İTO Başkanı ‘şeytan’ taşlatıyor! -Bülent Falakaoğlu-
‘Tüketimden gelen gücünüzü kullanın’.
Pahalılık karşısında vatandaşa yapılan bir çağrı bu.
Kimden gelmiş bu, ‘Tüketmeyin, boykot edin, fırsatçılara göz açtırmayın’ çağrısı...
İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç’ten…
Serbest piyasa savunucusu, ne oldu da fiyatı fren çağrısı yaptı?
Kendisi de üyeleri de mal ve hizmet satan biri, nasıl oldu da ‘Mal almayın boykot edin’ dedi.
Ve niye ekonomi gazeteleri ‘Bu işte bir bit yeniği var’ demek yerine, çağrıyı şu manşetleri yeniden sürüme sokmanın aracı kıldı: ‘Enflasyonu ahlaksız şirketler artırıyor’, ‘Aşırı fiyat artışına sıkı takip’…
***
İki kocaman soru daha ortada: ‘Almazsan fiyat artmaz’ düz mantığıyla yapılan boykot çağrısı enflasyona çare olur mu?; ‘Denetimler enflasyonu düşürür mü?’
YİNE Mİ AYNI MASAL…
2018 yılından beri dilimizde tüy bitti.
Dedik ki…
Zorla fiyatları sabit tutarak… İş yeri, depo basarak… Belki geçici ‘fiyat istikrarı’ sağlanır ama sorun çözülmez.
Hatta… Bunları yapmak-fiyatları artıran etkenler olduğu gibi orta yerde dururken-uzun vadede sorunları büyütür.
Nitekim öyle de oldu!
Aracıyı, komisyoncuyu terörist ilan etmekle sorun çözülmeyince de… Satıcıyı, marketçiyi hedefe koydular.
Gıda komitesi kurdular… ‘Erken uyarı’ filan dediler, ‘Gıda fiyatları artarsa erken müdahale edilecek’ dediler.
Enflasyon timi kurdular.
Dedik ki… Sebepleri sorgulamazsan, sonuçlarla boğuşmak zorunda kalırsın. Asıl sebepleri çözmeden olmaz!
Zincir marketlerin 40 bine yakın şubesinin tümünü kapasan dahi, fiyatlar yolunu bulur akar.
***
Fırsatçı karaborsacı aradılar; olmadı!
Soğan, patates depolarını bastılar; olmadı!
Hedefe aracıları koydular; olmadı!
Sonra…
Denetim ekiplerini marketlere saldılar, kasa ile raf arasında fiyat tutarsızlığı aradılar; olmadı!
Tanzim çadırı kurup ürün sattılar, kooperatif satış noktalarına yönlendirdiler; olmadı!
Her şeyi yaptılar bir tek kök soruna dokunmayı denemediler.
Hatta devlet fahiş fiyatlara yol açan kendi uygulamalarına da dokumadı.
Akaryakıttan vergi yükünü kaldırmadı. 1 milyon TL’lik otomobilden 750 bin lira vergi almaktan vazgeçmedi; otomobilde yüzde 220 bindirdiği verginin üzerinden yüzde 20 KDV’den de…
SONRA DA SANDIKTAN BOYKOT ÇIKTI
“3.5 milyon civarındaki iş yeri, esnaf, üretici varken devasa denetim ordusu dahi kursan, bir fırsatçılık varsa da başa çıkamazsın”…
Eleştirileri gelince de ‘En iyi denetim, vatandaşın yaptığı denetimdir’ anlayışı devreye sokulmaya çalışıldı.
Nisan ayında iki günlük boykot çağrıları gündeme geldi.
Restoranlara, kafelere hafta sonu gidilmeyecekti.
O zaman dedik ki…
Ülkenin tüketicilerinin (vatandaşlarının ) durumuna bakınca bu boykot çağrısının bir karşılığı yok.
Buradan bir baskı oluşturulmaz.
Bir uyarı niteliği yok.
Tam tersine hedef şaşırtır; iktidarın ekonomi politikalarının sonuçlarını esnafa yıkmaya yol açar.
Nitekim bir sonuç alınamadı. Alınamazdı da…
***
Şimdi boykot yine gündemde!
Elbette astronomik kârlar elde edenler var. Fakat mesele boykotla çözülmez, (Üstelik de onların müşterilerinin böyle bir boykota katılma ihtimalleri de yok.)
Üç sebeple….
Birincisi. Temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan milyonlarca insan neyi boykot edecek. Ülke gelir bölüşümünü dikkate almadan yapılan çağrılar karşılıksız.
İkincisi… İTO Başkanı boykota çağırıyor ama boykot çağrıları olumsuz sonuçlar da doğurabilir.
‘Daha ucuz’ diye Yunanistan’a akın gibi.
Her gün Yunanistan’a akın yaşanan Ayvalık’taki esnafa sorun. İsyan ettiklerini, kendilerinin ‘kazıkçı’ gösterilmesine öfkelendiklerini duyacaksınız.
Yüksek vergi ve kiramız; hizmet için sefer ettiğimiz garson sayımız…Gibi maliyetlerin ağırlığını sıraladıklarına tanık olacaksınız.
“Bükülmüş belimiz bir de ‘boykot’ anca bel kırar” dediklerine de…
Boykottan küçük esnafın zarar görmesi, kafe ve restoran çalışanlarının işten atılması gibi sonuçların çıkması da olası…
Üçüncü sebebe gelince… Sorun üretim süreci ile ilgiliyken, tüketimden soruna müdahale etmek, egzozdan motora müdahale gibi anlamsız.
***
TÜİK ne diyor…
Bu ülkenin yüzde 70’i gelirinin yüzde 75’ini kira, gıda ve ulaşıma harcıyor. Elinde kalan üç beş kuruşu da neye yettirebilirse…
Neden kısacak da neyi boykot edecek?
Zaten market market dolaşıp ucuzunu arıyor, kendince ‘fiyat denetimi’ yapıyor.
Geriye kalanın ise lüks tüketimi sürüyor.
Tüketim malları ithalatı tam gaz devam ediyor; yıllık tüketim malı ithalatı rekor kırarak 52 milyarı aştı.
Büyük kârdan, ranttan beslenen en üsteki yüzde 20’lik kesim vur patlasın, çal oynasın tüketiyor.
Ne boykotu?..
ÜCRET DE ARTMALI
Yıllık kira artışının yüzde 117.5 (yüz on yedi buçuk) olduğu yerde hizmet sektörünün ucuzlamasının mümkün olmadığını İTO Başkanı bilmiyor mu?
Biliyor tabii ki…
O zaman niyeti ne?
***
Kıdem tazminatının kaldırılmasını…
Hukuk yolunun işçiye kapatılmasını…
Açlığa mahkum edilen işçinin ücretini devletin vermesini…
Bolca göçmen emeği kullanmanın önünün açılmasını…
Ve daha nice talebini hükümete ileten İTO Başkanının niyeti açık: Yüksek enflasyon karşısında ücret talep etme boykot et!
Taleplerini karşılamasını beklediği hükümete yanlarken istiyor ki emekçilerin şeytan taşlamaktan tavafa vakti kalmasın!
***
Ücret artmıyor, maaş artmıyor, çiftçinin ürünü para etmiyor ama fiyatlar artıyor. Bu durumda ihtiyaç boykot değil ücret artışı.
Enflasyon sorununu çözmek için ücretle değil asli sebeplerle uğraşılmalı!
/././
Kültür yolları nereye çıkar?-Özcan Yaman-
Yollar bir yere çıkar. Peki Kültür yolları nereye çıkıyor?
2021 yılında devletin/AKP’nin Kültür Bakanlığının “Beyoğlu Kültür Yolu” olarak başlayan festivali, İstiklal caddesiyle Beyoğlu’da sıkışıp kalacak değildi ya. Sonraki yıllarda “Kültür Yolu Festivali” adıyla il il yaygınlaştırılarak şenlikli/festival havasında turizm amaçlı sanat bağlantılı sürüyor.
Şimdi kalkıp Kültür ve sanatın iktidarların toplumu manipüle etmekte nasıl kullandıklarını falan yazmayacağım. Çokça yazıldı.
1990’ların Özal’lı yıllarından bu yana kapitalizmin restorasyonunda icat edilen neoliberal politikaların geldiği yolculuk, kendini AKP devletinde en vahşi şekliyle ortaya koyuyor. Bu noktada siyasi ve ekonomik oligarşinin toplumda algı yaratmak, manipülasyon yaparak sevimli gözükmesini sağlayacak alan olarak kültür sanat kaçınılmaz oluyor. Bu durum aynı zamanda sermaye şirketlerinin marka imajını güçlendirirken devletin (sözde halkın devletinin) kasasından ya da bizim vergilerimizden harcamadan kamusal bir hizmeti yerine getiriyormuş gibi rol yapıyor.
Sosyal bir hukuk devletinde anayasa maddeleri işe yarar. Ama kendi çıkardıkları yasaları bile uygulamayan bir devlette anayasa maddelerinin bir işe yaramadığını görüyoruz. Adaletten ekonomiye sağlıktan barınmaya gerçekler ortada. Burada uzun uzun bu antidemokratik uygulamaları ve bozuk düzeni örnekleyerek zaman almak istemiyorum. Evrensel’i okuyan sizler bunları çok iyi biliyorsunuz. Açın anayasanın düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin 26-27-28 maddelerini okuyun. Bir de yaşananlarla karşılaştırın. Devletin kültür ve sanata destek olması kerhen değil bir zorunluluk olarak vardır. Ama hangi devlette diye sorarak. AKP’nin kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıp kuvvetler birliğine çevirdiği, meclis yerine saraydan yönettiği bir AKP devletinde bu ödev ve görevler kağıtta yazılı bir anayasa maddeleri olarak kalır.
Şimdi gelelim “Kültür Yolu Festivali’ne”...
Bu festivale katılan sanatçıların çoğu ya da dışardan bakanlar “Kültür Bakanlığı bizim vergilerimizle zorunlu olduğu hizmetleri yerine getiriyor, ne var bunda?” diyebilirler. Bu çok masumca ya da bilinçsizce bir yaklaşım. Toplum mühendisliğinin neoliberal uzantısı olarak AKP’nin devleti yapması gerekeni yapıyor. Toplumun %85’inin yoksullukta eşitlendirildiği %15’luk kesimin şatafat içinde yaşadığı bir ülkede ekonomiden sağlığa, eğitimden, barınmaya halka karşı siyasi baskılarla iktidarını kurmuş bir iktidarın kültür ve sanat alanında bu kadar sevimli ve hakça davranması mümkün mü? Değil tabii ki. Kültür yolu festivallerinin çıktığı yollarda görüntüyü kurtarma çabalarıdır. Yandaş medyası, yandaş belediyeleri, yandaş sanatçıları ve onların etrafında nemalanmaya çalışanlar turizm festivallerine çevirdikleri bir kültür sanat faaliyetleri içlerinde dolanıyorlar. Sermaye şirketlerinin sponsorlukları iktidarla kazan kazan formülüyle normalleşebilirken, sanatçıların sivil toplum(!) denilen holding dernek ve vakıflarının AKP devletiyle ilişkileri de bir dereceye kadar anlaşılır. Ama daha önce muhalifmiş gibi olan bazı dernek ve sanatçılar nasıl bu yollarda kendilerini buluyorlar? Evet para önemli bir unsur ama hepsi bu mu yani? O zaman mevcut iktidarın antidemokratik yapısını eleştirdiğiniz uygulamalarına da ortak oluyorsunuz. Bu durumu (AKP’nin) devletin kamusal hizmet sorumluluğunun bir parçası olduğu gibi retoriklerle katılmanızın normalleştirilmesini beklemeyiniz.
Sosyal medyada bir arkadaş düşüncelerini şöyle özetlemiş:
“Salgado da olsa!
Evet Salgado da olsa, kültür denilen kavramın yok edildiği, eğitimin yerle bir edilip, çarpık bir din temeline dayandırılmak istendiği, kültürün turizmin yanında üvey evlat muamelesi gördüğü bir düşüncenin varlığı ile buluşamam. Kültür yolu adı altında art niyetli düşüncelerini evrensel kavramlarla harmanlayıp, bizlere yedirmeye çalışan bir kurnazlığın esiri olamam. Yıllardır takip ettiğim 212 fotoğraf festivali de olsa bu düşüncenin içine dahil olduğu için yolumu birleştiremem. (Kendileri de biliyorlar bu yolun yol olmadığını, afişlerini bile bir kültür yollu, bir de yolsuz hazırlamışlar.) Velhasıl dostlar, bu yolun ardında olmasalar da yanından geçenlere de bir şey diyemem.”
Demokrasi mücadelesiyle buluşmayan hiçbir kültürel ve sanatsal etkinlik topluma değil, iktidarın çıkarına yontmak olur.
Dolayısıyla “devlet” kavramını “AKP devlet modeli” nden kurtarmadan, kurtuluş yok.
/././
10 Ekim Katliamı davası bölgede barış mücadelesinin alanı olarak da önemli -İhsan Çaralan-
Yarın 10 Ekim (2015) Ankara Gar Katliamı’nın 9. yıl dönümü. Yakın tarihin en organize ve en büyük kitle katliamı! Çünkü 10 Ekim Katliamı;* 2015 seçiminin öncesinde HDP’nin Adana ve Mersin il örgütlerine yapılan bombalı saldırıların önemsenmediği,
* Seçimden 1 gün önce HDP’nin Diyarbakır mitingine yapılan bombalı saldırının önemsiz görülerek geçiştirildiği,
* 7 Haziran 2015 seçiminde ilk kez Meclis çoğunluğunu kaybedip hükümet kuramaz hale düşen AKP’nin bu ilk seçim yenilgisinden “Barışçı ortam bize yaramıyor” sonucunu çıkardığı ve 7 Haziran seçiminin sonuçlarını tanımayarak ülkeyi “tekrar seçime” zorladığı,
* 20 Temmuz’da 35 kişini öldürüldüğü “Suruç Katliamı”nın gerçekleştirildiği,
* İstihbaratın canlı bombaları adım adım izlendiği halde, dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Henüz bir suç işlemedikleri için yapılacak bir şey yoktu” diye gerekli önlemlerin alınmadığını itiraf ettiği; sadece “geliyorum” diyen değil “yol verilen” de bir katliamdı!
1 Kasım 2015’te yapılan “tekrar seçimi” yüzde 49.5 oyla kazanan AKP, hiçbir zaman IŞİD ve İslamcı terörist örgütlere karşı bir mücadele içinde olmadı. Tersine onları Suriye’de Esad rejimini yıkma ve İslam dünyasında Erdoğan’ın kurtarıcı bir lider ve onun başında olduğu Türkiye’yi “İslam’ın Ensar’ı” olarak gösteren yeni Osmanlıcı dış politika bu örgütleri bu amaçları doğrultusunda kullanmayı tercih etti. Fiiliyatta onlarla ittifak yaptı!
MAHKEME BİTSE DE MÜCADELE SÜRECEK!
9 yıldan beri 10 Ekim Katliamı’nın yakınları ile mücadele yoldaşı olan barış ve demokrasi mücadelecileri, bir yandan mahkeme sürecindeki gelişmeleri yakından izlerken öte yandan da kamuoyunu uyanık tutmak için mücadele etti. Özellikle de davanın avukatları, özverili ve son derece gayretli bir çalışma ile yargılanan sanıklar için somut kanıtlar ortaya koyarken öte yandan da firarda olan 18 IŞİD’li için yeni bir davanın açılması için kanıtlar topladı. Böylece mevcut davadan ciddi cezalar çıkmasının yanında yeni bir dosyanın hazırlanmasını sağlayarak davanın kapatılmasını önlediler.
Ama bu dava sırasında mahkeme heyeti, Erman Ekici hakkında “İnsanlığa karşı suçtan beraat verilmesi”ne, dosyanın firari sanıklar yönünden ayrılmasına karar verdi. Davanın avukatları mahkemenin bu kararını “Mahkeme heyeti IŞİD’i akladı” diyerek değerlendirdi.
Tabii dava sürecinde başarılamayan şeylerden birisi de kamu görevlilerinden bir kişinin bile mahkeme önüne çıkarılmamış olmasıdır. Nitekim bu konuda gerek avukatlar gerekse barış mücadelesi yanlıları son karardan sonra yaptıkları basın açıklamasında “Kamu görevlileri yargılanmadıkça gerçek adalet de gelmeyecek”, “Karar barışa, demokrasiye, adalete giden yolu açmaktan uzaktır” değerlendirmesini yaptı.
6 Ekim günü 10 Ekim Katliamı’nda hayatını kaybedenlerin mezarı başında yapılan anmada barış mücadelecileri “10 Ekim sorumlularıyla mücadele günü olacak” diyerek mahkemenin bitmesinin “mücadelenin bittiği anlamına gelmediğini” yineledi.
10 EKİM KATLİAMI DAVASI BARIŞ GÜÇLERİ KAZANANA KADAR SÜRECEK BİR DAVADIR
“Mücadelenin bitmediği” ifadesi elbette ki özgürlük, demokrasi ve barış mücadelesi içinde sıkça söylenen bir ifadedir. Ama 10 Ekim Katliamı ve onunu failleri, faillerin arkasındaki devlet ve siyaset içindeki güçler bölgedeki son gelişmelerle bağlantılı ele alındığında; bugün İsrail eliyle sürdürülen savaşın; 10 Ekim Katliamı’na yol verilen sürecin nedenleri ve unsurları ile büyük ölçüde aynı olduğu görülecektir.
Batılı emperyalistlerin 2011’den itibaren Suriye’deki yerel ayaklanmaları bir iç savaşa dönüştürerek Arap ayaklanmalarının yarattığı rüzgarı “geniş Ortadoğu”daki siyasi haritanın kendileri lehlerine yeniden çizmeyi hedeflediler. Bunu yaparken de iç kamuoylarını “İsrail’in güvenliğini sağlama” gerekçesiyle arkalarına almaya çalıştılar. Suriye bu amacın gerçekleştirilmesinin savaş alanı olarak kullanıldı. Bu amaçla IŞİD ve El-Kaide gibi selefi terörist grupların Suriye’de başlattıkları iç savaşa ABD, Batılı emperyalistler bölgedeki güçleriyle müdahale etti. Suudi Arabistan (SA), Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Katar ve Türkiye ise bir yandan IŞİD, El Kaide gibi klasik cihadist grupları desteklerken öte yandan kendilerinin donatıp desteklediği silahlı örgütler organize ettiler. İç savaşla Suriye’yi enkaza dönüştürdülerse de rejimi yıkamadılar. Tersine İran ve Rusya bölgede daha fazla güç ve itibar sahibi oldu.
İsrail’in bir yıl önce başlattığı ve soykırıma varan katliamlarla sürdürdüğü savaş, Suriye iç savaşıyla yapılamayan, bölgeyi Batılı emperyalistler için dikensiz gül bahçesi yapma amacının devamı olarak sahneye konmuş bulunulmaktadır.
Bu yüzden 10 Ekim Katliamı davası sadece mahkeme sürecinde devlet görevlileri ve IŞİD’in siyasetteki koruyup kollayıcılarının yargılanması değil, aynı zamanda bölgede barış mücadelesinin devamı olarak görülüp mahkeme sürecinin barış mücadelesinin bir alanı olarak değerlendirilmesi ölçüsünde bitmiş bir katliamın ötesinde bugün de süren bölgede ve ülkede barış mücadelesinin bir alanı olarak anlamlanmaktadır.
Bu nedenlerle 10 Ekim Ankara Gar Katliamı davası bitmemiş, bölgede barış güçleri kazanana kadar da bitmeyecek bir dava olarak sürmektedir. Sürecektir de!
İSLAM-YAHUDİ SAVAŞI OLARAK GÖSTERMEK EN ÇOK İSRAİL VE EMPERYALİSTLERİN İŞİNE GELİR
Tek adam rejimi bölgede İsrail eliyle sürdürülen katliamlarla yürütülen savaşı bir “İslam-Yahudi savaşı”ymış gibi göstererek “İsrail’in gözü vatanımızda” diyerek İsrail’in arkasındaki emperyalistlerin bölge planlarının üstünü örtmeyi amaçlamaktadır.
Böylece iktidar NATO’daki pozisyonuna ve bölgede Batılı emperyalistlerin varlığına çanak tutan politikalarına yönelik eleştirilerin önünü kesmeye çalışmaktadır.
Muhtemeldir ki dün Mecliste yapılan kapalı oturumunda yine bu minval üzerine bilgiler verildi. Geleneksel “Yahudi düşmanlığı” ve “dinler-mezhepler arası savaş” üstünden kışkırtmaların kolaylığından yararlanarak “iç cepheyi güçlendirme” girişimi olarak sunulan “İsrail’in gözü bizim topraklarımızda” iddiası elbette en çok İsrail ve Batılı emperyalistlerin işine gelmektedir.
BARIŞ MÜCADELESİ DÜNE GÖRE BİLE DAHA HAYATİ!
Bu yüzden 10 Ekim Katliamı ve dava süreci etrafında yapılan tartışmalar ile bu doğrultudaki mücadeleler de ancak;
* Bölgeye Batılı ve Doğulu (Rusya ve Çin) emperyalistlerin müdahalesine hayır diyen,
* Bölge gericiliklerinin kendi aralarındaki rekabet ve çatışmalara karşı uzlaşmaz bir tutum alan,
* Halkların kendi kaderini tayin hakkı ve halkların kardeşliğini öne çıkaran,
* Bir afete dönüşmüş olan “göç” ve “sığınmacı” sorununu işçi sınıfı enternasyonalizmi ekseninde ele alan,
* İncirlik ve Kürecik başta olmak üzere ülkemizdeki ABD ve NATO üslerini kapatıp NATO’dan çıkılmasını, İsrail’le barış masasına oturuncaya kadar ekonomik, diplomatik, kültürel tüm ilişkilerin kesilmesini isteyen,
* IŞİD katliamlarına “yol veren” yetkililerin, cihadist örgütlere kol kanat geren siyaset erbabının yargı önüne çıkarılması ve hak ettikleri cezayı almaları için mücadeleyi ülke ve bölgedeki barış mücadelesinin bir alanı olarak gören bir anlayışla hareket etmek barış mücadelesinin olmazsa olmazıdır. Üstelik bu mücadele düne göre çok daha hayati bir öneme sahiptir.
Bu yüzden 10 Ekim Katliamı’nın 9’uncu yıl dönümünde ailelerin ve davanın avukatlarının yaptıkları çağrılar ve dikkat çektikleri gerçekler bugün barış mücadelesinin ilerletilmesi için çok önemlidir.
/././
Sadece İsrail mi terörist?-Mustafa Yalçıner-
İnsanlıktan zerre nasibini almamış İsrail terörünü küçümsemek için sormuyoruz soruyu.
Kendisini hiçbir ulusal ve uluslararası hukuk normuyla bağlı saymayan, emperyalist kuruluş BM ve kararlarını bile biraz olsun dikkate almayan İsrail terörizmi ve katliamlarını Türkiye’de bilmeyen yok. Uyguladığı soykırıma rağmen İsrail’le ekonomik, mali, ticari ve diplomatik ilişkilerini hiç kesintiye uğratmayan egemenler ve AKP’yle ortakları bile İsrail’den söz ederken terör demeden edemiyor!
Dünyada durum biraz farklı. İngiltere ve ABD başta olmak üzere tüm dünya halkları İsrail terörizmini lanetleyen gösterilerine hiç ara vermedi. İki şey isteniyor kitlesel protesto gösterilerinde: Hemen ateşkes ve hükümetlerinin İsrail’e en azından silah sevkiyatını derhal durdurması.
“Sadece İsrail mi terörist?” diye sormamızın nedenlerinden biri bu: Batılı büyük emperyalist devletler, ABD ve İngiltere’den başlayarak Almanya ve diğerleri İsrail’i kuruluşundan bu yana finanse etmekle kalmıyor, silahlandırıyorlar da.
Bir yıl oldu, İsrail Gazze ve ardından şimdi Beyrut ve Lübnan’ın güneyine günde yüzlerce ton bomba yağdırıp yüzlerce füze atıyor. Evet, kapitalizmi ve ekonomisi küçümsenemeyecek güçte İsrail’in. Nüfusu örneğin Türkiye’nin 1/8’i kadarken 1/4’ünden fazla dış ticareti, yarısı kadar sermaye ihraç ve ithalatı var. Güçlü olmasına güçlü ekonomisi, ama günlük sadece bunca bomba ve füzeyle binlerce sorti yapan uçaklarının yakıt harcamalarını karşılaması olanağı düşünülsün- var mıdır? Türkiye’yi alın, ekonomisinin ölçeği ve boyutları İsrail’in 3-4 misli büyüklükte. Türkiye bir yıl boyunca günde bu denli bomba ve füze üretebilir mi? Daha yiyeceği, içeceği, giyeceği, otomobili, mutfak makinesi … var da var!
İsrail’in bu büyüklükte bir devlet harcamasının altından kalkamayacağı açık.
Nereden geliyor bu silah ve cephane?
Özellikle Batılı emperyalist ülke halkları boşuna hükümetlerinden İsrail’e silah akışını durdurmalarını talep etmiyor. Zaten başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batılı emperyalistler İsrail ve katliamlarının açıkça arkasında durup desteklerini boşuna ifade etmiyorlar! Sürekli silah sevk etmeleri yetmiyor, gemi ve uçaklarını doğu Akdeniz’e yığarak silahlı koruma da sağlıyorlar. İsrail, sadece kendi yayılmacı amaçlarını gütmüyor, özellikle Amerikan emperyalizminin dünya egemenliği stratejisinin hizmetinde, Ortadoğu ve dünyayı ABD’nin amaçlarına uygun hale getiriyor.
İsrail terörizmini lanetlemek yetmez! Arkasındaki güçleri görmeden belki dinci ve milliyetçi yaklaşımlarla İsrail’e küfretmek yürekleri soğutabilir! Ama ne Filistin halkının kurtuluş umuduna bir ışık yakılabilir ne bölgemizin ve dünyanın başındaki belanın çözümü mümkündür! Bu, arkasındaki emperyalistler kadar, ekonomik, ticari ve diplomatik ilişkilerini sürdürerek İsrail’e örtülü destek sunan AKP Türkiye’siyle gerici Arap ülkeleri açısından da geçerlidir. Örtülü destekleyenler görülmeden de bir ilerleme sağlanamaz!
Üstelik ABD, İngiltere ve emperyalist Avrupa ülkeleri türünden müttefikleri yalnızca İsrail katliamlarına destek sunmakla kalmıyor, Ukrayna’da da aynı işi yapıyorlar. İsrail’e gönderdikleri kadar bomba, füze ve sair silahı Ukrayna gericiliğine de gönderiyorlar.
İsrail, kendi çapında Ortadoğu’yu savaşa sürükleyebilir. Daha fazlasını değil. Oysa arkasında ABD ve müttefiki emperyalistlerle birlikte Ortadoğu’da harlatılan alevler dünyayı tutuşturur. Hele Avrupa’nın ortasındaki Ukrayna’yla birlikte düşünüldüğünde, Avrupa ve Ortadoğu’da karşı karşıya gelmelerine ramak kalan büyük emperyalist devletlerin kapışmaları, o “Olur mu canım” denen dünya savaşı demektir!
Bilinsin ki, sadece henüz doğrudan kendi askerleriyle savaşmayan Rusya ile ABD ve müttefikleri Ukrayna’da zaten karşı karşıya.
“Sadece İsrail mi terörist?” diye sormamızın bir nedeni de İsrail saldırganlığının, Türkiye ve birçok ülkede halkların kendileri ve uygulamalarına yönelmekte olan dikkatlerini dağıtma peşindeki egemenlerce kullanılmak istenmesidir. Erdoğan boşuna açıkça “İsrail’in Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer vatan topraklarımız” demedi!
Şimşek’in emekçiye yaşamı zindan eden ekonomik mali saldırılarıyla hak arayan işçiye ters kelepçe terör değilse nedir?
Evrensel - GÜNDEM
Grev kırıcılığına silahlı koruma -Andaç Aydın ARIDURU-
As Plastik’te, grev kırıcılığı tespit edildi ancak patrona hiçbir yaptırım uygulanmadı. Devlet destekli kuralsızlıktan güç alan patron, silahlı korumaları da devreye soktu.(https://www.evrensel.net/haber/530284)
JES şirketinden büyük pişkinlik | Köylüleri izlemek için kamera yerleştirdi, hizmet olarak sundu!-Özer Akdemir-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder