T-24 "Köşebaşı + Gündem" -1 Şubat 2025-

4 milyarlık kamu zararıyla gündeme gelmişti: Formula 1 yarışlarının yapıldığı İstanbul Park ihalesine yargı freni -Cengiz Anıl Bölükbaş-

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı’nın 4 milyar liralık kamu zararıyla gündeme getirdiği, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2 Nisan 2024 tarihinde düzenlenen İstanbul Park Yapım ve Onarım Karşılığı Kiralama İhalesi, İstanbul 11. İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. Mahkeme, ihaleyi hukuka aykırı buldu.

İstanbul Tuzla Tepeören Mahallesi’nde bulunan ve Formula 1 yarışlarına ev sahipliği yapan İstanbul Park ihalesini, Türkiye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu üyesi de olan Lale Cander’in sahibi olduğu Can Bilim Eğitim Kurumları A.Ş kazanmıştı.

Mahkeme 'dur' dedi

Pistin eski işletmecisi Eylül Girişim Gayrimenkul Tarım San. ve Tic. A.Ş tarafından ihalenin iptali istemiyle açılan dava 31 Aralık 2024’te sonuçlandı. Görülen dava sonucunda İstanbul 11. İdare Mahkemesi; mevcut imar durumu ile ihale şartnamesindeki değişikliklerin yapılmasının mümkün olmadığına, ihaleyi kazanan şirketin ihale şartnamesinde yazılı süre içerisinde Formula 1 yarışlarının ülkemizde düzenleneceğine dair protokolü Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne sunamadığına ve en önemlisi de ihalenin rekabetçi olmadığına dikkati çekerek ihaleyi iptal etti.

"İmar planı yapılması gerekir"

Mahkeme iptal gerekçesinde şu tespitlere yer verdi:

“Ülkemiz ve bölge için bu türde büyük bir ihaleye çıkılmasına karar verilmesi ve akabinde ihale ilanı yapılması için öncelikle titiz bir inceleme ve değerlendirme yapılarak, bir çok hazırlık aşamasından geçmek suretiyle kesinlik içerir şekilde, altyapısının hazırlanması, kurumlarla iletişime geçilmek suretiyle görev ve yetkilerinde bulunması hasebiyle ancak ilgili idarelerce yapılabilecek/yapılması gereken prosedürün tamamlanması ve sonrasında ihale ilanına gidilmesi gerektiği kanaatine varılmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği üzere bir bölgenin yerleşime açılarak kamuya sunulması için, nüfus ve yapı yoğunluğu ile trafik yoğunluğu getirmesi nedeniyle, imar planlarının yapılması gerekmektedir.

"Kamu kaynakları israf edilecek" 

Somut olay özelinde değerlendirme yapıldığında da taşınmazda alışveriş merkezi gibi mahaller/yapılar yapılması öngörüldüğünden, öncelikle alanın plan değişikliğinin yapılarak bu fonksiyonların/yapıların yapılabileceğinin ortaya konulması akabinde ihaleye çıkılmasına karar verilmesi ve buna dayalı olarak ihale ilanının yapılması gerekmektedir. Aksi halde henüz imar planlarının yapımının mümkün olup olmayacağı belirsiz bir durumla ilgili olarak ihaleye çıkılmasının kamunun kaynaklarının verimsiz kullanımına sebebiyet verebileceği, hatta planın yapılmaması/yapılamaması halinde ihalenin iptal edileceği şartı yer aldığından kamuda israfın oluşması sonucunu doğuracağı dikkate alındığında, ihaleye çıkılmasında ve ihale ilanında beklenen kamusal yararın ortaya çıkmayacağı sonucuna ulaşılmaktadır.

"Rekabet oluşmadı" 

İmar planlarının/plan değişikliklerinin yapımının bir çok süreçten geçmek suretiyle hazırlandığı ve planların hazırlık evresi ve onayının belli bir süre gerektirdiği, yine plan yapılırken bir çok kurumdan görüş alınması ve bu görüşlerden bazılarına aynen uyulması gerektiği dolayısıyla bu kadar karmaşık ve uzun bir süreç isteyen bir hususun yüklenici dışında bir çok kurumun irade ve inisiyatifinde olması, bir başka deyişle yüklenicinin iradesi ve imkanı dışında kamu idarelerinin tamamen tasarruf ve yetkisinde olması nedeniyle bu şekilde bir şartla ihaleye girmek isteyen kişi ya da kurumlarda ihaleye girip girmeme konusunda tereddüte yol açacağı ve dahi bir çoğunun ihaleye girmemesine sebebiyet verebileceği, bunun da ihalenin temel ilkelerinden olan rekabetin oluşmasını engelleyeceği açıktır. İhaleye çıkılması kararına ve ihale ilanına konu alışveriş merkezi gibi yapılara ilişkin olarak, gelinen aşamada dahi yapılmış bir imar planı değişikliğinin bulunmadığı görülmektedir.

"Formula 1 yarışları getirilemedi"

Davaya konu ihale kararı ve ilanı ile Formula 1 yarışlarının ülkemize getirilmesinin amaçlandığı, bu amaçla ilgili olarak meclis kararında birtakım şartlar belirtildiği görülmektedir. Bu şartlara göre ihale ile ilgili sözleşmenin imzalanmasını müteakip bir ay içinde ilgili kuruluşla yarışların Türkiye'ye getirilmesi hususunda protokol imzalanması gerekmekte olup sonraki senelerde de her yıl bu yarışın ülkemizde yapılmasının sağlanması aksi halde tazminat alınacağı belirtilmiştir. Nitekim aradan uzun bir zaman geçmesine karşın gelinen aşamaya kadar yarışların taşınmazda yapılacağına dair bir anlaşmanın ortaya konulamadı.

Salıcı, 4 milyarlık kamu zararı olduğunu açıklamıştı 

CHP İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı, yaptığı açıklamalar ile ihaledeki usulsüzlüklere dikkat çekmişti. İhaleyi kazanan Can Bilim Eğitim Kurumları A.Ş tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne sunulan teminat senedinin sahte olduğunu söyleyen Salıcı, ihale dosyasına sahte teminat senedi sunularak kamunun 4 milyar TL zarara uğratıldığına dikkat çekerek, sahte teminat senedinin geçerli kabul edilmesine Bakan Mehmet Nuri Ersoy’un göz yumduğunu söylemiş ve Bakan Ersoy’u istifaya davet etmişti.

Salıcı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni by-pass ederek, kentin su ihtiyacını karşılayan Ömerli Barajı’nın yer aldığı Ömerli Havzası’ndaki Formula 1 pistinin bulunduğu arazinin mevcut imar planındaki 0,05’lik emsalinin “kamu yararı” gerekçesiyle yüzde 250 oranında artırılarak 0,15’e yükseltilmesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan talepte bulunduğunu açıklamış, bu bölgede 324 bin metrekarelik yeni bir inşaat alanının oluşacağını, bu değişiklikle 18.4 milyar TL’lik bir imar rantı oluşacağını söylemişti.

Salıcı: Hangi taşı kaldırsanız altından Bakan Ersoy çıkıyor 

Salıcı T24’e yaptığı açıklamada ise şunları söyledi:

“Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy’un sicili kabardı. Görevden alınmayı beklemeden istifa etmeyi bilmeli. Son dönemde hangi taşı kaldırsanız altından Bakan Ersoy çıkıyor. Yolsuzluk iddiaları ile anılan Yunus Emre Enstitüsü’ne bakıyoruz, mütevelli heyetinin başkanı Bakan Ersoy; Kartalkaya’da 38’i çocuk 78 canımızı yitirdiğimiz yangında ihmali olanlara bakıyoruz, başı çekiyor. Turizm tesis belgelerinin nasıl verildiği ise ayrı bir muamma, sayfa sayfa gazeteler yazıyor. Daha önce kendi şirketinde danışman olarak çalıştırdığı kişiyi alıp Bakanlığına genel müdürü olarak atıyor, bu kişi ile ilgili iddialar ise Bakan Ersoy’dan geri kalmıyor.”

"Sessizliğinin sebebinin bu araziden kaynaklı rant olduğunu biliyorum" 

Formula 1 pisti ile ilgili ihaleyi en baştan beri yakından takip ediyorum. Önce ihalenin sahte kefalet belgesi ile verildiğini öğrendim, belgeleriyle ortaya koydum ve Bakan Ersoy’u istifaya çağırdım. Hatta bunu Meclis komisyonunda yüzüne karşı söyledim ama tatmin edici bir yanıt alamadım. Bakan Ersoy sessiz kaldı. Bakan Ersoy’un bu ısrarının nedeninin Formula 1 olmadığını, bu araziden kaynaklı rant olduğunu biliyorum. Bakan Ersoy’un Bodrum’da bulunan lüks otelinin geceliği 694 bin TL iken o otelden 17 kat büyüklükteki bir alanı, bu ihale ile günlüğünü 365 bin TL’ye yandaşlarına peşkeş çekmeye çalıştı. Ancak yargı bu peşkeşe dur dedi. İtirazlarımızın ne kadar haklı olduğu yargı kararı ile de ispatlanmış oldu. Bakan Ersoy keşke zamanında istifa etseydi de bunca olay yaşanmasaydı, bunca can yitirilmeseydi." 

                                                        /././

Kıbrıs denkleminde yeni aktör ABD mi oluyor?-Hasan Göğüş-

Kıbrıs Rum Yönetimi ile ABD arasındaki ilişkiler özellikle savunma iş birliği alanında artarak devam ediyor. Biden Yunanistan Başbakanı Mitsotakis’in 2022 yılındaki Vaşington ziyareti sırasında Yunanlı gazetecilere şirinlik yapmak için kendisini “Bidenopoulos” olarak tanıtmıştı. Biden bu ismi fazlasıyla hak ediyor…

KKTC Cumhurbaşkanı Tatar, 15 Ekim’de New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri (BMGS) Guterres’in çalışma yemeğinde bir araya geldiği Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Lideri Christodoulides ile, bu kere, 20 Ocak’ta Ada’da bir görüşme gerçekleştirdi. BMGS’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi ve Kıbrıs’taki BM Barış Gücü Misyon Şefi Colin Stewart’ın ev sahipliğinde, ara bölgede yapılan görüşmede, Tatar’a Cumhurbaşkanlığı Özel Temsilcisi Güneş Onar, Christodoulides’e de Rum müzakereci Menelaos Menelau eşlik ettiler. Görüşmenin amacı mevcut geçiş kapılarında yaşanan sıkıntıların aşılması ve yeni kapılar açılmasının değerlendirilmesiydi. Türk tarafı yeni geçiş noktaları olarak Haspolat ve Akıncıları önerirken Rumlar Kiracıköy ve Erenköy’de KKTC topraklarından transit geçiş talebinde bulundular. Christodoulides ayrıca görüşmede Tatar’a sekiz maddelik yeni bir öneri paketi sundu. Öneri paketinde kayıp şahıslarla ilgili bir hakikat komisyonu, sivil toplum üyeleri tarafından bir danışma komitesi, gençlik için iki toplumlu bir teknik komite kurulması, Pile anlaşmasının uygulanması gibi yeni kapı açılmasının ötesine geçen, Kıbrıs sorununun nihai çözümüne ilişkin teklifler bulunuyor. Christodoulides’in niyeti açık. Bu görüşme ile masanın kurulmasını hayata geçirmiş olmak istiyor. Ancak Tatar’ın bu oyuna gelmediği, önerileri not almakla yetindiği anlaşılıyor.

Artan trafiğe giriş kapısı dayanmıyor

Ada’da halen farklı işlevlerle kuzey ve güney arasında geçişi sağlayan dokuz kapı bulunuyor. Bu kapılardan son 20 yılda 140 milyon geçiş yapılmış. Rumlar daha ucuz olduğundan otomobillerine benzin doldurmak, sağlık hizmetlerinden yararlanmak için kuzeye geçiyorlar. Türklerden de güneyde çalışmaya gidenler, GKRY pasaportuyla yurt dışına seyahat etmek için Güney’e geçenler var. Ada’daki toplam nüfusun 1.5 milyon civarında olduğu dikkate alındığında, sürekli havanda su döven yönetimlerinin aksine, iki toplum arasında artan bir muhabbetin varlığından söz etmek mümkün.

Yeniden masa kurulur mu?

Geçen yıl BMGS’nin kişisel temsilcisi olarak atadığı Maria Angela Holguin Cuellar’ın çabalarından somut bir sonuç çıkmadığı anlaşılıyor. Zaten altı aylık temasları sonucunda hazırladığı rapor da kamuya açıklanmadı. BM’nin tozlu raflarında yerini aldı.

Bu kere BMGS Guterres’in siyasi işlerden ve barış inşasından sorumlu yardımcısı Rosemary Di Carlo’nun şubat ayı ortalarında Ada’yı ziyaret etmesi bekleniyor. İtalyan asıllı Di Carlo taraflarla temas ederek mart ayı içerisinde Cenevre’de düzenlenmesi öngörülen 5’li görüşmeler için zemin yoklamasında bulunacak.

ABD/GKRY flörtü

Kıbrıs Rum Yönetimi ile ABD arasındaki ilişkiler özellikle savunma iş birliği alanında artarak devam ediyor. Biden, Yunanistan Başbakanı Mitsotakis’in 2022 yılındaki Vaşington ziyareti sırasında Yunanlı gazetecilere şirinlik yapmak için kendisini “Bidenopoulos” olarak tanıtmıştı. Biden bu ismi fazlasıyla hak ediyor. 5 Kasım’da kaybettiği seçimlerden önce Beyaz Saray’da ağırladığı son konuk GKRY Cumhurbaşkanı Christodoulides olmuştu. Başkanlık koltuğundaki son imzalardan birini de, 15 Ocak’ta GKRY’yi “Yabancı Askeri Satışlar Programı”na (FMS) dahil ederek ihtiyaç fazlası askeri malzeme, teçhizat ve hizmet satışına imkan veren cumhurbaşkanlığı kararnamesine attı. Bu kararname ile GKRY hükümeti bundan böyle doğrudan Amerikan hükümetinden silah satın alabilecek.

ABD ile GKRY arasında gelişen askeri ilişkiler

Aslında savunma iş birliği alanındaki Amerika ile GKRY flörtünün 5-6 senelik bir geçmişi var. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesindeki 20 Ocak 2025 tarihli bilgi notunda, tarihi zirvesine ulaştığı vurgulanan ABD-GKRY iş birliğinde süreç içerisinde kaydedilen aşağıdaki gelişmelere yer veriliyor.

- 2018 yılı sonunda iki ülke savunma iş birliğine yönelik niyet beyanı imzalanması,

- 2019 yılında ABD Kongresi’nin GKRY’e uygulanan silah satışı yasağının kaldırılmasına imkân tanıyan “Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji Ortaklığı Yasası”nın tüm partilerin desteğiyle kabul edilmesi,

- GKRY’nin ABD’nin uluslararası askeri eğitim programına (IMET) dahil edilmesi,

- Kıbrıs’ta beş milyon dolar harcanarak kara, açık deniz ve liman güvenliği için sınır güvenliğine ve kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesine yönelik bir bölgesel eğitim merkezi kurulması,

- Vaşington’daki GKRY büyükelçiliğinde askeri ataşelik açılması,

- GKRY’e yönelik silah satışı yasağının kaldırılması,

- ABD ile GKRY arasında savunma işbirliği alanında beş yıllık bir yol haritası imzalanması,

- İki ülkenin deniz kuvvetleri tarafından Akdeniz’de ortak tatbikatlar icra edilmesi,

- ABD’den Ada’ya üst düzey askeri ziyaretler gerçekleştirilmesi.

Bir sonraki aşama korkarım GKRY’nin NATO üyeliği olacaktır. Bu konu şimdiden Brüksel’deki NATO koridorlarında dillendirilmeye başlanıldı bile.

Tabii tüm bu yaşananlar, Biden yönetimi döneminde gerçekleşti. Şimdi Başkanlık koltuğunda Trump oturuyor. Trump nasıl bir Kıbrıs politikası izler, henüz belli değil. Ama 2022 yılında, Kongredeki Rum lobisinin önde gelen isimlerinden Senatör Robert Menendez ile birlikte GKRY’e silah satışı yasağının kaldırılmasının mimarlığını yapan Marco Rubio Yeni Trump hükümetinde dışişleri bakanı oldu.

ABD bugüne kadar Kıbrıs sorununa İngiltere gibi doğrudan müdahil olmamıştı. Yönlendirmelerini ya perde arkasından ya da BM üzerinden yaptı. Kendisini Dünyanın barış havarisi olarak ilan eden Trump, başarılarına başarı katmak için Kıbrıs’a da el atar mı? El atarsa kimden yana tavır alır? Tahmin etmek çok zor değil.

Trump’ın adalara pek bir meraklı olduğunu biliyoruz. Bir de bakmışsınız, bir sabah uyandığında, “Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de İsrail’in güvenliği açısından çok önemli, stratejik değeri olan bir ada, parası neyse verek alak” deyivermiş. Der mi, der.

                                                                  /././

Adliye koridorları İmamoğlu’nu büyütür mü; Çağlayan’dan izlenimler -Candan Yıldız-

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu yargısal süreçlerle ilgili ‘Millet daha büyüktür’ mesajıyla yürüyecek gibi görünüyor.

imamoğlu

Ekrem İmamoğlu’nun ‘Ahmak’ davasını takip eden bir gazeteci olarak söyleyebilirim ki Çağlayan Adliyesi daha kalabalıktı.

Yargısal süreçler İmamoğlu’nun halk nezdindeki karşılığını daha da büyütmüş zaman içinde.

CHP teşkilatları başta olmak üzere, İmamoğlu ile bağ kuran, CHP teşkilatlarından olmayanlar da Çağlayan Adliyesi önüne gelerek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na ‘yalnız değilsin’ mesajı verdi.

Çağlayan Adliyesi’nde ‘terör’ dosyalarına bakan katta ifade veren İmamoğlu için büyük bir avukat grubu da geldi.

İfadesinden önce İmamoğlu şu soruyu sormuştu:

“İfademi terör savcısı alacakmış. Neden terör savcısı alacak, bunu da soracağım.”

İmamoğlu’nun İstanbul Başsavcısı Akın Gürlek’i hedef gösterdiği iddiasıyla açılan soruşturma Terörle Mücadele Kanunu’nun 6. Maddesi kapsamında…

Diğer soruşturma da TCK 277 ve 288, yargıyı etkilemek kapsamında…

İmamoğlu her iki konuda da ifade verdi bugün. Avukatı Kemal Polat’tan öğrendiğim kadarıyla nezaketi yüksek bir ifade süreci olmuş.

CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı Cem Aydın’ın evine yapılan polis baskınıyla gözaltına alınmasına tepki gösterirken söyledikleri gerekçesiyle soruşturma açılmıştı İmamoğlu'na. İfadesinde de tekrarladı.  Sözlerinin arkasında durdu.

Siyasi savunma yapan İmamoğlu, ‘yargıyı etkileme’ suçlamasını tersine çevirerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yargıyı etkilemeye çalıştığını savundu.

“Asıl tehdit ‘Turpun büyüğü heybede’ diyerek yargıya doğrudan müdahale edenler tarafından yapılmaktadır. ‘Turpun büyüğü heybede’ diyerek hedef gösterenler, bu sözleriyle bir yandan da yargı mensuplarının bağımsız ve tarafsız çalışamayacaklarını deşifre etmektedirler.”

İmamoğlu’nun savunmasına iyi çalıştığı anlaşılıyor.  Zira ifade sonrası Çağlayan Adliyesi’nin girişinde kurulan kürsüde aynı şeyi halka da söyledi. “Sizden saklayacağım bir şey yok, ifşa etmeye devam edeceğim” mesajı verdi.

İki nokta dikkatimi çekti… İmamoğlu Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın gözaltına alınması sürecinde daha açıktan mücadele edeceğinin mesajını vermiş… O gün bir sloganı kullanmıştı. “Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya Hiçbirimiz Ya Hep Beraber.”

İşte bu slogan tutmuş.

Bu sloganın geçmişine baktığımızda Gezi’de de kullanılmıştı. Toplumsal eylemlerin vazgeçilmez sloganı, artık CHP tabanında da karşılık bulmuş.

Kullanılan dövizlerden, sloganın hep bir ağızdan söylenmesinden anlaşılıyor.

İmamoğlu’nun ifade verdiği anlarda çok sayıda CHP’li milletvekiliyle de görüşme imkânım oldu.

Sözü edilen slogana eşlik eden bir şarkı da dolaşıma girdi dünden bu yana… Ki bugün İmamoğlu’nun seslendiği otobüste bu şarkı çalındı.

O şarkıda ‘Yassıada’, ‘Zincirbozan’ ve ‘Pınarhisar’ göndermeleri var.

Bu şarkının bestecisini, söz yazarını ve seslendiren ismi öğrendim. Kendisine de sordum. Bir dönem Meral Akşener’in danışmanlığını yapan ve yollarını ayıran Murat İde

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde okuduğu bir şiir nedeniyle Pınarhisar’daki kaldığı cezaevine gönderme yapılmasından da anlıyoruz, İmamoğlu yargı süreciyle ilgili Erdoğan’ın yaşadıklarını da gündeme getirecek.

“Dün yaşatılanların aynısını başkalarına yapıyor” mesajı verilmiş olacak.

Bir diğer konu da CHP lideri Özgür Özel’in neden orada olmadığı… Zira gözler onu da aradı.

Ancak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’la Ekrem İmamoğlu’nun el ele fotoğraf vermesi, olası cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda rekabet içinde olmayacaklarını ima etmeleri kanımca CHP içine bir mesajdı.

Nitekim adaylık konusunda farklı senaryolarında konuşulduğunu biliyorum.

İmamoğlu artık bir lider. Sadece bir belediye başkanı değil. Çünkü kendisine desteğe gelenlerle konuşurken şu cümleyi not olarak düşmek istiyorum:

“Türkiye’yi ancak İmamoğlu kurtarır. Onun dışında hiçbir güç kurtaramaz. Çünkü cesur, pısırık değil. Halkı arkasına toplayabiliyor.”

İktidar ne kadar farkında bilmiyorum ama bastırılmış hiçbir tepki yok olmuyor. Ya da şöyle de diyebiliriz, İmamoğlu’na yönelik yargısal süreçleri toplum ‘siyasi’ olarak yorumluyor. Ve her konudaki adalet arayışını İmamoğlu ile özdeşleştiriyor.

Bir bilgi de CHP’den.

Adliye koridorunda CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın’la konuştuk bir grup gazeteciyle birlikte. Cumhurbaşkanı adayının ön seçimle belirlenmesi kararına açıklık getirdi.

Günaydın şunları söyledi bize….

 “CHP’nin şu anda 1 milyon 600 bin üyesi var. Açıklama yaptığımız günden bugüne 7 bin yeni üye geldi CHP’ye… Tabii ki bu süreç çok uzun olmayacak. 10 ya da 15 gün içinde ön seçim tarihini açıklayacağız. O tarihe kadar üyeler oy kullanabilecek. Yani üye olma süreci devam edecek ama açıkladığımız tarihten sonra üye olanlar oy kullanamayacak. Diyorlar ki ya AKP’liler üye olursa… Biz 101 yıllık partiyiz. Her halde ne olduğunu biliriz. Kaldı sadece ön seçimi değil kamuoyu yoklamaları yapacağız ve milletvekillerine de sorulacak.”

İmamoğlu bugün Çağlayan Adliyesi’nden moralle ayrıldı.

Yaptığı konuşmalarda hep ‘millet’ vurgusu olan İmamoğlu, yargılanma süreçlerinde kullanacağı retoriğin ‘Millet daha büyüktür’ olacağını düşünüyorum.

Savunmasında da vardı…

                                                              /././

İstanbul'da 253 otel kapatılacak: En çok otel kapatılacak bölge Beyoğlu

"Pazartesi günü itibarıyla ruhsatsız ya da ruhsatlı olup Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan basit konaklama belgesi olmayan konaklama yerlerinin tamamını kapatmış olacağız"

t24 özel istanbul

Kartalkaya'da yaşanan otel yangını faciasından sonra İstanbul Valiliği'nin aldığı "Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan basit konaklama belgesi olmayan otellerin kapatılması" kararıyla faaliyetlerine son verilecek otel sayısının 253 olduğu öğrenildi. Kent genelinde en çok kapatılacak otelin bulunduğu bölge Beyoğlu, en az otel kapatılacak bölge ise; Ataşehir oldu.

İstanbul Valisi Davut Gül'ün, İstanbul İl Koordinasyon Kurulu toplantısında kamuoyuna duyurduğu otel kapatma uygulaması çerçevesinde faaliyetine son verilecek oteller tek tek belirlendi.

Kartalkaya'da 78 yurttaşın yaşamını yitirdiği yangın felaketinin ardından harekete geçen İstanbul Valiliği, kaymakamlıklar üzerinden "işletmesi sorunlu" otelleri tespit etti. T24'ün aldığı bilgiye göre; kent genelindeki 39 ilçeden 12'sinde kimi otellerin faaliyetinin uygun olmadığı belirlendi.

Sorunlu otellerin, kentin merkezinde ve turizm bölgelerinde yoğunlaştığı dikkati çekti. Valilik, 12 ilçede toplam 253 otelin mevzuata uygun olmadığı ortaya çıkardı.

Yapılan araştırmalar sonucunda en çok faaliyetine son verilecek otelin Beyoğlu ilçesi sınırlarında olduğu belirlendi. Beyoğlu'nda 64 otel kapatılacak. İkinci sırada 46 otelle Beykoz, üçüncü sırada ise 40 otelle Arnavutköy ilçesi yer aldı.

Listede yer alan ilçeler ve kapatılması planlanan otel sayıları şöyle:

"Arnavutköy: 40, Ataşehir: 4, Beykoz: 46, Beyoğlu: 64, Esenyurt: 19, Fatih: 7, Kadıköy: 5, Küçükçekmece: 13, Pendik: 8, Şişli: 33, Tuzla: 6 ve Ümraniye: 8"

İstanbul Valisi Gül, önceki gün başkanlık yaptığı il koordinasyon kurulundaki açıklamasında, "Pazartesi günü itibarıyla ruhsatsız ya da ruhsatlı olup Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan basit konaklama belgesi olmayan konaklama yerlerinin tamamını kapatmış olacağız. Kaymakamlıklar üzerinden yürütülecek süreç başlatıldı" dedi.

Vali Gül, aynı toplantıda kaymakamlara yönelik "Otellerle ilgili bir süreç başladı. Kaymakamlarımız koordine edecek. Otellerde ruhsatı olmayan ya da Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan işletme belgesi olmayan otellerimizin tamamı yarın kapatılmazsa en geç cumartesi, pazar tamamını kapatacağız. Pazartesi günü itibarıyla ruhsatsız ya da ruhsatlı olup Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan basit konaklama belgesi olmayan konaklama yerlerinin tamamını kapatmış olacağız. Listeler belli. Dolayısıyla yarına kadar bitirelim. Olur ya ölçekten dolayı yetiştiremezsek cumartesi, pazar bunların tamamını kapatmış olalım" talimatını verdi.

                                                       ***

Taşıt Tanıma Sistemi kilitlendi, kayıt yaptıramayan araç sahipleri isyanda: Trafikte ceza kesilirse bunun sorumlusu kim olacak?

UTTS kaydı için verilen süre doldu, ancak sisteme girişlerde problemler yaşanıyor. Birçok araç sahibi yazılımsal problemler sebebiyle kayıt olamıyor. Cihazı takılanlarda ise aktivasyon problemleri yaşanıyor.

Akaryakıtta vergi kaybının engellenmesi için geliştirilen Ulusal Taşıt Tanıma Sistemi'ne (UTTS) kayıt yaptırmak için son gün 31 Ocak 2025 olarak belirlenmişti. Türkiye gazetesinde yer alan habere göre; sistemde yaşanan yazılımsal problemler sebebiyle binlerce mükellef sisteme giriş yapamıyor. Konuyla ilgili şikâyet siteleri ve tüketici bloglarına 15 günde 4 bin 324 başvuru geldi. Sistemdeki sorunların çözümü için adım atılması gerektiği ifade ediliyor. Araç sahipleri “Sürenin uzatılması ve sistem sorununun çözülmesi gerekiyor. Tüm belgeleri tamamlamış mükellefler olarak biz üzerimize düşeni yaptık. Ancak sistem yoğunluk nedeniyle çökmüş durumda. Kayıt süresi doldu. Trafikte ceza kesilirse bunun sorumlusu kim olacak?” diyor.

"Plaka kısmı kabul görmüyor"

Sisteme kayıt yaptıramayan Selçuk Bükeroğlu, mağduriyetini şöyle anlattı:

“Hidromek markalı bir iş makinemiz var. Tüm bilgilerimizi sisteme girdiğimizde plaka kısmı kabul görmüyor. Plakada ‘harf olmalı’ mesajı geliyor. Ancak iş makinelerinin plakalarında harf olmaz ve sayıdan oluşur. İlk 2 rakam ilin kodunu, ikinci 2 rakam ilçe kodunu, sonraki 2 rakam tescil yılını, ayrıca son rakamlar da o yılın tescil sıra numarasını ifade eder. Konuyla ilgili gerekli yerlere mail attık, çağrı merkezine şikâyet oluşturduk ama sonuç gelmedi. Bu sorunların çözülmesini istiyoruz.” 

"Süre uzatılsın"

UTTS sistemi kurulumu yapan bir firma yetkilisi de giriş ve aktivasyon sorunları olduğunu ifade ederek “Çoğu vatandaş sisteme kayıt olamıyor. Olanlarda da aktivasyon sorunu yaşıyoruz. Sistemin düzelmesi için süre talep ediyoruz. Çünkü bu kayıt süresi doldu ve ceza uygulanmaya başlayacak” dedi. 

UTTS'de en çok karşılaşılan problemler şunlar:

Birçok marka kayıt sisteminde görünmüyor. Örneğin Kanuni ve Harley Davidson markalı motosikletler yok, bazı Çin markalı binek otomobil ve ticari araçlar da sistemde bulunmuyor. Sistem elle girişe de müsaade etmediği için kayıt işlemi yapılamıyor.

Kayıtların bir kısmında ‘value cannot be null’ hata mesajı çıkıyor. Birden fazla denediğinizde ise sistem sizi dışarı atıyor.

Bazı araçlarda sistem takılmış olmasına rağmen aktivasyon yapılamıyor.

Giriş yapmak için bir telefon numarası girmeniz gerek, oraya gelen mesaj ile sisteme giriyorsunuz ancak sisteme girilen telefona onay mesajı gelmiyor.

Yine sistemde “belge ekle” butonu bulunuyor, belgeyi ekliyorsunuz ancak “gönder” butonu aktif değil.

Büyük iş makinelerinin plakları sadece rakamlardan oluşur. Ancak sisteme giriş yaptığınızda “plakada harf olmalı” hatası veriyor. Yani aracı binek olarak görüyor.

                                                           ***

(T-24)

soL "Köşebaşı+Gündem" -1 Şubat 2025 -

 Aslolan Yeni-Osmanlı -Aydemir Güler-

Ancak Yeni-Osmanlı açılımı istikrar ve denge açısından, Cumhuriyet sonrası kapitalist düzenin krizden çıkabilmesi açısından koskoca bir sıfırdır.

Aylardır kamuoyu iktidarın niyetini çözmeye çalışıyor. Gide gele ancak mantık çelişkilerine ulaşılıyor. Deniyor ki, madem “süreç” var, kayyum atamak da neyin nesi? Madem yumuşama olacak, gözaltılar, tutuklamalar niye? Madem barış gelecek, operasyonlar neden sürüyor? Madem barış sağlanacak, savaş dilinin yerine bir barış dili lazım değil mi? Madem, madem…

Bu yüzeydeki çelişki, denklemin baştan yanlış kurulmasından kaynaklanan bir görüntüden ibarettir. İktidar, sanıldığı gibi barışa falan yönelmiş değil, dolayısıyla ortada çelişki değil muazzam bir tutarlılık var. Açmaya çalışacağım.

Ama konunun bir başka yönü var. İktidarın siyaset üreticisi ve uygulayıcısı olan çok sınırlı bir nüfus dışarıda bırakılırsa, bütün toplum, yanlış denklemi kabullenmiş durumda. Geniş kitlelerin şifre çözmekle uğraşmak yerine genel algılarla hareket etmesi gayet normaldir. Bahçeli’nin elini uzatıp ağzını açtığı ilk günden beri, ortada bir toplumsal algı vardır ve buna göre “madem süreç var, ortamın yumuşaması beklenir.”

Bu beklentinin karşılanmamasının, iktidar blokunun toplumsal desteğine darbe vurması ise kaçınılmaz. Üstelik toplumun geneli yoksullaşma nedeniyle iktidara tepki biriktirmekte, en azından soğumaktadır. Dahası var; yoksullaşmanın üstünü örtmeye kalkan yetkililerin mesajları halkla dalga geçmekten ibarettir, kimseyi inandırmamaktadır. Türkiye gerginlik yorgunudur ve iktidar bu kez gerilimin artmasının sorumluluğunu kimseye yıkabilecek durumda değildir. Ortada ne Ergenekoncu var, ne cemaatçi… 

Ancak, başa dönersem, iktidarın davranışlarında tutarlı bir bütünlük var. Çünkü maksat barış, yumuşama, “süreç” falan değil. Zaten bunların zerresi olsa, “Geliniz, silahlarınızı öldürülmeden önce siz kendi iradenizle bırakınız” diye bir laf edilebilir miydi? İktidarın sözcüsü Bahçeli bunu da söyledi!

Elbette bu son mesajın gerçek durumu tam olarak yansıttığını da düşünemeyiz. Geri planda pekâlâ müzakereler sürüyor olmalı. Baksanıza, silah bırakacak olanların hangi ülkelere gidebileceği bile basına sızdırılıyor. Demek ki, hükümetin Rojava’yı ezip geçme tehditleri de, Kürt siyasetçilerin şiddetli protestoları da, halkın işin içinden çıkamaması, göz gözü görmemesi için atılan sis bombalarından ibaret. Çünkü ne Ankara’nın sözü ABD’ninkinden üstündür, ne Kürt hareketi kapıyı vurup çıkabilir.

Ne de sermaye sınıfımızın Suriye’nin yeniden imarından başlayıp, enerji koridorlarına, oradan savunma sanayiine uzanan heyecanı boşa düşürülebilir. Bu heyecan düzen siyaseti için bir ilke, bir komuttur.

Peki, nedir doğru denklem? Erdoğan iktidarının güncel açılımı nedir?

Başlıktaki gibi, aslolan Yeni-Osmanlı’dır!

AKP’nin, yıktığı Cumhuriyet’in yerine yeni bir düzen kuramayacağını, Türkiye’nin oraya sığmayacağını biz 2011’den bu yana söylüyoruz. Cumhuriyet mitinglerini yaşayan, 2009 yerel seçimlerinde duraklayan, 2010 Anayasa referandumunda sınırlarını gören AKP’nin 2011 genel seçimlerini kazanması bu anlama gelmişti. Karşıdevrim kazanabilir, Cumhuriyet yıkılabilirdi. Ama yerine kuracakları bir şeyleri yoktu. Sadece yıkıcıydılar; kurucu olamayacaklardı. 

Karşıdevrim cephesinin bütün unsurları, yani sermaye sınıfı da, emperyalistler de, dinciler de onca zamandır kıvranıp duruyorlar. Türkiye yeni bir denge ve istikrara demir atamıyor. İktidarın zenginleri daha zengin etmek için varını yoğunu ortaya koymasının, sermaye sınıfının ömrü hayatında olmadık bir şımarıklığa sarmasının nedenlerinden biri de bu durumdur. Henüz vakit varken, yarattıkları bataklık kendilerini de yutmadan, heybelerine ne doldurabilirlerse dolduruyorlar. Ülkeye, ele geçirdikleri sömürge toprağı kadar uzak durmaları bundan…  

Yeni-Osmanlı bir geçmişe öykünme, uyduruk bir demagoji sayılmamalıdır. Yeni-Osmanlı bu sıkışmanın karşısında geliştirilen bir tarih tezidir. İslamcılar büyük sermayeye bir program sunuyorlar. Yeni-Osmanlı ciddiye alınmalıdır.

Ciddiye alınmalıdır, çünkü arkasında, kabına, sınırlarına sığmayan bir sermaye birikimi var. Türkiye kapitalizmi, dünya piramidinin orta-alt sıralarındaki mazlumlardan değil, üst-orta sıralarındaki emperyalist heves sahiplerinden biri olabilecek kadar gelişmiştir. Dünya sisteminin derin dengesizlikleri hevesleri cürete yükseltmeye olanak veriyor. 

İktidarın bütün lafları demagojik olmuyor. Örneğin, “içeriyi tahkim etme” mesajı, gerçeği üç aşağı beş yukarı doğru yansıtabiliyor. Türkiye bölgesel bir güç olarak, en azından, yakın zamana kadar İran’ın sahip olduğuna denk bir konuma geçecekse, siyasal kriz kaynaklarını minimize etmelidir. Mümkünse Kürt dinamiklerinin en yakın konumlandığı merkez Ankara haline gelmelidir. 

Sonra; elbette bu bir rekabet işidir. Ankara bu hedef doğrultusunda, başta İsrail ve İran, akla gelebilecek diğer bütün adaylarla mücadele etmelidir. 

Uzatılan eller de külliyen yalan sayılmaz. Bahçeli “ağa” övgüsünde samimi bir sınıfsallıkla hareket ediyor. Diyarbakır’ın çevresine beton kuşaklar atan Kürt sermayesi de oranın buranın yeniden imarından coşkulanmış durumdadır. Sermayeyi temsil eden Kürt siyaseti, Anadolu’nun bir diğer ucunda inşaattan düşen Kürt işçisini, çocuğunu okula aç yollayan Kürt kadınını, patronların coşkusunun önüne koyacak değildir ya!

Yeni-Osmanlı bir sermaye barışıdır. Sermaye barışından kitlelerin payına olsa olsa savaşta ölmeye devam etmemek düşer. İş cinayetlerini, selleri, depremleri fıtrat deyip geçelim; bir de Kürtçe müzik dinlerken, halay çekerken başına bir şey gelmese… Bu sonuncusu gayet mümkündür. Türkiye’nin ırkçı faşistleri de yukarıda bahsi geçen ilkeye sadıktırlar. Olmadı, verilen komut onları da bağlar. 

Elbette burjuva demokrasisinde muhalefete ayrılmış bir alan da olacak. Beğenmeyen ırkçılar majestelerinin muhalefeti olarak Kürt düşmanlığına kayıt yaptırabilirler. Küfrederler, ip atarlar. Oy alırlar…

Bu kurguyu beğenmeyen Kürt siyasetçileri çıkarsa, onların işi daha zor. Çünkü onların Yeni-Osmanlı’ya uyum göstermemeleri, Ankara’nın rekabet ettiği merkezlere yanaşmalarını zorunlu kılacaktır. Bahçeli, böyle yapanların öldürüleceğini söylemektedir. Tutarlı değil mi?

Bu öyle bir “süreç”tir ki, siyaset alanının daraltılması esastır. Bir müzakere sürmektedir. Ancak iktidar pazarlığı “ölümü göstermekten” açıp, “sıtmaya razı etmeyi” amaçlamaktadır. 

Yukarıda “madem” diye başlayan cümlenin geniş kitlelere mal olduğunu, bu algının karşılıksız kalmasının iktidara verilen desteği azaltabileceğini söylemiştim. İktidar açısından böyle bir risk varsa, siyaset alanı daha kuvvetli biçimde kuşatılmalı, iktidara alternatif görülen bir güç kalmamalıdır… Yaşanan tam da budur. Ne dersiniz, bütün bunlarda anlamlı bir tutarlılık yok mudur?

Ancak Yeni-Osmanlı açılımı istikrar ve denge açısından, Cumhuriyet sonrası kapitalist düzenin krizden çıkabilmesi açısından koskoca bir sıfırdır. Bu açılım, yağmacıların servetini katlayabilir. Yağmayı sınırların ötesinde yürütebilmek, cihatçı ve milliyetçi demagojinin ulusal gurur diye satılmasına imkân verebilir… Ama krizin zemini ortadan kaldırılamayacaktır. Türkiye Yeni-Osmanlı bulvarından tarihsel hesaplaşmaya koşar adım yaklaşmaktadır.

                                                          /././

Paris Komünü ilk işçi devrimi mi?-Erhan Nalçacı-

Emekçi sınıflar ise tekrar ve tekrar iktidarlarını arıyorlar, 6 hafta için değil, 3 ay değil, 70 yıl değil, sınıfsız bir toplum kurulana kadar iktidarlarını istiyorlar.

1848’de kaleme alınan Komünist Manifesto sonrası işçi sınıfının iktidarı ele geçirecek temel sınıf olacağı, sosyalist üretim tarzı ve sosyalist devletin kurulacak olması uzun süre bir hipotez olarak kaldı. Bu nedenle öncüleri Marksist olmasa da 1871 Paris Komünü bu hipotezin sınanması açısından olağanüstü bir deneyimdi.

Üç aya yaklaşan ve Fransa’ya pek yayılmadan Paris ile sınırlı kalan, bilinen bu ilk işçi iktidarı hipotezin sahipleri tarafından dikkatle incelendi. Marx Fransa’da İç Savaş adlı incelemesinde iktidarın yapısını ve yenilme nedenlerini analiz etti. Engels’in bu kitaba koyduğu önsözünde Paris Komüncülerinin yenilgiden sonra katledilmelerini iç buracak şekilde anlatmıştı.

Lenin ise hemen Ekim Devrimi’nden önce sosyalist devletin karakterini somutlamak için Paris Komünü deneyimini Devlet ve Devrim broşüründe ele aldı. Ekim Devrimi sonrası sosyalist devletin karakterinin belirlenmesinde buradaki genellemeler büyük bir önem taşıdı.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ise çok büyük bir coğrafyaya yayılmasının dışında uluslararası bir özellik kazanan 70 yıllık bir deneyim olarak insanlık tarihinin yolunu aydınlatıyor. Ne yazık ki bu çok zengin deneyimi içerdiği sınıf mücadeleleri ve geçirdiği aşamalar, güçlü ve zayıf yönleriyle hala tam olarak kavrayabilmiş değiliz.

Altmış yılı geçen Küba sosyalizmi ise Sovyet deneyimine göre çok daha yalın bir deneyim olarak dersler çıkardığımız bir süreç olarak yaşamaya devam ediyor.

Avrupa’da Marx ve Engels’in bilgisine sahip olmadığı bir emekçi iktidarının onlardan çok önce yaşanmış olması önemli bizim için ve işçi sınıfının devrimci karakterinin çok erken bir yansıması olarak kuramın sınanmasına katkıda bulunuyor.

Biraz geriden alarak bu deneyimi okuyucularla paylaşmak yararlı olacak. Çünkü sadece işçi sınıfının devrimci karakterine değil, sermaye sınıfının devrimciyken dönüşüm geçirerek nasıl gerici bir sınıfı haline geldiğine de işaret ediyor. Cumhuriyeti kuran burjuvazi evrensel olarak cumhuriyet yıkıcı bir sınıf olarak tarih sahnesinde ikili bir rol oynuyor.

Tarihte sürekli mekân değiştiren devrim sahnesi bu sefer 1200’lü yıllarda Floransa’da kurulmuştu. Emevi ve Abbasi İmparatorlukları Akdeniz ticaretini ele geçirip Avrupa’nın doğuyla bağlantısını kesince Avrupa koyu bir feodalizme gömülmüştü. Ancak 10. yüzyıldan sonra tekrar Akdeniz ticaretinin başlaması, kurulan pazar yerleri ve özgür bir sınıf olarak burjuvazinin büyümesi ile feodal kaleler kente dönüşür.

Floransa 1250’de 65 bin nüfusu ile Avrupa’nın Venedik, Milano ve Paris’ten sonra dördüncü büyük kenti haline gelmiştir. Tekstil üretiminin merkezlerinden biriydi ve Kuzey Avrupa’dan Ortadoğu’ya ticaret yollarında çok etkili tüccarlara sahipti. Floransa parası olan Florin mali egemenliğini geniş bir coğrafyaya yayacaktı. Ayrıca Floransa Medici ailesi gibi tefeci demeyelim de uluslararası bankerlerin merkeziydi.

Soylular ve burjuvalar arasındaki şiddetli savaş sonrası Floransa 1293’te bir burjuva devrimine tanıklık eder. Artık soylular yönetimden kesinlikle uzaklaştırılmıştı, Floransa Cumhuriyeti’nde asalet bir aşağılanma sözcüğü olarak kullanılıyordu. Şehri yöneten belediye konseyi üyeleri burjuvaların arasından seçimle belirleniyordu.

Cumhuriyet tarihsel bir ilerlemeydi ve aydınlanma ile birlikte gidiyordu. Floransa Avrupa’nın en yüksek okuma yazma bilen kentlerinden biri haline gelmiş, bu yazın ve sanat alanında da bir patlama yaratmıştı.

1300’lü yılların ortasına doğru kent nüfusu 90 bin civarına ulaşmıştı, yünlü kumaş endüstrisinde 200 fabrikada 30 bin işçi çalışıyordu.

1378’de Ciompi İsyanı, başka bir deyişle Yün İşçileri İsyanı toplumda büyük bir sarsıntı yarattı. Toplumun dörtte biri hiçbir lonca üyesi olmadığı için yönetime katılamayan, ağır sömürünün yanında vergi yükü altında ezilen işçilerden oluşuyordu. Evrensel bir şekilde burjuvazi kendiyle birlikte zıttını, işçi sınıfını yaratmıştı.

Bu olaya temkinli olmak için ilk işçi sınıfı devrimi demiyoruz, ancak Paris Komünü ve Ekim Devriminden nerdeyse 500 yıl önce gerçekleşmişti.

Bu olay tarihçilerimiz tarafından incelenmeyi ve tarihimize eklenmeyi hak ediyor. Çok kısaca o dönemde Floransa’da da çok katmanlı, çok yönlü bir sınıf mücadelesi olduğunu söyleyebiliriz. İşçiler ise henüz kendi programlarına sahip değiller, sömürüyü sonlandıracak şekilde fabrika ve bankaların toplumsallaşmasını talep etmiyorlar. Kendileri de bir örgüte sahip olsunlar, konsey seçimlerine temsilci gönderebilsinler ve ağır vergi yüklerinden arınsınlar gibi hak talepleriyle davranıyorlar. 

İstekleri karşılanmayıp daha da burjuvazi tarafından ezilmeye kalkınca 22 Temmuz1378’de konseyi basıp iktidarı alıyorlar. İşçi iktidarı 6 hafta kadar sürüyor. Kendi talepleri doğrultusunda yasalar yapıp uyguluyorlar bu kısa süre içinde.

en
1378 Ciompi İsyanını yansıtan ve Giusoppe Loranzo Gattari (1829-1884) tarafından yapılan yağlıboya tablo

Burjuvazi kanla bastırıyor bu erken işçi iktidarını. Burjuvazinin de sınıf bilinci süreç içinde şekillenir. Bu olaydan sonra baskı ve yeri gelince isyan ettirmeyecek kadar hak vermeyi dengelemeyi öğreniyorlar. Sadece Floransa değil, bütün Avrupa burjuvazisi isyandan ders çıkartıyor.

Cumhuriyete ne oluyor sonra? Çok ayrıntılı şekilde belgelenmiş bu olay ibret verici bir evrensellik barındırıyor. Cumhuriyeti devrimci bir şekilde kuran burjuvazi cumhuriyeti yıkıyor.

Bu gericileşmede iki unsur olduğunu görüyoruz. İşçi sınıfına duyduğu korku nedeniyle giderek genişleyen işçi sınıfını yönetimden uzak ve baskı altında tutuyor. İkincisi ise yağma ve sömürü ile ölçüsüzce zenginleşen bir azınlık cumhuriyeti yok edecek şekilde yönetimi eline geçiriyor. Artık Papalara ve krallara savaşları için kredi açarak büyük bir servete konan Medici ailesi tüm konsey üyelerini belirler hale geliyor.

650 yıl sonra Türkiye bu evrensel sürecin tipik bir örneği olarak karşımızda.

Emekçi sınıflar ise tekrar ve tekrar iktidarlarını arıyorlar, 6 hafta için değil, 3 ay değil, 70 yıl değil, sınıfsız bir toplum kurulana kadar iktidarlarını istiyorlar. 

                                                         /././

Trump ticaret savaşlarını başlatıyor: Üç ülkeye ek gümrük vergisi geliyor

ABD Başkanı Donald Trump, üç ülkeyle ticaret savaşının zeminini hazırlamaya başladı.Beyaz Saray, Trump'ın bugün Kanada, Meksika ve Çin'e kapsamlı ek gümrük vergileri uygulayacağını duyurdu.

Beyaz Saray'ın basın sekreteri Karoline Leavitt, bugün gazetecilere yaptığı açıklamada, Kanada ve Meksika'dan ABD'ye ihraç edilen mallara yüzde 25 gümrük vergisi koyulacağını, Çin'den gelen ürünlere de yüzde 10 vergi uygulanacağını belirtti.

Kanada ise, ABD'nin bu hamlesine "güçlü ama makul" bir yanıtla misilleme yapma sözü verdi. Meksika da planlar hazırladığını belirtti, ancak konuya ilişkin ayrıntı vermedi. Çin ise çıkarlarını "kesinlikle savunacağını" kaydetti.

Trump, yurtdışından gelen mallara gümrük vergisi koymanın federal hükümet için yüzlerce milyar dolar toplanmasını sağlayacağını ve ülkeleri "taleplerine boyun eğmeye zorlayacağını" iddia etti.

ABD'li yatırımcılarsa konuya ilişkin endişelerini dile getiriyor. Beyaz Saray basın brifinginin ardından Wall Street'teki hisse senetleri düştü ve Dow Jones sanayi ortalaması New York'ta yüzde 0,5 azaldı.(https://haber.sol.org.tr/haber/trump-ticaret-savaslarini-baslatiyor-uc-ulkeye-ek-gumruk-vergisi-geliyor-395901)

                                                               ***

Suriye’deki cihatçı iktidar komünistleri de engellemeye çalışıyor

Heyet Tahrir'uş Şam (HTŞ) önderliğinde 29 Ocak’ta Suriye başkenti Şam’da düzenlenen ve “Zafer Konferansı” olarak adlandırılan konferansın sonucunda alınan kararlara göre Baas Partisi ile birlikte, bu partinin müttefiklerinden oluşan Ulusal İlerici Cephe’yi oluşturan partilerin de kapatıldığı açıklandı. Bu partiler arasında Suriye Komünist Partisi ile Suriye Komünist Partisi (Birleşik) de bulunuyor.

Suriye’de komünist geleneğin köklü bir geçmişi var. 1924 yılında kurulan Suriye Komünist Partisi, uzun yıllar sömürgeciliğe karşı etkin bir bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesi yürüttü. Ülkenin bağımsızlığını kazanmasının ardından sosyalizm mücadelesini sürdüren parti, gerek sömürge döneminde gerekse ülke bağımsızlığını kazandıktan sonraki dönemde çeşitli baskılara maruz kaldı. Siyonizme karşı Filistin halkının kurtuluş mücadelesine aktif destek verdi. 1980’li yıllarda yaşanan görüş ayrılıkları sonucunda ortaya bugünkü iki parti çıktı.

Esad iktidarının devrilmesinden sonra iki komünist parti, ülkenin yeni döneminde ifade, örgütlenme, sendikalaşma, gösteri yapma, grev düzenleme özgürlüğü gibi temel haklar için; ekonomideki liberal uygulamaların durdurulması için; yeni meclisin ve anayasanın temel hakları koruyacak şekilde oluşturulması için; demokratik ve laik bir ülkenin inşa edilmesi için mücadele edeceklerini açıklamıştı.

İki parti de kapatılma kararına tepki gösteren açıklamalar yaptı. Suriye Komünist Partisi, kararı kabul etmediğini, kitlelerin hakları için ve ülkenin bağımsızlığının ve egemenliğinin yeniden tesis edilmesi için mücadeleye devam edeceğini vurguladı. Tiranlığa ve karanlığa karşı mücadele eden bütün güçlerin birleşmesi gerektiğini belirtti.

Suriye Komünist Partisi (Birleşik)’in açıklamasında ise gerek bu partinin gerekse diğer partilerin kapatılması kararının halkın demokratik beklentileri ile çeliştiği, yeni Suriye’nin inşa edilmesini engellediği belirtildi. Partinin halkın ve ülkenin partisi olmaya devam edeceği vurgulanarak kararın geri alınması çağrısı yapıldı.

Öte yandan Suriye yönetiminin aldığı kararlar, her türlü muhalefetin bastırılması için yeni adımların atılacağının işaretlerini veriyor ve önümüzdeki dönemde ülkenin yeni karmaşalara gebe olduğunu gösteriyor.

                                                             ***

Danimarka'da anket: Halkın yarısı ABD'yi tehdit olarak görüyor, çoğunluk Grönland'ın satılmasına karşı

Danimarka'da yapılan bir İngiliz anketinde, katılımcıların yüzde 46'sı ABD'yi Danimarka için "büyük bir tehdit" olarak gördüğün söyledi. Yüzde 78'iyse, Grönland'ın ABD'ye satılmasına karşı çıkacaklarını ifade etti.(https://haber.sol.org.tr/haber/danimarkada-anket-halkin-yarisi-abdyi-tehdit-olarak-goruyor-cogunluk-gronlandin-satilmasina)

                                                                   ***

Almanya'da CDU ve AfD göç ve mülteci karşıtı yasada birleşti -Mehmet Kaynak-

Hıristiyan Birlik, yasa önergesinde AfD’yi yabancı düşmanlığı ve komplo teorileri yaymakla suçlasa da, önergeye oy vermekte bir beis görmedi ve danışıklı dövüş halinde yasanın Meclis’ten geçmesinde önemli bir rol üstlendi.

Almanya’da 23 Şubat tarihinde gerçekleşecek erken seçimlere çok kısa bir süre kalmışken, seçim tartışmalarının merkezindeki göçmen politikalarına ilişkin 29 Ocak Çarsamba günü çok önemli bir yasa teklifi Hıristiyan CDU/CSU Birlik tarafından Meclis’e sunuldu. 348 milletvekilinin lehte, 345 milletvekilinin ise aleyhte oy kullandığı oturum sonucunda yasa tasarısı Meclis’in onayından geçmiş oldu. Böylece Birlik’in “Beş Maddelik Plan” olarak adlandırdığı, göçmen ve mülteci politikalarında katılaşmayı amaçlayan yasa önergesi, faşist ve göçmen düşmanı parti Almanya İçin Alternatif'in (AfD) de katkısıyla Meclis’ten geçmiş oldu.

Trafik Lambası Koalisyonu’nun unsurları SPD, Yeşiller ve FDP arasındaki krizin derinleşmesi üzerine koalisyon hükümeti dağılmış, Cumhurbaşkanı Steinmeier Meclis’i feshetmiş ve 23 Şubat’ta erken seçimlere gidileceğini duyurmuştu. Partilerin seçim çalışmaları hızla başlamış hem Şansölye adaylarını hem de seçim bölgelerindeki adayları seçim atmosferine hızlı bir giriş yapmıştı. Ekonomideki durgunluk, artan enflasyon, savaş sanayine yapılan yüksek yatırımlar, kapanan fabrikalar, vergi artışları veya kamu yararına kullanılan bütçedeki kesintiler… Bunların hiçbiri göçmen politikaları kadar seçim gündemini oluşturamadılar. AfD ve CDU/CSU’nun göçmen karşıtlığını odak haline getirdiği bu süreçte diğer partiler herhangi bir alternatif oluşturamadı ve Alman siyasiler son bir aydır yalnızca göçmenleri ve göçmen politikalarını konuşur hale geldi. Mannheim’deki bıçaklı saldırı, Magdeburg’daki Noel pazarı saldırısı ve son olarak geçen hafta Aschaffenburg’da yaşanan bıçaklı saldırı faillerinin yabancı kökenli olması bu gündem için işleri daha da kolaylaştırdı. Yükselen göçmen karşıtlığı ise ilk meyvesini Meclis’ten geçen oylama ile CDU/CSU’nun “Beş Maddelik Plan”ı ile toplamış oldu.

Göçmen ve mülteci karşıtlığını dilinden düşürmeyen CDU/CSU Birliği’nin bu başarısı yasal olarak bir bağlayıcılığa sahip olmasa da Alman siyaseti açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Almanca olarak “Brandmauerfeuer” olarak nitelendirilen ve AfD’ye karşı uygulanan siyasi izolasyonu ifade eden duvar bu oylama ile bir ölçüde kırılmış oldu. Birlik yasa önergesinde AfD’yi yabancı düşmanlığı ve komplo teorileri yaymakla suçlasa da, önergeye oy vermekte bir beis görmedi ve danışıklı dövüş halinde yasanın Meclis’ten geçmesinde önemli bir rol üstlendi. Bu oylama 23 Şubat seçimlerinde her iki partinin de alacakları oy potansiyeli düşünüldüğünde çıkarılacak yeni yasalarda benzer bir işbirliğine gidebileceklerine dair önemli bir sinyal oldu.

Beş maddelik plan ne içeriyor?

Almanya’nın özellikle iltica politikalarında daha sertleşmesini çalışmalarının temeline alan Birlik lideri Friedrich Merz sunduğu yasa tasarısında “Beş Maddelik Plan”a ilişkin son dönemde yaşanan saldırılara ve cinayetlere değinilerek, Alman Federal Meclisi’nin bunun Almanya’daki yeni normallik olduğunu reddetmeye davet ediyor. Tasarıda hükümetin son yıllardaki uyguladığı göç politikaları ile göç üzerindeki kontrolü sağlamayı başaramadığını, ulusal hukuku etkin bir şekilde uygulayamadığını, yasa dışı göçü teşvik edici sosyal yardımları ortadan kaldırmadığına değinilmiş, şu beş maddenin uygulanması talep edildi:

  1. Sürekli Sınır Kontrolleri: Almanya’nın tüm komşu ülkelerle olan sınırları kalıcı olarak kontrol altına alınmalıdır.
  2. Ülkeye Yasa Dışı Girişlerin İstisnasız Geri Çevrilmesi: Geçerli bir oturumu veya vizesi bulunmayan ya da Avrupa’daki serbest dolaşımdan yararlanmayan kimselerin Almanya’ya girişi fiilen engellenmelidir. Bu kişiler iltica talebinde bulunup bulunmadığına bakılmaksızın geri çevrilmelidir.
  3. Hakkında Sınır Dışı Kararı Bulunan Kimseler Serbest Bırakılmamalıdır: Hakkında sınır dışı kararı verilmiş yasa dışı göçmenlerin gözaltında tutulması gerekmektedir. Bu gözaltılar için yerleşke kapasiteleri artırılmalı, hızlıca kamuya ait boşluktaki tesisler tahsis edilmeli, eksik kalması halinde yeni tesislerin ve konteynerların inşasına başlanmalıdır. Sınır dışı etme işlemleri günlük hale getirilmeli, Suriye ve Afganistan’a iadeler düzenli hale gelmelidir.
  4. Eyaletlere Sınır Dışı İşlemlerinde Daha Fazla Destek Verilmesi: Federal Devlet sınır dışı işlemlerini gerçekleştirebilmesi için eyaletlere daha fazla destek vermelidir. Federal geri gönderme merkezleri kurulmalı ve sınır dışı işlemleri kolaylaştırılmalıdır. Federal Polis’e hakkında sınır dışı edilme kararı bulunan kimseler için doğrudan tutuklama emri çıkarma yetkisi tanınmalıdır.
  5. Suçlular ve Güvenlik Tehdidi Oluşturan Kimseler İçin İkamet Yasasının Sertleştirilmesi: Sınır dışı edilmesi gereken suçlular ve güvenlik riski oluşturan kişiler süresiz olarak gözetim altında tutulmalı, sınır dışı süreci tamamlanana dek serbest bırakılmamalıdır. Bu kişilerin Almanya’ya dönüşleri kesin olarak engellenmelidir.

Önergenin kabul edilmesi yasal olarak ne anlama gelmektedir?

Öncelikle bu bir yasa önergesi (Entschließungsantrag) olup, yasal bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Ancak yarın (31.01.2025) yapılacak oturumda hukuki bağlayıcılığı olan yasa tasarısı Zustrombegrenzungsgesetz (Akışı Sınırlandırma Yasası) oylamaya sunulacak. Eğer bu tasarı Meclis’te yine çoğunluğu elde eder ve Bundesrat da onaylarsa, hükümetin yasayı uygulaması gerekecek. Bu tasarı Aufenthaltsgesetz (İkamet Yasası) maddelerinde bazı değişiklikleri öngörüyor. Almanya’daki entegrasyon kapasitesinin dolduğuna değinilerek sınırlı koruma (subsidiärer Schutz) sahibi kişilerin aile birleşimi (Familiennachzug) taleplerinin süresiz olarak durdurulması öngörülüyor. Federal Polis’in tren istasyonları gibi yetki alanına giren noktalarda yasa dışı göçmen tespit edilmesi halinde sınır dışı işlemlerini doğrudan başlatabilme yetkisine sahip olması amaçlanıyor. Ayrıca polise bu kimseler için gözaltı veya tutuklama talebinde bulunması yetkisini vermek istiyor.

Türkiye’den gelen iltica başvurucuları

Özellikle Türkiye’den gelip iltica başvurusunda bulunan Duldung belgesine sahip kimselerin de sınır dışı edilmesi bu yasayla mümkün hale gelecek. Almanya Federal Göç ve Mülteciler Dairesi´nin (BAMF) ilk başvurularını reddettiği ancak İdare Mahkemesi’ne (Verwaltungsgericht) itirazlarını sunan kimseler Duldung sayesinde gecici olarak Almanya'da kalmaya devam edebiliyor. Bu Almanya'da oturma hakkı olmayan ancak henüz sınır dışı edilmesi mümkün olmayan kişilere verilen bir statüdür. Yani, yasal olarak bir oturum izni değil, yalnızca sınır dışı işleminin geçici olarak askıya alınmasıdır.

Uygulamada genellikle Duldung statüsüne sahip kimselerin sınır dışı edilmesi için mahkeme kararının aleyhte sona ermesi beklenmektedir. Bu yasa ise Duldung sahibi kimselerin de sınır dışı edilme sürecinin hızlandırılması amaçlanıyor.

Yasa tasarısındaki diğer bir detay ise sınır dışı etme sürecinde Federal Polis’in yetkilerinin artırılmasında gözlemleniyor. Kural olarak Federal Polis sınır dışı etme işlemlerinde Yabancılar Dairesi ile birlikte hareket etmek zorundadır. Ancak yeni yasa ile sınır dışı kararının resmi çalışma saatleri dışında alınması gerektiği halde Federal Polis’in Yabancılar Dairesi’ni es geçerek tek başına karar verebilmesi amaçlanıyor. Kapsamı keyfi kullanıma açık bu madde sayesinde Federal Polis’in hafta sonu veya çalışma saatleri haricinde karar alarak hızlı bir şekilde sınır dışı sürecini ilerletmesi mümkün hale gelebilir.

Bundesrat yasa tasarısını reddedebilir

Yasa önergesinin yasal bir bağlayıcılığının bulunmamasının yanı sıra yasa tasarısının meclisten geçmesi halinde dahi eyaletlerdeki Bundesrat’lar onaylamaksızın yürürlüğe girmiyor. Dolayısıyla Bundesrat’ın yasayı reddetmesi halinde uzlaşma komitelerinin de kurulabileceği karmaşık bir sürece girilebilir. Bu noktada eyaletlerin ve Federal Devlet’in yetkileri, yasanın uygulanıp uygulanmaması konusunda hukuki tartışmaların başlaması oldukça muhtemel görülüyor.

Berlin’in CDU’lu Eyalet Başbakanı Kai Wagner, AfD’nin oyları sayesinde kabul edilen bir yasaya Bundesrat’ın asla onay vermeyeceğini derken, yine Schleswig-Holstein Eyalet Başbakanı Daniel Günther (CDU), AfD’nin oylarıyla çoğunluk elde eden bir yasayı Bundesrat’ta engelleyeceğini duyurdu. Birlik’in AfD ile hiçbir şekilde işbirliği içinde olmayacağını sürekli duyurmasından sonra, AfD oylarıyla meclisten geçecek bir tasarının CDU’lu eyalet başkanlarının söz konusu dik duruşu ile yürürlüğe girmesi ihtimali pek de olası gözükmüyor.

                                                        /././

Diyarbakır’da radyoloji uzmanı eksikliği: Doktorlar iş yoğunluğu ve baskı nedeniyle istifa etti -Yekta Armanc Hatipoğlu-

Diyarbakır’daki devlet hastanelerinde baskı ve iş yoğunluğu sebebiyle radyoloji uzmanları istifa ediyor. Bu durum MR ve tomografi sonuçlarının geç çıkmasına yol açarken, çözüm olarak hastanelerin söz konusu birimleri özelleştiriliyor. (https://haber.sol.org.tr/haber/diyarbakirda-radyoloji-uzmani-eksikligi-doktorlar-yogunlugu-ve-baski-nedeniyle-istifa-etti)

                                                               ***

Halk TV'ye üst sınırdan ‘bilirkişi’ yaptırımı, TELE 1, NOW ve SZC TV’ye ‘Kartalkaya’ cezası

RTÜK, Halk TV'ye bilirkişi röportajını yayınladıkları gerekçesiyle, en ağır cezalardan biri olan yüzde 3 idari para cezası verdi. TV 100 sunucusu Par'a ceza çıkmadı. Kanal yorumcusu, "TV 100 her daim Erdoğan'a destek olmuştur" diye savunmuştu.(https://haber.sol.org.tr/haber/halk-tvye-ust-sinirdan-bilirkisi-yaptirimi-tele-1-now-ve-szc-tvye-kartalkaya-cezasi-395893)

                                                                ***

7 tutuklu gazeteci hakkında tahliye kararı verildi

Suriye'de Nazım Daştan ve Cihan Bilgin'in öldürülmesinin ardından İstanbul'da basın açıklaması yaptıkları sırada gözaltına alınan ve 21 Aralık'ta tutuklanan 7 gazeteci tahliye edildi.

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Suriye'de öldürülen Daştan ve Bilgin hakkında basın açıklaması yapmak isterken gözaltına alınıp “Örgüt propagandası yapmak, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama ile Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlamasıyla tutuklanan gazetecilerin tahliye edildiğini duyurdu.

Buna göre, gazeteciler Gülistan Dursun, Can Papila, Pınar Gayıp, Serpil Ünal, Hayri Tunç, Muhammed Enes Sezgin ve Osman Akın hakkında tahliye kararı verildi.

Ne olmuştu?

Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeleri takip ederken SİHA saldırısında öldürülen gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin için dün İstanbul Şişhane Meydanı’nda yapılmak istenen basın açıklamasını engelleyen polis 59 kişiyi gözaltına almıştı.

Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG), Mezopotamya Kadın Gazeteciler Derneği (MKG) ve DİSK Basın-İş’in çağrısıyla düzenlenen basın açıklamasında gözaltına alınan 45 kişi emniyetteki işlemlerinin ardından serbest bırakılırken 14 kişi savcılığa sevk edilmişti.

Savcılık, 14 kişiden 5'ini adli kontrol, 9 kişiyi ise "örgüt propagandası yapmak" ve "2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanuna muhalefet” iddiasıyla tutuklama talebiyle hakimliğe sevk etmişti.

Hakimlik, 14 kişiden 5'inin adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasına, 9'unun ise tutuklanmasına karar vermişti.

Tutuklama gerekçesi ise gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin'in fotoğraflarını taşımak olarak gösterilmişti.

                                                           ***

AKP'li vekilin kardeşinin çocuk istismarı davasında 'kararı bozun' baskısı: 'Çocuğun rızası var' dediler

AKP'li Ali İnci’nin kardeşi Yusuf İnci, 14 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismar suçundan 26 yıl 6 ay 22 gün hapis cezasına çarptırıldı. Yargıtay’ın onadığı ceza kesinleşirken, daha önce üç kez reddedilen "karar düzeltme" talebi dördüncü başvuruda "çocuğun rızası var" denilerek kabul edildi.(https://haber.sol.org.tr/haber/akpli-vekilin-kardesinin-cocuk-istismari-davasinda-karari-bozun-baskisi-cocugun-rizasi-var)

                                                                    ***

17 yaşındaki gencin ölümüne neden olan eski Kızılay Başkanının kızı yurt dışı yasağının kaldırılmasını istedi

Bir motosiklete çarparak 17 yaşında bir gencin ölümüne neden olan ancak tutuksuz yargılanıp adli kontrol kararı da kaldırılan eski Kızılay Başkanı Kerem Kınık'ın kızı Fatıma Zehra Kınık Demir, son duruşmada yurt dışı çıkış yasağının kaldırılmasını istedi.(https://haber.sol.org.tr/haber/17-yasindaki-gencin-olumune-neden-olan-eski-kizilay-baskaninin-kizi-yurt-disi-yasaginin)

                                                                         ***

soL


Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı + Gündem" -23 Nisan 2025"

İlericilik mücadelemizin önemli bir basamağı: 23 Nisan       -Orhan Gökdemir- Çocuk saflığında ve tazeliğinde bir yeni Cumhuriyet heyecanıyl...