Soma Kaymakamlığı’nın ‘uygun bulmadığı’ madenci oyunu Eskişehir’de seyircilerle buluştu -Yekta ARmanc Hatipoğlu
Soma Kaymakamlığı’nca “uygun bulunmayan” DEĞİL oyunu, Eskişehir’de seyircilerle buluştu. Madencileri konu alan oyunu izleyenler, değerlendirmelerini anlattı.Eskişehir Halk Sahnesi’nin “DEĞİL: Bir Maden ‘Kazası’ Hikayesi” adlı tek kişilik tiyatro oyunu, Eskişehir’de Odunpazarı Belediyesi’nin organizasyonuyla Yunus Emre Kültür Merkezi’nde seyircilerle buluştu. Oyunu izleyenler arasında Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt da vardı.
Oyun, 7 Aralık’ta Soma’da da oynanacaktı ancak Soma Kaymakamlığı oyunu “uygun bulmadı.”
TKP Soma İlçe Örgütü ve Soma 301 Madenciler Sosyal Yardımlaşma Derneği’nin ev sahipliğinde belediyenin salonunda sahnelenmesi planlanan oyunun kaymakamlıkça “uygun bulunmamasına” dair herhangi bir gerekçe gösterilmedi.
Erkal Umut’un yazıp yönettiği, Latif Tiftikçi’nin oynadığı oyun, oğlu madende çalışan bir babanın “kaza” günü yaşadıklarına odaklanıyor.
‘Oyun Soma’da yaşamını yitiren işçileri ve ihmali tekrar hatırlattı’
Eskişehir’deki izleyicilere, oyunu nasıl bulduklarını ve Soma Kaymakamlığı tarafından verilen kararı nasıl değerlendirdiklerini sorduk.
Deniz, “Oyun bana Soma’da yaşanan faciada yaşamını yitiren işçileri ve oradaki ihmali tekrar hatırlattı” dedi.
“Latif Tiftikçi şahane bir performansı sergiledi” diyerek oyun hakkındaki görüşlerini aktarmaya devam eden Deniz, bu performansla kamuoyunda hâlâ devam eden öfkeyi ve işçi sınıfına karşı sürdürülen saldırıyı kendisine, öfkeyle birlikte tekrar hatırlattığını ifade etti.
Deniz, oyunun, bunların yanı sıra madencileri değersiz gören sistemi değiştirmeye dönük bir davet içerdiğini de söyledi.
Soma Kaymakamlığı’nın verdiği kararın madende işçileri öldüren zihniyetin ürünü olduğunu söyleyen Deniz, sorunların üstünü kapatarak “çözme” politikasının bu oyun hakkında alınan kararda da görüldüğünü söyledi.
Ege, oyunun yaşanan trajedileri tüm gerçekliğiyle gözler önüne serdiğini ve bu nedenle Soma Kaymakamlığı’nca yasaklandığını söyleyerek başladı sözlerine.
Oyunun yasaklanmasının, oyunun kendisinde uyandırdığı öfkeye eşlik ettiğini söyleyen Ege, tiyatronu oyununun ve madencilerin özgürleşmesi arasında bir bağ olduğunu ifade etti.
‘Uzun zamandır beni bu kadar etkileyen bir oyun olmamıştı’
Bahadır ise “Uzun zamandır, izlediğim ve beni bu kadar etkileyen bir oyun olmamıştı” dedi.
Türkiye'de madenciler ve yaşadıkları koşulları anlatan oyunlara çok sık rastlanmadığını söyleyen Bahadır, oyunun, bu konuları anlatan üretimlerde pasifçe üzülmek dışında tepki verilmediğini yüzlerine vurduğunu, bu oyunu diğerlerinden farklı kılan şeylerden birinin de Latif Tiftikçi’nin karakterle kurduğu duygudaşlığı seyirciye ustalıkla yansıtması olduğunu belirtti.
Bahadır, oyunun izleyicinin “kahramanlık” anlayışında büyük değişiklik yarattığını ifade etti ve sözlerine şöyle devam etti:
“Çünkü bu kadar yozlaşmış, her yeri katliam ve savaş bürümüş bir çağda kahramanları hep o savaş alanlarında arıyoruz fakat genç, bekar bir madencinin evli olan diğer işçiye, dostuna maskesini verip usulca ölümü kabullenişi destan ve kurgu gerektirmeyen bir gerçek ve maalesef ki günlük hayattan bir kahramanlık. Fakat biz bunu çok da göremiyoruz.”
Bahadır, oyunun etkisinin yasaklanmasından anlaşılabileceğini söyledi. Bu oyunu yasaklamanın madencilerle duygudaşlığı reddetmek, onlara bu hayatı hak gören kişi ve koşullarla işbirliği yapmak olduğunu söyleyen Bahadır, toplumun özellikle toplumu anlatan sanat üretimlerinin arkasında durması gerektiğini ifade ederek sözlerini noktaladı.
‘Bu oyun Soma’daki madencilerle onların aileleriyle buluşmalıydı’
Bahadır’ın ardından, son olarak Makbule’yle konuştuk.
Makbule, oyunun etkileyici olduğunu ve her bir detayının içinde öfke ve hüzne yol açtığını söyledi.
Ülkedeki madencilerin çalışma koşullarının, “kaza” olarak adlandırılan iş cinayetlerinin oldukça profesyonel bir şekilde sahnelendiğini ifade eden Makbule, Soma Kaymakamlığı’nın oyunu “uygun bulmamasının” nedeni olarak şunları söyledi:
“Bu oyunun Soma'da yasaklanma nedeni bence en başta söylediğim şey, etkileyici olması, öfkeye neden olması.”
Makbule, sözlerini “Ülke tarihi madenci cinayetleri konusunda birden fazla acı olayla dolu, özellikle Soma. Bu oyun asıl Soma’da sahnelenmeli, oradaki madenciler ve onların aileleriyle buluşmalıydı” diyerek noktaladı.
/././
Suriye Dosyası(I): Esad yönetimi nasıl 10 günde devrildi?-Yiğit Günay-
*Kapak Fotoğrafı: Cihatçılar Şam'da Emevi Camii'nde. (AA)8 Aralık 2024 tarihi, Suriye’de Beşar Esad yönetiminin devrilmesiyle birlikte, bölge ve dünya açısından bir dönüm noktası oldu. 27 Kasım’da başlayan saldırılar, 10 günde iktidarın devrilmesiyle sonuçlandı. soL, “Suriye Dosyası” yazı dizisinde, tüm boyutlarıyla bu tarihi süreci mercek altına alıyor.
"Sürpriz saldırı", "sürpriz sonuç"... Dünya kamuoyu, 10 günde yaşananları böyle anıyor. Ancak ayrıntılar, ne saldırının ne de sonucun sürpriz olduğuna işaret ediyor.
“Son söz, savaş alanında söylenecek.”
Çok tekrarlandı bu iddia. Özellikle direnenler, sık sık hatırlattı.
Ama Suriye’de son söz, savaş alanında söylenmedi.
Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesiyle sonuçlanan 10 günlük savaşın son sözü, henüz savaş başlamadan söylenmişti.
“Sürpriz saldırı”... Yazı dizimizin ilk bölümünde, bu saldırının kendisine odaklanacağız.
Sahada, askeri olarak ne yaşandı?
Saldırı kimler için sürprizdi? Kimlerin öncesinde haberi vardı?
Heyet Tahrir’uş Şam (HTŞ) bu beklenmedik başarıyı kazanacak noktaya nasıl geldi?
* * *
23 Kasım günü Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Ankara’da bir grup gazeteciyle buluştu. Gündemdeki konu, Hamas Siyasi Bürosu’nun Türkiye’ye taşındığına dair iddialardı.
Fidan bu iddiayı reddetti. Ardından Suriye konusu açıldı. AKP hükümeti Suriye’yle normalleşme süreci başlatmak istemiş ama çabalar sonuçsuz kalmıştı.
Fidan, önce şu tespiti yaptı: “Bizim saldırganlık veya işgal gibi bir derdimiz yok. Rejim değişikliği gibi bir derdimiz yok. Bunu ortaya koyduğunuz zaman diğer taraf bundan bir alarm vaziyeti üretmiyor. Bölgede geri kalan konularla ilgilenmeye yönelik çalışmalarına devam ediyor.”
Daha sonra şunları ekledi: “Tabii bu çözüm arayışlarının diplomasiyle ve yapıcı yaklaşımla cevap alınamadığı yerde, başka türden adımları zamanı geldiğinde mecburen nasıl atarız ona bakacağız.”
Fidan, önce “Esad yönetimi saldırganlık veya rejim değişikliğine gitmeyeceğimize çok güvendiği için alarma geçmek bir yana harekete geçmiyor” demeye getiriyor, sonra da “başka türden adımlar” bombasını orta yere bırakıyordu.
Bu sözler, HTŞ öncülüğünde Suriye’deki İslamcı grupların saldırısının başlamasından 4 gün önceydi. O günlerde kimse bu ifadelerin üzerinde durmadı.
Bugünden geriye bakıldığında, Fidan’ın sözleri tehdit bile değil, “haberiniz olsun” minvalinde bir uyarı olduğu anlaşılıyor.
Çünkü, iddiaya göre, MİT’in 27 Kasım saldırısına dair önceden haberi vardı.
Üstelik, neredeyse üç ay önceden.
* * *
“Arap Baharı” denilen süreç Suriye’de emperyalizm eliyle bir silahlı müdahaleye dönüştüğünden beri, “Suriye muhalefeti”ni dünyaya pazarlamaya çalışan gazeteciler oldu. Bazıları, birkaç yıldır, özellikle HTŞ konusunda uzmanlaştı.
Üstelik, bir avantajları vardı. El Kaide kökenli HTŞ, El Kaide’den koptuktan sonra, eski şemsiye örgütünün katı tavrının aksine yabancı araştırmacı ve gazetecilere koruma sağlayacağını açıklamıştı. “HTŞ uzmanı” batılılar, İdlib’te birinci elden araştırmada bulunuyor, bilgi topluyor, mülakat yapıyordu.
Bu isimlerden biri, Charles Lister, 3 Aralık’ta, yani silahlı çeteler Halep’i almış ve Hama’ya doğru ilerliyorken, bu “sürpriz saldırı”nın aslında pek de sürpriz olmadığını yazdı.
HTŞ’nin başını çektiği 10 örgüt bir ortak operasyon odası kurmuş ve Halep’e saldırıyı Eylül ayı başında planlamaya başlamıştı. Adı “Saldırganlığı Önleme” konulan operasyon, İdlib’i düzenli olarak vuran, Halep’in batısındaki topçu bataryalarını etkisiz hale getirmeyi amaçlıyordu. Ekim ayının ortasında yapılacaktı.
Lister’ın bu koalisyondaki kaynaklarından aldığı bilgiye göre, plan MİT’e sızdırıldı—ki bu, hem bu yazıda hem de dizimizin ikinci yazısında ayrıntılarıyla ele alacağımız üzere, MİT’in hem operasyon odasındaki diğer örgütlerle hem de HTŞ’yle olan ilişkisi düşünüldüğünde hiç şaşırtıcı değil.
Zaten plan, “mutlak bir gizlilikle” de yürütülmüyordu. Eylül başında kararın alınmasının ardından bu 10 örgütün bulunduğu “Askeri Operasyonlar Kumandanlığı” hem “Saldırganlığı Önleme” operasyonunun sosyal medya kampanyasının hazırlıklarının yapılması için ilgili birimleri hem de HTŞ’nin İdlib’deki “devletimsi” yapısı Kurtuluş Hükümeti’nin Medya Bakanlığı’nı, hatta HTŞ’ye yakın kimi gazetecileri bilgilendirmişti. HTŞ’nin Halep’teki gizli hücreleri de operasyona hazırlanıyordu.
MİT, sürece müdahil oldu. Lister’ın aktardığına göre MİT görevlileri, 10 örgütü kapsayan koalisyonla iki kez İdlib’de, birkaç kez de Türkiye’de bir araya geldi ve operasyon planının ertelenmesini sağladı.
* * *
Kimi başka veriler, İdlib’te Ekim ortası için bir operasyon planlandığından, veya en azından “bir şeylerin pişmekte olduğundan” MİT’ten başka aktörlerin de bilgisi olduğunu düşündürüyor.
14-17 Ekim arasında Himeymim Hava Üssü’nden kalkan Rus uçakları, dört gün boyunca İdlib’i bombaladı. Suriye Ordusu’nun İdlib’deki güçlere karşı ara ara düzenlediği İHA saldırıları, 20 Ekim’den itibaren çok sıklaştı.
Dünya kamuoyu, henüz kopacak yaygaranın kokusunu alamıyordu. Ama sahadaki taraflar, ne ölçüde bildiklerini kestiremesek de, bir şeylerin olacağını biliyordu.
Rusya’nın elindeki bilgilere dair başka ipuçları da var. 27 Kasım’da saldırı başladı, 30 Kasım’da Halep düşmek üzereydi, Suriye devleti ve müttefiklerini destekleyenler şoke olmuş vaziyette niye harekete geçilmediğini sorguluyordu.
HTŞ öncülüğündeki gruplar İdlib'den yola çıkıyor. (Fotoğraf: AA)Rus devlet ajansı RIA Novosti’nin savaş muhabiri Aleksandr Karçenko, o gün, Rusya’nın Halep’teki birliklerinin niye bir şeyler yapmadığı minvalindeki yakınmalara yanıt verdi. “Oturdular, sessiz kaldılar, saldırıyı püskürtemediler” diyordu:
“Daha bir hafta önce oradaki adamlarımızı ziyaret ettim. Militanların hareketleri ve birikmekte oldukları gereğince kaydedilmiş, hakikati aktaran raporlar üslerine iletilmişti. Rusya’nın sorunu istihbarat görevlileri değil.”
Rusya cephesinde operasyona dair önceden bilgi sahibi olunduğuna dair bir diğer işaret, Türkiye’de ve dünyada hakkında pek konuşulmayan bir Suriyeli muhalif örgüt eliyle ortaya çıktı: Halkın İradesi Partisi.
Aralık 2015’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), 2254 Sayılı Kararı benimsedi. Buna göre Suriye devletiyle muhalefetin temsilcileri arasında resmi görüşmeler başlatılacaktı. Muhalefet, çok sayıda örgütün temsilcisinden oluşan “Suriye Müzakere Komisyonu” tarafından temsil edilecekti.
Bu komisyonda bulunan yapılardan biri, “Suriye Muhalefeti için Moskova Platformu”. Rusya’ya yakın muhalif yapıların oluşturduğu platformun önde gelen unsuru, Suriye Komünist Partisi’nden 2000 yılında kopan bir hizbin 2012’de kurduğu Halkın İradesi Partisi. “Arap Baharı” sürecine destek veren parti, dün Esad yönetiminin yıkılmasının ardından “halkın zaferini kutlayan” bir mesaj yayımladı.
Konumuza dönelim. 27 Kasım günü, yani saldırının başladığı gün, Suriye Muhalefeti için Moskova Platformu bir basın toplantısı düzenledi ve Moskova’da “muhalefetle rejimin” buluşması çağrısı yaptı. 1 Aralık’ta yayımladıkları bildiride şu ifadelere yer verdiler:
“Biz bu çağrıyı yaptığımız sırada sahadaki son gelişmeler henüz duyulmaya başlanmamıştı, ama belli ölçüde bekleniyordu, aldığımız inisiyatifin sebeplerinden biri de bu gelişmelerdi.”
Bir şeyler pişmekteydi, tarafların haberi vardı, Moskova’da masaya çatal bıçak konuluyordu.
* * *
MİT’in haberdar olduğu, Suriye’deki pat durumunu değiştirmesi beklenen bu önemli operasyondan, Türkiye’nin diğer NATO ortaklarının, özellikle de ABD’nin bilgisi olmaması olası görünmüyor.
Nitekim, aksine dair batı basınında son bir haftada çok sayıda haber çıktı. En çarpıcısı, Alastair Crooke’un 2 Aralık’ta söyledikleriydi.
Sözlerin çarpıcı olmasının bir nedeni, Crooke’un kimliği. Crooke eski bir İngiliz diplomat, ancak diplomat kimliği, asıl görevinin paravanıydı. Yaklaşık 30 yıl boyunca İngiliz dış istihbarat servisi MI6’ya hizmet etti. İlk görevlerinden biri, Afganistan’da Sovyetler Birliği’ne karşı savaşan cihatçılara, HTŞ’nin öncülü El Kaide’ye silah sağlamaktı. Uzun yıllar Ortadoğu’da çalıştı. Esas görevi, radikal İslamcı örgütlerle batılı devletler arasında köprü kurmaktı. MI6’nın Hamas’la doğrudan temas kuran elemanı olarak, İsrail istihbaratıyla uzun yıllar mesai yaptı.
Crooke’a göre 27 Kasım’da HTŞ öncülüğünde başlatılan operasyonun arkasında NATO ve İsrail vardı. Crooke, operasyon öncesinde hem NATO Genel Sekreteri hem de İsrail iç istihbarat örgütü Şin Bet’in şefinin Ankara’ya gelerek Türkiye hükümetiyle görüştüğünü, Erdoğan’ın plana onay verdiğini öne sürdü.
soL’un kendi kaynaklarından edindiği bilgiler, Crooke’un çizdiği çerçeveyle uyumlu, ancak bir farkla: Operasyon hazırlık sürecinde Crooke’un eski teşkilatı MI6’nın da aktif rol üstlendiği öne sürülüyor.
Elbette istihbarat örgütlerinin bilgi ve faaliyetlerine dair hakikatin ortaya çıkarılması, hele bu kadar taze bir olayda, pek mümkün değil. Tüm bunların birer iddia veya ipucu niteliğinin ötesine geçmediğini akılda tutmakta fayda var.
Yine de, 10 günlük operasyonda sahada yaşananlar, ancak ortaya konulan çerçeveyle açıklanabilir görünüyor.
* * *
Sahada ne oldu?
10 örgütten oluşan ortak operasyon odası, 27 Kasım Çarşamba günü Halep’e doğru saldırıya geçti. Saldırı, HTŞ’nin eline geçirdiği parçaların montajıyla geliştirdiği “kayser” füzelerinin, Suriye ordusu mevzilerine atılmasıyla başladı. Füzelere, çok sayıda İHA eşlik ediyordu. Bunların önemli bir bölümü, bomba fırlatma kapasitesi olmayan, bizzat kendisini hedefe gidip patlatan “intihar İHA”larıydı.
Bu hamle, HTŞ açısından taktik bir yenilik değildi. Hem 2015’teki ikinci İdlib savaşında hem de 2016’daki güney Halep saldırısında örgüt, patlayıcı dolu kamyonları ordu mevzilerine sürüp patlatarak başarı elde etmişti. Taktik eskiydi, ama kullanılan teknolojiler yeniydi. Son dört yıldır HTŞ, hükmettiği İdlib’te askeri kapasitesini artırmıştı—bu başarıda, yabancı güçlerin desteği elbette önemli rol oynadı. HTŞ’nin öyküsünü, bu ayrıntılarla birlikte, yazı dizimizin yarın yayımlanacak ikinci bölümünde aktaracağız.
Cihatçı gruplar Halep çevresinde. (Fotoğraf: AA)Füzeler ve intihar İHA’larına gözetleme İHA’ları ve top atışları eşlik ediyor, birlikler Halep’e doğru saldırıya geçiyordu. Bu arada HTŞ ve ortaklarının önceden Halep’e yerleştirdiği hücreler de harekete geçti. Bunlar üç ila sekiz kişiden oluşan birliklerdi. Halep’in batısındaki arama noktalarına saldırılar düzenleyerek, işgalcilerin girişini kolaylaştırdılar.
* * *
Bu arada, niyeyse ayrıntılarına dair hemen hiç ayrıntı çıkmayan bir diğer gelişme oldu. Suriye ordusu ve askeri istihbaratından üst düzey komutanlar, saldırı haberi karşısında toplandı. Bu toplantıya saldırı düzenlendi, en az altı kişi öldü. Ölenlerden biri, İran İslami Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün uzun yıllardır Suriye’de görev yapan isimlerinden Tuğgeneral Kiyumars Purhaşemi’ydi. İran, birkaç cümleden ibaret açıklamasında saldırıyı “tekfirci teröristlerin” yaptığını söyledi ama hiçbir ayrıntı vermedi. Gazeteci Charles Lister da saldırıyı, üç ila sekiz kişilik uyuyan hücrelerden birinin yaptığını yazdı.
Kent saldırı altındayken, kentin savunmasını yönetecek isimlerin toplandığı, dolayısıyla çok sayıda askerin bulunduğu ve sıkı korunduğu düşünülebilecek bir noktaya dar bir kuvvetle saldırılması, saldırıda altı kişinin ölmesi ve bunlardan birinin İran’ın bölgedeki komutanı olması, olaya dair hemen hiç ayrıntı çıkmaması, soru işaretleri doğuruyor. Sonraki günlerde savaşın gidişatı düşünüldüğünde, Purhaşemi’nin öldürüldüğü saldırının kim tarafından nasıl yapıldığının ortaya çıkarılması, o tarihi 10 günde sahada ne olduğunun anlaşılması bakımından önem taşıyabilir.
* * *
HTŞ ve diğer koalisyon güçleri, ilk 12 saatte Halep’e epey yaklaşmayı başardılar. Hava kararınca, HTŞ’nin bir süredir—acaba kim tarafından?—eğitilmiş ve donatılmış olan 500 kişilik gece muharebe ekibi harekete geçti. Şimdiye dek hava kararınca kısmi ara verilen çatışmalara alışkın Suriye ordusu birlikleri, zaten çok dağınık karşıladıkları ilk saldırının ardından toparlanacak vakti bulamadı.
Ertesi gün, HTŞ ve diğer güçler Halep üzerindeki saldırıyı sürdürürken, kenti Şam’a bağlayan M5 karayolunu da kesmeyi başardı. 29 Kasım’da Halep düştü.
Halep’in düşmesi, şimdiye dek yemeğin kokusunu alamamış herkes tarafından şoke edici hızda yaşanmıştı. Ama asıl şok, HTŞ ve ortaklarının güneye ilerlemeye başlamasıyla yaşandı. Suriye ordusu dağınık bir şekilde geri çekiliyor, hemen hiçbir yerde anlamlı bir direniş ortaya koyamıyordu. Rus uçakları İdlib ve Halep’i bombaladı. Ama HTŞ güçleri, sanki hava saldırısı riski yokmuşçasına Hama’ya da, Humus’a da gündüz gözüyle M5 yolu üzerinde kilometrelerce uzayan askeri konvoylar halinde yaklaşmayı başardı. Suriye ordusunun kimi birlikleri, düzenli olarak çatışma alanlarından uzak durdu. Kimileri, bir süre mevzilerini koruduktan sonra “gelen emirlerin” ardından Şam’a kadar çekildi.
* * *
Savaş boyunca Suriye'nin destekçileri, beklenen desteği bir türlü sunmadı.
Rusya'nın durumunu aktardık. Peki İran? "Şii direniş cephesi"nin ağabeyi bu taarruza hazırlıksız mı yakalanmıştı?
8 Aralık'ta, Esad yönetiminin düştüğünün kesinleşmesinin ardından İran Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Irakçi, katıldığı bir televizyon programında "İran'ın, görülen ve saldırıya hazır eğitimli kuvvetlere ilişkin tüm bilgileri Suriye ordusuna önceden verdiğini" açıkladı.
İranlı bakan şöyle dedi: "İran'ın Suriye'deki askeri varlığı IŞİD'le savaşmak içindi ancak İran'ın hiçbir zaman Beşar Esad için Suriye ordusunun rolünü oynamaması gerekiyordu."
Irakçi, bu ifadeleriyle, yalnızca İran'ın savaşmamasına "Bu Suriyelilerin işi" kılıfı bulmakla kalmıyor, İran'ın Suriye'deki tek düşmanının IŞİD olduğu anlamına çıkan ve böylece HTŞ dahil diğer gruplarla temas zemininin taşlarını döşüyordu.
Esad'ın devrildiği gün, Irak Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı Sözcüsü Tümgeneral Yahya Resul, kendilerinin de Suriye'deki hareketlenmelere dair önceden bilgi sahibi olduklarını duyurdu, "operasyon çok iyi planlanmıştı" diyerek, ayrıntılara dahi hakim olduklarını ima etti.
Sonuçta 10 gün boyunca yalnızca Suriye ordusu bir görünüp bir kaybolmuyor, müttefikleri de pek ortalarda gözükmüyordu.
* * *
Savaş, hukuk diliyle söyleyecek olursak, “hayatın olağan akışına uygun” ilerlemiyordu.
Savaşın baş muhatabı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın hali de olağan değildi. Saldırının başladığı gün Esad, Moskova’daydı. Rusya hükümetiyle görüştü. Döndü, 10 gün sonra ailesiyle birlikte yeniden Rusya’ya dönüp siyasi sığınmacı olana kadar bir kez bile Suriye halkına veya uluslararası kamuoyuna seslenmedi.
Kaderini öğrenmiş ve kabullenmiş miydi?
Henüz bilmiyoruz.
Bir büyük anlaşma mı vardı? “Ver Ukrayna’yı al Suriye’yi” diye tokalaşılmış mıydı? Suriye devleti ve ordusunun bir kısmı ikna edilmiş miydi?
Henüz bilmiyoruz.
Kamuoyu için sürpriz olan bu operasyonun, savaşın taraflarınca önceden bilindiğini, son sözün savaş alanında değil, toplantı odalarında söylendiğini anlayabiliyoruz.
Elbette yaşanan sonuçta HTŞ’nin kapasitesi, Esad yönetiminin hata ve sınırları, Türkiye, ABD ve İsrail gibi düşman aktörlerin faaliyetleri, Rusya ve İran gibi ülkelerin kararlarının da büyük etkisi oldu. Bunları ve meselenin başka boyutlarını, yazı dizimizin sonraki bölümlerinde ele alacağız.
YARIN:
- Culani kim?
- Heyet Tahrir’uş Şam, El Kaide’den gerçekten koptu mu?
- Bu kopuş sürecinde Türkiye ne rol oynadı?
- HTŞ kimlerin desteğiyle nasıl güçlendi?
- Batıcıların HTŞ övgüleri niye ve ne kadar gerçek?
- İsrail’in pozisyonu ne