Mustafa Necati -Özdemir İnce-
İhanete uğrayan “Cumhuriyet Okulu”nun kurucusu Mustafa Necati 20 Aralık günü ne doğdu ne de öldü. 20 Aralık 1925 onun Milli Eğitim Bakanlığı’na atandığı gündür. Bu görevi bu dünyadan ayrıldığı 1 Ocak 1929 gününe kadar sürdürdü. Hayatını, Vikipedi, özgür ansiklopediden aktarıyorum:Atatürk’ün yakın düşünce ve mesai arkadaşlarından, Kuvayı Milliye hareketinde yer almış, TBMM’nin ilk üç döneminde milletvekilliği, mübadele esnasında bayındırlık ve iskân bakanlığı, 1924 Anayasası’nın yürürlüğe konduğu sırada adalet bakanlığı, Tevhidi Tedrisat sürecinde ve Harf Devrimi esnasında Türkiye Cumhuriyeti milli eğitim bakanlığı yapmış siyasetçidir. Özellikle milli eğitim bakanlığı döneminde (20 Aralık 1925-1 Ocak 1929) yaptığı hizmetleri ile hatırlanır. Necatibey Eğitim Fakültesi’ne adı verilmiştir. Altay Spor Kulübü’nün kurucularındandır.
İlk ve ortaöğrenimini İzmir’de tamamladı. İzmir İdadisi’ni bitirdikten sonra yükseköğrenim için İstanbul’a gitti. İstanbul Hukuk Mektebi’nden 1914 yılında mezun oldu ve İzmir’e döndü.
Mustafa Necati Bey, I. Dünya Savaşı yıllarında İzmir’de avukatlık, eğitimcilik, gazetecilik yaptı. 1915 yılında arkadaşı Hüseyin Vasıf Bey ile Özel Şark İdadisi adlı bir okul kurdu; bu okulda müdürlük ve edebiyat öğretmenliği yaptı.
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI
Mustafa Necati Bey, 4. ve 5. hükümette maarif vekili (milli eğitim bakanı) olarak görev yaptı. Bakanlığı sırasında gerçekleştirdikleri işlerin bazıları şunlardır:
Maarif teşkilatına dair kanunu çıkardı, eğitim işlerini valilerin kontrolünden çıkararak bakanlığın kontrolüne aldı. Kanunda yer alan “Maarif hizmetinde asıl olan öğretmenliktir” hükmü ile öğretmenlik mesleğini itibarlı hale getirdi; öğretmenlerin özlük haklarına ilişkin düzenlemeler yaptı.
10 bölge merkezinde birer öğretmen okulu inşaatı başlattı. Bunlardan ilki, bugünkü Gazi Eğitim Fakültesi binasında hizmete giren Gazi Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü, ikincisi İzmir Erkek Öğretmen Okulu, üçüncüsü bugün Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi olarak binasında hizmet veren Balıkesir Necatibey Muallim Mektebi’dir.
Uzman öğretmen yetiştirmek üzere Avrupa’ya öğrenci gönderilmesini sağladı.
Yeni bir ilkokul programı hazırlandı ve “toplu öğretim” Avrupa ile aynı anda Türkiye’de uygulanmaya başlandı.
Ortaöğretim parasızlaştırıldı, okul kitapları bakanlıkça bastırıldı.
Yabancı okullar denetim altına alındı.
Köylere öğretmen yetiştirmek için köy öğretmen okulları modeli planlandı. Denizli ve Kayseri’de köy muallim mektebi açıldı.
Harf Devrimi gerçekleştirildi. Yeni harfleri öğretmek için millet mektepleri kuruldu, okuma yazma seferberliği başlatıldı. (Vikipedi)
Resmi kayıtlarda Mustafa Necati Bey’in millet mekteplerinin açıldığı 1 Ocak 1929 tarihinde apandisit patlaması sonucu Ankara Numune Hastanesi’nde öldüğü belirtilmiştir. Ölümü üzerine arkadaşı Cumhurbaşkanı Atatürk’ün çok etkilenip ağladığı, ilk olarak Falih Rıfkı Atay’ın 1968’de yayımladığı Çankaya kitabında anlatılır. (Pozitif Yayınları, s.513.)
“Zavallı Necati millet mekteplerini açacağı sırada genç yaşında öldü. Hastalığından bir akşam önce Çankaya’da beraberdik. Atatürk ve arkadaşları neşe içinde idik. Çankaya durgun havaya gelmezdi. Rüzgâr sesi duyulmalı, kuşlar uçuşmalı ve kaçışmalı idiler. Sonsuz enginlere doğru bembeyaz ümit ve hayal yelkenlerini açan Türkiye’nin yürüdüğünü böyle hissederdik. Miskinler tekkesinde neler konuşulduğunu düşünmezdik. Türk kafasını ve vicdanını ortaçağ karanlığından yeni zamanlar aydınlığına ulaştırmak için çırpınan bir kahramanın yoldaşları idik.
O kadar sevinen Necati, Latin harfi ile imza atmayı henüz meşk ediyordu. Maarif vekili millet mekteplerinin ilk talebesi olacaktı. Heyecan içinde kalktı. Pek sevdiği zeybeğini oynadı. Körbarsak ameliyatı olması için hekimlerin nasihatlerini dinlemeyen zavallı genç, bu sıçrayışlarla bir zehir kesesini delerek içine akıttığını bilmiyordu. Ertesi gün ateşler içinde yattı, millet mekteplerini sayıklayarak öldü. Atatürk’ün ilk defa hıçkırıklarla ağladığını bu ölüm akşamı görmüştüm. ‘Ne evlattı o’ diye hayıflanıyordu.
Yüz binlerin ölümüne göz kırpmadan bakan, ateşte dövülmüş ve kanda soğumuş bu irade, bir ana kalbi kadar yumuşaktı.
31 Kasım 1928’de Büyük Millet Meclisi Yeni Alfabe Kanunu’nu kabul etti.”
Yazıyı bir kez daha okuyun. Bir kez okumak, yaptığı işlerin büyüklüğünü anlamaya yetmez!
/././
Avrupa’nın geleceği belirsizleşiyor -Ergin Yıldızoğlu-
Avrupa Birliği entegrasyonu sürecini taşıyan “Fransa-Almanya motoru”, fena halde tekliyor. Bu iki ülke büyük ekonomik siyasi zorluklarla, aslında bir krizle (karar anıyla) karşı karşıya. Tarihsel olarak çok kritik bir zamanda gelen bu kriz, AB’nin geleceğini belirsizleştiriyor. Diğer taraftan, bu kriz bir başka çok daha büyük “sistemik bir krizin” (karar anının) semptomlarından biridir de denebilir.
SİYASİ, EKONOMİK TIKANMA
Fransa’da, son genel seçimler siyasi merkezin çöktüğünü, siyasi yelpazenin sağ ve sol ucundaki partilerin güçlendiğini gösterdi. Faşist Le Pen’in partisi ve Mélanchon’un sosyalist cephesi en büyük iki bloku oluşturdular ama tek başlarına hükümet kuracak sayıdan yoksundular. Macron hükümet kurma görevini Mélanchon’a veya Le Pen’e vermek yerine, neoliberal programı uygulaması için merkez sağdan Barniere’e verdi. Barniere’in azınlık hükümeti kısa sürede çöktü. Macron, hükümeti kurması için 4. kez yine merkez sağdan Bayrou’yu atadı. Bu siyasi istikrarsızlık, hem toplumdaki siyasi kutuplaşmanın hem de bu kutuplaşmayı besleyen ağır ekonomik sorunlardan kaynaklanan tıkanıkların sonucuydu. Fransa’da kamu borcu GSYİH’nin yüzde 110’una ulaştı. Düşük ekonomik büyüme hızı, merkez partilerin neoliberal modelin “deli gömleğinin” içinde kalarak çözüm aramaları krizi derinleştiriyor. Birçok analist durumu Yunanistan mali krizine benzetmeye başladı. Bu koşullarda faşist parti emekçi sınıfların da desteğiyle güçlenmeye devam ediyor; Le Pen’in gelecek seçimlerde devlet başkanı olma olasılığı da artıyor. Fransa’daki bu siyasi, ekonomik tıkanıklık, onun AB içindeki merkezi konumunu zayıflatıyor.
Geleneksel olarak Avrupa Birliği sürecinin merkezi ve çapası, diğer bir deyişle hegemonya odağı olarak görülen Almanya’da da durum iyi değil. Almanya ekonomisinde geçmiş yıllarda görülen canlılığın, ihracat gücünün yerini, durgunluk hatta bir imalat sanayisi ve ihracat krizi almış görünüyor. Düşük maliyetli Rus enerjisinden aniden mahrum kalması, ihracata dayalı ekonomik modelin, Çin ekonomisinin büyüme hızının yavaşlamasıyla aksamaya başlaması Volkswagen, Thyssen, Krupp gibi endüstri devlerini sarsıyor, on binlerce çalışanı işten çıkartmalarına neden oluyor. Bu ekonomik koşullar Almanya’da siyasi/kültürel kutuplaşmayı daha da derinleştiriyor. Ukrayna savaşının Almanya’ya yeni askeri ve finansal yükler getirmiş olması da cabası.
Bu zemin üzerinde, Şansölye Olaf Scholz’un koalisyon hükümeti kasım ayında çökmüştü. Scholz pazar günü meclisten güvenoyu alamayarak istifa etti. Erken seçimler 2025 Şubat’ında yapılacak, kimse belirsizliğin kalkmasını beklemiyor. Faşist (sağ popülist) parti Almanya için Alternatif (AfD), özellikle doğuda, güçlenmeye devam ediyor; şubat seçimlerinden birinci parti olarak çıkamasa da anahtar parti konumuna yükselme olasılığı hızla artıyor.
Her iki ülkedeki siyasal istikrarsızlık, ekonomik durgunluk, “süreç olarak faşizm” için verimli bir ortam yaratıyor.
KAPTANSIZ GEMİ, FIRTINALI SULAR
Tarihsel olarak Fransız-Alman ortaklığı, Avrupa Birliği sürecinin, Avro düzenin, hatta küresel iklim kriziyle mücadele politikalarının şekillenmesinde belirleyici olmuştu. Şimdi bu liberal demokratik ortaklığın zayıflaması, hatta kopma olasılığı, süreç olarak faşizmin, ilk genel seçimlerde bu ülkelerde devlete ulaşma olasılığı hem Avrupa’da hem de küresel çapta derin sarsıntıların gelmekte olduğunu haber veriyor. Bu resme, ABD’de Trump’ın, yeniden başkan seçilerek, ekonomide almayı planladığı korumacılık önlemlerini, Ukrayna’da anlaşmayı zorlama niyetini de ekleyince güçlü bir Fransız-Alman liderliği olmadan AB’nin, Trump’ın politikalarının sonuçlarına direnme şansı da hızla azalıyor.
Fransız-Alman motorunu yeniden canlandırmanın, AB sürecini ilerleterek AB’nin çözülmekte olan küreselleşme ve hızla bozulan “kurala dayalı uluslararası düzen” içinde etkin bir ekonomik siyasi, hatta askeri blok konumuna gelme olasılığı var mı? AB üyesi ülkeler birçok konuda, ulusalcı politikalar geliştirmeye, ABD, Rusya ve Çin ilişkilerini farklı yollardan kendi çıkarlarına göre düzenlemeye çalışırlarken bu soruya olumlu bir cevap vermek çok zor. Yakın bir gelecekte AB’yi de tarihteki “ortak para birliklerinin” mezarlığına gömmek durumunda kalabiliriz.
/././
ABD’yle Fırat pazarlığı -Mehmet Ali Güller-
/././
Davutoğlu’nun Golan Tepeleri dosyası -Mehmet Ali Güller-
/././
Eyvah! Yine bize övüyorlar -Miyase İlknur-
/././
Gandi, Castro, Che, Allende, Ortega, Kaddafi bile...-Şükran Soner-
Emperyal ittifakların dünyanın yoksul halklarını, canlarına da acımadan, ezdikleri, sömürdükleri dünyada, halkları için kurtarıcılık yapmış, iz bırakmış aklıma gelen ilk isimlerden. Kimilerinin uzun soluklu başarıları, ezilen hakların moral değerlerinin yükseltilmesine de katkı yaptı. Kimileri direnerek canlarını verdiler. Emperyal çıkar savaşları kimi zamanlar yenilgilerle geriletilebildi. Ne yazıktır ki yılların akışları içinde, yeni yollardan yürümeyi sürdürdü.
Suriye, üzerinden sürdürülen son gelişmelerde, önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan Libya’daki toplantıya katılınca içim burulmuş olarak, Libya’daki bugünün acıklı iç savaşlar tablosunu da anımsamış olarak, bir zamanlar hakkıyla diktatör kimlikli oluşunun altını çizdiğimiz “Kaddafi’nin bile” ülkesinin yaşayanları için çok daha iyi bir yaşam yaratabildiği gerçeğinin altını çizmek zorunda kaldım. Şimdilerde çoğunluk Ortadoğu ülkelerindeki gerçekliğe uygun olarak içinden paramparça..
***
Emperyal kirli çıkarlar sömürü ağının şaşmaz kuralı “Böl, parçala, yönet”in, günümüzde insan haklarının evrensel ölçeklerinin katlanarak çiğnenmesiyle bilimsel teknolojik gelişmenin tam tersine, dünya çapındaki sömürüsünün acımasızlığı katlanmış boyutlarda. Bilimsel teknolojik gelişmelerin tam tersi olarak, en kirlisi, en ilkelinden, dini inançların acımasız sömürülmesi üzerinden kan akıtma, dini inançların ahlaka dayalı değerlerinin aksine, acımasızlıkta, ahlaksızlıkta sınır tanımayan suçların işlendiği suç ittifakları ile siyaset yapılıyor.
***
Ülkemizde 12 Eylül üzerinden, emek haklarının da çok ağır gasp edilmesi ile yaşatılan acılı süreçlerin ardından, DİSK yöneticileri hâlâ cezaevlerinde tutulurken, Amerikan işçi sendikal hareketinin sürpriz bir girişimi ile birkaç gazeteci arkadaş 5 haftalık geniş bir görüşmeler yelpazesinde ABD’de görüşmelerin, etkinliklerin bombardımanına yakalanmıştık. Özal, ABD’den tekstil kotalarını koparma peşindeydi. “Amerika’nın öteki yüzü” dizini içinde özetlemeye çalıştığım sonuçlar birbirinden çarpıcıydı.
Avrupalı sendikal örgütlerinin DİSK’lileri kurtarma çabaları etkili olmuş, Türkiye ilişkilerinde en sorumlu görüşmeci, bilinçli verdiği demecinde, “Biz Türkiye için tek işçi konfederasyonu Türk-İş’in varlığını öngörmüştük, ancak Avrupalı dostlarımızı daha fazla üzmek istemiyoruz. Özal umut ettiği kotayı alamayacak, demokrasimiz buna izin vermez” anlamında bir açıklamayı esirgememişti. Döndüğümde tutuklu DİSK yöneticilerine, “Çıkıyorsunuz” haberini ulaştırmaya çalışırken yargılama hemen sonuçlanmadan serbest bırakılmışlardı.
Asıl etkilendiğim, çoğu Cumhuriyet okurlarının bile adını anımsayacakları Nikaragua’nın direniş savaşçısı Daniel Ortega’nın Amerika sınırları içinde yarattığı kamuoyu etkisinin, bize verilen “medya güdülenmesi” derslerinin içinde bile gösterilmiş olmasıydı. Uzman medya güdülemecilerinin derslerinde bir yandan Özal’ın ülkemizdeki kampanyalarının başarısına yer verilmişken “anarşi, terör görselleri ile 12 Eylül’e gelişte başarılan algıya” geniş yer verilmiş olmasıydı. Daniel Ortega’nın Amerika’da yürüttüğü kampanyada, silahlı direnişçi görüntülerinin yerine, New York’un en büyük parkında spor yapan sivil siyasetçi görüntüleri örneklenmişti.
Bilgisayardan girince Daniel Ortega’nın hâlâ ülkesinde başkanlık yaptığını öğrenmiş oldum. Özetle gerçek haklar savaşımında tuzaklara karşı savaşımın öneminin altını çizmek istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder