9 Ekim 2024 Çarşamba

Birgün "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -9 Ekim 2024-

Adamlığın vasat tarihi -Kaan Sezyum-

Geçtiğimiz bir yılda toplam 193 bin “cinsel dokunulmazlığa karşı suç dosyası” açıldı. Günde 528,7 suç ediyor. Yılın her günü 528.7 vaka. Bu Cumhuriyet tarihinde bir ilk… Peki ne oldu da böyle oldu? Ya da daha doğru soruyu sormak gerekirse “Ne olmadı da böyle oldu?”.

Geçtiğimiz 22 yıldır “iktidarda” olan ve tüm sorunları gerek basın, gerek internet sansürüyle, gerekse de orantısız güç kullanarak çözebileceğini zanneden, her şeye karar veren ama nedense hiçbir şeyde sorumlu olmayan bir “iktidar”... Özellikle son yıllarda iyice ayyuka çıkan bir mafya toplumu durumu, mafya babalarına, kaçakçılara ve her tür talana el veren, neredeyse af üzerine af çıkararak istediği gibi suçluları gözeten bir “iktidar”... Gün gelir “Bir kereden bir şey olmaz” diyerek çocuk tacizlerine, sistemli cinsel istismarlara, cinayetlere göz yuman. Bunların araştırılmasını oy birliğiyle reddeden bir “iktidar”. Her şeye gücü olan ama gücünü sadece güçsüzün karşısında kullanan, bazen de kendi rantı için mala mülke, tarım arazilerine, zeytin ağaçlarına, ormanlara, derelere, ülkenin taşına toprağına çökmek için kullanan bir “iktidar”...

Öğrenciye, memura, maden işçisine, ezilene, kadına, çocuğa adeta arkasını çevirmiş, “Başlarına ne gelirse gelsin, o saatte orada işi neymiş?” diye soran, gören ama ilgilenmeyen, cezadan başka bir çözüm bilmeyen, vatandaşın saygısını döverek, ezerek, korkutarak, sevmediklerini hapse atarak, çok da gerekirse Anayasayı da tanımayarak kazanmaya çalışan bir “iktidar”... Beton ve paradan başka gözü bir şey görmeyen, kendisi için tek önemli şeyin parayla satın alınabilecek bir “itibar” olduğunu düşünen, konvoy ne kadar uzunsa, o kadar güçlü olduğunu düşünen bir “iktidar”…

Haliyle böyle muhteşem bir oluşum tarafından idare edilmeye çalışılan bir memlekette de tüm kurumlar, tüm ahlak normları, tüm insanı vasıflar giderek çürümeye, bozulmaya ve kokmaya başlıyor. Depremde bile vatandaşına zamanında yardımı çok gören, deprem çadırını bile zor günde parayla satmaya çalışan, deprem yardımlarını belediyesinin deposuna zulalayan bir kadrolaşma, bir büyük kötülük ve vicdansızlık ağı içinde çaresiz bir sinek gibi vızıldayabiliyoruz ancak. Vız…

∗∗∗

Hal böyle olunca böyle başa böyle tıraş diyerek, suç işlesem bile bir yıl yatarım çıkarımcılar, kendi adaletini kendisi arayıcılar, mafyaları çökerten daha güçlü mafyalar da giderek palazlandı, giderek güçlendi, güçlendikçe de her güç sahibi gibi güçten düşmek istemedi. “Harun gibi geldi, karun gibi zengin oldu” diyenlerin bile, iki gün önce etmedikleri lafı bırakmayanların bile güçten yana geçtiği, inanılmaz bir kara delik gibi tüm vicdansızlıkları kendine çeken bir oluşum haline geldi memleketin idarecileri. Dediğim gibi idare etmeye, günü kurtarmaya, odaklanmış, vizyonsuz ve kültürsüz bir bakışla yoğurulan onca yıl sonrasında da geldiğimiz nokta bu.

Ülkede zayıfsan yoksun. Güçlüysen de ancak senden daha güçlü gelene kadar var olabilirsin. Çünkü kanun kural yok, yaptığın kötülük de yanına kar kalıyor. Hiçbir şeyin güven altında değil. Adaletsizlik ve kalkınma için daha güzel bir iklim, daha elverişli, verimli bir toprak olabilir mi? Neyse ki tarım arazilerini de TOKİ’lerle taçlandırdık, toprak moprak da hak getire.

Hal böyleyken gücü yeten, gücü yettiğine istediği zorbalığı yapar oldu. Güç hiyerarşisinde “ADAMLIK”, kadınlıktan ve çocukluktan güçlü olduğundan da adam gibi adamlar, ellerindeki güçle kadınların, çocukların, hayvanların ve tabiatın sahibi sanmaya başladı kendini. Bir yandan da ne yapsan yanına kar kalıyordu. E öyle olunca ülkede sadece ADAMLAR, adam gibi yaşamayı bilir oldu. Adamlar dışında her şey ikinci planda, kimsenin umursamadığı bir gerçeklikte, öle öle, yite, tecavüze uğraya uğraya hayatta kalmaya çalıştı… O yüzden kadın cinayetleri politiktir, çocuk istismarları politiktir, hayvana şiddet politiktir, doğa talanları politiktir. İnsanı değil, gücü ve “adamlığını” her şeyin üstünde tutan bir zihniyetin de zaten yapabileceği yegane şey budur. Başka bir şey de bilmez, zaten eğitimsiz olduğundan da ilelebet bilemez. Devamında eğitimsizliğinde ısrar ederse cahil olur, cahille ise gördüğümüz ve öle öle yaşadığımız üzere sadece zamanda geriye gidilebilir.

∗∗∗

Bugün bir kadın ölür, yarın iki kadın, ertesi gün 10 bin, 20 bin, 30, 40 bin kişi. Hiç fark etmez… Çünkü cahil için hepsi aynı şeydir, sadece bir sayı. Sayı saymayı da bilemediği için sadece bir sayıdır.

İşte geldiğimiz noktada halimiz budur. Böyle bir iklimde, böyle zehirli bir atmosferde yetişen bireyler de ister istemez midyelerin ve balıkların ve ağacın, içinde büyüdüğü denizin ve toprağın pisliklerini ve zehiri içinde biriktirmesi gibi zehir dolar. Ruhlar günden güne kirlenir ve günümüze kadar gelinir. Toprakları siyanürlü, denizleri atık dolu bir ülkenin çocukları, gençleri nasıl yeşersin de sağlıklı büyüsün?

Bütün bunlar olurken muhalefet partisi genel başkanı ise bir ilde halı dokumakla meşguldür… Vatandaş dumandan boğulurken, yanan ateşe bir odun da atanlar, hiç kuşkusuz bu korkunç ortamı bizlere yaşatanlar kadar sorumludur. Allah hepimize sıralı sorumluluk versin.

                                                                /././

Sabrın sonu sefalet -Hayri Kozanoğlu-

Ekonomide kritik rakamlar, enflasyonla mücadelede Şimşek programının başarısızlığına işaret ediyor. Buna rağmen iktidar, yurttaşa ‘sabır’ demeye devam ediyor. Sabrın sonunun ‘sefalet’ olmaması ise emekçilerin bir arada ses yükseltmesi ile mümkün.

Ekonomi yönetiminin ağzında iki anahtar kelime var: “sabır” ve “geçicilik”. Onlara kalırsa sade yurttaşlar biraz sabrederse, yaşam standartlarının düşüşüne, satın alma güçlerinin gerilemesine rıza gösterirlerse ekonomi düze çıkacaktı. Çünkü enflasyon geçiciydi, reel ekonomide durgunluk belirtileri geçiciydi, faizler de zaten zamanı gelince aşağı çekilecekti. Sokaktaki insanımız bu sözlere inanmasa da, piyasacı yorumcular sürekli “doğru politikalar uygulanıyor, Şimşek’e tam destek vermek gerekli” diyerek topluma pozitif mesajlar yayıyorlardı. Gelgelelim geçen hafta açıklanan Eylül ayı enflasyon verileriyle dezenflasyon programının yolunda gitmediğine dair kanaat güçlendi. Şimşek’e ve Merkez Bankası (MB) ekibine duyulan güven zedelendi.

Gerçi yandaş medya aylık %2.97, yıllık %49.38 çıkan tüketici enflasyonunu, “Enflasyon %50’nin altına indi” diye müjde gibi sundu. Halbuki artık herkesin öğrendiği “baz etkisiyle”, yani 2023 Eylül %4.75 enflasyonunun devre dışı kalmasıyla bu sonucun ortaya çıktığı açıktı. Şimdi bu barut da tükendi. Çünkü 2023’ün son çeyreğinde ortalama enflasyon %3.21’di. 2024’ün Temmuz-Ağustos-Eylül’ü kapsayan üçüncü çeyreğinin aylık ortalaması ise %2.50 hedeflenirken %2.89 çıktı. Kısaca, 2024 yıl sonu enflasyonu düşse düşse 2-3 puan daha düşer. Yılı Orta Vadeli Program’da (OVP) öngörülen %41.5’in oldukça üzerinde kapatır.

MB sürekli, açıklanan manşet enflasyonu değil, mevsimsellikten arındırılmış veriyi temel aldığını söylüyordu. Bu ay o istatistik de TUİK tarafından kamuoyuyla paylaşıldı ve ilan edilen %2.80 yine, beklenen %2.50’nin üzerinde geldi. Böylelikle politika faizinin Ekim olmazsa bile Kasım’da indirilmesi beklentisi hemen hemen suya düştü. Şimdi ekonomi yönetimi ciddi bir ikilemle karşı karşıya kaldı: Yüksek faiz, sıkı para politikasında ısrar etse; şimdiden belirtileri görülen ekonomideki soğumanın ciddi bir durgunluğa dönüşme olasılığı artacak, “yumuşak iniş” senaryosu suya düşecek. Erken bir gevşemeye yönelse; bu kez de zaten yolunda gitmeyen enflasyonla mücadele programının çökme tehlikesi ortaya çıkacak.

TÜM ENFLASYON VERİLERİ OLUMSUZ

İsterseniz enflasyonun neden hız kesmediğinin ayrıntılarını tartışmadan önce kritik rakamlara bir göz atalım. Öncelikle manşet yıllık enflasyon %49.38 iken; fiyatlar mallarda %40.23, hizmetlerde %72.92 artmış. Arada yaklaşık %33’lük bir fark var. Zaten hizmetleri içermeyen üretici fiyat endeksindeki enflasyon da %33.09. Yılın ilk 9 ayında tüketici fiyatları %35.86 artarken, döviz sepetindeki artış %16.4’te kaldı. Böylelikle yavaş seyreden kur üzerinden üretim maliyetlerine destek geldi. Ancak hizmet fiyatları hem kurdan fazla etkilenmiyor hem de ticarete konu olmuyor. Dolayısıyla, kur kanalıyla terbiye edilemediği için alıp başını gidiyor.

Mevsimlik ürünler hariç TÜFE %51,67; işlenmiş gıda, enerji, alkollü içkiler, tütün ve altını dışarıda tutan B endeksi %48.24; bunlara ek tüm gıdayı dışarıda bırakan C endeksi %49.10 artınca buralardan da Şimşek destekçilerine iç açıcı bir haber gelmemiş oldu. Yönetilen-yönlendirilen fiyatlar hariç TÜFE ise, %46.09. Diğer bir ifadeyle, hükümetin belirlediği fiyatlar kendi öngördükleri enflasyona göre artmıyor. Manşet enflasyonu aşağı düşürmek bir yana dursun yukarı çekiyor.

BAŞARISIZLIĞIN NEDENLERİ

Enflasyonu düşürmek için en önemsedikleri iki çıpa; TL’nin döviz sepetine göre enflasyonun altında değer kaybetmesi ve ücretlerin reel anlamda düşmesi hedefleri gerçekleşti. Ancak istenilen sonuç alınamadı. “Ücretler enflasyonun nedenidir” tezini yaşam doğrulamadı. Peki ama neden bu başarısızlık? Birincisi, uygulanan para politikası üretimi baltalıyor, sonunda arz daralıyor. Nitekim Temmuz ayında takvim etkisinden arındırılmış verilere göre sanayi üretim endeksi %3.9 daraldı. PMI verisi Eylül’de 44.3 düzeyine geriledi. Bilindiği gibi 50’nin altında PMI rakamı daralma anlamına geliyor. Hem yeni siparişlerde hem de ihracat siparişlerinde daralma gözlendi. Ayrıca yüksek faizlerin bazı firmaları 90’lardaki gibi üretim yerine “paradan para kazanmaya” teşvik etmiş olması da mümkün.

İkincisi, yüksek faiz politikası uygulaması uzadıkça, bir noktadan sonra faiz maliyeti de toplam maliyeti olumsuz etkiler, zamanla enflasyonun bir unsuru haline gelir.

Üçüncüsü, enflasyonun düşeceğine ilişkin beklentiler kırılabilmiş değil. TCMB’nin Sektörel Enflasyon Beklentileri Raporu’na göre 12 ay sonrası yıllık enflasyon beklentisi reel sektör için %51.1, hane halkında ise %71.6 düzeyinde. OVP’nin 2024 yılsonu %41.5 ve 2025 %17.5 enflasyon tahminini birlikte düşünürsek önümüzdeki 12 aya ilişkin resmi öngörü %20 civarında. Aradaki bu uçurum anlaşılan bazı firmaları %60 civarı ticari kredi faizleriyle, bireyleri ise %70’i aşan ihtiyaç kredisi ve kredi kartı faizleriyle borçlanarak harcamaktan caydırmıyor. Yüksek enflasyon beklentisi firmaları ve kişileri ellerindeki nakdi bir an önce mala dönüştürmek veya hizmet satın almak için teşvik ediyor.

Dördüncüsü, TCMB’nin aylık fiyat gelişmeleri raporunda artan yurt ücretlerinin konaklama, okul servis ücretlerinin ulaştırma, üniversite harçlarının eğitim enflasyonunu yukarı çektiği vurgulanıyor. Kira artışları ise %117.4’ü buluyor. Bu alanlara düzenleme ve denetim getirmeden enflasyonun kontrol altına alınamayacağı görülüyor.

Beşincisi, bırakın servet vergisini; borsa işlemleri, asgari kazanç vergisi, dahilde işleme rejimi KDV’leri gibi vergi paketinde yer alan maddeler bile uygulanamadı. Böylelikle enflasyon mücadelesine maliye politikalarından destek gelmedi. Bu konuda dış ticaret rakamlarını incelemek de öğretici. Çünkü Ticaret Bakanlığı’nın Eylül verilerine göre ithalat ara mallarında %6.2 azalırken, tüketim mallarında %12.1 artmış. Yani üretim hız keserken, belli kesimlerin yabancı ürün tüketimi temposunu kaybetmemiş.

EKONOMİ NEREYE GİDİYOR?

Peki şimdi ne olacak? Son açıklanan reel sektör verileri bir önceki aya göre firmaların döviz varlıklarını 1.5 milyar dolar azalttıklarını, döviz borlarını ise 8 milyar dolar artırdıklarını ortaya koyuyor. Böylelikle bu işletmelerin açık pozisyonu 2023 sonundan bu yana 37 milyar dolar yükselmiş oluyor. Yurtdışından ve yurtiçinden dövizle borçlanabilen, döviz geliri bulunan firmalar TL’nin reel değer kazanma sürecinin süreceğini varsayarak bu programın kararlılıkla sürmesinden yana olacaklardır. Öz sermayesi güçlü işletmeler de bu dönemi fazla zorlanmadan atlatabileceklerdir. Ağırlıklı olarak TL kredisi kullanan küçük firmalar ise programın işlemediğini, faizlerin gevşetilmesi gerektiğini savunacaklar, büyük ihtimalle Saray’a başvurarak destek çağrısında bulunacaklardır. “Sıkı durun” diyen İstanbul sermayesi ile “gevşeme” talep eden Anadolu sermayesi arasında söylem farklılığı ortaya çıkacaktır.

Emekçi kesimlere gelince; maaş artışı dönemine kadar iktidar işler yolunda havası vermeye çalışacak, Ocak 2025 asgari ücret ve kamu çalışan/emekli zamlarını öngörülen enflasyona göre belirlemek isteyecektir. %17.5 2025 enflasyon tahmininin üzerine sınırlı eklemelerle bu süreci atlatma çabasına girişecektir.

Emekçilere ve temsilcilerine düşen; “sabır”  çağrılarının artık yettiğini, “geçicilik” tezlerini yaşamın doğrulamadığını haykırarak hak mücadelelerini sürdürmek olmalıdır. Madem hizmet kalemleri enflasyona ivme kazandırıyor, öyleyse bu fiyatların sıkıca denetlenmesi ve düzenlenmesi çağırısı yapılmalıdır. Önce kamunun kendi belirlediği, bizim aylık faturalarımıza, köprü-yol geçiş ücretlerine yansıyan “yöneltilen-yönlendirilen” fiyatların enflasyon hedeflerini aşmaması talebi yinelenmelidir. Aksi takdirde bu kemer sıkma programının faturasını geniş emek kesimleri ödemeye devam eder. Sabrın sonu sefalete çıkar.

                                                              /././

Samanlı Dağları’nı koruma davası yarın -Özgür Gürbüz-

Cengiz Holding’in Samanlı Dağları’nda kurduğu rüzgar santralına karşı açılan son dava yarın görülüyor. Bölgede yaşayanlar, sanatçılar ve uzmanlardan destek alarak projeye karşı çıkıyor.

Cengiz Holding’in Samanlı Dağları’nda yaptığı rüzgar enerjisi santralı (RES) yarın mahkeme karşısına çıkıyor. 30 megavat gücünde altı türbinden oluşan santral, uzun süren itirazlara ve süreç boyunca kazanılmış üç davaya rağmen özellikle Cengiz Holding’in projeyi devralmasından sonra hızla ilerlemişti.

Cengiz Holding’in Karamürsel RES projesinin ilk ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporuna verilen ‘olumlu’ kararı, Kocaeli İdare Mahkemesi tarafından, ‘projenin bölgedeki orman ekosistemine, yaban hayatına ve özellikle de göç eden kuşlara zarar vereceği’ vurgusuyla iptal edilmişti. Bu karara rağmen yapımına devam edilen proje için Cengiz Holding ÇED’i revize ederek yeni bir başvuruda bulundu. Kayınormanı Derneği, Kocaeli Ekolojik Yaşam Derneği, Koza Kültür Sanat ve Doğa Derneği ile altı yurttaş yenilenmiş ÇED’in iptali için geçen yıl Ağustos ayında yeni bir dava açmak zorunda kaldı. Açılan bu davanın duruşması, 10 Ekim 2024, Perşembe günü saat 11’de Kocaeli 1. İdare Mahkemesi’nde görülecek. Santral ise dava sonucunu beklemeden büyük ölçüde tamamlandı ve EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) kayıtlarına göre 15,6 megavatlık kısmı işletmeye alındı.

                                                                           Samanlı Dağları

İzmit ile Bursa arasında kalan bu önemli yeşil alanın korunması için mücadele eden Kayınormanı Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Bülent Üçok, “Samanlı çok yüksek bir dağ olmamasına rağmen, kuzeye bakan cephesinin sarplığı yağış bıraktırıyor. Bu da Doğu Karadeniz’i andıran farklı bir mikro iklim yaratıyor. Sonucunda da zengin bir bitki örtüsü var. Burası sanayileşmiş kentlerin (Bursa, Sakarya, Kocaeli, Yalova) ortasında bir vaha, bu şehirler için su ve oksijen kaynağı” diyerek RES projesine itirazlarını dile getiriyor.

                           Ahmet Bülent Üçok

BURADA YOK OLSALAR DA BAŞKA YERDE VAR

Projenin ÇED raporunda da bölgede Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin (IUCN) Kırmızı Listesi’nde yer alan küçük orman kartalı ve Kazdağı göknarı gibi tehdit altındaki türlerin yanı sıra kritik tehlikedeki Yitik Tülüşah bitkisinin varlığı da belirtilmiş. ÇED raporunda, tehdit altındaki İstanbul nazendesi (lathyrus undulatus) çiçeği içinse orman alanlarında yaşadıkları için yollarda genişleme çalışması yapılmazsa zarar görme olasılığı yoktur diye yazılmış. Türbin kanatları getirilirken sahada yol genişletme çalışmaları yapıldığıysa biliniyor. Diğer endemik taksonların populasyonlarının insan faaliyetlerinden etkilenebileceği ancak Türkiye’nin başka bölgelerinde de olmaları nedeniyle bunun bir sorun teşkil etmeyeceği de ÇED raporunda yazılmış.

SANATÇILARDAN SAMANLI İÇİN PROJE

Samanlı Dağları’ndaki RES projesine bir itiraz da Çıplak Ayaklar Kumpanyası’ndan (ÇAK) geldi. ÇAK’ın çalışmalarının bir bölümünü doğası bozulmamış Samanlı Dağları’nda gerçekleştirmesi ekibin ilgisini bu bölgeye ve RES projesine çekmiş. Bu yüzden de yaşadıkları alanı tanımak ve korumak için Kayınormanı Derneği ile SARP (Samanlı Art and Protection) adını verdikleri bir projeyi hayata geçirmişler.

                                                                   Çıplak Ayaklar Kumpanyası

Proje kapsamında farklı alanlardaki uzmanlar bölgeye davet edilmiş. Yaklaşık bir yıl boyunca uzmanların yaptıkları gözlemler, fotoğraf ve filmlerle birlikte kayda geçirilmiş. Prof. Dr. Doğan Kantarcı, Melis Rona, Öğretim Görevlisi Ergün Bacak, Dr. Esra Ergin Erdoğmuş, Güler Bozok, Jilber Barutçiyan, Özlem Rodoplu ve Zafer Kılıçoğlu’dan oluşan ekip, önemli mantar, bitki ve hayvan türlerini, bölgenin su kaynaklarını ve olası riskleri araştırmış.

Araştırmanın birkaç gün önce açıklanan sonuçları, bölgenin doğal zenginliğini gözler önüne seriyor. Çalışmaları yürüten uzmanlardan Melis Rona, yaptıkları gözlemler sonucu bölgede üç endemik bitki türüne rastladıklarını söylerken, Güler Bozok ve Ergün Bacak türbinlerin kuş göç yollarına yakınlığı nedeniyle kuşlarla ilgili sorunlara dikkat çekiyor. Bacak, “Estonya’da halkalanan her 10 küçük orman kartalından sekizi bu bölgeden geçiyor” diyor. Samanlı Dağları’nın önemli bir su üretim havzası olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Doğan Kantarcı, ise enerji üretiminde ormanlar gibi yanlış yer seçimlerinden kaçınılması gerektiğini vurgulayarak Karamürsel RES için yapılan yer seçimini eleştiriyor. Kantarcı, yarasaların tarım alanları, bağ ve bahçeler ile ormanlık alanlarda sinek ve böcekleri yedikleri için çok yararlı olduğuna değinerek, rüzgar türbinleri kaynaklı yarasa ölümlerine de dikkat çekiyor.

∗∗∗

“EĞRELTİOTUNDAN HAREKETLER TÜRETTİK”

Çağdaş dans çalışmaları yapan ÇAK ekibinden Mihran Tomasyan, 17 yıldır Tophane’de çalıştıklarını belirterek, Samanlı’daki deneyimlerini anlattı. “Doğaya yabancı bir ekip değildik” diyen Tomasyan, “Yerleştiğimiz yer bence hâlâ çok vahşi. O yüzden önce o vahşiliği anlamaya çalıştık. Bir yanına hemen stüdyo kuralım, ev yapalım değil de buraya en uygun neyse onunla devam edelim dedik. O kaplumbağa her gün oradan geçiyorsa oraya çit yapmayalım diye düşündük” diyor. Doğanın sanatlarına etkisini de eğreltiotu örneğiyle anlatıyor: “Araziyle bağ kurarak, şehirde alıştığımız hareketleri orada yaparak değil, araziden ilham alarak bir hareket üretebilir miyiz sorusunu sorduk. Örneğin eğreltiotu üzerinde çalışıp ondan hareketler ürettik. Eğreltiotları başta bütün yapraklarını içinde saklıyor ve yukarı doğru uzuyor sonra yapraklarının aça aça ilerliyor. Bu bizim için bir veriydi.”

                          Mihran Tomasyan

                          /././

Bahçeli daha ne yapsın!-Berkant Gültekin-

Geçen hafta Meclis’teki grup konuşmasında herkese parmak salladıktan sonra aynı gün DEM Partililerle tokalaşan, CHP lideri Özgür Özel’in de gönlünü almaya çalışan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, dünkü konuşmasında yine kafaları karıştırabilecek bazı mesajlar verdi. Aslında rejimin ne yapmaya çalıştığı çerçevesinden bakılırsa, Bahçeli’nin çelişkili tavır değişiminin pek de kafa karıştırıcı olmadığı görülecektir.

Pragmatizm, yani fayda odaklı siyasi faaliyet, Erdoğan ile Bahçeli’nin belki de en bariz ortak özelliği. Dün ilginç şekilde Bahçeli “Biz siyaseti; Machiavelli’nin ileri sürdüğü şekliyle, pragmatik ve çıkara dayalı ilişkiler ağı halinde görmüyoruz” dese de bu işin biraz kendini parlatma kısmı. Eğer çıkara dayalı hareket etmeseydi, geçmişte sövüp saydığı, “Bu ülkeye cumhurbaşkanı olamaz” dediği Erdoğan’la “ortak bir amaç uğruna” kol kola vermezdi. Aynı durum Erdoğan için de geçerli elbette.

Düzen siyaseti böyle yapılıyor. Bu alemde daimi dost ve daimi düşman olmuyor. Tavırlar ve kararlar, ihtiyaca göre değişkenlik gösteriyor. En yüksek perdeden hedef alınanlar, bir bakıyorsunuz en sadık ve güvenilir partnerlere dönüşüyor. Tam tersi, toz kondurulmayanlar, cansiperane savunulanlar, mevki makam sahibi yapılanlar da bir anda paçasından çekilip itibarsızlaştırılıyor. O nedenle düzen siyasetçilerinin davranışlarını etik anlamda hiç ciddiye almamak, potansiyel sonuçları itibariyle ise fazla ciddiye almak gerekiyor!

Bunları not düştükten sonra gelelim Bahçeli’nin bir haftadır tartışılan tutum ve açıklamalarına… Evet, Bahçeli daha önce pek çok defa DEM Parti ve öncülü olan HDP’nin kapatılması gerektiğini savundu. Bu partileri “terör partileri” olarak tanımladı ve kendi partisinden de fazla oy almalarına rağmen hiçbir meşruiyetlerinin olmadığını ileri sürdü. Daha 1,5 ay önce “Bölücülere ve dolaylı şekilde teröristlere aktarılan Hazine kaynağımız derhal kesilmeli” dedi.

Aynı Bahçeli, Meclis açılışında beklenmedik bir şey yaptı. Oturdukları sıralara kadar gidip DEM Parti yöneticileriyle tokalaştı. Gazetecilerin konuyla ilgili sorusuna, “Yeni bir döneme giriyoruz, dünyada barışı isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım” şeklinde yanıt verdi. Yetmedi, dünkü toplantısında da bunun anlık bir refleks olmadığını izah etti: “Uzattığım el, milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır. ‘Gelin Türkiye partisi olun’, ‘milli birliğimizde kenetlenin’ teklifidir. DEM'e düşen sorumluluk uzanan elin kıymetini anlaması ve eşik olarak değerlendirmesidir.”

Kapanması istenen DEM Parti’den, “milli birliğe kenetlenme” teklifi yapılan, “Türkiye partisi” olması istenen DEM Parti’ye… Hani Erdoğan diyor ya, nereden nereye… Hadise, rejimin sıkışmışlığının ve yaşadığı bunalımın göstergesi. Elbette tüm bunlar da Bahçeli’nin kişisel kararı değil, Erdoğan’ın arayışlarının tetiklediği bir ön manevra. Bahçeli, ortağı Erdoğan’a açık çek sunuyor ve onun elini rahatlatıyor. Çünkü yeni Anayasa ile kendine yol açmaya çalışan Erdoğan, siyasal tabloyu bu amaca fayda sağlayacak biçimde dizayn etmek niyetinde. O yüzden eller şimdi, dost-düşman rollerini yeniden dağıtmak için taraflara uzatılıyor.

Buradan hareketle, süreç içinde kullanılan kavramlara, sanki demokrasiye referansla söyleniyorlarmışcasına, sistemin ideolojik karakterinden bağımsız anlamlar yüklenmemeli. Tıpkı “yumuşama” meselesinde olduğu gibi… Devlet Bahçeli açısından bir partinin “Türkiye partisi” olmasının yolu, iktidarla uzlaşmaz nitelikteki siyasal pozisyonunu terk etmesinden geçiyor. Burada Türkiye’nin sorunlarını esas alan ya da en azından kendi bulunduğu kulvarda taviz vermeden duran ve bu doğrultuda rejimle korakor mücadeleye girişen bir muhalefet dinamiğine yer yok. Rejim bu ayrımı yapıp ettikleriyle net şekilde ortaya koyuyor zaten. Kürt hareketinin Türkiyeli olma konusundaki en başarılı aktörü Selahattin Demirtaş’ı hapiste tutup onun mensubu olduğu partiye “Gelin Türkiyeli olun” demenin başka bir açıklaması olabilir mi?

Bahçeli ve Erdoğan’ın muradı, Kürt hareketinin, AKP-MHP blokunun işini kolaylaştıracak bir stratejiyle ilerlemesi. Bahçeli’nin teklifi de özünde, “Yeni Anayasa’ya destek verin, biz de sizi Türkiye partisi olarak kabul edelim” teklifidir. Esas kritik nokta, Kürt hareketinin iktidardan gelen teklife nasıl karşılık vereceği, rejimin kendini diriltme planı olan yeni Anayasa sürecinde nasıl bir duruş sergileyeceğidir. Kuşkusuz işin bir tarafı Suriye’deki dengeler ve Kürt hareketinin büyük oranda Fırat’ın doğusundaki kazanımlarıyla ilgili. Hükümetin Esad ile yeniden temas kurmaya çalışması bu başlıktan ayrı değerlendirilmemeli.

                                                            /././

Balıkesir: Kültürler ve karşılaşmalar şehri -Şükrü Aslan-

Türkiye, Cumhuriyetin ilanından hemen sonra ülke coğrafyasını, dil ve kültür kriterine göre üç bölgeye ayıran, yoğun bir siyasal-yasal düzenleme çabası içindeydi. Bölgelerden ilki ‘Türk kültürlü’, diğeri ‘Türk kültürlü olması hedeflenen’ ve üçüncüsü de ‘boşaltılması gereken’ alanlar olarak tanımlanmıştı. İlk iki bölge arasında nüfus transferi olacak ve zamanla ülkede ‘dil ve kültür birliği’ sağlanacaktı. Aynı amaca uygun olarak bazı bölgeler yerleşime kapatılıp, ‘yasak mıntıka’ ilan edilecekti.

Üzerine yıllarca çalışıldıktan sonra 1934 yılında, 2510 sayılı İskan Kanunu olarak somutlaşan düzenlemeye göre Balıkesir, ‘Türk kültürlü’ nüfusun hakim olduğu şehirlerden biriydi ve bu nedenle diğer kültürlerden nüfusun iskanı için uygun bir sahaydı. Daha 1923’de mübadele ile başlayan süreçte göçmenlerin en çok iskân edildiği vilayetlerden biriydi. Mübadiller özellikle Ayvalık, Burhaniye, Sındırgı, Dursunbey, Erdek, Bandırma ve Edremit’e yerleştirilmişti. 1935’de yapılan nüfus sayımı verilerine göre, Balıkesir, tıpkı ülke gibi bir kültürler deposuna dönüşmüştü bile. O verilere göre Balıkesir’de 21 anadilden nüfus vardı. Gerçi bunlardan Abazca, Acemce, Ermenice, Arapça, Lehçe, Macarca, Rumence, Yahudice (İbranice) görece küçük kesimlerin dilleriydi ama yine de bunları ‘anadili’ olarak belirten bir nüfus vardı.

1935’de toplan nüfusu 481.372 olarak kayıtlara geçen Balıkesir, 56 il arasında beşinci sırada yer alıyordu. Vilayete bağlı Ayvalık, Susığırlık, Balya, Bandırma, Burhaniye, Dursunbey, Edremit, Sındırgı, Erdek, Gönen kazaları ve bunlara bağlı 48 nahiye bulunmaktaydı. Vilayette Türkçe dışında şu diller ve nüfus tespit edilmişti: Çerkesce (9.226), Pomakça (5.034), Rumca (3.470), Gürcüce (3.415), Bulgarca (2.625), Tatarca (1.849), Boşnakça (1.660), Sırpça (1.436), Kürtçe (902), Kıptice (774), Arnavutça (340), Lazca (255). Şehrin demografik yapısında Balkanlardan ve Kafkasya’dan gelen göçmenler baskın olduğunu Pomakça, Bulgarca, Sırpça, Boşnakça, Arnavutça gibi Balkan coğrafyasının dillerinden ve Çerkesce, Gürcüce, Tatarca, Lazca gibi Kafkasya coğrafyasının anadillerinden de anlamak mümkündü. Anadili Sırpça, Bulgarca, Macarca olanlar da, aslında Balkanlardan gelen Müslüman nüfusa işaret ediyordu.

Aynı sayımın verileri bu coğrafyanın yerli nüfus gruplarının varlıklarına da işaret ediyordu. Anadili Rumca ve Kıptice olan nüfus bunun örneğiydi. Türkiye’de Kıptice konuşanlar, Edirne ve İstanbul’dan sonra en fazla Balıkesir’de yaşıyorlardı. Rumca zaten bu coğrafyanın kadim dillerinden birisiydi. Osmanlı devletinin yaptığı nüfus sayımlarına göre, 20. yüzyılın başında, bazı ilçelerde nüfusun tamamına yakını Rumlardan oluşuyordu.

Balıkesir’in bir mübadil ve muhacir mekanı olduğunu gösteren verilerden birisi de, ‘yabancı ülkede doğan nüfus’un miktarıydı. 1935 yılı verilerine göre Balıkesir’de doğum yerleri başka ülke olanlar, toplam 55.486 kişiydi ve bunların toplam nüfus içindeki oranı %12’di. Bu oran Türkiye ortalamasının (%6) iki misliydi. Bu grupta 23.354 kişi ile Yunanistan ilk sırayı alıyordu ki yabancı ülke doğumlu olanların %42.08’ne denk geliyordu. Yunanistan’ı 19.686 kişi ile Bulgaristan takip ediyordu ve oranı %35 idi. Üçüncü sırada 6.426 kişi (% 11) ile Yugoslavya geliyordu. Romanya ise 3.336 kişiyle (% 6) dördüncü sıradaydı. Bu nüfus içinde kayda değer diğer ülke 1.115 kişi ve %2 oranla Rusya idi.

Bütün bu verilerin gösterdiği gibi Balıkesir, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında sözcüğün gerçek anlamında bir göçmen vilayetine dönüşmüştü. Şehrin ‘Türk kültürlü’ olarak tanımlanması, ülke içindeki farklı dil ve kültür grupları için de bir iskan sahası olarak belirlenmesine yol açmış ve Balıkesir, adım adım bir kültürler ve karşılaşmalar şehri olarak gelişmişti.

Bugün de şehirde bu kültürlerin hepsinden izler bulmak olağandır. Bu aynı zamanda şehrin dil-kültür zenginliğine de işaret eden bir durumdur. Şehrin kültürel hafızasını korumak ise kendi başına önemli bir sosyolojik ihtiyaçtır. Bu yüzden Balıkesir’de Mübadiller-Muhacirler Müzesi kurmak, belki de bu hafızayı gelecek kuşaklara aktarmanın bir ilk aracı olabilir.

                                                                  /././

                                                 Birgün - GÜNDEM

Özelleştirmeler eylülde rekor kırdı -Mustafa Bildircin-

AKP’nin kamu varlıklarına yönelik hoyrat tutumu, eylül ayında en sert seviyeye ulaştı. 2024’ün ilk 8 ayında toplam 867,9 milyon TL’lik kamu taşınmazı satışı yapılırken yalnızca eylülde 1,7 milyar TL’lik satış yapıldı.(https://www.birgun.net/haber/ozellestirmeler-eylulde-rekor-kirdi-565785)

                                                                  ***

Borçtan sonra haciz tehdidi -Havva Gümüşkaya-

Tek mesajla GSS prim borçlusu olduğunu öğrenen milyonlarca yurttaş şimdi de haciz tehdidi ile karşı karşıya. Yurttaşlara ödeme emri tebliğ edilen borçlar 15 gün içinde ödenmezse SGK hacze başlayabilir.(https://www.birgun.net/haber/borctan-sonra-haciz-tehdidi-565477)

                                                                     ***

Validebağ Korusu’nu paravanla bölemezsiniz

Üsküdar Validebağ Korusu’ndaki öğretmenevi yönetiminin alana paravanlar yerleştirilmesi protesto edildi. Validebağ Gönüllüleri paravanların kaldırılması ile ilgili 19 Haziran’dan bu yana imza toplanıldığını anımsattı. Açıklamada ‘‘Öğretmenevi yönetimi, mart ayı içinde kasrın arkasına plastik bir bina yaptı. 15 Haziran gece yarısı ise Numune Hastanesi ek birimine tahsis edilmiş alanla Milli Eğitim Bakanlığı’na tahsis edilmiş alan arasına devasa paravanlar çekmeye başladı. Öğretmenevi yönetimini uyarıyoruz. Validebağ Korusu sit alanıdır. Rant hevesiyle gece yarısı operasyonlarıyla sit alanı olma özelliğini yok edemezsiniz" denildi.

                                                           ***

AKP’den satılık cami ve millet bahçesi! -İsmail Arı-

Güngören Belediye Başkanı AKP’li Bünyamin Demir, belediyenin yaklaşık 160 milyon TL’lik vergi borcunu sildirmek için sağlık alanı, park ve camileri elden çıkaracak. Devredilecek yerler arasında millet bahçesi de var.(https://www.birgun.net/haber/akpden-satilik-cami-ve-millet-bahcesi-565831)

                                                                   ***

Canikli’nin oğlu yolunu buldu -İsmail Arı-

                              Furkan Canikli’nin nikah şahitliğini Erdoğan yapmıştı. (Fotoğraf: AA)

Rabia Naz’ın ölümü ve FETÖ şirketleri iddiasıyla gündeme gelen AKP’li Nurettin Canikli’nin oğlu Cumhurbaşkanlığı Analiz Daire Başkanı olarak atandı.(https://www.birgun.net/haber/caniklinin-oglu-yolunu-buldu-565767)

                                                                       ***

Ne bilim var ne de yayın -Mustafa Kömüş-

Erdoğan bilimsel çalışmaların arttığını söylese de akademide yayın azaldı, kitap sayısı bu yıl da geriledi. 58 üniversite, Ar-Ge’ye bütçelerinin yüzde 1’ini bile harcamadı.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan dün Saray’da düzenlenen Akademik Açılış Yılı Töreni’nde konuştu. Erdoğan konuşmasında bilimsel yayınlarda aşama kaydetse de Yükseköğretim Kurulu (YÖK) verileri bunu yalanladı.(https://www.birgun.net/haber/ne-bilim-var-ne-de-yayin-565809


(BİRGÜN)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder