Birgün "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -9 Ekim 2024-

Adamlığın vasat tarihi -Kaan Sezyum-

Geçtiğimiz bir yılda toplam 193 bin “cinsel dokunulmazlığa karşı suç dosyası” açıldı. Günde 528,7 suç ediyor. Yılın her günü 528.7 vaka. Bu Cumhuriyet tarihinde bir ilk… Peki ne oldu da böyle oldu? Ya da daha doğru soruyu sormak gerekirse “Ne olmadı da böyle oldu?”.

Geçtiğimiz 22 yıldır “iktidarda” olan ve tüm sorunları gerek basın, gerek internet sansürüyle, gerekse de orantısız güç kullanarak çözebileceğini zanneden, her şeye karar veren ama nedense hiçbir şeyde sorumlu olmayan bir “iktidar”... Özellikle son yıllarda iyice ayyuka çıkan bir mafya toplumu durumu, mafya babalarına, kaçakçılara ve her tür talana el veren, neredeyse af üzerine af çıkararak istediği gibi suçluları gözeten bir “iktidar”... Gün gelir “Bir kereden bir şey olmaz” diyerek çocuk tacizlerine, sistemli cinsel istismarlara, cinayetlere göz yuman. Bunların araştırılmasını oy birliğiyle reddeden bir “iktidar”. Her şeye gücü olan ama gücünü sadece güçsüzün karşısında kullanan, bazen de kendi rantı için mala mülke, tarım arazilerine, zeytin ağaçlarına, ormanlara, derelere, ülkenin taşına toprağına çökmek için kullanan bir “iktidar”...

Öğrenciye, memura, maden işçisine, ezilene, kadına, çocuğa adeta arkasını çevirmiş, “Başlarına ne gelirse gelsin, o saatte orada işi neymiş?” diye soran, gören ama ilgilenmeyen, cezadan başka bir çözüm bilmeyen, vatandaşın saygısını döverek, ezerek, korkutarak, sevmediklerini hapse atarak, çok da gerekirse Anayasayı da tanımayarak kazanmaya çalışan bir “iktidar”... Beton ve paradan başka gözü bir şey görmeyen, kendisi için tek önemli şeyin parayla satın alınabilecek bir “itibar” olduğunu düşünen, konvoy ne kadar uzunsa, o kadar güçlü olduğunu düşünen bir “iktidar”…

Haliyle böyle muhteşem bir oluşum tarafından idare edilmeye çalışılan bir memlekette de tüm kurumlar, tüm ahlak normları, tüm insanı vasıflar giderek çürümeye, bozulmaya ve kokmaya başlıyor. Depremde bile vatandaşına zamanında yardımı çok gören, deprem çadırını bile zor günde parayla satmaya çalışan, deprem yardımlarını belediyesinin deposuna zulalayan bir kadrolaşma, bir büyük kötülük ve vicdansızlık ağı içinde çaresiz bir sinek gibi vızıldayabiliyoruz ancak. Vız…

∗∗∗

Hal böyle olunca böyle başa böyle tıraş diyerek, suç işlesem bile bir yıl yatarım çıkarımcılar, kendi adaletini kendisi arayıcılar, mafyaları çökerten daha güçlü mafyalar da giderek palazlandı, giderek güçlendi, güçlendikçe de her güç sahibi gibi güçten düşmek istemedi. “Harun gibi geldi, karun gibi zengin oldu” diyenlerin bile, iki gün önce etmedikleri lafı bırakmayanların bile güçten yana geçtiği, inanılmaz bir kara delik gibi tüm vicdansızlıkları kendine çeken bir oluşum haline geldi memleketin idarecileri. Dediğim gibi idare etmeye, günü kurtarmaya, odaklanmış, vizyonsuz ve kültürsüz bir bakışla yoğurulan onca yıl sonrasında da geldiğimiz nokta bu.

Ülkede zayıfsan yoksun. Güçlüysen de ancak senden daha güçlü gelene kadar var olabilirsin. Çünkü kanun kural yok, yaptığın kötülük de yanına kar kalıyor. Hiçbir şeyin güven altında değil. Adaletsizlik ve kalkınma için daha güzel bir iklim, daha elverişli, verimli bir toprak olabilir mi? Neyse ki tarım arazilerini de TOKİ’lerle taçlandırdık, toprak moprak da hak getire.

Hal böyleyken gücü yeten, gücü yettiğine istediği zorbalığı yapar oldu. Güç hiyerarşisinde “ADAMLIK”, kadınlıktan ve çocukluktan güçlü olduğundan da adam gibi adamlar, ellerindeki güçle kadınların, çocukların, hayvanların ve tabiatın sahibi sanmaya başladı kendini. Bir yandan da ne yapsan yanına kar kalıyordu. E öyle olunca ülkede sadece ADAMLAR, adam gibi yaşamayı bilir oldu. Adamlar dışında her şey ikinci planda, kimsenin umursamadığı bir gerçeklikte, öle öle, yite, tecavüze uğraya uğraya hayatta kalmaya çalıştı… O yüzden kadın cinayetleri politiktir, çocuk istismarları politiktir, hayvana şiddet politiktir, doğa talanları politiktir. İnsanı değil, gücü ve “adamlığını” her şeyin üstünde tutan bir zihniyetin de zaten yapabileceği yegane şey budur. Başka bir şey de bilmez, zaten eğitimsiz olduğundan da ilelebet bilemez. Devamında eğitimsizliğinde ısrar ederse cahil olur, cahille ise gördüğümüz ve öle öle yaşadığımız üzere sadece zamanda geriye gidilebilir.

∗∗∗

Bugün bir kadın ölür, yarın iki kadın, ertesi gün 10 bin, 20 bin, 30, 40 bin kişi. Hiç fark etmez… Çünkü cahil için hepsi aynı şeydir, sadece bir sayı. Sayı saymayı da bilemediği için sadece bir sayıdır.

İşte geldiğimiz noktada halimiz budur. Böyle bir iklimde, böyle zehirli bir atmosferde yetişen bireyler de ister istemez midyelerin ve balıkların ve ağacın, içinde büyüdüğü denizin ve toprağın pisliklerini ve zehiri içinde biriktirmesi gibi zehir dolar. Ruhlar günden güne kirlenir ve günümüze kadar gelinir. Toprakları siyanürlü, denizleri atık dolu bir ülkenin çocukları, gençleri nasıl yeşersin de sağlıklı büyüsün?

Bütün bunlar olurken muhalefet partisi genel başkanı ise bir ilde halı dokumakla meşguldür… Vatandaş dumandan boğulurken, yanan ateşe bir odun da atanlar, hiç kuşkusuz bu korkunç ortamı bizlere yaşatanlar kadar sorumludur. Allah hepimize sıralı sorumluluk versin.

                                                                /././

Sabrın sonu sefalet -Hayri Kozanoğlu-

Ekonomide kritik rakamlar, enflasyonla mücadelede Şimşek programının başarısızlığına işaret ediyor. Buna rağmen iktidar, yurttaşa ‘sabır’ demeye devam ediyor. Sabrın sonunun ‘sefalet’ olmaması ise emekçilerin bir arada ses yükseltmesi ile mümkün.

Ekonomi yönetiminin ağzında iki anahtar kelime var: “sabır” ve “geçicilik”. Onlara kalırsa sade yurttaşlar biraz sabrederse, yaşam standartlarının düşüşüne, satın alma güçlerinin gerilemesine rıza gösterirlerse ekonomi düze çıkacaktı. Çünkü enflasyon geçiciydi, reel ekonomide durgunluk belirtileri geçiciydi, faizler de zaten zamanı gelince aşağı çekilecekti. Sokaktaki insanımız bu sözlere inanmasa da, piyasacı yorumcular sürekli “doğru politikalar uygulanıyor, Şimşek’e tam destek vermek gerekli” diyerek topluma pozitif mesajlar yayıyorlardı. Gelgelelim geçen hafta açıklanan Eylül ayı enflasyon verileriyle dezenflasyon programının yolunda gitmediğine dair kanaat güçlendi. Şimşek’e ve Merkez Bankası (MB) ekibine duyulan güven zedelendi.

Gerçi yandaş medya aylık %2.97, yıllık %49.38 çıkan tüketici enflasyonunu, “Enflasyon %50’nin altına indi” diye müjde gibi sundu. Halbuki artık herkesin öğrendiği “baz etkisiyle”, yani 2023 Eylül %4.75 enflasyonunun devre dışı kalmasıyla bu sonucun ortaya çıktığı açıktı. Şimdi bu barut da tükendi. Çünkü 2023’ün son çeyreğinde ortalama enflasyon %3.21’di. 2024’ün Temmuz-Ağustos-Eylül’ü kapsayan üçüncü çeyreğinin aylık ortalaması ise %2.50 hedeflenirken %2.89 çıktı. Kısaca, 2024 yıl sonu enflasyonu düşse düşse 2-3 puan daha düşer. Yılı Orta Vadeli Program’da (OVP) öngörülen %41.5’in oldukça üzerinde kapatır.

MB sürekli, açıklanan manşet enflasyonu değil, mevsimsellikten arındırılmış veriyi temel aldığını söylüyordu. Bu ay o istatistik de TUİK tarafından kamuoyuyla paylaşıldı ve ilan edilen %2.80 yine, beklenen %2.50’nin üzerinde geldi. Böylelikle politika faizinin Ekim olmazsa bile Kasım’da indirilmesi beklentisi hemen hemen suya düştü. Şimdi ekonomi yönetimi ciddi bir ikilemle karşı karşıya kaldı: Yüksek faiz, sıkı para politikasında ısrar etse; şimdiden belirtileri görülen ekonomideki soğumanın ciddi bir durgunluğa dönüşme olasılığı artacak, “yumuşak iniş” senaryosu suya düşecek. Erken bir gevşemeye yönelse; bu kez de zaten yolunda gitmeyen enflasyonla mücadele programının çökme tehlikesi ortaya çıkacak.

TÜM ENFLASYON VERİLERİ OLUMSUZ

İsterseniz enflasyonun neden hız kesmediğinin ayrıntılarını tartışmadan önce kritik rakamlara bir göz atalım. Öncelikle manşet yıllık enflasyon %49.38 iken; fiyatlar mallarda %40.23, hizmetlerde %72.92 artmış. Arada yaklaşık %33’lük bir fark var. Zaten hizmetleri içermeyen üretici fiyat endeksindeki enflasyon da %33.09. Yılın ilk 9 ayında tüketici fiyatları %35.86 artarken, döviz sepetindeki artış %16.4’te kaldı. Böylelikle yavaş seyreden kur üzerinden üretim maliyetlerine destek geldi. Ancak hizmet fiyatları hem kurdan fazla etkilenmiyor hem de ticarete konu olmuyor. Dolayısıyla, kur kanalıyla terbiye edilemediği için alıp başını gidiyor.

Mevsimlik ürünler hariç TÜFE %51,67; işlenmiş gıda, enerji, alkollü içkiler, tütün ve altını dışarıda tutan B endeksi %48.24; bunlara ek tüm gıdayı dışarıda bırakan C endeksi %49.10 artınca buralardan da Şimşek destekçilerine iç açıcı bir haber gelmemiş oldu. Yönetilen-yönlendirilen fiyatlar hariç TÜFE ise, %46.09. Diğer bir ifadeyle, hükümetin belirlediği fiyatlar kendi öngördükleri enflasyona göre artmıyor. Manşet enflasyonu aşağı düşürmek bir yana dursun yukarı çekiyor.

BAŞARISIZLIĞIN NEDENLERİ

Enflasyonu düşürmek için en önemsedikleri iki çıpa; TL’nin döviz sepetine göre enflasyonun altında değer kaybetmesi ve ücretlerin reel anlamda düşmesi hedefleri gerçekleşti. Ancak istenilen sonuç alınamadı. “Ücretler enflasyonun nedenidir” tezini yaşam doğrulamadı. Peki ama neden bu başarısızlık? Birincisi, uygulanan para politikası üretimi baltalıyor, sonunda arz daralıyor. Nitekim Temmuz ayında takvim etkisinden arındırılmış verilere göre sanayi üretim endeksi %3.9 daraldı. PMI verisi Eylül’de 44.3 düzeyine geriledi. Bilindiği gibi 50’nin altında PMI rakamı daralma anlamına geliyor. Hem yeni siparişlerde hem de ihracat siparişlerinde daralma gözlendi. Ayrıca yüksek faizlerin bazı firmaları 90’lardaki gibi üretim yerine “paradan para kazanmaya” teşvik etmiş olması da mümkün.

İkincisi, yüksek faiz politikası uygulaması uzadıkça, bir noktadan sonra faiz maliyeti de toplam maliyeti olumsuz etkiler, zamanla enflasyonun bir unsuru haline gelir.

Üçüncüsü, enflasyonun düşeceğine ilişkin beklentiler kırılabilmiş değil. TCMB’nin Sektörel Enflasyon Beklentileri Raporu’na göre 12 ay sonrası yıllık enflasyon beklentisi reel sektör için %51.1, hane halkında ise %71.6 düzeyinde. OVP’nin 2024 yılsonu %41.5 ve 2025 %17.5 enflasyon tahminini birlikte düşünürsek önümüzdeki 12 aya ilişkin resmi öngörü %20 civarında. Aradaki bu uçurum anlaşılan bazı firmaları %60 civarı ticari kredi faizleriyle, bireyleri ise %70’i aşan ihtiyaç kredisi ve kredi kartı faizleriyle borçlanarak harcamaktan caydırmıyor. Yüksek enflasyon beklentisi firmaları ve kişileri ellerindeki nakdi bir an önce mala dönüştürmek veya hizmet satın almak için teşvik ediyor.

Dördüncüsü, TCMB’nin aylık fiyat gelişmeleri raporunda artan yurt ücretlerinin konaklama, okul servis ücretlerinin ulaştırma, üniversite harçlarının eğitim enflasyonunu yukarı çektiği vurgulanıyor. Kira artışları ise %117.4’ü buluyor. Bu alanlara düzenleme ve denetim getirmeden enflasyonun kontrol altına alınamayacağı görülüyor.

Beşincisi, bırakın servet vergisini; borsa işlemleri, asgari kazanç vergisi, dahilde işleme rejimi KDV’leri gibi vergi paketinde yer alan maddeler bile uygulanamadı. Böylelikle enflasyon mücadelesine maliye politikalarından destek gelmedi. Bu konuda dış ticaret rakamlarını incelemek de öğretici. Çünkü Ticaret Bakanlığı’nın Eylül verilerine göre ithalat ara mallarında %6.2 azalırken, tüketim mallarında %12.1 artmış. Yani üretim hız keserken, belli kesimlerin yabancı ürün tüketimi temposunu kaybetmemiş.

EKONOMİ NEREYE GİDİYOR?

Peki şimdi ne olacak? Son açıklanan reel sektör verileri bir önceki aya göre firmaların döviz varlıklarını 1.5 milyar dolar azalttıklarını, döviz borlarını ise 8 milyar dolar artırdıklarını ortaya koyuyor. Böylelikle bu işletmelerin açık pozisyonu 2023 sonundan bu yana 37 milyar dolar yükselmiş oluyor. Yurtdışından ve yurtiçinden dövizle borçlanabilen, döviz geliri bulunan firmalar TL’nin reel değer kazanma sürecinin süreceğini varsayarak bu programın kararlılıkla sürmesinden yana olacaklardır. Öz sermayesi güçlü işletmeler de bu dönemi fazla zorlanmadan atlatabileceklerdir. Ağırlıklı olarak TL kredisi kullanan küçük firmalar ise programın işlemediğini, faizlerin gevşetilmesi gerektiğini savunacaklar, büyük ihtimalle Saray’a başvurarak destek çağrısında bulunacaklardır. “Sıkı durun” diyen İstanbul sermayesi ile “gevşeme” talep eden Anadolu sermayesi arasında söylem farklılığı ortaya çıkacaktır.

Emekçi kesimlere gelince; maaş artışı dönemine kadar iktidar işler yolunda havası vermeye çalışacak, Ocak 2025 asgari ücret ve kamu çalışan/emekli zamlarını öngörülen enflasyona göre belirlemek isteyecektir. %17.5 2025 enflasyon tahmininin üzerine sınırlı eklemelerle bu süreci atlatma çabasına girişecektir.

Emekçilere ve temsilcilerine düşen; “sabır”  çağrılarının artık yettiğini, “geçicilik” tezlerini yaşamın doğrulamadığını haykırarak hak mücadelelerini sürdürmek olmalıdır. Madem hizmet kalemleri enflasyona ivme kazandırıyor, öyleyse bu fiyatların sıkıca denetlenmesi ve düzenlenmesi çağırısı yapılmalıdır. Önce kamunun kendi belirlediği, bizim aylık faturalarımıza, köprü-yol geçiş ücretlerine yansıyan “yöneltilen-yönlendirilen” fiyatların enflasyon hedeflerini aşmaması talebi yinelenmelidir. Aksi takdirde bu kemer sıkma programının faturasını geniş emek kesimleri ödemeye devam eder. Sabrın sonu sefalete çıkar.

                                                              /././

Samanlı Dağları’nı koruma davası yarın -Özgür Gürbüz-

Cengiz Holding’in Samanlı Dağları’nda kurduğu rüzgar santralına karşı açılan son dava yarın görülüyor. Bölgede yaşayanlar, sanatçılar ve uzmanlardan destek alarak projeye karşı çıkıyor.

Cengiz Holding’in Samanlı Dağları’nda yaptığı rüzgar enerjisi santralı (RES) yarın mahkeme karşısına çıkıyor. 30 megavat gücünde altı türbinden oluşan santral, uzun süren itirazlara ve süreç boyunca kazanılmış üç davaya rağmen özellikle Cengiz Holding’in projeyi devralmasından sonra hızla ilerlemişti.

Cengiz Holding’in Karamürsel RES projesinin ilk ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporuna verilen ‘olumlu’ kararı, Kocaeli İdare Mahkemesi tarafından, ‘projenin bölgedeki orman ekosistemine, yaban hayatına ve özellikle de göç eden kuşlara zarar vereceği’ vurgusuyla iptal edilmişti. Bu karara rağmen yapımına devam edilen proje için Cengiz Holding ÇED’i revize ederek yeni bir başvuruda bulundu. Kayınormanı Derneği, Kocaeli Ekolojik Yaşam Derneği, Koza Kültür Sanat ve Doğa Derneği ile altı yurttaş yenilenmiş ÇED’in iptali için geçen yıl Ağustos ayında yeni bir dava açmak zorunda kaldı. Açılan bu davanın duruşması, 10 Ekim 2024, Perşembe günü saat 11’de Kocaeli 1. İdare Mahkemesi’nde görülecek. Santral ise dava sonucunu beklemeden büyük ölçüde tamamlandı ve EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) kayıtlarına göre 15,6 megavatlık kısmı işletmeye alındı.

                                                                           Samanlı Dağları

İzmit ile Bursa arasında kalan bu önemli yeşil alanın korunması için mücadele eden Kayınormanı Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Bülent Üçok, “Samanlı çok yüksek bir dağ olmamasına rağmen, kuzeye bakan cephesinin sarplığı yağış bıraktırıyor. Bu da Doğu Karadeniz’i andıran farklı bir mikro iklim yaratıyor. Sonucunda da zengin bir bitki örtüsü var. Burası sanayileşmiş kentlerin (Bursa, Sakarya, Kocaeli, Yalova) ortasında bir vaha, bu şehirler için su ve oksijen kaynağı” diyerek RES projesine itirazlarını dile getiriyor.

                           Ahmet Bülent Üçok

BURADA YOK OLSALAR DA BAŞKA YERDE VAR

Projenin ÇED raporunda da bölgede Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin (IUCN) Kırmızı Listesi’nde yer alan küçük orman kartalı ve Kazdağı göknarı gibi tehdit altındaki türlerin yanı sıra kritik tehlikedeki Yitik Tülüşah bitkisinin varlığı da belirtilmiş. ÇED raporunda, tehdit altındaki İstanbul nazendesi (lathyrus undulatus) çiçeği içinse orman alanlarında yaşadıkları için yollarda genişleme çalışması yapılmazsa zarar görme olasılığı yoktur diye yazılmış. Türbin kanatları getirilirken sahada yol genişletme çalışmaları yapıldığıysa biliniyor. Diğer endemik taksonların populasyonlarının insan faaliyetlerinden etkilenebileceği ancak Türkiye’nin başka bölgelerinde de olmaları nedeniyle bunun bir sorun teşkil etmeyeceği de ÇED raporunda yazılmış.

SANATÇILARDAN SAMANLI İÇİN PROJE

Samanlı Dağları’ndaki RES projesine bir itiraz da Çıplak Ayaklar Kumpanyası’ndan (ÇAK) geldi. ÇAK’ın çalışmalarının bir bölümünü doğası bozulmamış Samanlı Dağları’nda gerçekleştirmesi ekibin ilgisini bu bölgeye ve RES projesine çekmiş. Bu yüzden de yaşadıkları alanı tanımak ve korumak için Kayınormanı Derneği ile SARP (Samanlı Art and Protection) adını verdikleri bir projeyi hayata geçirmişler.

                                                                   Çıplak Ayaklar Kumpanyası

Proje kapsamında farklı alanlardaki uzmanlar bölgeye davet edilmiş. Yaklaşık bir yıl boyunca uzmanların yaptıkları gözlemler, fotoğraf ve filmlerle birlikte kayda geçirilmiş. Prof. Dr. Doğan Kantarcı, Melis Rona, Öğretim Görevlisi Ergün Bacak, Dr. Esra Ergin Erdoğmuş, Güler Bozok, Jilber Barutçiyan, Özlem Rodoplu ve Zafer Kılıçoğlu’dan oluşan ekip, önemli mantar, bitki ve hayvan türlerini, bölgenin su kaynaklarını ve olası riskleri araştırmış.

Araştırmanın birkaç gün önce açıklanan sonuçları, bölgenin doğal zenginliğini gözler önüne seriyor. Çalışmaları yürüten uzmanlardan Melis Rona, yaptıkları gözlemler sonucu bölgede üç endemik bitki türüne rastladıklarını söylerken, Güler Bozok ve Ergün Bacak türbinlerin kuş göç yollarına yakınlığı nedeniyle kuşlarla ilgili sorunlara dikkat çekiyor. Bacak, “Estonya’da halkalanan her 10 küçük orman kartalından sekizi bu bölgeden geçiyor” diyor. Samanlı Dağları’nın önemli bir su üretim havzası olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Doğan Kantarcı, ise enerji üretiminde ormanlar gibi yanlış yer seçimlerinden kaçınılması gerektiğini vurgulayarak Karamürsel RES için yapılan yer seçimini eleştiriyor. Kantarcı, yarasaların tarım alanları, bağ ve bahçeler ile ormanlık alanlarda sinek ve böcekleri yedikleri için çok yararlı olduğuna değinerek, rüzgar türbinleri kaynaklı yarasa ölümlerine de dikkat çekiyor.

∗∗∗

“EĞRELTİOTUNDAN HAREKETLER TÜRETTİK”

Çağdaş dans çalışmaları yapan ÇAK ekibinden Mihran Tomasyan, 17 yıldır Tophane’de çalıştıklarını belirterek, Samanlı’daki deneyimlerini anlattı. “Doğaya yabancı bir ekip değildik” diyen Tomasyan, “Yerleştiğimiz yer bence hâlâ çok vahşi. O yüzden önce o vahşiliği anlamaya çalıştık. Bir yanına hemen stüdyo kuralım, ev yapalım değil de buraya en uygun neyse onunla devam edelim dedik. O kaplumbağa her gün oradan geçiyorsa oraya çit yapmayalım diye düşündük” diyor. Doğanın sanatlarına etkisini de eğreltiotu örneğiyle anlatıyor: “Araziyle bağ kurarak, şehirde alıştığımız hareketleri orada yaparak değil, araziden ilham alarak bir hareket üretebilir miyiz sorusunu sorduk. Örneğin eğreltiotu üzerinde çalışıp ondan hareketler ürettik. Eğreltiotları başta bütün yapraklarını içinde saklıyor ve yukarı doğru uzuyor sonra yapraklarının aça aça ilerliyor. Bu bizim için bir veriydi.”

                          Mihran Tomasyan

                          /././

Bahçeli daha ne yapsın!-Berkant Gültekin-

Geçen hafta Meclis’teki grup konuşmasında herkese parmak salladıktan sonra aynı gün DEM Partililerle tokalaşan, CHP lideri Özgür Özel’in de gönlünü almaya çalışan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, dünkü konuşmasında yine kafaları karıştırabilecek bazı mesajlar verdi. Aslında rejimin ne yapmaya çalıştığı çerçevesinden bakılırsa, Bahçeli’nin çelişkili tavır değişiminin pek de kafa karıştırıcı olmadığı görülecektir.

Pragmatizm, yani fayda odaklı siyasi faaliyet, Erdoğan ile Bahçeli’nin belki de en bariz ortak özelliği. Dün ilginç şekilde Bahçeli “Biz siyaseti; Machiavelli’nin ileri sürdüğü şekliyle, pragmatik ve çıkara dayalı ilişkiler ağı halinde görmüyoruz” dese de bu işin biraz kendini parlatma kısmı. Eğer çıkara dayalı hareket etmeseydi, geçmişte sövüp saydığı, “Bu ülkeye cumhurbaşkanı olamaz” dediği Erdoğan’la “ortak bir amaç uğruna” kol kola vermezdi. Aynı durum Erdoğan için de geçerli elbette.

Düzen siyaseti böyle yapılıyor. Bu alemde daimi dost ve daimi düşman olmuyor. Tavırlar ve kararlar, ihtiyaca göre değişkenlik gösteriyor. En yüksek perdeden hedef alınanlar, bir bakıyorsunuz en sadık ve güvenilir partnerlere dönüşüyor. Tam tersi, toz kondurulmayanlar, cansiperane savunulanlar, mevki makam sahibi yapılanlar da bir anda paçasından çekilip itibarsızlaştırılıyor. O nedenle düzen siyasetçilerinin davranışlarını etik anlamda hiç ciddiye almamak, potansiyel sonuçları itibariyle ise fazla ciddiye almak gerekiyor!

Bunları not düştükten sonra gelelim Bahçeli’nin bir haftadır tartışılan tutum ve açıklamalarına… Evet, Bahçeli daha önce pek çok defa DEM Parti ve öncülü olan HDP’nin kapatılması gerektiğini savundu. Bu partileri “terör partileri” olarak tanımladı ve kendi partisinden de fazla oy almalarına rağmen hiçbir meşruiyetlerinin olmadığını ileri sürdü. Daha 1,5 ay önce “Bölücülere ve dolaylı şekilde teröristlere aktarılan Hazine kaynağımız derhal kesilmeli” dedi.

Aynı Bahçeli, Meclis açılışında beklenmedik bir şey yaptı. Oturdukları sıralara kadar gidip DEM Parti yöneticileriyle tokalaştı. Gazetecilerin konuyla ilgili sorusuna, “Yeni bir döneme giriyoruz, dünyada barışı isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” şeklinde yanıt verdi. Yetmedi, dünkü toplantısında da bunun anlık bir refleks olmadığını izah etti: “Uzattığım el, milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır. ‘Gelin Türkiye partisi olun’, ‘milli birliğimizde kenetlenin’ teklifidir. DEM'e düşen sorumluluk uzanan elin kıymetini anlaması ve eşik olarak değerlendirmesidir.”

Kapanması istenen DEM Parti’den, “milli birliğe kenetlenme” teklifi yapılan, “Türkiye partisi” olması istenen DEM Parti’ye… Hani Erdoğan diyor ya, nereden nereye… Hadise, rejimin sıkışmışlığının ve yaşadığı bunalımın göstergesi. Elbette tüm bunlar da Bahçeli’nin kişisel kararı değil, Erdoğan’ın arayışlarının tetiklediği bir ön manevra. Bahçeli, ortağı Erdoğan’a açık çek sunuyor ve onun elini rahatlatıyor. Çünkü yeni Anayasa ile kendine yol açmaya çalışan Erdoğan, siyasal tabloyu bu amaca fayda sağlayacak biçimde dizayn etmek niyetinde. O yüzden eller şimdi, dost-düşman rollerini yeniden dağıtmak için taraflara uzatılıyor.

Buradan hareketle, süreç içinde kullanılan kavramlara, sanki demokrasiye referansla söyleniyorlarmışcasına, sistemin ideolojik karakterinden bağımsız anlamlar yüklenmemeli. Tıpkı “yumuşama” meselesinde olduğu gibi… Devlet Bahçeli açısından bir partinin “Türkiye partisi” olmasının yolu, iktidarla uzlaşmaz nitelikteki siyasal pozisyonunu terk etmesinden geçiyor. Burada Türkiye’nin sorunlarını esas alan ya da en azından kendi bulunduğu kulvarda taviz vermeden duran ve bu doğrultuda rejimle korakor mücadeleye girişen bir muhalefet dinamiğine yer yok. Rejim bu ayrımı yapıp ettikleriyle net şekilde ortaya koyuyor zaten. Kürt hareketinin Türkiyeli olma konusundaki en başarılı aktörü Selahattin Demirtaş’ı hapiste tutup onun mensubu olduğu partiye “Gelin Türkiyeli olun” demenin başka bir açıklaması olabilir mi?

Bahçeli ve Erdoğan’ın muradı, Kürt hareketinin, AKP-MHP blokunun işini kolaylaştıracak bir stratejiyle ilerlemesi. Bahçeli’nin teklifi de özünde, “Yeni Anayasa’ya destek verin, biz de sizi Türkiye partisi olarak kabul edelim” teklifidir. Esas kritik nokta, Kürt hareketinin iktidardan gelen teklife nasıl karşılık vereceği, rejimin kendini diriltme planı olan yeni Anayasa sürecinde nasıl bir duruş sergileyeceğidir. Kuşkusuz işin bir tarafı Suriye’deki dengeler ve Kürt hareketinin büyük oranda Fırat’ın doğusundaki kazanımlarıyla ilgili. Hükümetin Esad ile yeniden temas kurmaya çalışması bu başlıktan ayrı değerlendirilmemeli.

                                                            /././

Balıkesir: Kültürler ve karşılaşmalar şehri -Şükrü Aslan-

Türkiye, Cumhuriyetin ilanından hemen sonra ülke coğrafyasını, dil ve kültür kriterine göre üç bölgeye ayıran, yoğun bir siyasal-yasal düzenleme çabası içindeydi. Bölgelerden ilki ‘Türk kültürlü’, diğeri ‘Türk kültürlü olması hedeflenen’ ve üçüncüsü de ‘boşaltılması gereken’ alanlar olarak tanımlanmıştı. İlk iki bölge arasında nüfus transferi olacak ve zamanla ülkede ‘dil ve kültür birliği’ sağlanacaktı. Aynı amaca uygun olarak bazı bölgeler yerleşime kapatılıp, ‘yasak mıntıka’ ilan edilecekti.

Üzerine yıllarca çalışıldıktan sonra 1934 yılında, 2510 sayılı İskan Kanunu olarak somutlaşan düzenlemeye göre Balıkesir, ‘Türk kültürlü’ nüfusun hakim olduğu şehirlerden biriydi ve bu nedenle diğer kültürlerden nüfusun iskanı için uygun bir sahaydı. Daha 1923’de mübadele ile başlayan süreçte göçmenlerin en çok iskân edildiği vilayetlerden biriydi. Mübadiller özellikle Ayvalık, Burhaniye, Sındırgı, Dursunbey, Erdek, Bandırma ve Edremit’e yerleştirilmişti. 1935’de yapılan nüfus sayımı verilerine göre, Balıkesir, tıpkı ülke gibi bir kültürler deposuna dönüşmüştü bile. O verilere göre Balıkesir’de 21 anadilden nüfus vardı. Gerçi bunlardan Abazca, Acemce, Ermenice, Arapça, Lehçe, Macarca, Rumence, Yahudice (İbranice) görece küçük kesimlerin dilleriydi ama yine de bunları ‘anadili’ olarak belirten bir nüfus vardı.

1935’de toplan nüfusu 481.372 olarak kayıtlara geçen Balıkesir, 56 il arasında beşinci sırada yer alıyordu. Vilayete bağlı Ayvalık, Susığırlık, Balya, Bandırma, Burhaniye, Dursunbey, Edremit, Sındırgı, Erdek, Gönen kazaları ve bunlara bağlı 48 nahiye bulunmaktaydı. Vilayette Türkçe dışında şu diller ve nüfus tespit edilmişti: Çerkesce (9.226), Pomakça (5.034), Rumca (3.470), Gürcüce (3.415), Bulgarca (2.625), Tatarca (1.849), Boşnakça (1.660), Sırpça (1.436), Kürtçe (902), Kıptice (774), Arnavutça (340), Lazca (255). Şehrin demografik yapısında Balkanlardan ve Kafkasya’dan gelen göçmenler baskın olduğunu Pomakça, Bulgarca, Sırpça, Boşnakça, Arnavutça gibi Balkan coğrafyasının dillerinden ve Çerkesce, Gürcüce, Tatarca, Lazca gibi Kafkasya coğrafyasının anadillerinden de anlamak mümkündü. Anadili Sırpça, Bulgarca, Macarca olanlar da, aslında Balkanlardan gelen Müslüman nüfusa işaret ediyordu.

Aynı sayımın verileri bu coğrafyanın yerli nüfus gruplarının varlıklarına da işaret ediyordu. Anadili Rumca ve Kıptice olan nüfus bunun örneğiydi. Türkiye’de Kıptice konuşanlar, Edirne ve İstanbul’dan sonra en fazla Balıkesir’de yaşıyorlardı. Rumca zaten bu coğrafyanın kadim dillerinden birisiydi. Osmanlı devletinin yaptığı nüfus sayımlarına göre, 20. yüzyılın başında, bazı ilçelerde nüfusun tamamına yakını Rumlardan oluşuyordu.

Balıkesir’in bir mübadil ve muhacir mekanı olduğunu gösteren verilerden birisi de, ‘yabancı ülkede doğan nüfus’un miktarıydı. 1935 yılı verilerine göre Balıkesir’de doğum yerleri başka ülke olanlar, toplam 55.486 kişiydi ve bunların toplam nüfus içindeki oranı %12’di. Bu oran Türkiye ortalamasının (%6) iki misliydi. Bu grupta 23.354 kişi ile Yunanistan ilk sırayı alıyordu ki yabancı ülke doğumlu olanların %42.08’ne denk geliyordu. Yunanistan’ı 19.686 kişi ile Bulgaristan takip ediyordu ve oranı %35 idi. Üçüncü sırada 6.426 kişi (% 11) ile Yugoslavya geliyordu. Romanya ise 3.336 kişiyle (% 6) dördüncü sıradaydı. Bu nüfus içinde kayda değer diğer ülke 1.115 kişi ve %2 oranla Rusya idi.

Bütün bu verilerin gösterdiği gibi Balıkesir, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında sözcüğün gerçek anlamında bir göçmen vilayetine dönüşmüştü. Şehrin ‘Türk kültürlü’ olarak tanımlanması, ülke içindeki farklı dil ve kültür grupları için de bir iskan sahası olarak belirlenmesine yol açmış ve Balıkesir, adım adım bir kültürler ve karşılaşmalar şehri olarak gelişmişti.

Bugün de şehirde bu kültürlerin hepsinden izler bulmak olağandır. Bu aynı zamanda şehrin dil-kültür zenginliğine de işaret eden bir durumdur. Şehrin kültürel hafızasını korumak ise kendi başına önemli bir sosyolojik ihtiyaçtır. Bu yüzden Balıkesir’de Mübadiller-Muhacirler Müzesi kurmak, belki de bu hafızayı gelecek kuşaklara aktarmanın bir ilk aracı olabilir.

                                                                  /././

                                                 Birgün - GÜNDEM

Özelleştirmeler eylülde rekor kırdı -Mustafa Bildircin-

AKP’nin kamu varlıklarına yönelik hoyrat tutumu, eylül ayında en sert seviyeye ulaştı. 2024’ün ilk 8 ayında toplam 867,9 milyon TL’lik kamu taşınmazı satışı yapılırken yalnızca eylülde 1,7 milyar TL’lik satış yapıldı.(https://www.birgun.net/haber/ozellestirmeler-eylulde-rekor-kirdi-565785)

                                                                  ***

Borçtan sonra haciz tehdidi -Havva Gümüşkaya-

Tek mesajla GSS prim borçlusu olduğunu öğrenen milyonlarca yurttaş şimdi de haciz tehdidi ile karşı karşıya. Yurttaşlara ödeme emri tebliğ edilen borçlar 15 gün içinde ödenmezse SGK hacze başlayabilir.(https://www.birgun.net/haber/borctan-sonra-haciz-tehdidi-565477)

                                                                     ***

Validebağ Korusu’nu paravanla bölemezsiniz

Üsküdar Validebağ Korusu’ndaki öğretmenevi yönetiminin alana paravanlar yerleştirilmesi protesto edildi. Validebağ Gönüllüleri paravanların kaldırılması ile ilgili 19 Haziran’dan bu yana imza toplanıldığını anımsattı. Açıklamada ‘‘Öğretmenevi yönetimi, mart ayı içinde kasrın arkasına plastik bir bina yaptı. 15 Haziran gece yarısı ise Numune Hastanesi ek birimine tahsis edilmiş alanla Milli Eğitim Bakanlığı’na tahsis edilmiş alan arasına devasa paravanlar çekmeye başladı. Öğretmenevi yönetimini uyarıyoruz. Validebağ Korusu sit alanıdır. Rant hevesiyle gece yarısı operasyonlarıyla sit alanı olma özelliğini yok edemezsiniz" denildi.

                                                           ***

AKP’den satılık cami ve millet bahçesi! -İsmail Arı-

Güngören Belediye Başkanı AKP’li Bünyamin Demir, belediyenin yaklaşık 160 milyon TL’lik vergi borcunu sildirmek için sağlık alanı, park ve camileri elden çıkaracak. Devredilecek yerler arasında millet bahçesi de var.(https://www.birgun.net/haber/akpden-satilik-cami-ve-millet-bahcesi-565831)

                                                                   ***

Canikli’nin oğlu yolunu buldu -İsmail Arı-

                              Furkan Canikli’nin nikah şahitliğini Erdoğan yapmıştı. (Fotoğraf: AA)

Rabia Naz’ın ölümü ve FETÖ şirketleri iddiasıyla gündeme gelen AKP’li Nurettin Canikli’nin oğlu Cumhurbaşkanlığı Analiz Daire Başkanı olarak atandı.(https://www.birgun.net/haber/caniklinin-oglu-yolunu-buldu-565767)

                                                                       ***

Ne bilim var ne de yayın -Mustafa Kömüş-

Erdoğan bilimsel çalışmaların arttığını söylese de akademide yayın azaldı, kitap sayısı bu yıl da geriledi. 58 üniversite, Ar-Ge’ye bütçelerinin yüzde 1’ini bile harcamadı.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan dün Saray’da düzenlenen Akademik Açılış Yılı Töreni’nde konuştu. Erdoğan konuşmasında bilimsel yayınlarda aşama kaydetse de Yükseköğretim Kurulu (YÖK) verileri bunu yalanladı.(https://www.birgun.net/haber/ne-bilim-var-ne-de-yayin-565809


(BİRGÜN)


T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -9 Ekim 2024-

“AMK küfürü çok yaygın, uyarınca erkekler bize Femi-Nazi diyor”/ İkbal ve Ayşenur için seslerini duyurmaya çalışan liseli genç kızlar anlattı -Candan Yıldız-

“Bir erkek arkadaşımız Ayşenur ve İkbal’in fotoğrafını yakamıza takmayı heves olarak gördü!”

Münevver KarabulutÖzgecan AslanPınar GültekinAleyna Çakır (Sema Esen), Esra HankuluCeren Damar ŞenelAyşenur Halil ve İkbal Uzuner

 Yaşları birbirine uzak değildi.

Öyküleri ayrı, katledilişleri benzer…

Prof. Alev Özkazanç, dünyada giderek sertleşen, genç erkekler arasında popüler hale gelen bir erkek hareketinden, Incel’lerden bahsederken, bu genç erkek öfkesinin önümüzdeki döneme damgasını vuracağı tespitiyle tehlikeye dair önemli bir vurgu yapıyor.

Incel olmaya aday ya da kendisini bu kulüpte gören, çevrim içi uygulamalarda örgütlenen bu genç erkeklerin varlığı, Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner’i katleden Semih Çelik profiliyle yeniden konuşulur oldu.

 Tanımadıkları ama yaşları, giyinişleri, yaşadıkları bölgenin yakınlığı gibi faktörlerle Ayşenur ve İkbal’le empati kuran, onlara yönelik vahşete ses çıkaran lise öğrencisi genç kızlarla konuştum…

Ayşenur ve İkbal için yapılan eyleme katılan liseli genç kızlar

Eyüpsultan’da, Oğuz Canpolat Anadolu Lisesi’nin karşısındaki parktaki eylem sonrası konuştuğum 16-17 yaşındaki lise öğrencisi genç kızlara, kendi dünyalarına da sirayet eden kadın cinayetlerini sordum. Okuldaki erkek öğrencilerin bu tür cinayetlere nasıl yaklaştığını konuştuk. Anlattıkları oldukça çarpıcı…

 “Gece rahat uyuyabilmek için” orada olduklarını söyleyen bu genç kızlar, Ayşenur ve İkbal’in katledilmesine ilişkin, intihara ilişkin sosyal medyadaki  filtresizliği, sürekli dozu artan şiddet görüntülerini eleştirerek söze başladılar.

Altı lise öğrencisi genç kızın anlattıklarını dikkatli okumanız temennisiyle sözü onlara bırakıyorum…

“Biraz şanslıysak katledilmiyoruz”

“Film sahnesi gibiydi… Gerçekten inanmak zor. Bir annenin bunu yaşaması, annenin feryadı… Hepsi çok zor şeyler. Eğer şanslıysak iyi bir ailenin içine doğuyoruz. Ailemizdeki erkekler tarafından, ailemiz tarafından katledilmiyoruz. Eğer biraz daha şanslıysak ileri yaşta sevgilimiz iyi oluyor, eşimiz iyi oluyor. En azından eşimiz tarafından katledilmiyoruz. Ama yine de yetmiyor çünkü sokakta katledilme ihtimalimiz var. Tamamen şansa yaşıyoruz.

“Bu cinayetler hepimizi etkiliyor”

Bütün kadın cinayetleri bizi etkiliyor ama özellikle cinayetin bu kadar yakınımızda yaşanması, aynı semtte yaşanması daha tedirgin ediyor bizi…

Bu olaya biraz da olsa tepkimi gösterebilmek için katıldım bu eyleme… Çünkü elimden başka hiçbir şey gelmiyor gerçekten. Kadınların öldürülmesine ağzımızı bile açamadığımız için, etrafımızdaki insanların buna bir tepki verdiğimizi, rahatsız olduğumuzun anlaması için geldim. Ama beklediğimiz etkiyi de alamadık. O kadar az sayıda ki insanlar. Birimiz bir şey yapsak, ben arkadaşımı getirsem o arkadaşını getirse o kadar şey olabilir. Ama kimse bir adım bile atmak istemiyor. Bu üzücü.

Görüntüleri gördüğümde o an beni kötü etkilemesini geçtim, o kızların ailesini düşündüm. Çünkü bir genç kızın o halini asla blurlama olmadan, filtreleme olmadan, apaçık bir şekilde gösterilmesi… Ailesinden biri sosyal medyaya girse bunu görebilir. Gerçekten çok kötü…

“Incel gruplarını duyduk”

Günümüzde böyle olayları duymamak imkansız gibi bir şey. İçinde bulunmadım Allahıma şükür ama arkadaş çevremden duydum. Böyle bir zamanda bulunmamak da zor ama…

Benim yaşımda, 16-17 yaşındaki genç bir kızın sürekli, belirli saatlerde dışarıda olması gerekiyor. Eğlenmeyi geçtim… Sınav dönemimiz yaklaştı, dershaneye gidiyoruz, kütüphaneye gidiyoruz. Verimli vakit geçirmek için geç saatlerde çıkmamız gerekiyor. Ve asla tekin bir sokak yok. Akşama kalmayayım desem, benzer saldırılar gündüz yapılıyor. Tenha yerden geçmeyeyim desem kalabalık yerlerde yapılıyor. Kendimizi korumanın bir yöntemi yok…

“Kendimizi korumaya çalışıyoruz ama çok zor tabii”

Tepkimizi ortaya koymak istedik, göz yummak istemedik.  O kadınlar yerinde biz de olabilirdik. Yaşlarımız birbirine çok yakın ve oturduğumuz yer de çok yakın. Cinayeti işleyen kişi de, dışardan bakıldığında asla anlaşılmayacak biri… Belki böyle biri olduğunu kimse anlamamıştı, iç dünyasını kimse bilmiyordu. Biz de öyle insanlarla karşılaşabiliriz. O yüzden tepkimizi koymaya geldik buraya.

Akşam bir yere çıkmak zorunda kalıyoruz, her şeyi sabah halledemiyoruz diyelim. Sokak lambalarının bile yanmadığı sokaklar var. Oraları tercih etmemeye çalışıyoruz, veya kalabalıktan gidelim, şunun yanından geçmeyelim, şuradan yürmeyelim gibi… Yürürken bile çok fazla düşünüyoruz. Çünkü ne olacağı hiç belli olmuyor. Kimin ne düşündüğünü bilemezsin. O yüzden biz de biraz kendimizi korumaya çalışıyoruz ama çok zor korumak tabii…

Ayşenur ve İkbal için yapılan eyleme katılan liseli genç kızlar

“Kadınların öldürüldüğünü insanların gözüne sokmak istedik”

Bu zamana kadar bir sürü kadın öldürüldü ve hâlâ öldürülmeye devam ediyor. Belki bu şekilde eylem yaparak, insanların gözüne sokarak ve gerçekten var olduğunu göstererek bundan sonra olmasını tamamen engellemese bile azaltabiliriz veya insanları caydırılabiliriz diye buradayım.  

“AMK kullanımı çok yaygın erkek arkadaşlarımızda”  

AMK kullanımı çok yaygın. Erkek arkadaşlarımızı kadınlar hakkında şaka yaptıklarında uyarıyoruz ama pek etkisi olmuyor, aynı şekilde yapmaya devam ediyorlar.  Şaka adı altında çok fazla söylemde bulunuyorlar.

O yaştaki erkekler feminizmi kadın üstünlüğü olarak görüyorlar. Eşitlikten bahsettiğimizde Femi-Nazi’ye bağlıyorlar. Femi-Nazi diyorlar.

Bugün erkek arkadaşlarımızdan daha fazla tepki bekliyorduk. Ama hiç düşündüğümüz gibi olmadı. Dalgaya vuranlar oldu. Mesala bir arkadaşım bana dedi ki, ‘Ben kız arkadaşımdan ayrıldığım zaman asla onu öldürmeyi düşünmedim’ Zaten normal bu değil mi, bunu övünelecek bir şey gibi söylüyorlar. Olması gereken bir şeyi sanki üstünlermiş, daha iyi düşünüyorlarmış, daha zekilermiş gibi söylüyorlar.

“Ayşenur ve İkbal’in fotoğrafını yakamıza takmayı ‘heves’ olarak gören erkekler var”

Yakalarımıza taktığımız Ayşenur ve İkbal’in fotoğraflarından kalmamıştı. Bir arkadaşımız ben de istiyorum dediğinde bir erkek arkadaşımız bize gelip “Siz de şuna versenize, hevesini alsın” demişti. Yani bu bir heves değil, bunu anlamıyorlar. Empati kuramıyorlar bizim gibi… Bizi de üzdü bu durum. Çünkü arkadaşlarımız bu erkekler. Ama böyle bir düşünce yapısında olduklarını biz de bilmiyorduk.

“Bizi ‘kadın kadının kurdudur’a inandırdılar”

Ben lise öğrencisiyim, Silivri'den bu eylem için geldim. Çok fazla katledilen kadın var. Çok fazla kadın cinayetine şahit olmak zorunda kaldım. Ben çok uzun süre tarikat yurtlarında büyüdüm, cemaat yurtlarında kaldım. Kadınların nasıl mobbinge maruz bırakıldıklarına bire bir şahit oldum.

Küçükken ‘kadın kadının kurdudur’ lafına o kadar inandırdılar ki, bir zaman sonra eylemi kendi sosyal medya hesabımdan duyurduğumda, çoğu kadın gelmekten korktu, yanlış anlaşılmaktan korktu. Bu eylemin siyasi olarak algılanmasından korktu. O kadar inandırmışlar ki kadınların birbirine düşman olduğunu… Aslında öyle değil, biz kadınlar, mesela olur da bir teyzenin veya bir başkasının sizi sırf kadın olduğu için ezdiğini görürseniz, aklınıza sakın ‘kadın kadının kurdudur’ lafı gelmesin. Çünkü bu ataerkil sistemin dayattığı bir söz zaten. Bizden bunu istiyor. Bir kadın bir kadını eziyorsa, muhtemelen diğer bir erkek tarafından ezilmemek için yapıyordur. Tabii ki yaptığı doğru değil ama bu sistematik bir şey.

“Öldüren erkek değil öldürülen kadın suçlanıyor”

Yayın yasağına rağmen İkbal’le ilgili bir video servis edildi. Yorumlara bakın, keşke gitmeseymiş, keşke tek gitmeseymiş. İnşallah empati yapmak zorunda kalmazlar, inşallah o hissi hissetmek zorunda kalmazlar. Çünkü kadınlar öyle şeylerle tehdit ediliyorlar ki, öyle mobbinge maruz kalıyorlar ki… Belki İkbal, oraya gittiğine dair ailesine haber veremedi, belki öldürülmekten korktuğu için söyleyemedi. Hadi diyelim ki İkbal gerçekten kendi isteğiyle gitti bu yine de öldürülmesini haklı çıkaran bir durum değil. Ama nedense kadın cinayetleri sürekli sebeplendiriliyor. Asla bir erkek tarafından öldürüldüğü manşet olmuyor. Bir uyuşturucu kullanıcısı tarafından öldürüldüğü, bir anime hayranı tarafından öldürüldüğü manşetlerde yazıyor.

“Erkek patronuna ses çıkaramayan erkek, kadına saldırıyor”

İktidar ve aterkillik hariç her şey ama her şey suçlanıyor. Erkekler cinnet geçirip ya da uyuşturucu kullandıkları, çok sinirlendikleri için kadınlara saldırıyorlar ya… Erkekler neden askerdeki baş çavuşa saldırmıyor? Neden patronuna saldırmıyor? Neden erkek öğretmenine saldırmıyor da kız arkadaşına saldırıyor? Kadın cinayetleri tamamen politiktir ve iğrenç bir zihniyetin sonucudur.

“Incel oluşumundaki erkekler, kadınlar onları dışladıkça daha çok hırslanıyorlar”

Incel adlı oluşumda olanlar birbirlerini sürekli destekledikleri için kadınlar onları dışladıklarında daha çok hırslanıyorlar. Eskiden diyordum ki böyle düşünen erkekleri toplumdan dışlayarak soyutlayarak belki bir çare bulunabilir. Ancak şu an emin oluyorum ki hayır, biz onları dışladıkça onları itip kaktıkça daha çok hırslanıyorlar. Daha çok öldürme hevesiyle doluyorlar.

Ama benim en çok sinirlendiğim kısım sanat dünyasındaki bazı insanların şarkı sözleriyle veya yazdıklarıyla şiddeti normalleştirmeleri… Kadın arkadaşlarımız, kız arkadaşlarımız bu cinsiyetçi rap şarkılarını belki eğlenme amaçlı dinliyorlardır, hiçbirinin kadınların öldürmesini desteklediğini asla düşünmüyorum, ama bu tamamen bilinçsizlik. İnsan duya duya alışır. O nedenle bu tür rap parçalarını dinlememeliyiz, boykot etmeliyiz bana kalırsa…

                                                                   /././

Gerçeğinden düşük ücret bordrosu düzenleyen işverenlere hapis cezası gelebilir…-Murat Batı-

Gerçeğinden daha düşük ücret bordrosu düzenleyenleri Hazine ve Maliye Bakanlığı tespit ettikten sonra konunun hem vergi kaybı açısından hem de suç oluşturması anlamında VUK m.3’teki delillerle ispatlaması gerekmektedir.

İşverene tabi ve belirli bir iş yerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlere ücret adı verilir. Çalışanla işveren arasında bir iş sözleşmesi yapılır ve bu iş sözleşmesine binaen çalışana ücreti verilir. Ancak ülkemizde maalesef genel teamül olmuş bir uygulama var ki o da çalışana gerçek ücreti değil de daha düşük bir bedel banka üzerinden yatırılmakta kalan tutar ise -genellikle elden- ispatı çok zor bir yolla verilmektedir. Bu uygulama hem sigorta prim hem de vergi kaybına neden olmaktadır.

Bu uygulamanın ortasında yer alan temel belge ise ücret bordrosudur. Çünkü gerçekte ödenen ücretin altında düzenlenen ücret bordrosu Vergi Usul Kanunu m.359/a-2 kapsamında yanıltıcı belge kapsamındadır. Dolayısıyla düzenleyen hakkında -işverene- beş (5) yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Evet doğru duydunuz; beş yıla kadar hapis cezası…

VUK m.229 ila m.252 hükümlerinde düzenlenmesi gereken belgelere dair detaylı açıklamalara yer verilmiştir. Bunlardan biri de ücret bordrosudur. VUK m.238 uyarınca işverenler her ay ödedikleri ücretler için ücret bordrosu tutmaya mecburdurlar.

VUK m.359/a-2 uyarınca “muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar hakkında on sekiz aydan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” VUK m.359/a-2 üçüncü fıkra yanıltıcı belgenin tanımını “gerçek bir muamele veya duruma dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan belge ise, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgedir.” şeklinde düzenlemiştir.

Ancak VUK’ta belgenin tanımı yapılmamıştır. VUK m.359’da geçen belge kavramından VUK m.227 ve devamı maddelerde yer alan vesika kavramı anlamında olduğu anlaşılmaktadır. Bu belgelerden bir tanesi de ücret bordrosudur.

Buna göre yanıltıcı belgeden söz edebilmek için bu suç eylemi açısından gerçek bir muamele söz konusudur ama düzenlenen belge söz konusu işlemi doğru yansıtmamaktadır.

Kanun maddesi gerçek bir muamele veya duruma dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu sadece mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan belgeleri sahte belgeden ayırmak suretiyle muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge olarak ayrı şekilde nitelemiştir. Gerçeğe aykırılık iki şekilde ortaya çıkabilir. İlki teslim edilen mal ya da ifa edilen hizmet ile belgede belirtilen mal ya da hizmetin aynı olmamasını ifade eden mahiyet itibariyle gerçeğe aykırılık; diğeri ise belgede yer alan malın ve/veya hizmetin sayı ile ifade edilen biriminin ve birim ya da fiyatın gerçeği yansıtmamasını ifade eden miktar itibariyle gerçeğe aykırılıktır.

Ayrıca VUK m.359 uyarınca düzenlenen belgenin yanıltıcı belge sayılabilmesi için bu belgenin kesinlikle vergisel işlemlerde kullanılacak bir belge olması gerekmektedir.

Ücret bordrosu, VUK m.359/a’da Vergi kanunlarına göre tutulan veya düzenlenen ve saklanma ve ibraz mecburiyeti bulunan” şeklindeki cümle uyarınca VUK’a göre düzenlenen ve saklanma mecburiyeti bulunan belgeler arasındadır. Dolayısıyla VUK m.359/a-2’de yer alan koşulların gerçekleşmesi durumunda yanıltıcı belge kapsamındadır.

Bu nedenle gerçek bedelin altında ücret bordrosu düzenleyenler VUK m.359/a-2’deki suçu işlemiş sayılacaklarından haklarında on sekiz aydan beş yıla kadar hapis cezası uygulanabilecektir.

Gerçeğinden daha düşük ücret bordrosu düzenleyenleri Hazine ve Maliye Bakanlığı tespit ettikten sonra konunun hem vergi kaybı açısından hem de suç oluşturması anlamında VUK m.3’teki delillerle ispatlaması gerekmektedir. Bu, uygulamada çok kolay değildir. Bu nedenle özellikle Vergi Denetim Kurulu üyeleri (vergi müfettiş ve yardımcıları) konu hakkında genellikle rapor düzenlememektedirler.

Konu hakkında rapor düzenlememe nedenlerinden biri de sanıyorum yanıltıcı belge kavramını sadece mal/hizmet alım/satımına özgülemelerinden kaynaklıdır.

Ancak bahsettiğim hususla alakalı özellikle iş mahkemelerinde yüzlerce dosya bulunmakta ve bunların büyük bir kısmı işçi lehine sonuçlanmaktadır. Yani işçi ücret bordrosunda yazan tutardan daha fazla bir tutarı -elden alma gibi- farklı yollarla aldığını ispat edebilmektedir. Bu mahkemelerdeki dosyaların Hazine ve Maliye Bakanlığı nezdinde çok güzel bir veri tabanı oluşturacağını buradan çekilen dosyalar üzerinden özellikle vergi kayıp (vergi ziyaı gibi) ve kaçağının da önlenip Hazineye gelir yaratacağını belirtmemde fayda var.

Bu yönde verilecek cezaların neticesinde, çalışanların prim kaybından dolayı da emeklilik vs. gibi özlük haklarından mahrum kalmayacağı da aşikardır.

                                                               /././

Çaya boya katan tüzel firmanın "kişilik hakkı" nedir? -Füsun Sarp Nebil-

Bu firmaların karşısına çıkacak ve sen halkın sağlığını tehlikeye atıyor, üstüne bunun bilgilendirilmesini de engelliyorsun" diyerek dava açacak "tüketici dernekleri" yok mu? Bu tür kararlar veren mahkemeleri de HSK'ye şikâyet edecek dernekler yok mu?

Tarım ve Orman Bakanlığı, harika bir iş yapıyor ve taklit-tağşiş yapılan veya sağlığı tehlikeye düşürebilecek gıdalar listesi yayınlıyor. Kanserlerin bu kadar çoğaldığı ve bu nedenle yiyecekler konusunda çok endişeli olduğumuz bu dönemde kendilerini kutlamak lazım. Bravo...

Ancak Tarım ve Orman Bakanlığı'nı kutlarken, Adalet Bakanlığı için aynı şeyi söyleyemeyeceğiz. Çünkü halkın sağlığını tehlikeye atan ya da halkı kandıran firmaların duyurulmasını engelleyen mahkemeler, Adalet Bakanlığı'na bağlı ve bunu neden yaptıklarını biz halka / tüketicilere anlatmadıkları / anlatamadıkları sürece, kendilerinden şikayetçiyiz.

Konu şu: Tarım ve Orman Bakanlığı çaya boya kattığı tespit edilen firmaların ismini yayınlamış. Bu konudaki haber ise, kişilik hakları ihlali (!!!) gerekçesiyle, Pazar (Rize) Sulh Ceza Hakimliği’nin 7 Ekim 2024 tarihli ve 2024/1459 sayılı kararıyla erişime engellenmiş.

Bu karara bakınca hemen akla gelen sorular şunlar;

1)Tüzel kişi olan firmaların, "kişilik hakkı ihlali" ne demek? Nasıl oluyor?

2)Çaya boya katarak, sahtekârlık (taklit ve tağşiş) yapan 3 firmanın, bunu medyadan saklamak için nasıl bir hakkı var?

3)Bu arada, bu çayı içen / içecek olan insanların kandırılmama ya da sağlıklı kalma hakkı ne oluyor?

4)Son olarak da soralım; bu yayını bir bakanlık yapıyor. Yani haberde yalan yok. O zaman bu yayından haber yapılması nasıl engelleniyor?

Biz de bunlar hangi firmalarmış diye merak ettik ve baktık; Tarım ve Orman Bakanlığı'nın sayfasında 3 firma gözüküyor:

Tabii ki akla hemen, geçen yıl bu zamanlar ortalığa dölen "Para ile Erişim Engelleme" haberi de geliyor. Doğrusu bu erişim engelleme kararını veren kimse ya da Adalet Bakanlığı bunun hangi nedenle "kişilik hakkı ihlali" kapsamına sokulduğunu açıklaması gerekiyor.

Yaman Akdeniz hoca da bu konuya dikkat çekmiş:

Kendisine sorduk. Şunları ekledi:

"2 gün sonra iptal olacak bir hükme istinaden ve Bakanlığın başlattığı resmi ifşa web sitesi üzerinden kamuoyu bilgilendirmeleriyle ilgili yapılan duyurularla ilgili yapılan haberler nasıl kişilik haklarını ihlal edebilir?

Bu kararı veren Hakimliğin bu uygulamadan haberi yok mu?

Bu uygulamadan haberi yoksa bile dayanak hükmün iptal edildiğinin ve 10 Ekim'den itibaren de artık bu hükmün olmayacağının da mı farkında değil sulh ceza hakimlikleri?"

Halk sağlığını koruma ya da tüketici dernekleri neredesiniz?

Bu olaya bakınca aklımıza bir soru daha geliyor... Bu firmaların karşısına çıkacak ve "sen halkı kandırıyorsun" ya da "sen halkın sağlığını tehlikeye atıyor, üstüne bunun bilgilendirilmesini de engelliyorsun" diyerek dava açacak "halk sağlığını koruma" dernekleri ya da "tüketici dernekleri" yok mudur?

Ya da bu tür kararlar veren mahkemeleri aynı şekilde; "Halkın yararına olacak, halkın kandırılmasını ve/veya sağlığını tehlikeye atacak ürünler konusunda bilgilendirilmesini engelliyorsun" diye HSK'ye şikâyet edecek dernekler yok mudur?


Not : Tarım ve Orman Bakanlığı'nı yazının başında kutladık ama Türkiye'nin en büyük köfte zincirinde domuz eti kullanıldığına dair iddialar çerçevesinde, ilgili firmanın adını açıklamamalarını da anlayamıyor ve eleştiriyoruz.

                                                                /././

Biyometrik fotoğraf tartışması adliyede bitti: Hâkim, eşi arayınca dükkana polisle gitti, biri çocuk iki fotoğrafçıya adli kontrol kararı çıktı -Cengiz Anıl Bölükbaş-

Fotoğrafını beğenmeyen kadın, fotoğrafçılarla arasında çıkan sözlü tartışmada "korktuğunu, bu yüzden eşinin hâkim olduğunu söylediğini" ileri sürdü

Mersin Tarsus’ta biyometrik fotoğraf çekimine giden, uyarıya rağmen aksesuarlarını çıkarmayan daha sonra çekilen fotoğrafları beğenmeyen M.E.A adlı kadın, dükkanının fotoğraflarını çekmek istemesi ve kendisine tepki gösterilmesi üzerine, iddiaya göre, “Benim eşim hâkim, buraya polis yığarım” dedikten sonra kocasını aradı. M.E.A.’nın Tarsus’ta hakim olan eşi, yolda gördüğü polisleri yanına alarak dükkana geldi. Önce emniyete götürülen ancak bununla yetinilmeyerek doğrudan savcılığa çıkartılan biri çocuk iki fotoğrafçı mahkemeye sevk edildi ve haklarında yurtdışına çıkış yasağı kararı verildi. Fotoğrafını beğenmeyen kadın, fotoğrafçılarla arasında çıkan sözlü tartışmada, "korktuğunu, bu yüzden eşinin hâkim olduğunu söylediğini" ileri sürdü. Tarsus 1. Sulh Ceza Hakimliği’nin, darp izi bulunmamasına, tanıkların darp ve hakaretin söz konusu olmadığını söylemelerine rağmen biri çocuk iki kişi için verdiği karar tartışmalara yol açtı.

Olay, 26 Eylül’de Mersin Tarsus’ta yaşandı. Biyometrik fotoğraf çektirmek isteyen M.E.A., 18 yaşından küçük R.T.’nin, “Aksesuarla kabul edilmiyor” uyarısına tepki gösterdi. Bunun üzerine R.T., başka işi olduğunu belirterek, fotoğrafı abisinin çekmesini istedi. M.E.A., ağabey N.T.’nin çektiği fotoğrafı beğenmedi. N.T.’nin iddiasına göre kaba bir üslup kullanması üzerine, “Başka bir dükkanda çekilin, sizden para da istemiyoruz” yanıtı alan M.E.A., dükkanı ve kardeş iki fotoğrafçıyı cep telefonu ile kayda almaya başladı. M.E.A. ile 18 yaşından küçük olan kardeşi R.T. arasında tartışma yaşandı. M.E.A., bu sırada telefonunun elinden alındığını söyledi. Olay yerine gelen N.T. ise telefonu geri verdi. İddiaya göre bu sırada M.E.A., eşinin hakim olduğunu, dükkana polis yığacağını söyledi.

Yaşanan tartışmanın ardından M.E.A.’nın hâkim olan eşi, yanına polisleri alarak olayın yaşandığı dükkânın önüne gitti. Polisler şikâyet üzerine, dükkânın sahibinin kardeşi olan R.T.’yi, çocuk yaşta olmasına rağmen Benli Şehit Muhittin Kılıç Polis Merkezi’ne götürdü. Diş randevusuna giden N.T. ise önce polis merkezine ardından doğrudan savcılığa götürüldü. İki taraf da karşılıklı olarak şikayetçi oldu.

M.E.A., darp raporu almak için hastaneye gitti. Raporda darp izi bulunmadığı, sadece sağ el bilekte hassasiyet olduğu tespiti yapıldı.

“Emir kipiyle konuştu”

Dükkânın sahibi N.T., götürüldüğü savcılıkta verdiği ifadesinde, kardeşinin nüfus dairesine ya da başka bir kuruma verilecek fotoğraflarda küpe ve kolye gibi takıların bulunması durumunda kabul etmedikleri uyarısında bulunduğunu, ‘’yeni kural mı koydunuz?’’ yanıtı aldığını, M.E.A.’nın nüfus dairesinde tanıdıkları olduğunu söyleyerek telefonla görüşme yaptığını sonra da “problem yok siz çekin” dediğini anlattı. N.T., şöyle devam etti:

“Kız kardeşim fotoğraf çekim aşamasında kadını saçlarını kulağının arkasına alması konusunda uyardı, kadın yine ‘daha ne kadar alabilirim’ diyerek kız kardeşimi tekrar tersledi. Bunun üzerine kardeşim fotoğrafı benim çekmemi istedi. ’Ben de gidip kadının fotoğraf çekim işlemini gerçekleştirdim. Fotoğrafı bilgisayara yüklediğim esnada henüz tam ekran açılmadan kadın hemen ‘bu ne biçim fotoğraf, böyle fotoğraf mı çekilir, ne biçim çekmişsiniz’ diyerek tepki gösterdi. Ben de ‘fotoğraf tam açılmadı, büyütüp bakalım’ dedim. Fotoğraf tam ekran açıldıktan sonra kadın tepkisine devam ederek ‘gözüm yukarıda gibi duruyor tekrar çek’ diyerek emir kipiyle bana konuşmaya başladı. Ben de ‘fotoğrafın açısında sıkıntı yok, biyometrik fotoğraf kurallarına uygun ve objektife bakmışsınız tekrar çekeceğimiz fotoğraf bundan farklı olmaz’ diyerek, herhangi bir ücret talip etmeksizin ‘dilerseniz başka bir yerde fotoğrafınızı çektirebilirsiniz’ dedim. Bunun üzerine kadın tamam dilerek fotoğraf çektirmekten vazgeçti, ben de iş yerinde bulunan diğer müşterilerle ilgilenmeye başladım.

“Kocasının hâkim olduğunu, bizim önümüze bir düzine polis yığacağını söyledi”

Kadın da bu esnada çantasını alıp iş yerinden çıkmıştı. Ben iş yerinde bulunan başka bir müşteri ile ilgilenirken dışarıdan ‘siz göreceksiniz, benim kocam hâkim’ diye kadının konuştuğunu duydum, dışarı yöneldiğimde iş yerimden çıkan kadının kız kardeşim ile tartıştığını gördüm. Kız kardeşim kadına ‘bizim fotoğrafımızı çekemezsiniz’ diye cevap veriyordu. Bunun üzerine müşterimden rica ederek dışarı çıktım. Dışarı çıktığımda kız kardeşimin elinde kadının telefonu vardı. Daha sonradan öğrendiğime göre kadın iş yerimizin fotoğraflarını çekerken kız kardeşimim kadının elinden telefonu aldığını öğrendim. Kız kardeşime ne olduğunu sordum, kız kardeşim de ‘bizim ve iş yerinin fotoğraflarını çekti, silsin’ dedi. Ben de bunun üzerine kız kardeşimin elinden telefonu alarak kadına verdim ve ‘lütfen fotoğraflarımızı siler misiniz’ dedim. Ancak kadın fotoğrafları silmeyeceğini, kocasının hâkim olduğunu, bizim önümüze bir düzine polis yığacağını söyledi. Ben de kocanız ‘hâkim olabilir, biz size hizmet vermek istemiyoruz, lütfen gidin’ diyerek kadını uyardım. Ancak kadın gitmemekte ısrarcıydı. Olay bundan ibarettir, kadına gerizekalı salak şeklinde ya da başka bir şekilde hakarette bulunmadım. Kadının elinden zorla telefon aldığım ve elini kıvırdığım iddiaları asılsızdır. Sonradan öğrendiğime göre biz iş yerinden ayrıldıktan sonra kadın bizden şikayetçi olarak iş yerimizin önüne bir sürü polis ekibi çağırmış, böyle yaparak devletin gücünü kullanarak biz göz dağı vermeye çalışmış. Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum, söyleyeceklerim bu kadardır.”

“Bana ‘siz görürsünüz, buraya polis yığacağım’ dedi”

Abisinin yanında çalışan 18 yaşından küçük olan R.T., verdiği ifadesinde, abisine paralel anlatımlarda bulundu ve M.E.A.’nın tartışma sırasında, “Siz görürsünüz, buraya polis yığacağım” dediğini öne sürdü.

“Korktuğum için eşimin hâkim olduğunu söyledim”

M.E.A., ifadesinde, ‘’Orada benim biyometrik fotoğrafım çekildi. Ben fotoğrafımı gördükten sonra fotoğraftaki duruşumu beğenmediğimi yukarıya doğru baktığımı beyan edip bayan şahsa ‘tekrar çeker misiniz’ diye sorunca bayan şahıs orada bulunan dövmeli gözlüklü olan erkek şahsa dönüp ‘tekrar çekilmek istiyor’ dedi. Erkek şahıs bana dönüp ‘niye tekrar çekilmek istiyor, neyini beğenmemiş’ dedi. Ben de şahsa yukarıya doğru baktığımı fotoğraftaki duruşumu beğenmediğimi söyledim. Erkek şahıs eliyle kapıyı doğru göstererek sert bir şekilde "lütfen başka yere gider misiniz" dedi. Şahıs bana açıklama yapma gereği bile duymadı” dedi.

Olayın ardından yapılan bu davranışları doğru bulmadığını ve gerekli yerlere bildirim yapmak amacıyla telefonumu çıkararak iş yeri tabelasının fotoğrafını çektiğini dile getiren M.E.A., şunları söyledi:

“Fotoğrafı çektikten sonra dönüp oradan ayrıldığım esnada dövmeli erkek olan şahıs arkadan ‘ne yapıyorsun sen, niye fotoğraf çekiyorsun’ şeklinde yüksek sesle konuştu. Erkek ve bayan şahıs hızla bana doğru yaklaşarak üzerime doğru yürüdüler. Erkek olan şahıs telefonu elimden zorla almaya çalıştı ve o esnada sol elimi bilek hizasından kıvırdı. Ben de şahıslardan korktuğum için ‘eşim hâkim, bu yaptığınız doğru değil, hakkınızda şikayetçi olacağım’ dedim. O esnada korku ve panik içinde olduğum için bana zarar vermesinler diye eşimin hâkim olduğunu söyledim. Bu olaylar esnasında bayan şahıs ‘sileceksin o fotoğrafları’ şeklinde bağırarak üzerime doğru yürüdü. Şahıslara kamuya açık bir alanda olduğumu, istesem başka bir vakitte de bu fotoğrafı çekebileceğimi söyledim. Bayan şahıs bana ‘fotoğrafı silmeden buradan gidemezsin, o fotoğrafı sileceksin’ dedi. Şahıslar bana zorla baskı yaptığı için telefon elimdeyken kendim çekmiş olduğum fotoğrafı sildim. Erkek olan şahıs o esnada iş yeri içine doğru yürüdü ve bana içeriden ‘gerizekalı salak’ şeklinde konuştu. Bayan şahıs bana ‘eşin hâkim de sen kendini Allah mı sanıyorsun’ şeklinde konuştu. Ben şahıslara çekilen fotoğraftaki duruşu beğenmediğimden tekrar fotoğraf çekilmeye talep ettiğimi, müşteriye karşı bu şekilde bir üslubun olamayacağını açıklamaya çalışırken dövmeli olan erkek şahıs telefonda görüşürken iş yeri sahibi olarak düşündüğüm şahıs ‘eşi hakimmiş de yok savcıymış da’ şeklinde alay eder bir tonda konuşuyordu. Daha sonra genç bayan bana telefon getirdi ve telefondaki şahıs iş yeri sahibi olduğunu söyledi. Şahıs bana ‘senin yaptığın yanlış, bir tatsızlık yaşanmış olabilir ancak benim iş yerimin fotoğrafını çekemezsin’ dedi. Daha sonra iş yeri sahibi dükkânın önüne gelerek aynı şekilde bana yaptığınız yanlış şekilde konuşmaya devam etti. Ben eşimi arayarak korku ile durumu anlattım. Daha sonra olay yerine polisler intikal etti. Telefonumu zorla elimden almaya çalışıp bana hakaret eden dövmeli erkek şahıs ve üzerime yürüyüp bana hakaretlerde bulunan genç bayan şahıstan davacı ve şikayetçiyim.”

Görgü tanığı, hakaret ve darp iddialarını yalanladı

Olayla ilgili ifadesi alınan görgü tanığı da, M.E.A.’nın dükkana geldiğini, fotoğrafı beğenmeyince fotoğraftan vazgeçerek dışarı çıktığını söyledi. Daha sonra iş yeri sahibinin kız kardeşi R.T. ile kadın arasında bir tartışma yaşandığını ve iş yeri sahibi N.T.’nin de olaya dahil olduğunu söyleyen görgü tanığı, “Ancak ben olayda herhangi bir hakarete ya da darp olayına şahit olmadım. N.T.'inn kadın şahsa gerizekalı dediğini ya da kolunun tutarak telefonu elinden almaya çalıştığını görmedim. Böyle bir şey olsa görürdüm ve duyardım. Çünkü olayın başından sonuna kadar oradaydım. Olayla ilgili söyleyeceklerim bu kadardır” dedi.

Fotoğrafçı ve kardeşine yurt dışına çıkış yasağı

Tarsus 1. Sulh Ceza Hakimliği, darp raporu olmaması ve görgü tanıklarının ifadesine rağmen, N.T. ve kardeşi R.T. hakkında “birden fazla kişi tarafından birlikte yağma” suçundan yurt dışına çıkış yasağı verilmesine karar verdi.

                                               T24 - GÜNDEM

Discord'a erişim engeli getirildi!

Son günlerde tartışma yaratan Discord'a erişim engeli getirildi. Erişim engeli kararı, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nun sitesinde yer aldı. Erişim engeli, Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliği kararıyla getirildi. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Discord isimli sosyal medya platformunda 5651 Sayılı "İnternet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesi" hakkında kanunun 8/1 maddesinde yer alan "çocukların cinsel istismarı ve müstehcenlik"  suçlarının işlendiğine dair yeterli şüphenin bulunduğunu belirtti.(https://t24.com.tr/haber/discord-a-erisim-engeli-getirildi,1188593)

                                        ***

Anadolu Ajansı'nın, İmamoğlu’na açmış olduğu tazminat davası reddedildi.

Büyükçekmece 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, Anadolu Ajansı'nın (AA), Cumhurbaşkanlığı ilk tur seçimlerinin yapıldığı 14 Mayıs 2023 gecesi İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun açıklamalarını gerekçe göstererek açtığı 100 bin liralık tazminat davasını reddetti. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu 14 Mayıs gecesi Cumhurbaşkanlığı ilk tur seçimleri sırasında CHP Genel Merkezi’nde, Anadolu Ajansı seçim sonuçlarını eleştirmişti. Bu eleştirileri gerekçe gösteren Anadolu Ajansı (AA) yönetimi İmamoğlu aleyhine 100 bin lira tazminat talebiyle dava açmıştı. Bu dava Büyükçekmece 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görüldü. Mahkeme, istinaf yolu açık olmak üzere davanın reddine karar verdi.(https://t24.com.tr/haber/anadolu-ajansi-nin-imamoglu-na-acmis-oldugu-tazminat-davasi-reddedildi,1188563) 

                                                        ***

Mansur Yavaş'tan Atatürk'ün "Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu" unvanını kaldıran Google'a tepki!

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk aramasında görülen "Eski Türkiye Cumhurbaşkanı" tanımını gelen tepkiler üzerine "Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu" olarak güncelleyen arama motoru Google, şimdi de "Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu" ibaresini kaldırdı.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş sosyal medya hesabı X'ten yaptığı paylaşımda 6 ay önce yazdığı bir mesajı alıntılayarak Google'ın Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili aramalarda 'Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu' ibaresini kaldırmasına yeniden tepki gösterdi.

Yavaş, 21 Mayıs 2024 tarihinde yine aynı sebepten, "Google'ı, değerli liderimiz ve kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk'ün gerçek mirasını yansıtacak şekilde unvanını güncellemeye davet ediyoruz" cümlesini içeren bir paylaşım yapmıştı.(https://t24.com.tr/haber/mansur-yavas-tan-ataturk-un-turkiye-cumhuriyeti-nin-kurucusu-unvanini-kaldiran-google-a-tepki,1188601)

(T24)




Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...