BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" + Köy Enstitülerinin 85. yaşı kutlu olsun! -17 Nisan 2025-

Yerlikaya’nın ‘gereği yapıldı’ dediği isim Saray’da ağırlandı

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral, İçişleri Bakanı Yerlikaya’nın polislerin kafasına bastırdığı video ile tutuklandığını duyurduğu Ak Gençlik Ocakları Başkanı Ferhat Aydoğan'ı Saray’da ağırladı.(https://www.birgun.net/haber/yerlikayanin-geregi-yapildi-dedigi-isim-sarayda-agirlandi-616045)

                                                                         ***

Önceki Üsküdar Belediye Başkanı AKP’li Türkmen, ‘görevi kötüye kullanma’ suçunu işlediği gerekçesiyle savcılığa şikâyet edildi. Danıştay, şikâyeti işleme koydurmayan İçişleri Bakanı Yerlikaya’nın kararını oy birliğiyle kaldırdı.(https://www.birgun.net/haber/yerlikaya-akpli-eski-baskani-boyle-korudu-616008)

                                                                            ***

Ziraat Katılım Bankası’nın ardından kamu bankası Halkbank da AKP’li Tevfik Göksu’nun yönettiği Esenler Belediyesi’ne sponsor oldu. Halkbank, Esenler Belediyesi’ne “destek” adı altında 5 milyon TL verecek.(https://www.birgun.net/haber/kamu-bankalari-tevfik-goksuya-calisiyor-616011)

                                                                             ***
Derin uyuşturucu batağı yayılıyor -Mustafa Bildircin-
Ticaret Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı’nın verileri, toplumsal problem haline gelen uyuşturucu batağının derinliğini ortaya koydu. 2024 yılında 24,3 ton uyuşturucu yakalandı, uyuşturucu dosyası 366 bine dayandı.

Mücadelede yaşanan zafiyet nedeniyle baronlar ve karteller için adeta bulunmaz ülke konumuna gelen Türkiye’deki uyuşturucu batağı, her geçen yıl daha da derinleşiyor. Ceza mahkemelerindeki, “Uyuşturucu kullanmak ve bulundurmak” ile “Uyuşturucu madde ticareti yapmak” suçlamalarını içeren dosya sayısı 370 bine dayanıyor. Dosyalarda ismi geçen sanık sayısı ise 340 bini aşıyor. Etkin mücadelede gösterilen zafiyet ve “Bağımlılıkla mücadele” bütçesine vurulan makas Türkiye’yi adeta bir uyuşturucu cehennemine çevirdi. Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Ticaret Bakanlığı’nın verileri, Türkiye’de ele geçirilebilen uyuşturucu maddenin miktarının tonlarla ifade edildiğini ortaya koydu.(YÜZ BİNLERCE DOSYA) Türkiye’deki derin uyuşturucu batağını ortaya koyan bir diğer veri ise Adalet Bakanlığı’nın verileri oldu. Bakanlığın verilerine göre, “Kamunun sağlığına karşı suçlar” adı altında sınıflandırılan ve uyuşturucu madde kullanmak ile uyuşturucu madde ticaretini yapmak suçlarını içeren dosyaların sayısı, 365 bin 588 ile ifade edildi. Dosyaların detayları da Adalet Bakanlığı’nca paylaşıldı. 2024 yılında ceza mahkemelerine gelen toplam 365 bin 588 dosya, türlerine göre şöyle sıralandı: • Uyuşturucu bulundurmak ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak: 292 bin 982., • Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti: 67 bin 474. (YÜZ BİNİ AŞAN MAHKÛM) 2024’te 82 bin 94 kişi, uyuşturucu bulundurduğu ya da kullandığı için hüküm giydi. Toplam 34 bin 447 kişi hakkında ise uyuşturucu madde ticareti yaptığı gerekçesiyle mahkumiyet kararı alındı.(TARİHİ REKOR)Ticaret Bakanlığı da 2024 yılında ele geçiren uyuşturucu madde miktarını, “Tarihin en yüksek olay ve yakalama miktarı” ifadesiyle paylaştı. Bakanlığın verilerine göre, 2024 yılında bin 327 olayda toplam 24 ton 313 kilogram uyuşturucu madde yakalandı. 2024 yılında gerçekleştirilen önemli bazı uyuşturucu yakalamaları şöyle kaydedildi:

• Gürbulak Gümrük Kapısı: 2 ton 202 kilogram metamfetamin.

• Habur Gümrük Kapısı: 850 kilogram eroin.

• Kapıkule Gümrük Kapısı: 635 kilogram esrar.

• İstanbul Havalimanı: 568 kilogram khat.

• Taşucu Limanı: 286 kilogram captagon.

(KANUN TEKLİFİ) Türkiye’de gideren artan uyuşturucu madde kullanımı ve ticaretiyle etkin mücadele edilmesi amacıyla Meclis Araştırma Önergesi de verildi. CHP Milletvekili Sibel Yanıkömeroğlu imzasıyla TBMM Başkanlığı’na verilen önergede, uyuşturucuya başlama yaşının 14’e kadar düştüğü vurgulandı. Önergede, Türkiye’nin bazı sentetik uyuşturucuların en yoğun bulunduğu ülke olduğunu kayda geçiren BM Uyuşturucu ve Suç Dairesi’nin 2024 Dünya Uyuşturucu Raporu’na da atıf yapıldı. CHP’li Yanıkömeroğlu, önergesinde Anayasa’nın 58’inci maddesine de dikkati çekerek devletin gençleri kötü alışkanlıklardan koruma sorumluluğu olduğunun altını çizdi. Uyuşturucu ticaretinin ve kullanımının önlenmesi için kapsamlı bir mücadele stratejisinin hayata geçirilmesi gerektiğini belirten Yanıkömeroğlu, uyuşturucu kullanımına karşı yasal düzenlemelerin gözden geçirilmesi ve yeni önlemlerin alınması için Meclis Araştırması açılmasını talep etti.

                                                                   ***

Diyanet, boykotu ‘çevrimiçi’ deldi -Mustafa Bildircin-

Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihindeki Aksa Tufanı operasyonu sonrası İsrail, işgali altındaki Filistin topraklarında büyük katliamlar yaptı. Filistin topraklarında yaşananların ardından dünyanın gözü Gazze Şeridi’ne çevrildi. İsrail’in abluka altına aldığı Gazze’de on binden fazla Filistinli katledildi. Batı’nın Siyonist işgale desteğinden cesaret alan İsrail, katliamlarını sürdürdü. İsrail’in Filistin’deki katliamlarının ardından, katliamı destekleyen firmalara yönelik geniş kapsamlı bir boykot çağrısı yapıldı. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da açıklamalarıyla boykota destek verdi. Erbaş’ın en sert boykot çağrısına imza attığı konuşma, 1 Kasım 2023 tarihinde Türkiye genelindeki 54 STK’nin katılımıyla düzenlenen, “Filistin İstişare Toplantısı”nda yaptığı konuşma oldu.(‘İMANINI SORGULASIN’)  Erbaş, toplantıda yaptığı konuşmada, “Siyonizm’i destekleyen firmaların ürünlerinin kararlı ve devamlı bir şekilde boykot edilmesi, zulüm ve zalimle her yönüyle mücadele edilmesi büyük öneme sahiptir” ifadesini kullandı. Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, Mart 2025’te yaptığı açıklamada ise "Bir Müslüman zalimleri destekleyenleri destekliyorsa boykota uymuyorsa boykot ürünlerini hala evine sokuyorsa imanını sorgulasın" dedi. İsrail menşeili olan ya da İsrail katliamını destekleyen firmalara yönelik kararlı boykot çağrıları yapan Erbaş’ın, Diyanet Akademisi tarafından düzenlenen Aday Din Görevlileri Mesleki Eğitimi Açılış programına, boykot listesindeki firmanın ürünüyle katıldığı belirlendi. Toplantıya çevrimiçi katılan Erbaş’ın kullandığı tablet, Diyanet’in sosyal medya hesaplarından da paylaşıldı. Paylaşımda, boykot listesindeki ürünün logosunun net şekilde görünmesi de dikkati çekti. Erbaş’ın çevrimiçi toplantı için kullandığı tableti üreten firma, CEO’sunun İsrail’e destek açıklaması nedeniyle boykot listesine alındı. CEO, Filistin’deki katliamların devam ettiği günlerde yaşananları, “İsrail’e yönelik korkunç terörist saldırılar” olarak nitelendirdi.(BOYKOTU DELEN DAMAT) İsrail’in Filistin’deki katliamlarının ardından hemen her konuşmasında İsrail ürünlerine yönelik boykot çağrısı yapan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın damadı, boykot listesindeki bir ürünün bölge distribütörlüğünü yapıyor.

                                                        ***

Ege ve Doğu Akdeniz haritaları karşı karşıya + Ankara-Atina arası 'harita' savaşları | İki ülke de Deniz Mekânsal Planlama haritası yayımladı; Meis Adası ihtilafı yeniden gündemde -T24

Ege ve Doğu Akdeniz haritaları karşı karşıya -Stelyo Berberakis 

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile Yunan Dışişleri Bakanı Yeorgos Gerapetritis’in “kimyalarının uyuştuğu” yolunda edinilen izlenimler doğru çıkarsa, Türkiye ile Yunanistan belki de yıllar sonra ilk kez samimi bir diyalog kurabilecekler.

Yunanistan diğer Hristyan ülkeler gibi pazar günü kutlanacak Paskalya Bayramı'na hazırlanırken dün aniden Ege ve Doğu Akdeniz havzalarında maksimum beklentilerini belirten bir harita yayımladı.

                                                      Yunanistan'ın hazırladığı harita

Yunanistan Dışişleri Bakanı Yeorgos Gerapetritis, söz konusu haritanın “Yunanistan’ın öngördüğü potansiyel kıtasahanlıkları ile ilgili yapılan çalışmaların sonucu” olduğunu söyledi. Gerapetritis, AB direktifleri çerçevesinde her bir AB ülkesinden istenen “potansiyel egemenlik haklarının bu yılın 27 Nisan Nisan gününe kadar belirtilmesini” talep eden Avrupa Mahkemesi kararının uygulanması çerçevesinde bulunduğunu ancak "hiçbir durumda kıtasahanlığı ya da Münhasır Ekonomi Bölgeleri” (MEB) ilanı anlamına gelmediğinden söz etti.

Haritada, bu denizlerde Yunanistan ile Türkiye arasında kesik çizgilerle belirtilen sınır bölgelerinin belirlenmesi için (bknz. harita X.E 2 bölgesi) “müzakerelere açık” olduğunu ima eden Gerapetritis “Bu harita, uluslararası hukuktan kaynaklanan kıtasahanlığı haklarımız çerçevesinde bizim gördüğümüz potansiyel maksimum yetki alanları ile ilgili hazırladığımız AB’ye sunduğumuz haritadır. Bizim bu haritamız Türkiye’nin bu denizlerde kendisine göre gördüğü maximum kıtasahanlıkları haklarını gösteren harita ile çakışmamaktadır. İki ülke arasındaki bu ihtilaf yıllarca sürmektedir. Bu ihtilafın çözümü eğer karşılıklı müzakerelerle mümkün olmayacak ise , bu konunun her iki ülkenin ortaklaşa hazırlayacağı bir tahkimname ile Uluslararası Mahkemelere götürülmesinden ve çıkacak kararlara saygı gösterilmesinden yanayız” şeklinde konuştu.

Yunan SKAİ TV kanalına konuşan Yunan Bakan, “bu gelişmelerden, Türkiye dahil, Akdeniz’in ıslattığı ülkelere ve AB ülkelerine bilgi verildiğini” de söylerken “3. ülkelerin aracılığına ihtiyaç duymadan Türkiye ile doğrudan görüşmeler yapıyoruz. Zaman zaman meydana gelen gerginliklerin krize dönüşmesini önleyebiliyoruz. Bu mekanizmalar sayesinde son iki yıldan bu yana Türkiye ile herhangi bir kriz yaşamadık” dedi.

“Biz Türkiye ile açık hatta bulunma ve diyalogun sürdürülmesinden ve aramızdaki görüş ayrılıklarını müzakere yoluyla giderilmesinden yanayız,” ifadesini kullanan Gerapetritis, Türk Dışişleri Bakanlığı'nın gösterdiği tepkilere karşı ise “Türkiye kendisine göre gördüğü kendi egemenlik hakları ile bizim gördüğümüz egemenlik haklarımız zaten örtüşmüyor; sorun buradan kaynaklanıyor," dedi. 

Yunan basını ise Türk Dışişleri Bakanlığı'nın gösterdiği tepkilerde “yumuşak ve diplomatik bir dil kullanıldığı” sonucuna varırken “Yunanistan yıllarca sürüncemede bıraktığı ve kendisine göre gördüğü egemenlik haklarını resmen açıklamış oldu” yorumlarını getirdi.

Yunanistan, Türkiye’nin “kıyıdaş ülke Yunanistan’a danışmadan ve Yunan egemenlik haklarını yok sayarak tek taraflı olarak 2020’de ilan ettiği Mavi Vatan haritasının da Türkiye’nin Libya ile imzaladığı MEB anlaşmasının da uluslararası hukuka aykırı” olduğunu savunuyor.

Ancak iyi niyetli diplomatik gözlemciler, Yunanistan’ın ve Türkiye’nin hazırladıkları ve kendilerine göre biçtikleri maksimum deniz yetki alanlarını karşılıklı olarak ilan etmekle müzakere masasına hazırlandıkları izlenimini ediniyorlar.

Daha kötümser olanlar ise bu karşılıklı açıklamaların "Ege ve Doğu Akdeniz sularının yeniden ısınacağını gösteren işaretler” olarak görmekten kaçınmıyor.

Adaların kıta sahanlıkları var mı?

Türkiye’ye göre yok. Yunanistan’a göre var.

Yunanistan bu tezini 1995’ten bu yana taraf olduğu Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin 121.maddesinin 2.bendine dayıyor.

Bu madde “Adaların (not: üzerinde yaşam sürdürülebilen bütün adaların) kıtasahanlığı ve münhasır ekonomi bölgeleri ilan etme hakkı olduğunu” buyuruyor.

Yunanistan, bu maddeyi yorumlarken Ege ‘deki ve Doğu Akdenizdeki her bir adasının MEB ve Kıtasahanlığı hakkına sahip olduğunu; bunun teamül hukuku niteliğinde bulunduğunu; dolayısıyla “sözleşmeye taraf olmayan Türkiye gibi ülkeler için de bağlayıcı” görüşünü savunuyor.

Yunanistan ayrıca aynı sözleşmeden kaynaklanan “deniz sınırlarını 12 mile kadar uzatma hakkını saklı tuttuğunu; böyle bir uzatma kararında kıyıdaş ülkelerin (örneğin Yunanistan’ın İtalya ve Mısır ile yaptığı MEB belirlenme anlaşmalarında olduğu gibi Türkiye ile de deniz sınırları arasında ortay hattın göz önünde bulundurulacağını” ancak bu hakkını “ne zaman ve hangi şartlar altında uygulayacağına kendisinin karar vereceğini” açıklıyor.

Türkiye ise Yunanistan’ın 1995’ten bu yana “saklı tuttuğunu” açıkladığı 12 mil hakkını kullanması olasılığını aynı yıl TBMM’de alınan kararla “bunu bir casus belli yani savaş nedeni olacağını” açıklamıştı.

Dışişleri Bakanı Fidan ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Gerapetritis

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile Yunan Dışişleri Bakanı Yeorgos Gerapetritis’in “kimyalarının uyuştuğu” yolunda edinilen izlenimler doğru çıkarsa, Türkiye ile Yunanistan belki de yıllar sonra ilk kez samimi bir diyalog kurabilecekler.

                                                                     ***

 Ankara-Atina arası 'harita' savaşları | İki ülke de Deniz Mekânsal Planlama haritası yayımladı; Meis Adası ihtilafı yeniden gündemde -Buse Söğütlü-

Türkiye ve Yunanistan'ın dün ayrı ayrı hazırladıkları Deniz Mekânsal Planlama (DMP) haritalarını yayımlaması üzerine Ankara ve Atina arasında yeni bir gerilim hattı potansiyeli ortaya çıktı. Türkiye Dışişleri, Atina'nın yayımladığı DMP haritasına tepki gösterdi. Harita, Türkiye ile Yunanistan arasında Meis Adası gibi tartışmalı münhasır ekonomik bölge alanlarını da düzenliyor. Ankara dün öğlen saatlerinde Ankara Üniversitesi Deniz Hukuku Ulusal Araştırma Merkezi (DEHUKAM) tarafından yapılan DMP çalışmalarında sona gelindiğini duyurarak bir harita yayımladı. Bu haritaya paralel bir haritayla Birleşmiş Milletler'in ilgili birimlerine başvuru yapılacak. 

Dışişleri Bakanlığı, Yunanistan'ın resmen yayımladığı haritayla ilgili olarak "Söz konusu tasarruflar ve oldubitti teşebbüsleri ülkemiz açısından dün olduğu gibi bugün ve yarın da hiçbir hukuki sonuç doğurmayacaktır," açıklamasında bulundu. Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgos Gerapetritis de Türkiye'nin konuyla ilgili pozisyonunun bilindiğinin altını çizerek “Niyetimiz Türk-Yunan diyaloğunu sürdürmektir. Hiçbir komşu ülke ile düşmanca ilişkiler peşinde değiliz,” dedi.

Türkiye’nin çevre denizlerindeki hak ve menfaatlerini korumak ve gelecekte denizlerdeki faaliyetlerinin çevresel etkilerini daha iyi değerlendirmek; denizsel alanlardan azami yararlanabilmek amacıyla başlattığı Deniz Mekânsal Planlama çalışmalarında sona gelindi. Dün öğlen saatlerinde DEHUKAM, bir harita yayımlayarak Türkiye'nin denizlerdeki sınırları ve o sınırlardaki faaliyetlerini belirledi. 

DEHUKAM tarafından yayımlanan haritada ekonomik, bilimsel ve askerî faaliyetler için planlama yapıldığı görülüyor.

Türkiye'nin yayımladığı Deniz Mekânsal Planlama haritası

Ege Denizi'nde Yunanistan ile Türkiye arasında 'ortay hat' belirlendi

T24'e bilgi veren DEHUKAM araştırmacısı Büşra Deniz, haritanın Türkiye'nin Ege Denizi'ndeki tezlerine uygun şekilde Türkiye-Yunanistan anakaraları arasında bir ortay hat çizildiğini aktardı. Deniz, ortay hattın iki devletin anakarası arasında orta çizgi gibi düşünülebileceğini; bunun belirlenmesinde bilimsel verilerin temel alındığını aktardı. Ege Denizi'nde Türkiye ile Yunanistan arasında alınan ortay hatta göre faaliyetlerin yürütülmesi gerektiğini savunduklarını aktaran DEHUKAM araştırmacısı Deniz, Atina tarafından yayımlanan haritaya da değinerek  "Yunanistan'ın Türkiye'nin anakarasına çok yakın bulunan adaları var; Meis Adası gibi. Buralar kıta sahanlığı olarak belirlenmiş ve bu, Türkiye'nin tezlerine aykırı," dedi. 

Meis, Türk kıyılarına en yakın Yunan adası. Ada, Antalya'nın Kaş ilçesinin 1,5 mil uzağında bulunuyor. 

Türkiye, söz konusu haritaya paralel bir haritayı BM'ye sunacak

Harita, henüz resmî bir nitelik taşımıyor. Ancak DEHUKAN araştırmacısı Deniz, Türkiye'nin, DEHUKAM tarafından hazırlanan DMP haritasına paralel bir haritayı Birleşmiş Milletler'e (BM) bildirme aşamasında olduğunu da sözlerine ekledi. Bu, Türkiye'nin Türkiye'nin yaptığı ilk DMP çalışması. Çalışmanın yaklaşık 10 yıllık bir süreçte yapılan bilimsel çalışmaların bir araya getirilmesiyle haritalandırıldığı öğrenildi. 

DEHUKAM tarafından hazırlanan haritanın Avrupa Birliği'nin (AB) konuya ilişkin kurallarına uygun şekilde yürütüldüğü aktarıldı. Ayrıca, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) de DMP ilanına yönelik Türkiye ile benzer çalışmalar yürüttüğü öğrenildi.

Kurumlararası Koordinasyon Kurulu kurulacak

Öte yandan Deniz Mekânsal Planlama için Cumhurbaşkanlığı'na bağlı olan ve Dışişleri Bakanlığı ile eşgüdüm halinde olacak "Kurumlararası Koordinasyon Kurulu" da kurulacak.

Dışişleri Bakanlığı, T24'ün kurulun hangi üyelerden oluşacağı yönündeki sorusuna henüz yanıt vermedi. 

DEHUKAM'ın yönetim kurulu başkanlığını Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Hukuk Hizmetleri Eski Genel Müdürü Süleyman Önel üstlenirken diğer yönetim kurulu üyeleri arasında da Adalet Bakanlığı Bakan Yardımcısı Niyazi Acar, Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Andlaşmalar Genel Müdürü Kaan Esener, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Denizcilik Genel Müdürü Ünal Baylan ve Milli Savunma Bakanlığı Savunma ve Güvenlik Genel Müdür Yardımcısı Dr. Refik Levent Tezcan bulunuyor. 

Yunanistan'dan Deniz Mekânsal Planlama haritası

Dün sabah saatlerinde Yunanistan Dışişleri Bakanlığı ile Çevre ve Enerji Bakanlıkları tarafından da bir açıklama yapılarak ilgili kurumların Deniz Mekânsal Planlama çalışmalarını tamamladığı duyuruldu ve resmî bir harita yayımlandı. Yunanistan makamlarından yapılan açıklamada "Ülkemiz ilk kez deniz alanlarının düzenlenmesine ilişkin kuralları belirliyor" denildi. 

Harita, Türkiye ile Yunanistan arasında Meis Adası gibi tartışmalı münhasır ekonomik bölge alanlarına dair planlama içeriyor. 

Yunanistan'ın yayımladığı resmî harita

AB Adalet Divanı, şubat ayında, Mart 2021'e kadar balıkçılık, turizm ve açık deniz enerjisi gibi denizcilik faaliyetlerini nasıl düzenleyeceğini ortaya koyan planları sunması için zaman verilen ancak söz konusu planları sunmayan Yunanistan'ın "AB düzenlemelerin ihlal ettiğine" karar vermişti. Avrupa Komisyonu gecikmeler nedeniyle Yunanistan'ı mahkemeye sevk etmişti. Atina da gecikmeyi; kıyı şeridinin uzunluğu, çok sayıda ada olması ve Doğu Akdeniz'deki jeopolitik koşullara bağlıyordu. 

-----

Ankara ve Atina arasında "Meis Adası" ihtilafı

Yunanistan, adaların da ana karalar gibi tam yetkili Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) alanına sahip olduğunu ileri sürüyor. Türkiye ise adaların MEB alanı hakkına sahip olmadığı tezini savunuyor. Türkiye, Meis'in MEB hakkı olmadığını tezinden hareketle Akdeniz'deki MEB alanını Kıbrıs adasına kadar uzatma hakkına sahip olduğu görüşünde. 

Bu nedenle Meis gibi -üstelik küçük bir adanın- MEB hakkı olmadığı tezinden hareket ederek, Türkiye'nin Akdeniz'deki MEB alanı Kıbrıs adasına kadar uzatma hakkına sahip olduğu görüşünde.

Münhasır Ekonomik Bölge, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi uyarınca bir devletin deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanılmasında su ve rüzgâr enerjisi de dâhil olmak üzere özel haklara sahip olduğu deniz bölgeleri olarak tanımlanıyor. 

Avrupa Komisyonu geçen kasım ayında Yunanistan'ın deniz alanlarını belirleyen bir harita yayımlamış ve Güneydoğu Ege'deki Meis adası da dâhil olmak üzere tüm adaların yasal etkisini tanımıştı.

Dışişleri Bakanlığı o dönem bir açıklama yayımlayarak "Ege ve Kıbrıs'taki haklarımızı korumak için gerekli tüm tedbirleri alacağız" demişti. 

-----

Dışişleri Bakanlığı'ndan tepki 

Dışişleri Bakanlığı, Atina'nın yayımladığı haritayla ilgili olarak bir açıklama yayımladı.

"Yunanistan tarafından AB mevzuatı gereği ilan edilen 'Deniz Mekânsal Planlaması'nda (DMP) belirtilen alanların bir kısmı, Ege Denizi’nde ve Doğu Akdeniz’de ülkemizin deniz yetki alanlarını ihlal etmektedir," denilen açıklamada "Yunanistan'ın tek yanlı tasarruflarının ve iddialarının Türkiye açısından hiçbir hukukî sonuç doğurmayacağı" vurgulandı. 

"Ege ve Akdeniz gibi kapalı ya da yarı kapalı denizlerde tek taraflı tasarruflardan kaçınılması gerektiğini, uluslararası deniz hukukunun söz konusu denizlerde kıyıdaş devletler arasında çevre konuları dahil iş birliğini teşvik ettiğini, bu bağlamda ülkemizin Ege Denizi’nde Yunanistan’la iş birliğine her zaman hazır olduğunu hatırlatıyoruz," denilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:

"Söz konusu tasarruflar ve oldubitti teşebbüsleri ülkemiz açısından dün olduğu gibi bugün ve yarın da hiçbir hukuki sonuç doğurmayacaktır. Türkiye, Yunanistan'la ilişkilerinde her iki tarafın da sürdürmek istediği ruhu yansıtan 7 Aralık 2023 tarihli Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Hakkında Atina Bildirgesi çerçevesinde sorunların uluslararası hukuk, hakkaniyet ve iyi komşuluk temelinde çözümü için samimi ve kapsamlı bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğine dair tutumunu muhafaza etmektedir. Ülkemizin hazırladığı Deniz Mekansal Planlaması da UNESCO ile Birleşmiş Milletler’in ilgili birimlerine iletilmektedir."

Yunanistan Dışişleri Bakanı: Hiçbir komşu ülke ile düşmanca ilişkiler peşinde değiliz

“İlk kez Yunanistan'ın kıta sahanlığının en dış sınırları bir harita üzerinde işaretlendi," diyen Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgos Gerapetritis, uluslararası hukuka göre MEB'in sınırlandırılması için komşu ya da karşı kıyı devletleri arasında anlaşmalar yapılması gerektiğini söyledi.

Haritanın Yunanistan'ın ulusal çıkarları açısından hayatî öneme sahip bir belge olduğunu belirten Yunan Dışişleri Bakanı, “Bir yandan Yunanistan'ın deniz sahasında gerçekleşen insan faaliyetlerini tanımlıyor; diğer yandan da bu faaliyetlerin gerçekleştirildiği coğrafi çerçeveyi ilk kez ve açıkça ortaya koyuyor," dedi. 

Türkiye'nin konuyla ilgili pozisyonunun "iyi bilindiğini" belirten Gerapetritis, Yunanistan'ın diyalog konusunda kararlı olduğunu söyledi ve “Niyetimiz Türk-Yunan diyaloğunu sürdürmektir. Hiçbir komşu ülke ile düşmanca ilişkiler peşinde değiliz,” diye ekledi. 

Zamanlama ve olası senaryolar 

Yunan basını, Atina'nın Denizcilik Alanı için Ulusal Mekânsal Strateji'nin geliştirilmesi kapsamında söz konusu haritayı yayımladığını aktarırken haritanın uygulamaya konulması kararının "zamanlamasına" dikkat çekti. 

eKathimerini gazetesi, kararın, "Ankara'nın Yunanistan ve Kıbrıs arasındaki enerji bağlantısı olan Büyük Deniz Enterkonektörü (GSI) konusundaki çatışmacı tutumu nedeniyle şu anda gergin olan Türk-Yunan ilişkileri ile bağlantılı olduğunu" yazdı. 

Gazete, mekânsal planlama girişiminin Türkiye-Yunanistan arasında yeni bir gerilim kaynağı haline gelebileceğine işaret ederken öte yandan Ankara-Atina arasındaki anlaşmazlıkların çözümü için de tarafların yaklaşımlarına bağlı olarak müzakere fırsatı sunabileceğini savundu. 

T-24



T-24 "Köşebaşı + Gündem" -17 Nisan 2025-

 


Magna Carta -Ahmet Çelik Kurtoğlu-

Türkiye’de sorun, mevcut Cumhurbaşkanı'nın 2028’de yapılacak seçimde yeniden aday olabilmesi için Anayasa'da bunu düzenleyen maddenin değiştirilmesi. Şu anda ülke ekonomisinin, hukukunun, yurttaşların sorunları ilgi beklerken, günler, haftalar, aylar bunun tartışılması için harcanıyor

Magna Carta

Magna Carta ilkeleri

Aylardır, hatta doğru yönetim (governance) ilkesini gündeme getireli beri, yıllardır, bıkmadan usanmadan tekrarladığım Magna Carta 1215 konusunun geçen hafta Kral III Charles tarafından İtalyan parlamentosunda da altı çizilerek tekrarlandığını okuyorum. Adolf Hitler’in propaganda bakanı Goebbels yalan söyle, bir daha, bir daha tekrarla, sonunda inanırlar demiş; bu ilkenin gündelik siyasette doğru olduğuna kuşku yok, ama hukukun, adaletin, tarafsızlığın esas olduğu ülke yönetiminin henüz yeterince beimsenmediğini görüyoruz. Demek ki yetmiyor, imanla devam etmeli tekrara.

Siyasetçinin sorunu

Kimi siyasetçi yeniden cumhurbaşkanı seçilebilmek için, kimisi mevcut dünyada benzeri görülmemiş sahipsiz, kimseye hesap vermeyen rejimi değiştirmek için anayasa değişikliğini savunuyor. Bunu ilk yapan V.Putin’di, ardından Xi Jingpin geldi. Şimdi D.Trump başladı. Herhalde sırada Macaristan Başbakanı Orban ve Hindistan başbakanı Narendra Modi var.

Türkiye’de sorun, mevcut Cumhurbaşkanı'nın 2028’de yapılacak seçimde yeniden aday olabilmesi için Anayasa'da bunu düzenleyen maddenin değiştirilmesi. Şu anda ülke ekonomisinin, hukukunun, yurttaşların sorunları ilgi beklerken, günler, haftalar, aylar bunun tartışılması için harcanıyor. Ülkenin ana sorunları, eğitim, binlerce doktorun Almanya’ya ve başka Avrupa ülkelere göçmesinin ardından karşılaşılan sorunlar konuşulmuyor.

Geçen hafta dinlediğim sağlıkla ilgili iki olay tüyler ürperticiydi. Üstelik olayı anlatan kişi sorunu sağlık bakan yardımcısı düzeyine kadar çıkarmış, yine çözülememişti. Bir başka yakınımın annesi dizkapağı protezi ameliyatı için iki yıldır devlet hastanesinden randevu bekliyor. Son bir haftada yatmak için gelip, eli boş dönerken harcadıkları para, gelirlerinin hayli üstünde.

Her şeyin karşılığı var: Bedava ekmek (Josephine Paris’’inde brioche) ve karşılığı:

Tüm siyasi rejimlerin temelinde Roma uygarlığı olduğunu unutuyoruz. İki bin yıl önce Romalı şair Decimus Junius Juvenalis (“Juvenal”) bedava ekmek (rüşvet) ve gladyatörlerin savaşarak birbirini öldürdüğü siyaset olayını eleştirmiş. Siyasetçi böylece toplumun rahatsızlığını ona eğlence sunarak gideriyormuş. Cem Uzan’ın seçim kampanyasını anımsıyor musunuz, gladyatör kavgası yerine stadyumlarda bedava konser ve benzeri eğlencelerde sandviç dağıtarak yapmıştı bunu. Sonuç aldı, kurduğu parti birkaç ay içinde fena oy almadı. Demek ki, Juvenal’in şiirlerini okumuş, veya okumak gerekmiyor, beyindeki nöronlar farklı zamanda ve yerde de olsa doğru davranışı buluyor.

Geçen yıllarda sık sık siyasetçinin Karadeniz bölgesinde çay yetiştiricisine çay dağıttığına tanık olmuştuk. Siyaset meydanında kullanılan daha açık bir rüşvet mekanizması oy satın almak. ABD bu konuda dünya genelinde birinci sırada yer alır. Birkaç hafta önce Wisconsin eyaletinde yüksek mahkemeye üye seçiminde muhafazakar yargıcın seçilmesi için E. Musk’la G. Soros ve öteki iş adamlarının 100 milyon dolar dağıttıkları yazıldı. 2014 başkanlık seçimlerinde ise adayların 1.6 milyar dolar topladıkları, bunun 1.3 milyar dolarının seçim kampanyasında harcandığı yazıldı.

Demokrasinin finansmanı

ABD’de yasa bu harcamaların açıklanmasını gerektiriyor. Yani bu sayılar dedikodu ürünü değil, resmi bilgiye dayanıyor. Bu gibi olaylar her ülkede oluyor, yani seçmen iradesi, tercihi zannedildiği gibi bağımsız olarak oluşmuyor, seçmen politikacıyı bir görev için seçerken, ona görev veriyor, aynı zamana çıkar yaratıyor.

Bir iş üzerinde çalışırken Cenevre’de o vakitler Rusya politikasında ön sırada olan bir politikacının danışmanıyla konuşurken, ailesinin İtalya’da yaşadığını, kendisinin patronunun seçim finansmanı için Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde bulunan Ruslardan veya Rusya’da menfaati olan kişilerden katkı topladığını, bunun için özel uçak kullandığını, toplanan nakit parayı uçakla Rusya’ya taşıyıp, belirli yerlere dağıttıklarını anlatmıştı. [1] Hatta, özel uçak sahibi olmanın ekonomik olması için iki uçak gerektiğini, uçaklardan biri siyaset için uçarken, ötekinin ticari amaçlı uçarak, ikisinin giderini karşılayacak geliri yarattığını söylemişti.

Amerikan ekonomisi ne kadar sağlam?

Ülke hazinesinin iflasından söz etmişken ABD’ni unutmamak gerekir. Bugün dünyada ülkelerin toplam borcu 300 trilyon dolar. Bunun 28 trilyonu ABD’ne ait. ABD devletinin toplam borcunun, ABD ekonomisinin yarattığı katma değere oranı yüzde 124. Bu oran Japonya için bunun iki katı, Singapur’da yüzde 173, Yunanistan’da yüzde 149, İtalya’da yüzde 128. Türkiye’nin dış borç oranı son yıllarda yüzde 36 ile yüzde 43 arasında değişiyor. Bu oran 2001’de yüzde 71’e ulaşmıştır. Ülkelerin yurdiçi ulusal hasılası, yani yarattığı katma değer büyüdükçe, dış borçlanması da artmaktadır. Çünkü tıpkı şirketler gibi, fazla üreten ülkenin dış borç ödeme kapasitesi de yükseldiği için daha fazla borçlanabilmektedir. D.Trump, ABD’ni ticaret savaşına sokmaktan çekinmemektedir, çünkü ABD’nin ihracatı ve ithalatı, dünya ticareti içinde payı yüzde 27’dir. İhracatın toplam ticaret içindeki payı yüzde 17, ithalatın payı ise yüzde 15.6’dır

Makineyi yağlamak gerekir!

“Rüşvet” vermek de almak da doğru değil. Rüşvetin amacı, verilen kişinin iradesini veren kişinin isteği, menfaati doğrultusunda etkilemektir. Bu bazen küçük hediyeler yoluyla, bazen yasaya aykırı olan bir şeyi yaptırmak için, bazen de alanın aksi halde kuralları ters yorumlayarak verenin hakkını reddetmesini önlemek için verilir. Hatta kimileri bunu rüşvet verenin kazancının zekatı olarak dahi değerlendirebilir. Kısaca amaç bilgi ortamını bozmak, rasyonel gelişmeleri önlemektir. Siz dilediğiniz gibi yorumlayın.

Siyasetin dili

Naomi Klein, Kanada’lı ve sol görüşleri seslendiren, kendi doğruları o yönde oluşan ünlü bir yazar. Birçok kitabı var. 2024’te yayınlanan son kitabı [2] “No Is Not Enough”ta D.Trump’ın yönetim anlayışını, kişiliğini tartışıyor. Kitabını Trump’ın devirmek için yazmadığını, şirketler sektörünün bunu zaten yaptığını söylüyor. Ülkemizin içinde bulunduğu talihsiz durumdan yakınırken, buraya gelirken ekonomiye hükmedenlerin, şirketlerin sustuğunu söylemiyor muyuz? Siyaset oyunu pazarda alış verişten farklı değil. N.Klein, D.Trump’ın siyaset yapma tarzını incelerken, Dünya Güreş Eğlencesi (World Wrestling Entertainment) ağının üyesi olduğunu hatırlatıyor ve başkanlık seçiminde diğer adaylarla ilişkisini anlatırken, güreş müsabakalarında kullanılan hitap şeklinden “yalancı Hillary, yakalayın, kapatın onu; uykucu JOE” gibi örnekler veriyor. Ülkemizde bugün Hakaret, aşağılama yüklü hitapları aynı şeyleri duymuyor, yaşamıyor muyuz? Demek, ister İngilizce, ister Fransızca veya Türkçe, siyasetin ana dili ortak.

Ütopya mı?

N.Klein, “No is Not Enough”da Martin Luther King’in 1967’de Vietnam savaşına ilişkin olarak şunu söylediğini hatırlatıyor: ”Hızla “şey, madde” odaklı toplumdan,” insan” odaklı topluma geçmeliyiz. Kâr, makine, bilgisayar, insandan daha önemli olarak değerlendirildikçe, ırkçılık, maddecilik ve materyalizmin üstesinden gelinemez.”

Doğruluğu tartışılamayacak bir ifade, ama böyle bir dünyanın finanse edilebilmesi için gereken fazlayı-surplus- nasıl yaratacağız. Birleşmiş Milletler iki büyük savaştan sonra kavgasız bir dünya için kuruldu, güvenlik konseyinde ABD liderliğinde, veya Çin liderliğinde kullanılan veto, barışı engelliyor. N.Klein’ın kitabını Trump’ı devirmek için yazmadığını, şirketlerin, kapitalizmin bunu zaten yaptığını not etmiştim. Çin ve “Köprü ve Yol girişimi” fayda üretebilir mi?[3]


[1] Rusya devleti iflas etmişti, elinde Rus hazine kağıtları bulunanlar bunlardan kurtulmak istiyordu, bir dolarlık kağıdı 2 cent’e satmaya hazırlardı ve bunun alıcısı da vardı. Beni de böyle bir alış verişte yatırımcıyı , yani İsviçre bankasını temsil etmek üzere davet etmişlerdi. Sonunda iş olmadı, Moskova’da Bakanın daçasındaki müzakere heyecanı kazancım oldu. Hayatta hergün yaşanmıyor böyle şeyler.

[2] Klein, Naomi; No Is Not Enough, Haymarket Books, 2024

[3] Kırımlı, Cevdet Kadri,” Çin’in istediği bir gözdü Trump verdi iki göz!” T24; 14 Nisan 2025

                                                             /././

Ocak-Mart dönemi bütçe verileri açıklandı…-Murat Batı-

ÖTV genel toplamı geçen yıl aynı döneme göre yüzde 39 oranında artmış.

Hazine ve Maliye Bakanlığı kendi internet sitesinde 2025 yılı Ocak-Mart dönemi bütçe gerçekleşmelerini 15 Nisan Salı günü yayımladı. Aşağıda detaylı şekilde göreceğiniz üzere vergi gelirlerinin yüzde 54,33’ü KDV ve ÖTV tahsilatı oluşturmaktadır.

Dolaylı vergilerin payı Ocak-Mart döneminde yüzde 71,71; dolaysız vergilerin payı ise yüzde 28,29 gerçekleşti. Ancak gelir vergisinin ilk taksitinin son günü 7 Nisan’da, kurumların ise Nisan ayında olması münasebetiyle bu oran kompozisyonu Mayıs ayı verileriyle birlikte değişecektir.

2025 yılı Ocak-Mart döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 3 trilyon 117,6 milyar TL, bütçe gelirleri 2 trilyon 406,8 milyar TL ve bütçe açığı 710,8 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Diğer kalemlerin akıbetini ise aşağıda izah etmeye çalışayım.

2025 Mart ayı bütçe gerçekleşmeleri

2025 yılı Mart ayında merkezi yönetim bütçe giderleri 1 trilyon 27,7 milyar TL, bütçe gelirleri 766,3 milyar TL ve bütçe açığı 261,5 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 866,5 milyar TL ve faiz dışı açık ise 100,2 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Genel görünüm aşağıdaki tabloda bulunmaktadır.

Merkezi yönetim bütçesi 2024 yılı Mart ayında 208 milyar 965 milyon TL açık vermiş iken 2025 yılı Mart ayında 261 milyar 466 milyon TL açık vermiştir. 2024 yılı Mart ayında 134 milyar 412 milyon TL faiz dışı açık verilmiş iken 2025 yılı Mart ayında 100 milyar 223 milyon TL faiz dışı açık verilmiştir.

2025 Ocak-Mart dönemi bütçe giderleri

2025 yılı Ocak-Mart döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 3 trilyon 117,6 milyar TL, bütçe gelirleri 2 trilyon 406,8 milyar TL ve bütçe açığı 710,8 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 2 trilyon 653,6 milyar TL ve faiz dışı açık ise 246,9 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Merkezi yönetim bütçesi 2024 yılı Ocak-Mart döneminde 513 milyar 482 milyon TL açık vermiş iken 2025 yılı Ocak-Mart döneminde 710 milyar 817 milyon TL açık vermiştir.

2024 yılı Ocak-Mart döneminde 263 milyar 6 milyon TL faiz dışı açık verilmiş iken 2025 yılı Ocak-Mart döneminde 246 milyar 867 milyon TL faiz dışı açık verilmiştir.

2025 Ocak-Mart dönemi bütçe gelir gerçekleşmeleri

Merkezi yönetim bütçe gelirleri Ocak-Mart dönemi itibarıyla 2 trilyon 406 milyar 769 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Vergi gelirleri 2 trilyon 22 milyar 726 milyon TL, genel bütçe vergi dışı gelirleri ise 300 milyar 958 milyon TL olmuştur.

Aşağıdaki tabloda 2025 Ocak-Mart dönemi vergi gelirleri ve bu vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payları gösterilmiştir.

Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere 2025 Ocak-Mart döneminde KDV ve ÖTV’nin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 54,33; dolaylı vergilerin payı yüzde 71,71 ve dolaysız vergilerin payı ise yüzde 28,29 olarak gerçekleşti.

Ocak-Mart 2025 ile geçen yıl aynı dönem vergi tahsilatı karşılaştırılması

2024 yılı Ocak-Mart döneminde bütçe gelirleri 1 trilyon 637 milyar 198 milyon TL iken 2025 yılının aynı döneminde yüzde 47 oranında artarak 2 trilyon 406 milyar 769 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. 2025 yılı Ocak-Mart dönemi vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 50,5 oranında artarak 2 trilyon 22 milyar 726 milyon TL olmuştur.

Aşağıdaki tabloda vergi kalemleri bazında Ocak-Mart 2025 tahsilat tutarları ile geçen yılın aynı dönemdeki tahsilat tutarları ve değişim oranları bulunmaktadır.  

Yukarıdaki tabloya göre 2025 Ocak-Mart döneminde geçen yıl aynı döneme nazaran tahsilat oranı en fazla olan gelir kalemi kolalı gazozlardan alınan ÖTV, BSMV, gelir vergisi ile tütünden alınan özel tüketim vergisidir. Kolalı gazozlardan alınan ÖTV yüzde 85,51, gelir vergisi yüzde 94,7 ve MTV ise yüzde 61,38 oranında artmıştır. Diğerlerinin artış oranları yukarıdaki tabloda görülmektedir.

ÖTV genel toplamı ise geçen yıl aynı döneme göre yüzde 39 oranında artmış.

                                                        /././

Özgürlük veya özgürlük bilinci -Sami Selçuk-

Özgürlükçü demokraside herkes özgürlük türküsünü söyler. Dişler kenetlenmediğinden orada halk söylenmez, söyler, hem de yüksek sesle...

demokrasi batı foreign policy görseli

Demokrasinin birinci öğesi ve ortak değeri, “özgürlük”tür.

Demokrasinin özü, özgürlük bilincinde yoğunlaşmakta odaklaşmaktadır, iktidarın yürütülmesinde değil.[1]

Bu nedenle özgürlükçülük ve özgürlük bilinci yeter ki, bir kez benimsenmeye görsün, gerisi gelecektir. Çünkü haklar ve özgürlükler, insanla birlikte doğup toplumla birlikte ortaya çıkmaktadır.[2]

Toplum demokratikse, esasen bunları içselleştirmiş demektir.

Özetle, demokrasinin odağında hak ve özgürlüklerle donatılmış, baskılardan arınmış, özgür / özerk birey vardır. Her şey, bu odağa göre konumlanarak yürümeye başlayacaktır. Kurumların, örgütlerin, yöntemlerin, tekniklerin bütünü olan demokrasi, özerklik anlamında bir değer olarak algılanan özgürlük bilinci üzerine oturmaktadır.[3]

Bireyin özgürlüğü, hiç kuşkusuz ilkin beynin özgürlüğünü sağlamakla başlar. Bunun için de devletin görüşler, inançlar karşısında yansız olması zorunludur. Görüşler karşısında yansız devlet, düşünce özgürlüğünü; inançlar karşısında yansız devlet, inanç özgürlüğünü ve laikliği güvence altına almış demektir.

Devlet okullarında ise, bireye bilimin verileri, ideolojik süzgeçlerden geçirilmeden, yansız, nesnel (objektif) olarak sunulur, algılama kapıları açık tutulur. Birey, onları, asla koşullanmamış özgür beyniyle ken­disi değerlendirecek, seçimini kendisi yapacaktır.

Çünkü birey insandır; öğrenir. Okullarda erginler açısından bu ne­denle öğrenim (instruction) vardır, eğitim (éducation) değil.

Demokrasi, düşünceler, inançlar cumhuriyetidir. Düşünceler üzerinde yalnızca kaba baskıyı değil, beyin yıkama biçimindeki dolanlı baskıyı da reddeder. Bu nedenle ideoloji aşılayan, kuşkucu ve sorgulayıcı temele dayanmayan, yanıt vermeden önce “bu konuda ne biliyorum?” sorusunu sordurmayan öğrenim asla demokratik değildir.[4]

Olamaz da.

Çünkü demokratik toplumun beyni yıkanmış misyoner ve organik aydınlara, devlet makamlarını doldurmaya özgülenmiş uslu yurttaşlara değil, toplumun gelişmesi için Sokratesçe sorgulama ve eleştirel akılcılık alışkanlığını kazanmış bireylere gereksinmesi vardır. Okulların işlevleri, geleceğin eleştirel, akılcı yurttaşlarını, insanlarını yetiştirmektir.

Çünkü toplumun yararı için bireyin devlet gibi düşünmeme, “Kurulu düzeni sorgulama, eleştirme, kınama, hatta mahkûm etme özgürlüğü” vardır (Laski). Özünde demokrasi, bireysel özgürlük ile düzen kavgasına dayanır ve bu da, dünün, şimdinin, yarının kavgasıdır.[5]

İnsanı insan yapan en soylu organ beyin, beynin en kutsal ürünü ise düşüncedir, inançtır. Bu olguya herkesin ve devletin de saygı duyması zorunludur, kaçınılmazdır.

Bu saygı, hiç kuşkusuz bireyin özgürce oluşturduğu düşünceyi, inancı dış dünyaya yansıtma aşamasında ortaya çıkar. “Düşün, ama içinden düşün” demek, “hiç düşünme” demektir. Birey, hem düşünecek, hem de her türlü araçla onu sergileyecektir. Yasaklarla, kozmik cezalarla sergilenmeleri önlenen düşünce, inanç, bir bilinç küresine hapsedilir, ağızlar kapatılır, kalemler kırılırsa, “Kenetlenmiş dişlerle özgürlük türküleri söylenemez” (Alfonso Reyes).

Böyle bir toplum ise, henüz avcılık çağında yaşayan bir yığın olup, ilkeldir. Avladığı değerler ise, düşüncedir, inançtır, insan beynidir, son çözümlemede insanın, toplumun ta kendisidir.

Özgürlükçü demokraside herkes özgürlük türküsünü söyler. Dişler kenetlenmediğinden orada halk söylenmez, söyler, hem de yüksek sesle.

Düşüncelerin, inançların açıklanmasını yasaklama girişimleri, dün olanaksızdı, tekniğin ulaştığı düzey yüzünden bugün daha da olanaksızdır. Çünkü “İnsan yok edilebilir, ama teslim alınamaz” (Heming­way). “Düşünceler kurşuna dizilemez” (Napoléon).

Dünün dünyasını ele alalım.

Yargılanan Sokrates’in eylemi, Atina yasalarına göre suçtu. Elbette Sokrates, herkese açıklık, doğrudanlık, yüz yüzelik, sözlülük ilkelerinin uygulandığı çok başarılı bir yargılama sonucunda hüküm giymişti. Bu nedenle uygarlığın bu yargılamayla başladığı ileri sürülmüştür (Melih Cevdet Anday).

Ancak bu yargılama etkinliğinde düşüncenin cezalandırılamaz oluşu unutulmuştu. Bu yüzden Sokrates’i yargılayan 501 yargıçtan hiç birinin adını bilmiyoruz. Oysa 2398 yıldan beri “Hükümlü Sokrates hâlâ konuşuyor” (F. Erem), Atina adaleti ise günümüzde bile lanetleniyor.

Ne yazık ki, çoğu zaman insanlık ve de özellikle Türkiye, bunlardan hiç ders almamış görünmektedir.

Unutulmamalıdır ki, düşünce ve inanç yasakları her zaman toplum zararınadır. Çünkü yasaklanan düşüncenin bütünü ya da bir kesimi doğruysa “doğru”dan, yanlış ise doğrunun daha belirgin biçimde ortaya çıkmasından yoksun kalan bir toplum, yoksullaşacak, yeni tezlere ulaşamayacak, olduğu yerde duracaktır.

Dahası düşüncelerin açıklanmasını yasaklamak, yalnızca düşünceyi üreten insanın değil, başkalarının dinleme ve değerlendirme özgürlüklerine de bir saldırıdır. Çünkü ötekilerin düşünceyi dinleme, değerlendirme özgürlükleri, berikilerin düşünceyi açıklama özgürlüklerinin bulunmasına bağlıdır.

Sınırsız özgürlük, kuşkusuz şeytanlar içindir. İnsanın şeytanlaşmasına elbette göz yumulamaz. Beynin her ürünü, kuşkusuz söze dönüşüp dışarıya yansıtılamaz. Sövgüler, iftiralar böyledir. Bunlar, düşünce sayılmaz ve her düzende cezalandırılır. Ayrıca hukuk, suç sayılan eylemlere kışkırtmaları, zorla düşünce dayatmalarını da suç sayar. Ancak bunların dışında kalan şeyler, toplumu sarsan, yüreğinden yaralayan görüşler bile, düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırları içinde kalır, suç sayılamaz.[6]Tersi anlayış, çoğu zaman düşünce suçu[7] yaratan anlayıştır. Esasen “Sakıncalı olmayan bir düşünce, düşünce olarak bile anılmaya değmez” (O. Wilde).

Unutmayalım ki, bugünün gelişmelerini, skandal yaratan, sakıncalı düşünceler sergileyen insanlara borçluyuz.

Suç (ceza) hukuku, suç sayılan eylemlere kışkırtmaları cezalandırırken çok duyarlı olmak, “suçların yasallığı ilkesi”ni çiğnememeye özen göstermek zorundadır. Çünkü bu ilke, birey özgürlüğünün güvencesi, suç ve ceza hukukunun temelidir. Bu yüzden sadece ceza yasalarında değil, insan hakları bildirilerinde, anayasalarda (md. 38) da düzenlenmiştir.

Bu ilkenin somut izdüşümlerinden biri de, suç ve ceza hükümlerinin belirgin, açık ve seçik (clarus et distinctus), kesin olmaları; örtülü, gri, belirsiz, mat, değerlendirici ve görece deyişlere, sözcüklere yer vermemeleridir. Bu, temel bir ilkedir. Bu temel ilkeye uyulmazsa, hem suçların yasallığı ilkesi ve hem de düşünce özgürlüğü sinsice, kurnazca, dolanlı bir yolla çiğnenmiş olur. Çünkü böyle bir hukuk, kendi örgülü saçlarına tutunarak bataklıktan çıktığını söyleyen Baron VonMunchhausen’ın mantığına dayanan bir hukuktur.

Evet, özgürlükleri kötüye kullanacakları ya da demokratik sistemi yıkacakları bahanesiyle düşünceyi açıklama özgürlüğü asla sınırlanamaz, yasaklanamaz.

Bunun üç temel nedeni vardır.

Birinci neden, düşüncenin özyapısıyla ilgilidir. Her düşünce karşıtıyla vardır ve gücünü karşıtına borçludur. Marksizm liberalizmin, liberalizm Marksizmin yanlışlarını ortaya koyarak ve yeni sentezler yaratarak düşünceler oluşturup güçlendirmiştir.

İkinci neden, demokrasinin özyapısıyla ilgilidir. Demokratik toplum, tek gerçek savını ve kültürel tekelciliği reddeder. Her zaman açık uçlu ve özgürlükçüdür. Bu yüzden hoşgörüsüz yıkıcı akımlara, görüşlere bile hoşgörülü olacak kadar cömert olmak zorundadır. Eğer demokratik toplum, bu temel ilkeden vazgeçerse demokratik olmayan bir yöntemi seçmiş ve tuzağa düşmüş olur. Çünkü kendi varlığını özsa­vunma gerekçesine dayansa bile, bu bir tutarsızlıktır. Zira demokratik rejimin kavgası, sürgit bu tuzağa düşmenin ve bu tuzaktan kurtulmanın kavgasıdır.

Demokrasi militan olamaz, olmamalıdır da. Çünkü demokrasinin var oluş nedeni ve amacı, demokratik olmayan rejimleri çökertmek değil, onları özgürleştirmektir.[8]

Özgürleştireceğim bahanesiyle de elbette özgürlük çiğnenemez. Çiğnenirse kısır döngüler kırılamaz ve bunalımlar daha da derinleşir.

Demokrasinin bir başka özelliği de bünyesinde her an bir risk taşımasıdır. Riski göze alamayan rejimlerin adı diktatörlüktür.[9]

İşte bu nedenledir ki, demokrasinin biricik sigortası, yine ille de demokrasidir.

Üçüncü neden, demokrasinin uçları evcilleştirici, demokratik bağışıklığı sağlamlaştırıcı dehasıyla ilgilidir.

Gerçekten deneyimler göstermiştir ki, aşırı görüşleri, inançları etkisiz kılmanın en iyi çaresi, özgür bırakıp onların üzerine ilgileri çekmemektir. Zira bu tutum, aşırı görüşleri, inançları önce parçalayacak, çoğullaştıracak, ılımlı kılıp evcilleştirecektir.[10]

Özgürlükçü demokratik toplumlar, toplama kampı tohumları dâhil, tümelciliğin (totalitarizm) bütün tohumlarını içlerinde taşır ve hoş görerek parçalayıp onların serpilmelerini ve bütünleşmelerini önler. Nitekim bütün totaliter rejimler bunu iyi bildikleri için, her zaman gelişme ortamını sağlayan çoğulculuğun amansız düşmanı olmuşlardır.[11]

Zira eğer uç akımlar yasaklanırsa, demokrasi bu işlevinden, sistemi ayakta ve sağlam tutan “demokratik bağışıklık”tan yoksun ve ilk fırsatta yıkılma tehlikesiyle yüz yüze kalacaktır. Tutuklanma Hitler’i yaratmıştır. Sürgün Lenin’i yaratmıştır. Tutuklanmasaydı Hitler, olasılıkla sıradan bir parti başkanı olarak kalacaktı. Sürgün edilmeseydi, Lenin, ömrünü olasılıkla bir parti başkanı olarak Duma’da noktalayacaktı.

Her yasak, yasaklanana güç kazandırmış, aykırılığı mayalandırmıştır. Çünkü yasaklanan her görüş, her inanç, merakı kışkırtır. Dolayısıyla yasaklanan o görüş, inanç, çapından çok salgılar. Roma katakomb­larına sürülen Hristiyanlık inancı, ilkin bükülmüş bir dal, daha sonra tepen bir daldır. Yasak kapakları kalktığı anda ise artık sel, her yeri kaplamıştır. O andan itibaren de ortada “Tartışan insanlar değil, çarpışan ordular vardır.” (B. Russell).

Hiç kuşkusuz böyle bir yasak, önceleri görece bir dinginlik sağlar. Ancak geçicidir, aldatıcıdır, bu. Çünkü baskıyla sağlanan barış, aslında için için süren bir savaştır. Yasaklanan görüşlerin gaddarlık patlamasıyla öç almalarının[12] nedeni, baskı rejimlerinin sistemin bağışıklığını sağlamaktan yoksun olmalarıdır.

Küçük Hitler’lere mikrofon vermeyerek onları etkisiz kılamayız. Hoşlanmasak bile, Ku Klux Klanların felsefelerini yayma ve sokakta yürüyüş hakları vardır.[13] Unutmayalım ki, en tehlikeli düşünceler bile insanlığın çılgınlıkları arasında yer almıştır, almalıdır da. Çünkü insanlar arasında sağduyu eşit paylaşılmıştır (Descartes). Yaratıcılık için kaosa da gerek vardır.[14]Düşünsel “anarşi, demokratik ülkelerin en çok değil, en az korkmaları gereken şeydir” (Alexis de Tocqueville).

“Öyleyse ötekinin demokrasiyi yıkma amacı varsa, bırakalım konuşsun. Konuşsun ki, demokrasi içinde sağduyu onu yapayalnız bıraksın. Bu fırsatı demokrasiye verelim, kaçırmayalım. O susturulursa, ona karşı en güvenilir savunma aracından kendimizi ve halkımızı yoksun bırakmış oluruz.

Bu savunma aracı da, şudur: Aşırı uçları savunan kaba görüşleri akılcı yöntemlerle reddetme hakkını halkın elinden almamak.

Zira demokrasi “ben ötekinden daha iyi düşünüyorum” yolundaki vesayetçi, Jakoben ve tekelci anlayışı reddeder. Bu hak, halkın elinden alınırsa demokrasi tuzağa düşmüş olur. Böyle bir tuzağa düşen demokrasiyi ise, artık demokratik ilkeler değil, demokrasi düşmanlarının sindirme yöntemleri yönlendirmiş olacak, demokrasi demokrasi olmaktan çıkacaktır” (Cohen). Bu yüzden Jefferson, “Eğer, demiştir, aramızda birliğimizi bozmak isteyenler varsa, onları rahatsız etmeyelim, kendi hallerine bırakalım.”

Unutmayalım ki, yaşamak için gerekli organlarla donatılan insana bunları kullanma fırsatı vermek, gelişmenin vazgeçilemez önkoşuludur.[15]

Özetle özgürlükçülük, başta beynin, düşüncenin, inancın özgürlüğü olmak üzere, ancak demokrasiyle gerçekleştirilebilen ve de demokrasinin olmazsa olmaz öğesidir.

“Özgürlük kişinin özsorumluluk iradesinin olması demektir. Kişinin bizi ayıran mesafeleri koruması demektir. Kişinin doğru zamanda ölmeyi isteyebilecek biçimde yaşaması demektir. Rakiplerine, onları aynı olmaya indirgeyerek değil, onlarla uğraşarak, onlara direnerek ve meydan okuyarak saygı duyması demektir. Bir rakip olarak saygı duyduğu kişiyi kimileyin bir dost olarak seçmesi demektir. Karşılıklı bağımlılığı çatışmayla, çatışmayı saygıyla kaynaştırması demektir. Karşı karşıya kaldığı şeyler yoluyla kendisinden öteye uzanması, bunların benlikte uyandırdığı yokluk, farklılık ve olasılık yankılarında yaşaması demektir. Çok biçimli özgürlük düşüncesini tek bir kimlik modeline çengelleyerek onu sabit hale getirmeyi reddetmesi demektir.”[16]

Yineliyorum.

Özgürlüğü yerli yersiz sınırlayan bir hukuk ve devlet, insanı insan yapan temel öğeye, özgürlüğe ihanet eden görünüşte bir hukuk ve devlettir.

Böyle bir düzende ise, hukuk da, devlet de meşru değildir.

Olamaz da.


[1] BURDEAU, Georges, Le libéralisme, Seuil, Paris, 1979, s. 181-183.

[2] BERNARD, Michel/LAUZON, Léo-Paul, Les rétrolibéraux, Devoir, Québec, 21.12.1994.

[3] VECA, Salvatore, (E. Buissière), Ethique et politique, PUF, Paris, 1999, s. 157.

[4] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kjeldsen (07.12.1976), Kokkinakis (25.05. 1993) kararları bu doğrultudadır.

[5] BURDEAU, s. 44.

[6] A.İnsan Hakları Mahkemesinin Handyside (07.12.1976), Sunday Times (26.04.1979), P.M. Ligens (08.07.1986), G. Oberschlich (01.07.1997), T.Komünist Partisi (30.01.1998) kararları.

[7] TANİLLİ, Server, Devlet ve Demokrasi, Anayasa Hukukuna Giriş, İstanbul, 1981, s. 30-33.

[8] KYMLICKA, Will, (A. Yılmaz), Çokkültürlü Yurttaşlık, Ayrıntı, İstanbul, 1998, s. 154, 155, 251 vd.; GÜRAN, Sait, İfade Hürriyeti Üzerinde İdarenin Yetkileri, İstanbul, 1969, s. 380.

[9] ERDEM, Fazıl Hüsnü, Düşünce Özgürlüğü, Ankara Baro Dergisi, 1998, n. 1, s. 6, 7, 24, 27.

[10] HUNTINGTON, Samuel, P., Anlaşamayan Uygarlıklar, GARDELS, s. 81.

[11] MORIN, Edgar, Pour sortir du XX ème siècle, Paris, 1984, s. 90, 91.

[12] CANETTI, Elias, (G.Aygen). Kitle ve İktidar, Ayrıntı, İstanbul, 1998, s. 23, 26.

[13] SYBERBERG, Hans Jurgen, Almanya’nın Ruhu; Modern Tabu, GARDELS, s. 137, 141.

[14] BOORSTIN, s. 254.

[15] BASTIAT, Fréderic, (D. Russell/Y. Arslan), Hukuk, Ankara, 1997, s. 62, 65.

[16] CONNOLLY, William, (F. Lekesizalın), Kimlik ve Farklılık, Ayrıntı, İstanbul, 1995, s. 249, 250.

                                                                     /././

Öne Çıkan Yayın

halkTV "Köşebaşı" -23 Kasım 2025-

 İddianamedeki ‘sır’ avukat: Baskı kurdu tehditle ifademi organize etti -Bahadır Özgür-  İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı İB...