T-24 "Köşebaşı +Gündem" -3 Nisan 2025-

 Harf Devrimi'nin önemi ve mucizesi -Sami Selçuk-

“Ana diline yapılmış bir çeviri söz konusu olduğunda kesinlikle bu çeviriden kuşkulan ve kaynak yasaya in. Özellikle de bu yasa, insanın alınyazısıyla ilgili ise!”

harf devrimi atatürk

Arap Alfabesi'nin, aşağıda değinileceği üzere, Arapça sevdasının hukukta yarattığı düş kırıklıklarını, çarpıklıklarını mesleğim boyunca sürekli yaşamışımdır.

Nitekim Yargıtay aşamasında yaşadığım çok çarpıcı örneklerden biri aşağıdadır.

1926/765 sayılı Eski TCY’nin kamu görevlisinin önünde (huzurunda)  ve görevinden dolayı (m. 266) ya da görevi sırasında (m. 267) hakaret eylemleri iki ayrı suç olarak düzenlenmişti.

Her iki suçun ortak ağırlaştırılmış biçimi ise, TCY’nin 269’uncu maddede yer almıştı.

Bu son maddeye ve bu doğrultuda gelişen Yargıtay’ın görüşlerine göre, hakaret, “cebir ve şiddet (yaralama) ve tehdit” kullanılarak işlenmişse verilecek ceza artırılacak, ancak cezayı artırıcı nitelikteki bu maddede “ve” bağlacı kullanıldığı için üç eylemin -yani sövme, şiddet ve tehdit eylemlerinin- bir arada gerçekleşmesi aranacak; kısaca yargılanan sanık, sövecek ve tehdit edecek, bir de şiddet kullanacak, yani bugün kullanılan terime göre kamu görevlisini yaralayacaktı. Bu eylemlerden birini yapmadığı takdirde, söz gelimi, fail sövme ve tehditle yetinirse, ortak artırıcı nedeni düzenleyen yasanın 269’uncu maddesinde “ve” bağlacı kullanıldığı için, hakkında bu madde uygulanamayacak, ancak kamu görevlisine karşı sövme ve tehdit olmak üzere fail, 2 ayrı suçu işlemiş olacaktı.

Bunun sonucu ise şu idi: Ancak 3 eylem birlikte işlendiği takdirde, TC Yasası’nın 266 ya da 267’nci maddelere göre verilen ceza, 269’uncu maddeye göre artırılacaktı.

Bu anlayışın ulaştığı çarpık, düşündürücü ve şaşırtıcı sonuç ise, insanları başkaldırtacak boyutta çok şaşırtıcıydı: Eğer sanık, hakaret ve tehdit gibi 2 ayrı suç işlemişse, kendisine verilen cezaların toplamının, 3 ayrı suç; yani hakaret, tehdit ve yaralama suçları için verilen ağırlaştırılmış tek cezadan daha ağır olması.

Bu akıl almaz, gülünç ve çarpık çelişkiye yol açan olay ise, elbette yasanın 269’uncu maddesinde kullanılan “ve” bağlacıydı.

Oysa kaynak yasada yer alan 269’uncu maddenin karşılığı olan maddede “ve” değil, “ya da” (veya) bağlacına yer verilmişti. Dolayısıyla suç işlemeyi kışkırtan bu çarpık duruma son vermenin yolu, aslında çok kolaydı. Zira bunun için kaynak yasaya ve “düzeltici yorum”a başvurmak, “ve” bağlacının yerine “ya da” bağlacını geçirmek yeterliydi.

Dolayısıyla başkanlığını yürüttüğüm Dördüncü Ceza Dairesi, bu yolda birkaç karar verdi.

Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulu (CGK), bilinen “yerleşik (müstakar) kararlara göre” gerekçesiyle eski görüşünde uzun süre direndi ve görev yaptığım dairenin düzeltici yorumla ulaştığı görüşe katılmadı.

CGK’nın bu akla ve mantığa aykırı yaklaşımı ve ulaştığı sonuç üzerine Yargıtay’ın kitaplığında var olan 1926/765 sayılı Eski TCY’nin Harf Devrimi öncesi 1926 yılında Resmî Gazete'de Arap Alfabesi'yle yayımlanan ilk metin bulunmuş, Türk dilinin arınmasını ve zenginleşmesini sağlamak için Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu'nun eski genel yazmanı, ünlü dilcimiz merhum Ömer Asım Aksoy’a gönderilmiş; Aksoy, Arapça alfabede 3 tür “vav” (v harfi) bulunduğunu; eski TCY’nin Arapça Alfabe'yle kaleme alınan 269’uncu maddesinde geçen “vav”ın “ve” değil, “ya da” (veya) olarak anlaşılıp yazıya dökülmesi gerekirken yasa metninin Arap Alfabesi'nden Latin Alfabesi'ne dönüştürülmesi sırasında bunun yanlış olarak “ve” biçiminde yazılmış olduğunu belirlemiş; aynı görüşü edebiyat araştırmalarıyla tanınan yazarlarımızdan merhum Hikmet İlaydın da paylaşmıştı.

İşte toplanan bu bilgilerin ışığında Arap harfleriyle yazılan metne göre Yargıtay CGK, görüşünü değiştirmiş, ancak böylelikle doğru uygulamaya başlanabilmiştir.

Arap harfleriyle yürürlüğe giren bu metni Latin harflerine dönüştürerek kaleme alanlar, elbette Arap alfabesini çok iyi bilen uzman insanlardı. Bu uzmanlıklarına karşın onlar bile Arap alfabesiyle kaleme alınan eski yasayı yeni Latin Alfabesi'ne dönüştürürlerken yanılmaktan kurtulamamışlardır.

Nitekim Osmanlı döneminde ortaokulu (mekteb-i rüşdî) bitiren merhum babam Yusuf Ziya, Arap Alfabesi'nin Arapçaya yatkın olduğunu ve bu yüzden Türkçede bulunmayan pek çok ayrıntıyı barındırdığını, dolayısıyla öğrenmenin ve yazmanın çok güç olduğunu sık sık söyler, bu nedenle yıllarca süren öğretime karşın bu yazıya egemen olamadıklarından yakınır, yeni alfabenin Türk insanını bu tür yüklerden kurtardığını belirtir dururdu.

Jean Baudrillard’ın “Kötülüğün Şeffaflığı” adlı yapıtında dikkate değer bir çözümlemesi vardır: “Yerliler Hristiyan olmadıkları için değil, Hristiyanlardan daha Hristiyan oldukları için yok edilmelidirler.”

Yasaların hukuka aykırı ve adaletten saptırıcı yasadan daha yasacı sözlerine bağımlılık da, çoğu kez hukuktan sapılmaya yol açmıştır, açabilmektedir. Dolayısıyla bu tuzağa düşülmemelidir.

Yaşanan bu olay, Arap Alfabesi'nin yalnızca yazmada değil, doğru okumada bile çok güçlüklere yol açtığını ve babamın yalnızca haklılığını ortaya koymamakta, çok kolay öğrenilen, buna benzer açmazlara yol açmayan harf devriminin ne denli yerinde olduğunu da ortaya koymaktadır.

İşte bütün bu nedenlerle Atatürk, “Dil Encümeni”nin yeni harflerin 5 ila on yıl içinde okullara ve halka mal edilebileceği yolundaki görüşünü, “Ya 3 ayda ya da hiçbir zaman” diyerek reddetmiş, “Türk Harflerinin Kabulü ve Uygulanması Hakkındaki Yasa,” 1 Kasım 1928 tarihinde benimsenerek yürürlüğe girmiş, Devlet birimleri 1 Aralık 1928, Türk basını ise 1 Ocak 1929 tarihinde yeni alfabeye geçmek zorunda kalmış; böylece Batı uygarlığı ile çok önemli bir kültürel köprünün kurulması da sağlanmıştır.

Gerçekten o harf devrimi, kanımca Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk Medeni Yasası’nın İsviçre’den alınması, Hasan Âli Yücel’in dünya klasiklerini Türkçemize kazandırarak Batı yaşamını Türk insanına aşılama girişimiyle desteklenmiş ve Türk’ün beynini ezberletmeyen, tam tersine sürgit düşündüren ana dilinin özleştirilmesi akımıyla birlikte yapılan köklü 3 büyük kültür devriminden biridir. Çünkü Batı kültürü ile Türk kültürünün buluşması arasında yer alan en önemli engellerden biri bu yasayla aşılmış, böylelikle Batı kültürü ile Türk kültürünün uzlaşması bir ölçüde sağlanmış, önemli engellerden en önemlisi aşılarak, harf devrimin katkılarıyla bir bakıma Türk kültür devriminin ön önemli aşamalarından biri gerçekleştirilmiştir.

Gerçekten harf devrimiyle birlikte başkalıklar ortadan kaldırılmış, kültürler buluşması kolaylaştırılmıştır. Bu yüzden de çok anlamlıdır, çoğu insanı da şaşırtmıştır Türk harf devrimi. Şaşıranlar arasında çağımızın “yapıbo­zumcu” dev bir düşünürü, Jacques Derrida (1930-2004) bile vardır. Bu nedenle Türkiye’de Arap Alfabesi'nin kaldırılarak Latin harflerinin benimsenmesini, ünlü düşünür, doğal bir evrim olarak görmemiş, “yazılı külliyatın dönüştürülmesi/başkalaştırılması, yazım devrimi” (translitération) olarak nitelendirmiştir.

Görülüyor ki, Göktürk, Uygur, şimdi ise Arap harflerinden Latin harflerine geçiş, bir halk için sıradan bir harf değişimi, aktarımı değildir. Bir halkın ürettiği yazılı metinlerinin, külliyatının da ötesine geçmedir, bunları aşmadır. Dolayısıyla köklü bir değişimdir. Bu yüzden de kültürel etkisi çok büyük ve kalıcı olmuştur. Zira bilindiği üzere, Latince kökenli “trans” ön eki çoğu kez “ötede,” “ötesinde,” “aşma,” “arasında” anlamlarına göre sözcüklere yeni bir anlam katmaktadır. (Grevisse, Maurice, Le bon usage, grammaire française, Paris, 1969, s. 103; Robert, Dictionnaire alphabétique / analogique de la langue française, Paris, 1973, s. 1816; Dauzat / Dubois / Mitterand, Nouveau dictionnaire étymologique et historique, Paris, 1971, 759; Bailly, René, Dictionnaire des synonymes de la langue française, Paris, 1971, 590-592)

Nitekim Derrida’nın bu ön ekle birlikte harf devrimi için bir terim olarak kullandığı “translitération” sözcüğünü, devrimin yol açacağı köklü kültür değişikliğini vurgulamak amacıyla özellikle seçtiği anlaşılmaktadır. Doğaldır bu. Ancak Fransız Devrimi'ni, Aydınlanma'yı, sanayileşme yüzyılını en acı ve derinden yaşamış bir ülkenin çocuğu, post­modern felsefenin büyük düşünürlerinden biri olan Derrida, 2 önemli noktayı kuşkusuz bilmemekte ya da bilse bile unutmuş görünmektedir. Birincisi, bu külliyat, harf devrimiyle Osmanlı dâhil bütün Türk dünyasındaki birikim yakılıp yok edilmek şöyle dursun, tam tersine bütün bunları yaşatmak için Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi kültür kurumlarıyla birlikte bilim insanlarının incelemelerine sunulmuş; nitekim Atatürk de bu amacını ve kaygısını 1928’de Ruşen Eşref’e açıklamıştır.

İkincisi de, büyük bir imparatorluk kurmuş olan Osmanlı’da Aydınlanma yüzyılı olan on sekizinci yüzyılda, 1773 yılında bile üçgenin açılarını bilmeme olayındaki gibi, yaşanan bilimsel düzeyi ve ülkemizde Yunus Emre’nin “terzi biçip...” sözlerini “terzi Necip” diye okuyan dil hocalarının bulunduğunu bilseydi ünlü düşünür, kim bilir neler derdi?

Ayraç içinde belirteyim ki, Nazilerin kitaplarını yaktığı Zweig, tarihte budalaca yapılan yanlışlar ile rastlantıların kimileyin insanları mutlu gerçeklere ulaştırdığını belirtir. Söz gelimi, matematikçi Paolo Toscanelli’nin (1397-1482) dünyanın çevresini yanlış hesaplaması dolayısıyla kısa sürede Hindistan’a ulaşılacağı yolundaki yanılgısı, Kristof Kolomb’u (1451-1506) okyanuslara açılmaya sürüklemiş, bu yanılgıya dayanılarak yapılan yolculuk sonucunda Amerika kıtası bulunmuştur. Haritacı Martin Behaim’in (1459-1507) yanlış haritası ise, Ferdinand Macellan’ı (1480-1521) dünyanın çevresini dolanan ilk denizci yapmıştır. (Zweig, Stefan, [Zehra Aksu Yılmazer], Dünyanın Çevresini Dolaşan İlk İnsan: Macellan, İstanbul, 202, s. 70, 71)

Tıpkı bunlar gibi “ya da” anlamına gelen bağlacın İtalyan Ceza Yasası’ndan “ve” olarak çevrilmesi de; bir hukuk terimi olmayan “birkaç” ve “birçok” sözcüklerinin Türk hukuk uygulamasında başına gelenler de, bilimsel yapıtlarda, özellikle de alıntı yasalarda çeviri etkinliğinin ne denli önemli olduğunu göstermekte ve uygulamacıya şu uyarıyı yapmaktadır: “Ana diline yapılmış bir çeviri söz konusu olduğunda kesinlikle bu çeviriden kuşkulan ve kaynak yasaya in. Özellikle de bu yasa, insanın alınyazısıyla ilgili ise!”

Zira yaşadıklarımdan bilirim. Benim ülkemin insanları, çoğu kez alınyazılarından Tanrı’yı sorumlu tutar, bir bakıma böylelikle kendilerini de teselli edip aklarlar. Söz gelimi, bindiğiniz otobüsün sürücüsü, tekerleklerden birinin patladığını görünce, arabayı harekete geçirmeden önce besmele çekmediği için Tanrı’nın kendisini cezalandırdığını söyleyecektir size. Çünkü o, akıl ve düşünce adamı değil, inanç adamıdır, Aydınlanma Çağı'nı hiç yaşamamıştır.

Unutmayalım ki, Rönesans’tan bilimsel araştırma merakını, doğayı ve kendisini apaçık tanıma düşüncesini ve yöntemini, inanç alanı ile bilim alanını ayırt etme bilincini, akılcılığı alan Aydınlanma çağının bir ürünü olan hukuk, bilimsel ve yargılamaya ilişkin konularda yansız (nötr), boş inançlardan (hurafe) arınmış ve nesnel, yerine göre gerçekçi, somut ya da soyut olmayı, alın yazısını oluşturan hukuku iyi bilen, Auschwitz’lere karşı çıkan, nefretlerinin kurbanı olmayan iyi insanın gözüyle hukukun boşluklarından yararlanmaya kalkışmayan ve fırsatçı olmayan, İncil’i ya da Kur’an’ı kötü insanların ve ikiyüzlülerin gözüyle okumayan, güç odaklarından uzak duran, hukuk ile ahlakı bütünleştirerek adaleti, toplumsal kurumların ilk erdemi ve haktanırlığın (hakşinaslık) ölçütü olarak gören, önceleyen ve bıkıp usanmadan sürekli düşünen bilinçli yargıçlara, daha sonra da Tanrı’ya teslim etmiştir.

                                                           /././

Boykotlar ve muhtelif ihtimaller -Mine Söğüt-

Bakarsınız bundan sonra tarihi “Her şey kolektif bir boykot bilinciyle başladı, sonra o bilinç hızla bambaşka bir noktaya fırladı” cümlesiyle göğsümüzü gere gere biz yazarız

boykot

Sivil itaatsizliğin en güçlü silahlarından biri olan boykot eylemi gücünü tarih boyunca defalarca deneyimledi. Ama kendisini kaba güç kullanan herhangi bir iktidar karşısında ısrarla “zayıf” hissetmeye devam eden kalabalıklar yüzünden, bu gücü kullanmak bıçak kemiğe dayanana kadar aklımıza gelmiyor.  Ancak bardak taşınca, o son damla düşünce hep birlikte celalleniyoruz ve direnişin kodlarını sanki ilk kez deneyimlenen bir şeymiş gibi en baştan çözmeye çalışıyoruz.  Kendimizi bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına inanmaya zorluyoruz. Sonra her şey yine eskisi gibi olmaya devam ettiğinde de şaşırıp kalıyoruz.

Tabii ki bu defalarca böyle oldu diye yine aynısı olacak diyemeyiz.

Küçücük bir ihtimal hep var.

Bugün çoğumuzu heyecanlandıran boykot eylemleri, şiddet içermeyen köklü ve etkili bir direniş biçimi olarak iktidarı hızla yerinden edebilir. Yasalardan daha belirleyici ve yargılardan daha caydırıcı bir işlev üstlenebilir.

Sarsılmaz sanılan bir lideri çok fena sarsabilir. Devrilmez sanılan bir gücü pat diye devirebilir. Değişmez sanılan bir düzeni hop diye değiştirebilir. Tersine dönmez sanılan bir dünyayı tak diye tam tersine döndürebilir.

Olmazı olur kılabilir, yıkılmazı yıkabilir ve mucizeler gerçekleştirebilir.

Bu boykot ve arkasından devam edecek güçlü ve tutarlı bir direniş dalgası iktidarı alaşağı edebilir hatta iktidarla birlikte bizi bile değiştirebilir.

Belki de bundan sonra bugüne kadar hiç yapmadığımız bir şeyi yaparız. İlk kez fikrimizin ve itirazımızın takibine düşeriz. Sadece tek bir gün değil hayatımız boyunca tüketimin ne anlama geldiğini düşünerek hareket ederiz. Sadece kötü günde değil, iyi günlerde de ihtiyaçlarımızı belirlerken reklamların, akımların, modaların ve en önemlisi konforun tuzağına zinhar düşmeyiz. Yap denilen hiçbir şeyi aklımıza yatmadıkça yapmayız. Yapma denilen hiçbir şeyden aklımıza yatmadıkça uzak durmayız.

Ömrünün kısa olduğunu bildiğimiz teknolojik ürünleri satın almayız. Kıyafetlerimizi onara onara yıllarca kullanırız. Takas yoluyla alışverişe alışırız. Değerleri piyasa şartlarına göre değil ihtiyacın önemine göre, elzemdem lükse ters bir piramitte yeniden belirlemeye başlarız.

Sağlıksız olduğunu bildiğimiz hiçbir yiyeceği tüketmeyiz. Meyveyi sebzeyi mevsiminde yiyerek ve uzun ömürlü ambalajlı ürünlere el değdirmeyerek piyasa koşullarını baştan yaratırız.

Pet şişelerden uzak durur, kullanılıp atılan hiçbir şeyi satın almaz, enerjiyi ve suyu tasarruflu kullanır, sosyal medya çöplüğüne mesafeli yaklaşır, teknoloji bağımlısı olmayı bırakır ve politikacıların hiçbir sözüne körü körüne kanmaz oluruz.

Bisiklete bineriz, bol bol yürürüz ve güneşin batışını, doğuşunu, yağmurun karın yağışını, baharın gelişini gidişini, rüzgârın esişini, arının uçuşunu ekrana değil göğe bakarak görmek isteriz.

Kararlarımızı bize dayatılan toplumsal normlara, inançlara, geleneklere, göreneklere göre, elalem ne der kaygısıyla değil çağdaş ve bilimsel verilere göre düşüne taşına almakta inat ederiz.

Nihayetinde bir daha asla devasa alışveriş merkezlerine, zincir mağazalara, marketlere, ilaçtan başka her şeyi satan eczanelere, otele benzeyen hastanelere, öğrencileri müşteri gibi gören okullara adım atmayız ve durakta otobüs bekleyen insanları arabamıza davet etmeden şuradan şuraya yol almayız.

Kanunların iktidarın elinde oyuncak olmasına göz yummaz, medyanın aklımızı karıştırmasına alan açmayız. Tüketimden gelen gücümüze sahip çıkarız ve silahlanmaya, savaşlara, diktatörlüklere korkusuzca kafa tutarız.  

Bakarsınız bundan sonra tarihi “Her şey kolektif bir boykot bilinciyle başladı, sonra o bilinç hızla bambaşka bir noktaya fırladı” cümlesiyle göğsümüzü gere gere biz yazarız.

* * *

Tüm bunların kısa sürede olması hepimiz biliyoruz ki… çok küçük… küçücük, minicik neredeyse imkânsız bir ihtimal.

Ama ihtimal!

Kaderi ilahlar değil bizzat tercihlerimiz yazar.

                                                              /././

Ekonomide temel senaryo ve siyasi strateji -Ercan Uygur-

Eğer iktidar yükselen şoklarla kendi iktidarı için uygun bir ortam yarattığını, bu ortamda muhalefetin en azından bir bölümünün çekindiğini/korktuğunu düşünürse, ortamı daha fazla gerecektir. Tavuk oyunu olarak da bilinen bu oyunda çekilen taraf kaybeder. Ancak en çok kaybeden ülkedir.

Son bir buçuk yıldır, 18 Mart 2025 tarihine kadar, ekonomide, herkesin olmasa da yaklaşık yüzde 50 karar alıcının kabul ettiği bir temel senaryo vardı. Bu yazıda bir amacım önce bu temel senaryoyu kısaca açıklamaktır.

18-19 Mart 2025’te bu temel senaryoya son aylarda giderek artan sayıda işaretleri alınan bir şok verildi. Bu şokla temel senaryo değişti ve kötümser senaryoya doğru bir yönelme oldu.

(Senaryo incelemelerinde yer alan temel senaryo, kötümser senaryo ve iyimser senaryo kavramlarını aşağıda açıklıyorum.) 

Bu şokun ortaya çıkmasına neden olan kararları iktidarın bir kesiminin, cumhurbaşkanının ve/veya çevresindeki bir grubun karar verdiği anlaşılıyor. Tüm iktidarın, özellikle makro istikrara önem veren ekonomi kanadının bu kararlara katılacağını sanmıyorum. Haberleri olmuş mudur acaba? 

Temel ekonomi senaryosu bu şokla ne ölçüde değişti ve değişecek? Değişikliğin sonuçları ne olacak? Bu yazının bir amacı da bu sorulara kısa bir yanıt vermektir.

Üçüncü bir soru, iktidarın siyasi stratejisi ile ilgili. 2025 Mart ortasına kadar, iktidarın iktidarını sürdürme stratejisi, her aracı kullanarak muhalafeti bölme ve/veya yanına çekme üzerine kurulu idi.

Örneğin, İYİ Parti, Yeniden Refah Partisi gibi partileri yanına çekme veya bölme yaklaşımları vardı. Ancak anlaşılan bu yaklaşım yeterli görülmedi. Şimdi bir yandan DEM Partiyi ortağı MHP kanalıyla yanına çekmeye ve/veya bölmeye çalışıyor. Diğer yandan da CHP’deki liderlik ve oy potansiyeli yüksek kişileri devre dışı bırakmaya çalışıyor.

Bu siyasi stratejiyi Türkiye toplumu kabul eder mi? Bu da yanıt bekleyen bir başka soru. Bu soruya da kısaca yanıt vermeye çalışıyorum. 

Ekonomide temel, kötümser ve iyimser senaryolar

2023 Mayıs ayındaki seçimler sonrasında göreve başlayan yeni hükümetin ekonomi yönetimi, haziran ve temmuz aylarında dövizin enflasyona bir ölçüde uyum (intibak) sağlamasına olanak verdi.

Şekil 1’de görüldüğü gibi, efektif döviz kuru (EFX = yüzde 50 dolar + yüzde 50 euro) bu iki ayda ortalama 20 TL’den ortalama 28,5 TL’ye yükseldi. ABD dolarında ($FX) da benzer bir yükseliş vardı. Dikkat edelim, kur dikey eksende 20-40 TL arasındadır.

Aynı dönemde TCMB’nin faiz oranı (FFAIZ = ortalama fonlama faizi) da hızla yükseldi. Faiz oranındaki yükseliş, yabancı kısa vadeli fonları Türkiye’ye çekebilmek üzere, yavaşlayarak da olsa 2024 ortalarına kadar sürdü. Şekil 1’de fonlama faizi dikey eksende yüzde 8,5 ile yüzde 52,7 arasında değişmektedir.

Kaynak: TCMB

2024 ortalarından başlayarak, cari dengede de düzelme görüldü. Bu düzelme hem yüksek faiz ile, hem düşük büyüme ile sağlanmıştı. Ancak cari dengedeki düzelme 2025 başlarında artık tersine dönmeye başlamıştı.

Böylece 2023 sonları, 2024 başlarından itibaren (i) azalan KKM getirileri, (ii) yükselen TL faizi, (iii) yurt dışından gelen kısa vadeli fon girişleri, (iv) içerideki dövizin kısmen de olsa TL’ye dönmesi ile bir döviz kuru, faiz, cari açık, büyüme geçici dengesi oluşmuştu.

İşte bu geçici denge, belli varsayımlar altında, bir temel senaryo oluşturdu. Bu temel senaryo 2025 sonbaharı veya 2025 sonuna kadar sürecekti. Önemli varsayımlardan birisi 2025 yazına doğru önemli turizm gelirleri ile cari dengenin tekrar düzeleceği idi.

Bir diğer önemli varsayım TL faizinin yüksek kalmaya devam edeceği, ABD ve AB gibi bölgelerin dış faizi de düşecek veya artmayacağıdır. Emtia fiyatlarında da önemli artış olmayacaktır.

Bu temel senaryoyu karar alıcıların yaklaşık yüzde 50’si kabul ediyordu. Finansal yatırım önerilerinde bu temel senaryo sunuluyordu. Konuyu basitleştirmek için bu senaryonun gerçekleşme olasılığını yüzde 50 olarak alabiliriz. 

Temel senaryodan kötümser senaryoya

Bu geçici dengeyi kabul etmeyen bir diğer yüzde 50 karar alıcı var elbette. Bu 50’nin yaklaşık 35’i kötümserdir varsayımını yaptım. Geri kalan yaklaşık 15 ise iyimserdir. Kötümser ve iyimser senaryo olasılıklarını sırasıyla yüzde 35 ve 15 alabiliriz.

Kötümserliği nereden anlıyoruz? Bir gösterge enflasyon beklentileridir. Şekil 2’de tüketici ve üretici enflasyon beklentileri yer alıyor. En altta mavi çizgi piyasa katılımcılarının 12 ay sonrası için tüketici enflasyonu beklentilerini gösteriyor. 2025 Mart ayında bunların 12 sonrası için enflasyon beklentisi yüzde 24,6.

En üstte tüketicilerin kendilerinin tüketici enflasyonu beklentisi var. Tüketicilerin 2025 Mart ayında 12 sonrası için enflasyon beklentisi yüzde 59,3. Yani, tüketicilerin enflasyon beklentisi piyasa katılımcılarının beklentisinin iki katından da fazla.

Kaynak: TCMB

Piyasa katılımcılarının iyimserliği için yüzde 15 ağırlık verdim. Çünkü sayıları çok daha azdır, yaklaşık 60’tır, ayrıca öngörüleri genellikle gerçekleşmelere göre düşük kalıyor. Tüketicilerin kötümserliği için yüzde 35 ağırlık verdim. Bunların sayıları çok daha fazladır, 5 bine yakındır ve öngörüleri algılanan enflasyona daha uygundur.

Daha yüksek enflasyon beklentisi kötümser senaryoyu temsil ediyor diyorum. Bu senaryoda enflasyon ile birlikte daha yüksek döviz kuru ve faiz, daha düşük büyüme iması vardır. Dediğim gibi, olasılık yüzde 35’tir.

Haliyle, iyimser enflasyon beklentileri de iyimser senaryoyu temsil ediyor ve burada daha düşük döviz kuru ve faiz, daha yüksek büyüme vardır.

Üreticilerin üretici enflasyonu için 12 ay sonrası beklentisi, iki tüketici enflasyonu beklentisi ortasında yer alıyor.  

Ancak tüm enflasyon beklentilerinde son aylarda bir duraklama var, azalma durmuştur. Özellikle tüketicilerin enflasyon beklentisinde son iki ayda artışlar da var. Beklentilerdeki bu duraklamanın, bozulmanın ve yükselmenin nedeni nedir?  

Benim açıklamam 2004 yerel seçimleri sonrasında, özellikle aralık ayından bu yana siyasi gerginliklerin iktidar tarafından arttırılıyor olmasıdır. Diğer bir ifade ile siyasi risklerin arttığı algısı yüksek enflasyon beklentisine yansımıştır.

İktidar partilerinden olmayan bazı belediye başkanları yerine kayyım atanması ve bazıları için de soruşturma başlatılması siyasi gerginliklerin yükseleceği konusunda gösterge olarak alınmış ve beklentileri bozmaya başlamıştır.

Nitekim 18-19 Mart 2025’te başlayan ve hâlâ sürmekte olan iktidarın yarattığı hukuk ve adalet tartışmaları giderek sertleşmektedir. Bu sertleşme bir şok yaratmış ve bozulan beklentileri doğrulamıştır.

Kötümser senaryo için bir diğer gösterge dövize ve döviz ile ifade edilen varlıklara yönelmedir. Bu varlıklara ocak ayından bu yana yöneliş vardır.

Bir üçüncü gösterge, özellikle tüketim ithalatına olan talebinin yükselmesidir. Bu talepte artış döviz kurunun yükseleceği beklentisi ile de ilgilidir. Siyasi risk, döviz kuru riski ve enflasyon riski birlikte yükselmiş görünüyorlar.

İktidarın siyasi stratejisi

İktidarın siyasi stratejisi rasyonel ise, temel senaryonun geçerli olduğu bir ortamda seçimlere gitmesi beklenir. Ancak bu strateji, risklerin düşük olmasını gerektirir.  

Bu risklerin ne kadar daha artacağı, başka şokların gelip gelmeyeceği, kötümser senaryonun giderek ağırlığının ve olasılığının yükselip yükselmeyeceği, öncelikle iktidarın izleyeceği gerginlik yaratma eğilimine bağlıdır.

Eğer iktidar yükselen şoklarla kendi iktidarı için uygun bir ortam yarattığını, bu ortamda muhalefetin en azından bir bölümünün çekindiğini/korktuğunu düşünürse, ortamı daha fazla gerecektir.

Bu strateji bazen tavuk oyunu olarak da bilinir. Bu oyunda çekilen taraf kaybeder. Ancak en çok kaybeden ülkedir. Dış ortam uygundur diyerek bu oyuna girmek hiç beklenmedik sonuçlar da doğurabilir.

Bu strateji siyasi iktisatta vardır ama çok da risklidir. Bu riskleri arttırmanın bedeli de yüksektir. Gerilimin ve olayların boyutunun büyümesi Türkiye için olduğu kadar iktidarın kendisi için de çok risklidir. Tarafsız gibi görünen dış güçleri de oyuna davet eder.

                                                        /././

SÖZCÜ "Gündem" -3 Nisan 2025-

Mehmet Şimşek, TÜSİAD yöneticilerini Brüksel'e davet etti, savcılık reddetti

Hazine Bakanı Mehmet Şimşek'in, haklarında 'yurt dışı çıkış yasağı' bulunan TÜSİAD yöneticileri Orhan Turan ve Ömer Aras'ı Brüksel'deki toplantıya davet ettiği ancak savcılığın başvuruları reddettiği iddia edildi.(https://www.sozcu.com.tr/mehmet-simsek-tusiad-yoneticilerini-davet-etti-savcilik-reddetti-p158107)

AKP'li başkandan büyük vurgun -Veli Toprak-

Belediye şirketi üzerinden aldığı kredi kartı ile özel harcamalar yapan Isparta Atabey eski Belediye Başkanı AKP’li Tevfik Atasoy’la ilgili İçişleri Bakanlığı’nın hazırladığı rapora SÖZCÜ ulaştı. 96 bin liralık implant diş masrafını belediyeye ödeten, 3 yıl önce 25 bin liraya güneş gözlüğü alan Atasoy’un, 17 milyon 595 bin lira kamu zararına neden olduğu belirlendi. Zimmet çıkarıldı ve zararı ödemesi istendi. Mevsimlik işçilerin maaşını hesaplarına yatırıp, daha sonra bir bölümünü elden geri aldığı belirlenen  Atasoy, cep telefonu, altın, bilgisayar, takım elbise aldı, otelin ücretleri ile yemek faturalarını da belediyeye ödetti.(https://www.sozcu.com.tr/akp-li-baskandan-buyuk-vurgun-p158114)

Kaza yaptığı arabayla gösterdiği araba başka -Deniz Ayhan-

Çakarlı aracıyla makas atan ve kaza yapan MHP Milletvekili Zuhal Karakoç Dora ile ilgili dikkat çeken yeni bir detay ortaya çıktı.Ankara Polatlı İlçesi’nde çakarlı aracı ile makas atıp kazaya karışan MHP Kahramanmaraş Milletvekili Zühal Karakoç Dora, kendisini ilginç bir yöntemle savundu. Çakarlı araca ‘geçiş izni vermeyerek kaza yapmasına neden olduğu’ gerekçesiyle 2 yıl hapisle yargılanan hakim, Dora’nın, Jaguar marka araçla hatalı sollama yaptığını ve kazaya karıştığını belirtti. 26 Haziran 2024 tarihindeki olaya ilişkin hakim “Sol şeritten yaklaşık 120 km hızla gidiyordu. Hatalı sollama yapacağını anladım. Çakarlı araç makas atarak önüme geçti” demişti.(https://www.sozcu.com.tr/kaza-yaptigi-arabayla-gosterdigi-araba-baska-p158157)

Sahte yazılım için 22 milyon ödenmiş -Deniz Ayhan-

İBB, AKP yönetimindeyken ‘Odoo’ adlı yazılım için güncel kurla 22 milyon lira ödedi. Program sahte çıktı. İçişleri Bakanlığı’nın el koyduğu müfettiş raporu rafa kaldırıldı. İBB’nin CHP’ye geçmesinin ardından belediye müfettişlerinin incelemesinde birçok usulsüzlük saptandı. İşlem yapılması gereken AKP dönemindeki 34 dosyaya İçişleri Bakanlığı müfettişlerince el konuldu. El konulan dosyalardan birisinden ‘sahte yazılım’ çıktı. Kadir Topbaş yönetimindeki İBB’nin, 2017’de aldığı “ODOO” adlı yazılım programı için 2 milyon 45 bin 791 TL ödendi. İmamoğlu döneminde ise bu yazılım programının lisansının orijinal olmadığı tespit edildi. Büyükşehir Belediyesi müfettişleri, Projet Yazılım ve Danışmanlık Şirketi’ne 2017-2020 yılları için 2 milyon 45 bin 791 TL’lik ödemede bulunduğunu rapor etti. Kamu zararı İmamoğlu döneminde tespit edildi ancak müfettişlerin el koyduğu dosyaya işlem yapmadı. Dönemin 2 milyon TL’si dolar kuru o zaman 3,5 TL olduğu için 584 bin dolar tutuyor. Bu da  günümüz rakamlarıyla 22 milyon 192 bin TL ediyor.

Trump yeni gümrük vergilerini açıkladı: Türkiye'yi de kapsıyor-Büşra Kapan-

Son Dakika... ABD Başkanı Donald Trump, tüm dünyanın merakla beklediği gümrük tarifeleri kararlarını açıkladı. Trump Türkiye'nin de içinde olduğu birçok ülkeye yeni vergiler getirildiğini açıkladı. Peki hangi ülkeye ne kadar vergi getirildi? Trump'ın kararı sonrası altında ani hareketlenmeler yaşanırken, ABD borsalarında sert geri çekilmeler yaşandı.

Beyaz Saray'da düzenlenen toplantıda konuşan Trump, ABD'nin tüm ithalatlara yüzde 10 oranında gümrük vergisi uygulayacağını söyledi. Ayrıca Trump, merakla beklenen otomotiv vergisine ilişkin kararını da açıkladı. Trump, yurt dışında üretilen tüm otomobillere yüzde 25 gümrük vergisi getireceklerini duyurdu. Trump'ın konuşmasından öne çıkanlar : Gece yarısından itibaren yabancı araçlara yüzde 25 tarife yürürlüğe girecek. ABD tüm ülkeler için temel tarife oranını yüzde 10 olarak belirleyecek Karşılıklı oran onların tarife oranının yarısı olacak. Tamamen karşılıklı olmayacaklar.  Gümrük vergileri bize büyüme sağlayacak. ABD Japonya'ya 24yüzde  gümrük vergisi uygulayacak. ABD Tayvan'dan yapılan ithalata yüzde 32 gümrük vergisi uygulayacak. ABD, AB'den ithalata yüzde 20 tarife uygulayacak  ABD, Çin'den yapılan ithalata yüzde  34 tarife uygulayacak  TÜRKİYE'YE DE UYGULANACAK: ABD, karşılıklı tarifeler çerçevesinde Türkiye'den ithalata yüzde 10 gümrük vergisi uygulayacak. ABD, Singapur'dan yapılan ithalata yüzde 10 gümrük vergisi uygulayacak Avrupa Birliği, çok çok sertler, çok sert tüccarlar. Avrupa Birliği'nin çok dostane olduğunu düşünüyorsunuz, bizi kazıklıyorlar, bunu görmek çok üzücü, çok acınası ABD, İsrail'den yapılan ithalata yüzde 17 gümrük vergisi uygulayacak ABD, Hindistan'dan yapılan ithalata yüzde 26 gümrük vergisi uygulayacak ABD, Güney Kore'den yapılan ithalata yüzde 25 gümrük vergisi uygulayacak KORKUNÇ VERGİLERLE KARŞILAŞTIK: Trump gelecek dönemler daha iyi gelişeceklerine dikkat çekerek "Çok iyi bir iş çıkarttık. Ve Senato'da çok büyük bir çoğunluk elde ettik. Senatörlerimize teşekkür ediyorum. Önümüzdeki yıllarda ülkemiz gelişmeye devam edecek ve vergi, günlük vergilerimiz şimdiye kadar çok kötü durumdaydı. Yalnızca maddi olarak değil, anlaşmalar olarak çok kötü bir durumdaydı. Ve şu anda maddi olarak yeni anlaşmalar yapıyoruz. Manipüle ettiler bütün anlaşmalarımızı. Ve korkunç vergiler uyguladılar bize. Teknik standartlar olsun, kurallar olsun her zaman kendi lehlerine büktüler bunları." ifadelerini kullandı.

                                                   ***

SÖZCÜ


 

Sanal akaryakıtta 140 milyarlık vurgun + Yıldırım yemeğinin faturasını iBB ödedi -SÖZCÜ

 Sanal akaryakıtta 140 milyarlık vurgun -Erdoğan Süzer-

Gerçekte hiç olmayan 3 milyar litre akaryakıtı piyasa sürmüş gibi gösterip 140.5 milyar liralık akaryakıt vurgunu yapıldığı ortaya çıktı. Vurgun, 15.5 milyon emeklinin bayram ikramiyesini aşıyor.

Akaryakıt üzerindeki aşırı yüksek vergi, akaryakıt kaçakçılarının iştahını kabarttı. Akaryakıt kaçakçılarının sahte fatura düzenleyerek, gerçekte olmayan 3 milyar litre akaryakıtı piyasaya sürmüş gibi gösterip vurgun yaptıkları ortaya çıktı. Vurgunun büyük boyutunun maden ocaklarıyla, büyük inşaat alanları ve çeşitli tesislere yapılan toplu akaryakıt satışlarından elde edildiği belirlendi. Piyasaya sürülmüş gibi gösterilen akaryakıtın güncel değerinin 140.5 milyar lirayı bulduğu hesaplandı.

DENETİMLERDE ORTAYA ÇIKTI

Akaryakıttaki büyük vurgun, Vergi Denetim Kurulu (VDK) Vergi Kaçakçılığı Analiz Şube Müdürlüğünün TBMM Plan ve Bütçe Komisyonuna yaptığı sunumla gün yüzüne çıktı. VDK yetkilileri, kaçakçılıkla ilgili inceleme başlattıkları akaryakıt bayilerinin lisanslarını iptal ettirip incelemelerden kurtulduklarını belirtirken, “Sonra yasa değiştirilip lisans iptal hakkı kaldırılınca her şey değişti. Bir yıl içerisinde, usulsüzlüklerinin en yoğun gözlemlendiği toptan akaryakıt satışlarında düzenlenen fatura miktarında yüzde 36 oranında azalma oldu, bu da 3 milyar litrelik bir akaryakıta karşılık geliyor” dediler.

Son bir yılda faal olan 13 sahteci dağıtım şirketi ile lisansı iptal olan toplamda 25 dağıtım şirketi ile bin 100 bayiyi aynı anda incelediklerini belirten VDK yetkilileri, “İncelenen yerlerde yüzde 90’ın üzerinde vergi suçu raporu düzenlendi. Arz ve talep arasında 2 milyon ton civarı motorin cinsinde bir ürün farkı (kaçak) vardı. Yaklaşık 94 milyar lirayı bulan bu fark incelemelerle ortadan kaldırıldı” bilgisini verdiler.

Gerçek olsa kıtlık olurdu

VDK’nın kaçakla ilgili tespitlerini değerlendiren TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Mehmet Muş, “İnceleme başlayınca düzenlenen akaryakıt faturası bir anda yüzde 36 azalıyor. Bir ürün yüzde 36 azalsa piyasada kıtlık olur. Ancak burada piyasaya sürülen ürün 3’te 1 oranında azalmasına rağmen herhangi bir kısıntı, akaryakıta ulaşmakta problem yaşanmadı. İşte bu kaçağı gösteriyor. Üstelik o sahte faturanın KDV’si kullanılmış, Kurumlar Vergisi’nde gider gösterilmiş ve satılmış” dedi. Muş, kaçak akaryakıt faturasını kullanan firmalara da denetimin yaygınlaştırılması gerektiğini söyledi.

                                                        ***

Yıldırım yemeğinin faturasını iBB ödedi -Deniz Ayhan-

2019’daki yerel seçim öncesi AKP’nin İBB Başkan adayı Binali Yıldırım için milyonlarca liralık organizasyon yapıldığı ortaya çıktı.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından, geçmiş dönemde yapılan usulsüzlükler de su yüzüne çıkıyor. 2019’daki yerel seçimlerde; AKP’nin İBB Başkan Adayı Binali Yıldırım için milyonlarca TL’lik yemek organizasyonu yapıldığı ortaya çıktı. İBB müfettişlerinin hazırladığı yolsuzluk dosyasında 2019 seçimlerinde Binali Yıldırım için İBB’nin iştirak şirketlerinden bir haftada 35 bin kişiye, 3 milyon 587 bin 500 TL’lik (Yaklaşık 690 bin dolar. Bugünün kuruyla 26 milyon TL) harcama yapıldığı saptandı. 

İmamoğlu döneminde İBB’nin yaptığı teftişlere ilişkin raporlara, İçişleri Bakanlığı’nca el konmuştu. Raporda, Avrasya Gösteri ve Sanat Merkezi, Galata Kulesi, Hıdiv Kasrı, Miniatürk, Çadır Köşk, Malta Köşkü, Beyaz Köşk, Küçük Çamlıca, Gülhane, Paşa Limanı, Sarı Köşk gibi mekanlarda kahvaltı, öğle ve akşam yemeği, kokteyl adı altında organizasyonlar yapıldığı belirtildi. 

KAMU KAYNAKLARI; Etkinliklerin açıklama bölümünde, ‘Vefa buluşma yemeği, Miting, Binali Beyin korumaları” gibi ifadeler yer aldı. Raporda, “Elde olunan ilk bilgi ve belgeler ışığında, kamu kaynaklarının siyasi çalışmalar için kullanılmış olabileceği ve bunun gizlenmesi için içerik itibariyle sahte belge üretildiği kanısı oluşmuştur” denildi

                                                   ***

SÖZCÜ


 

soL (Köşebaşı + Gündem)-1 Nisan 2025-

‘Kökü dışarıda’ milyonlar -Nevzat Evrim Önal-

"Eylemlere bu gençler öncü oluyor; çünkü kaybedecekleri hiçbir güvenceleri yok, ama henüz başında oldukları ve heba olmasını istemedikleri bir ömürleri ve yıkılıp gitmesini istemedikleri bir ülkeleri var."

Eylemler gerici iktidarı yordu. Sadece işi insan dövmek, eziyet ederek yıldırmak olan polisler değil, mesleği yalan söylemek olan AKP demagogları da yoruldu. Gerçeğin sert esen rüzgarına karşı cılız yalanlardan duvar örmeye çalışıyorlar ve diktikleri her çubuk savrulup gidiyor.

Her birine tek tek laf yetiştirmeye gerek yok, dolayısıyla biz “Kabataş fantezileri” ayarındakileri geçip, ciddiye alınmaya değer olana, baş demagog Mehmet Uçum’un yalanlarına gelelim. Çünkü Uçum, bu köşeye başlarken kavga edeceğimizi söylediğimiz “okumuş karanlık”ın önemli temsilcilerinden biri. Diğerlerinden akıllı olduğu için, son iki haftanın öyküsünü, bu ülkenin genç insanlarının aklına kendi onurlu eylemlerine dair “acaba?” şüphesi düşürecek bir yerden kuruyor.

Uçum çok özetle şunu söylüyor: “Eylemler dış güçlerin provokasyonu ve bu doğrultuda ‘turuncu devrim’ yöntemleri kullanılıyor. Emperyalist örtülü propaganda gençlere ‘nihilist’ bir ruh hali benimsetiyor ve onları kendi menfur amaçları doğrultusunda araçsallaştırıyor.”1

Artık genç değilim ama günlerdir partimle beraber eylemlere katıldım; dolayısıyla Uçum’un yazdıkları beni de ilgilendiriyor ve bunlar çok ağır iftiralar. Gelin, elimize aklın neşterini alalım ve inceleyelim…

***

Önce işin kolay kısmını halledelim.

Eylemlere katılım iki milyonun üzerinde ve kitlenin başını üniversite öğrencileri ile genç işçiler çekiyor. Sayın Uçum bu ülkede emperyalist dış güçlerin iki milyon insanı sokağa dökebilecek bir manipülasyon örgütlenmesi olduğunu mu düşünüyor? Eğer durum buysa, Türkiye korkunç bir istihbarat ve güvenlik zafiyeti içindedir, Türkiye Komünist Partisi’nin ısrarla söylediği gibi yönetilemiyor demektir.2 Bu denli vahim bir durumdaysak, bunun baş sorumlusu hiç tartışmasız Uçum’un 22 buçuk yıldır kesintisiz biçimde iktidarda olan partisidir. Dolayısıyla, eğer Uçum’un iddiaları doğruysa, bu ülkede iktidar derhal değişmeli, emperyalist provokasyonlara engel olacak bir iktidar kurulmalıdır.

Uçum’un bu iddialarına delil olarak eylemleri cımbızlaya cımbızlaya bulabildikleri ise gaz maskesi takmış bir semazen ve Pikaçu kıyafeti giymiş bir vatandaş. Eylemlerde “Avrupa Birliği” sloganları yok, başka ülkelerin bayrakları yok, emperyalist devletlere yönelik cılız bir talep ya da çağrı dahi yok.

Ama eylemlerin ortak sembolü, polisin tekme atmaktan, ayaklarının altına almaktan çekinmediği Türk bayrağı. Emperyalist işgalden kurtuluşumuzun, bağımsızlığımızın sembolü.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in İngiliz İşçi Partisine sitemleri ve Avrupa basınına verdiği kimi demeçler kuşkusuz bu bağlamda değerlendirilebilir ve utanç vericidir. Ama sayın Uçum çocuk mu kandırdığını düşünüyor? CHP emperyalistlerin güdümünde olabilir, ama eylemler CHP güdümünde falan değil. Bu ülkede CHP’nin iki milyondan fazla insanı sokağa dökme gücü vardı da bugünü mü bekliyordu? Hayır efendim, İmamoğlu meselesine aşağıda geleceğiz, ama eylemler CHP’nin sokak çağrısıyla başlamadı ve büyümedi. Eylemler başladı, büyüdü ve CHP denen cılız, parça parça yapıyı önüne katıp sürükledi.

Dolayısıyla haberler kötü, sayın Uçum. Karşınızdaki, bu ülkenin bir türlü boyun eğmeyen insanlığıdır.

***

Peki, neden bugün, neden gençlik, ve konu İmamoğlu mu?

Yine kolay olanından başlayalım, konu İmamoğlu değil. İmamoğlu yalnızca doğru zamanda doğru yerde olan bir müteahhit. Uçum’un partisindeki ya da CHP’deki binlerce başka müteahhitten pek bir farkı yok. Konu, bu ülkenin ekonomisinin 2018’deki Rahip Brunson krizinden bu yana emekçiler ve gençler için bir türlü düze çıkmıyor olması. Hatırlayınız, bu krizi atlatabilmek için o dönem AKP’de olan İBB meydanlarda tanzim satış çadırları kuruyor, kişi başına iki kiloyla sınırlı ucuz domates falan satıyordu. 2019 Martında İmamoğlu seçimi kıl payı kazanmış, AKP güreşe doymayan mağlup pehlivan gibi ısrar edince 23 Haziran’da fark kıldan biraz daha kalınca bir hal almıştı.

Sonra pandemi. Ekonomi bir kez daha alt üst oldu ama en fazla etkilenen, eğitimleri rezil olan öğrencilerdi. Bugün eylemlerde başı çeken üniversiteliler, pandemi yıllarında bir yandan uzaktan eğitim saçmalığıyla boğuşuyor, diğer yandan üniversite sınavına hazırlanıyordu.

Sonra 17 Aralık 2021 döviz kuru krizi. Bugün eylemlerde başı çeken gençler ülkelerinin parasının bir günde pul olabileceğini 2018’de görmüştü, bir kez daha gördü.     

Sonra deprem. Sayın Uçum’un partisi insanları enkaz altında ölüme terk ederken, iletişim kanallarını halen açıklamadığı nedenlerle kısıtlarken (ve “kestik çünkü gerekliydi” gibi cümlelerle savunmaya devam ederken3), Kızılay çadır satarken; bugün “nihilist” olmakla suçladığı gençler deprem bölgesine koşup bir insanı dahi olsa kurtarmak için canla başla çabalıyorlardı.

Bütün bunlar olurken İmamoğlu birkaç öğrenci yurdu, birkaç kent lokantası açtı ve İstanbul sahillerinde sırtını Uçum’un partisine dayamış birkaç avantacının nargile kafesini yıktı. Ama bu yıllarda her gün daha fazla yoksullaşmakta olan gençler için, yıkılan kaçak kafeler boğaza karşı değnekçinin birine fahiş çay parası vermeden sevgilisiyle oturabilmek, kent lokantaları bir öğünü poğaça ile değil sıcak yemekle geçirebilmek, tarikat kontenjanı olmayan yurtlar ise gözünü para hırsı bürümüş ev sahiplerinin insafına kalmadan barınabilmek ve okuyabilmek demekti.

İmamoğlu herkesin hakkı olması gereken şeylerin kırıntılarını yaptı ve, aynı Uçum’un partisinin sayısız belediye başkanı gibi, sanki görevini yapmıyormuş da büyük fedakarlıklarda bulunuyormuş havasında billboardlardan, metro vagonlarındaki ekranlarından, Halk TV’de dönen reklamlardan sürekli bağırdı.

Çok bir şey yapmadı ama hem yaptıkları o güne dek pek yapılmamış şeylerdi, hem de bunları ihtiyacın çok büyük olduğu yıllarda yaptı. Ve bir ile sıfır arasındaki fark miktar açısından birdir, ama oranlandığında sonsuzdur.

İmamoğlu bu yüzden Ekmeleddin İhsanoğlu, Mustafa Sarıgül, Muharrem İnce ya da Kemal Kılıçdaroğlu’ndan daha tehlikeli bir rakibe dönüştü. Diğer sahte mesihlerden önemli bir farkı olduğu için değil, doğru zamanda doğru yerde bulunup halkın, bilhassa da gençlerin öfke ve hayal kırıklığının dışavurumuna vesile olduğu için.

***

Devam edelim, bu öfke ve hayal kırıklığı nasıl birikti?

Sayın Uçum, “emperyalist dış güçler” falan diyorsunuz ya, İslamcı ve gerici partiniz iktidara gelirken bu ülkenin kentli, eğitimli insanlarını Avrupa Birliği üyeliği havucu sallayarak ikna etmişti. 2011 itibariyle takke düşüp kel göründü ve Gezi’de yenilen kuşak topluca Batı’ya göç etmeye çalıştı. Ne var ki emperyalistler o kuşağın suratına kapıyı çarptı. Şimdi eylemlerde başı çeken gençler Gezi’de yenilen abi ve ablaları gibi kapağı bir şekilde Avrupa’ya atma, İsveç’te bulaşıkçı olma hayali kurmuyor. Bu gençleri “nihilist, kökü dışarıda” diye yaftalayacağınıza aralarına girip biraz sohbet etseydiniz, ülkelerinde onurlu ve anlamlı bir hayat yaşamak istediklerini duyardınız.4

İkincisi, bu ülkede yoksulluk hep vardı ama “okumak” düzenin gençlere sunduğu kurtuluş reçetesiydi. Kimsenin “kurtulduğu” falan yoktu, ama böyle bir öykü vardı ve buna inanılıyordu. Partiniz, sayın Uçum, bu öyküyü buruşturup attı. Türkiye tarihinde ilk defa diplomayı “altın bilezik” olmaktan çıkartıp bir anda çöp olabilecek bir kâğıt parçasına dönüştürdünüz. İmamoğlu’nun diplomasını iptal ederken aynı torbaya koymak zorunda kaldıklarınızın içinde Galatasaray Üniversitesi’nde bölüm başkanı olan bir profesör vardı. Akademik teamüller gereği bu insanın danışmanlık yaptığı ya da jürisinde yer aldığı tüm lisansüstü dereceleri, sınavına girdiği tüm dersleri şaibeli hale getirdiniz. Bu ilk de değil; Mustafa Kemal’e saygılarını belirten genç teğmenlerin kariyerlerini yaktınız ve partinizin haysiyetsiz sosyal medya teröristleri o idealist gençlerin yüzlerini sanki kasiyerlik yapmak utanılacak bir şeymiş gibi BİM kasiyeri fotoğrafına montajlayıp dalga geçti. 15 Temmuz’da Fethullahçılar darbe denediğinde, bir gecede çoğu milletvekillerinizin oylarıyla açılmış 15 üniversiteyi kapattınız ve hiçbir suçu olmayan on binlerce gencin eğitim hayatını altüst ettiniz. 

Bununla sıkı sıkıya bağlı olarak, üçüncüsü: Bu ülkede adam kayırmacılık hep vardı. Örneğin Zübük romanına ilham veren Demirel Cumhurbaşkanıyken sırtını ona dayayan yeğeni, manevi oğlu falan banka hortumluyordu. Ama partiniz, sayın Uçum, bu konu tüm öncüllerini fersah fersah aştı. Zaten yıllar boyunca sınav sorularını çalıp sonra “başarılı Anadolu çocuklarıyız” yalanıyla devlette kadrolaşan Fethullahçılara arka çıkmıştınız. Son yıllarda ise bir yanda diplomalar çöp olur, diğer yanda yoksulluk ve işsizlik patlar, gençler gelecek kaygısına gömülürken; partinize yamanan, internet dilinde “AKP Çocukları” olarak anılmaya başlanan tipler çakarlı arabalarıyla trafikte terör estirip suratlarını kokain tepsilerine gömerken video paylaşacak kadar şirazeden çıktı.

Bunda şaşılacak bir şey yok, emek verilmemiş, hak edilmemiş kazanç kadar insanı alçaltan, şerefini, haysiyetini yok eden bir şey bulamazsınız. Ama çağımız internette arsızlık çağı ve bu ülkenin emekçi halkı, bilhassa da geleceğini yok ettiğiniz gençler her arsızlığı gördü, not etti.

Son olarak, sizden önceki tüm siyasi iktidarlar gibi, sizinki de önünde sonunda bir sermaye iktidarıydı; birinci önceliği zaten zengin olan patronları daha zengin etmekti. Ama bu konuda da tüm öncüllerinizi fersah fersah aştınız. Yirmi küsur yılın bilançosunu çıkartmakla uğraşmayacağım. Yazının başından beri altını çizdiğimiz, 2018 itibariyle girilen dönemde halk yoksullaşırken, sermaye ölçüsüzce zenginleşmeye devam etti.5 Sadece son dönemde, gençlerin yurt dışından biraz olsun ucuza sipariş edebileceği spor ayakkabıdan ya da hobi eşyasından alacağınız verginin peşine düşerken, örneğin Sabancı’nın Pegasus’u almadığınız vergilerle filosuna 44 uçak ekledi.6

Zannettiğinizin aksine, bu ülkenin halkı kör ya da balık hafızalı değil, gençler hiç değil; bunların tümü bir kenara yazıldı.

***

Sayın Uçum, ortada apaçık bir gerçek var. Partiniz, iktidarı boyunca Türkiye’de Cumhuriyeti yıkıp yerine hukuksuz, keyfi idareye dayalı, yürütmenin denetlenmediği, yargının araçsallaştırıldığı, bu ülkeyi kuran meclisin işlevsizleştirildiği, laiklik ve bağımsızlık ilkelerinin yok edildiği bir rejim kurmaya çalıştı. Bunun için kiminle ittifak yapmanız gerekiyorsa onunla ittifak yaptınız. Cumhuriyeti yıktınız yıkmasına, ama yerine kalıcı bir şey kuramadınız ve kuramayacaksınız; çünkü yurttaşların rızasına değil tebaanın itaatine dayalı bir devlet kurmaya çalışıyorsunuz. Ve sürekli sloganını attığımız üzere, “bu halk boyun eğmez.”

Bilhassa da gençler...

Elinizde, yamalı bohça rejiminize yanlayan ve “Evlad-ı Fatihan’ız, Osmanlı torunuyuz, asarız, keseriz” diye sayıklayan, pasta küçüldükçe nüfusu küçülen bir kabile var. Onun dışında ise, köksüzlük, nihilizm, emperyalizme uşaklık iftirası attığınız gençlik duruyor. Onlar, hayatlarını, yüz yıllar boyunca içten içe çürümüş ve sonunda çatırdayarak devrilmiş, yıkılıp gitmiş Osmanlı’da değil Jöntürklerde, İttihatçılarda, Kuvayı Milliye’de, Müdafaa-i Hukuk’ta ve nihayetinde Mustafa Kemal’in şahsında somutlanan, bu ülkeyi kuran devrimci, cumhuriyetçi iradede köklendirip anlamlandırıyor.    

Yani birilerinin “200 yıllık uyku” diye küçümsediği, apar topar ittifakınıza katmaya çalıştığınız Öcalan’ın “kapitalist modernitenin son 200 yılı” diye tü kaka ettiği7 Türk aydınlanmasında ve modenleşmesinde…

Çünkü bu sayede tebaa değil yurttaş oldular, bu sayede seçme ve seçilme hakları var, bu sayede protesto hakları anayasa koruması altında, bu sayede örgütlenme hakları var, bu sayede medreselerde değil üniversitelerde okuyorlar.

Ve siz, bunların hepsini yok etmeye, “kökü dışarıda” olmakla suçladığınız gençlerin kök salmaya çalıştığı toprağı zehirlemeye kalkıyor; onları dilediğiniz gibi budayabileceğiniz, dilerseniz su vermeyip kurumaya terk edebileceğiniz ya da söküp atabileceğiniz, saksılara gömülü bodur bitkilere dönüştürmeye çalışıyorsunuz.

Eylemlere yetişkin saymayıp ailelerine şikâyet ettiğiniz bu gençler öncü oluyor; çünkü kaybedecekleri hiçbir güvenceleri yok, ama henüz başında oldukları ve heba olmasını istemedikleri bir ömürleri ve yıkılıp gitmesini istemedikleri bir ülkeleri var. Layık oldukları tüm zenginliklere el koyup holdinglere ve tarikatlara peşkeş çektiğinizi, sahip oldukları her modern hakka göz diktiğinizi biliyor, görüyorlar.   

Haberler kötü, sayın Uçum. Bu ülkenin gençliği ne nihilist ne kökü dışarıda. Bu sıfata sahip olanları arıyorsanız, çevrenize bakın. Bu ülkenin gençliği geçmişini Cumhuriyet’te temellendiriyor, geleceğini Cumhuriyet’te arıyor.

Ve sizin yeni Osmanlıcı gericiliğinize boyun eğmeyecek.

1https://x.com/mehmetucum/status/1906229127696589085

2https://www.tkp.org.tr/aciklamalar/yasanasi-bir-ulke-icin-gorev-cagrisi-yonetemiyorlarsa-biz-halkiz-biz-yonetiriz/ 

3https://bianet.org/haber/karaismailoglu-depremde-interneti-kestik-cunku-gerekliydi-dedi-nedenini-aciklayamadi-276943 

4Toplum Çalışmaları Enstitüsü, “Kim bu gençler? İmamoğlu Protestoları Katılımcı Analizi (Ankara Örneği), 28 Mart 2025, Ankara, s.7;   

5https://x.com/evrenselgzt/status/1906557063960093039  

6https://haber.sol.org.tr/haber/ali-sabancinin-sahibi-oldugu-pegasusa-devletten-44-ucak-397131

7https://haber.sol.org.tr/haber/ocalandan-tum-gruplar-silah-birakmali-ve-pkk-kendini-feshetmelidir-cagrisi-396418 

                                                                          /././

'Memlekete Sahip Çık' diyenler Almanya’da da buluştu: TKP’den dört kentte eylem

TKP Almanya Örgütünün çağrısıyla “Memlekete Sahip Çık” diyenler Münih, Berlin, Köln ve Darmstadt’ta buluştu. Eylemlere enternasyonal dayanışma gösteren farklı ülkelerin komünist partileri de destek verdi.

ürkiye Komünist Partisi (TKP) Almanya Örgütünün çağrısıyla “Memlekete Sahip Çık” diyenler Münih, Berlin, Köln ve Darmstadt’ta bir araya gelerek Türkiye’deki seçme ve seçilme hakkının gasp edilmesine, halka ve gençlere yönelik baskıya, talimatla gelen gözaltılara ve tutuklamalara karşı protesto eylemleri gerçekleştirdi. Eylemlere enternasyonal dayanışma gösteren farklı ülkelerin komünist partileri de destek verdi.

darmstadt
Darmstadt

Boyun Eğme, Memlekete Sahip Çık” sloganıyla oy hakkını gasp girişimine karşı tepki göstermek için bir araya gelinen buluşmalara halk yoğun ilgi gösterdi. TKP Almanya Örgütü’nün çağrıcısı ve örgütleyicisi olduğu etkinliklere uluslararası komünist örgütler de destek verdi. TKP’nin konuşmalarının ardından sırasıyla Yunanistan Komünist Partisi (KKE), Alman Komünist Partisi (DKP) ve Komünist Partisi (KP) temsilcileri de dayanışma mesajları verdi. Buluşmalarda Komünist Partilerinden AKP iktidarının hukuk tanımazlığı ve tutuklamalar mahkûm edildi ve Türkiye Komünist Partisi ve Türkiye halkıyla dayanışma ifade edildi.

koeln
Köln

Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi adına “Cumhuriyet İçin Göreve” açıklaması okunan eylemlerde, Öğrenci Dayanışma Birliği adına yapılan açıklamayla Türkiye Komünist Gençliği ile dayanışma gösterildi. Yapılan açıklamada “Bizim kararlılığımızı, cesaretimizi ve irademizi hapsedemezler. Buradan da tekrar tekrar ilan ediyoruz: Ne halkımız ne de Türkiye Komünist Gençliği bu tutuklamalara ve gözaltılara boyun eğmez! Yılmayacağız ve mücadelemize devam edeceğiz“ denildi.

Berlin
Berlin

Farklı katılımcıların da söz alarak düşüncelerini paylaştığı eylemlerde “Bu ülke, bu halk sana boyun eğmez”, “AKP’yi istemiyoruz”, “Şeriata, faşizme, karanlığa geçit yok" sloganları atıldı.  

Türkiye Komünist Partisi “İnsanın insanı sömürdüğü, nüfusun yüzde 1’inin bütün zenginliklere el koyduğu bugünkü sistem yolsuzlukların, yoksullukların, adaletsizliğin temel kaynağıdır. Bu patron ve tarikat düzeninden bir an önce kurtulmalıyız. Tek çıkış var. Cumhuriyetçi, laik, yurtsever, eşitlikçi bir programla insanın insanı sömürmediği, sosyalist bir düzen için kolları sıvamak” diyerek, partiye örgütlenme çağrısı ile basın açıklamasını tamamladı.

Munih
Münih

Münih'te öğrenciler bir araya geldi

Bu arada, Münih kentinde, Münih Öğrenci Birliği tarafından Türkiye'deki öğrenci direnişiyle dayanışmak için ve yaşanan hak ihlallerine ve tutuklamalara karşı bir eylem düzenlendi. 

Münih'teki üniversitelerde öğrenim gören öğrenciler, Türkiye'deki sıra arkadaşlarının 12 gündür devam ettirdiği, baskıcı AKP rejimine karşı olan protestolara desteklerini göstermek için, gönüllülük esasına bağlı olarak kurdukları Münih Öğrenci Birliği adı altında Odeonsplatz'da bir araya geldiler.

munih
Münih

Seçme seçilme ve haber alma haklarına yapılan saldırıları, hukuksuz gözaltı ve tutuklamaları ve polis şiddetini hedef alan protesto, Münih ve etrafındaki şehirlerden gelen yurttaşlar tarafından büyük bir destek gördü.

Öğrencilerin eylemde Türkçe, İngilizce ve Almancasını okudukları açıklamada, 12 gündür Türkiye’nin dört bir yanında yüz binlerce kişinin seçme seçilme hakkına sahip çıkmak için, haklarının gaspına itiraz etmek için sokakta olduğu anımsatıldı. Açıklamada, "Türkiye'de uzun süredir seçme ve seçilme hakkına, ve insanlığın en önemli kazanımlarından biri olan demokrasiye müdahale ediliyor. Bu müdahalelerle, muhalefetin temsiliyet hakkını, insanların düşünce özgürlüğünü yalnızca kısıtlamayla kalmayıp tamamen ortadan kaldırmayı hedefliyorlar. Yapamayacaklar!" ifadeleri kullanıldı.

Bugün AKP iktidarının ülkeyi yönetme kabiliyetini ve ruhsatını kaybettiğine işaret edilen açıklamada, "Bu yüzden AKP her geçen gün daha da saldırganlaşmaktadır. 12 Gündür şafak operasyonlarıyla gözaltına alınan, polis şiddeti gören, tomalarla üzerlerine su sıkılan, plastik mermiler ile vurulan, copla dövülen,  yerlerde sürüklenen, polis ablukası altına alınan tüm arkadaşlarımız adına buradan bir kez daha sesleniyoruz: Protesto etmeye, meydanlara çıkmaya, hakkımızı savunmaya ve seçme-seçilme hakkına sahip çıkmaya devam edeceğiz. Anayasal hakkımızı engellemeye çalışmak, insanları barışçıl protestolardan dolayı yargılamak ve gözaltına almak suçtur. Hukuksuz girişimler, bizleri mücadelemizden asla vazgeçiremeyecek!" denildi.

İktidarın özellikle gençlerin sesinden korktuğu belirtilen açıklama şöyle sonlandı:   "Bizler Münih’te yaşayan gençler olarak bu sürecin sonuna kadar takipçisiyiz! İktidarın bize boyun eğdirmesine izin vermeyeceğiz. Görüyoruz, korkuyorlar. Orantısız bir şekilde saldırıyorlar. Bunlar çaresizliklerinin sonucu. Ama bilsinler ki karşılarında çok kararlı, çok cesaretli, çok umutlu gençler var. Bugün bazı arkadaşlarımız gözaltına alınmış olabilir, ama biz gençler, onların yerine de mücadelemizi sokaklarda ve dünyanın dört bir yanında sürdürmeye devam edeceğiz. Kararlılığımızı, cesaretimizi ve irademizi asla hapsedemezler!"

                                                       ***

Trump'tan üçüncü dönem sinyali: 'Şaka yapmıyorum'

Başkanlık süresinin Anayasa ile iki dönem ile sınırlandırıldığı ABD'de Başkan Donald Trump, 3. dönem mesajı verdi. "Pek çok insan bunu yapmamı istiyor" diyen Trump, bu konuda şaka yapmadığını belirterek, "Bunu yapabileceğiniz yöntemler var" dedi.(
https://haber.sol.org.tr/haber/trumptan-ucuncu-donem-sinyali-saka-yapmiyorum-397194)

                                                                 ***

Öne Çıkan Yayın

BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" -6 Temmuz 2025-

Timur Soykan hakkında tutuklama talebi! Belediye başkanlarına yapılan operasyonu eleştiren sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek dü...