Cumhuriyet "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -21 Aralık 2024-

 Mustafa Necati -Özdemir İnce-

İhanete uğrayan “Cumhuriyet Okulu”nun kurucusu Mustafa Necati 20 Aralık günü ne doğdu ne de öldü. 20 Aralık 1925 onun Milli Eğitim Bakanlığı’na atandığı gündür. Bu görevi bu dünyadan ayrıldığı 1 Ocak 1929 gününe kadar sürdürdü. Hayatını, Vikipedi, özgür ansiklopediden aktarıyorum:

Atatürk’ün yakın düşünce ve mesai arkadaşlarından, Kuvayı Milliye hareketinde yer almış, TBMM’nin ilk üç döneminde milletvekilliği, mübadele esnasında bayındırlık ve iskân bakanlığı, 1924 Anayasası’nın yürürlüğe konduğu sırada adalet bakanlığı, Tevhidi Tedrisat sürecinde ve Harf Devrimi esnasında Türkiye Cumhuriyeti milli eğitim bakanlığı yapmış siyasetçidir. Özellikle milli eğitim bakanlığı döneminde (20 Aralık 1925-1 Ocak 1929) yaptığı hizmetleri ile hatırlanır. Necatibey Eğitim Fakültesi’ne adı verilmiştir. Altay Spor Kulübü’nün kurucularındandır.

İlk ve ortaöğrenimini İzmir’de tamamladı. İzmir İdadisi’ni bitirdikten sonra yükseköğrenim için İstanbul’a gitti. İstanbul Hukuk Mektebi’nden 1914 yılında mezun oldu ve İzmir’e döndü.

Mustafa Necati Bey, I. Dünya Savaşı yıllarında İzmir’de avukatlık, eğitimcilik, gazetecilik yaptı. 1915 yılında arkadaşı Hüseyin Vasıf Bey ile Özel Şark İdadisi adlı bir okul kurdu; bu okulda müdürlük ve edebiyat öğretmenliği yaptı.

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI

Mustafa Necati Bey, 4. ve 5. hükümette maarif vekili (milli eğitim bakanı) olarak görev yaptı. Bakanlığı sırasında gerçekleştirdikleri işlerin bazıları şunlardır:

Maarif teşkilatına dair kanunu çıkardı, eğitim işlerini valilerin kontrolünden çıkararak bakanlığın kontrolüne aldı. Kanunda yer alan “Maarif hizmetinde asıl olan öğretmenliktir” hükmü ile öğretmenlik mesleğini itibarlı hale getirdi; öğretmenlerin özlük haklarına ilişkin düzenlemeler yaptı.

10 bölge merkezinde birer öğretmen okulu inşaatı başlattı. Bunlardan ilki, bugünkü Gazi Eğitim Fakültesi binasında hizmete giren Gazi Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü, ikincisi İzmir Erkek Öğretmen Okulu, üçüncüsü bugün Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi olarak binasında hizmet veren Balıkesir Necatibey Muallim Mektebi’dir.

Uzman öğretmen yetiştirmek üzere Avrupa’ya öğrenci gönderilmesini sağladı.

Yeni bir ilkokul programı hazırlandı ve “toplu öğretim” Avrupa ile aynı anda Türkiye’de uygulanmaya başlandı.

Ortaöğretim parasızlaştırıldı, okul kitapları bakanlıkça bastırıldı.

Yabancı okullar denetim altına alındı.

Köylere öğretmen yetiştirmek için köy öğretmen okulları modeli planlandı. Denizli ve Kayseri’de köy muallim mektebi açıldı.

Harf Devrimi gerçekleştirildi. Yeni harfleri öğretmek için millet mektepleri kuruldu, okuma yazma seferberliği başlatıldı. (Vikipedi)

Resmi kayıtlarda Mustafa Necati Bey’in millet mekteplerinin açıldığı 1 Ocak 1929 tarihinde apandisit patlaması sonucu Ankara Numune Hastanesi’nde öldüğü belirtilmiştir. Ölümü üzerine arkadaşı Cumhurbaşkanı Atatürk’ün çok etkilenip ağladığı, ilk olarak Falih Rıfkı Atay’ın 1968’de yayımladığı Çankaya kitabında anlatılır. (Pozitif Yayınları, s.513.)

“Zavallı Necati millet mekteplerini açacağı sırada genç yaşında öldü. Hastalığından bir akşam önce Çankaya’da beraberdik. Atatürk ve arkadaşları neşe içinde idik. Çankaya durgun havaya gelmezdi. Rüzgâr sesi duyulmalı, kuşlar uçuşmalı ve kaçışmalı idiler. Sonsuz enginlere doğru bembeyaz ümit ve hayal yelkenlerini açan Türkiye’nin yürüdüğünü böyle hissederdik. Miskinler tekkesinde neler konuşulduğunu düşünmezdik. Türk kafasını ve vicdanını ortaçağ karanlığından yeni zamanlar aydınlığına ulaştırmak için çırpınan bir kahramanın yoldaşları idik.

O kadar sevinen Necati, Latin harfi ile imza atmayı henüz meşk ediyordu. Maarif vekili millet mekteplerinin ilk talebesi olacaktı. Heyecan içinde kalktı. Pek sevdiği zeybeğini oynadı. Körbarsak ameliyatı olması için hekimlerin nasihatlerini dinlemeyen zavallı genç, bu sıçrayışlarla bir zehir kesesini delerek içine akıttığını bilmiyordu. Ertesi gün ateşler içinde yattı, millet mekteplerini sayıklayarak öldü. Atatürk’ün ilk defa hıçkırıklarla ağladığını bu ölüm akşamı görmüştüm. ‘Ne evlattı o’ diye hayıflanıyordu.

Yüz binlerin ölümüne göz kırpmadan bakan, ateşte dövülmüş ve kanda soğumuş bu irade, bir ana kalbi kadar yumuşaktı.

31 Kasım 1928’de Büyük Millet Meclisi Yeni Alfabe Kanunu’nu kabul etti.”

Yazıyı bir kez daha okuyun. Bir kez okumak, yaptığı işlerin büyüklüğünü anlamaya yetmez!

                                                   /././

Avrupa’nın geleceği belirsizleşiyor -Ergin Yıldızoğlu-

Avrupa Birliği entegrasyonu sürecini taşıyan “Fransa-Almanya motoru”, fena halde tekliyor. Bu iki ülke büyük ekonomik siyasi zorluklarla, aslında bir krizle (karar anıyla) karşı karşıya. Tarihsel olarak çok kritik bir zamanda gelen bu kriz, AB’nin geleceğini belirsizleştiriyor. Diğer taraftan, bu kriz bir başka çok daha büyük “sistemik bir krizin” (karar anının) semptomlarından biridir de denebilir. 

SİYASİ, EKONOMİK TIKANMA

Fransa’da, son genel seçimler siyasi merkezin çöktüğünü, siyasi yelpazenin sağ ve sol ucundaki partilerin güçlendiğini gösterdi. Faşist Le Pen’in partisi ve Mélanchon’un sosyalist cephesi en büyük iki bloku oluşturdular ama tek başlarına hükümet kuracak sayıdan yoksundular. Macron hükümet kurma görevini Mélanchon’a veya Le Pen’e vermek yerine, neoliberal programı uygulaması için merkez sağdan Barniere’e verdi. Barniere’in azınlık hükümeti kısa sürede çöktü. Macron, hükümeti kurması için 4. kez yine merkez sağdan Bayrou’yu atadı. Bu siyasi istikrarsızlık, hem toplumdaki siyasi kutuplaşmanın hem de bu kutuplaşmayı besleyen ağır ekonomik sorunlardan kaynaklanan tıkanıkların sonucuydu. Fransa’da kamu borcu GSYİH’nin yüzde 110’una ulaştı. Düşük ekonomik büyüme hızı, merkez partilerin neoliberal modelin “deli gömleğinin” içinde kalarak çözüm aramaları krizi derinleştiriyor. Birçok analist durumu Yunanistan mali krizine benzetmeye başladı. Bu koşullarda faşist parti emekçi sınıfların da desteğiyle güçlenmeye devam ediyor; Le Pen’in gelecek seçimlerde devlet başkanı olma olasılığı da artıyor. Fransa’daki bu siyasi, ekonomik tıkanıklık, onun AB içindeki merkezi konumunu zayıflatıyor.

Geleneksel olarak Avrupa Birliği sürecinin merkezi ve çapası, diğer bir deyişle hegemonya odağı olarak görülen Almanya’da da durum iyi değil. Almanya ekonomisinde geçmiş yıllarda görülen canlılığın, ihracat gücünün yerini, durgunluk hatta bir imalat sanayisi ve ihracat krizi almış görünüyor. Düşük maliyetli Rus enerjisinden aniden mahrum kalması, ihracata dayalı ekonomik modelin, Çin ekonomisinin büyüme hızının yavaşlamasıyla aksamaya başlaması Volkswagen, Thyssen, Krupp gibi endüstri devlerini sarsıyor, on binlerce çalışanı işten çıkartmalarına neden oluyor. Bu ekonomik koşullar Almanya’da siyasi/kültürel kutuplaşmayı daha da derinleştiriyor. Ukrayna savaşının Almanya’ya yeni askeri ve finansal yükler getirmiş olması da cabası.

Bu zemin üzerinde, Şansölye Olaf Scholz’un koalisyon hükümeti kasım ayında çökmüştü. Scholz pazar günü meclisten güvenoyu alamayarak istifa etti. Erken seçimler 2025 Şubat’ında yapılacak, kimse belirsizliğin kalkmasını beklemiyor. Faşist (sağ popülist) parti Almanya için Alternatif (AfD), özellikle doğuda, güçlenmeye devam ediyor; şubat seçimlerinden birinci parti olarak çıkamasa da anahtar parti konumuna yükselme olasılığı hızla artıyor.

Her iki ülkedeki siyasal istikrarsızlık, ekonomik durgunluk, “süreç olarak faşizm” için verimli bir ortam yaratıyor. 

KAPTANSIZ GEMİ, FIRTINALI SULAR

Tarihsel olarak Fransız-Alman ortaklığı, Avrupa Birliği sürecinin, Avro düzenin, hatta küresel iklim kriziyle mücadele politikalarının şekillenmesinde belirleyici olmuştu. Şimdi bu liberal demokratik ortaklığın zayıflaması, hatta kopma olasılığı, süreç olarak faşizmin, ilk genel seçimlerde bu ülkelerde devlete ulaşma olasılığı hem Avrupa’da hem de küresel çapta derin sarsıntıların gelmekte olduğunu haber veriyor. Bu resme, ABD’de Trump’ın, yeniden başkan seçilerek, ekonomide almayı planladığı korumacılık önlemlerini, Ukrayna’da anlaşmayı zorlama niyetini de ekleyince güçlü bir Fransız-Alman liderliği olmadan AB’nin, Trump’ın politikalarının sonuçlarına direnme şansı da hızla azalıyor.

Fransız-Alman motorunu yeniden canlandırmanın, AB sürecini ilerleterek AB’nin çözülmekte olan küreselleşme ve hızla bozulan “kurala dayalı uluslararası düzen” içinde etkin bir ekonomik siyasi, hatta askeri blok konumuna gelme olasılığı var mı? AB üyesi ülkeler birçok konuda, ulusalcı politikalar geliştirmeye, ABD, Rusya ve Çin ilişkilerini farklı yollardan kendi çıkarlarına göre düzenlemeye çalışırlarken bu soruya olumlu bir cevap vermek çok zor. Yakın bir gelecekte AB’yi de tarihteki “ortak para birliklerinin” mezarlığına gömmek durumunda kalabiliriz.

                                                 /././

ABD’yle Fırat pazarlığı -Mehmet Ali Güller-

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın El Cezire televizyonundaki söyleşisi, Fırat’ın batısı-doğusu konusunda önemli gelişmelerin olduğuna işaret ediyor. 

Örneğin El Cezire soruyor: “Türkiye açısından bakıldığında, Suriye’de bir özerk  Kürt bölgesi veya Kürt oluşumu söz konusu olabilir mi? Yoksa Türkiye bunu bir tehdit olarak mı algılar?”

Fidan’ın yanıtı ilginç: “Benim Suriye halkı adına konuşmam doğru olmaz. Sorduğunuz husus, Suriye halkının bileceği iştir. Bu onların vereceği bir karar.” (AA, 19.12.2024)

FİDAN’IN HTŞ MESAJI

Örneğin El Cezire soruyor: “Kobani yakınlarında topçu birliklerinin toplanması,  Türkiye’nin büyük bir taarruz başlatmaya mı hazırlandığı anlamına geliyor?”
Fidan’ın yanıtı şöyle: Artık Şam’da yeni bir yönetim var. Bence bu konu artık öncelikle onları ilgilendiriyor. Bence eğer bu meseleyi düzgün bir şekilde ele alırlarsa bizim müdahale etmemiz için bir sebep kalmayacaktır.” (aydinlik.com.tr, 19.12.2024)

Bu arada Aydınlık gazetesi dikkat çekiyor: Anadolu Ajansı, Fidan’ın El Cezire  söyleşisinin HTŞ kısmını abonelerine servis etmemiş! O kısımda  Fidan HTŞ ile ilgili iki çarpıcı şey söylüyor: “Yeni yönetimi meşru bir ortak kabul ediyoruz”  ve “Bence BM’den başlayarak uluslararası toplumun bu örgütün adını terör listesinden çıkarmasının zamanı geldi”  (aydinlik.com.tr, 19.12.2024).

ATEŞKES KONUSU

Gelelim işin Fırat pazarlığı kısmına. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller“Suriye’nin kuzeyindeki Menbiç civarında Türkiye ile SDG arasındaki ateşkesin, ABD’nin girişimiyle salıdan itibaren hafta sonuna kadar uzatıldığını açıkladı. (Amerika’nın Sesi, 17.12.2024)

Milli Savunma Bakanlığı “kaynakları”, bu açıklamayı iki gün sonra yalanladı: “Türkiye olarak herhangi bir terör örgütü ile görüşmemiz söz konusu değildir. Yapılan açıklamayla ilgili bir dil sürçmesi olduğunu düşünüyoruz.” (Amerika’nın Sesi, 19.12.2024)

Haliyle insan merak ediyor: ABD dışişleri sözcüsünün resmi açıklaması, neden MSB sözcüsünün resmi açıklamasıyla değil de basına konuşan MSB “kaynakları” aracılığıyla yalanlanıyor? Öte yandan, tamam, MSB kaynakları SDG’yle ateşkesi yalanlıyor ama ya ABD’yle ateşkes? 

Bu arada Milli Savunma Bakanlığı “kaynakları” şunu da söylüyor: “Suriye’deki yeni yönetim ve onun ordusu olan SMO’nun Suriye halkı ile birlikte terör örgütü PKK/YPG tarafından işgal edilen bölgeleri kurtaracağına inanıyoruz.”  (Amerika’nın Sesi, 19.12.2024)

PENTAGON’UN MESAJI 

Washington’un ve omurgasını PYD/YPG’nin oluşturduğu SDG’nin açıklamaları, burada esas amacın, Ankara’yı SDG’yle muhatap etmek olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim SDG Komutanı Mazlum Abdi şu “teklifi” yapıyor: “Türkiye’yle ateşkes konusunda anlaşma olursa, Suriyeli olmayan Kürt savaşçılar Suriye’den ayrılacak” (Amerika’nın Sesi, 19.12.2024). Yani Dışişleri Bakanı  Hakan Fidan’ın ilan ettiği üç şarttan birinin kabulünü, ateşkes anlaşmasına bağlıyor.

Bu noktada dikkat çeken bir gelişme daha var. Pentagon Sözcüsü Tuğgeneral  Patrick Ryder, bugüne kadar 900 olarak açıklanan Suriye’deki asker sayısını, 2 bin olarak güncelledi. (AA, 20.12.2024)

Peki, aradaki fark, 27 Kasım’da başlayan Esad yönetimini yıkma operasyonunda rol alan ABD özel kuvvetleri mi? Yoksa bu askerler, Fırat pazarlığı için mi konuşlandırıldı? Ve Pentagon Trump’ın açıklamalarına rağmen, bu hamlesiyle YPG’yi terk etmeyeceği mesajını mı vermiş oluyor?

İKİ ARA SONUÇ

Tüm bu olguları birlikte değerlendirirsek birbiriyle bağlantılı iki ara sonuca varmış oluruz:
1) Ankara, YPG’yle mücadeleyi şu aşamada HTŞ’ye havale etmiş görünüyor.
2) Ankara ile Washington arasında Fırat’ın doğusu-batısı için bir pazarlık yürüyor.

                                                    /././

Davutoğlu’nun Golan Tepeleri dosyası -Mehmet Ali Güller-

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Suriye’deki işgali sürdürmeyi şöyle gerekçelendiriyor: “İsrail’in güvenliğini sağlayacak başka bir düzenleme bulunana kadar bu önemli noktada (Hermon Dağı’nda işgal edilen tampon bölge) kalmaya devam edeceğiz” (AA, 17.12.2024).

HTŞ lideri Colani ise “Suriye’nin İsrail’e saldırılar için kullanılmasına izin vermeyeceğiz” diyor ve ekliyor: “İsrail’in gerekçesi Hizbullah ve İran’ın varlığıydı, bu gerekçe ortadan kalktı.” (cumhuriyet.com.tr, 17.12.2024).

İSRAİL’İN ‘GÜVENLİK SORUNU’ YALANI

İsrail için “güvenlik sorunu”, saldırganlığın ve işgalin gerekçesi ve perdesidir. İsrail’in bir güvenlik sorunu yok, tersine İsrail’in komşularının güvenlik sorunu var. Çünkü İsrail saldıran, Filistin dahil komşuları ise savunan durumdadır. 

İsrail’e karşı açılan savaşlar temelde bir savunma savaşıdır, çünkü ilk saldıran, işgal eden, yayılan, başkasının toprağına el koyan ve doymayan, sürekli genişleme peşinde olan İsrail’dir. 

Dolayısıyla bu genişlemeye karşı son 70 yılda açılmış tüm savaşlar, gerçekte bir savunma savaşıdır. Arap-İsrail savaşları da, Hizbullah’ın İsrail’e saldırıları da, Hamas’ın Aksa Tufanı da, Husilerin eylemleri de, İran’ın füze saldırısı da özü itibarıyla son tahlilde “savunma” düzlemindedir.

DAVUTOĞLU’NUN GRİ PROPAGANDASI

İsrail hep saldıran taraftır. Şimdi de 1967’den beri işgal ettiği Suriye toprağı Golan Tepeleri üzerinden genişlemeye uğraşıyor. Bu sonuca yol açanlar ise tarihsel kabahatlerini örtmek için “Esad-İsrail işbirliği” propagandasına soyunuyorlar. Örneğin Ahmet Davutoğlu, “baba Esad ve oğul Esad İsrail’e tek kurşun atmadı” diyor. Sanırsın Davutoğlu, başbakanlığı döneminde Filistin davası için İsrail’i füze yağmuruna tutmuştu!Siyasal İslamcıların benzer tutumu, İran konusunda da var. Anımsayın, İran’ın İsrail’e füze saldırısını “danışıklı dövüş” diye damgalamaya çalıştılar. 

Oysa “Suriye İsrail’e tek kurşun atmadı” ve “İran’ın İsrail’e saldırısı göstermeliktir”  türünden siyasi açıklamalar, hem “Peki sen naptın” sorusunu doğuracaktır ama hem de doğru değildir.

HTŞ lideri Colani’nin “İsrail’in gerekçesi Hizbullah ve İran’ın varlığıydı, bu gerekçe ortadan kalktı” açıklaması bile tek başına bu iddianın doğru olmadığını ortaya koymaya yetmektedir. Çünkü İsrail’e tek kurşun atmadığı iddia edilen Esad’ın yönettiği Suriye, İsrail’e karşı direniş cephesinin tam göbeğiydi. Öyle olduğu için de ABD ve İsrail, Esad yönetimini yıkmak ve Suriye’yi parçalamak istiyordu.

OBAMA’NIN ÜÇ TALEBİ

Öte yandan Davutoğlu bugün bir “Esad-İsrail işbirliği” propagandası yaparken en hafifinden tarihe karşı yalan söylemektedir. Çünkü Esad’dan Golan Tepeleri’ni vererek İsrail’le işbirliği yapmasını isteyen bizzat kendisidir!
Davutoğlu’nun İsrail’le işbirliği tavsiye ettiğini, kendisiyle görüşen CHP heyetine bizzat Esad açıkladı. Heyetteki eski Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz’ın 2012’den itibaren çeşitli gazetelerde yer alan aktarımına göre Esad şöyle dedi: “Davutoğlu ile yaklaşık 1.5-2 saat görüşmemiz oldu. Bu görüşmemizde bana söylediği tek şek ‘Obama şunu istiyor, Obama bunu istiyor’ oldu. Yani Obama’nın talepleriyle yanıma geldi.”

Peki neler miydi ABD Başkanı Barrack Obama’nın talepleri?

Eryılmaz aracılığıyla Esad’dan dinleyelim: 
“1) Suriye, Golan Tepeleri’ndeki haklarından vazgeçecek. 2) Suriye, Hizbullah’a verdiği desteği geri çekecek. 3) Suriye, İran’la kurduğu stratejik ittifaktan tek taraflı olarak geri çekilecek.”

Ya karşılığında ne vaat ediyor Obama’nın taleplerini Esad’a getiren DavutoğluEsad şöyle anlatıyor: “Eğer bunları kabul edersem beni Arapların lideri yapacaklarını söyledi.”

Özetle dün ABD Başkanı Obama’nın talebi olarak Beşşar Esad’a “Golan Tepeleri’ni ver, İsrail’le anlaş” diyen Ahmet Davutoğlu, bugün Esad’ı “İsrail’e tek kurşun atmamakla” suçlamaya kalkıyor. Çünkü Erdoğan’a ve AKP’ye dönmek istiyor!

                                                     /././

Eyvah! Yine bize övüyorlar -Miyase İlknur-

Bölgemizi dizayn eden küresel güçler ne zaman bizi devlet yönetimini elinde bulunduranları övseler, “Eyvah!” derim. Çünkü arkasından gelenler pek de hayırhah değildir. Küresel güçler eğer bizim gibi ülkeleri amaçları için kullanmayı hedeflediklerinde sadece yöneticileri değil, medyası ve düşünce kuruluşları da eşzamanlı olarak hükümet ya da devlet başkanımıza övgüde sınır tanımazlar. Bu övgülerin cazibesine kapılıp verilen ev ödevlerini canla başla kabul ettiğimizde ise ortaya çıkan sonuç hep felaket olmuştur.

Son günlerde bizim yine başımız döndü. Trump reisi övünce yandaş medyamız, vileda sopasıyla haritada gitmediği yerleri anlatan uzmanlarımız mest olmuş vaziyette. Geçmişi az çok bilenler ise “Du bakalım arkasından ne gelecek” diye teyakkuzda.

I. Körfez krizinde baba Bush, Özal’a övgüler dizerdi. O zamanlar Özal’a “Büyük reformist, vizyoner lider” güzellemesi yapan medyamız da zafer sarhoşu olmuştu. 

Özal’ın ABD başkanından övgü almasının verdiği gazla “Bir koyup üç alacağız”  hevesine kapıldı. Ne aldığımız ortada. Bekaa’daki PKK’yi getirip burnumuzun dibindeki Kandil’e yerleştirdi. 
Irak’ı üçe parçalayarak bölgeyi istikrarsızlaştırdı. 
Ver mehteri! Suriye iç savaşı başlamadan önce de Türkiye’ye övgü dizen dizene. 

Gelin bu övgüleri azıcık anımsayalım: ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Suriye güçlerinin Halep çevresinde yığınak yapmasının “stratejik ve ulusal çıkarları açısından Türkiye için bir kırmızı çizgi olabileceğini” söyledi. ABD’nin Cumhuriyetçi Senatörü McCain, “Suriye’ye askeri müdahale şart. Erdoğan çok cesur ve kararlı bir tavır sergiledi” dedi.   

Carregie Endowment düşünce kuruluşu uzmanı Henry Barkey, Suriye’de yaşanan vahşet karşısında Türkiye’nin sessiz kalmasının saygınlığına zarar vereceğini ve bundan dolayı gelecekte fatura ödeyebileceğini söyledi. İngiliz Times gazetesi de övenler kervanına katılmıştı:
“Avrupa’nın yeni güçlü adamı, Türkiye Ortadoğu’da büyüyen bir güç. Türkiye, Suriye’ye bir askeri müdahalede bulunursa elinden fazla bir şey gelmeyen Batı ve Suriye’nin komşuları tarafından da alkışlanacaktır.”

Aynı dönemde NYT’de şöyle bir makale yer aldı:
“Arap Baharı Türk dış politikası için fırsatlar da sunuyor.”
İşte bu övgüler bizi mahvetti. Gırtlağımıza kadar Suriye bataklığına sürüklendik. 
Almanya Şansölyesi Merkel de Erdoğan’ı överek para karşılığı Suriyeli sığınmacılara bakıcılık yaptırdı. ABD ile aramız açılınca yüzünü Doğu’ya dönen Erdoğan’ın zaaflarını iyi bilen Putin bu kez övgüde cömert davranmaya başladı. Putin’in Erdoğan için “Sözünü tutan lider, o bir delikanlı” övgülerinden sonra bize S-400’leri kilitledi. Şimdi bizi aldı bir korku Trump bizimkini niye övdü acep?

                                                   /././

Gandi, Castro, Che, Allende, Ortega, Kaddafi bile...-Şükran Soner-

Emperyal ittifakların dünyanın yoksul halklarını, canlarına da acımadan, ezdikleri, sömürdükleri dünyada, halkları için kurtarıcılık yapmış, iz bırakmış aklıma gelen ilk isimlerden. Kimilerinin uzun soluklu başarıları, ezilen hakların moral değerlerinin yükseltilmesine de katkı yaptı. Kimileri direnerek canlarını verdiler. Emperyal çıkar savaşları kimi zamanlar yenilgilerle geriletilebildi. Ne yazıktır ki yılların akışları içinde, yeni yollardan yürümeyi sürdürdü.

Suriye, üzerinden sürdürülen son gelişmelerde, önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan Libya’daki toplantıya katılınca içim burulmuş olarak, Libya’daki bugünün acıklı iç savaşlar tablosunu da anımsamış olarak, bir zamanlar hakkıyla diktatör kimlikli oluşunun altını çizdiğimiz Kaddafi’nin bile” ülkesinin yaşayanları için çok daha iyi bir yaşam yaratabildiği gerçeğinin altını çizmek zorunda kaldım. Şimdilerde çoğunluk Ortadoğu ülkelerindeki gerçekliğe uygun olarak içinden paramparça..

***

Emperyal kirli çıkarlar sömürü ağının şaşmaz kuralı “Böl, parçala, yönet”in, günümüzde insan haklarının evrensel ölçeklerinin katlanarak çiğnenmesiyle bilimsel teknolojik gelişmenin tam tersine, dünya çapındaki sömürüsünün acımasızlığı katlanmış boyutlarda. Bilimsel teknolojik gelişmelerin tam tersi olarak, en kirlisi, en ilkelinden, dini inançların acımasız sömürülmesi üzerinden kan akıtma, dini inançların ahlaka dayalı değerlerinin aksine, acımasızlıkta, ahlaksızlıkta sınır tanımayan suçların işlendiği suç ittifakları ile siyaset yapılıyor.

***

Ülkemizde 12 Eylül üzerinden, emek haklarının da çok ağır gasp edilmesi ile yaşatılan acılı süreçlerin ardından, DİSK yöneticileri hâlâ cezaevlerinde tutulurken, Amerikan işçi sendikal hareketinin sürpriz bir girişimi ile birkaç gazeteci arkadaş 5 haftalık geniş bir görüşmeler yelpazesinde ABD’de görüşmelerin, etkinliklerin bombardımanına yakalanmıştık. Özal, ABD’den tekstil kotalarını koparma peşindeydi. “Amerika’nın öteki yüzü” dizini içinde özetlemeye çalıştığım sonuçlar birbirinden çarpıcıydı.

Avrupalı sendikal örgütlerinin DİSK’lileri kurtarma çabaları etkili olmuş, Türkiye ilişkilerinde en sorumlu görüşmeci, bilinçli verdiği demecinde, “Biz Türkiye için tek işçi konfederasyonu Türk-İş’in varlığını öngörmüştük, ancak Avrupalı dostlarımızı daha fazla üzmek istemiyoruz. Özal umut ettiği kotayı alamayacak, demokrasimiz buna izin vermez” anlamında bir açıklamayı esirgememişti. Döndüğümde tutuklu DİSK yöneticilerine, “Çıkıyorsunuz” haberini ulaştırmaya çalışırken yargılama hemen sonuçlanmadan serbest bırakılmışlardı.

Asıl etkilendiğim, çoğu Cumhuriyet okurlarının bile adını anımsayacakları Nikaragua’nın direniş savaşçısı Daniel Ortega’nın Amerika sınırları içinde yarattığı kamuoyu etkisinin, bize verilen “medya güdülenmesi” derslerinin içinde bile gösterilmiş olmasıydı. Uzman medya güdülemecilerinin derslerinde bir yandan Özal’ın ülkemizdeki kampanyalarının başarısına yer verilmişken “anarşi, terör görselleri ile 12 Eylül’e gelişte başarılan algıya” geniş yer verilmiş olmasıydı. Daniel Ortega’nın Amerika’da yürüttüğü kampanyada, silahlı direnişçi görüntülerinin yerine, New York’un en büyük parkında spor yapan sivil siyasetçi görüntüleri örneklenmişti.

Bilgisayardan girince Daniel Ortega’nın hâlâ ülkesinde başkanlık yaptığını öğrenmiş oldum. Özetle gerçek haklar savaşımında tuzaklara karşı savaşımın öneminin altını çizmek istedim.

                                                                 /././
Milli Takım sporcuları çığ altında kaldı... Yoğun bakıma alınan Emre Yazgan kurtarılamadı

Erzurum Palandöken Dağı'nda kamp yapan Judo Milli Takımı'nın bulunduğu bölgede çığ düştü. Çığ altında kalan sporculardan Emre Yazgan, kaldırıldığı hastanede tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirdi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/aci-haberi-vali-acikladi-milli-takim-sporculari-cig-altinda-kaldi-2281410)

                                                               ***
Antalya’da kıyıya onay alan şirket, daha oteli dikmeden kapasite artışı istedi -Şeyda Öztürk-

42 bin 960 metrekarelik inşaat alanında 500 oda kapasiteli birimler yapılacak. Bu birimlerin 24’ü villa tipi olacak.(https://www.cumhuriyet.com.tr/cevre/antalyada-kiyiya-onay-alan-sirket-daha-oteli-dikmeden-kapasite-artisi-2281365)

                                                             ***
‘Akademik can sıkıntısı’ şartı -Cengiz Karagöz-

Ahi Evran Üniversitesi eğitim fakültesi matematik ve fen bilimleri eğitimi anabilim dalı matematik bölümüne alınacak doktor öğretim üyesi alımı ilanında “akademik can sıkıntısı” konusunda bilimsel çalışmalar yapmak şartına yer verildi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/egitim/akademik-can-sikintisi-sarti-2281358)

                                                                   ***
‘Yap-işlet-devret’le yapılan otoyolu ambulans kullanamıyor, sağlıkçılar tepkili -Cengiz Karagöz-

Genel Sağlık-İş Sendikası Denizli İl Basın Yayın ve Eğitim Sekreteri Yüksel Gülen, “Otobanı kullanabilmemiz için yalnızca o otobanda bir kaza olması gerekiyor. Hasta yakınları geçiş ücretini ödediğinde geçişin yapılabileceği de iddia ediliyor” dedi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/yap-islet-devretle-yapilan-otoyolu-ambulans-kullanamiyor-saglikcilar-2281367)

                                                                  ***
Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Batı basınının alçaklığı: İsrail'in öldürdüğü gazeteciye 'terörist' dediler + İsrail’in katlettiği gazetecinin küçük kızı dünyaya seslenmişti: 'Babam için korkuyorum, savaşı bitirin' -soL-

Batı basınının alçaklığı: İsrail'in öldürdüğü gazeteciye 'terörist' dediler Batı basını İsrail söylemlerini papağan gibi tekrarl...