T-24 "Köşebaşı + Gündem" -20 Mart 2025-

Nurtopu gibi bir 19 Mart -Mine Söğüt-

Hadsiz ve kötü niyetli bir iktidarın demokrasinin zaaflarını kullanarak neler yapabileceğini yeterince deneyimlediysek, şimdi biraz da bu iktidara karşı neler yapılabileceğini deneyimlemek gerekiyor

imamoğlu                               

Başımıza geleni anlamamakta direndiğimiz ve başımıza gelecek olanlara karşı hazırlıksız olmakta inat ettiğimiz bu süreçte artık yeni bir tarihi dönüm noktamız daha var.

18 Mart’ın sonrası ve 20 Mart’ın öncesi, yeni bir bir milat, 19 Mart.

Bugünden sonra neler ne yönde değişir bilmek zor olsa da geçmişe bakıp geleceği tahmin etmek mümkün.

Zira 19 Mart, 28 Şubat’ın baba bir anne ayrı üvey kardeşi gibi.

Birbirlerine hem çok benziyorlar hem de hiç benzemiyorlar.

Her ikisinin de anneye çeken ve babaya çeken farklı tarafları var. Her ikisi de değişik rahimlerde büyüdüler ama aynı tür tohumun ve benzer niyetlerin ürünü gibiler.

Bunu ispatlayamayız ama bundan emin olabiliriz.

İspatlanamayan korkunç gerçekliklerin yönettiği bu dünyada gücünü sonuna kadar kötüye kullanacak denli gözü kararmış olan bir iktidarla baş etmeğe çalışıyoruz.

Bu iktidar bu noktaya kendisini o makama taşıyan anayasal düzeni ve o düzenin yasama ve yürütme kurumlarını sabote ede ede geldi. Bu süreçte demokrasiyi Aşil topuğundan defalarca vurdu. Üniversitelerin özerkliğini elinden aldı, mahkeme kararlarını tanımadı, Anayasa’ya kulak asmadı, hukuki tehditlerle korku iklimi oluşturdu ve o iklimde bildiğini okudu.

Bizim bu süre zarfında her şeye hazırlıklı olmayı öğrenmenin ötesinde başka bir beceri geliştirememiş olmamız bir meziyet değil.

Hele hele “Daha fazla ne yapabilirler” ya da “Artık onu da yapamazlar” cümlelerini kurma ehliyetimiz artık hiç yok.

Şimdiye kadar şüphe duymadığımız şeylerden artık şüphe duymamız, bugüne kadar güvendiğimiz ne varsa hiçbirine artık güvenmemiz gerektiğini idrak vakti.

“Her şey çok güzel olacak” derken dayanaklarımız neyse, onları önce bir zahmet çöpe atalım. Olan bitenin hukukla asla açıklanamayacağı gerçeğini de cebe koyalım. Ve her şeyi açıklamanın bugün değilse bile bir gün muhakkak mümkün olacağını bir kenara yazalım.

O günün bir an önce gelmesi için de güvendiğimiz ve güvenmediğimiz şeylerin listesini baştan yapalım.

Mesela hukuk. Düzen değişene kadar güvenilmez olduğunu unutmamamız gerekiyor.

Mesela demokrasi. Düzen değişene kadar işlemeyeceğini görmemiz gerekiyor.

Mesela cumhuriyet. Düzen değişene kadar bu ülkenin adı cumhuriyet olan tek adam rejimiyle yönetildiğini inkâr etmememiz gerekiyor.

Mesela darbe. Artık ülkenin darbelerle değil, darbelerin ülkeyle imtihan edilme zamanının gelmesi gerekiyor.

Mesela direniş. Konuşmaktan korkmakla susmaktan korkmak arasında artık bir seçim yapmak gerekiyor.

Terör örgütü lideri kurucu önder olarak anılırken bir belediye başkanının terör örgütü üyesi olarak mimlendiği bir paradoksun gölgesinde, sancılı bir seçim sürecine doğru gidiyoruz.  

Görüldüğü gibi, İslami referanslarla iktidara gelenler işlerini asla Allah’a bırakmıyorlar.

Demokrasiye, hukuka ve laikliğe güvenenlerse hala her şeyi Allah’a havele ediyorlar.

Hadsiz ve kötü niyetli bir iktidarın demokrasinin zaaflarını kullanarak neler yapabileceğini yeterince deneyimlediysek, şimdi biraz da bu iktidara karşı neler yapılabileceğini deneyimlemek gerekiyor.

Bir de…

Üniversite bahçesinde toplanıp oradan Saraçhane’ye yürüyen üniversiteli gençlerin hep bir ağızdan haykırdığı gibi nihayetinde:

Hem “Gün gelecek devran dönecek; AKP halka hesap verecek!” hem de “Zıpla, zıpla, zıpla! Zıplamayan Tayyip’tir.”

                                                              /././

Ekonomik yıkım: Bilerek ve isteyerek mi?-Mustafa Durmuş-

İktidar Bloku ekonominin çökmesine izin vermekle kalmıyor, kalıcı otoriter yönetim vizyonlarını pekiştirmek için de bu yıkıma ihtiyaç duyuyor. Bu stratejiyi ifşa ederek, işçileri harekete geçirerek ve tam kontrolü ele geçirmelerini zorlaştıracak alternatif ekonomik ve siyasi yapılar inşa ederek buna karşı çıkılması gerekiyor

Ekonomik yıkım: Bilerek ve isteyerek mi?

Hali hazırda kırılgan olan ekonomi üzerinde çok ciddi olumsuz etkiler yaratacağı bilinmesine rağmen bu sabaha karşı İBB Başkanı E. İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarına operasyon yapıldı. Ardından, beklendiği gibi, BİST çökerken (yüzde 5,5 düşüş), dolar gün içinde 40 TL’ye yaklaştı (yüzde 7,1 artış), Euro 43 TL’yi aştı (yüzde 7,1 artış) ve gram altın 3,780’i buldu (yüzde 5,5 artış).

2018’den daha kötü olabilir

2018 yılında Rahip Brunson Krizi sırasındakine benzer ya da daha ağır bir döviz krizi ile karşı karşıya olabiliriz. Üstelik bugün Türkiye ekonomisi yüksek enflasyon ve işsizlik altında debeleniyor, bütçe açığı artarak sürüyor, dış borç stoku çok daha yüksek, politika faizi yüksek ve döviz rezervleri daha zayıf. Yani 7 yıl öncesine göre ekonomi çok daha kırılgan bir konumda. Umarız bu kırılganlık ülkeden hızlıca sermaye çıkışlarına neden olmaz. Eğer böyle olursa felaket büyüyecek demektir. Bu yüzden de bu tür yüksek gerilimli işlerden kaçınmak gerekiyor.

Ancak meseleyi sadece iktisada indirgeyip anlamaya kalktığımızda işimiz zorlaşır. Meseleye iktidar blokunun uzun vadeli siyasal niyetinin ne olduğunu sorgulayarak yaklaşmak daha doğru olabilir.

Stratejinin bir parçası mı?

Bir süredir ülkede siyasal rejimin, “Yeni Faşizm”, “21. Yüzyıl Faşizmi” ya da “Günümüz Faşizmi” olarak adlandırılabilecek bir faşizme dönüşmekte olduğu tespitleri yapılıyor. “Kımıldayan her şeyi”, “her türden muhalefeti” yok etmek anlamına gelen böyle bir rejimin kurulabilmesi için ise atılacak adımların toplum nezdinde meşrulaştırılması gerekiyor.

Bu bakış açısıyla bakıldığında, ekonomiyi ayağa kaldırmaktan ziyade, ekonomiyi iyice zora sokmak yönetenler için çok daha işlevsel olabilir. Eğer İktidar Blokunun aklından geçen de buysa, bu sabah yapılan operasyonun otoriter rejimi kalıcı hale getirmek için yapıldığı ileri sürülebilir.

İktidar Blokunun ekonomiyi çökertmekten kaçınmaması teorik olarak, “Faşist-Otoriter Strateji” çerçevesine uyuyor. Çünkü tarihsel olarak, ekonomik krizlerin çoğu zaman otoriter yönetimlere ve faşizme zemin hazırladığı biliniyor. Dolayısıyla, bir süredir muhalefete dönük olarak yapılan operasyonların ardından, bu sabahki operasyon salt bir “öngörüsüz intikamcılık” ya da “yönetememe” veya “ön kesme” durumu olarak ele alınmamalı. Aksine önceden hesaplanmış bir hamle olduğundan şüphelenmek için çok sayıda neden vardır.

Ekonomik yıkımın arkasındaki strateji ne olabilir?

İktidar 22 yıldır neo-liberalizmin tüm gereklerini yerine getiriyor. Özelleştirmeler neredeyse tamamlandı. Düzensizleştirme/kuralsızlaştırma (de-regülasyon) tam gaz sürüyor. Kamu ise giderek küçültülüyor. Yani bir tür, “devletin yapısını ve kurumları yapı söküme uğratma" hedefi hayata geçiriliyor. Ancak bu yapılanlar devleti işlemez hale getirmek için değil, yeni bir devlet düzeni oluşturmak için yapılıyor.

Bir başka deyimle, bu sadece de-regülasyon ya da küçük devlet ile ilgili değil; “devletin ve yerel yönetimlerin işleyişini sekteye uğratarak yerine yeni bir rejimin dayatılmasıyla” ilgili bir durum. Bu politikalar sadece süper zenginlere ve yandaş sermaye gruplarına daha fazla çıkar sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda siyasi olarak istismar edilebilecek ciddi bir ekonomik kaos da yaratıyor.

Otoriter bir rejim neden ekonomik yıkıma ihtiyaç duyar?

Öncelikle, teorik olarak, ekonomi çöktüğünde insanlar devlet kurumlarına olan inançlarını kaybederler ve “düzeni yeniden tesis edecek” diktatörler ararlar. Nitekim 1929-1933 Büyük Buhranı Avrupa’da faşist hareketlerin başlamasına yardımcı oldu. Otoriter liderler kontrolü ele geçirmeden önce Almanya, İtalya ve İspanya gibi ülkeler büyük bir ekonomik çöküş yaşadılar. Keza Rusya'da Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından yaşanan ekonomik çöküş, oligarkların ve V. Putin’in istikrarı yeniden sağlama kisvesi altında güçlerini pekiştirmelerine olanak sağladı.

Şoklara uğratılmış çaresiz bir toplumu kontrol etmek daha kolay

Kısaca, ekonomik krizler mevcut rejimin meşruiyetinin de sorgulanmasına neden olur. Günümüzde bu düzene alternatif bir sol/sosyalist hareket, güçlü bir işçi sınıfı hareketi olmadığından bu boşluk ancak faşizm ile doldurulabilir. Daha önce deprem vesilesiyle ele aldığımız “felaket kapitalizmi” işlemeye başlar. Seçkinler ekonomik krizleri, normalde karşı çıkılacak politikaları topluma dayatmak için istismar ederler. Yani ekonomi çökerse, bu durum İktidar Blokunun acımasız ekonomi politikalarını uygulamasını, genişletilmiş yürütme yetkilerini ve düzenleyici ve demokratik güvenceleri ortadan kaldırmasını haklı çıkarabilir. Kısaca ekonomik çöküş “acil durum önlemlerini” meşrulaştırır.

Yerli ve milli korporatizm!

Örneğin iktidar devletin yağmalanmasının ardından, sanayiler/sektörler üzerinde kontrolü ele geçirmek, işçi hareketlerini ezmek ve “yerli ve milli” bir ekonomik model uygulamak için acil durum yetkilerini kullanarak “kumanda” ekonomisine dönebilir. Bu, devletin büyük sermaye şirketleriyle iş birliği içinde kilit sanayileri kontrol ettiği ve işçi haklarını bastırdığı Mussolini’nin “korporatizmine” benzeyen bir modeldir.

Koşullar daha da kötüleştikçe, iktidar halkın öfkesini sosyal demokratlara, sosyalistlere, işçi sendikalarına, farklı kimliklere, ekolojistlere ve aktivistlere yöneltebilir ve ekonomik sıkıntılardan bunların sorumlu olduğunu iddia edebilir. Halk, bu tür muhalif hareketlerin “sorunun” bir parçası olduğuna ikna edildiğinde muhalefete yönelik baskılar daha da kolaylaşır, meşrulaşır.

Ekonomik yıkım yasaklamalar, kısıtlamalar, protestoculara karşı kolluk güçlerinin konuşlandırılması ve kitlesel gözetimin başlatılması için mükemmel bir bahanedir. “Kanun ve nizam” söylemi, insanlar korktuklarında ve istikrar için çaresiz olduklarında her zaman en güçlü silahtır. Kısaca, günah keçileri bulunur ve muhalefet askeri yöntemlerle bastırılır.

Ne yapılabilir?

Öncelikle, kayyumlarla ya da bugün olduğu gibi kriminalize edilerek iktidarca ele geçirilen yerel yönetimleri savunmak ve bunları seçilmiş temsilcilerine iade etmek gerekiyor. Ayrıca ekonomik yıkımın tesadüfen gerçekleşmediğini, bunun politik bir silah olarak tasarlandığını açıkça ortaya koymak yani bu stratejiyi ifşa etmek de lazım.

Ekonomik yıkım en çok da işçileri ve tüketicileri vuracağından, genel grevler, iş bırakmalar ve tüketici boykotları, sivil itaatsizlik eylemleri gibi şiddetsiz kitlesel direnişler örgütlenebilir.

Toplumu ekonomik yıkıma karşı daha dirençli bir hale getirmek için karşılıklı yardım ağları geliştirilmeli, işçi kooperatifleri kurulmalı ve merkezi olmayan yerel ekonomiler büyütülmelidir. Sermaye ve devlet kontrolündeki ekonomiler ne kadar bypass edilebilirse, otoriterlerin ekonomik baskı yoluyla insanları kontrol etmesi o kadar zorlaşır. Kısaca en geniş bir demokrasi cephesinin kurulması gerekir.

Sonuç olarak

İktidar Bloku ekonominin çökmesine izin vermekle kalmıyor, kalıcı otoriter yönetim vizyonlarını pekiştirmek için de bu yıkıma ihtiyaç duyuyor. Bu stratejiyi ifşa ederek, işçileri harekete geçirerek ve tam kontrolü ele geçirmelerini zorlaştıracak alternatif ekonomik ve siyasi yapılar inşa ederek buna karşı çıkılması gerekiyor.

Kısa vadede, bu yönetimin neden olduğu acı ve ıstırabı göstermeye ve anlatmaya devam edilmelidir. Ancak şok ve dehşet kampanyasının daha yeni başladığının ve muhtemelen çok daha kötüleşeceğinin bilincinde olmak da gerekiyor. Şimdi harekete geçilirse, yaşamakta oldukları kriz onlara karşı kitlesel demokratik bir direniş örgütlemek için fırsata dönüştürülebilir.

                                                             /././

Sosyal medyaya erişim engeli devam ediyor!

İstanbul'da, kent uzlaşısı ve yolsuzluk soruşturmaları kapsamında yapılan gözaltılar sırasında başlatılan internet bant daraltma uygulaması kesintisiz devam ediyor. İnternet kısıtlamalarını global ölçekte takip eden Netblocks, Türkiye'de sosyal medya platformlarına yönelik bant daraltmalarının sürdüğünü doğruluyor. 

Downdetector'ın raporlarına göre, Türkiye genelinde YouTube, TikTok, Facebook, Instagram ve WhatsApp gibi popüler sosyal medya platformlarına erişimde ciddi problemler yaşanıyor. Kullanıcılar, özellikle masaüstü ve mobil cihazlar üzerinden bu platformlara girerken yüklenme sorunlarıyla karşılaşıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun evine polislerin geldiği dakikalarda başlayan bu erişim kısıtlamaları, internet kullanıcıları arasında belirsizliğe neden oluyor. Twitter'ın resmî destek hesabından veya ilgili yetkililerden konuyla ilgili henüz bir açıklama yapılmazken, durumun global bir kesintiden mi yoksa bölgesel bir sorundan mı kaynaklandığı henüz bilinmiyor.

                                                       ***

İmamoğlu soruşturmasında kim, kimdir?-Eray Özer-

Ekrem İmamoğlu soruşturmasında gözaltına alınan isimler kim? İmamoğlu’yla veya İBB’yle nasıl bir bağları var? İktidar yanlısı medya bu isimlerin bazılarını birkaç yıla yayılmış şekilde nasıl hedef gösterdi? Gözaltına listesinde yer alan isimler hangi görevlerde yer alıyor, hangi faaliyetlerde bulunuyor?

Aşağıda uzun bir liste göreceksiniz. Listede Ekrem İmamoğlu ve İBB soruşturması kapsamında gözaltına alınan isimlerin yanı sıra bu isimlerin ne işle meşgul oldukları ve özellikle iktidar yanlısı medyada son operasyondan öne nasıl yer aldıklarının bilgisi yer alıyor.

Listeyi yayımlarken birkaç noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.

Özellikle İBB ve iştiraklerinden ihale alan pek çok isim listede yer alıyor. Bu isimleri açık kaynaklardan arattığımda karşıma geriye dönük olarak her biriyle ilgili iktidar yanlısı medyada üç-dört yıl öncesine kadar uzanan haberler çıktığını gördüm.

Yani İBB’den bilhassa reklam ve inşaat alanlarında ihale alan hemen her şirket ve bu şirketlerin sahipleri iktidara yakın yayın organlarında isimleriyle teşhir edilmiş.

Çıkan haberlerin diline baktığımda genellikle bir tür itibarsızlaştırma, İBB’den ihale almayı bir suçmuş gibi gösterme gayretinin olduğunu gördüm. Bunu tarihe not düşmek adına özellikle belirtmek isterim.

İBB çok büyük bir yapı. Onlarca alt şirketi, iştiraki bulunuyor. O nedenle ihale alan şirketlerin sayısı oldukça fazla. Bu da çok normal. Listeye göz atarken bu unsuru göz önünde bulunmanızı isterim.

Özellikle reklamcılık ve açık hava reklamcılığı alanında çok sayıda şirket ortağı/sahibi veya çalışanı gözaltı listesinde yer alıyor.

Gözaltına alınanlar arasında bu isimler dışında İBB’nin çalışanları da bulunuyor.

Özellikle Kültür AŞ, Medya AŞ gibi reklamla ilişkili iştiraklerde yönetici pozisyonunda, satın alma ve reklam departmanlarında idareci olarak görev yapan belediye çalışanlarının gözaltına alındığını görüyoruz.

Bu listeyi başta da söylediğim gibi açık kaynaklarda yer alan bilgilerle oluşturdum.

Özellikle altını çizmek isterim ki, bu listede yer alan insanlar şu anda suçlu değil! Henüz kendilerine delillendirilerek yöneltilmiş bir suçlama yahut haklarında verilmiş bir hüküm yok.

Listeyi uzun bir uğraş sonucu hazırlama nedenim aslında Ekrem İmamoğlu ve onun yönetimindeki İBB’ye yönelik operasyonun çerçevesini tarif etmeye çalışmak.

Son olarak şunu da belirteyim: Tüm aramalarıma rağmen hakkında bilgiye ulaşamadığım, ulaşsam da İBB veya İmamoğlu’yla bir bağlantısına rastlamadığım için detay vermeyi uygun bulmadıklarım var. Bunun dışında isim benzerliği ihtimaliyle yer vermediklerim de oldu. Bir de bazı isimlerin medyaya bazı harf ve kelime hatalarıyla yansıdığına inandığım için sadece isim bilgilerini konuyla ilgili haberlerdeki haliyle alıntılamakla yetindim.


Tuncay Yılmaz: İmamoğlu İnşaat Şirketi’nin genel müdürü. İktidar yanlısı basın tarafından “CHP kurultayı öncesi delegelere rüşvet dağıtıldı” haberlerinde adı geçirilmişti. Yılmaz ise paraların bulunduğu çantayı CHP İl Binası alımında kullanılmak amacıyla Fatih Keleş’in isteği üzerine istenen yere götürdüğünü savcılık ifadesinde dile getirmişti.

 Fatih Keleş: İBB Spor Kulübü’nün başkanı. Uzun süredir Ekrem İmamoğlu’nun yakın ekibinde olduğu yazıldı. Daha önce Beylikdüzü Belediye meclisinde de görev yaptı. Trabzon doğumlu ve İmamoğlu’nun çocukluk arkadaşı olduğu bilgisi medyada yer almıştı. Keleş’in ismi de kurultayda rüşvet iddialarında geçmiş, o da söz konusu paraları Beylikdüzü Başkanı Turan Taşkın Özer’den alarak CHP İl Binası alımı için sözü edilen noktaya taşıdığını savcılık ifadesinde dile getirmişti.

Emrah Bağdatlı: Yapımcı, yapım şirketi sahibi. Basın sektöründe çalışmış, kameraman olarak ATV’de görev yapmış birisi olan Bağdatlı’nın Şimdi Yapım isminde bir şirketi var. İktidar medyası Bağdatlı’nın Şimdi Yapım ve Değişik Hikayeler İçerik Tasarım Prodüksiyon şirketleri üzerinden İBB’den çeşitli ihaleler aldığı iddialarına yer vermişti.

Mustafa Nihat Sütlaş: Sütlaş’ın Reklam İstanbul isimli şirketin ortaklarından olduğu iddiaları var. Reklam İstanbul’un ODA TV’nin “paravan şirketi” olduğu iddiaları iktidar yanlısı medyada dile getirilince ODA TV bu iddialara bir açıklamayla yanıt verdi. ODA TV, şirketle sadece bir yazılım anlaşması yaptıklarını, ayrıca Google reklamlarını yönetmesi için komisyonla çalıştıklarını, bu sözleşmeyi de 2023’te feshettiklerini ifade etti.

Murat Kapki: Murat Kapki, ADVERTCITY şirketinde Kurucu Ortak & Yönetim Kurulu Başkanı olarak yine iktidar medyasında haber oldu. Çıkan haberlerde Advercity’nin İBB’den üstgeçitlere verilen reklam alanlarının ihalelerini aldığı iddiası dile getirildi. Kapki’nin daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir ödül aldığı, bu ödül sonrası sosyal medyasından “Sayın Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi’nin elinden bu plaketi almak şahsım ve firmam adına büyük bir onurdur” paylaşımı yaptığı da son gelişmeler üzerine basına yansıdı.

Orçun Muhittin Yılmaz - Hüseyin Köksal: İş insanı. Karsal Örme firmasının yönetim kurulu başkanı. Bundan bir yıl önce iktidar yanlısı yayın organları Köksal’ın çakarlı aracıyla “altı ay boyunca İmamoğlu için para taşıdığı” iddiasını dile getirdi. Haberlerde taşınan paranın CHP’de kurultay öncesi rüşvet iddialarında gündeme gelen para sayma görüntülerine ait olduğu iddia deilmişti. Köksal ise bu para sayma iddialarına karşın ifadeye çağırıldığında “Para görüntüleriyle hiçbir ilgi ve alakam yoktur. Ben o tarihte başlatılan kampanyaya bağışta dahi bulunmadım” yanıtını vermişti.

Adem Soytekin: Asoy İnşaat şirketinin yönetim kurulu başkanı. İktidar yanlısı medyada Asoy İnşaat’ın İBB’den 15 kreş, Silivri’de 1500 konutluk KİPTAŞ ve bazı genel cadde yenileme ihalelerini aldığı iddia edilmişti.

Ali Nuhoğlu: Nuhoğlu İnşaat’ın da içinde yer aldığı Nuhoğlu Holding’in yönetim kurulu başkanı. İktidar yanlısı medyada kısa süre önce “Ekrem İmamoğlu’nun mal beyanında yer almayan villalarının arkasından İBB müteahhidi Ali Nuhoğlu çıktı” şeklinde iddialar öne sürülmüştü.  

Ertan Yıldız: Ekrem İmamoğlu’nun belediyedeki danışmanlarından. Aynı zamanda belediye meclis üyesi. Mecliste “İştirakler ve Bağlı Kuruluşlar Komisyonu”nda başkan olarak görev yapıyor. İstanbul Yönetim Ajansı’nda yönetim kurulu başkanlığı görevi de bulunuyor.

Ali Gül: Gül İnşaat’ın sahibi. Büyükçekmece Belediyesi’nde başkan yardımcısı da dahil toplamda 22 kişinin gözaltına alındığı yolsuzluk soruşturmasında Ali Gül de gözaltına alınan isimler arasındaydı. Ali Gül ile birlikte 8 kişi bu soruşturma kapsamında tutuklanmış, daha sonra serbest kalmıştı.

Zafer Gül: İş insanı. Beylikdüzü’nde mukim Gül İnşaat’ın yönetimde kardeşi Ali Gül’le birlikte yer alıyor.

Serdal Taşkın: İBB KÜLTÜR AŞ eski Genel Müdürü.

Barış Kılıç: KÜLTÜR AŞ Plan ve Organizasyon müdürü.

Servet Yıldırım: Karsal Örme firması yönetim kurulu başkanı Hüseyin Köksal’ın şoförü. Servet Yıldırım’a ait olduğu öne sürülen bir ses kaydı olduğu iddiası iktidar yanlısı medyada yer almış, Yıldırım’ın “paraları taşıyan aracı kullandığı” öne sürülmüş, konuya ilişkin başlatılan soruşturmada ifade veren Yıldırım ses kaydının rızası dışında alındığını dile getirmişti.

Mehmet Erdoğan: İBB Spor İstanbul’da satın alma müdürü.

Güldem Işık - Ceyda Kıryak - Kadir Öztürk - Ömür Yılmaz: OMR Organizasyon şirketinin sahibi. Şirketin İBB’den ihale aldığına dair haberler yine iktidar yanlısı medyada yer almıştı.

Merthan Açıl: Acun Ilıcalı’nın eski eşi Şeyma Subaşı’nın kardeşi Kübra Subaşı ile evliliğiyle tanınıyor. Açıl’la ilgili de son operasyondan on gün önce İBB’den ihale aldığı iddiaları iktidara yakın medyada yer bulmuştu. İktidar medyasının iddialarına göre Merthan Açıl 2023 yılında Creative Media ismindeki reklam şirketini satın aldı ve sonrasında Kültür AŞ’den çeşitli ihaleler aldı.

Tolga Özgen - Erhan Uslu: Üç D Tanıtım Reklam Turizm Organizasyon ve Otomotiv Ticaret AŞ’nin sahibi olarak Erhan Uslu da İBB Kültür AŞ’den ihale aldığı şeklinde haberlerle iktidar medyasında yer aldı.

Hakan Atınç Dayıgil: Hakan Atınç Dayıgil, Üç D Tanıtım Reklam Turizm Organizasyon ve Otomotiv Ticaret AŞ’de görevli.

Murat Kanbur - Vahit Doğan: İBB’ye bağlı Medya AŞ’de yönetim kurulu başkan vekili.

Emre Serkan Bayraktar - Fatoş Ayık: İBB’ye bağlı Medya AŞ’de yönetim kurulu üyesi.

Hüseyin Ekrem Fidan: İBB’den ihale aldı yönünde iktidar medyasında haber olan şirketlerden birinin sahibi. Üçikibir Reklam Promosyon Organizasyon şirketinin sahibi olarak Kültür AŞ’den aldığı ihaleler haber haline getirilmişti.

Seda Hoşel Kiraz: Gözaltı listesinde yer alan Emrah Bağdatlı’nın da ortağı olduğu waytosay Değişik Hikayeler İçerik Tasarım Prodüksiyon şirketinin ortağı.

Sergen Kurt: SK PRODUCTION ORGANİZASYON şirketinin sahibi. Bu şirket de Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nün 3 Mart tarihinde İBB’ye bağlı MEDYA AŞ’de yaptığı incelemeye takılan şirketlerden biri olduğu iddiasıyla iktidar medyası tarafından haberleştirilmişti.

Yusuf Yüce - Ercan Saatçi: Müzisyen. Sahibi olduğu Saatçi Ajans ile İBB’den ihale aldığına dair iddialar iktidar medyası tarafından haberleştirilmişti.

Mehmet Muhittin Palazoğlu: Cübbeli Ahmet olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün damadının ağabeyi olarak gündeme gelmişti. Vessen Yapı ve AdStation Reklamcılık şirketlerinin sahibi. Özellikle AdStation’ın bazı futbol kulüplerinin şampiyonluk kutlamaları da olmak üzere çeşitli ulusal ve uluslararası organizasyonların gerçekleştirilmesini üstlendiği de yine basına yansımıştı.

Furkan Remzi Ceylan: İstcon İnşaat Yatırım AŞ’nin ortağı. Yine iktidar yanlısı medya tarafından yayımlanan haberlerde İBB’ye KİPTAŞ AŞ tarafından yapılan deprem riskli alanların dönüştürülmesi ihalelerini alması gündeme getirilmişti. Üç şirketin katıldığı ihalede 455 konut ve 12 ticaret alanının dönüşümü ihalesini İstcon’un kazandığı haberde vurgulanmıştı.

Süleyman Atik: Otto Akıllı Şehircilik İstihdam ve Teknoloji Sistemleri şirketinin sahibi. İktidar yanlısı medya özellikle sosyal medya paylaşımlarında bu şirketin Erkem İmamoğlu’yla ortaklığı bulunduğunu iddia ettikleri Mehmet Türk’ün “paravan şirketi” olduğunu öne sürdüler.

Hakan Karanis: Hakkında çevrimiçi çok fazla bilgi yer almayan Hakan Karanis’e sadece yıllar önce Sözcü gazetesinde Özlem Gürses imzasıyla yayımlanan bir haberde rastlıyoruz. O haberde Ekrem İmamoğlu’nun çocukluk arkadaşlarından biri olduğu bilgisi yer alıyor ve Karanis ilginç de bir anekdotu dile getiriyor: Ona (İmamoğlu) hep, ‘Ben başbakan olacağım, sen de benim yardımcım olacaksın’ derdim. Liseden sonra ben Ankara’da Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü’nde okudum. Benim siyaset hayalimin peşinden giden Ekrem oldu.”

Elif Güven - Nihat Uçan - Birsen Şahin: İBB İletişim Koordinatörlüğü çalışanı.

Canan Mümüklü - Can Akın Çağlar: İBB Genel Sekreteri.

Cemal Ufuk Karakaya: İBB Genel Sekreter Yardımcısı.

Buğra Gökçe: İBB’ye bağlı İstanbul Planlama Ajansı Başkanı.

Kaan Sürmegöz: İBB Emlak Dairesi Başkanı.

Bayram Taşkın: İBB Kentsel Tasarım Müdürü.

Ebru Yılmazlar: İBB’de mimar, eski Kentsel Tasarım Müdürü.

Gürkan Akgün: İBB Genel Sekreter Yardımcısı.

Murat Abbas: İBB Kültür AŞ Genel Müdürü.

Doğan Hamit Doğruer: İBB Kültür AŞ Genel Müdür Yardımcısı.

Halit Burak Atalan: Eski İBB Kültür AŞ İhale İşleri ve Satın Alma Müdürü.

Bilal Önver: İBB Kültür AŞ İhale İşleri ve Satın Alma Müdürü.

İlker Durademir: İBB Kültür AŞ Mali İşler Şefi.

İpek Elif Atayman: Eski İBB Medya AŞ Genel Müdürü.

İlknur Taşdelen: Eski Medya A.Ş Mali İşler Müdürü.

Burak Arslan- Samih Asan - Emrah Öksüz: İBB Dijital Medya AŞ’de Proje Müdürü

Onur Buğra Subaşı: İktidara yakın medyanın haberlerinde Eyüp-Gülşah Subaşı ailesinin olduğu vurgulanan Onur Buğra Subaşı’nın kurduğu Panoffect Medya AŞ’nin İBB’den ihale alan şirketler arasında yer aldığı yine aynı medya tarafından haberleştirilmiş.

Eyüp Subaşı – Gülşah Subaşı: Eyüp Subaşı ve eşi Gülşah Subaşı sahip oldukları Popüler Reklam Yayıncılık ile Genç Popülist Medya Planlama Organizasyon şirketleri yine benzer şekilde İBB’den ihale aldıkları gerekçesiyle iktidar medyası tarafından haberlere konu edilmiş.

Ahmet Köksal: Kurucuları arasında yer aldığı BVA Reklam AŞ’nin İBB’den ihale aldığı gerekçesiyle iktidar yanlısı medyada Ahmet Köksal’ın ismi haberlerde geçirilmiş. Ahmet Köksal ayrıca bu listenin ilk sıralarında yer alan Hüseyin Köksal’ın da kardeşi.

Serhat Kapki: Yine listede daha önce yer alan Murat Kapki’nin kardeşi. Fotoğrafçı olduğuna dair haberler bulunuyor. Herhangi bir şirkette ortaklığının bulunup bulunmadığına dair bir bilgi bulunmuyor.

Yusuf İlbak / Ali İlbak / Murat İlbak / Mustafa İlbak: İlbak Holding’in sahibi olan İlbak ailesinin mensupları. Holding birçok faaliyet alanının yanı sıra Kentvizyon Medya İletişim Pazarlama, PL Reklamcılık Ticaret Sanayi ve Üniversite Medya Pazarlama şirketleriyle açık hava reklamcılığı alanında faaliyette bulunuyor. Murat İlbak holdingin yönetim kurulu başkanı. Murat İlbak ise ortağı.

Umut Şenol: İş insanı ve önceki dönem İBB Meclis Üyesi. Karma isimli reklam şirketiyle açık hava reklamcılığı işi yapıyor. Gerçek Gündem haber sitesini satın almış daha sonra elden çıkarmıştı.

Mete Sarısaltun - Cenk Ünalerzen: Gazeteci ve reklamcı. Umut Şenol’un satın aldığı Gerçek Gündem’de görev yapmıştı. Daha sonra yine Şenol’un sahibi olduğu Karma Medya’da çalışıyordu.

İrfan Karakaş: Reklamcılık sektöründeki Square Group eş başkanlığını yürüten ve açık hava reklamcılığı alanında uzman isimler arasında gösterilen İrfan Karakaş aynı grup altındaki Media Port’ta da yöneticilik yapıyordu.

İnan Boztaş - Ahmet Taha Bilgin: Crea Ajans reklam şirketinin kurucusu.

Timur Delibaş: Vegavizyon Reklamcılık yönetici ortağı.

Alihan Aydın / Alper Aydın: Alihan Aydın Printtech, Alper Aydın Reklamarea CEO’su.

Alperen Aydın - Ahmet Palazoğlu: Listede daha önce ismi geçen Muhittin Palazoğlu’nun kardeşi ve AdStation reklam ajansında yönetici ortak.

Kaan Ketenci - Ahmet Hamdi Çiçek - Serkan Öztürk - Necati Özkan: Öykü Dialogue International Ajans Başkanı. Reklamcı ve siyasi danışman.  Kamuoyunda Ekrem İmamoğlu’nun seçim kampanyalarını yürütmesi ve iletişim danışmanlığını yapmasıyla tanınıyor. İmamoğlu ile ilgili bir de kitabı var.

Vedat Şahin - Serdar Haydanlı: Serdar Haydanlı’nın 4.5 Grup isimli şirketin sahibi olduğu gözaltına alınması sonrası basına yansıdı. Haydanlı’nın organizasyon işinde faaliyet gösterdiği ve Teknofest etkinliğinde organizatör olarak görev yaptığı yine basında yer alan bilgiler arasındaydı.

Yaşar Çeri -  Emin Ferhat Ertek: İYİ Parti İstanbul Siyasi İşler Başkanı. Ertek’e ait Lif Proje ve Danışmanlık Hizmetleri LTD şirketinin İBB’den ihale aldığına dair haberler yaklaşık iki yıl önce iktidara yakın medya organlarına yansımıştı.

Harun Cengiz Beğenmez - Hasan Öçsoy: QuaraMedya isminde Bilboard Cephe Giydirme Dijital Baskı Merkezi olarak faaliyet gösteren reklam şirketinin kurucusu.

Adem Tuncay: İBB Reklam Yönetimi Şube Müdürü.

Rauf Cem Istıranca: 3K Organizasyon Reklam San. ve Tic. AŞ Yönetim Kurulu Başkanı.

Ömer Gürsoy: Icon/Birlik Medya Yönetim Kurulu Başkanı.

Uğurhan Atma: Sarıyer Belediye Meclis Üyesi. Daha önceden Sarıyer’de CHP Gençlik Kolları Başkanlığı yapmış, ilçe başkanlığına da aday olmuş bir isim. İktidar yanlısı medyada Reklam İstanbul şirketinin sahibi olduğu ve bu şirketin İBB’den ihale aldığına dair haberler 2023 yılı yaz aylarında yayımlanmıştı.

Özge Bağdatlı: Listede daha önce ismi geçen Emrah Bağdatlı’nın akrabası olduğu ve hisselerini kendisine devrettiği iddiası gözaltı işlemleri sonrası iktidar medyasında yer aldı.

Fatoş Pınar Türker: İBB Medya AŞ Yönetim Kurulu Üyesi.

Mahir Polat: İBB Genel Sekreter Yardımcısı. İBB Kültür, İBB Miras ve İBB Sosyal sorumluluk alanında. Son yerel seçimlerde Fatih’ten belediye başkanlığına aday olmuştu.

Resul Emrah Şahan: Şişli Belediye Başkanı.

Mehmet Ali Çalışkan: Reform Enstitüsü Direktörü. Ekrem İmamoğlu ile 2019 seçimlerinden sonra çalışmaya başladı. 31 Mart seçimlerinde CHP’nin kurduğu Seçim Koordinasyon Merkezi’ni yönetti.

Ebru Özdemir: Şişli Belediyesi Başkan Yardımcısı.

Azad Barış: Spectrum House Düşünce Kuruluşu’nun sahibi. Aynı zamanda Kent Uzlaşısı için CHP’yle görüşmeleri yürüten ve öncesinde DEM Parti’den Diyarbakır Milletvekili adaylığı bulunan isim.

Hunav Altun: Spectrum House çalışanı.

                                                       /././

İdare Hukukçusu Prof. Dr. Metin Günday: Diplomanın iptal kararını hangi organ alırsa alsın hukuk dışı bir karardır -Cengiz Anıl Bölükbaş-

İdare Hukukçusu Prof. Dr. Metin Günday, İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını iptal etmesine ilişkin olarak, “Kararı İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu değil İşletme Fakültesi Yönetim Kurulu’nun alması gerekirdi. Ancak bu karar hangi organ tarafından alınırsa alınsın tamamen hukuk dışı bir karardır’’ dedi. Günday, ‘’O dönem İmamoğlu ile birlikte geçiş yapan kişiler yürürlükte olan yönetmelikteki kriterleri karşılamıştır. Yatay geçiş de diploma da artık kazanılmış bir haktır. Bu karar tamamen hukuk dışıdır’’ diye konuştu.

Kararı T24’e değerlendiren İdare Hukukçusu Prof. Dr. Metin Günday, şunları söyledi:

‘’Kararı İşletme Fakültesi Yönetim Kurulu’nun alması gerekirdi’’

‘’Öncelikle İşletme Fakültesi Yönetim Kurulu’nun diplomayla ilgili karar alması gerekirdi. Ama fakültelerin bir tüzel kişiliği yok. Üniversite rektörlüğü fakültelerin üstünde. Dolayısıyla bir üst kurul olan üniversitenin yönetim kurulu böyle bir karar aldı.  

Karar başından itibaren hukuka aykırı. İşletme Fakültesi’nin Yönetim Kurulu’nun ya da İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu’nun böyle bir karar almış olması fark etmez. Bu karar hangi organ tarafından alınırsa alınsın tamamen hukuk dışı bir karardır.  Bu kararın hukukla izah edilecek bir tarafı yok. Bir ‘siyasi kumpas’ ya da ‘siyasi komplo’ denilebilir. 

‘’İdari işlem yapıldığı tarihteki hukuk kuralına göre değerlendirilir’’

İmamoğlu 1990 yılında Girne Amerikan Üniversitesi’den İstanbul Üniversitesi’nin ilanının ardından başvuru yapmış. Belgelerini toplamış. Gerekli zaman diliminde İmamoğlu ile birlikte çok sayıda insan başvurusunu yapmış. 

Hukukun en temel ilkesi şudur: Bir idari işlem hangi tarihte yapılmış ise o tarihte geçerli olan hukuk kurallarına göre değerlendirilir.

1990-1991 öğretim yılı için ilan verilmiş. O tarihte yürürlükte olan mevzuata göre 1982 yılında çıkmış yatay geçiş usul ve esaslarını belirleyen bir yönetmelik var.

‘’Yönetmelik belli; İmamoğlu birlikte geçiş yapan herkes kriterleri karşılamış’’

Buna göre, yatay geçiş için ne gibi koşulların arandığı belirlenmiş. Bu koşulların olup olmadığının hangi organın belirleyeceği de belirlenmiş. Öğrencilerin ayrıldığı kurum ile yatay geçiş yapacağı kurumun eş değer olması lazım. Bu eşdeğerliliği kim tespit edecek? Yatay geçiş yapılacak olan kurum belirleyecek. Eşdeğerlilik tespit edilmiş. 

Öğrenci ayrıldığı kurumdaki bütün derslerden geçmiş olmalı. İmamoğlu bunu da yapmış.

Öğrenim gördüğü dönemde sınavlarda almış olduğu notların ortalaması asgari 60 olacak. Koşullar bunlardan ibaret. İmamoğlu ile birlikte geçiş yapan tüm kişiler bu kriterleri sağlamış.

‘’Yatay geçiş de diploma da kazanılmış haktır’’

Artık yatay geçiş işlemi tamamlanmıştır. Yatay geçiş artık o dönem geçiş yapan herkes için kazanılmış haktır.

Bundan sonra İmamoğlu İstanbul Üniversitesi’ndeki eğitimini tamamlamış, bütün sınavlara girerek başarı sağlamış ve mezun olmuş. Ardından bir diploma almış. Bu diploma da bir kazanılmış haktır. Ki İmamoğlu bir de bu diplomayla bir de yüksek lisans yapmış.

Aradan bu kadar süre geçtikten sonra diplomanın iptali usulsüzdür. ‘Yok hükmündedir’, ‘açık hata vardır’ gibi gerekçeler artık öne sürülemez. Bunu öne sürenlerin 35 yıldır akılları neredeydi. 

‘’Üniversite yönetimi 5 yıl önce söylediği ‘hukuka uygundur’ görüşünün ardında duramıyor’’

2019 yerel seçimlerinde İmamoğlu İBB başkanı seçildikten sonra diplomasıyla ilgili böyle iddialarda bulunulup şikayette bulunulmuştu.

2020 yılında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü bir açıklama yapmıştı. Yatay geçişin ve diplomanın tamamen hukuk olduğunu kamuoyuna duyurmuştu.

Ardından İmamoğlu tekrar İBB Başkanı seçildi. CHP’nin cumhurbaşkanı aday adayı oldu. Şimdi bu iddia İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yeniden gündeme getiriliyor. Şimdi üniversite yönetimi 5 yıl önce açıkladığı ‘hukuka uygun’ görüşünün ardında duramıyor. Aksini iddia ederek diplomayı iptal etme kararı alıyor. İşin bir vahim kısmı da bu.’’

Ne olmuştu?

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun lisans okurken KKTC'deki Girne Amerikan Üniversitesi'nden İstanbul Üniversitesi'ne yatay geçiş yapmasıyla ilgili 'usülsüzlük' iddiaları yeniden gündeme getirilirken, İmamoğlu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştı. 

İmamoğlu, soruşturma kapsamında ifadesi alınmak üzere savcılığa davet edilmişti.

Başsavcılık, İmamoğlu hakkında, üniversite diplomasının sahte olduğu iddiasıyla "resmi belgede sahtecilik" suçundan açılan soruşturma kapsamında İstanbul Üniversitesine gönderdiği yazıda, İmamoğlu'nun diploması dayanak gösterilerek kurulacak iş ve işlemlerin hukuka aykırı olmaması adına gerekli işlemlerin bir an önce yapılmasını istemişti.

İmamoğlu'nun avukatları konuyla ilgili basın toplantısı yapmış, YÖK'ün raporda işaret ettiği "Girne Amerikan Üniversitesi'nin tanınmadığı" kararının detayları anlatılmıştı. Avukat Mehmet Pehlivan'ın anlattığına göre İmamoğlu, 1990 yılında yatay geçiş başvurusu yapmıştı. Pehlivan, YÖK'ün "Girne Amerikan Üniversitesi'ni tanımama kararını" 1991 yılında aldığını, ilerleyen yıllarda da yürürlüğe koyduğunu belirtmişti. 

Pehlivan, "Biz olan hukukla değil, yaratılmak istenen algıyla mücadele ediyoruz. Yatay geçiş başvurusunun yapıldığı tarihte tanıma ve denklik işlemlerinin yasal mevzuatta bir karşılığı yok. YÖK'ün tanıma ve denklik işlemlerinin yasal bir dayanağa kavuşması ancak 14 Temmuz 1996 tarihli RG'de yayımlanan yönetmelikle olmuştur. YÖK'ün tanıma ve denklik kuralı, İmamoğlu'nun yatay geçiş müracaatından 6 yıl sonra getirilmiştir. 6 yıl sonra getirilen bir kuralı geriye yürütmeyi hukukla açıklamak mümkün değildir" açıklamasını yapmıştı.

Eski Danıştay Üyesi ve İdare hukuk Profesörü Ali Uzun da "İdare hukuku açısından 34 yıl önce yapılmış bir yatay geçişin ve sonrasındaki diplomanın şimdi geri alınabilmesi ve iptal edilebilmesi hukuken mümkün değil" demişti.

18 Mart'ta diplomadaki durumu görüşmek üzere toplanan İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu, İmamoğlu'nun diplomasının iptal edildiğini duyurdu. İstanbul Üniversitesi, İmamoğlu'nun da aralarında bulunduğu 28 kişinin diplomalarının "yokluk" ve "açık hata" gerekçeleriyle geri alınmak suretiyle iptaline karar verdi.

İmamoğlu ilk açıklamasında, İstanbul Üniversitesi yönetiminin böyle bir kararı alma yetkisi olmadığını, kararı işletme fakültesinin alabileceğini ifade ederek, "Bu kararı alanların tarih ve adalet önünde hesap verecekleri günler yakındır" dedi.

İmamoğlu'nun avukatları ise İstanbul Üniversitesi Yönetimininin yetki gaspı yaptığını ifade ederek, "Bu karar yok hükmündedir. Üniversite Yönetim Kurulu bu kararı alamaz. Fakülte yönetimi alır. Kazanılmış hukuka uygun hakkın geri alınması mümkün değil. Usule uygunluk gereği işletme fakültesi yönetim kurulu karar alması gerekirdi" dedi.

(https://youtu.be/Kcc1kqoQ03k)

                                                             ***

“Diploma” soruşturmasında ifadesi alınan Girne Amerikan Üniversitesi kurucusu Tozan: 'Şüpheli’ olarak ifade verdiğimi imza atarken öğrendim! -Cengiz Anıl Bölükbaş-

“Diploma” soruşturmasında ifadesi alınan Girne Amerikan Üniversitesi kurucusu Tozan: 'Şüpheli’ olarak ifade verdiğimi imza atarken öğrendim!

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında başlatılan 'diploma' soruşturması kapsamında “şüpheli” sıfatıyla ifade veren Girne Amerikan Üniversitesi kurucu ortağı Özalp Tozan, “Benim ‘şüpheli’ olarak ifade verdiğimden ifadeye imza atarken haberim oldu. Ben oraya ‘bilginize başvurulacak’ denilerek çağrıldım” dedi. İmamoğlu’nun tanımadığını ve İmamoğlu’na ilişkin evraklara o dönemki görevi gereği imza attığını dile getiren Tozan, “İyi iş yapan insanlar böyle sorgulanmamalı. Bu çok yanlış” diye konuştu.

“Özalp Tozan, o imzayı keyfe keder atmamıştır”

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen soruşturma kapsamında ifadesi alınan Tozan, konuyla ilgili olarak T24'e şunları söyledi:

“Ben şüpheli olarak ifade verdiğimden ifadeye imza atarken haberim oldu. Ben oraya ‘bilginize başvurulacak’ denilerek çağrıldım. Evrağı imzalayınca ‘şüpheli’ tanımını gördüm. Şaşırdım açıkçası. Çünkü bu tanım beni farklı bir konuma koyuyor. Bu yanlış bir şey. Ben üniversite kuruculuğu, üniversite yöneticiliği yapmış insanım. Kıbrıs ekonomisine katkı veren bir projeye katkı veren bir insanım. Burada yapılan şey belli yetkiler, belli pozisyonlar gereği yapılmıştır. O imzayı Özalp Tozan keyfe keder atmamıştır. O bir görevdi. Kayıt Kabul İşleri Direktörü olarak yapılan bir görev iken bir öğrenciye atılan bir imzadır. Orada atıla imza kişiye özel atılmış bir imza değildir. Kişinin öğrenciliğini, İngilizce eğitim aldığını tescil etmek amacıyla atılmış bir imzadır. Ben ‘Ekrem İmamoğlu’nun kağıdına imza atıyorum’ diye imza atmadım ki. Ben kişisel olarak İmamoğlu’nu tanımıyorum. Ben binlerce öğrenci gördüm. Ben öğrencilerimle ilişkilerimi saygı çerçevesinde, sınırlarımızı bilerek ilerlettim. Hiçbir öğrenciye kişiye özel bir davranışta bulunmadım.

Ben o dönemde yaşanan olayla ilgili ifademe başvuruluyor diye gittim. Öyle davet edildim. Benim gibi başka insanların da çağrıldığını düşünerek gittim. Girne Amerikan Üniversitesi’nin kurucusu dört kişi. Bu dört kişiden biri benim ve Ankara’da yaşıyorum diye beni aradılar. Siz diğer kişileri aradınız mı? Diğerleri de kurucu ortak. Diğerleri üniversitedeler halen. Ben 1992 yılında ayrıldım. Üniversitenin sahiplerini aradınız mı? Amerikalıların üniversiteden ayrılmasından sonra ben de ayrıldım.

“Gurur duymam gerekirken…”

Şüpheli olarak ifadem alındı sanki ben bir örgüt kurmuşum gibi. Görevli olarak imza atmış olmamın sorulması absürt bir soru değil mi? Niye görevlisin diye sorsalar absürt bir soru değil mi? İmza atmamın neresi yanlış? Birisi bana bunu izah edebilir mi? Yanlış olmayan bir mesele için niye ifadeye çağrılıyorum, biri anlatabilir mi? Birisi tanınmayan bir ülkede böyle bir üniversite kurdum diye beni tebrik ediyor mu? Ben baskı yaptım Kıbrıs’ta üniversite açmaları için. İnsanlar bugün bana bunları niye yaptınız diye soru soruyor. Ben elbette adıma bir büst beklemiyorum. Ama iyi iş yapan insanlar böyle sorgulanmamalı. Bu çok yanlış. Ben üniversite kuran biri olarak gurur duymam gerekirken hesap veren duruma sokuldum. Ben eğitim kurumu kurdum. Bugün adada binlerce insan eğitim gördü. Bunun faydasını hesaplayabilir misiniz?”

İfadesinde, üniversitenin kuruluşunu anlattı

Tozan soruşturma kapsamında dün ifade vermişti. Tozan, savcılık ifadesinde de şunları söyledi:

"1986 yılında Serhat Akpınar ile beraber şu anki adıyla Girne Amerikan Üniversitesi’ni resmi anlamda kurduk. Kıbrıs’a üniversite kurmamızın amacı adanın ekonomisine destek olmaktı. Üniversitenin kuruluşunda devlet desteği de oldu. Özel Üniversite Yasası, bizim arzumuzla ve Sayın Rauf Denktaş’ın desteğiyle 1986 yılında çıkmıştır. 1986 yılında University College of Northern Cyprus (UCNC) ünvanını kullanarak, Southeastern Üniversitesi (Washington, ABD Kampüsü)’nin afiliye kampüsü olarak anlaşmamızı yaptık. Bizim çalıştığımız dönemlerde üniversitenin Türkiye tarafından tanınması ile alakalı hiçbir talebimiz olmadı. Zaten uluslararası anlamda tanınan bir üniversiteydi. Öğrencilerimizin tanınması yeterliydi bizim için. Girne Amerikan Üniversitesi, Amerika’daki üniversitenin şemsiyesi altında afiliye olarak kuruldu. Benim görev aldığım dönemde Girne Amerikan Üniversitesi’nin bizzat kendi bastığı bir mezuniyet diploması söz konusu değildir. İlk mezunlarımızın diploması, Amerika’dan gelen Southeastern Üniversitesi rektörünün verdiği diplomadır.

Benim yöneticilik yaptığım 1986 - 1992 yılları arasında üniversiteye kayıt olan herkes bilir ki bu üniversitenin Türkiye’de denkliği yoktur. Girne Amerikan Üniversitesi’nin dönemlerde kesinlikle denkliği yoktur. Bunun altını çizerek söylüyorum. Bizim denkliğimiz Amerika’daki Üniversitenin denkliğinden geliyor. O zamanlarda üniversite tanıtımlarında da söyledim. Ben kayıt kabul işleri direktörü olarak öğrencilerime hiç birine yalan yanlış bilgi vermedim. Girne Amerikan Üniversitesi diploma vermeyeceğim anlamı anlaşıldı olduğu üniversite üzerinden diploma verdirileceğini söyledim. Konuşmalarım ve üniversite tanıtımlarımın genel bu şekildeydi. O dönemlerde Girne Amerikan Üniversitesi’ne kayıt olan öğrencilerin hepsi Türkiye’de denkliği olmadığını bilir ancak Amerika’da ki bağlı olduğu üniversitenin denkliği üzerinden fayda sağladığını bilirler. Girne Amerikan Üniversitesi’nin Türkiye’de denkliği yoktur. Denkliği dolaylıdır. Amerika üzerinden vardır."

"Kendisini tanımıyorum, neden böyle bir şey yazdı bilmiyorum"

Tozan ifadesinin devamında, şunları kaydetti:

"Ekrem İmamoğlu'nun, beni 'hakkında bilgi alınacak kişiler' listesine yazma sebebinin, İngilizce hazırlık okulundan öğrencileri benim kurmamdan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Kendisini şahsen tanımıyorum. Neden böyle bir şey yazdı bilmiyorum. İstanbul Üniversitesi beni bu konu hakkında aramadı. Haberdar edilmedim. Girne Amerikan Üniversitesi bir Vakıf Üniversitesi değil özel şirket üniversitesidir. Ama bir özel ve uzaktan olmayan üniversiteler arası geçiş kurumsal olarak olması mümkün değildir. Bu yasal bir şeydir. Yani özel bir üniversiteden devlet üniversitesine geçiş yapmak yasal değildir. Diğer geçiş ise programlar arasından geçiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki bir üniversiteden devlet üniversitesine geçiş yapılabilir ama ben tanımlamıyorum. Ben İstanbul Üniversitesi’ne geçiş yapan kimseyi tanımıyorum ve hatırlamıyorum. Üniversitenin 5 bin ile 10 bin arası öğrencisi vardı. Zaten Girne Amerikan Üniversitesi o dönemlerde çok küçüktü 80 - 100 tane öğrencisi vardı. Bu kapsamda Türkiye’deki üniversitelerin bir çoğu geçiş yapılamayacağını biliyordur. Benim bu konuyla alakalı bilgim bu kadardır. Ben kimseye hayatım boyunca bu konuda referans olmadım. Benim tek amacım Kıbrıs’a ekonomik anlamda katma değer sağlamaktır." 

                                                          ***

“Aba Ama”, eğitim ve otomotiv -Ercan Uygur-

ABD ve AB, Çin’den yaptıkları elektrikli araçlar ithalatına ek gümrük vergileri getiriyorlar. Çünkü kendileri rekabet edemiyor. Türkiye’de iktidar bunu anlamadı veya anladı ama iktidarını sürdürmek için teknolojiden ve rekabetten vazgeçiyor

“Aba Ama”, eğitim ve otomotiv

Bu yazıyı yazarken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Belediyeler Birliği Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının İstanbul Üniversitesi’nde yetkili olmayan bir grup tarafından “iptal edildiği” haberini aldım.

Uzun yıllar üniversitede görev yapmış bir kişi olarak aklıma hemen şu soru düştü; diploması olmayanlar, üniversite diplomalarını iptal ettirmeye mi çalışıyorlar? Bazı üniversitelerin muhalefetteki siyasilere verdiği diplomalar da mı iptal edilecek?

Muhalefetin siyaset yapmasını engellemenin bir yolu diploma iptal etmek olsa gerek. Bu aşamaya mı geldik? Üniversiteden bir grup, kendi fakültesinin öğrenci kabul ettiği ve mezun ettiği bir kişinin diplomasını nasıl iptal eder?

Başka bir sorum şu; iptal kararını veren grup, İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu. Bu kurulda onlarca isim görünüyor. Bunların tümü karara iştirak etmiş mi? Yoksa bazılarının yalnızca isimleri mi yer alıyor? Örneğin, istifa ettiği söylenen İşletme Fakültesi Dekanı imza mı verdi?

Belli ki bu konu çok uzun sürecek. Ben başlıkta yer alan konulara döneyim.

“Aba ama”

 “Aba ama”, Çince “anne baba” demek, duygusal bir şarkının adı. Yaklaşık altı aydır, Çin’deki gelişmeleri izlemeye çalıştığımda, karşıma bir şekilde bu şarkı çıkıyor.

Çok duygusal olmalı ki, şarkıyı konserlerde izleyenlerin, başta genç kızlar ve delikanlılar olmak üzere, ağladığını görüyorum. Hem nasıl ağlama; hıçkırıklar duyuluyor, sürekli gözyaşları siliniyor.

Önce şarkının İngilizce çevirisi üzerinden Türkçeye çevirdiğim sözlerini vereyim. Sonra konuyu Çin eğitim sistemi üzerinden eğitime ve ekonomiye getireyim.

Anne baba

Bana sıcacık bir ev verin

Güneş gibi

Aynen sevginiz gibi

Beni yükseklere kaldırın

Daha yükseklere

Anne baba

Yüreğimde Budanın aydınlık yolu

Ay gibi

Aynen sevginiz gibi

Bana eşlik edin

Oy babam

Oy annem

Yavrunuzun kalbinde sonsuz kelimler var

Yıldızlarla dolu gökyüzü gibi

Parlıyor bana olan sevginizin ışığı gibi

Çin’de eğitim ve yatılı okullar

“Aba ama” şarkısını dinleyenler, izleyenler neden çok duygulanıyor? Bir açıklamam Çin’de ilk ve orta eğitimin (ortaokul ve lise) yaygın olarak yatılı olması. Yatılı okullar hem şehirlerde hem kırsal kesimde var, ancak kırsal kesimde daha yaygın.

Şöyle ki, kırsal kesimde ilkokul çağındaki çocukların yaklaşık yüzde 10’u, orta eğitim çağındaki çocukların ise yüzde 50-55’i yatılı okula gidiyor. Yatılı okullar şehirlerde de var; bu okullara devam eden öğrenci sayısı yüzde 12-15 arasında.

Çin’de kırsal kesimdeki eğitim iki nedenle önemseniyor.

Birincisi, kırsal kesimdeki ailelere ve öğrencilere sistemin dışında kaldıkları, dışlandıkları izlenimi verilmek istenmiyor. Tam tersine, onların hızlı ve düzenli şekilde sistem içinde yer almaları isteniyor.

İkincisi, kırsal kesimde öğrenciler yatılı okula giderken, anneleri ve özellikle babaları hızlı bir eğitimden ve kurstan geçtikten sonra sanayide çalışmaya başlıyorlar. Bu ebeveynlere, “çocuğunuza iyi bakılıyor, iyi eğitim veriliyor” mesajı iletiliyor.

Çin’in eğitim sistemi ve özellikle yatılı eğitim sistemi konusunda konusunda Xue ve Li (Ağustos 2022) ile Rawski ve DeWoskin (Mart 2025) çalışmalarına bakılabilir.

Yatılı okula giden eğitim çağındaki çocuklar, anne ve babalarından ayrılıyorlar. Uzun süre onlardan ayrı kalıyorlar. Nedeni de şu; anne ve özellikle baba, çalışmak üzere sanayileşmenin yoğun olduğu büyük şehirlere gidiyorlar.

Bu gidiş, Çin’in daha yoksul batı kesiminde çok daha yoğundur. Sonuç olarak, özellikle kırsal kesimde yatılı okullara giden çok önemli sayıda öğrenci anne ve babalarından ayrı kalıyorlar ve doğal olarak bu tür şarkılarla çok duygulanıyorlar.

Belirtmek gerekir ki, yatılı okulların eğitim başarısı, Çin’de yabancı öğrencilere de hitap eden özel ve ücretli yatılı okulların açılmasına da yol açmıştır. Örneğin, Rusya’dan ve Asya’nın diğer bölgelerinden çok sayıda öğrenci bu okullara geliyor.

Çin’deki orta eğitim düzeyindeki yatılı okulların doğa ile iç içe Türkiye’deki Köy Enstitüleri gibi öğretim yaptığı anlaşılıyor. Bilindiği gibi, 1940’ta öğretime başlayan bu okullar, 1946’dan itibaren kapatıldılar ve Türkiye önemli bir kaynaktan mahrum kaldı.

Diğer yandan Çin’deki orta eğitim okullarının özellikle lise düzeyinde olanlarının önemli bir amacı, üniversitelere nitelikli iyi öğrenciler gönderebilmektir. Bu okullar arasında önemli bir rekabet olduğu biliniyor.

Bu rekabeti de destekler düşüncesiyle Çin’de özel orta eğitim okullarına da izin verilmiştir. Ancak bu özel okulların rekabeti giderek ticarete döktükleri anlaşılıyor. Örneğin, çok daha yüksek ücret vererek devlet okullarındaki iyi öğretmenleri transfer etmeye başlamışlardır.

Bu okullar ayrıca iyi öğrenci transferine de başlamışlardır. Böylece okullar arasında haksız rekabet ve dengesizlik oluşmuştur. Bunu gören Çin yönetimi özel okulları 2022’den itibaren azaltmıştır. Geriye, yabancılara da hitap eden özel okullar kalmıştır.

Türkiye’deki gelişmeler tam ters yöndedir. İlköğretimde köy okulları büyük ölçüde azaltılmıştır. Bölgesel okullara ulaşım desteği de kalkmıştır. Orta eğitimde yatılı okullar büyük ölçüde kaldırılmıştır.

Bu okullarda devletin sağladığı barınma olanakları ve yurtlar da çok azaltılmıştır. Bunlar yerine tarikatların sağladığı barınma olanakları çok artmıştır.

Çin’deki eğitim sistemi, tümüyle ekonominin gereksinimi olan ve özellikle yeni teknolojileri kullanıp üretmeye yönelen öğrenci yetiştiriyor.

Türkiye’de ise, ekonomik olarak gereksinim duyulmayan, yandaş yetiştirme hedefiyle dini eğitim okulları hızla artırılıyor.        

Çin’de eğitim ve otomotiv sektörü

Çin’de eğitimi ve son dönemde ticaret savaşlarına konu olan otomotiv sektörünü yönlendiren iki karardan söz etmeliyiz.

1) İlki, daha önce de önemsenen ama 1986’da 7. Beş Yıllık Planda “temel ve taşıyıcı” sektör olarak otomotiv sektörünün öne çıkarılması kararıdır.

2) İkincisi, 2009’da Çin Devlet Konseyinin kararı ile artık otomotivde elektrikli araçların üretilmesi ve sektörün buna göre yapılandırılması kararıdır.

Bu kararlardan önce, otomotiv sektörüne nitelikli işgücü yetiştirmek üzere eğitim kurumları da yapılandırılmıştır. Özellikle elektrikli araç üretiminde kullanılan batarya tasarım ve üretimi için bölümler açılmıştır.

Ayrıca, otomotiv üretiminde gereken yarı-iletkenler tasarımı ve üretimi için 2000’ler başından itibaren eğitimde önlemler alınmıştır.

Çin’in elektrikli araç üretimi 2010’da 5 bin adettir. 2015’te bu sayı 335 bin, 2020’de ise 1,430 milyondur. Çin 2024’te toplam 31,28 milyon araç üretmiştir ve bunun yaklaşık 10,18 milyonu elektrikli araçtır. Bu da dünyada üretilen toplam elektrikli aracın yaklaşık yüzde 60’ıdır.

ABD ve AB, Çin’den yaptıkları elektrikli araçlar ithalatına ek gümrük vergileri getiriyorlar. Çünkü kendileri rekabet edemiyor. Halbuki rekabetin arkasında öncelikle eğitim var. Türkiye’de iktidar bunu anlamadı, veya anladı ama iktidarını sürdürmek için teknolojiden ve rekabetten vazgeçiyor.


Kaynaklar

Rawski, Evelyn ve Kenneth DeWoskin (Mart 2025) Education of China

Britannica (2025) https://www.britannica.com/place/China/Education

Xue, Eryong ve Jian Li ( Ağustos 2022)  “The Boarding School’s Education Policy in China”, Springer Nature, ss. 115-135.

https://link.springer.com/chapter/10.1007/978-981-19-4683-7_5

                                                                        /././

(T-24)


EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -19 Mart 2025-

 Diplomaya da kayyım!

CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olması beklenen Ekrem İmamoğlu’nun diploması, iktidara yakın gazetecilerin günlerdir anons ettiği gibi, üniversite yönetimi marifetiyle iptal edildi.

Bir süredir operasyonlar, tutuklamalar, kayyım atamalarıyla siyaset alanını zorla daraltan iktidarın, bir ‘hayali’ daha gerçekleşti. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olması beklenen Ekrem İmamoğlu’nun diploması, iktidara yakın gazetecilerin günlerdir anons ettiği gibi, üniversite yönetimi marifetiyle iptal edildi.

Belediyelere operasyonlar, kayyım atamaları, CHP kongresine soruşturma, 5 kez siyasi yasak ve 25 yıldan fazla hapis cezası isteminden sonra Ekrem İmamoğlu’nun diploması da iptal edildi. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı ön seçiminden 4 gün önce alınan karara tepki gösteren İmamoğlu, “Bu ülkede herkesin kazanılmış tüm hakları tehlike altındadır. Milletimizin yürüyüşü durdurulamayacak” dedi.

Maltepe’de toplanma çağrısı

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Kimse enseyi karartmasın. Cumhurbaşkanı adayımızı belirleyecek ve hep birlikte arkasında duracağız” dedi. Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mansur Yavaş, cumhurbaşkanı adaylığı konusundaki kararını askıya aldığını duyurdu. CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, yurttaşları bugün saat 14.00'te Maltepe Cumhuriyet Meydanı'nda toplanmaya çağırdı.

Karara tepki yağdı: Darbeci yöntem

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, kararın siyasi olduğunu vurgularken, EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan, iktidarın başkasına siyaset yapma hakkı tanımadığını söyledi. SOL Parti, “İktidar toplumun rızasını kaybettiği için darbeci yöntemlere başvuruyor” derken, TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Erdoğan’a “Kazanamayacaksın” diye seslendi. TKP de “Türkiye bu zihniyeti var eden holdingler ve tarikatlar düzeninden kurtulmalıdır” açıklaması yaptı.

                                                                  ***

Yoksulların değil zenginlerin partisi AKP’nin adaleti!-Mustafa Yalçıner-

Sadece İmamoğlu’na açılan sayısız davalardan ibaret değil AKP’nin “adaleti”. Yüzlerce mafyacı ve katil serbestçe ortalıkta dolaşır ve reisin diplomasını henüz kimse görmemişken onun diplomasıyla uğraşılması AKP’nin adaletinin göstergesi, ama tabii ki sadece o değil. Muhalif belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyım atanmasından ibaret de değil adalet yoksunluğumuz. Yok yere bir ay hapsedilen Halk TV GYY Toktaş ve birçok gazetecinin muhatap oldukları da yetmez AKP’nin “adaleti”ni tanımlamaya.

AKP “Üç Y’ye karşı” olduğunu söyleyerek iktidar oldu. Dediğim dedik generallerin yerini dediğim dedik tek adam aldı! Eskiden devlet aygıtı generallerin emirlerini uygulardı. Şimdi “reis”in bir dediğini iki etmiyorlar. İsterse bir kurumun sorumlusu etmesin - bedeli en azından sürgün oluyor.

Neydi üç “Y”? Yasaklar, yolsuzluk ve yoksulluk.

Şimdi yasaktan geçilmiyor. Cumhurbaşkanı adayına bile kapalı salon verilmiyor toplantı için. Ücretlere reva görülenden, şimdi yüzde 30’dan fazla zam istemek yasak. İstediklerine pişman ediliyor işçiler: Gaz, ters kelepçe… ve daha birçoğu. Grev mi? O zaten yasak! Konuşmak ve görüş açıklamak mı? Tek adam yönetimini savunuyorsanız serbest, eleştiriyorsanız yasak. Israr ederseniz, buyurun Silivri’ye!

Yolsuzluk deseniz bini bir para!.. Tek bir örnek yeterli olacak: Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı İstanbul-İzmir otoyolu üzerindeki Osmangazi Köprüsü’nün maliyetini 1 milyar 480 milyon dolar olarak açıklamıştı. Geçiş fiyatı 35 dolardan 55 dolara yükseltilen köprüden işletici şirketin bugüne kadar elde ettiği gelir maliyeti fazlasıyla aşmasına karşın, şirket köprüyü 2036’ya kadar işletmeye devam edecek. Halkın cebinden 5 kuruş çıkmadan ülkeye kazandırılacağı iddia edilen köprü bu tarihe kadar kim bilir kimlerin ortak olduğu ya da komisyon aldığı şirkete en az 15 milyar dolar kazandıracak!

Ya yoksulluk?

Ticaret bakanı güle oynaya kişi başına yıllık gelirin 15 bin dolara yükseldiğini açıkladı. Bu ortalamadan ilerlersek, herkesin eline ayda 1250 dolar geçmesi gerekiyor. 45 bin 812 TL eder. Şöyle bir ceplerimize, borç içindeki kredi kartlarımıza, banka hesaplarımıza bakalım. Kim kaybetmiş ki biz bulalım - öyle değil mi? 22 bin TL’lik asgari ücret bunun yarısı bile etmiyor. Sadece 603 dolar. Ve olur verilen ücretlere zam enflasyonun yarısı kadar bile olmayınca asgarisi dahil tüm ücretler enflasyon tarafından sürekli yenip bitiriliyor. Ne kiraya ne gıdaya ne de ulaşıma yetiyor!

Geçinemez olan emeklilere olsun, ücretlilere olsun zam talep ettiklerinde “Para yok” deniyor. Ama AKP ve tek adam adaleti bu ya, sadece Osmangazi değil geri kalan tüm köprü, havaalanı, şehir hastanesi türünden “Altın yumurtlayan tavuk” durumundaki “yap-işlet” işletme sahiplerine para bulunuyor!

Sadece onlara değil, pazartesi günkü Evrensel’in manşeti 2024’te ülkenin kalbur üstü zenginlerine ait şirketlere uygulanan vergi kıyağıyla ilgiliydi. Büyük şirketlerin teşvik, indirim gibi yollarla vazgeçilen 2.2 trilyon TL’lik vergileri tahsil edilmemişti. Bordroluların 5 kuruş vergi kaçırma olanağı yokken, zaten şirketler faturasız satış, gider gösterme ve bilanço oyunları gibi yollarla doğru dürüst vergi ödemezler. TOFAŞ örneğin gelirlerinin yüzde 1’i bile vergi ödememiş, Ford Otosan’ın gelirlerine oranla ödediği vergi ise sadece binde 2 olmuştu.

Daha da vahimi, “nas” denip sözde faiz karşıtlığı yapılır ve yeniden faiz indirimi başlatılırken sadece 2025’in ilk iki ayında, ocak ve şubatta faiz ödemelerinin 303 milyar TL’yi bulmuş olması. Bir de faize “karşı” olmasalar yanmışız!

Tümüne para bulunuyor. Halktan toplanan vergilerden hazine garantisi olarak köprü vb. işletmecisi şirketlere ödenecek milyarlar bulunuyor! Para var ki, sermayedarlardan vergi alınmıyor. Faize de bulunuyor. Bir tek işçi ve emekçilerle emeklilere para bulunamıyor! Adalet işte!

Geçelim efendim! Şirketlere vergi indirimi yapma, maliyetini çoktan çıkarmış köprülerden geçiş için yapımcı kapitalist şirketlere hâlâ havadan para ödeme. Ücretlerle emekli maaşlarını rahatça 3-4 kat artırırsın.

Ama hayır. AKP kapitalistlerin, zenginlerin partisi. İşçilere, yoksullara dönüp bakmıyor bile!

Ulusların sefaleti: Dünya Bankası küresel sefaleti nasıl gizliyor?-Kansu Yıldırım-

Yoksulluk kapitalizmde ortadan kaldırılabilecek ya da kaldırılmak istenen bir durum değildir. Aksine bir toplumdaki yoksul sayısı ne kadar artarsa bağımlı nüfus o denli genişler. Bu nedenle yoksulluk sermayenin hem üretim ilişkilerinde hem siyasal alanda toplumsal denetimini sağlama araçlarının başında gelir. Yoksulluk ideolojik ve ekonomik siyasal bileşkeye dönüştürüldüğünde ücretleri baskılamaktan sosyal yardımların dağıtımındaki önceliklere dek bir kontrol aygıtına dönüşür. Bunun için yoksulluk belirli bir sistem dahilinde ölçülebilir hale getirildikçe yoksulluğu yönetilebilir kılmanın mekanizmaları da sağlanmış olur.

Dünya Bankası uzun süredir küresel yoksulluğu ölçmeye çalışıyor. Başta Birleşmiş Milletler kalkınma programı olmak üzere pek çok uluslararası kurum da Dünya Bankasının veri setini kullanarak yoksulluğa dair istatistiksel çıkarımlarda bulunuyor.

Dünya Bankasının 15 yoksul ülkenin ulusal yoksulluk sınırlarından türettiği, 2011 yılı satın alma gücü paritesine (SGP) göre hesaplanan uluslararası yoksulluk sınırına (UYS) göre günde 1.90 dolar ve altında yaşayan geçinen herkes aşırı yoksul kabul edildi. Bu istatistiksel havuza başka düşük gelirli ülkelerin de eklenmesiyle birlikte UYS en yoksul 28 ülkenin 2017 SGP’lerine göre ifade edilen ulusal yoksulluk sınırlarının ortancası olarak kullanıldı. 

Yoksulluğun her ülkenin sosyoekonomik ve demografik özelliklerine göre değişiklik göstermesi nedeniyle 1.90 dolarlık sınır yetersiz kalmaya başladı. Temel kamu hizmetlerine erişim, ısınma, ulaşım, barınma, kırsal ve kentsel büyüme hızı gibi kriterlerin UYS’nin dışında kaldığı eleştirileri Dünya Bankasını rakamını revize etmeye zorladı ve eylül 2022’de günde 1.90 dolarlık sınırı 2.15 dolara çektiler.

Dünya Bankasının Yoksulluk ve Eşitsizlik Platformunun eylül 2024 verilerine göre günde 1.90 dolar ile yaşayan kişi sayısı 538 milyon iken, bu rakam günde 2.15 dolara kaydırıldığında 692 milyona yükselir. Ancak burada önemli bir detay daha var. Dünya Bankası 1.90’lık sınırı, aynı dönem için sadece doların yaşadığı enflasyon kadar artırsaydı bile yeni sınır 2.72 dolar olacaktı. Gerçekten yoksullar için enflasyon verisi hesaplanırsa ya da doların yaşadığı enflasyonun ABD dışında daha şiddetli olduğu düşünülürse 2.72 dolar dahi hissedilen enflasyonun altında kalır. Ancak bütün bunlara rağmen bile eğer 2.72 dolar referans alınsaydı, dünyada aşırı yoksul sayısı 692 milyon değil, 1 milyar 62 milyon olacaktı. Yani enflasyon tek kalemde 370 milyon kişi aşırı yoksul olmaktan Dünya Bankası tarafından kurtarıldı!

                                                                        Veri: Dünya Bankası,  Grafik: Evrensel

Ne var ki, bu bile küresel yoksulluğun görece artışı gerçeği sunmuyor. 

Kapitalizmin yarattığı yıkım nedeniyle ülkelerin demografik yapısı önemli ölçüde değişti. 1990 ile 2024 yılları arasında dünya nüfusu 2.8 milyar artarak 8 milyarın üzerine çıktı. 1990 yılında her 10 kişiden yaklaşık 6’sı düşük gelirli ülkelerde yaşarken, aşırı yoksulların 10’da 9’undan fazlası düşük gelirli ülkelerde yaşıyordu. Bugün ise alt ve üst-orta gelirli ülkeler dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlasını oluşturuyor. Başta Çin ve Hindistan gibi kalabalık ülkeler olmak üzere birçok ülke düşük gelirli statüsünden alt veya üst orta gelirli statüsüne yükselmiş durumda. Günümüzde düşük gelirli ülkeler dünya nüfusunun yüzde 9’unu oluşturuyor.

Küresel demografide değişim Dünya Bankasını UYS kriterlerini bir kez daha revizyona zorladı ve günde 2.15 dolarlık sınıra ilaveten üst-orta gelirli ülkelere özgü günde 6.85 dolarlık yeni bir sınır daha getirildi. Buna göre dünyada 3.53 milyar insan aşırı yoksuldur: Güney Asya’da 1 milyar 487 milyon, Sahra Altı Afrika’da 1 milyar 117 milyon, Doğu Asya ve Pasifik’te 529 milyon, Latin Amerika’da 161 milyon, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da 198 milyon, Avrupa’da 36 milyon insan aşırı yoksuldur.

Günde 6.85 dolarlık yoksulluk sınırı küresel yoksulluğu daha görünür kılsa da istatiksel düzeyde hâlâ şaibelidir. Michael Roberts’e göre yüksek gelirli ülkelerde yoksulluk sınırı günlük 30 dolar civarında olup, her ülkenin kendi formasyonuna göre yoksulluk örüntüleri değişir. Dünyanın en zengin ülkelerinde bile insanların önemli bir kısmı bu yoksulluk sınırının altında yaşar. Hiçbir ülke, en zengin ülkeler bile, yoksulluğu ortadan kaldıramadığı için esasen “gelişmiş” değildir.

Prabhat Patnaik, Dünya Bankasının ölçümünde üç temel metodolojik ve siyasi tercih sorunu saptar: 

Birincisi, bir kişinin mülkiyet pozisyonuna hiçbir atıfta bulunmaz, yalnızca gelirini dikkate alır. İkincisi, harcamaları gelir için referans olarak alır. Üçüncüsü, gerçek harcamaları ölçmek için yaşam maliyetindeki gerçek artışı büyük ölçüde düşük gösteren bir fiyat endeksi kullanır. Dolayısıyla Bankanın veri seti büyük ölçüde hatalıdır.

Dünya Bankasının gelire endeksli ölçümü küresel ilksel birikimi analiz dışında bırakır. Bütün toplumlarda servet ve gelir eşitsizliği artarken buna yol açan temel faktör, toplumsal üretim araçlarının mülkiyetinin nüfusun çok küçük bir bölümünün elinde toplanmasıdır.

OXFAM’ın 2023 raporuna göre 2020 yılından itibaren yaratılan 42 trilyon dolar değerindeki tüm yeni servetin yaklaşık üçte ikisini dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesimi yönetiyor. Böylesine yaygın bir mülksüzleştirme ve aşağıdan yukarıya servet transferi yaşanırken yoksulluğun görece düşüşü ile övünmek büyük bir ironi teşkil eder.

İkinci olarak, örneğin Hindistan dahil çoğu ülkede gelir verileri mevcut olmadığından gerçek gelir bile bu ölçünün kapsamına girmez. Dünya Bankasının gelir kıstası ise kendi başına zaten sorunludur. Kişilerin gelirleri düşse bile varlıklarını azaltarak, birikimlerini eriterek ya da borçlanarak önceki harcama düzeylerini korumaya çalışırlar. Buradan harcamaları değişmediği için kişilerin daha yoksul hale gelmediği sonucuna varmak saçma olacaktır. Aslında emekçiler daha yoksul hale gelirken harcamalara dayalı ölçüm, kişilerin daha önce olduğu gibi aynı seviyede olduğunu gösterecektir.

Üçüncü olarak Patnaik, reel harcama ölçümlerinin büyük ölçüde hatalı olduğunu çünkü bu tür nominal harcamaları deflate etmek için kullanılan fiyat endeksinin yaşam maliyetindeki gerçek artışı olduğundan az gösterdiğini belirtir. Baz yıldan sonra tüketim sepetinin bileşiminde önemli değişiklikler meydana gelir ve ölçümlerde değişikliklerin etkileri göz ardı edilir.

İster UYS olsun, ister “çok boyutlu yoksulluk” gibi yeni analiz birimleri oluşturulsun Dünya Bankası gibi kurumların yoksulluk ölçümleri hem ekonometrik hem etik-politik açıdan sermaye sınıfına hizmet eder. Çünkü bu ölçülerde yoksul ülkelerin yoksul kalmasına yol açan emperyalist bağımlılık ilişkileri ve yeni sömürgeci pratikler görünmezleştirilir.

                                                            /././

Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...