiç değiştirilmeden aynen korundu.

Peki, 7 bin liralık tutar neden hiç değiştirilmedi? Bunun cevabı için isterseniz bu tutarın yıl bazında dolara endeksleyerek değerlendirelim.

Aşağıda Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının internet sayfasında yer alan ve her yılın ilk iş günündeki dolar alış kuru dikkate alınarak tablo oluşturulmuştur.

Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere 2016'nın ilk iş günü olan 4 Ocak tarihli dolar alış kuru 2,94 TL'dir. 7 bin lirayla o tarihte 2 bin 381 dolar alınabiliyordu. Daha basit bir ifadeyle banka ya da finans kurumları aracılığıyla gönderme zorunluluğunun alt sınırı 2.381 dolardı. Bugün ise 236 dolar. 2.381 doların karşılığı daha basit bir ifadeyle 7 bin liranın olması gereken tutar (2024 yılının ilk iş günü dolar alış kuru uyarınca) yaklaşık 71 bin liradır. Oysa bu tutar hâlâ 7 bin lira yani yaklaşık 10'da biri kadar.

Konuya devlet açısından bakarsak 7 bin liranın daha da düşürülmesinde fayda var elbette ancak gerçek şu ki 2016'daki 7 bin lira bugünkü 7 bin lira ile aynı değil. 2016 yılında net asgari ücret 1.300 TL idi ve 7 bin lira asgari ücretin 5,4 katı kadardı. 2024 yılında ise asgari ücret 7 bin liranın yaklaşık 2,43 katı.

Yaklaşık 9 yıldır aynı parasal tutarı uygulayan Maliye'nin bunu değiştirme niyeti var mı bilemiyorum ayrıca bu tutarı o tarihte neye göre belirlediği hususunda da maalesef net bir bilgim yok. Umarım Maliye bu konuyla alakalı bir açıklama yapar. Bu nedenle bu kısma ilişkin yorumu size bırakayım isterseniz.

Kira ödemelerini de kapsayacak mı?

Kira ödemeleri ile alakalı ise 268 Seri Nolu Gelir Vergisi Genel Tebliği 29 Temmuz 2008 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmıştı. 268 Seri Nolu Tebliğ uyarınca kira ödemelerinde daha önce konutlarda aylık 500 lirayı aşmayan kiralar elden ödenebiliyordu. Oysa haftalık ya da günlük (kısa süreli) konut kiralamalarında banka ya da finans kuruluşu aracılığıyla gönderme zorunluluğu bulunmaktaydı. Dükkân kiralarında ise tutar ne olursa olsun banka ya da finans kuruluşları aracılığıyla ödenmesi gerekiyordu. Banka ya da finans kuruluşları aracılığıyla ödenmesi gerektiği halde elden ödenir ve bu durum tespit edilirse özel usulsüzlük cezası kesilmektedir.

GİB'in kendi internet sayfasında bu kez 268 Sıra Nolu Tebliği yürürlükten kaldıracak ve 268 Sıra Nolu Tebliğ yerine geçecek yeni bir Tebliğ taslağı daha yayımlandı. Bu Tebliğ taslağına göre konutlar için uygulanan 500 TL'lik kira sınırı kaldırılmakta tutar ne kadar olursa olsun banka ya da finans kurumları aracılığıyla ödenmesi gerekecektir.

Bu zorunluluğa uymayanlara yani kirayı elden verenlere idari para cezası –VUK mük. m.355 uyarınca özel usulsüzlük cezası- kesilecek.

                                                                /././

Mafya liderine tahsis edilen "çakarlı" vekil aracı ve Harp Okulu'ndaki yemin krizinde ikinci perde -Tolga Şardan-

Aracın, Giresun Milletvekili Ertuğrul Gazi Konal adına ruhsat kaydının bulunduğu anlaşıldı

Diyarbakır'ın Bağlar ilçesine bağlı Tavşantepe Köyü'nde sekiz yıl önce dünyaya gözlerini açan Narin'in kayboluşunun üzerinden 25, cesedinin dere yatağında çuval içinde bulunmasının üzerinden ise 6 gün geçti.

Olayın vahameti henüz tazeliğini koruyor. Kabinenin üç bakanı Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Aktaş ile İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, bizzat olay mahalline gitti.

Bakanlar inceleme yaptı, savcılık ve jandarma adli soruşturmaya devam ediyor. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un açıklamalarının yanı sıra ortaya çıkan iki kişiye ait üç ayrı ifadede yer alan bilgiler ve bir ön otopsi raporu üzerinden cinayet kamuoyu önünde aydınlatılmaya çalışılıyor.

Narin'in cesedinin bulunduğu geçen pazardan bu yana birçok senaryo konuşuluyor, tartışılıyor. Buna karşın olayın gerekçesi ve asıl faille ilgili bir arpa boyu alın(a)madığını söylemek yanlış olmaz.

İtirafçı köylünün verdiği bilgiler sonrasında başlatılan gözaltılardan sonra şüpheliler dün sabah adliyeye çıkarıldı.

Soruşturmanın hazırlık aşamasında savcılıkça ne kadar bilgi edinildiği ve olayın çözülüp çözülmediği önümüzdeki günlerde daha netleşecek, süreçteki soru işaretleri yanıt bulacak kuşkusuz.

Erken olmakla birlikte, bu satırların yazarı olarak edindiğim bilgiler ve geçmişte yaşanan benzer olaylara bakıldığında gerçeğe ulaşma konusunda umutlu olmadığımı belirteyim. Umarım yanılırım.

Milletvekilinin makam aracı mafya liderine tahsis edilmiş

Gündemin yoğunluğu kimi konuların geri planda kalmasına neden oluyor maalesef.

Yeri geldikçe arkada kalan başlıkları kamuoyunun önüne getirip dikkatine sunmak biz gazetecilerin işi.

Büyüteç'in bugünkü iki gündem başlığından ilki organize suç örgütü lideri olduğu gerekçesiyle tutuklanan, hüküm giyen ve sonrasında da yeniden yargılama yoluyla cezaevinden tahliye edilen Kürşat Yılmaz'ın geçen haftaki Konya ziyareti!

Ülkücü camia içinde yetişen Yılmaz'ın suç dosyası geçmişinde Banker Kastelli adıyla bilinen Cevher Özden'in vurulması, Endüstri Holding'in yağmalanması, Eski Kuşadası Belediye Başkanı Lütfü Suyolcu'nun öldürülmesi gibi olaylar mevcut.

Daha önce üç Bulgaristan'da yakalanıp Türkiye'ye getirilip yargılanan Yılmaz, çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, yönetmek, nitelikli yağma, tehdit, kasten yaralama, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma gibi suçlardan 66 yıl hapis cezası aldı.

Yılmaz, avukatlarının yaptığı yeniden yargılama talebi sonrasında 2021'de cezaevinden tahliye oldu.

Avukatı Hasan Özay, Yılmaz'ın tahliye olduğu 30 Ekim 2021 gecesi yaptığı açıklamada şunlaru söyledi:

"Güvenlik sebebiyle gece yarısından sonra, erken bir saatte tahliye oldu. Saat 08.00'de bekliyorduk ancak bu şekilde tahliye gerçekleşti. Kendisi 17 seneden beri, 2005 yılından beri hapis yatmaktadır. Aldığı kesinleşen hapis cezası 66 yıldı. Bizim bu sene Mayıs ve Haziran'da yaptığımız hukuk mücadeleleri sonucu haksız olan cezanın 35 senelik bir kısmını iade-i muhakeme yoluyla tekrar yargılanıp, beraat kararı verilip, kesinleşmek suretiyle bu ceza ortadan kaldırıldı. Kalan ceza yönünden de hukuka uygun, hak edilen, zamanında bir tahliye gerçekleşti. Başka bir sebep yok. Bu karar haziran ayında alınmıştı. Hazirandan beri süresinin dolmasını bekliyorduk. Süresi doldu ve bitti." 

FETÖ kumpası mağduru olduğu gerekçesiyle yeniden yargılanan Yılmaz, o günden sonra sosyal medya hesabı üzerinden kimi zaman farklı kişileri eleştiri görünümünde tehdit etti.

Yılmaz, kısa süre önce Konya'daydı.

"Gör Konya'yı, gez dünyayı" misali Konya'ya gelen Yılmaz, şehirde "çakarlı" bir araç kullandı.

Yılmaz'ın Konya ziyareti sırasında "çakarlı makam" aracı kullanması sosyal medyaya düştü ancak pek dikkate alınmadı.

Zira, kendisi gibi organize suç örgütü lideri olmak suçlamasıyla yargılanarak hüküm giyen ve 16 yıldır cezaevinde bulunan, 2020'deki yeni infaz düzenlemesi kapsamında tahliye edilen Alaaddin Çakıcı'nın da "çakarlı makam aracı" kullandığı gündeme geldi.

Tahliyesinden sonra 2021'de Kırıkkale'nin Keskin ilçesi adliyesine gelen Çakıcı'yı taşıyan "çakarlı ışık ve ses sistemine sahip" olan araca Kırıkkale Emniyeti'nce para cezası kesildi.

Çakıcı'nın kullandığı çakarlı aracın konvoyda yer alan bir kişiye ait olduğu özel ışık ve ses sistemi kullanma yetkisi olmadığı anlaşıldı.

Konya'da ziyaretlerde bulunan Yılmaz ise Çakıcı'nın konumunu bir üst katmana taşıdı.

Yılmaz'ı kente getiren aracın MHP milletvekiline ait olduğu ortaya çıktı. Görüntülerde Yılmaz'ın makam koltuğundan indiği 34 XXX 01 (kişisel verilerin korunması amacıyla plakanın harf grubu özellikle belirtilmedi. Y.N.) plakalı aracın, Giresun Milletvekili Ertuğrul Gazi Konal adına ruhsat kaydının bulunduğu anlaşıldı.

Yılmaz'a tahsis edilen ve içinde Milletvekili Konal'ın olmadığı görüntülere yansıyan makam aracına, yürürlükteki Koruma Hizmetleri Yönetmeliği hükümlerine göre herhangi bir ceza uygulanması mümkün değil.

İçinde hakkında koruma kararı bulunan milletvekili olsun olmasın, araçları da milletvekilinden doğan hakla otomatik şekilde koruma kalkanına sahip.

Kolluk görevlilerince; durdurulması, aranması ve ceza uygulanması olanağı yok. Yılmaz, kimsenin kendisine karışmadığı ortamda rahatça dolaşma imkanına sahip.

Tabii, Yılmaz'ın hakkındaki davalardan beraat ettiği göz önüne alındığında sıradan bir yurttaştan farkı olmadığı söylenebilir.

Bildiğim kadarıyla, Yılmaz hakkında koruma kararı yok.

Daha önce, halen yurt dışında firardaki organize suç örgütü hükümlüsü Sedat Peker'e hakkındaki koruma kararı gereğince polis koruma tahsis edilmişti.

Yılmaz'a da koruma hakkı verilebilir elbette!

Burada herhangi bir suç yok elbette.

Fakat, milletvekili olmasından dolayı doğal biçimde resmi koruma kararına sahip bir kişinin, yine aynı kişinin milletvekili olmasından kaynaklanan ve üzerinde koruma kararı bulunan özel aracını, kendisi içinde bulunmadığı halde, suç örgütü lideri olduğu gerekçesiyle yargılanan bir mafya liderine tahsis etmesi ne kadar doğru veya etik, bunun tartışılması gerekir kanımca.

Harp Okulu'ndaki yemin töreni hakkında yeni bilgiler

Kara Harp Okulu'ndan (KHO) mezun olan teğmenlerin bir bölümünün katıldığı ve "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" şeklinde slogan attıkları olay henüz küllenmedi.

Büyüteç'i kaleme aldığım saatlerde Milli Savunma Bakanlığı (MSB), açıklama yaparak sürece yönelik kamuoyunu bir kez daha gelişmelerle ilgili bilgilendirdi.

MSB, yaşananların "her yönüyle büyük bir titizlik ve hassasiyetle araştırılmakta ve incelenmekte" olduğunu duyurdu.

KHO'nda gerçekleşen olayla ilgili salı günü Büyüteç'te Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in süreçten rahatsız olduğu ve "görevden affını" isteyeceği bilgisini paylaştım.

Bu bilgiye şu ana kadar, ne Güler'den ne de farklı makamlardan bir açıklama yapıldı.

Edindiğim bilgileri paylaşayım; Güler'in rahatsızlığının "teğmenleri TSK'dan ihraç eden" Bakan olmak istememesinden kaynaklandığı ifade ediliyor.

Güler'in FETÖ dönemindeki Balyoz davası sırasında yaşanan ve cezaevindeki yüksek rütbeli TSK mensuplarının yarattığı travmanın bir benzerine imza atmak istemediği kulislere yansıdı.

Zaten MSB'den dün yapılan açıklamanın içeriğine bakılırsa, tansiyonu düşürmeye çalışan bir yaklaşım görünüyor.

Kaldı ki, Bakan Güler'le ilgili kulis bilgisinin gündeme gelmesinden hemen sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Bakan Güler, İstanbul'da onarılan Atatürk'ün kullandığı Savarona Yatı'nın teslim töreninde buluştu.

Doğrusu, bu özel görüşme hakkında bilgi sahibi olamadım. Sonrasında da Cumhurbaşkanlığı'nda kabine toplantısı vardı pazartesi günü. Güler, toplantıya katıldı, fakat bir açıklama yapmayı tercih etmedi.

Bir bilgi daha vereyim; olayın akabinde KHO'da görevli Binbaşı M. adlı bölük komutanının istifasını verdiği bilgisi gündeme geldi.

Aldığım bilgiye göre, Binbaşı M.'nin istifasının yaşananlarla bağı yok. Söz konusu bölük komutanı, TSK'daki 15 yıllık zorunlu görev süresini tamamlaması nedeniyle yemin töreni öncesinde ilgili birime istifa dilekçesini sundu.

Durum bundan ibaret.

                                                      /././

Narin olayını 'gazetecileri' de kullanarak bulandırıyorlar! -Tuğçe Tatari-

Narin'in öldürülmesine üzülürken bir diğer yandan da gazeteciliğin yok edilmişliği, yayıncılığın çürümüşlüğü, medyanın kokuşmuşluğu gerçeği ile bir kere daha temas etmek durumunda kaldık…

Gazetecilik ciddi bir meslektir. Yazmak, ekranlara çıkmak, yorumculuk yapmak, televizyonda program yapmak bunların hepsi birbirinden büyük sorumluluklar gerektirir.

Bırakınız ekran önüne çıkmayı, misal ekranlarda belirecek yazıların sorumlusu "KJ'ci" olmak da büyük bir sorumluluktur. Çünkü ekran, evet eğlenceyi de barındırır ama kitleleri bilgilendirme, kitleleri aynı anda aynı konudan haberdar etme yeridir aslında. En ufak hata beklenmedik sonuçlara neden olabilir.

Televizyonların, yayın kuruluşlarının ve hatta YouTube yayıncılarının dahi ekrana bakan yüzünden sorumlu olan kişiler, uçaklarda acil çıkışa oturan kişilerdir aslında.

Beklenmedik bir durum oluştuğunda yayını kurtarabilecek yetide olmalıdırlar.
Yayını kurtarmak izleyiciye karşı da mahcup olmamaktır aslında.

İzleyiciye mahcup olmak bir yayıncının başına gelebilecek en kötü şeylerden biridir-biriydi, çok eskiden!
Yani bizlere bu işler böyle öğretildi. Biz çalıştığımız kurumlarda gerekirse sabahlayarak o son yayına da göz kulak olan nesiliz.

O zaman da çok eksiklerimiz vardı, şikâyet ettiğimiz tonla sorunumuz vardı ama izleyiciye, okuyucuya, hatta haberini yayınladığınız 'kayıp yaşayan tarafa' dahi mahcup olmamak çok önemliydi.

Hâliyle yeni Türkiye'nin ekranlarının geldiği hâl bizim gibiler için kabullenilmesi imkânsız bir hâl!
Türkiye haftalardır Narin konusuyla yatıp kalkıyor.
Ben, siz, herkes, tüm ülke!
Haber almak, bilgi almak, aslında ne olduğunu anlamak, öğrenmek istiyoruz.
Bu en doğal hakkımız…
Hâliyle ekranları açıyoruz, refleks gereği.
Bölgede olan olmayan, bölgeyi tanıyan tanımayan herkes konuşuyor.
Bir bilgi duyuluyor, okunuyor ve onu sakız gibi uzatarak üzerinde tepiniyorlar.

Bugünün ekranlarında karşımıza çıkan sözüm ona en iyi tablo tanınmış, hatta 'bizim devirden' gazeteci arkadaşların da ertesi gün doğrulanamayan dev iddialar ortaya atmasıdır -çoğu çürüdü bile- anne ve amca ilişkisi gibi!

Bunlar da ekranların 'crem de la crem'leridir ha!
Pamuklara sarıp sarmalamak gerekir, çünkü devamı dokunduğunuz an direk elinizde kalır, lime lime dökülür!

Canlı yayında Narin için toplu çığlık seansı yapanlar mı istersiniz, haber yapmayı bilmediği gibi gördüğü duyduğu şeyin bir haber olup olmadığını dahi anlayamayanlar mı? 'Özel haber' yapıyorum diye suyu bulandıracak, gerçekten iyice uzaklaştıracak bilgiler yaydığını bile fark etmeyenler mi istersiniz, yoksa dedektifliğe soyunup aranan gerçek için zar atan tahminleriyle sözüm ona bizleri 'bilgilendirenleri' mi?...

Evet Narin'in öldürülmesine üzülürken bir diğer yandan da gazeteciliğin yok edilmişliği, yayıncılığın çürümüşlüğü, medyanın kokuşmuşluğu gerçeği ile bir kere daha temas etmek durumunda kaldık.

Buraya bir not düşmeliyim; 20 günü aşkın süredir bölgeden Halk TV adına yayın yapan meslektaşım Ferit Demir'i tebrik etmek durumundayım.
Yayın yasakları, tehditler, köylülerin baskılarına rağmen haber yapmaya devam etti.
Sadece doğruluğundan emin olduğu bilgileri vermeye önem gösterdi.
Neden, çünkü tecrübeli bir gazeteci kendisi.
Bulunduğu yeri, içinde olduğu durumu anlayabilecek kadar tecrübeli.
Hâliyle heyecana kapılıp 'dedikodu' aktarmadı hiç.
Ama tekti, geri kalan tüm yayınlar konunun ilgi çekiciliğinden faydalanıp, her lafın, her iddianın dillendirilmesiyle büyük bir karmaşa yarattı!
Anne ve amca ilişkide, dediler devamı yok…
Köy mühimmat deposu olabilir, dediler devamı yok…

Oysa o köyde çok büyük bir olayın derinlere giden bağlarının, ortam bulandırılarak, hedef şaşırtarak kapatılmaya çalışıldığı aşikâr.
Bugün Narin olayı bu kadar karambole getirilebiliyorsa, yüz senaryo aynı anda tüm topluma zerk edilebiliyorsa, burada iyi yayıncılar, doğru yöneticiler ve tecrübeli gazeteciler kalmadığındandır!
Gazeteciliği bitirdiler.
Yayıncılığı bitirdiler.
Sağlıklı haber akışı sağlayabilecek insanları sürdüler.
Sahalarda çalışan genç arkadaşlar da çok yetersiz kaldı, hatta belki fark etmeden kullanıldı-kullanılıyor.

Mesele sadece toplumun çürümesi ile sınırlı kalmıyor anlayacağınız. Toplum çürürken tüm katmanları da bundan nasibini alıyor. Çok yakında bu çürümeyi doğru okuyabilecek entelektüelleri, geldiğimiz noktayı analiz edip tarihe not düşebilecek akademisyenleri, bu insanları bulup haberleştirecek o ender gazetecileri bile bulmakta zorlanacağız!

                                                       T24 - GÜNDEM

Narin Güran cinayetinde anne ve abisinin de aralarında olduğu 8 kişi daha tutuklandı!

Olayla ilgili tutuklu sayısı 10’a yükselmiş oldu.Bağlar ilçesinde 21 Ağustos'ta kaybolan ve arama çalışmalarının 19'uncu gününde cansız bedeni bulunan Narin Güran cinayeti ile ilgili yürütülen soruşturmada adliyedeki ifade işlemlerinin ardından tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilen 9 şüpheliden anne Yüksel Güran (44), ağabey Enes Güran (18), amcası Fuat Güran (42), kuzeni Muhammed Kaya, yengesi Maşallah Güran (46) ile kızı Birsen Güran, (19), halasının eşi Mehmet Şevket Kaya, tutuklu amca Salim Güran’ın işçileri Mehmet Selim Atasoy (40) tutuklandı.(https://t24.com.tr/haber/narin-guran-cinayetinde-anne-ve-abisinin-de-aralarinda-oldugu-8-kisi-tutuklandi,1183861)

                                                             ***

Galatasaray Daikin, Balkan Kupası'nın sahibi oldu
Galatasaray Daikin, Balkan Kupası son maçında Yunanistan temsilcisi PAOK'u 3-0 mağlup ederek kupanın sahibi oldu. Sarı-kırmızılılar, bu sonuçla CEV Challenge Kupası'nda mücadele etme hakkı kazandı.(https://t24.com.tr/haber/galatasaray-daikin-balkan-kupasi-nin-sahibi-oldu,1183838)
                                   ***

CHP'li Tanal emniyetin aracını kovaladı: Devlet seni doyurmuyor mu utanmaz!
CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal, Tek Gıda-İş sendikasına üye oldukları için işten çıkarılan ve 56 gündür direnişlerini Çatalca'daki fabrikada sürdüren Polonez işçilerine destek ziyaretinde bulundu. Ziyareti sırasında, polislerin Polonez fabrikasının yerleşkesinde sucuk ekmek yemelerine tepki gösteren Tanal, polislerin tarafsız olması gerektiğini vurguladı. Tanal, işçileri tehdit ettiği gerekçesiyle hakkında suç duyurusunda bulunduğu Çatalca İlçe Emniyet Müdürü'nü İçişleri Bakanlığı'na şikayet ettiğini bildirdi. (https://t24.com.tr/haber/chp-li-tanal-emniyetin-aracini-kovaladi-devlet-seni-doyurmuyor-mu-utanmaz,1183829)

(T24)




12 Eylül 2024 Perşembe

12 Eylül'de darbe kime indi, arkasında kimler vardı? + Sermaye ve milliyetçilik el ele: 6-7 Eylül nasıl tezgahlandı? (soL-Arşiv)

12 Eylül'de darbe kime indi, arkasında kimler vardı?

Bugün 12 Eylül. 44 yıl önce bugün Orgeneral Kenan Evren liderliğindeki cunta yönetime el koydu. Peki bu darbe kim tarafından, kime karşı yapılmıştı?

12 Eylül 1980’deki darbe, birçok kişi tarafından kabul edildiği gibi bir hazırlık döneminin ardından gerçekleşti. Özellikle 1977’de Taksim’de yüzbinlerce emekçinin katıldığı coşkulu 1 Mayıs kutlamasına The Marmara Oteli’nden sıkılan kurşunlar, 1978 yılının Aralık ayında Kahramanmaraş’ta solculara ve Alevi yurttaşlara dönük olarak devlet-MHP işbirliği ile gerçekleştirilen katliam ve 1980 yılında Çorum’da yine solcu ve Alevi yurttaşlara dönük olarak ve yine devlet-MHP işbirliği ile gerçekleştirilen katliam darbeye ortam yaratmak amacıyla düzenlenmişti. Kahramanmaraş ve Ço­rum’da gerçekleştirilen katliamlar günlerce sürmüş ancak devlet olaylara ısrarla müdahale etmemişti. Maraş katliamı sonrasında verilen sıkıyönetim kararı, katliamın amacına ulaştığının bir kanıtıydı.

Darbenin ekonomik programı da darbeden önce hazırlanmış ve bir ölçüde uygulanmaya başlanmıştı. Ekonomik krizle geçen dönem ihracata ve ucuz işçiliğe dayalı program, patronların temel taleplerinden olmuş ancak solun ve emekçilerin direnci nedeniyle programın uygulanmasında ciddi sıkıntılar yaşanmıştı. 24 Ocak’ta Süleyman Demirel’in başbakanlığındaki Milliyetçi Cephe hükümeti döneminde kabul edilen ve DPT müsteşarı Turgut Özal tarafından hazırlanan 24 Ocak kararları da darbenin ekonomik programı olarak 12 Eylül sonrasında, yani solun ve işçi sınıfının direncinin kırılmasının ardından tam anlamıyla uygulanabilmişti.

22 Temmuz 1980 yılında DİSK Başkanı Kemal Türkler’in öldürülmesi, diğer yüzlerce cinayetle birlikte darbe öncesinin mantığına bir örnekti. Darbenin dış bağlantıları ise yine hazırlık dönemi konusunda net fikir verecektir. Afganistan ve İran’da sorun yaşayan ABD ve NATO’nun Türkiye’yi de kaybetmekten korktuğu ve darbeye her türlü desteği verdiği biliniyor. Dönemin ABD Başkanı Carter’a, Ankara’daki Amerikan diplomatik kaynaklarından geçilen “Bizim çocuklar başardı” cümlesi, Kenan Evren ve arkadaşlarından böyle bir darbenin dört gözle beklendiğinin bir kanıtı niteliğindeydi.

12 Eylül darbesini kim yaptı?

12 Eylül darbesi dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren liderliğinde yapıldı.

Ancak yukarıda da bahsedildiği gibi darbeyi başta emperyalist başkentler ve  TÜSİAD  olmak üzere bir “ekip” yaptı. 12 Eylül öncesi ve sonrasında yaşananlar, dış politikadan ekonomiye, kültürel politikalardan eğitime kadar tam anlamıyla sağ bir programın söz konusu olduğunu gösteriyor. Ülkeyi 12 Eylül’e taşıyan sağcı liderler Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş’in en az Kenan Evren kadar suçlu olduğu, darbenin öncesindeki son üç yıla bakıldığında net olarak görülebilir. 1930’lu yıllardan başlayarak devlet eliyle ve ABD’ye yanaşarak hızla zenginleşen dönemin en büyük patronu Vehbi Koç’un darbenin ardından Kenan Evren’e gönderdiği mektup 12 Eylül’ün sınıfsal içeriği hakkında da net bir fikir veriyor: “Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatını teçhiz ederek ve kuvvetlendirerek imkanlar genişletilmeli, gerekli kanunlar bir an önce çıkarılmalıdır. İşçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler göz önünde bulundurulmalıdır. DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler, sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinmeli, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır. Komünist Parti’nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır, bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri mutlaka engellenmelidir. Zatıalilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum. Emrinize amadeyim.”

12 Eylül darbesi kime karşı yapıldı?

12 Eylül darbesi kuşkusuz “psikopat askerler tarafından sivillere karşı” yapılmadı. Kuşkusuz “sağ-sol kavgasına son verelim” diye de yapılmadı. Darbenin siyasi-ekonomik-ideolojik bir programı vardı. Bu programın uygulanması için solun gücünün ciddi bir biçimde geriletilmesi gerekiyordu.

Sol örgütlere ve sendikalara sınırsız operasyonlar, gözaltılar, işkenceler, hapis cezaları ve idamlar ülkeden "solun temizlenmesi" için yapılmıştı.

12 Eylül öncesinde 45 milyonluk Türkiye’de 4 milyonun üzerinde sendikalı işçi varken, bugün bu sayının 700 bin civarında olması, darbenin bu konuda bir ölçüde başarılı olduğunun kanıtı. Yine darbenin ardından kurulan YÖK, üniversitelerden solcu akademisyenlerin ve öğrencilerin kazınması amacı taşıyordu.

Darbe ile beraber sendika konfederasyonlarının tamamı kapatıldı ancak sonrasında gerçekleşenler yine darbenin mantığı hakkında fikir veriyor. Sağcı sendika konfederasyonu Hak-İş, kapatılmasından birkaç ay sonra 1981 yılında açılırken, yine devlet sendika konfederasyonu olarak bilinen Türk-İş, 1982 yılında Genel Kurul toplayacak duruma gelirken, DİSK’e aşağıdakiler yapılıyordu:

  • 7 Eylül’de gözaltı süresi doksan güne çıkarıldı. DİSK yöneticileri ve üyeleri uzun süre yargıç önüne çıkarılmadı.
  • Milli Güvenlik Konseyi, 18 Eylül’de yayınlanan 8 No’lu kararı ile DİSK’in taşınır ve taşınmaz mal varlıklarına el koyduğunu açıkladı.
  • 11 Kasım’da DİSK üyesi sendikaların yönetimine sıkıyönetim komutanlarınca belirlenen kayyımlar atandı.
  • 7 Aralık’tan itibaren 2364 sayılı Yasa ile tüm sendika üyelerini kapsayan Yüksek Hakem Kurulu uygulamasına geçildi. 12 Eylül’de gözaltına alınan altmış yedi DİSK yöneticisi tutuklandı.
  • Aralarında DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk’ün de bulunduğu 52 DİSK yöneticisi hakkında idam cezası istemiyle dava açılacağı basına açıklandı.
  • DİSK üyesi Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Kenan Budak, 25 Temmuz’da polis tarafından kurulan bir pusuyla sokak ortasında öldürüldü.
  • DİSK Davası 24 Aralık’ta İstanbul Sıkıyönetim Mahke­mesi’nde başladı. Yüz altmış dosya birleştirildi, toplam sanık sayısı bin dört yüz yetmiş yedi, hakkında idam istenilenlerin sayısı yetmiş sekize çıkarıldı. 

Sayılarla 12 Eylül

DİSK’in başına bunlar gelirken, ülke genelinde de aşağıdakiler yaşanıyordu:

  • 650 bin kişi gözaltına alındı.
  • 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
  • Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
  • 7 bin kişi için idam cezası istendi.
  • 517 kişiye idam cezası verildi.
  • Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1’i Asala militanı)
  • İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi.
  • 71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
  • 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı.
  • 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
  • 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı.
  • 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
  • 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti.
  • 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
  • 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi.
  • 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı.
  • 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
  • 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.
  • 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. - Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
  • 31 gazeteci cezaevine girdi.
  • 300 gazeteci saldırıya uğradı.
  • 3 gazeteci silahla öldürüldü.
  • Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
  • 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
  • 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
  • Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
  • 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
  • 14 kişi açlık grevinde öldü.
  • 16 kişi “kaçarken” vuruldu.
  • 95 kişi “çatışmada” öldü.
  • 73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi.
  • 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi.

12 Eylül onlarla sürdü: Turgut Özal

Darbenin ekonomi programını hazırlayan Turgut Özal, cuntanın TÜSİAD ve ABD ile bağlarını kuran kişi olarak biliniyor.

12 Eylül cuntasının ekonomi bakanı da olan Özal, 1983 yılında başbakan oldu. İhracata dayalı büyüme modeli ile ülkedeki toplam ihracatın üçte ikisi hayali ihracat oldu. Özal döneminde tam 256 tane şirketin hayali ihracat yaptığı kanıtlandı. Olağanüstü hal uygulaması, 1987 yılında Özal döneminde başlatıldı. Özal ayrıca, Özel Tim’in kurulmasını sağlayan isimdi. Özel Tim 1983 yılında Özal’ın başbakanlığı döneminde kuruldu.

Özal hükümetinin bir diğer icraatı da bölgeye “istenmeyen gazetecilerin” girişinin önüne geçmek için çıkarılan “sansür ve sürgün kararnameleri” oldu. Özal, 1985 yılında PKK’ye karşı Kürtler arasından geçici köy korucuları oluşturulmasını sağlayan adımları attı. 1. Körfez Savaşı sırasında “Irak Savaşına Amerikalıların yanında girersek bir koyar üç alırız” diyerek siyasi literatüre yeni bir deyim armağan etti. Özal’ın o dönem, ABD’nin yanında savaşa girildiği takdirde, Musul ve Kerkük’ün Türkiye topraklarına katılabileceğini düşündüğü yazıldı. Turgut Özal, yine 1. Körfez Savaşı döneminde, Meclis onayı almadan ABD’ye hava sahasının açılmasının Anayasa’ya aykırı olduğu eleştirilerine, “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” dedi. Özal hakkındaki en özlü ifade ise işçilerden geldi: "Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı!"

12 Eylül onlarla sürdü: Necmettin Erbakan

Darbeye ortam hazırlanmasında Süleyman Demirel ve Alparslan Türkeş ile birlikte “büyük emeği” geçen Necmettin Erbakan’ın önü, konuşma yaparken elinden Kuran’ı düşürmeyen Kenan Evren ile alabildiğine açıldı. Türkeş’in söylediği Fikirlerimiz iktidarda biz içerdeyiz” sözü, aslında Erbakan’ın durumunu da özetliyordu. Nitekim içeride de çok kısa kaldı. 12 Eylül’de bir süre İzmir Uzunada’da gözaltında tutulan Erbakan, 15 Ekim 1980’de 21 MSP yöneticisiyle birlikte “MSP’yi illegal bir cemiyete dönüştürmek ve laikliğe aykırı davranmak” suçlamasıyla tutuklandı. Ancak 9 ay sonra 24 Temmuz 1981’de serbest bırakıldı. 1987’de tekrar siyasete dönen Erbakan, 19 Temmuz 1983’te kurulan Refah Partisi’ne genel başkan seçildi. 1991 seçimlerinde Konya’dan milletvekili oldu. 1995 yılında da Başbakan oldu.

Çiller, Yılmaz ve nihayet Erdoğan

90’lı yıllarda Başbakanlık yapan Doğru Yol Partisi lideri Tansu Çiller ve ANAP lideri Mesut Yılmaz, Turgut Özal’ın birer kopyası olmaya çalıştılar. Piyasacılık, hayali ihracat, işçi düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, faili meçhuller, dincilik, ABD yalakalığı onların da ezberi oldu. Ancak 2002’den bu yana Başbakan olan Erdoğan ve partisi AKP bu anlatılan 30-35 yıllık dönemin egemen bütün yönlerin mantıki ucu oldu.

                                                                   /././

Sermaye ve milliyetçilik el ele: 6-7 Eylül nasıl tezgahlandı?

1955'te İstanbul ve İzmir'de gayrimüslimlere yönelik uygulanan sistematik yağma, geleneksel sermayenin kökenini oluştururken, birçok yurttaşımızı anayurdunu terk etmek zorunda bıraktı.

Türkiye tarihinin karanlık sayfalarından birisi olan 6-7 Eylül, "karanlık" olmakla birlikte yıllardır nasıl tezgahlandığı ve kimlerin kullanıldığı bilinen bir provokasyon. Bugün ise, liberallerin ve gericilerin Demokrat Parti'yi aklamak için türlü vesilelerle gündeme aldıkları bir başlık...

6 Eylül 1955'de saat 13:00’da devlet radyosundan duyurulan, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evin bombalı saldırıya uğradığı haberi, dönemin istihbarat örgütü MAH’ın hizmetinde çalışan İstanbul Ekspres gazetesi tarafından yapılan ikinci baskıda, manşetten verildi. Normalde 20-30 bin civarında tiraj yapan gazetenin ikinci baskısı, o dönemin teknik koşullarında hiç de kolay olmayan bir sayıda, 290 bin adet basılmıştı ve bu gazete Kıbrıs Türktür Cemiyeti tarafından dağıtılmıştı.

Daha sonra, İstanbul'daki yağmaya başlamak üzere, "gezici" olarak kamyonlara ve trenlere doluşturulan kalabalık bir grup insan iki gün öncesinden şehre getirildi. 6 Eylül'de, bu kitleyi Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) ile İstanbul Yüksek Okullar Talebe Birliği (İYOTB) yönlendirecekti. Akşam üzeri bu grup, kendilerine daha önce temin edilen sopa, balta ve kazmalarla İstiklal Caddesi'nde yürüyüşe başlayıp daha evvelden Rumlara ait olduğu tespit edilerek duvarları kırmızı haçlarla işaretlenmiş, tabelası yabancı dille yazılmış, Tünel’e kadar uzanan güzergâhta bulunan tüm mekânları yağmaladılar.

Olaylardan sonra tutuklananlar arasında yer alan Demokrat Parti üyesi ve Fenerbahçe'deki saldırgan grubunun önderi Serafim Sağlamel'in elinde, gayrimüslimlerin adres listeleri bulunmuştu.

Önce 'milli galeyan' dediler, sonra 'komünistler yaptı' yalanını yaydılar

Tertibin en ilginç yönlerinden biri ise, olayların hemen ardından basında çıkan haberlerde önce, “halkın duygusal tepkisi”, “milli galeyan” gibi ifadelere yer verilirken kısa bir süre içerisinde “komünistler”in suçlanması oldu. Emniyetteki dosyada adı yer alan elli solcu aydın tutuklandı. Aceleyle hazırlanmış suçlular listesinde çok önceden ölmüş olanlar ve askerliğini yapmakta olanlar da vardı. Aydınlar 5 ay cezaevinde tutulduktan sonra beraat ettiler.

                                                      Celal Bayar 6-7 Eylül sonrası İstiklal Caddesi'nde.

Can Dündar'ın 6-7 Eylül olaylarını anlattığı belgeselindeki iddiaya göre, 5 Eylül günü, Fuat Köprülü ve İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'ın da aralarında bulunduğu birkaç kişi, Adnan Menderes'in evinde toplanırlar. Bu toplantıda, gerginleşen Türk-Yunan ilişkileri hakkında konuşulur ve Türkiye'nin bu taraflaşmada elinde bir "koz" olması gerektiği hususunda anlaşmaya varılır. Bu "koz", 6-7 Eylül tertibi olacaktır. Buna göre, MAH'ın görevlendireceği bir öğrenci Mustafa Kemal'in evinin bahçesine bomba atacak ve İstanbul'da bazı "ufak tefek" olayları başlatacaktı. İstanbul'da çıkartılacak olaylar öncesinde emniyet teşkilatına da gerekli bilgiler bile verilmişti.

Yerli sermaye ve emperyalizme kıyak

Ülke içinde, 6-7 Eylül olaylarında evleri ve işyerleri yakılıp yıkılan ve Türkiye'yi terk etmek zorunda kalan gayrimüslimlerin geride bıraktığı sermayenin, hızla müslüman iş adamlarına verilmesiyle el değiştirmesi, böylelikle de milli burjuvazi yaratma hedefinde bir aşamanın daha geçilmesine tanıklık edildi. 

Öte yandan, Demokrat Parti, İngiltere'nin Kıbrıs'taki Rum direnişinden rahatsızlığını değerlendirerek, hem İngiliz çıkarlarına uygun bir şekilde Rumlara ve Yunanlara karşı düşmanlık yaratmayı başarmış, hem de milli sermaye yaratımında bir virajı daha almış, böylece "bir taşla iki kuş" vurmuştu. 1950'lerin başında bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs'ın Rum-Ortodoks halkının İngiltere'ye başkaldırması ve Yunanistan ile bütünleşmek istemesi, İngiliz hükümetini rahatsız etmişti. Bu tarihe kadar Kıbrıs gibi bir meselesi olmayan Türkiye de İngiltere'nin "teşvikleriyle" tartışmaya dahil oldu. Sayıları daha az olan Türkleri, Rumlara karşı kullanmaya çalışan İngiltere her iki tarafta da milliyetçiliğin yükselmesini ve bu yolla adanın kendi kontrolünde kalmasını sağlamaya çalışıyordu. İngiltere'nin, 29 Ağustos-7 Eylül arasında Londra'da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin katıldığı bir konferans düzenlemesi konu ile ne kadar yakından ilgilendiğini ortaya koyuyor. Bu görüşmeler başlamadan İngiltere'nin Türk heyetine Yunanistan'a karşı sert bir tavır takınmasını önerdiği biliniyor.

6-7 Eylül olaylarının fitilini, Fatin Rüştü Zorlu'nun Londra'dan yaptığı "orada (İstanbul) bir şeyler yapılması lazım" çağrısı tutuşturdu. Kıbrıs Sorunu'nun sonbaharda yapılacak BM toplantısında gündeme getirilmesinin Kıbrıs'ın kendisinden kopması anlamına geldiğini bilen İngiltere, bu konunun gündeme alınmaması için çabalıyordu. 6-7 Eylül'de yaşananlar, Amerika'nın NATO üyesi olan her iki ülkeyi uyarmasına ve Kıbrıs konusunun BM gündemine taşınmamasına neden oldu.

6-7 Eylül olayları ile ilgili son yıllarda yapılan en büyük tartışma, 2009 yılında verdiği bir röportajda Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Orhan Birgit'in bazı konulara açıklık getirmesi oldu. Birgit, 6-7 Eylül olaylarını tertipleyen örgütlerin başında gelen "Kıbrıs Türktür Cemiyeti"nin olayları fitilleyen bildirisini kaleme aldığını söylemiş, tertibin arkasında DP'nin ve istihbarat kurumlarının olduğunu belirtmişti.

Ancak 6-7 Eylül'e dair yandaşlar ve liberaller her seferinde "geleneği" ilan ettikleri Menderes'i savunmak için türlü yalanlara başvurmaya devam ediyor. Gerçek ise apaçık biçimde ortada duruyor: 6-7 Eylül'ü planlayanların takipçileri bugün AKP ile birlikte iktidarını sürdürüyor...

(soL)

Murat Ağırel'in ölüm emrini kim verdi: 'Cinayet karşılığı dava dosyaları mı kapatılacaktı?' + Gazeteci Murat Ağırel'e tehdit videosu: Öldürülmesi için 'ihale' açılmış + Murat Ağırel'i ölümle tehdit eden 2 kişi gözaltına alındı -soL

Murat Ağırel'in ölüm emrini kim verdi: 'Cinayet karşılığı dava dosyaları mı kapatılacaktı?' 

Ağırel’in öldürülmesi için "ihale" yapıldığını öğrendik. Tehdit videosunda anılan kişinin ismini bulan gazeteciler cinayet karşılığı söz konusu kişinin "dava dosyalarının kapatılacağını" iddia ediyor.


Gazeteci Murat Ağırel bir video ile açık açık tehdit edildi.

Maskeli ve gözlüklü bir kişi Ağırel'in bir "ölüm listesine eklendiğini" söyledi.

Videoda kavga halindeki iki çeteden birinin üyesi konuşuyordu.

Ağırel'in paylaştığı videoda konuşan kişi şunları söylüyordu:

"Devletin içindeki satın aldığın adamları ifşa ediyorum. Botokslu başkan kendini çok akıllı görüyorsun. Gazeteci Murat Ağırel'in ihalesi sana geldi. Yalan mı? Yalansa çık yalan de. Kabul ettin sonra yemedi medyaya düşerim diye. Almadın ihaleyi. Cinayet senin branşın. Tekrar kabul ettin. Murat Ağırel'i öldürmek için faaliyete geçtiğini biliyorum. Bir dahaki videoda hangi vekilin sana bu işi ihale ettiğini de anlatacağım."

'Bir düzene çomak sokuyorum ben'

soL'a konuşan ve daha önce de defalarca kez tehdit edildiğini belirten Murat Ağırel, özellikle toplatılmak istenen "Havala" kitabını yazdıktan sonra tehditlerin arttığını belirtti. "Bir düzene çomak sokuyorum ben" diyen Ağırel, mafya düzeninin bu yöntemlere sıkça başvurduğunu ifade etti. 

Konuyla ilgili yeni bir gelişme olmadığını da söyleyen Ağırel, şimdilik gelişmeleri takip ettiğini dile getirdi.

Ağırel'in tehdit edilmesiyle ilgili henüz resmi bir açıklama gelmedi.

Videodaki kişiye "ölüm emrini" kim ya da kimlerin verdiği de bilinmiyor.

Videodaki kişinin ismini paylaştılar

Öte yandan dün akşam Halk TV'de yayınlanan, gazeteciler Şule Aydın, Murat Ağırel, Barış Pehlivan ve Timur Soykan'ın "Kayda Geçsin" programında konuyla ilgili yeni bilgiler kamuoyuna duyuruldu.

Barış Pehlivan, Ağırel'in "öldürülme ihalesinin verildiği" kişinin ismini paylaştı.

Pehlivan, "Video ismi geçen ve kendisini 'iş adamı' olarak tanıtan kişi Mahsun Kuruçay 'suç örgütü' ve 'cinayet'ten hapse girmiş. 13 ay hapiste kalmış ardından tahliye edilmiş" dedi.

Videodaki kişinin Kuruçay'a "Sen Murat Ağırel'in ihalesini aldın" dediğini hatırlatan Pehlivan, konuyla ilgili araştırma yaptığını ve bazı Kuruçay'ın bazı açık dava dosyaları olduğunu belirtti.

"Mahsun Kuruçay cinayetle yargılandı mı, yargılanıyor mu? Kuruçay ya da tutacağı tetikçiler seni öldürürse, Kuruçay'ın dava dosyaları kapatılacak mıydı? Bu mu vaat edildi?" diye soran Barış Pehlivan, bu vaadin arkasında kimler olduğunun açıklanması gerektiğini ifade etti.

Olayın Ankara'dan İzmir'de yaşayan birine "ihale edildiğine" dikkat çeken Pehlivan, "Bu bilgileri bizim Adalet Bakanlığı'nın ya da Emniyet'in sitesinden öğrenmiş olmamız gerekirdi" diye konuştu.

Ağırel'e koruma verilmediğinin, evinin önünde ya da programa geldiği Halk TV önünde de herhangi bir güvenlik önlemi alınmadığının altını çizen Pehlivan, öldürülen gazeteci Hrant Dink'i hatırlattı.

'İnsan katiliyle konuşur mu? Ben konuştum'

Mahsun Kuruçay'ın yurtdışında kaçak olduğunu belirten Ağırel, 2 ay önce bu infaz emrinin verildiğini öğrendiğini kaydetti.

Ağırel, "İnfazı yapacak kişiyle konuştum. İnsan katiliyle konuşur mu? Ben katilimle konuştum. 'Bana bu ihale verildi, yapmadım, yapmayacağım ama senin kalemin kırıldı' dedi bana" şeklinde konuştu.

'Murat'a zarar gelirse Cumhurbaşkanı sorumludur'

Programda Barış Pehlivan, Ağırel'e koruma verilmesi gerektiğine dikkat çekti. "Murat’ın koruma talebine bile başvurmaması gerekiyordu. Murat'a zarar gelirse, bu ülkenin kabinesi, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Cumhurbaşkanı sorumludur. İsterlerse, videoyu çekenleri, infaz emrini verenleri, kullanılacak tetikçiyi yakalarlar" diye konuştu.

Timur Soykan ise "Türkiye çürüyor. Bunların hiçbiri rastlantı değil. Gazetecilerin göz göre göre katledildiği bir ülke burası. Cinayet ihalesini verenler ve alanlar bir an önce yakalanmalı ve adalet önüne çıkarılmalıdır" ifadelerini kullandı.

                                                                    /././

Gazeteci Murat Ağırel'e tehdit videosu: Öldürülmesi için 'ihale' açılmış

Videoda konuşan maskeli bir kişi, Ağırel'in öldürülmesi için bir vekil tarafından 'ihale' açıldığını ve 'botokslu başkan' olarak isimlendirdiği kişinin bu işi üstlendiğini öne sürdü.

Gazeteci Murat Ağırel, uzun süredir tehdit edildiğini, evinin önünde sürekli birilerinin beklediğini, çöplerinin didik didik edildiğini duyuruyor. Ağırel bu sefer kendisine gönderilen bir tehdit videosunu paylaştı.

Yüzü maskeli bir şahıs tarafından yayınlanan ve kendisine de gönderilen videoyu sosyal medya hesabından paylaşırken yetkililere tehditleri defalarca ilettiğinin de altını çizdi.

Söz konusu videoda konuşan maskeli kişi, Murat Ağırel'in öldürülmesi için "ihale" açıldığını ve "botokslu başkan" olarak isimlendirdiği bu kişinin Ağırel'i öldürmek için faaliyete geçtiğini anlattı.

Bu tehdidin kendisi için ilk olmadığını belirten Ağırel, "Daha önce de benzer istihbaratlar aldım ve durumu yetkililere defalarca ilettim. Ancak, her gün evimin önünde bekleyen, beni gözetleyen ve çöplerimi karıştıran kişiler, bu tehditlerin gerçekliğini gözler önüne seriyor" dedi.            (https://twitter.com/i/status/1830895760277201067)

Ağırel'in paylaştığı videoda konuşan kişi ise şunları söylüyor: "Devletin içindeki satın aldığın adamları ifşa ediyorum. Botokslu başkan kendini çok akıllı görüyorsun. Gazeteci Murat Ağırel'in ihalesi sana geldi. Yalan mı? Yalansa çık yalan de. Kabul ettin sonra yemedi medyaya düşerim diye. Almadın ihaleyi. Cinayet senin branşın. Tekrar kabul ettin. Murat Ağırel'i öldürmek için faaliyete geçtiğini biliyorum. Bir dahaki videoda hangi vekilin sana bu işi ihale ettiğini de anlatacağım."

'Evimin önünde hep birileri var' demişti

Gazeteci Murat Ağırel, haziran ayında evinin önünde sürekli birilerinin olduğunu ve tehdit edildiğini anlatmıştı. Kendi çektiği görüntüleri de paylaşan Ağırel, "Otoparka kadar giriyorlar. Kapımın önündeki çöpler bile didik didik edilmiş. Benim evim ellerindeki kamera ile tespit edilmiş" dedi.

Ağırel, evinin kayıt altına alındığını da vurgulayarak şunları söyledi: "Ben normalde bunun yayınlanması taraftarı değildim. Ekip arkadaşlarım biliyor. Yazılan küfürleri, linç girişimlerini yargıya bildiriyorum. Benim sığınabileceğim yegane liman yargı. Bir gün arkadaşlarımla birlikte yayındaydık. Beni eşim aradı. Evin önünde birisi varmış ve kameraya çekiyormuş. Bunu komşularımız görüp eşime söylüyor. Otoparka kadar giriyorlar. Kapımın önündeki çöpler bile didik didik edilmiş. Benim evim ellerindeki kamera ile tespit edilmiş. Gece saat 01.30- 02.00 civarında gelip benim evimin önündeki çöp tenekesini karıştırıyor."

Komşusunun kendisine görüntü yolladığını belirten ve ardından kendi kaydettiği görüntüleri de paylaşan Ağırel, yüzü maskeli kişilerin evin çevresindeki her şeyi toplayıp araçlarına koyduğunu anlattı.

                                                                 /././

Murat Ağırel'i ölümle tehdit eden 2 kişi gözaltına alındı

Gazeteci Murat Ağırel'i ölümle tehdit eden şahısların kimlikleri tespit edildi ve gözaltına alındı.

Gazeteci Murat Ağırel, uzun süredir tehdit edildiğini, evinin önünde sürekli birilerinin beklediğini, çöplerinin didik didik edildiğini duyuruyor. Ağırel bu sefer kendisine gönderilen bir tehdit videosunu paylaştı.

Yüzü maskeli bir şahıs tarafından yayınlanan ve kendisine de gönderilen videoyu sosyal medya hesabından paylaşırken yetkililere tehditleri defalarca ilettiğinin de altını çizdi.

Söz konusu videoda konuşan maskeli kişi, Murat Ağırel'in öldürülmesi için "ihale" açıldığını ve "botokslu başkan" olarak isimlendirdiği bu kişinin Ağırel'i öldürmek için faaliyete geçtiğini anlattı.

Videodaki kişiye "ölüm emrini" kim ya da kimlerin verdiği de hâlâ bilinmiyor.

Türkiye'nin gündemine oturan bu tehditle ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü açıklama yaptı. İki kişinin gözaltına alındığını duyurdu.

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sosyal medya hesabından yapılan açıklamada, Ağırel’i videoda tehdit eden ve videoyu kayda kalan kişilerin yakalandığı duyuruldu.

Emniyet’in açıklamasında şüphelilerin birinin 12 ayrı, diğerinin iki ayrı suçtan kaydı olduğu belirtildi.

Açıklamanın tamamı şu şekilde: “Son günlerde çeşitli sosyal medya platformlarında yer alan ve organize suç örgütü lideri Mahsun Kuruçay’ın, gazeteci Murat Ağırel’e silahlı saldırı gerçekleştireceğine yönelik iddialar içeren görüntüler ile ilgili İstihbarat Başkanlığımızca yürütülen çalışmalarda; videolarda bulunan maskeli şahsın O.Ö., videoları kayda alan şahsın ise Y.K. olduğu tespit edilmiştir.

04.09.2024 tarihinde KOM Başkanlığımız koordinesinde; İzmir Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce yapılan operasyonda, şüpheli şahıslar İzmir'deki ikametlerinde gözaltına alınmış, şahıslarla birlikte 3 adet tabanca, bir miktar uyuşturucu madde, 4 adet cep telefonu ve 1 adet tripod ele geçirilmiştir. O.Ö. isimli şahsın 12 ayrı suçtan; Y.K. isimli şahsın ise 2 ayrı suçtan şüpheli kaydı olduğu tespit edilmiştir."

(soL)