Okuyan'dan 'bölgesel savaş' değerlendirmesi: 'Siyasi-ideolojik ayağa kalkış için tek zemin Türkiye’de' - soL

''Türkiye’de devrimci bir iktidar olsaydı Suriye'de son 10-15 gündeki duruma gelinmezdi'' diyen TKP Genel Sekreteri, Türkiye'nin önümüzdeki dönemde bölgesindeki temel mücadele alanı olacağını söyledi.

Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Suriye’deki ve dünyadaki güncel gelişmelere, Türkiye’nin konumuna ve 2023 seçimlerinde kurulan Sosyalist Güç Birliği’ne ilişkin Röportajlık'ın sorularını yanıtladı.

Suriye'de ve daha geniş bir coğrafyanın geleceği için Türkiye’de verilecek mücadelenin belirleyici öneme sahip olacağını kaydeden Okuyan, ''Bölgede gerçek bir siyasi-ideolojik silkiniş için tek zemin Türkiye’de'' dedi.

''Suriye'yi ne çökertti'' sorusuna ''Suriye rejimini sermaye sınıfı çözdü'' yanıtını veren Kemal Okuyan, ''Türkiye kazanan tarafta değil, Türkiye sermayesi ve Türkiye gericiliği kazanan tarafta'' diye konuştu.

''Türkiye’de devrimci bir iktidar olsaydı Suriye konusunda nasıl bir tavır alırdı'' sorusu yöneltilen TKP Genel Sekreteri, ''Bu son 10-15 güne gelinmezdi. Türkiye’de devrimci bir iktidar olsaydı İdlib’de bu cihatçı yığınak yapılamazdı'' ifadelerini kullandı.

Röportajın tamamı şöyle:

Özellikle seçim döneminde sık sık ekranlarda görmemize rağmen son dönemde ekranlardan uzaksınız. Bu bir sansür mü? Yoksa TKP’nin kurumsal bir kararı mı?

---------- 

“Televizyon programlarına katılmamak bizim özel tercihimiz değil elbette. Sonuçta çok yoğun olduğumuzda davet edildiğimiz halde çıkamadığımız oluyor. Ama bazı kanallar açısından evet bir tercih olduğunu söyleyebilirim. Sansür demeyeyim, onların tercihleri. Türkiye Komünist Partisi’nin yaklaşımına, politikalarına dönük bir mesafelenme. Zaman zaman bazı yayınlara konuk oluyoruz ama bu elbette yeterli değil. Herkes gibi biz de sesimizin daha çok çıkmasını isteriz. Ama ekranlarda daha çok görünmek için şirinlik yapacak da değiliz.  

TKP Cumhuriyet Halk Partisi’nin bütün hiziplerine dönüp bir açık tavır almış durumda. Bu hiziplerden hiçbirine yakın değiliz, hiçbirini desteklemiyoruz. Şimdi bu kanalların önemli bir bölümü, CHP içerisindeki bir kanada yakın, açık söyleyecek olursak İmamoğlu’nun ağırlığı var baktığımız zaman. İmamoğlu’na ve diğerlerine dair TKP hiç eğilip bükülmedi. Sözünü de esirgemiyor. Bu bir kişisel husumetten kaynaklanmıyor. Tamamen ideolojik, sınıfsal nedenler. O yüzden bazı kanallar Türkiye Komünist Partisi’ne kapandı. Oralarda çok fazla dostumuz, gazeteci var. Ama onlar da nihayet bir kurumda çalışıyorlar. 

Türkiye Komünist Partisi’nin duruşu, analizleri ve eylemleri yani teorisi ve pratiği gündeme getirilmediğinde, haberleştirilmediğinde değer yitirmiyor. Biz kendimizi biliyoruz. Başka mecralardan sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Ama bu tecrit elbette bir sorun. Siyaset alanına egemen olan pop kültürü seslenme kanallarını da belirliyor. Dolayısıyla düzgün, sağlıklı seslenme kanalları yani popülerleştirmeyen, magazinleştirmeyen kanalların işi çok zor. Ama sorunuz açısından söyleyeyim, evet, bu onların siyasi tercihidir. Hiçbir kanalı “niye TKP’ye yer vermiyorsunuz” diye eleştiremem. Onların tercihidir. Sonuçta siyasi ve ideolojik bir iş yapıyorlar. Zaten Türkiye’de öyle tarafsızlık iddiasında herhangi bir yayın kalmadı. Yandaş medya var, bir de yandaş medya var. İstisnalarla birlikte elbette. Ama durum genel olarak bu.”

TKP 2023 seçimlerinde Sosyalist Güç Birliği’ni kurmak için yoğun çaba göstermişti. Ve bu girişim bir kesimde heyecan da yaratmıştı. Seçim dönemi sonrasında yine böyle bir girişim olacak mı? 

----------

“Bu dönem kapandı, zaten bunu ilan da ettik. Aslında sosyalist güç birliği bir seçim projesi değildi. Uzadı, uzadı, uzadı ve seçim dönemine kaldı. Çok daha kapsamlı bir ittifak önermiştik Sol Parti’ye. Olmadı. Ortaya çok zayıf ve arızalı bir seçim işbirliği çıktı. Kimse de zaten heyecan duymadı bundan. İlk başta bir ilgi yarattı ama sonrasında kimse heyecan duymadı ve sönümlendi. Bu doğrultuda bir arayışımız yok. Neden yok? Zaten Türkiye solunun CHP ve DEM eksenli konumlanış alışkanlığına tavır aldık. Oradan kopulmadan ve sağlıklı bağımsız bir siyasi hat örülmeden bizim kimseleyle iş birliği gündemimiz olmaz. Dolayısıyla kendi yolumuzda gidiyoruz, bundan da bir rahatsızlık duymuyoruz.”

Suriye konusunda bir çok soru var: TKP Esadçı mı gerçekten? Esad’ın devrilmesinden sonra Suriye halkı özgürleşti mi sonunda? Bundan sonra ne olacak Suriye’de?

-----------

“Burada değerlendirmeler yaparken şuna dikkat etmek gerekiyor. Şimdi Türkiye’ye dönük bir açık ABD operasyonu olsa, mesela 2016 darbe girişimi. Burada tavır almak Erdoğan hükümetini, iktidarı ve mevcut düzeni savunmak anlamına gelmez. Burada Esad’la Türkiye’yi ve Suriye’yi benzeştirmiyoruz ama şu önemli: Esad bizim ideolojik ve sınıfsal açıdan yakınlığımız olan biri değil. Ama bazı nedenlerle, koşulların da sürüklemesiyle, emperyalist projelerin karşısında önemli bir direnç unsuru olarak ortaya çıktı. Suriye’nin güllük gülistanlık bir ülke olduğunu hiç düşünmedik, iddia etmedik. 2011’de laik bir ülkeydi, birçok açıdan güvenli bir ülkeydi, kadınlar özgürdü. Ama çok ciddi sorunları vardı. Özellikle de Esad’ın liberal politikalar uygulamaya başlamasıyla beraber halkın durumu hızla kötüleşti, huzursuzluklar emperyalistler ve bölge gericiliği tarafından istismar edildi, sonrasında bir savaş geldi ve ağır bir yıkım yarattı. Dünyanın bütün güçleri üşüştü oraya.

Burada şu unutuluyor: Esad’ı devirmeye çalışanlar bir yana… Onu destekleyen ya da onunla dostla ilişki kuran hiçbir güç Suriye ekonomisinin ayağa kalkması ile ilgilenmedi. Askeri yardım, siyasi destek. Bunlarla kendi çıkarlarını korudular. Sessiz ve derinden Suriye devletiyle ilişki kuran Çin’i de bu kapsamda değerlendireceğim. Bir ülke ekonomik olarak çöküntü içindeyse yalnız halk yoksullaşmaz, devlet yapısı tepeden tırnağa çürür. Suriye’de “özgürleşme” diye pazarlanan dönüşüm aslında bu kadar kısa sürede gerçekleşmedi. Bir sürecin ürünüydü. Buna gerçekten özgürleşme diyebilir miyiz? Hayır tabii ki. Sürekli tekrarladığımız doğrular var. İsrail’le özgürlük olmaz, nokta. Emperyalizmle özgürlük olmaz, nokta. Cihatçılıkla özgürlük olmaz, nokta. Bu kadar basit. Suriye’ye özgürlük, demokrasi falan gelemez. Bu yalanı pompalayacaklar. Aldığımız bilgiler var ama o kadar zayıf ki bunun muhataplarının dünyaya erişim olanakları. İnfazlar var. İşkence var. Hristiyanlara dönük, diğer azınlıklara dönük saldırganlık var. Bunlar hiç duyulmayacak. CNN ve benzeri kurumların makyajıyla yeni bir imaj yaratıyorlar HTŞ’ye. Özgür bir Suriye yıkıldı, yerine karanlık geldi diyemem. Özgür bir Suriye yoktu. Üstelik fiilen parçalanmıştı. Ama şu anda çok daha karanlık bir Suriye ile karşı karşıyayız. Ve belki devamı gelecek. Sırada İran’ın olduğunu söylemek yanlış olmaz.

İran’da Mollalar rejimine dayanan, onu destekleme durumuna düşen bir mücadelenin geleceği yok. Ne yazık ki İran halkı da Mollalarla mücadeleyi sağlıklı bir çizgiye yerleştirecek bir birikim şimdiye kadar kendisini göstermedi. Emperyalistlerden medet uman çok kişi var. Batılı renkli devrim beklentisi diyebiliriz. Bu koşullarda Türkiye, Türkiye’deki mücadeleler çok belirleyici olacak. Suriye’nin geleceğinde de çok belirleyici olacak.

'Bölgede gerçek bir siyasi-ideolojik silkiniş için tek zemin Türkiye’de'

Türkiye bu açıdan umut veriyor mu? Buna şu anda evet diyemem. Lakin bunun kaynakları var Türkiye’de. Ayağa kaldırılması, harekete geçirmesi gereken kaynakları var. 

Türkiye’de kimse siyasi gelişmelerle ilgilenmemeye başladı. Beşiktaş Fenerbahçe maçı daha çok konuşuldu. Türkiye toplumu çok hızlı apolitikleşiyor. Bu çok tehlikeli. Bunun baş sorumlusu CHP’dir. İnsanları evlerine tıktılar. Toplum sabahtan akşama kadar televizyonda haber programlarını izliyor ve politikadan uzaklaşıyor. İlginç bir durum. Suriye’de olanların aslında Türkiye’nin içinde yaşandığı anlaşılmıyor. Tek ilgilenilen, göçmenler dönecek mi, dönmeyecek mi? Gerçekten çok üzücü. Çünkü bilmemiz gerekiyor ki, kısa erimde, bölgede gerçek bir siyasi-ideolojik silkiniş için tek zemin Türkiye’de.

Türkiye’yi de bölecekler falan, bu değil mesele. Türkiye’de insanlar ayağa kalkarsa, duyarlı olurlarsa Türkiye zaten bölünemez. Ya da Türkiye’nin başına gelebilecek tek felaket bölünmek değil ki. Başka şeyler de var. Türkiye bir bölgesel savaşa müdahale olur. Bu duyarsızlıkla olur. Kimse buna itiraz edemez. Yarın İran’la bir gerilim kapıda. Zaten İran’ı şeytanlaştıran bir ana akım, egemen zihniyet var. Alevi düşmanlığı da buraya yerleşiyor. Bütün bunlara baktığımız zaman şaşkınlıkla şunu görüyoruz, kaygı bile duymamaya başlandı. Kaygı iyi bir duygu değildir, o da kayboluyor. Kabuğuna çekiliyorlar ve ”ben duymazsam, bakmazsam, görmezsem sorun yok” diye düşünüyorlar. İşte o yüzden Beşiktaş Fenerbahçe maçı daha önemliydi onlar için. Ben bunun tehlikeli olduğunu düşünüyorum ama her durumda bölgemizde önümüzdeki dönemin temel mücadele alanı Türkiye olacaktır. İnsanlığın kaderinin belirleneceği ülkelerden biri Türkiye’dir. 

Suriye bu özelliğini uzun bir süredir aslında yitirmişti. Uzatmaları oynuyordu. Bir başka mücadele alanı Lübnan olacak. Şimdi herkes Suriye düşünce Lübnan kolay lokma diye düşünüyor. Ama Lübnan’ın iç dinamikleri küçümsenmemeli. Lübnan direnmeyi bilen bir toplum. Öyle Lübnan’ın her tarafına cihatçıları rahat rahat salamazsınız. Mesele sadece Hizbullah da değil, her şeye rağmen bir laik kültürleri var, birbirlerine dönük hoşgörüleri var, dayanışma kültürleri var, İsrail yanlılarına rağmen bir İsrail karşıtlığı var. Evet, Lübnan da önemli bir mücadele alanı olacak. Ancak etnikçi, kimlikçi, mezhepçi bir eksenden insanlık adına bir başarı elde edilemeyecek. Lübnan’da da Türkiye’de de…

'Suriye rejimini sermaye sınıfı çözdü'

Türkiye’de Suriye’deki tek meselenin Kürt devletinin kurulması olarak kodlanması bana göre bir salaklık ve ırkçılıktır. Evet, ortada bir İsrail-ABD projesi var. Bu ayrı bir şey. Ama buraya sıkıştırmak hem yanlış hem de riyakarlık. AKP bunu kullanıyor. Şimdi bakıyorum yorumculara, AKP’ye saldırıyorlar. ‘Görmüyor musunuz Kürt devleti kuruluyor’ diye. Yani kardeşler, siz bir ülkeyi darmadağın ettiniz. Bir tarafta bir barbarlık, bir tarafta da ABD projesi. Ve unutulan bir şey var, şu anda Suriye’de hani deniyor ya demokrasi, kendini yönetme egemenlik. Bu açıdan en hazır topluluk Kürt bölgesi. Diğer taraf kabile savaşçıları. Bunların ne zaman birbirine girecekleri, ülkenin anahtarını İsrail’e teslim edip etmeyecekleri falan belli değil. O yüzden Lübnan’da, Türkiye’de, başka yerlerde bu etnik kimlikler üzerinden, mezhepler üzerinden siyaset yapmanın sıfırlanması lazım. Ne birleştirecek? Sınıf meselesi birleştirir. 

Suriye’yi ne çökertti? Baas Partisi’nin arkasında duran Suriye sermayesi çökertti. Çünkü onlar para kaybediyorlardı. Satın alındılar, ilişki kuldular. Şimdi Suriye’yi paylaşacak o sermaye grupları. Birleşik Arap Emirlikleri, bölgenin bütün gerici güçleri, Türkiye’deki sermaye grupları, hepsi üşüşecek. Sermaye sınıfı çözdü Suriye rejimini. Esad döneminin bir sürü yöneticisi şimdi de iktidarda. Ve zalim birisiydi diyorlar Esad için. Paranın dünyasında parayla satın alınan ve alan insanlar bunlar.”

Türkiye Suriye paylaşımında kazanan tarafta mı, kaybeden tarafta mı? Kazandıysa ne kazandı?

----------

“Türkiye kazanan tarafta değil, Türkiye sermayesi ve Türkiye gericiliği kazanan tarafta. Zaten bir yayılmacı felsefe var, Yeni-Osmanlıcılık. Burada çok güzel bir denklem kurdular. Güvenlik konsepti, terörle mücadele konsepti. Aslında bunu ABD kurdu. ABD’nin Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini sağlayan enstrümanıydı Kürt unsuru. Bu açıdan her iki taraf da rolünü iyi oynadı.

Şu anda belki de Suriye’nin kendi kendini yönetmeye en hazır bölgesi, en gelişmiş bölgesi ve unutulan bir konu var; Cihatçı felsefenin domine etmediği tek bölge. Bunun batılı ülkelerin kamuoyunda karşılığı var. Bu duyarlılığın oluşmasındaki sistematik çabalar bir yana… Bunun Türkiye’de de yansımaları olacak göreceksiniz. Sonuçta Suriye’de bir tarafta kadın düşmanı, farklılıklara tahammül olmayan bir rejim, öbür tarafta kadınların öne çıktığı, hayatın bir parçası olduğu bir bölge. Bu fotoğraf, aynı zamanda İsrail ve ABD açısından çok büyük bir olanak. Bir tarafta kendisinin yarattığı ve tamamen kontrol ettiği bir cihatçı toplam var. Bu cihatçı toplama istediği gibi ayar verebiliyor. Sınırlarını gösteriyor. Öbür tarafta da yerleşik dayanağı olan ve petrol bölgesini domine eden bir topluluk var. O yüzden Türkiye’nin kazancına dair söylenecek şey şu: Türkiye eninde sonunda göreceğiz KDP bölgesiyle yaptığını yapmak zorunda kalacak. Bahçeli’nin el uzatması falan kaynağında bu vardı. Ha bu ne kadar kısa sürede olur? Çatışmasız olur mu? Mutlak gerilimsiz olur mu? Burada gerilimsiz bir dünya yok. Yani İsrail ile ABD arasında da gerilim olabilir. Kapitalist dünyada huzur, istikrar bu anlamda hiç olmaz. Ama eninde sonunda çatışmalı da olsa yeni bir statüko ortaya çıkıyor. Burada Türkiye gericiliği ve Türkiye kapitalizmi elbette kazançlı. Ama halkımız açısından bakıldığında biz kaybettik. Şimdilik.”

ABD ve İsrail’in desteklediği ve oraya yerleştirdiği, yönettiği bir PYD mevcut. Türkiye’nin sınır güvenliği, Suriye’nin birliği açısından, Türkiye halkının birliği üzerinden baktığımızda Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın doğusundaki PYD’nin oluşturduğu yapı nasıl etkiler? Siz bunu destekliyor musunuz? Buna yönelik nasıl tavırlar almalı Türkiye Devleti? HTŞ kötü de PYD iyi mi?

-----------

Emperyalizmin ve siyonizmin bir biçimde kontrol ettiği, desteklediği, arka çıktığı, ileri sürdüğü her proje, bölgenin ve bizim zararımızadır. Türkiye’deki mevcut düzen de bizim zararımızadır. Şu soru soruluyor, ‘e PYD ne yapsın? Mecburen bu tür ittifaklarla ancak ayakta duruyorlar. Çünkü kimse onların haklarını savunmuyor.’ Bir açıdan bu gerçek, doğru. Ama etnik temeller üzerinden bir kurtuluşun mümkün olmadığı bir çağda yaşıyoruz artık. Yani Kürtler de illa kendi egemen sınıflarının yönettiği, Barzani örneğinde olduğu gibi ABD’nin, İsrail’in müttefiki olarak başka ülkelerin geçtiği yola mı girmeliler?

Emperyalist dünyada, başka ülkelerden koparak o dünyada bir yer edinmenin toplumsal ve de ulusal anlamda bir kurtuluş olamayacağı çok açık. Ortaya çok grift ve sonu gelmeyen çatışmalardan başka bir şey çıkmıyor.

Suriye’de ve Irak’ta IŞİD ABD tarafından yaratıldı, bunu herkes biliyor ve sonra IŞİD’e karşı mücadelede PYD yine ABD desteğini aldı. Burada sentetik bir taraf olduğu çok açık. Hatta bunun bayağı ciddi halkla ilişkiler çalışmasını yaptı tekelci medya.

Ancak burada dikkatli konuşmak gerekir. Suriye’ye bakıldığında, mesele sadece PYD üzerinden ele alınırsa ve PYD merkezi sorular sorulmuşsa ben buna yanıt vermem bir siyasetçi olarak. Çünkü yeni bir gerçeklik var şu anda Suriye’de. Bir kere çatışmaların derhal durdurulması, engellenmesi gerek. çünkü bunun başka sonuçları olur. Bugünkü tabloda ÖSO, HTŞ ya da başka bir oluşumun belli bir coğrafyaya tahakküm edip orada insanları öldürmesi, tutuklaması ya da sürmesini ABD planlarını bozmakla pazarlamaya kalkmak olacak iş değil. Bunun savunulacak hiçbir yanı yok. HTŞ ABD projesi değil mi? HTŞ’yle Türkiye birlikte davranıyor mu? Davranıyor. O zaman da başkalarının da bunu söyleme hakkı var. Türkiye bir NATO üyesi. ABD ile, İsrail ile işbirliği yapıyor. İsrail ve ABD devlet kuruyor diyemez Türkiye’de bugünkü düzenin sahipleri. Hiçbir hakları yok. Biz deriz. Çıkın NATO’dan önce. ABD ile iş birliği yapmayın. Üsleri kapatın. İsrail ile birlikte Suriye’nin altını üstüne getirmeyin. O zaman bakarız. Ama şu anda ne söylüyorlar bize?Yani böyle bir laf olabilir mi; ‘ABD ve İsrail bölgede devlet kuruyor.’

Peki sen sırtını nereye dayadın da Suriye’yi ortadan kaldırdın? Sonuçta Artık Suriye’de kısa erimde bir çözüm yok. Çünkü bizim kafamızdaki çözüm bir ülkenin içindeki bütün toplulukların birlikte hareket edebileceği bir zeminin yaratılmasıydı. Bu şimdilik çok uzak bir olasılık. Biraz zaman geçmesi gerekiyor. Biraz orada kapitalist-sömürü ilişkilerinin, bu yeni hengamenin sonuçlarının ortaya çıkması gerekiyor. Şimdi mesela Irak’ta bir sınıf mücadelesi zemini yavaş yavaş oluşuyor. Ve homurdanmalar var. Kürt bölgesinde de var, Şii bölgesinde de var, her tarafta var. Çok büyük bir yoksulluk var çünkü. Ama şu anda Suriye’de bunları konuşmak için çok erken. Savaşın yayılmaması, yani çatışmaların sürmemesi lazım. Kürt oluşumuna karşı HTŞ, ÖSO, El Kaide! Bunun savunulacak tarafı yok. Ve ne malum şöyle olmayacağı? Dediğim nedenlerle oraya dönük bir saldırıdan sonra Türkiye’de Kürt nüfusun Türkiye’den tamamen psikolojik olarak kopuşunun ortaya çıkmayacağı? Ve bunun o Batı kamuoyundaki tepkiyle beraber Türkiye’yi bir felakete götürmeyeceği ne malum?

HTŞ gibi radikal İslamcı bir örgüt İsrail’le paslaşarak ilerliyor. Yani öbür tarafın da zaten İsrail’le bir problemi yok. Hatta bazıları diyor ki, “bizim yaşamamız için İsrail’le ittifak yapmamız lazım”. Ama hükümet ya da bu zihniyet de aslında bütün Kürt insanını ABD ve İsrail’e doğru ittiriyor. Yani burada ortak bir sorumluluk var. “Ben seni eşit olarak görmüyorum.” Çünkü mesela Türkiye’de böyle bir sorun yok deniyor ya, açın sosyal medyayı AKP’li hesapları ya da milliyetçileri… Kürtler için söylenen, yazılanlar. Dehşet verici. Kürtlerde de var aynı yaklaşım. Ama unutulan bir şey var. Eninde sonunda ortada bir Türk devleti var. Diğerleri “Ben burada misafir gibi hissediyorum kendimi ya da eşit hissetmiyorum” diyorsa bunun bir gerçekliği var, bunu ciddiye alacaksın. Yani bu havadan uydurulmuş bir şey değil. Şimdi burada bu hoyratlık, bu zalimlik aslında neye yol açıyor? Artık hiç takmadan ellerinde İsrail bayraklarıyla, yürüyenler var. Ama eninde sonunda aslında aynı yere hizmet ediliyor. Şimdi İsrail devleti nasıl mutludur. Barbarlığın zirvesine çıktığı bir sırada başka bir halka hamilik yapma iddiası!  

Yalçın Küçük’ün zamanda yazıp çizdikleri hayata geçiyor. Bunun sorumlusu Türkiye’deki iktidarlardır. Buraya getirdiler işi.”

Bir tweetinizde “hesaplar tutmaz, umulmadık dirençler ortaya çıkar, paylaşım kavgasına yeni boğazlaşmalar başlar’ diyorsunuz. Esad Moskova’ya gitti ama Suriyeli komutanlar henüz teslim olmadılar. Suriye’de Saddam’ın komutanlarının IŞİD’i kurması gibi, Esad’ın komutanlarının da bir oluşum oluşturması, bir güç kurması ya da burada Esad merkezli bir direniş örgütlenmesi söz konusu olur mu Suriye’de?

-----------

“Şu anda Suriye etnik ve mezhep kimlikler üzerinden konumlanan bir ülke. Esad’ın ordusu denilen orduda ağırlıklı Sünni komutanlar vardı. Ülkede oran olarak %10 ile %15’lik bir Arap Alevisi toplam var. Burası buhar olmaz. Eninde sonunda Aleviler de kendilerini korumak ya da kendi varlıklarını göstermek için hamle yapacaklar. Şu anda siyaset sahnesinde yok gibi gözüküyorlar. Ya da etkili gözükmüyorlar. Ama eninde sonunda çıkacak. Ha bu bir direnişe dönüşür mü? Dağlara çıkan birlikler var ama ben kısa erimde etkili bir hareketin yaratılmasının mümkün olduğunu düşünmüyorum. Ortada büyük bir yıkım var. Moral bozukluğu var. Bir de Irak’takinden farklı bir durum söz konusu. Irak’ta açık bir işgal vardı. Ve direnişin en büyük avantajı işgalci bir güce karşı savaşmasıydı. Suriye’de de işgal var ama sahadaki bütün kuvvetler iç içe geçmiş durumda. Düşman tanımlanamıyor, ayrıştırılamıyor.

Irak direnişinin önemli bir parçası geçmişte Türkiye’ye gelmişti. Biz de görüşmüştük. Orada şu anlaşıldı ki, aslında son derece laik kökleri olan, hatta ilerici kökleri olan bazı unsurlar, Irak’taki bir direniş şansının İslamcı bir çizgide olacağını görerek İslamcı bir çizgiye kaymışlar. Ve bu süreçte AKP ciddi bir rol oynadı.

AKP’yi hafife almamak gerekiyor. AKP bir yandan ABD’yle iş birliği yaparken bir yandan da ABD’ye karşı direnen topluluklarla bağ kuruyordu. Dolayısıyla bölgedeki bu cihatçı unsurların çeşitli biçimlerde geniş kesimler zaten çok karmaşık ilişkilerin içerisinden çıkıyorlar. Suriye’de ABD ve İsrail’in hesaplarını bozacak ölçüde etkili bir direniş, tabi Lübnan’daki gelişmelere de bağlı. Ama Suriye’nin iç dinamikleri şu anda böyle bir direniş için olgun değil. Yakından takip ediyoruz, temas ettiklerimiz var, bir bozgun havası sürüyor. Ve cihatçılar diri unsurları yakalayıp öldürüyorlar. Bugünkü bu sistemin parçası olamayacak unsurlar elimine ediliyor. İsrail zaten Suriye ordusunun bütün alt yapısını çökertti. Eski püskü silahları da yok ediyorlar.”

HTŞ lideri Cevani, CNN International’da yaptığı açıklamada bir koalisyondan bahsetti. Türkiye’de Sol olarak lanse edilen bazı isimler bunu destekledi. Cihatçılardan demokrasi beklenir mi? İsrail sınırında ikinci bir Afganistan modeli bir devlet kabul eder mi? Bunu bahane edip Şam’a doğru yürür mü?

-------------

“Şu anda İsrail’in ilerlemesi sürüyor. İsrail’in fanatik devlet yetkililerinin “Şam yerle bir edilmeli” dediğini biliyoruz. Bunu bilemem. İsrail’den bir akıl, bir sağduyu beklemek imkansız. Demokrasi sözcüğü benim 30-40 yıldır en nefret ettiğim sözcük. 

Emperyalistlerin ağzında ya da Türkiye’deki liberallerin ağzındaki demokrasi, zaten çok çirkin bir sözcük haline geldi. O yüzden çok provoke edici bir yanıt vereceğim. Cihatçılar elbette bir demokrasi kurar. Karanlık bir demokrasi kurar.

HTŞ de sonuçta bir koalisyon. Her şeyi alması da imkansız. Böyle bir güçleri yok. Dolayısıyla bir güç paylaşımı olur. Burada mezhepler var, aşiretler var. Bir de dış güçler var. Aslında toprağı olmayan, yerleşik olmayan, lejyoner topluluk var. Özbekistan’dan, Çeçenistan’dan gelmiş, Uygur’dan gelmiş. Bütün bunları uzlaşıyla temsil eden bir şey olmaz. Herkesin gücü oranında pay kattığı bir Libya çıkacak. Libya’da da büyük demokrasiler, bilmem neler deniyordu. Birkaç ay sonra patladı. Esad bütün bu karmaşıyı biraz baskıyla, biraz Baas’ın geçmişten gelen örgütsel ağıyla yönetiyordu. Şimdi bu bitti.

Çok ilginç bir şekilde Suriye Demokratik Güçleri ya da Rojava bölgesinin adı daha geçmiyor hükümet pazarlıklarında. Şimdi bunu Türkiye’nin etkisine bağlayan bir takım tuhaf yorumlar gördüm. Hayır orası bu karmaşaya dahil edilemeyecek bir düzene zaten şu anda sahip.

Sözde diye bir önek koyarak bunu değiştiremezsin. Hayatımda gördüğüm en saçma laf bu ‘sözde’. Sözde terör örgütü. Şimdi orada bir düzen var ve o düzen zaten kendini bu karmaşanın içine koymaz. ‘Ben ayrıyım.’ Onlar da diyorlar ki ‘biz Suriye’nin bütünlüğünü korunsun istiyoruz ama özerk olalım.’ Bazı yorumcular var Kürt diasporasından. ‘Ne münasebet? Şam’ı da istiyoruz.’ diyorlar.

Mesela Dürziler. Aslında laik ya da cihatçı felsefesine sığmayacak bir kesim de onlardır. Bizim bazı soytarı liberallerin dediği ‘işte gördünüz mü başı açık insanlar da seviniyor’. Onlar Dürzi bölgesi. Onlarda zaten çok öteden beri çok ciddi bir İsrail yanlılığı var. Ayrı bir topluluk. Onlar da şimdi kendi bölgelerini, denetimini alma peşindeler. Yani buradan herkesin birbirine anlayış, hoşgörü gösterdiği bir şey çıkmaz.

Demokrasi ister burjuva anlamıyla olsun, ister sosyalist anlamıyla olsun, bunun sosyo ekonomik bir karşılığı olması lazım. Aşiret yapısından ve mezhep bölünmesinden bir demokrasi çıkmaz. Bunu hayal edenler salaktır. O yüzden iş çok zor. Mesele sadece bunların İslamcı fanatizminin değişmemesi değil. Etnik ve mezhep anlamıyla daha homojen bir ülke olsaydı Suriye, bu HTŞ, kapitalizme ayak uyduran, pekala dünya sisteminin parçası haline gelen, İsrail’le de iş çeviren, bilmem ne falan böyle bütünlüklü bir ülke olabilirdi.

Burada böyle bir şey de yok.‘Merkezi, kurumsallaşmış, herkesi kapsamış ve Suriye’nin sorunlarını çözmüş bir demokrasi geliyor’ söylemi büyük bir palavradır.”

'Türkiye’de devrimci bir iktidar olsaydı bu son 10-15 güne gelinmezdi'

Bugün Türkiye’de sol bir hükümet olsaydı, Suriye konusunda nasıl bir tavır alırdı? En azından şu son 10-15 günde.

-----------

“Başka ülkelerin iç işlerine karışmak iyi değil ve çok riskli. Türkiye’de devrimci bir iktidar olsaydı bu son 10- 15 güne gelinmezdi. Türkiye’de devrimci bir iktidar olsaydı İdlib’de bu cihatçı yığınak yapılamazdı.

Şimdi herkes topu birbirine atıyor. İdlib’de İsrail iyi çalışmış deniyor. Hayır kardeşler, beraber çalışmışız. İdlib’e İsrail’in erişimi yok. İdlib Türkiye’nin kontrolünde. Rusya, İran, Türkiye aralarında anlaşmışlar ve İdlib’in terörden arındırılması ödevini yerine getirmemiş bir Türkiye var. Biz yerine getirirdik eğer oradan başlayacaksak. İki günde yerine getirirdik. Ciddi, düzenli bir devrimci iktidar orayı temizlerdi. Musluğu kapatırdı. Suriye’de dediğim gibi bu yığınağı engelleyip aynı zamanda karşılıklı çıkarlara dayalı, hatta bir dayanışma duygusuyla Suriye ekonomisinin ayağa kaldırılmasına yardımcı olurdu. Türkiye ile Suriye komşu ve karşılıklı çıkarlar doğrultusunda bir ekonomik ilişki geliştirmenin zemini var. Bunu yapardık. Suriye’nin bu kabustan çıkmasına yardımcı olurduk.

Mesela diyelim ki Türkiye’de 2019’de bir devrimci iktidar oldu. Bu kadar kısa sürede dahi bu sorunu çözerdik biz. Biz birleştiririz ve çok kolay birleştiririz. Eğer içerideki etnik ve mezhep farklılıklarından kaynaklı kaygıları ortadan, eşit bir ortamı sağlarsan, istediği kadar emperyalist müdahale olsun, insanlar yurtlarında barış içerisinde yaşamak isterler. Bu, her şeye rağmen kolay sağlanır. Kuşkusuz gün geçtikçe ırkçı söylemler insanları birbirinden uzaklaştırıyor ve yarayı kanatıyor.

Belki de yüzyıllar sürecek hafızaya işlenmeye başlıyor düşmanlıklar. Mesela Türkiye’de Rus düşmanlarının birçok kesimde hâlâ sürmesi yalnızca komünizmle ilgili değil. Osmanlı döneminden kaynaklı bir şey. Ya da Yunan düşmanlığı, Rum düşmanlığı meselesi. Bir yandan da aynı köyde uzun yıllar yaşamışsınız. Yunanistan’a giden yalnızca laik Türkler değil, AKP’liler de artık Yunanistan’a turizme gidiyorlar, hiçbir rahatsızlık duymuyorlar ama Türkiye’ye döndüklerinde şoven söylemin hemen alıcısı oluyorlar. Bütün bunlara rağmen tekrar edeyim, Türkiye’de bir devrimci iktidarın bölünme kaygısı olmaz.”

'Devlet aklı değil, NATO'

İktidara yakın bazı kesimler tarafından, “Devlet Bahçeli, Suriye’de yaşanacakları öngördü ve buna yönelik bir hamle amaçlı böyle bir tavır aldı. Devlet haklı burada devreye girdi” diyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

-----------

“Devlet aklı devreye girmedi. Geldiler NATO’dan, İngiliz istihbaratından, Türkiye’nin önüne koydular projeyi. İster buna şantaj deyin. Ne derseniz deyin. Türkiye de zaten bunu bekliyordu. Bu çok uzun süreli bir hazırlık. Burada hep ABD diyoruz biz. İngiltere her zamanki gibi sessiz ve derinden çok etkili oldu. Onlar başka bir bağlamda söylüyorlar. Ama Bahçeli’nin ‘Türkiye tehlikede’ söyleminin, Erdoğan’ın ‘sıra Türkiye’de’ söyleminde bir gerçeklik olduğunu düşünüyorum. 

Türkiye’de emperyalizmin aklını ve müdahale yeteneğini en iyi onunla iş birliği yapanlar bilir. Mesela Demirel’in birden fazla kez ABD’den çok yakındığı görülmüştür ama Amerikancının alasıdır. Yine aynı şey oluyor. Türkiye’deki mevcut iktidar, NATO’cu, Amerikancı. Tabii pazarlık yapıyorlar, gerilimler oluyor, bu her zaman olur. Ama bir yandan da çok iyi biliyorlar ABD ve diğerlerini. Dışarıda kalma paniği, ‘eyvah biz eğer devre dışı kalırsak bu iş gene de yapılacak’ kaygısıyla içerideki cepheyi güçlendirme girişimi. ‘Eninde sonunda biz bu Suriye’deki bir bölgesel özellik ya da bir şeyle Irak’ta olduğu gibi karşı karşıya kalacağız. Bununla başarılı olmayacak bir hesaplaşmaya girmek yerine bir temas düzeyi nasıl yapabiliriz’ diyerek bir proje geliştirmeye çalışıyorlar.

Boksta yumruktan sakınmak için rakibine yanaşırsın sarılırsın. Bizim egemenlerimiz ne zaman tehdit derlerse giderler sarılırlar. Ama bir boks karşılaşması olmadığı için başka türlü sonuçları oluyor. Tabii ki herkes biliyor. Bu dünyada, onun ittifak sistemindeyseniz, ABD kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Dostluğu bu kadar düşmanlık üreten bir başka ülke yoktur dünyada.

Mesela hep şunu duyduk biz, ‘ya Türkiye’yi niye karşısına alsın ki? Türkiye ABD’nin müttefiki.’ Öyle değil. Emperyalistler öyle bakmaz. Saddam da müttefikleriydi. Emperyalistlerin kendisine bağlayamadan devirdiği Kaddafi’dir. Mübarek ABD’nin adamı değil miydi? Eli kanlı faşist Pinochet’i yıllarca tuttular, desteklediler sonra adamın huzur içinde ölmesine izin vermediler.

Zaten Amerikancı niye Erdoğan’la uğraşsınlar falan da deniyor. Öyle değil. 2016 gerçek bir darbe girişimiydi.”

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, geçen haftalarda sizinle ilgili olumlu cümleler kullandı. Son olarak da Perinçek hakkında ÖSO’ya terör örgütü dediği için, Esad’ı savunduğu için soruşturma başlatıldı. Bu gelişmeleri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

-----------

TKP’ye ilişkin her gün çok sayıda değerlendirme yapılıyor. Olumlu, olumsuz. Bu değerlendirmeler ışığında hasım ya da dost belirlemiyoruz. Kırmızı çizgileri olan, ilkeleriyle hareket eden bir partiyiz. Gündelik konumlanışlarımızda da bu ilkeleri veri alıyoruz. Kendi çizgimizde örgütlenerek ve etkimizi artırarak devam ediyoruz. Perinçek’e dönük soruşturma tıpkı Kılıçdaroğlu’na açılan saçma sapan davalar, kayyum politikaları, bazı gazetecilere dönük yargı süreçleri gibi. Bunlar ne kadar absürtse aynı absürtlükte. 

Perinçek ‘Türkiye’nin güvenlik politikalarını eleştirmek suç değildir.’ demiş. Elbette böyle. Türkiye’de şöyle bir algıyı yarattılar; Dış politika eleştirilemez. Ama bunun da sorumlusu Cumhuriyet Halk Partisi’dir. 

Mehmet Şimşek’in politikalarıyla dış politika arasında bir uyum var. İçişleri Bakanlığı’yla Dışişleri Bakanlığı arasında bir uyum var. Bunun ötesinde kutsal bir dış politika yok ki. O zaman şunu sormak gerekiyor: Acaba Türkiye’de İsrail’i eleştirmek de suç mu? Bir katalog yayınlasınlar. Şunlar suçtur diye. Bir ara “hükümet istifa” demek, darbecilik diye suçlanıyordu. 

O kataloğu yayınlarlarsa, biz mücadelemizi bırakmayız, biliriz. Biz yıllarca yasaklanmış bir ideolojinin temsilcileriyiz. Ne yapacağız? Susacak mıyız? Çok beklerler.”

HTŞ terör örgütü müdür sizce? HTŞ’yi nasıl tanımlarsınız?

-----------

“Bu terör örgütü kodlaması artık rahatsız edici olmaya başladı. ÖSO ya da HTŞ terör örgütüdür diye mi eleştirilmeli? Cihatçı, İslamcı, bunların ideolojisi var. Bu terör örgütü adlandırması bir yanlışa doğru adım adım götürüyor. Mesela Hamas terör örgütü mü değil mi tartışması. Yanlış. Hamas’ın ideolojisi var, hedefleri var. Siyasi yapıları terör kavramı ile ele almak, buraya sıkıştırmak saçma. HTŞ terör örgütü olsa ne olur olmasa ne olur. İnsanlık düşmanı bir yapı. Ne yaptığı önemli. Programı önemli, felsefesi önemli. 

Ha bir de “sözde” bilmem ne örgütü diye bir kalıp. Ve bunu demek zorunda kalan bir sürü gazeteci. Mesela biz sözde NATO diyor muyuz? 

Amaçları aşağılamak, önemsizleştirmek. E ama o zaman neden her söze terör tehdidi ile başlıyorlar! Saçma sapan bir dil bu. Mesela Ukrayna’da olan özel operasyonmuş. Özel operasyon mu olur üç yıldır? On binlerce Rus askeri ölmüş, sanki uyuşturucu çetesine operasyon çekiyorlar. Yahu savaş işte. Ama Rusya’da savaş diyemiyorsun. 

Bir siyasi hareketten söz ederken, o siyasi hareketin başına terör örgütü demezsen, sözde demezsen, suçluymuş gibi oluyor. Şimdi bunları kim yarattı? Yalnızca hükümet yaratmadı. Hep beraber bu dile alıştık. Böyle saçmalık mı olur? 

Ortada siyasetler var. Emperyalizmin hizmetinde siyasetler var. Cihatçı siyasetler var, devrimci siyasetler var, direnişçiler var, var da var. Bunlardan bazıları terörü yöntem olarak kullanıyorlar, falan. Ama bir siyasi örgüt, teröre indirgenemez. Böyle bir şey olabilir mi? O zaman şu hatayı yaparsın:, Bir örgüt ÖSO bir süreliğine silah bıraktığında ya da terör yöntemlerini uygulamadığında sorun çözülmüş mü olur? Siyasi amacı ne? Belirleyici olan budur.

Ya da HTŞ. Varsayalım ki HTŞ bir anda İsrail ve Amerika’nın yardımıyla imajını düzeltti. Terör listesinden çıktı. Ne yapacağız? Bağrımıza mı basacağız İsrailci bir örgütü. Böyle bir şey olabilir mi? Mesela biz ÖSO’cu çeteler dedik geçmişte. Demeye de devam ediyoruz. Ama terör örgütü demedik. Çünkü açıklamıyor. Arka planını boşaltıyor. Ondan sonra da eline her silah alanı örgüte terör örgütü mü diyeceğiz? Hamas bir terör örgütü mü? Hizbullah bir terör örgütü mü? 

Dünyanın birçok yerinde emperyalizme karşı, haksızlıklara karşı eline silah almaktan başka çare bulmayan hareketler var. O yüzden bu kodları, bu dili sevmiyoruz. Nasıl demokrasi sözcüğünün cılkı çıktı bu terör yaftası da aynı. Millet bir ara birbirinin boğazına sarılacaktı. ‘Falanca hareket terörist mi değil mi? İtiraf et. Söyle. Nasıl görüyorsun?’ Tam bir saçmalık.”

Peki TKP yarın öbür gün eline silah alır mı?

-----------

“Türkiye’de bir işgal girişimi, açık bir dış müdahale olduğunda bu hiç tartışılmaz bile. İkincisi, bütün siyaset yapma olanaklarının kapatıldığı, bütün özgürlük alanlarının ve hak arama zeminlerinin tamamen ortadan kaldırıldığı bir tabloda direnmek meşrudur. Ama mesela bu soru da, demin dillendirdiğim nedenlerle gereksiz bir soru.

Mesela bir örnek vereyim. Irkçı beyaz azınlık yönetiminde bir din adamı olan ama aynı zamanda komünist olduğu hatta Merkez Komite üyesi olduğu daha sonra ortaya çıkan Mandela’nın yönettiği ekipler, büyük sabotajlar yaptılar. Barajları, köprüleri havaya uçurma uçurma “terör” diye kodlanabilir pekala. Ama ırkçı beyaz azınlık o denli barbar bir yönetimdi ki kimse daha sonra bir şey diyemedi. Daha sonra Mandela saygın bir lider olarak ortaya çıktı, barış ödülleri aldı.

Mesela Türkiye 2016’da bir darbe girişimi yaşadı. Bu darbe girişiminde Türkiye’nin devrimcileri keşke bu darbe girişiminin karşısında aktif rol üstlenseydi. Olmadı. Çok açık Amerikanca ve kanlı bir girişim. Buna direnmek herkesin hakkıdır. Sonrasında başka şeyler oldu falan. Ayrı mesele. O gün sokağa çıkan insanlar hangi saiklerle çıkarlarsa çıksınlar. doğru bir tavır gösterdiler. Bu kadar net söylüyorum. Buna direnen kim varsa doğru bir tavır gösterdi.”

Rusya’daki komünistlerle hiç konuştunuz mu? Esad’ın Moskova’ya sığınmasını nasıl değerlendiriyorlar?

-----------

“Esad’ın Moskova’ya sığınmasına dair pek bir detay dışarı sızmıyor. Ama şunu söyleyeyim. Rusya’da zaten şu anda Putin yanlısı geniş siyasi yelpazede ciddi bir tartışma yürüyor. Yaygın Esad eleştirisi gözleniyor. “Biz Esad’ı satmadık, Esad direnemedi, bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu” diyorlar. Herkesin bir öyküsü var. İran da aynı şeyi söylemeye başladı. Çünkü büyük itibar kaybettiler. Müttefikini koruyamayan bir uluslararası güç, “ben o kadar da güçlü değilim” demiş olur. O yüzden de Rusya şimdi yeni bir öykü yazıyor. Ama “Rusya Esad’ı sattı” böyle bir değerlendirme de yapmam.

Çünkü hep beraber bir zayıflık içerisine düştüler. Yaşananlar bunun kanıtıdır. Esad’a bu kadar destek veren ülkelerin, onun hızla zayıfladığını görmesi ve bunu telafi etmesi beklenir.”

'Devrimciler uyanıklık göstermeli'

Gürcistan’da son dönem yaşanan krizde yabancı kuruluşların fonlarının yasaklanması, daha doğrusu dış fonların yasaklanması önemli sebeplerden biriydi. Bu konu Türkiye’de de casusluk yasası üzerinden zaman zaman konuşuldu. Rusya, National Endowment for Democracy, European Endowment for Democracy gibi dış fon kuruluşlarının ülkede faaliyet göstermesini yasakladı. Gürcistan da bu yola gidiyor. TKP bu konuya nasıl bakıyor, nasıl değerlendiriyor?

-----------

“Dünyada tarafları nasıl adlandırırsak adlandırılalım, bir hegemonya mücadelesi sürüyor. Herkes aynı şeyi yapıyor. Özgürlükçü geçinen Batı, Rus medyasını yasaklıyor. Cadı avına çıkmış durumdalar. İddia ediyorlar ki, Çin ya da Rusya tarafından finanse edilen gazeteciler var. Kendileri ise özgürlük adına para saçıyor, fonluyor, satın alıyorlar!

Bu koşullarda eskiden beri savunduğumuz şey çok yaşamsal hale geldi. Devrimciler yabancı güçlerin himayesine girmemek konusunda özel bir uyanıklık göstermeli. Bu uyanıklığın ilk koşulu ideolojik bağımsızlık. Sen hiç para almasan dahi bir Avrupa Birliği borazanı oluyorsan zaten kapılmışsındır. Avrupa Birliği senin önünü açar, para vermesi gerekmiyor.

Dolayısıyla bu mesele çok karışık bir mesele. Siyasi bağımsızlık, örgütsel bağımsızlık, maddi bağımsızlık. Bu konularda artık iş eskisi gibi değil. İlişkilenme mekanizmalarının çok profesyonelleştiğini bilerek uyanık olmak gerekiyor. Bulaşıklıkları hemen engellemeli. Devrimci iddia taşınıyorsa, bir örgüt varsa ortada, hassas olunacak. Steril kalınacak. İdeolojik olarak da, “benim kimseyle işim yok. Beni hiçbir kuvvet yönetemez” diyecek. Bunu diyecek ve bunu gösterecek, kanıtlayacak.

Geçmişte Kazakistan’da oldu. İran’da aynı şey: “Bunlar ajan”. Hakkını arayan ajan. Buradan kurtulmanın yolu kendi mücadeleni verirken, aynı zamanda seni manipüle etmek isteyenlerle de mücadele edeceksin. Bağımsızlığını koruyacaksın, uzak duracaksın. Sürekli bir manipüle etme girişimleri var. Ve bunu yalnızca ABD yapmıyor, yalnızca Almanya yapmıyor. Onun rakibi olan ülkeler de aynı şekilde çalışıyor.

TKP’nin bu konuda bir kırmızı çizgisi mevcut. Hiçbir devletle ilişkiye geçmeyiz biz.

'Kahvemizi de biz öderiz'

İlginç bir şey söyleyeceğim. Zaman zaman Avrupa Birliği’ne üye ülkelerinin komünist partileri Avrupa Parlamentosu bünyesinde toplantı yapar. Yıllardır gideriz. Avrupa Parlamentosu’nun bunun için kendisine üye milletvekiline ayırdığı bütçeler var. Biz bir kuruş almayız. Mesela biletimizi kendimiz alırız. Kahve mi içeceğiz? Parasını biz öderiz. ”Evsahibi parti olarak siz ağırlarsanız tamam ama Avrupa Parlamentosu’na götürüp de bizim harcamalarımızı ABD’den almayın, biz hallederiz.” Yıllardır bunu yapıyoruz. Bu bizim özelimiz. 

TKP’nin bu konuda bir kararı var. Hiçbir devletle ya da o devlete bağlı, o devletin çıkarları dolusunda çalışan kuruluşla ideolojik, siyasi, parasal bir ilişkiye girmeyiz. Bir biçimde bir bulaşıklık gördüğümüzde keser atarız.

Ancak öyle yerleşti ve meşrulaştı ki bu o ilişkiler çok zor ayırt etmek. Burada sınırı nereden çizmek gerekir? Bir sürü üyeniz var. işçi olarak, mühendis olarak bazı kuruluşlarda çalışıyorlar, bazı fabrikalarda. Suyunu çıkarmamak gerekiyor. Sonuçta insanlar emeklerini satarak geçiniyorlar. Ama halkın aldatılması, Türkiye toplumunun yönlendirilmesi, yönetilmesi, beyninin yıkanması, psikolojik savaş gibi şeylerde olan şirketlerde falan da çalışılmasının önüne geçmeye çalışıyoruz. Arkadaşlarımıza söylüyoruz. Bu konuda çok kararlıyız. Ve nasıl mekanizmaların kurulduğunu iyi biliyoruz.”

'Dış fonlar yasak olacak'

TKP iktidara geldiği zaman bunun da önüne geçecek mi?

-----------

“Yasak olacak. Emperyalist kurumlarla bütün işler kesilecek. Bu tür şeylerin azıcığı olmaz. Bizim bir ilkemiz var partide. Yoldaşlarımızın hata yapmasını engellemek. İnsanoğlu hata yapar. Hata yapmanın koşullarını ortadan kaldırırsın. Bu denetim olarak, özendirerek, sınırları çizerek olur. Öbür türlü insanları küçük hatalar yapmaya, onların daha sonra büyük hatalarla dönüşmesine neden olan bir dünya var. Tabii ki suç kişiseldir, bu hataları yapanlar eğer o hatalar bir suça dönüşüyorsa, evet suçludur o kişiler. Ama bir de insanı suçtan korumak gibi bir görevimiz var. O denetimle mümkün. Bir ideolojik mücadeleyle mümkün. İyiyi öne çıkartmakla mümkün. Her şeye rağmen yine de çıkacak mı birileri? Çıkacak. Ayıklayacaksın onları. Kendinle mücadele edeceksin.”

(soL)

Cumhuriyet "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -21 Aralık 2024-

 Mustafa Necati -Özdemir İnce-

İhanete uğrayan “Cumhuriyet Okulu”nun kurucusu Mustafa Necati 20 Aralık günü ne doğdu ne de öldü. 20 Aralık 1925 onun Milli Eğitim Bakanlığı’na atandığı gündür. Bu görevi bu dünyadan ayrıldığı 1 Ocak 1929 gününe kadar sürdürdü. Hayatını, Vikipedi, özgür ansiklopediden aktarıyorum:

Atatürk’ün yakın düşünce ve mesai arkadaşlarından, Kuvayı Milliye hareketinde yer almış, TBMM’nin ilk üç döneminde milletvekilliği, mübadele esnasında bayındırlık ve iskân bakanlığı, 1924 Anayasası’nın yürürlüğe konduğu sırada adalet bakanlığı, Tevhidi Tedrisat sürecinde ve Harf Devrimi esnasında Türkiye Cumhuriyeti milli eğitim bakanlığı yapmış siyasetçidir. Özellikle milli eğitim bakanlığı döneminde (20 Aralık 1925-1 Ocak 1929) yaptığı hizmetleri ile hatırlanır. Necatibey Eğitim Fakültesi’ne adı verilmiştir. Altay Spor Kulübü’nün kurucularındandır.

İlk ve ortaöğrenimini İzmir’de tamamladı. İzmir İdadisi’ni bitirdikten sonra yükseköğrenim için İstanbul’a gitti. İstanbul Hukuk Mektebi’nden 1914 yılında mezun oldu ve İzmir’e döndü.

Mustafa Necati Bey, I. Dünya Savaşı yıllarında İzmir’de avukatlık, eğitimcilik, gazetecilik yaptı. 1915 yılında arkadaşı Hüseyin Vasıf Bey ile Özel Şark İdadisi adlı bir okul kurdu; bu okulda müdürlük ve edebiyat öğretmenliği yaptı.

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI

Mustafa Necati Bey, 4. ve 5. hükümette maarif vekili (milli eğitim bakanı) olarak görev yaptı. Bakanlığı sırasında gerçekleştirdikleri işlerin bazıları şunlardır:

Maarif teşkilatına dair kanunu çıkardı, eğitim işlerini valilerin kontrolünden çıkararak bakanlığın kontrolüne aldı. Kanunda yer alan “Maarif hizmetinde asıl olan öğretmenliktir” hükmü ile öğretmenlik mesleğini itibarlı hale getirdi; öğretmenlerin özlük haklarına ilişkin düzenlemeler yaptı.

10 bölge merkezinde birer öğretmen okulu inşaatı başlattı. Bunlardan ilki, bugünkü Gazi Eğitim Fakültesi binasında hizmete giren Gazi Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü, ikincisi İzmir Erkek Öğretmen Okulu, üçüncüsü bugün Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi olarak binasında hizmet veren Balıkesir Necatibey Muallim Mektebi’dir.

Uzman öğretmen yetiştirmek üzere Avrupa’ya öğrenci gönderilmesini sağladı.

Yeni bir ilkokul programı hazırlandı ve “toplu öğretim” Avrupa ile aynı anda Türkiye’de uygulanmaya başlandı.

Ortaöğretim parasızlaştırıldı, okul kitapları bakanlıkça bastırıldı.

Yabancı okullar denetim altına alındı.

Köylere öğretmen yetiştirmek için köy öğretmen okulları modeli planlandı. Denizli ve Kayseri’de köy muallim mektebi açıldı.

Harf Devrimi gerçekleştirildi. Yeni harfleri öğretmek için millet mektepleri kuruldu, okuma yazma seferberliği başlatıldı. (Vikipedi)

Resmi kayıtlarda Mustafa Necati Bey’in millet mekteplerinin açıldığı 1 Ocak 1929 tarihinde apandisit patlaması sonucu Ankara Numune Hastanesi’nde öldüğü belirtilmiştir. Ölümü üzerine arkadaşı Cumhurbaşkanı Atatürk’ün çok etkilenip ağladığı, ilk olarak Falih Rıfkı Atay’ın 1968’de yayımladığı Çankaya kitabında anlatılır. (Pozitif Yayınları, s.513.)

“Zavallı Necati millet mekteplerini açacağı sırada genç yaşında öldü. Hastalığından bir akşam önce Çankaya’da beraberdik. Atatürk ve arkadaşları neşe içinde idik. Çankaya durgun havaya gelmezdi. Rüzgâr sesi duyulmalı, kuşlar uçuşmalı ve kaçışmalı idiler. Sonsuz enginlere doğru bembeyaz ümit ve hayal yelkenlerini açan Türkiye’nin yürüdüğünü böyle hissederdik. Miskinler tekkesinde neler konuşulduğunu düşünmezdik. Türk kafasını ve vicdanını ortaçağ karanlığından yeni zamanlar aydınlığına ulaştırmak için çırpınan bir kahramanın yoldaşları idik.

O kadar sevinen Necati, Latin harfi ile imza atmayı henüz meşk ediyordu. Maarif vekili millet mekteplerinin ilk talebesi olacaktı. Heyecan içinde kalktı. Pek sevdiği zeybeğini oynadı. Körbarsak ameliyatı olması için hekimlerin nasihatlerini dinlemeyen zavallı genç, bu sıçrayışlarla bir zehir kesesini delerek içine akıttığını bilmiyordu. Ertesi gün ateşler içinde yattı, millet mekteplerini sayıklayarak öldü. Atatürk’ün ilk defa hıçkırıklarla ağladığını bu ölüm akşamı görmüştüm. ‘Ne evlattı o’ diye hayıflanıyordu.

Yüz binlerin ölümüne göz kırpmadan bakan, ateşte dövülmüş ve kanda soğumuş bu irade, bir ana kalbi kadar yumuşaktı.

31 Kasım 1928’de Büyük Millet Meclisi Yeni Alfabe Kanunu’nu kabul etti.”

Yazıyı bir kez daha okuyun. Bir kez okumak, yaptığı işlerin büyüklüğünü anlamaya yetmez!

                                                   /././

Avrupa’nın geleceği belirsizleşiyor -Ergin Yıldızoğlu-

Avrupa Birliği entegrasyonu sürecini taşıyan “Fransa-Almanya motoru”, fena halde tekliyor. Bu iki ülke büyük ekonomik siyasi zorluklarla, aslında bir krizle (karar anıyla) karşı karşıya. Tarihsel olarak çok kritik bir zamanda gelen bu kriz, AB’nin geleceğini belirsizleştiriyor. Diğer taraftan, bu kriz bir başka çok daha büyük “sistemik bir krizin” (karar anının) semptomlarından biridir de denebilir. 

SİYASİ, EKONOMİK TIKANMA

Fransa’da, son genel seçimler siyasi merkezin çöktüğünü, siyasi yelpazenin sağ ve sol ucundaki partilerin güçlendiğini gösterdi. Faşist Le Pen’in partisi ve Mélanchon’un sosyalist cephesi en büyük iki bloku oluşturdular ama tek başlarına hükümet kuracak sayıdan yoksundular. Macron hükümet kurma görevini Mélanchon’a veya Le Pen’e vermek yerine, neoliberal programı uygulaması için merkez sağdan Barniere’e verdi. Barniere’in azınlık hükümeti kısa sürede çöktü. Macron, hükümeti kurması için 4. kez yine merkez sağdan Bayrou’yu atadı. Bu siyasi istikrarsızlık, hem toplumdaki siyasi kutuplaşmanın hem de bu kutuplaşmayı besleyen ağır ekonomik sorunlardan kaynaklanan tıkanıkların sonucuydu. Fransa’da kamu borcu GSYİH’nin yüzde 110’una ulaştı. Düşük ekonomik büyüme hızı, merkez partilerin neoliberal modelin “deli gömleğinin” içinde kalarak çözüm aramaları krizi derinleştiriyor. Birçok analist durumu Yunanistan mali krizine benzetmeye başladı. Bu koşullarda faşist parti emekçi sınıfların da desteğiyle güçlenmeye devam ediyor; Le Pen’in gelecek seçimlerde devlet başkanı olma olasılığı da artıyor. Fransa’daki bu siyasi, ekonomik tıkanıklık, onun AB içindeki merkezi konumunu zayıflatıyor.

Geleneksel olarak Avrupa Birliği sürecinin merkezi ve çapası, diğer bir deyişle hegemonya odağı olarak görülen Almanya’da da durum iyi değil. Almanya ekonomisinde geçmiş yıllarda görülen canlılığın, ihracat gücünün yerini, durgunluk hatta bir imalat sanayisi ve ihracat krizi almış görünüyor. Düşük maliyetli Rus enerjisinden aniden mahrum kalması, ihracata dayalı ekonomik modelin, Çin ekonomisinin büyüme hızının yavaşlamasıyla aksamaya başlaması Volkswagen, Thyssen, Krupp gibi endüstri devlerini sarsıyor, on binlerce çalışanı işten çıkartmalarına neden oluyor. Bu ekonomik koşullar Almanya’da siyasi/kültürel kutuplaşmayı daha da derinleştiriyor. Ukrayna savaşının Almanya’ya yeni askeri ve finansal yükler getirmiş olması da cabası.

Bu zemin üzerinde, Şansölye Olaf Scholz’un koalisyon hükümeti kasım ayında çökmüştü. Scholz pazar günü meclisten güvenoyu alamayarak istifa etti. Erken seçimler 2025 Şubat’ında yapılacak, kimse belirsizliğin kalkmasını beklemiyor. Faşist (sağ popülist) parti Almanya için Alternatif (AfD), özellikle doğuda, güçlenmeye devam ediyor; şubat seçimlerinden birinci parti olarak çıkamasa da anahtar parti konumuna yükselme olasılığı hızla artıyor.

Her iki ülkedeki siyasal istikrarsızlık, ekonomik durgunluk, “süreç olarak faşizm” için verimli bir ortam yaratıyor. 

KAPTANSIZ GEMİ, FIRTINALI SULAR

Tarihsel olarak Fransız-Alman ortaklığı, Avrupa Birliği sürecinin, Avro düzenin, hatta küresel iklim kriziyle mücadele politikalarının şekillenmesinde belirleyici olmuştu. Şimdi bu liberal demokratik ortaklığın zayıflaması, hatta kopma olasılığı, süreç olarak faşizmin, ilk genel seçimlerde bu ülkelerde devlete ulaşma olasılığı hem Avrupa’da hem de küresel çapta derin sarsıntıların gelmekte olduğunu haber veriyor. Bu resme, ABD’de Trump’ın, yeniden başkan seçilerek, ekonomide almayı planladığı korumacılık önlemlerini, Ukrayna’da anlaşmayı zorlama niyetini de ekleyince güçlü bir Fransız-Alman liderliği olmadan AB’nin, Trump’ın politikalarının sonuçlarına direnme şansı da hızla azalıyor.

Fransız-Alman motorunu yeniden canlandırmanın, AB sürecini ilerleterek AB’nin çözülmekte olan küreselleşme ve hızla bozulan “kurala dayalı uluslararası düzen” içinde etkin bir ekonomik siyasi, hatta askeri blok konumuna gelme olasılığı var mı? AB üyesi ülkeler birçok konuda, ulusalcı politikalar geliştirmeye, ABD, Rusya ve Çin ilişkilerini farklı yollardan kendi çıkarlarına göre düzenlemeye çalışırlarken bu soruya olumlu bir cevap vermek çok zor. Yakın bir gelecekte AB’yi de tarihteki “ortak para birliklerinin” mezarlığına gömmek durumunda kalabiliriz.

                                                 /././

ABD’yle Fırat pazarlığı -Mehmet Ali Güller-

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın El Cezire televizyonundaki söyleşisi, Fırat’ın batısı-doğusu konusunda önemli gelişmelerin olduğuna işaret ediyor. 

Örneğin El Cezire soruyor: “Türkiye açısından bakıldığında, Suriye’de bir özerk  Kürt bölgesi veya Kürt oluşumu söz konusu olabilir mi? Yoksa Türkiye bunu bir tehdit olarak mı algılar?”

Fidan’ın yanıtı ilginç: “Benim Suriye halkı adına konuşmam doğru olmaz. Sorduğunuz husus, Suriye halkının bileceği iştir. Bu onların vereceği bir karar.” (AA, 19.12.2024)

FİDAN’IN HTŞ MESAJI

Örneğin El Cezire soruyor: “Kobani yakınlarında topçu birliklerinin toplanması,  Türkiye’nin büyük bir taarruz başlatmaya mı hazırlandığı anlamına geliyor?”
Fidan’ın yanıtı şöyle: Artık Şam’da yeni bir yönetim var. Bence bu konu artık öncelikle onları ilgilendiriyor. Bence eğer bu meseleyi düzgün bir şekilde ele alırlarsa bizim müdahale etmemiz için bir sebep kalmayacaktır.” (aydinlik.com.tr, 19.12.2024)

Bu arada Aydınlık gazetesi dikkat çekiyor: Anadolu Ajansı, Fidan’ın El Cezire  söyleşisinin HTŞ kısmını abonelerine servis etmemiş! O kısımda  Fidan HTŞ ile ilgili iki çarpıcı şey söylüyor: “Yeni yönetimi meşru bir ortak kabul ediyoruz”  ve “Bence BM’den başlayarak uluslararası toplumun bu örgütün adını terör listesinden çıkarmasının zamanı geldi”  (aydinlik.com.tr, 19.12.2024).

ATEŞKES KONUSU

Gelelim işin Fırat pazarlığı kısmına. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller“Suriye’nin kuzeyindeki Menbiç civarında Türkiye ile SDG arasındaki ateşkesin, ABD’nin girişimiyle salıdan itibaren hafta sonuna kadar uzatıldığını açıkladı. (Amerika’nın Sesi, 17.12.2024)

Milli Savunma Bakanlığı “kaynakları”, bu açıklamayı iki gün sonra yalanladı: “Türkiye olarak herhangi bir terör örgütü ile görüşmemiz söz konusu değildir. Yapılan açıklamayla ilgili bir dil sürçmesi olduğunu düşünüyoruz.” (Amerika’nın Sesi, 19.12.2024)

Haliyle insan merak ediyor: ABD dışişleri sözcüsünün resmi açıklaması, neden MSB sözcüsünün resmi açıklamasıyla değil de basına konuşan MSB “kaynakları” aracılığıyla yalanlanıyor? Öte yandan, tamam, MSB kaynakları SDG’yle ateşkesi yalanlıyor ama ya ABD’yle ateşkes? 

Bu arada Milli Savunma Bakanlığı “kaynakları” şunu da söylüyor: “Suriye’deki yeni yönetim ve onun ordusu olan SMO’nun Suriye halkı ile birlikte terör örgütü PKK/YPG tarafından işgal edilen bölgeleri kurtaracağına inanıyoruz.”  (Amerika’nın Sesi, 19.12.2024)

PENTAGON’UN MESAJI 

Washington’un ve omurgasını PYD/YPG’nin oluşturduğu SDG’nin açıklamaları, burada esas amacın, Ankara’yı SDG’yle muhatap etmek olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim SDG Komutanı Mazlum Abdi şu “teklifi” yapıyor: “Türkiye’yle ateşkes konusunda anlaşma olursa, Suriyeli olmayan Kürt savaşçılar Suriye’den ayrılacak” (Amerika’nın Sesi, 19.12.2024). Yani Dışişleri Bakanı  Hakan Fidan’ın ilan ettiği üç şarttan birinin kabulünü, ateşkes anlaşmasına bağlıyor.

Bu noktada dikkat çeken bir gelişme daha var. Pentagon Sözcüsü Tuğgeneral  Patrick Ryder, bugüne kadar 900 olarak açıklanan Suriye’deki asker sayısını, 2 bin olarak güncelledi. (AA, 20.12.2024)

Peki, aradaki fark, 27 Kasım’da başlayan Esad yönetimini yıkma operasyonunda rol alan ABD özel kuvvetleri mi? Yoksa bu askerler, Fırat pazarlığı için mi konuşlandırıldı? Ve Pentagon Trump’ın açıklamalarına rağmen, bu hamlesiyle YPG’yi terk etmeyeceği mesajını mı vermiş oluyor?

İKİ ARA SONUÇ

Tüm bu olguları birlikte değerlendirirsek birbiriyle bağlantılı iki ara sonuca varmış oluruz:
1) Ankara, YPG’yle mücadeleyi şu aşamada HTŞ’ye havale etmiş görünüyor.
2) Ankara ile Washington arasında Fırat’ın doğusu-batısı için bir pazarlık yürüyor.

                                                    /././

Davutoğlu’nun Golan Tepeleri dosyası -Mehmet Ali Güller-

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Suriye’deki işgali sürdürmeyi şöyle gerekçelendiriyor: “İsrail’in güvenliğini sağlayacak başka bir düzenleme bulunana kadar bu önemli noktada (Hermon Dağı’nda işgal edilen tampon bölge) kalmaya devam edeceğiz” (AA, 17.12.2024).

HTŞ lideri Colani ise “Suriye’nin İsrail’e saldırılar için kullanılmasına izin vermeyeceğiz” diyor ve ekliyor: “İsrail’in gerekçesi Hizbullah ve İran’ın varlığıydı, bu gerekçe ortadan kalktı.” (cumhuriyet.com.tr, 17.12.2024).

İSRAİL’İN ‘GÜVENLİK SORUNU’ YALANI

İsrail için “güvenlik sorunu”, saldırganlığın ve işgalin gerekçesi ve perdesidir. İsrail’in bir güvenlik sorunu yok, tersine İsrail’in komşularının güvenlik sorunu var. Çünkü İsrail saldıran, Filistin dahil komşuları ise savunan durumdadır. 

İsrail’e karşı açılan savaşlar temelde bir savunma savaşıdır, çünkü ilk saldıran, işgal eden, yayılan, başkasının toprağına el koyan ve doymayan, sürekli genişleme peşinde olan İsrail’dir. 

Dolayısıyla bu genişlemeye karşı son 70 yılda açılmış tüm savaşlar, gerçekte bir savunma savaşıdır. Arap-İsrail savaşları da, Hizbullah’ın İsrail’e saldırıları da, Hamas’ın Aksa Tufanı da, Husilerin eylemleri de, İran’ın füze saldırısı da özü itibarıyla son tahlilde “savunma” düzlemindedir.

DAVUTOĞLU’NUN GRİ PROPAGANDASI

İsrail hep saldıran taraftır. Şimdi de 1967’den beri işgal ettiği Suriye toprağı Golan Tepeleri üzerinden genişlemeye uğraşıyor. Bu sonuca yol açanlar ise tarihsel kabahatlerini örtmek için “Esad-İsrail işbirliği” propagandasına soyunuyorlar. Örneğin Ahmet Davutoğlu, “baba Esad ve oğul Esad İsrail’e tek kurşun atmadı” diyor. Sanırsın Davutoğlu, başbakanlığı döneminde Filistin davası için İsrail’i füze yağmuruna tutmuştu!Siyasal İslamcıların benzer tutumu, İran konusunda da var. Anımsayın, İran’ın İsrail’e füze saldırısını “danışıklı dövüş” diye damgalamaya çalıştılar. 

Oysa “Suriye İsrail’e tek kurşun atmadı” ve “İran’ın İsrail’e saldırısı göstermeliktir”  türünden siyasi açıklamalar, hem “Peki sen naptın” sorusunu doğuracaktır ama hem de doğru değildir.

HTŞ lideri Colani’nin “İsrail’in gerekçesi Hizbullah ve İran’ın varlığıydı, bu gerekçe ortadan kalktı” açıklaması bile tek başına bu iddianın doğru olmadığını ortaya koymaya yetmektedir. Çünkü İsrail’e tek kurşun atmadığı iddia edilen Esad’ın yönettiği Suriye, İsrail’e karşı direniş cephesinin tam göbeğiydi. Öyle olduğu için de ABD ve İsrail, Esad yönetimini yıkmak ve Suriye’yi parçalamak istiyordu.

OBAMA’NIN ÜÇ TALEBİ

Öte yandan Davutoğlu bugün bir “Esad-İsrail işbirliği” propagandası yaparken en hafifinden tarihe karşı yalan söylemektedir. Çünkü Esad’dan Golan Tepeleri’ni vererek İsrail’le işbirliği yapmasını isteyen bizzat kendisidir!
Davutoğlu’nun İsrail’le işbirliği tavsiye ettiğini, kendisiyle görüşen CHP heyetine bizzat Esad açıkladı. Heyetteki eski Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz’ın 2012’den itibaren çeşitli gazetelerde yer alan aktarımına göre Esad şöyle dedi: “Davutoğlu ile yaklaşık 1.5-2 saat görüşmemiz oldu. Bu görüşmemizde bana söylediği tek şek ‘Obama şunu istiyor, Obama bunu istiyor’ oldu. Yani Obama’nın talepleriyle yanıma geldi.”

Peki neler miydi ABD Başkanı Barrack Obama’nın talepleri?

Eryılmaz aracılığıyla Esad’dan dinleyelim: 
“1) Suriye, Golan Tepeleri’ndeki haklarından vazgeçecek. 2) Suriye, Hizbullah’a verdiği desteği geri çekecek. 3) Suriye, İran’la kurduğu stratejik ittifaktan tek taraflı olarak geri çekilecek.”

Ya karşılığında ne vaat ediyor Obama’nın taleplerini Esad’a getiren DavutoğluEsad şöyle anlatıyor: “Eğer bunları kabul edersem beni Arapların lideri yapacaklarını söyledi.”

Özetle dün ABD Başkanı Obama’nın talebi olarak Beşşar Esad’a “Golan Tepeleri’ni ver, İsrail’le anlaş” diyen Ahmet Davutoğlu, bugün Esad’ı “İsrail’e tek kurşun atmamakla” suçlamaya kalkıyor. Çünkü Erdoğan’a ve AKP’ye dönmek istiyor!

                                                     /././

Eyvah! Yine bize övüyorlar -Miyase İlknur-

Bölgemizi dizayn eden küresel güçler ne zaman bizi devlet yönetimini elinde bulunduranları övseler, “Eyvah!” derim. Çünkü arkasından gelenler pek de hayırhah değildir. Küresel güçler eğer bizim gibi ülkeleri amaçları için kullanmayı hedeflediklerinde sadece yöneticileri değil, medyası ve düşünce kuruluşları da eşzamanlı olarak hükümet ya da devlet başkanımıza övgüde sınır tanımazlar. Bu övgülerin cazibesine kapılıp verilen ev ödevlerini canla başla kabul ettiğimizde ise ortaya çıkan sonuç hep felaket olmuştur.

Son günlerde bizim yine başımız döndü. Trump reisi övünce yandaş medyamız, vileda sopasıyla haritada gitmediği yerleri anlatan uzmanlarımız mest olmuş vaziyette. Geçmişi az çok bilenler ise “Du bakalım arkasından ne gelecek” diye teyakkuzda.

I. Körfez krizinde baba Bush, Özal’a övgüler dizerdi. O zamanlar Özal’a “Büyük reformist, vizyoner lider” güzellemesi yapan medyamız da zafer sarhoşu olmuştu. 

Özal’ın ABD başkanından övgü almasının verdiği gazla “Bir koyup üç alacağız”  hevesine kapıldı. Ne aldığımız ortada. Bekaa’daki PKK’yi getirip burnumuzun dibindeki Kandil’e yerleştirdi. 
Irak’ı üçe parçalayarak bölgeyi istikrarsızlaştırdı. 
Ver mehteri! Suriye iç savaşı başlamadan önce de Türkiye’ye övgü dizen dizene. 

Gelin bu övgüleri azıcık anımsayalım: ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Suriye güçlerinin Halep çevresinde yığınak yapmasının “stratejik ve ulusal çıkarları açısından Türkiye için bir kırmızı çizgi olabileceğini” söyledi. ABD’nin Cumhuriyetçi Senatörü McCain, “Suriye’ye askeri müdahale şart. Erdoğan çok cesur ve kararlı bir tavır sergiledi” dedi.   

Carregie Endowment düşünce kuruluşu uzmanı Henry Barkey, Suriye’de yaşanan vahşet karşısında Türkiye’nin sessiz kalmasının saygınlığına zarar vereceğini ve bundan dolayı gelecekte fatura ödeyebileceğini söyledi. İngiliz Times gazetesi de övenler kervanına katılmıştı:
“Avrupa’nın yeni güçlü adamı, Türkiye Ortadoğu’da büyüyen bir güç. Türkiye, Suriye’ye bir askeri müdahalede bulunursa elinden fazla bir şey gelmeyen Batı ve Suriye’nin komşuları tarafından da alkışlanacaktır.”

Aynı dönemde NYT’de şöyle bir makale yer aldı:
“Arap Baharı Türk dış politikası için fırsatlar da sunuyor.”
İşte bu övgüler bizi mahvetti. Gırtlağımıza kadar Suriye bataklığına sürüklendik. 
Almanya Şansölyesi Merkel de Erdoğan’ı överek para karşılığı Suriyeli sığınmacılara bakıcılık yaptırdı. ABD ile aramız açılınca yüzünü Doğu’ya dönen Erdoğan’ın zaaflarını iyi bilen Putin bu kez övgüde cömert davranmaya başladı. Putin’in Erdoğan için “Sözünü tutan lider, o bir delikanlı” övgülerinden sonra bize S-400’leri kilitledi. Şimdi bizi aldı bir korku Trump bizimkini niye övdü acep?

                                                   /././

Gandi, Castro, Che, Allende, Ortega, Kaddafi bile...-Şükran Soner-

Emperyal ittifakların dünyanın yoksul halklarını, canlarına da acımadan, ezdikleri, sömürdükleri dünyada, halkları için kurtarıcılık yapmış, iz bırakmış aklıma gelen ilk isimlerden. Kimilerinin uzun soluklu başarıları, ezilen hakların moral değerlerinin yükseltilmesine de katkı yaptı. Kimileri direnerek canlarını verdiler. Emperyal çıkar savaşları kimi zamanlar yenilgilerle geriletilebildi. Ne yazıktır ki yılların akışları içinde, yeni yollardan yürümeyi sürdürdü.

Suriye, üzerinden sürdürülen son gelişmelerde, önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan Libya’daki toplantıya katılınca içim burulmuş olarak, Libya’daki bugünün acıklı iç savaşlar tablosunu da anımsamış olarak, bir zamanlar hakkıyla diktatör kimlikli oluşunun altını çizdiğimiz Kaddafi’nin bile” ülkesinin yaşayanları için çok daha iyi bir yaşam yaratabildiği gerçeğinin altını çizmek zorunda kaldım. Şimdilerde çoğunluk Ortadoğu ülkelerindeki gerçekliğe uygun olarak içinden paramparça..

***

Emperyal kirli çıkarlar sömürü ağının şaşmaz kuralı “Böl, parçala, yönet”in, günümüzde insan haklarının evrensel ölçeklerinin katlanarak çiğnenmesiyle bilimsel teknolojik gelişmenin tam tersine, dünya çapındaki sömürüsünün acımasızlığı katlanmış boyutlarda. Bilimsel teknolojik gelişmelerin tam tersi olarak, en kirlisi, en ilkelinden, dini inançların acımasız sömürülmesi üzerinden kan akıtma, dini inançların ahlaka dayalı değerlerinin aksine, acımasızlıkta, ahlaksızlıkta sınır tanımayan suçların işlendiği suç ittifakları ile siyaset yapılıyor.

***

Ülkemizde 12 Eylül üzerinden, emek haklarının da çok ağır gasp edilmesi ile yaşatılan acılı süreçlerin ardından, DİSK yöneticileri hâlâ cezaevlerinde tutulurken, Amerikan işçi sendikal hareketinin sürpriz bir girişimi ile birkaç gazeteci arkadaş 5 haftalık geniş bir görüşmeler yelpazesinde ABD’de görüşmelerin, etkinliklerin bombardımanına yakalanmıştık. Özal, ABD’den tekstil kotalarını koparma peşindeydi. “Amerika’nın öteki yüzü” dizini içinde özetlemeye çalıştığım sonuçlar birbirinden çarpıcıydı.

Avrupalı sendikal örgütlerinin DİSK’lileri kurtarma çabaları etkili olmuş, Türkiye ilişkilerinde en sorumlu görüşmeci, bilinçli verdiği demecinde, “Biz Türkiye için tek işçi konfederasyonu Türk-İş’in varlığını öngörmüştük, ancak Avrupalı dostlarımızı daha fazla üzmek istemiyoruz. Özal umut ettiği kotayı alamayacak, demokrasimiz buna izin vermez” anlamında bir açıklamayı esirgememişti. Döndüğümde tutuklu DİSK yöneticilerine, “Çıkıyorsunuz” haberini ulaştırmaya çalışırken yargılama hemen sonuçlanmadan serbest bırakılmışlardı.

Asıl etkilendiğim, çoğu Cumhuriyet okurlarının bile adını anımsayacakları Nikaragua’nın direniş savaşçısı Daniel Ortega’nın Amerika sınırları içinde yarattığı kamuoyu etkisinin, bize verilen “medya güdülenmesi” derslerinin içinde bile gösterilmiş olmasıydı. Uzman medya güdülemecilerinin derslerinde bir yandan Özal’ın ülkemizdeki kampanyalarının başarısına yer verilmişken “anarşi, terör görselleri ile 12 Eylül’e gelişte başarılan algıya” geniş yer verilmiş olmasıydı. Daniel Ortega’nın Amerika’da yürüttüğü kampanyada, silahlı direnişçi görüntülerinin yerine, New York’un en büyük parkında spor yapan sivil siyasetçi görüntüleri örneklenmişti.

Bilgisayardan girince Daniel Ortega’nın hâlâ ülkesinde başkanlık yaptığını öğrenmiş oldum. Özetle gerçek haklar savaşımında tuzaklara karşı savaşımın öneminin altını çizmek istedim.

                                                                 /././
Milli Takım sporcuları çığ altında kaldı... Yoğun bakıma alınan Emre Yazgan kurtarılamadı

Erzurum Palandöken Dağı'nda kamp yapan Judo Milli Takımı'nın bulunduğu bölgede çığ düştü. Çığ altında kalan sporculardan Emre Yazgan, kaldırıldığı hastanede tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirdi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/aci-haberi-vali-acikladi-milli-takim-sporculari-cig-altinda-kaldi-2281410)

                                                               ***
Antalya’da kıyıya onay alan şirket, daha oteli dikmeden kapasite artışı istedi -Şeyda Öztürk-

42 bin 960 metrekarelik inşaat alanında 500 oda kapasiteli birimler yapılacak. Bu birimlerin 24’ü villa tipi olacak.(https://www.cumhuriyet.com.tr/cevre/antalyada-kiyiya-onay-alan-sirket-daha-oteli-dikmeden-kapasite-artisi-2281365)

                                                             ***
‘Akademik can sıkıntısı’ şartı -Cengiz Karagöz-

Ahi Evran Üniversitesi eğitim fakültesi matematik ve fen bilimleri eğitimi anabilim dalı matematik bölümüne alınacak doktor öğretim üyesi alımı ilanında “akademik can sıkıntısı” konusunda bilimsel çalışmalar yapmak şartına yer verildi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/egitim/akademik-can-sikintisi-sarti-2281358)

                                                                   ***
‘Yap-işlet-devret’le yapılan otoyolu ambulans kullanamıyor, sağlıkçılar tepkili -Cengiz Karagöz-

Genel Sağlık-İş Sendikası Denizli İl Basın Yayın ve Eğitim Sekreteri Yüksel Gülen, “Otobanı kullanabilmemiz için yalnızca o otobanda bir kaza olması gerekiyor. Hasta yakınları geçiş ücretini ödediğinde geçişin yapılabileceği de iddia ediliyor” dedi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/yap-islet-devretle-yapilan-otoyolu-ambulans-kullanamiyor-saglikcilar-2281367)

                                                                  ***
Cumhuriyet

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -18 Ağustos 2025-

17 Ağustos’un 26. yıl dönümde ne vergi var ne de fon…-Murat Batı- Deprem vergisinden toplanan vergiler ne kadar oldu? Neden deprem için harc...