soL "Köşebaşı + Gündem" -13 Mayıs 2025-

Soma Katliamı'nın 11. yılı: 'Zenginlerin arkasındaki devlet, fakirlerin arkasında yok'

13 Mayıs 2014’te 301 madencinin hayatını kaybettiği Soma Katliamı'nın üzerinden 11 yıl geçti. Katliam göz göre göre geldi, hukuk işçiler aleyhine işledi, ailelerin acısı ise hâlâ taze.

Türkiye'nin en büyük maden faciası olarak tarihe geçen katliamın üzerinden 11 yıl geçti.

13 Mayıs 2014 tarihinde Soma Holding’e bağlı Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. tarafından işletilen maden ocağında 301 işçi göz göre göre ölüme gönderildi.

Dönemin AKP'li Başbakanı Erdoğan yaşananları "fıtrat" diye açıklarken, hukuk ise yine işçiler aleyhine işledi. Katliamda yakınlarını kaybeden aileler ise yaşananları şu cümlelerle özetledi:

"Çok komik, bir tiyatro izletir gibi beş celsede karar oldu. Kişi başına 5-6 ay gibi sürelerle hapis cezaları verildi. Bizim çocuklarımızın her birinin değeri 5 ay, 6 ay olmamalıydı."

"Adalet istiyorum, başka hiçbir şey istemiyorum. Adaletin olacağına da inanmıyorum.”

"Zenginlerin arkasındaki devlet, fakirlerin arkasında yok. Zenginin başına bir iş geldi mi koşturuyorlar, fakirin başına geldi mi ezip geçiveriyor. Fakir olduğumuz için bizi copladılar, hastanelik de olduk. Yine devlet duymadı bizi."

soma

Göz göre göre 301 madenci ölüme yollandı

Manisa'nın Soma ilçesinde bulunan ve Türkiye Kömür İşletmeleri'ne ait olan maden ocağı 2006 yılında Ciner Grubu'na verildi. Ciner Grubu ise 2009 yılında “ileride telafisi mümkün olmayan olayların çıkma ve yangın ihtimaline karşı” ocağı Soma Holding’e bağlı Soma Kömür İşletmeleri A.Ş.'ye devretti.

2009 yılında 230 bin ton üretim yapılırken, Soma A.Ş. tarafından işletilen ocağın sadece bir yılda üretimi 10 kat arttırıldı ve 2,6 milyon ton kömür çıkartıldı. Soma AŞ patronu Alp Gürkan ise üretim maliyetlerini 140 dolardan 23,8 dolara indirdiklerini anlatarak, “özel sektörün çalışma tarzını" öven açıklamalarda bulundu.

İlerleyen yıllarda Soma'da meydana gelen iş cinayetlerinin artmasıyla birlikte konunun araştırılması amacıyla Meclis'te araştırma komisyonu kurulması için 2014 yılında bir önerge verildi. 29 Nisan'da TBMM gündemine gelen önerge AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. 

Önergenin reddedilmesinden sadece 14 gün sonra yani 13 Mayıs 2014'te Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. tarafından işletilen maden ocağında yangın çıktı. 

Yangın çıktığı esnada 787 işçi maden ocağında bulunuyordu. Çıkış kısmına yakın olan işçiler kendi imkanlarıyla hayatlarını kurtarırken, 300'den fazla işçi ise yangın sebebiyle 800 metre derinlikte mahsur kaldı. Günlerce süren çalışmaların ardından 301 madencinin cesedine ulaşıldı.

Erdoğan'ın 'fıtrat' açıklaması ve yerde tekmelenen madenci

Sonrasında ne mi oldu? Dönemin AKP'li Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP'nin iş cinayetlerine bakışını özetleyen şu cümleleri söyledi:

“Bu ocakların bu noktada bu tür kazaları sürekli olan şeyler. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok."

Katliamın ardından Soma'yı ziyarete giden Erdoğan, büyük bir tepkiyle karşılandı. Protestolar polis şiddetiyle ve gözaltılarla bastırılırken, toplumsal hafızadan silinmeyecek bir kare de o gün zihinlere kazındı. Erdoğan'ın müşaviri olan Yusuf Yerkel, Soma Katliamı’nı protesto eden madenci Erdal Kocabıyık’ı yerde tekmelemiş, üstüne Kocabıyık hakkında daha sonra soruşturma başlatılmış ve Başbakanlık’ın ultra lüks koruma araçlarına hasar verdiği iddia edilerek faiziyle birlikte 631 lira para cezasına çarptırılmıştı. Ayrıca Kocabıyık “kamu malına zarar verdiği” iddiasıyla 10 ay hapis cezasıyla yargılanarak mahkûm edilmişti.

yy

Hukuki süreçte neler oldu?

Türkiye'nin en büyük maden faciası olarak tarihe geçen katliamın üzerinden 11 yıl geçti. Peki bunca yıl içinde nasıl bir hukuki süreç işledi?

Madeni işletenlere yönelik açılan Soma davası 2015'te başladı. İlk etapta 5'i tutuklu olmak üzere 51 kişinin yargılandığı dava, yerel mahkeme ile Yargıtay arasında gidip geldi.

2018'in Temmuz ayında sonuçlanan davada 37 kişi beraat etti. 14 sanık, taksirle ölüme ve yaralanmaya sebebiyet vermekten cezalandırıldı. Mahkeme, sanıklardan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan'ı 15 yıl, Genel Müdür Ramazan Doğru'yu 22 yıl 6 ay, İşletme Müdürü Akın Çelik'i 18 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm etti.

Can Gürkan, 18 Nisan 2019'da yurtdışına çıkış yasağıyla tahliye edildi. Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 30 Eylül 2020'de kararı bozdu. Can Gürkan'ın da aralarında bulunduğu dört sanığa "olası kastla 301 kez öldürme ve 162 kez yaralama" suçundan ceza verilmesini istedi.

Ancak iki Yargıtay savcısı, sanıklar hakkında "taksirle ölüme neden olmaktan" ceza verilmesini talep ederek, bu kararın düzeltilmesi için 8 Ocak 2021'de başvuruda bulundu. Ardından dosya Yargıtay 12. Ceza Dairesi'ne geri döndü. Yargıtay heyeti önceki kararı bozarak, Can Gürkan'ın da aralarında olduğu dört sanığın bilinçli taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olmaktan yargılanması gerektiğine karar verdi.

Yeniden yapılan yargılamada Can Gürkan'a 20 yıl, maden mühendisleri Adem Ormanoğlu ve Efkan Kurt'a 12 yıl altışar ay hapis cezası verildi, Haluk Evinç ise beraat etti. Yargıtay 12. Ceza Dairesi, yeniden yargılama sürecinin tamamlanmasının ardından 4 Nisan 2022'de yerel mahkemenin kararını onadı.

Kamu görevlilerinin yargılanmasına ise ancak neredeyse 10 yıl sonra başlandı. Soma Cumhuriyet Başsavcılığı, 25 Aralık 2023 tarihinde 28 kamu görevlisi hakkında kamu davası açıldığını duyurdu. Dava geçtiğimiz haftalarda sonuçlandı ve 28 kamu görevlisinden 10’u beraat etti, 18’ine ise 5 ay ila 6 ay 7 gün arasında hapis cezası verildi. Karara tepki gösteren aileler, istinafa başvuracaklarını ve bütün hukuksal yolları deneyeceklerini açıkladı.

soma

'Çok entrikalar çevirdiler'

Hayatını kaybeden işçilerin yakınları facianın yıl dönümünde acılarının ilk günkü gibi taze olduğunu, adaletin ise sağlanamadığını belirtiyor.

İşçilerin aileleri katliamın 11. yıl dönümünde ANKA'ya konuştu.

Madende oğlunu kaybeden Soma 301 Madenciler Derneği Başkanı İsmail Çolak, “Cumhuriyet tarihimizin ve dünyanın son yüzyılların en büyük işçi katliamının olduğu bir şehirde 11 yıl kolay geçmedi. Nasıl anlatılır? Yaşamadıktan sonra bu anlatılmaz. Çünkü evlat, eş kaybetmişsin. 11 yıl kolay geçmiyor; canından, kanından bir parçayı, evladını kaybetmiş; torunlarının babasını kaybetmiş. Sen evladına doyamamışsın, o çocuğuna doyamamış. Bu insanı yitirmişsin. 11 yıl gibi bir süre geçmiş. Çok iyi geçtiği söylenemez" diye konuştu.

Adalet arayışlarının karşılıksız kaldığını belirten Çolak, "İçimizdeki acımız ilk günkü gibi tazeliğini koruyor" dedi. Yargılama sürecinin adil olmadığını belirten Çolak, olaya ilişkin 100 sanıklı davada cezaevinde kimsenin bulunmadığına işaret etti. Çolak, şöyle konuştu:

"Adil bir yargılama olmadı. Akhisar Ağır Ceza Mahkemelerinde çok entrikalar çevirdiler. Mahkeme heyetlerini değiştirdiler. Aytaç Ballı gibi çok değerli bir yargıcı istedikleri kararı vermeyeceklerinden görevden aldılar. 2011 yılında Elbistan’da meydana gelen toprak kaymasında 11 kişinin hayatını kaybettiği ve 9 kişinin hala milyonlarca ton metreküp toprağın altında cesetlerinin çıkarılmadığı bir davanın hakimini, yargıcını bilerek bu dosyaya atadılar. Çünkü atadıkları hakimin verdiği çelişkili kararlar vardı. Verdiği hapislik cezaları paraya çeviren ve parayı da taksitlere bölen bir yargıcı bizim dosyaya atadılar. Bizim dosyada da ne biz aileleri ne kamuoyunu ne de Türkiye Cumhuriyeti vicdanını rahatlatacak bir karar çıktı. Çıkardıkları, verdikleri kararlarda çocuklarımızın canlarının değerinin beşer gün, altışar gün olduğu ortaya çıktı. Kovid yasasıyla bunları da serbest bıraktılar."

Yargıtay'ın, faciaya ilişkin kamu görevlilerinin yargılanmasının yolunu açtığını belirten Çolak, ancak yargılamanın ağır ceza mahkemesinde değil, asliye ceza mahkemesinde görüldüğünü anlattı. Çolak, "Çok komik, bir tiyatro izletir gibi beş celsede karar oldu. Çıkan kararlar, verilen cezalar çok gülünç. Kişi başına 5-6 ay gibi sürelerle hapis cezaları verildi. Bizim çocuklarımızın her birinin değeri 5 ay, 6 ay olmamalıydı. Adalete olan güvenimizi yitireli çok oldu. 13 Mayıs 2014’te yitirmiştik. Biz adaleti çok aradık. Gerek Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinde gerek Bölge İstinaf Mahkemelerinde gerek Yargıtay’da... Maalesef işçiye, emekçiye, yoksula, ezilmişe adalet yok. Adalet zenginin. Ama şunu unutmasınlar ki adalet bir gün herkese lazım olacak" diye konuştu.

İsmail Çolak, faciada kaybettiği oğlunun 26 yaşında ve biri 5 aylık iki çocuk babası olduğunu, yaklaşık üç yıldır madende çalıştığını bildirdi. Kendisinin de facianın meydana geldiği maden ocağından emekli olduğunu belirten Çolak, "Kendi çalıştığım maden ocağında maalesef oğlumu sermayeye kurban verdim" dedi.

Olayın "kader, fıtrat değil; cinayet olduğunu" söyleyen Çolak, "Bu, son yüzyılların ve cumhuriyet tarihimizin en büyük işçi cinayetinin olduğu tarihtir. Çünkü çok basit alınması gereken iş sağlığı güvenliği önlemleri varken, dayıbaşılık sistemleriyle insanları Arap atı gibi yarıştırarak, hiçbir güvenliklerini almadan siyasal iktidar, sarı sendika ve sermaye sahiplerinin çok kazanma hırsı yüzünden maalesef biz 301 evladı burada sermayeye ve siyasal iktidara kurban verdik. Çok basit önlemleri alabilirlerdi. Bu 301 evladımız hala aramızda yaşıyor olabilirdi. Çocuğuyla, ailesiyle olabilirlerdi. Ama maalesef sermayenin aşırı kar hırsı yüzünden çocuklarımızı sermayeye kurban verdik." diye konuştu.

soma

'Adalet istiyorum, adaletin olacağına da inanmıyorum'

Faciada yaşamını yitirdiğinde 29 yaşında olan Bilal Malkoç’un babası Emrem Malkoç ise şunları kaydetti:

“Oğlum vefat ettiğinde 11-12 yıllık madenciydi. Alınmayan önlemler yüzünden biz 301 evladımızı kaybettik. Türkiye’de veya dünyada en ağır iş kolu maden sektörüdür. Bu bir kaza değil; bu bir cinayet, katliam. Bunların sonucu biz çoluğumuzu, çocuğumuzu kaybettik. 11 yıldan beri adalet peşinde koşuyoruz. Türkiye’de adalet sistemi çöktüğünden hiçbir ceza almadan, üçer gün, beşer gün ceza aldıktan sonra hepsi tahliye oldu. Sanki mükafat verdiler, sanki bizim çoluğumuz çocuğumuz suçlu. Neredeyse bizi içeri alacak duruma geldiler. Söyleyecek bir şey bulamıyorum. Adalet istiyorum, başka hiçbir şey istemiyorum. Adaletin olacağına da inanmıyorum.”

'Zenginlerin arkasındaki devlet, fakirlerin arkasında yok'

Bilal Malkoç’un annesi Fatma Malkoç ise "11 yıldır yarı ölü, yarı ayakta gidiyoruz. İdare ediyoruz, torunların sırtına. Torunlar da olmasa yaşamak istemiyoruz zaten. Torunlar var diye kendimizi sürüklüyoruz. Elimizden gelen başka bir şey yok. Arkamızda duran yok. Arkamızda devlet yok. Zenginlerin arkasındaki devlet, fakirlerin arkasında yok. Zenginin başına bir iş geldi mi koşturuyorlar, fakirin başına geldi mi ezip geçiveriyor. Ankaralara gittim, adalet yürüyüşlerine. Ankara, İstanbul, Silivri, Tuzla oralarda bizi hep bastırmaya çalıştılar. Cop da yedik, Beşyol’u kapattık. Fakir olduğumuz için bizi copladılar, hastanelik de olduk. Yine devlet duymadı bizi. Böyle idare ediyoruz" diye konuştu.

Soma 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde kamu görevlilerine verilen 5-6 aylık hapis cezalarına tepki gösteren Malkoç, “Bir çocuk bir ekmek çaldı da bir sene hapiste yattı. Bu 301’e karşı 5-6 ay. Bir dilim baklava çaldı diye çocuğu içeri attılar. Bu canlara karşı 5-6 ay ceza. Bu hak mı, adalet mi? Adalet Sarayı olmuş ama içinde adalet yok” dedi.

Malkoç sözlerini şu ifadelerle tamamladı:

“Bundan sonra bir beklentimiz kalmadı. Devlet bizi görmedi. Allah bizden beter etsin, rahat kafalarını yastıklara koyamasın. Aynı evlat acıları onlara da göstersin. O zaman belki kafaları böyle duvara vururlar da 'Biz bu 301’in arkasında durmadık' diye uykular uyuyamazlar. Gece oldu mu uykuları kaçsın hepsinin. Başta büyüklerin hepsinin. Hele bizim çocuklarımızın canını alanlar kör olsunlar da evlerinin yollarını bulamasın da onların çocukları da bizim çocuklar gibi babasız kalsın. 'Bize ne oldu' dediklerinde 'Biz 301’in canını yaktık, aynısını Allah bize gösterdi' desinler.”

                                                       ***

PKK kendini feshetti: Peki kazanan kim?-Oğuz Oyan-

Bu süreç Cumhuriyet düşmanı akımların emperyalizmin patronajı altındaki işbirliğiyle asla yürütülemez. Buna en başta karşı çıkacak olanlar bu ülkenin cumhuriyetçileri ve anti-emperyalistleri olacaktır.

Bu soruya “herkes kazandı” veya “tüm taraflar kazandı” diye yanıt verecekler çoktur. “Türkiye kazandı” diyecekler de önemsiz olmamalı.

Peki sakın doğru yanıt “Kürt hareketi kazandı” olmasın? Hatta buna ABD ve İsrail başta olmak üzere Batı emperyalizmini de eklersek daha doğru bir yanıt vermiş olunmaz mı?

Zaten PKK 12. Kongresi Divanı’ndan yapılan açıklama da bu yönde: “PKK mücadelesinin halkımız üzerindeki inkâr ve imha siyasetini parçaladığını, Kürt sorununu demokratik siyaset yoluyla çözme noktasına getirdiğini, bu yönüyle PKK’nin tarihi misyonunu tamamladığını değerlendirdi” ve “… PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı” denilmektedir.

PKK, son gelinen aşamada artık bir ayakbağından başka bir şey değildi. Aslında epey bir süredir öyleydi. Sahada hükmü pek kalmamıştı. Hareket zayıflamış, kadroları yorgun düşmüştü. Kuzey Irak’taki konumu da -bunun Türkiye’nin Kuzey Irak’a askeri operasyonlarının gerekçesini oluşturması nedeniyle- gerek Kürt yönetimi gerekse Bağdat hükümetinin Türkiye ile ilişkileri bakımından da rahatsız ediciydi. Ayrıca PKK adı birçok ülkenin “terör örgütü” listesinde yer alıyordu ve bu isimden kurtulmak Kürt hareketlerinin genelde destekçisi olan Batı ülkelerinin de işine gelecekti.

Bütün bu sayılanlardan daha önemlisi ise, PKK hareketinin çıkış amacını aşan hedeflere zaten ulaşmış olmasıydı. Suriye’deki PYD-YPG oluşumlarının (ve SDG’nin) yönetim kadroları ve ideolojik/siyasal yapılanmalarının temelinde esas olarak PKK yöneticileri ve PKK programı bulunmaktaydı. Üstelik PYD, Suriye’deki yayılma alanlarını Kürt nüfusunun çoğunlukta olmadığı bölgelere de genişleterek beklentilerinin üzerinde bir alan hakimiyetine ulaşmış bulunuyordu. Gücü de arkasına ABD ve İsrail’i (ve İngiltere, Fransa, Almanya gibi Avrupa güçlerini) almasından ve büyük bir askeri güce/silahlanma düzeyine ulaşmasından kaynaklanıyordu.

Gücünü aldığı bir başka ülke ve siyaset de Türkiye’de 23 yıla yakındır iktidarda olan siyasal İslamcı yönetim oldu. Çelişkili gibi görünebilir, Türkiye’deki iktidar koalisyonu üzerinden zaman zaman ifade edilen öznel niyetlerle de uyuşmayabilir, ama nesnel gerçekler böyledir. Çünkü PYD-YPG-SDG’nin en büyük açmazı, Suriye’de üniter yapının sürdürülmesini savunan ve ABD-İsrail hegemonyasını reddeden bir Şam hükümetinin yerini koruması ve güçlenmesi olurdu. 2011 sonrasında ise Esad yönetimi yıkmak için tüm emperyalist güçler ve İsrail birlik olmuştu. Bu oyunu bozabilecek tek ülke, Türkiye olabilirdi. Ama bunun tam tersini yaptı ve Esad’ın yıkılması için kendi mezhepçi politikaları ve ABD yönlendirmesi doğrultusunda dünyanın bütün cihatçılarının Suriye’de hamiliğine soyundu. Aslında oyunu bozan, Rusya, İran ve Lübnan Hizbullah’ı olmuştu. Ama onların güçleri de giderek zayıflatıldı, Rusya’nın başına Ukrayna sorunu sarılarak geri çekilmesi sağlandı. Böylece alan şer güçlerine kaldı. HTŞ gibi emperyalizmin ve Türkiye’nin koruması altındaki zavallı bir İslami terör örgütünün Suriye gibi kadim bir devletin yönetimini ele geçirmesine izin verildi. Ama Suriye’nin bütünlüğü elbette bile isteye korunmadı.

Artık Türkiye’deki teslimiyetçi/tavizci koalisyona da -Suriye’deki rolünü küçültme pahasına- bir şeyler vermek zamanı gelmişti. Dolayısıyla PKK’nın tasfiyesi bu bakımdan aynı zamanda bir ABD projesidir. Suriye’de 14 yıldır oluşturulan oldu-bittiyi Cumhur ittifakı aracılığıyla Türkiye toplumuna kabul ettirmenin, siyasi iktidara da seçmen nezdinde itibar devşirmenin bir aracı olarak “PKK uzlaşısı” kullanılmak istendi.

PKK Kongre divanı açıklaması “PKK, kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı” ifadesine yer veriyor. Aslında bu tutum yeni değil. Apo’nun 27 Şubat tarihli açıklamalarının izi sürülmüş oluyor. Ama asıl sorun siyasi iktidar düzleminde. AKP’nin 2017 Anayasasını değiştiren kanun tasarısının gerekçesinde de 1924 Anayasasının hedefe konulduğunu görürsünüz. Lozan aleyhine açıklamaları da hiç eksik değildir. Montrö’yü savunan emekli komutanları gözaltına alıp kriminalize etmeye çalışması da cabası.

“İç cepheyi pekiştirmeliyiz” diyerek itirazları yok etmeye ve muhalefeti yanında durmaya mecbur bırakmaya çalışan Cumhur İttifakı aslında tam tersini yaparak Cumhuriyet’in temellerini dinamitlemektedir. Lozan’ı, Cumhuriyet’i ve onun 1924 Anayasasını tartışmaya açmak, ülkenin kuruluş tapusunu ve bütünlüğünü tartışmaya açmak demektir. Kürt hareketi bu talepleri sıralayabilirken, aynı doğrultuda sayısız açıklaması olan siyasi İslamcı hareketten güç ve destek almaktadır. Bu bakımdan “iç cepheyi pekiştirmenin” önündeki en büyük engel, Cumhuriyet düşmanlığında Kürt siyasi hareketi ile yarışan siyasal İslamcı harekettir. Ama CHP’nin de “muhalefetin birliği” rüyalarıyla bu girdaba kapılmasını önlemek de öncelikli görevler arasında olmak zorundadır.

Şunlar da hesaba katılmalıdır:

Türkiye’deki iktidar siyaseten çok zayıflamıştır. Seçim kazanma potansiyelini büyük ölçüde tüketmiştir. Kürt hareketini yanına çekmekten medet ummaktadır ama hem bunu yüzde yüz yapamayacaktır hem de yeterli olmama olasılığı yüksektir.

Türkiye ekonomisi kötü gitmektedir. Ekonominin kötü yönetilmesi, siyasi despotizmin ekonomiyi sürekli sarsması tartışılmaz olgulardır. Ama kalıcı olan mesele, geniş kitlelerin yoksulluk-açlık sınırlarının altında tutulmasıdır. Üstelik sorun, bu kitlelerin sayıca giderek çoğalması, alt-orta ve orta gelir gruplarını da içermeye başlamasıyla giderek büyümektedir. Sermaye yönlü bu sistemde toplumun dinci-despotik yöntemlerle bastırılmasının da sınırlarına gelinmiştir.

Emperyalizm, Türkiye ekonomisinin dış desteksiz mecalsiz kalacağının; Türkiye’deki yolsuzluklara batmış ve yargı-hukuk sistemini iğdiş etmiş bir iktidarın zaaflarının onu çökerteceğinin farkındadır. Mevcut siyasi yönetimin iktidardan gitmemek için Yeni Anayasa peşinde koştuğunun, o olmazsa da genel oy hakkını fiilen gasp etmek niyetleri taşıdığı da kimsenin meçhulü değildir. Dolayısıyla emperyalist odaklar bu kadar güçsüz bir iktidardan istediği tavizleri koparabileceğini de bilmektedir. Ukrayna-Rusya-İran denklemlerinde Türkiye’ye yeni roller biçilmesi, Karadeniz’in NATO’ya açılması için Montrö’nün delinmesi gibi beklentiler, Türkiye’de iktidarın kullanışlı bir aparat olarak kalmasıyla mümkündür. Dolayısıyla bu iktidar yapısıyla devam etmek, emperyalizmin ilk tercihidir. Kuşkusuz yedek planları da her zaman vardır.

Siyasi münavebeyi kabullenmeyen, kriminel dosyaları nedeniyle gitmemek üzere iktidara yapışmak isteyen bir siyaset koalisyonu, Türkiye gibi AB’nin yanı başındaki bir ülkede ancak dış güçlerin desteğiyle bu emellerini yerine getirebilir. Dolayısıyla iktidarın sözde dış denge politikalarını tamamen terk ederek, NATO-ABD-Batı emperyalizmi bloğu içine demir atması onun için yaşamsal bir tercihe dönüşmüştür.

Siyasi İslamcı hareketin lideri, tek başına yürütme organıdır, yönetimin tek seçilmiş üyesidir ve başıdır. Bu bakımdan onun üzerinden ödün koparmak, seçilmişlere dayalı bir hükümetin ve gücü aşındırılmamış bir yasamanın görevde olduğu bir siyasi yapıya kıyasla son derece elverişlidir. Özellikle de emperyalizmin elinde birikmiş başka dosyalar varsa. Bu, Türkiye açısından kritik bir güvenlik zaafıdır.

Tabii şimdilik Cumhur İttifakı da PKK’nın feshetmesi meselesinde kendini “kazanan” tarafta görüyor. İktidarının ömrünü uzatmak için buradan bir moral aşısı aldığını düşünüyor. Gerçi anketler öyle göstermiyor. Kendi saflarında bile onay verenler azınlıkta kalıyor. Ama bu konu daha çok su kaldırır, iktidarın istismarına fazlasıyla açık kalır diyelim. Buradaki kilit mesele, CHP’nin PKK açıklamasının siyasi analizine ve taleplerine ne ölçüde onay vereceği olacaktır. CHP’nin içinden farklı yaklaşımlar çıkma olasılığı da yabana atılmamalıdır.

AKP koalisyonunun Kürt açılımı, Suriye’de olan bitene (ve olabilecek gelişmelere) karşı bir savunma ve mümkünse yeniden oyun kurma pozisyonudur aynı zamanda. Bir defa Suriye’de Kürtlerin ABD ve İsrail himayesinde devletleşmesinin artık kaçınılmaz görülmesi yaklaşımı benimsenmiş gözükmektedir. Bunun üzerinden Suriye’de doğrudan uzantıları olan Türkiye Kürtleriyle ilişkileri “normalleştirip” Suriye’de pozisyon kazanma arayışı sezilmektedir. Olur mu olmaz mı ayrı mesele. Ama bunun Türkiye iç politikasına yansımaları daha büyük mesele. İçerde siyasi rakiplerine karşı inanılmaz bir hışımla ve zorbalıkla saldıran bir siyasi yapının Kürt açılımı üzerinden kendine bir “demokratikleşme” cilalaması yapabilmesi ne derece mümkündür?

Silahların bırakılması elbette önemli bir kazanımdır. Ancak Kürt sorununun çözümü için yeterli değildir. Kürt sorununun çözümü sınıf temelli olmak ve Türk-Kürt emekçilerinin ortak mücadelesi ekseninde şekillenmek zorundadır. Bu süreç Cumhuriyet düşmanı akımların emperyalizmin patronajı altındaki işbirliğiyle asla yürütülemez. Buna en başta karşı çıkacak olanlar bu ülkenin cumhuriyetçileri ve anti-emperyalistleri olacaktır.

                                                        /././

Birlik ve Cumhuriyetçiler…-Aydemir Güler-

Cumhuriyetçilerin birliği olgunlaşmış tarafların aralarında kontrat imzalamasıyla değil, samimi diyalog, yapıcı tartışma ve ortak mücadeleden çıkacaktır.

Birlik kavramının ayıp örtmek için kullanılışına solda çok rastlandı. Üstünde birlik ve başka pozitif çağrışımlı sözcükler yazılan bayraklar açılıp, devrimci programların, partilerin tasfiye edilmesine az tanık olmadık. “Solun birliği” dendiğinde irite olduğumu söylemek durumundayım. Nedeni bu deneyimdir. 

Bugün de “en geniş demokrasi güçlerinin birliği” ifadesinin bırakacağı ilk izlenim, bir “baş düşmana karşı” safları sıklaştırmak oluyor. Ancak buna başka bir şey eşlik ediyor; zımnen o saflara sosyalizm seçeneğinin alınmayacağı da kast edilmiş oluyor. “Bunca güncel yakıcı dert varken, kalkıp da sosyalizm hedefinden dem vurmak” bir fantezi sayılıyor...

Peki, ya söz konusu güncel derdin biricik kalıcı çözümünün sosyalizmde gerçekleşeceğini bilenler ne yapacak? 

Programlarımızı ve/veya o programda ısrar eden örgütlerimizi önemsizleştirmek, rafa kaldırmak, belki de tasfiye etmek şıklarından birini işaretlemekte özgürüz!

Keşke dertler, devrimciler sosyalizmden geri durduklarında çözülebilseydi… Kuşkusuz ortalamacı bir çare, maksimalist bir formülden daha kolay olurdu. Kolayı varken zoru aramak akıllı işi değildir, elbette!

Ama öyle olmuyor. Kalabalık ortalama lehine gerçek, köklü çözümden vazgeçilince, bir araya gelenlerin toplam gücü, umulanın aksine azalıyor. Sorunların yaratıcısı sömürücü egemenlerse çarklarını döndürmekte rahatlıyorlar.  Deneyim çoğunlukla bunu gösterdiği içindir ki, solun birliği güzellemeleri, kural olarak tuzak içerir.

*    *    *

Ancak bu deneyim, birliğin genel olarak sahip olduğu pozitif anlamı ortadan kaldırmaz. İttifaklar siyasetin zorunlu parçasıdır. Bugün ise Türkiye’de Cumhuriyetçilerin birliğine dönük ihtiyaç yakıcıdır. Hazırlıkları sürmekte olan bir girişim yakın zamanda meyvesini verecek. Cumhuriyetçiler bir çırpıda, akşamdan sabaha birleşmiş olmayacaklar. Ama yola çıkılacak… 

Konu solun birliği değil, bunu yukarıda söyledim. Oradan devam edeyim.

Solcu deyince kimin kast edildiği açık zannedilebiliyor. Yanlış; öyle değil. 

Örneğin bazı solcular laikliğe burun kıvırmakta, bağımsızlığın modasının geçtiğini düşünmekte, piyasanın demokratik bir toplumun esası olduğunu iddia etmekteler. Somut olarak Türkiye’nin iki yüz yıllık modernleşme ve aydınlanma tarihini, halka karşı tepeden inmecilikle suçlayanlar solcu geçinebilmekte. Bunlara göre söz konusu tarih, ülkemizin, bizim emperyalist dediğimiz dünyadan tecrit etmesine neden oldu. Neden bu yolun tercih edildiğini ise aynı çevreler, devletin başta Kürtler olmak üzere “kimliklerin” üstünde tepinme tutkusuyla açıklar. Devletin sınıfsallığına ise hiç girilmez. Özetle solun bir bölümü Cumhuriyeti bir ilerleme değil halka düşmanlık saymaktadır.

Bana sorarsanız, bu iddialar solculuğa giremez. Ama ne çare ki, kamuoyunda sol olarak algılanan bir dizi Cumhuriyet düşmanı etrafta. Bunlara liberal sol diyoruz…

Madem öyle, “Cumhuriyet ekseni” solu çoktan bölmüş bulunuyor. Bu bölünmeyi geriye sarmayı iki karşıt yakada kalan solcular zaten istemiyorlar. Liberal solcular da, biz de… İstemiyoruz. Zaten dünyada, bölgede ve ülkedeki gelişmeler, suların hayli yükseldiğini ve aramızdaki köprüleri önüne katıp götürdüğünü göstermektedir. Durum çoktan beri böyle.

Liberal sol emperyalistler ve şeriatçılardan sonra geleneksel faşist hareketle de ortak paydalar bulurken, Cumhuriyetçilerin önünde yeni bir ufuk açılmıştır. Bir ittifak stratejisinin zemini olarak, bu anlamda bir birlik kanalı olarak Cumhuriyetçilik güçlü bir nesnelliğe oturmaktadır. 

Komünist sol, devrimci mirasa sahip çıkmanın ötesinde bir tarih tezine sahip olageldi. Buna göre Cumhuriyetin, kapitalizm yolunda aşındırılan kazanımlarının tutarlı ve güçlü temellere oturtulması sosyalizmle mümkün olacaktı. Sosyalist Türkiye, Cumhuriyet’i “içererek aşacaktı.” 

Ancak AKP’nin tamama erdirdiği karşıdevrim, “Cumhuriyetin sorununu” birtakım tutarsızlık ve çelişkilere düşülmesinden, temellerinin sarsılmasından öteye taşımış bulunuyor. Bu kadarı, AKP’nin çok öncesinden beri süregiden durumdu. Şimdi ise mevcut rejimin ana perspektifi ve misyonu Cumhuriyetin tasfiyesidir. 

Bu yolda ilk önce Cumhuriyetçiler etkisizleştirilip süpürülmek istendi, kurumların içi boşaltıldı. Sonuç Cumhuriyetçiliğin Kurtuluş ve Kuruluş yıllarından beri hiç olmadığı kadar halkla kaynaşmasıdır. 21.yüzyıl itibariyle Cumhuriyetçilik bütün renkleriyle iktidarda olan ve/veya iktidara tutunmaya gayret eden bir akım olmaktan çıkmış, toplumsal bir hareket halini almıştır. Hakkını arayan bütün toplumsal kesimlerin Cumhuriyet sembollerine sarılması bu durumu resmetmektedir. 

Geçmişte sol denince varsayılan kapsam çoktan dağıldı; solun birliği artık Sosyalist Cumhuriyetçiliğin liberal sol tarafından kuşatılmasından başka anlama gelmez. Cumhuriyetçilerin birliği ise hakkını arayan tüm sınıflar, kesimler ve akımlar için acil ihtiyaçtır. Sermaye-emperyalizm-dinciler ittifakının yürüttüğü operasyonun toplum katında da tamamlaması, açığa çıkan direncin kırılması halinde geriye bir enkaz kalacak. Acillik bundan kaynaklanıyor.

*    *    *

Peki ya Cumhuriyetçiler dendiğinde kastedilenin açık mı?

Kabaca biri kurucu akım, Kemalizm; ikincisi ise ileri gitmek için bu kurucu eylemin, devrimin zeminine ayağını basmanın şart olduğunu kavrayan komünizm, ülkemizin iki cumhuriyetçi geleneğidir diyebiliriz. Bu özet yanlış olmaz, ama netlik sağlamaya da yetmez. 

Söz konusu olan, iki öğeden oluşan bir küme değildir. Çok sayıda unsurun buluştuğu ve bunların aralarında sayısız çelişki ve mesafenin şekillendiği, amorf bir yapıdan söz etmek durumundayız. 

Cumhuriyetçilerin zaman içinde doğrudan AKP-merkezli cepheye iltihak eden unsurlarını boş verelim. Ayrıca geçmişe de takılıp kalmayalım. Solda liberaller nasıl türemişse, kurucu hareketin içinde de bağımsızlığı, laikliği, kamuculuğu önemsemeyen, hatta bu temel değerlere ihanet eden ayrık otları boy atmıştır… Geçelim bunları…

Ama geleceği nasıl kuracağımızın etrafından dolanmaya asla kalkmayalım. 

Karşıdevrimi geri püskürterek ayağa kalkacak olan Cumhuriyet emperyalizme kapıları kapayacak, NATO’dan da AB’den de kopacak mıdır, yoksa bunların “zamanı gelmiş” olmayacak mıdır? 

Laikliğin dindarları rencide etmeyecek bir biçiminin peşine mi düşülecek, yoksa geçmiş örnekleri harf devriminde, köy enstitülerinde, okuma yazma seferberliğinde yaratılmış bir “halk aydınlanmasını” nasıl güncelleyeceğimize dair kafa mı yoracağız? 

İnsanın insanı sömürmesinin açtığı yoldan yurttaşlığın yadsınması anlamına gelen “ayaklar baş olmaz” ahlaksızlığı çıkıyor. Peki, Cumhuriyetin takatsiz kalmasının temel nedeninin sermaye düzeni olduğu açık seçik saptanabilecek midir?

Cumhuriyetçiliğin birleştirici bir güçle donanması için bu başlıkların aydınlatılması gerekir. Birlik için ciddi olunacaksa, şaka değil bir karşıdevrimi geri püskürtmek için yola çıkacaksak, kolayına kaçılmamalı, mış gibi yapılmamalıdır. 

Cumhuriyetçilerin birliği olgunlaşmış tarafların aralarında kontrat imzalamasıyla değil, samimi diyalog, yapıcı tartışma ve ortak mücadeleden çıkacaktır.

                                                          /././

PKK 'fesih' kararını açıkladı: Silahlı mücadele sona erecek, süreci Öcalan yürütecek+TKP: Faturanın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve sosyalizme çıkarılmasına karşı çıkacağız /soL -12 Mayıs 2025 -

PKK 'fesih' kararını açıkladı: Silahlı mücadele sona erecek, süreci Öcalan yürütecek

'Tarihi misyonunu tamamladığını'' vurgulayan PKK, örgütsel yapısını feshetme ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırma kararı aldı. Bu kararların, Öcalan'ın yürüteceği süreçle uygulanacağı belirtildi.

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın ''Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir'' çağrısının ardından önce ateşkes ilan eden, sonra 5-7 Mayıs'ta kongresini topladığını duyuran PKK, bu kongrede alınan kararları açıkladı.

ANF'nin aktardığı PKK sonuç bildirgesinde, kongrenin, saldırıların sürdüğü bir ortamda yapıldığı vurgulanarak, güvenlik nedeniyle aynı anda iki noktada toplanıldığı aktarıldı ve 232 delegenin katılımıyla ''tarihi'' kararlar alındığı belirtildi.

PKK adıyla yürütülen tüm çalışmaların sonlandırıldığı şu ifadelerle ilan edildi:

"PKK’nin Olağanüstü 12. Kongresi, tarihi misyonunu tamamladığını değerlendirdi. Bu temelde PKK 12. Kongresi, pratikleşme süreci Önder Apo tarafından yönetilmek ve yürütülmek üzere PKK’nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması kararlarını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı." 

'Fesih' şartlara bağlandı: Öcalan yürütmeli, demokratik siyaset hakkı sağlanmalı, hukuki güvence verilmeli  

Açıklanan fesih ve silah bırakma kararları, Öcalan'ın koşullarına bağlandı. Açıklamada, Kongre'nin aldığı "PKK’nin fesih ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırma" kararları için "Söz konusu kararların uygulanması Önder Apo'nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir. Bu aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisinin tarihi sorumlulukla rolünü oynaması önemli olmaktadır" denildi.

Dolayısıyla, Kongre kararları, metinde, kimi koşullara bağlanmış durumda. Fesih ve silahlı mücadele yönteminin sonlandırılması durumunda örgütsel yapının nereye evrileceği sorusuna dair metinde net yanıtlar yok. Açıklama "Kongre, PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı" ifadesini kullanıyor.

'Kürt inkar siyaseti kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alıyor' 

PKK'nin kuruluş sürecine değinerek başlayan bildirgede Kürt sorununun temelinde Cumhuriyet'in yattığı ima edilerek, ''Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı'' denildi.

''Çözüm sürecine'' ilişkin ilk adımın 90'lı yıllarda atıldığını ancak sürecin ''sabote'' edildiğini belirten bildirgede şu tespitlere yer verildi:

''Diriliş devrimimizin halkımız açısından büyük gelişmelere yol açtığı 1990’lı yılların koşullarında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Kürt sorununu siyaset yoluyla çözme arayışı gelişti. Önder Apo bu arayışa 17 Mart 1993 ateşkesiyle cevap vererek yeni bir süreç başlattı. Ancak reel sosyalizmin ağır etkileri, savaş çizgimize dayatılan çeteci anlayışlar ve derin devletin Turgut Özal ve ekibini ortadan kaldırması, Kürt inkâr ve imha siyasetinde ısrar ederek savaşı tırmandırması neticesinde bu yeni süreç sabote oldu. (...) Böylece her iki taraf açısından savaş temel seçenek haline getirildi. Savaşın karşılıklı olarak tırmandırılmasının yarattığı tekrar aşılamadı. Böylelikle Önder Apo'nun Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yollardan çözme çabaları sonuçsuz kaldı.''

1
PKK 12. Kongresi

'3. Dünya Savaşı' vurgusu: 'Ortadoğu’daki gelişmeler Kürt-Türk ilişkilerini düzenlemeyi kaçınılmaz kıldı'

Öcalan'ın İmralı'da ''yeni bir paradigma'' geliştirdiğini belirten bildirgede söz konusu paradigma şu sözlerle ifade edildi:

''Önder Apo Kürt-Türk ilişkilerinin sorunsallaştığı Lozan Antlaşmasının ve 1924 Anayasasının öncesini referans alarak, Ortak Vatan ve Kürt-Türk halklarının kurucu öğe olduğu Demokratik Türkiye Cumhuriyeti perspektifini ve Demokratik Ulus anlayışını Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak benimsedi. Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleşen Kürt isyanları, 1000 yıllık tarihi Kürt-Türk ilişki diyalektiği ve 52 yıllık Önderlik mücadelesi Kürt sorununun ancak Ortak Vatan ve Eşit Yurttaşlık temelinde çözülmesinin kazandıracağını göstermiştir. 3. Dünya Savaşı kapsamında Ortadoğu’da yaşanan güncel gelişmeler de Kürt-Türk ilişkilerini yeniden düzenlemeyi kaçınılmaz kılmaktadır.''

'Meclis rolünü oynamalı'

PKK'nin kendini fesih kararıyla birlikte ''demokratik siyasetin'' gelişeceğini kaydeden bildirgede, sürecin yürütücüsünün Abdullah Öcalan olacağının altı çizildi ve Meclis'ten çıkacak kararlara işaret edildi: ''Söz konusu kararların uygulanması Önder Apo'nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir. Bu aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisinin tarihi sorumlulukla rolünü oynaması önemli olmaktadır.''

Açıklama, Türkiye'deki sosyalist güçler ve devrimci yapılara da, "barış ve demokratik toplum süreci"ni sahiplenmelerinin, "tam bağımsız Türkiye" amacını başarmak demek olacağını iddia etti: "Türkiye’nin sol-sosyalist güçleri, devrimci yapı, örgüt ve şahsiyetlerinin Barış ve Demokratik Toplum sürecini sahiplenmeleri ile halkların, kadınların ve ezilenlerin mücadelesi yeni bir düzey kazanacaktır. Bu, son sözleri ‘Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği ve Tam Bağımsız Türkiye!’ olan büyük devrimcilerin amaçlarını başarmak anlamına gelecektir."

Kongre metninin sonunda slogan olarak "Ulus Devletçi Sosyalizm Yenilgiye; Demokratik Toplum Sosyalizmi Zafere Götürür! İnsanlıkta Israr Sosyalizmde Isrardır!" ifadelerinin seçilmesi dikkat çekti.

Bugüne nasıl gelindi?

-MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 1 Ekim'de Meclis açılışında DEM Partililerle tokalaşmasının ardından 22 Ekim 2024'te Abdullah Öcalan'a, örgütü lağvetmesi koşuluyla, "Umut hakkı için başvurması ve TBMM'de DEM Parti Grup toplantısında konuşması" çağrısında bulundu.

-23 Ekim 2024'te DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan'a amcası Abdullah Öcalan'la görüşme izni verildi. Böylece Öcalan'a 43 ay sonra ilk kez ziyaret edildi. Aynı gün TUSAŞ Ankara Kahramankazan tesisine PKK tarafından saldırı düzenlendi ve 5 kişi hayatını kaybetti. Öcalan gönderdiği ilk mesajda “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” dedi.

-28 Aralık 2024'te DEM Parti Milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder, 22 Ocak'ta Buldan, Önder ve yerine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk, İmralı Adası'nda Abdullah Öcalan ile görüştü ve Öcalan'ın mesajlarını kamuoyuna iletti.

-Öcalan, 27 Şubat'ta kendisini ziyaret eden aralarında 7 kişilik heyet aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılan "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" başlıkla mesajında tüm gruplara silah bırakma ve PKK'ye kendini feshetme çağrısında bulundu.

-PKK, çağrının ardından 1 Mart'tan itibaren ateşkes ilan ettiğini duyurdu.

-İmralı heyeti siyasi partileri ziyaret etti, 10 Nisan'da Saray'da AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü.

-DEM Parti İmralı heyetinde yer alan Pervin Buldan ile Asrın Hukuk Bürosu avukatı Faik Özgür Erol, 22 Nisan'da Abdullah Öcalan ile yeni bir görüşme gerçekleştirdi.

-24 Nisan'da DEM Parti heyeti Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile görüştü.

-İmralı heyetinde yer alan Sırrı Süreyya Önder, 3 Mayıs'ta yaşamını yitirdi.

-AKP Sözcüsü Ömer Çelik, 5 Mayıs'ta yaptığı açıklamada, PKK'nin silah bırakması ve kendini feshetmesi sürecinin somutlaşmasını "günler içinde" beklediklerini söyledi.

-Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, 8 Mayıs'ta PKK’nin silah bırakması hakkında, "Bütün engelleri aştık. Bugün yarın PKK silahları bırakacak, örgütü feshedecek" dedi.

-PKK, 9 Mayıs'ta yaptığı açıklamada kongrenin 5-7 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirildiğini ve tarihi kararlar alındığını bildirdi.


                                              ***

TKP: Faturanın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve sosyalizme çıkarılmasına karşı çıkacağız

TKP, PKK'nin fesih kararını değerlendirdi, karara ilişkin yapılan açıklamada, "Faturanın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve sosyalizme çıkarılmasına karşı çıkacağız" denildi.

"Tarihi misyonunu tamamladığını'' vurgulayan PKK, örgütsel yapısını feshetme ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırma kararı aldı. Bu kararların, Öcalan'ın yürüteceği süreçle uygulanacağı belirtildi.

Türkiye Komünist Partisi (TKP), fesih kararına ilişkin ilk değerlendirmesini paylaştı. Yapılan açıklamada “silahların susması”nın desteklendiği vurgulandı. Değerlendirmede “daha önce Bahçeli, Öcalan ile AKP yetkilileri tarafından dile getirilen çerçeveyle uyumlu bugünkü açıklamanın içeriğine ve AKP iktidarının 23 yıllık politikalarını sürdürüp yeni bir evreye taşıması anlamına gelen hazırlıkların tarihsel doğrultusuna karşı duracağız” denildi. Açıklamada, “Sosyalizmi hedeflemeksizin, kapitalizmi yıkma iradesine sahip olmaksızın hiçbir temel meselenin çözülemeyeceği bir kez daha doğrulanmıştır” vurgusu yapıldı.

Açıklamanın tamamı şöyle:

“PKK tarafından bugün yapılan açıklama ile birlikte Türkiye’de siyasal ve toplumsal dinamikler açısından yeni bir dönem açılmaktadır. Partimiz sürecin, “silahların susması” olarak tanımlanan boyutunu elbette desteklemektedir. Ancak daha önce Bahçeli, Öcalan ile AKP yetkilileri tarafından dile getirilen çerçeveyle uyumlu bugünkü açıklamanın içeriğine ve AKP iktidarının 23 yıllık politikalarını sürdürüp yeni bir evreye taşıması anlamına gelen hazırlıkların tarihsel doğrultusuna karşı duracağız.

Bu ülkede eşitlik, özgürlük, laiklik, bağımsızlık, Cumhuriyet kavgası yeni bir evreye girmiştir. Sosyalizmi hedeflemeksizin, kapitalizmi yıkma iradesine sahip olmaksızın hiçbir temel meselenin çözülemeyeceği bir kez daha doğrulanmıştır. “Kürt sorunu” denen olgunun Türkiye’nin temel meselelerinden bağımsız ve o meselelerinin üstünde bir sorun olduğu iddiası bugün itibariyle çökmektedir. Kurulu düzenin ve AKP iktidarının Kürt, Türk ya da başka etnik kökenlerden yurttaşlarımıza daha fazla sömürü ve daha fazla gericilikten başka bir şey veremeyeceği, vermek de istemediği ortadadır.

Önümüzdeki dönem gündeme gelecek ve “demokratikleşme” olarak adlandırılacak adımlar, iktidarın yıllar boyunca kendi hedeflerine ulaşmada gerekli desteği sağlamak için rehin alınan bazı toplumsal kesimler ve siyasetçilerin “özgür” kalmasından ibaret olacaktır. Yeni-Osmanlıcı ve piyasacı bir içerikle AKP Türkiyesi’ni yeni bir Anayasa ile meşrulaştırmak ve önümüzdeki seçimleri garanti altına almak için kullanılacak “rehinlerin serbest bırakılması” politikasının hedeflerine itiraz edilmeli, rehinlerin serbest kalması ise elbette desteklenmelidir.

Ancak bu makyajın bedelinin Türkiye’nin emekçi insanlarına ödetilmesine ve bütün açıklamalarda özel olarak vurgulandığı gibi, faturanın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve sosyalizme çıkarılmasına karşı çıkacağız. TKP bu dönemki tartışmalara tutarlı, yaratıcı ve devrimci bir müdahalede bulunacak, faturayı bugünkü sömürü düzenine çıkarma mücadelesini cesaretle sürdürecektir.

Yaşasın halkların kardeşliği, yaşasın sosyalizm, yaşasın Cumhuriyet, kahrolsun kapitalizm, kahrolsun emperyalizm!”

soL

 

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -11 Mayıs 2025-

Dayatılan deli gömleğinin tek sebebi, muhalefetin kontrolünü elden kaçırmış olmaları!-Tuğçe Tatari-

Ülkede gerçekten muhalefet yapan bir siyasetçiyseniz veya partiyseniz size yaşam hakkı tanınmayacağı gerçeğini açık etmek zorunda kaldılar… Ve yıllarımızı çalan CHP şimdi ilk defa muhalif bir siyaset yapıyor…

Biliyorsunuz gazetecilik birilerine yakın olmak, ‘yarınları garantilemek’ adına yazı yazmak, görüş bildirmek anlamına gelmiyor aslında.

Türkiye’de maalesef işler -her alanda olduğu gibi- epeydir hak ettiği tanımdan çok uzakta bir yerlerde ilerliyor.

Her tarafın kendi sesi var evet.

Hatta bu devirde bir tarafın sesi olmaya soyunmayanı bulmak çok zor. Bu sebeple de bizim gibiler için bazen konular üzerinde netleşmek zaman alıyor.

Her kanat kendi yayın aygıtlarından tek taraflı bir enformasyon mücadelesi verirken biz olan biteni anlamak için ekstra çaba sarf etmek zorunda kalıyoruz.

Temiz bilgiye ulaşmak dünyanın en büyük hak ve özgürlüklerinden biridir, özgürlüklerin olmadığı bir ülkede bulunması da oldukça güçtür.

Biz, yani gündemi yorumlama işini de icra eden gazeteciler için resimden uzaklaşıp bakabiliyor olmak önemlidir…

Resimlerden tamamen uzaklaşabilmek için de bir tarafla bağ kurmamış olmak gerekir. Şimdi diyebilirsiniz ki “bir yaşam mücadelesi veriyoruz, bu aşamada hepimiz bir olmalıyız. Net ve açık taraf olmalıyız. İsimleri, kişileri sahiplenmeliyiz…” Kendinize göre haklı olabilirsiniz, şiddetle itiraz da edemem bu görüşe ama gazetecilik öyle bir meslek değildir.

Bakın mesele aslında çok net, Türkiye’de çok uzun yıllar ‘kontrollü muhalefet’ aldatmacası altında yaşadık.

Bu esnada da rejim değişti.

Bizi resmen oyaladılar.

Hayatlarımızdan yılları, gelecek nesillerin de istikbalini çaldılar ve özgürlük çemberimizi el birliğiyle daralttılar.

Kimse bana “AKP bu işte yalnızdı” iddiasını savunamaz!

Muhalefet ‘kontrol’den çıktığı anda da zaten yaşananlar gözlerimizin önünde cereyan etti, etmeye de devam ediyor.

Ülkede gerçekten muhalefet yapan bir siyasetçiyseniz veya partiyseniz size yaşam hakkı tanınmayacağı gerçeğini açık etmek zorunda kaldılar.

Rejimin değişmesi ve bunun çok da göze sokulmadan, usul usul gerçekleşmesinin sağlanabilmesinde o ‘kontrollü muhalifler’ büyük rol oynadı.

Ve gün geldi bu kontrollü muhalifler genel başkan düzeyinde kişiler de oldular!

Kimse kusura bakmasın ama CHP özelinde hikâye Deniz Baykal’la başladı, ardından Kemal Kılıçdaroğlu’yla devam etti.

Evet, açık konuşalım; yıllarca kandırıldık!

Peki neden o günlerde buna uyanamadık veya uyananların sesini duyamadık.

Çünkü işte başta anlattığımız eşit mesafe dengesini kuramayan, çıkarlar, yarınlar ve olası iktidara yakın olma hesapları ile meslek icra eden ‘meslektaşlarımız’ o günlerde de görevleri başındaydı!

Bu şüpheleri tartışmaya açan azınlık ya duyulmadı ya da yok sayıldı.

Ve yıllarımızı çalan o CHP şimdi ilk defa muhalif bir siyaset yapıyor.

O arkadaşlar ise hep hep ‘sunulan’ birini kurtarıcı ilan ettiler, aynı şeyleri söylediler, şimdi de söylemeye devam ediyorlar!

Oysa CHP ilk defa yıllarımızı çalanları ekarte edip aktif siyaset yapabileceklerle, gözle görünür bir şekilde yürüyor.

Hem siyaset üretiyor hem muhalefet ediyor hem de iktidar olma iddiasını ortaya koyuyor.

CHP ilk defa gerçekten üretiyor.

Ve ilk defa bunu yaptığı için de kurultay seçimini iptal etmek istiyorlar. Oraya söz dinleyen, kolay uzlaşılan bir ‘kontrollü muhalif’ yerleştirmek istiyorlar.

İmamoğlu’nu ve ekibini asla istemiyorlar.

Bütün yaşadığımız bu sınır tanımayan saçmalığın, dayatılan deli gömleğinin tek sebebi, muhalefetin kontrolünü elden kaçırmış olmaları!

Nasıl gazeteciler gazetecilik yaptıkları için tutuklandılarsa…

Avukatlar avukatlık yaptıkları için tutuklandılarsa…

Ekrem İmamoğlu da siyaset yaptığı için tutuklandı.

Ve siyaset yapma tarzı da Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği yola çok yakındı.

Kullandığı enstrümanlar tanıdıktı.

Belki de hazmedilememesinin başlıca sebeplerinden biri de bu.

Sonuçta, CHP İmamoğlu kararlılığından geri adım atmadığı sürece bu ‘savaş’ sürecek!

Biz de tarihe, olanları gerçekten olduğu netlikle yazma görevimizi icra etmek için çabalayacağız.

Yarın dönüp bakınca kimseye yanlış, aldatmacalı bir yön vermemiş olmakla gururlanacağız.

Bugünler de muhakkak geçecek.

Bizler de mesleğimiz adına buradan da tertemiz çıkmaya bakacağız!

                                                         /././

Beklenen PKK açıklaması Anneler Günü’nde gelebilir; hem de görüntülü…-Candan Yıldız-

Kürtler içi birlik arayışları hızlandı, Diyarbakır’da ‘Birlik İnisiyatifi’ kuruldu.

Kendi deyimiyle ‘barış emekçisi’ Sırrı Süreyya Önder’in ruhu Kürt meselesinin üzerinde gezinirken, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ana aktör olduğu sürece ilişkin Habertürk’te (3 Mart) bugünlere ışık tutmuştu:

“Halkımız altında bit yeniği aramasın. Bir dönem değişiyor. Birçok anlayış taca çıkacak.”

Değişen paradigmanın 50 yıllık siyasi statükoyu zorlayacağı açık.

Her ne kadar ‘amorf’ görünse de süreç, bir takvimin ve yol haritasının olduğunu yazmıştım.

Gelişmeler de bunu teyit ediyor.

Süreçle ilgili ‘aceleciliği’ ile hatırlanacak olan Bahçeli PKK kongresi için bir tarih önermişti: 4 Mayıs…

İşte Bahçeli’nin önerdiği tarihe yakın bir tarihte PKK, kongresini topladı: 5-7 Mayıs…

PKK, dönüşüm kongresine dair bilgilendirmesinde “12. Kongre’nin sonuçlarına ve alınan kararlara ilişkin geniş ve ayrıntılı bilgi ve belgeler, iki farklı alandaki sonuçlar birleştirildikten sonra çok yakın zamanda kamuoyu ile paylaşılacaktır" dedi.

“Çok yakın zaman” bu gece de olabilir, yarın da olabilir en geç pazartesi. Yarın Anneler Günü olması nedeniyle açıklama ihtimali, ‘Analar Ağlamasın’ diskuruna uyumlu olarak daha mümkün. Zaten tarih seçimleri rastgele olmayan bir yapıdan söz ediyoruz. Hatta kongre sonuçlarıyla ilgili videolu paylaşım yapılacağı da konuşuluyor. Kurucu kadronun birlikte vereceği görüntüyle kararların açıklanacağı…

Bu gelişmeler siyaseti de belirliyor.

Başından itibaren sürece karşı olmadığını açıklayan CHP lideri Özgür Özel, Diyarbakır’da Kürtler için ‘Eşit vatandaşlık’ demişti.

Yedi ay sonra Van’da, PKK kongresinin toplandığı bilgisini cebinde götüren Özel bu kez iktidarın siyaset alanını zorlayacak daha ileri bir cümle kurdu. Sürecin takipçisiyiz mesajını verdi:

“Birileri var olanı söyleyince kızsa da Meclis'te bugün Kürtlerin kendini eşit hissetmediği her türlü yanlış, eksik uygulamaları düzeltecek yasal adımların beraber atılmasını, en başta kayyım uygulamasının son bulmasını, siyasi tutsakların özgür kalmasını bekliyoruz. Buna 'evet' demeyen, bu sürecin dışındadır.”

Son yerel seçimlerde Türkiye’nin birinci partisi konumuna kavuşan CHP lideri bunları ifade ederken, Kürtlerin Diyarbakır’da gündemi daha içe dönüktü.

Kürt meselesine ilişkin yeni hâl ya da ahval, Kürt mahallesini de canlandırdı. Kamışlı’da Kürt Birlik ve Ortak Tutum Konferansı’nı hatırlayacaksınız. Bugün de Diyarbakır’da DEM Parti ve DBP öncülüğünde 301 kuruluş bir araya geldi.

Öğrendiğim kadarıyla meclis formatında işleyecek bu yeni ‘Birlik İnisiyatifi’nin yüzde 60’ını siyasi partiler, yüzde 40’ını sivil toplum oluşturuyor.

Çalışmaları iki ay önce başlayan ‘Birlik İnisiyatif’ Kürtlerin birliğini hedefliyor. Yakın dönemde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırlarında da benzer bir toplantı yapacak. Amaç bileşen sayısını artırmak.

Kürt meselesine farklı politik çerçeveden bakan bu yeni oluşumda Hüda-Par yer almayacak. Sonuç bildirgesi de yarın açıklanacak.

Kürt mahallesinde farklı sokakların kesişimselliğini vurgulayan bu yeni arayışların mümkünlüğü tam da yeni süreçle ilgili. Kürt siyasetindeki dönüşümün bir göstergesi.

                                                           /././

Asgari ücret temmuzda artacak mı?-Murat Batı-

Hükümet, asgari ücret artışının -asgari ücretin vergi istisnasından dolayı- bütçe disiplinini bozacağını düşündüğü için temmuz artışına yanaşmayacaktır. İlaveten patronlardan gelen SGK dahil işveren maliyetini de gerekçe göstererek asgari ücret artışı taleplerini geri çevirecektir.

Asgari ücretin temmuz ayında artıp artmayacağı hususu görsel ve yazılı basın ile sosyal medyada tartışılmaya başlandı. Özellikle asgari ücretlinin ocak ayında aldığı zammın enflasyon karşısında ne kadar eridiği sıklıkla dile getirilmekte ki oldukça haklılar. Zira 22 bin 104 lira olan asgari ücretle tek bir kişinin bile geçinebilmesi oldukça zor.

Ancak hükümet kanadıyla patron dernekleri/grupları ara zam hususuna özellikle işverene getireceği maliyet nedeniyle pek sıcak bakmamakta, muhalefet kanadı ise artırılması gerektiğini her seferinde dile getirmekte. 

4857 sayılı İş Kanunu’nun 39’uncu maddesinde asgari ücretin en geç iki yılda bir belirleneceği yazmaktadır. Yani asgari ücretin yıl içinde artmasını emreden açık bir hüküm maalesef bulunmamakta.

Ancak asgari ücretin yıl içinde de artmasını gerekli kılan hüküm Asgari Ücret Yönetmeliği’nin 4/d maddesinde yer almaktadır. Yönetmeliğin 4/d maddesinde göre asgari ücret, “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücreti,” şeklinde tanımlanmıştır.

Görüldüğü üzere asgari ücret, bir işçinin o günün ekonomik koşullarında sinemaya, tiyatroya, maça gidebileceği; sağlıklı beslenebileceği, barınma sorununu çözebileceği kadar olan yani bunlara yetebilecek ücret düzeyidir.

Bu nedenle şayet bugün asgari ücretle çalışan bir kişi gıda, barınma, giyim, sağlık, kültür gibi ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa bunu karşılayacak düzeye çıkartılması gerekmektedir. Bunu ben değil Yönetmelik söylüyor. 

Asgari ücretle çalışanların sayısına ilişkin net bir veri şu an için yok. Bakan Işıkhan en son yaptığı açıklamada 6,6 milyon kişi; DİSK-AR’ın raporuna göre ise yaklaşık 8,5 milyon kişi asgari ücret almaktadır. Ama sağlıklı beslenen, sinemaya/tiyatroya giden, barınma sorununu çözmüş asgari ücretli sayısını sanıyorum hepimiz tahmin edebiliriz.

Şu an uygulanan net asgari ücret 22 bin 104 TL’dir. Hissedilen enflasyondan, fiyatların ne derece el yaktığından, konut kiralarının ne denli uçtuğundan bahsetmeme gerek yok sanıyorum.

Aşağıda yıllara göre asgari ücret tutarları ile işverene maliyetleri görülmektedir.

Cevdet Yılmaz’ın açıklamasına göre

1 Ocak 2022’den itibaren gelir ve damga vergisi açısından asgari ücret istisnası getirildi. Buna göre net asgari ücrete kadar gelir vergisi, brüt asgari ücrete kadar da damga vergisi istisnası uygulanmaktadır.

Kritik nokta tam da burası aslında. Şöyle ki,

Asgari ücret tutarı sadece asgari ücretlileri değil, asgari ücretten fazla maaş alanları da ziyadesiyle ilgilendiriyor. Daha basit bir ifadeyle asgari ücreti her ne kadar özel sektördeki patron ödese de asgari ücrete kadar olan kısmından ne gelir ne de damga vergisi alınmaktadır. Yani asgari ücret yükselirse Devlet vergi kaybına uğrar.

Hükümet ile Şimşek bu durumu kendilerince bir gerekçe görmekte ve asgari ücretin artması durumunda özellikle asgari ücretten fazla maaş alanlardan alınması gereken gelir ve damga vergisi de alınamamış olacaktır.

Cevdet Yılmaz katıldığı bir programda 2024 yılında asgari ücret istisnasından dolayı 677 milyar lira vergi kaybı olduğunu 2025 yılı için ise öngörülenin 850 milyar lira olduğunu söyledi. Hatta asgari ücret istisnasından dolayı yıllık kişi başı 35 bin 505 lira gelir vergisinden, 1.827 lira ise damga vergisinden Hazinenin kaybı olduğunu belirtti.

Buna göre asgari ücret ne kadar yüksek olursa asgari ücretten fazla ücret geliri elde edenlerin asgari ücrete kadar olan ücretleri hem gelir hem de damga vergisinden istisna edileceğinden Hazinenin bir vergi kaybı olacaktır.

İşte bu nedenden kaynaklı hükümet, asgari ücretin çok fazla artmasını istememekte hatta yıl içinde (Temmuz’da) ikinci artışın bütçe disiplinini bozacağını da düşünmektedir.

Ezcümle

Son iki yıldır asgari ücret tahmini yapılırken iktidar partisi kurmaylarının asgari ücret bundan sonra bir sefer artacak, yıl içinde ikinci kez artmayacak şeklindeki söylemini unutmamak da lazım.

Bu nedenle hükümet, asgari ücret artışının -asgari ücretin vergi istisnasından dolayı- bütçe disiplinini bozacağını düşündüğü için temmuz artışına yanaşmayacaktır. İlaveten patronlardan gelen SGK dahil işveren maliyetini de gerekçe göstererek asgari ücret artışı taleplerini geri çevirecektir.

                                                     /././

Çalık'tan tazminatını istediği için dövülerek öldürülmüştü: Her tarafı kırıldı ölüm raporuna bakın ne yazıldı -Bahadır Özgür /halkTV-

İstanbul'da 10 yıldır tazminatını ödemeyen Çalık Holding'e giden eski çalışanı Erol Eğrek, şirketin güvenlik görevlisi olduğu belirtilen kişilerce darp edildi ve hayatını kaybetti. Ailesi isyan ediyor ve Eğrek’in darp sonucu hayatını kaybettiği halde, ‘kalp krizi’ denilerek olayın üzerinin kapatılmak istendiğini söylüyor.

Yaşamını yitiren Erol Eğrek’in yeğeni, Mehmet Eğrek, yaşanan vahim olayın detaylarını halktv.com’tr’ye anlattı…

(https://halktv-vod.ercdn.net/hls/W/IC/erolegrek/erolegrek_1700.mp4)

Amcasının 10 yıl önce Çalık Holding’in, Türkmenistan’da kurulu tekstil fabrikasında, elektrik-elektronik teknisyeni olarak çalıştığını söyleyen yeğeni Mehmet Eğrek, amcası ile beraber 30 kişinin iş akdinin hiçbir gerekçe göstermeden feshedildiğini belirtti. Sonrasında dava açıldığını ve 29 kişinin tazminatının ödendiğini ancak amcasının ödenmediğini ifade etti.

‘FETÖ İHBARI YAPTI DİYE ŞİRKET PARASINI ÖDEMEDİ’

Mehmet Eğrek bunun sebebini ise şöyle anlattı: “Amcam milliyetçi, vatansever birisidir. O dönem devlet FETÖ’cülere karşı bir mücadeleye girişti. Amcam da Türkmenistan’da, Çalık Holding’in şirketi içinde tanık olduklarını mahkemeye ileterek suç duyurusunda bulundu. Bunun üzerine şirket amcama hakaret davası açtı. Aylarca bu dava ile uğraştı ve mahkeme amcamı haklı bulup beraat ettirdi. Şirket yetkilileri de bunun intikamı olarak birikmiş 7 milyon lira tazminatını vermedi.”

Amcası Erol Eğrek’in yıllardır şirketin önüne gidip yetkililer ile konuyu konuşmaya çalıştığını, defalarca kapıdan kovulduğunu belirterek, “Ama hiçbirinde bir olay bile çıkarmadı. Sadece konuşmak için gitti. Kimse görüşmedi bile. Güvenlikler sürekli kovdu” dedi.

‘OĞLUNUN DÜĞÜNÜ İÇİN PARA ARIYORDU’

4 çocuğu olan Erol Eğrek’in en büyük oğlunu evlendireceğini, bu sebeple tazminatını istemek için yeniden holdingin Şişli’deki binasını gittiğini ifade eden Mehmet Eğrek, dünkü vahim olayın gelişimini de şöyle anlattı: “Üç ay sonra düğünü vardı. Hiç parası olmadığından şirketten tekrar tazminatını istemeye gidecekti. Biz dün sosyal medyadaki videosunu gördük. Orada sakince niyetini anlatıyordu. Hemen tahmin ettik. Aradık ulaşamadık. Babam Çalık Holding’in binasını aradı. Sekreter tersledi ve amcamın orada olmadığını söyledi. Oysa aradığımız saat 15.30’du. Amcamın hastaneye kaldırıldığı saat ise 15.50 civarı. Yani bize söylemediler. Saatlerce amcamın hastanede mi karakolda mı olduğunu öğrenemedik. Nereyi aradıysak böyle bir ismin kayıtlı olmadığını söylediler. En sonunda bir polis tanıdığımıza yalvardık. Epey uğraştıktan sonra Şişli Prof. Dr. Cemil Taşcıoğlu Hastanesi’ne kaydının yapıldığını öğrendi.”

‘ÇENESİ KIRILMIŞ, HER YERİ MORRARMIŞ’

Ancak Erol Eğrek’in yeğeni amcasının cenazesini morgda gördüklerinde dehşete düştüklerini belirtti: “Hastaneye gittiğimizde bize cenazeyi teslim ettiler. Doktor sebebinin kalp krizi olduğunu söyledi. Otopsi yapılmış ama kesin sonuç henüz yok. Ölüm belgesinde ise ‘yaralanma sonucu olmadığı’na dair ibare var. Morgda fotoğraflarını da çektik. Çenesi kırılmıştı ve çenesinin altında derin, büyük bir kesik vardı. Her tarafı morarmıştı. Bize verdikleri ölüm belgesinde ise ölüm sebebinin ‘yaralanma sonucu olmadığı’ yazılı. Daha sonra olayı biraz soruşturduk. Amcamın atıcılık belgeleri vardır. Birçok yarışmaya katılmıştı. Bu sebeple silahı nasıl kullanacağını bilir. Ruhsatlı silahını hiçbir yetkiliye doğrultmadı. Sadece artık bunaldığı için, kendisini dinlemeleri için kafasına dayıyor. Zaten görüntülerde de açık. Güvenlikçiler üzerine çullanıp dövüyor. Sonra kameraların çekim yapmadığı bir yere götürülüyor. Biz orada dövülerek öldürüldüğüne inanıyoruz. Bu olayın üzerinin kalp krizi diye kapatılmasını istemiyoruz.”


Bahadır Özgür /halkTV


SÖZCÜ GÜNDEM -10 Mayıs 2025 -

Paşa torunu emekli maaşını övdü -Zekeriya ALBAYRAK/Sözcü-

Türkiye’de her 4 emekliden birisi 15 bin lira aylıkla geçinmek zorunda kalırken AKP’li vekil Cevahir Asuman Yazmacı, Türkiye’nin emeklilik sistemini öve öve bitiremedi. Yazmacı birçok ülkenin Türkiye’nin sistemini örnek aldığını belirtti.

Avrupa’nın emekliler konusunda Türkiye’yi örnek aldığını söyleyen Yazmacı, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Emeklilerimizin banka promosyonundan yararlanmalarını sağladık. 2018’de başlattığımız bayram ikramiyeleri uygulamasıyla onların bayram sevinçlerine ortak olduk. Emekli alt sınır aylıklarını yükselttik. Sağlık ve ulaşım başta olmak üzere emekli vatandaşlarımıza pek çok alanda yeni destekler verdik. Fransa’da emeklilik yaşı 64, Almanya’da 67; bizde ise kadınlar 58, erkekler 60 yaşında emekli oluyor. Bırakın eleştirmeyi, birçok ülke bizim sistemimizi örnek alıyor. Emeklilerimiz için yapabildiklerimizin bahtiyarlığını yaşarken onlar için daha neler yapabileceğimizin de çalışmalarını yürütmeye devam ediyoruz.”(https://www.sozcu.com.tr/pasa-torunu-emekli-maasini-ovdu-p172390)

                                                           ***

'Bütün bilgilerimiz ABD konsolosunun elinde!'-Sözcü-

ABD Ankara Konsolosluğu’nun resmi sosyal medya hesabından “Konsolosluk görevlilerinin sabıka kaydına erişim imkânı bulunmaktadır” paylaşımı yapıldı. İYİ Parti Teşkilat Başkanı ve Bursa Milletvekili Hasan Toktaş, paylaşıma sert tepki gösterdi. kişisel verilerin korunması konusunda yetkililerden açıklama beklediğini vurgulayan Toktaş, “Bu rezillik nedir” dedi. Toktaş, şu ifadeleri kullandı: “Adalet ve Dışişleri bakanlarına, Meclis Başkanlığımıza seslenmek istiyorum: Kişisel Verileri Koruma Kanunu sadece Türk vatandaşlarına mı uygulanıyor? ABD’ye böyle bir imtiyaz mı verdiniz? Türkiye müstemleke midir? Bunun dışında bilmediğimiz başka imtiyazlar verilmiş midir yoksa ‘dostum’ kelimesinin büyüsüne mi kapıldınız?”

                                                         ***

AKP’lileri çıkarıp suçu Gökce’ye attı: Serbest -Ali Macit/Sözcü

İBB operasyonunda tutuklanan Mehmet İlhan Gülay 24 saate üç ayrı ifade verdi. Son ifadesinde AKP’li Tevfik Göksu’nun adını çıkarttı, o dönem İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde Genel Sekreterlik yapan İPA Başkanı Buğra Gökce’nin adını verdi ve serbest kaldı. 6 Mayıs’ta tutuklanan Mehmet İlhan Gülay, 24 saat içinde üçüncü kez savcılık karşısına çıktı. Gülay, farklı ifadelerinden sonra serbest kaldı. (İLK İFADESİ BÖYLEYDİ) Gülay, Ataşehir’deki bir imar alanına ilişkin ilk ifadesinde, AKP’li Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu, Adnan Zeki Bostancı ve Sultangazi Belediye Başkan Yardımcısı Mehmet Yiğit’in isimlerini verdi. İlk ifadesinde rüşvet iddialarını reddetti. İş insanı, imar sürecinin AKP döneminde başladığını belirtti ve “Yine emsal artışına izin veren komisyon kararında başkan olarak ismi bulunan Adnan Zeki Bostancı şu an AKP İBB Grup Başkanvekili; Mehmet Yiğit, Sultangazi Belediye Başkan Yardımcısı’dır. Bu şahısların İmamoğlu ile bir arada olmaları mümkün değildir” dedi.

                                                     ***

Milyarlık zararla ülke ülke geziyor -Deniz Ayhan/Sözcü

SGK yöneticileri ‘Kayıtlı Kadın istihdamının Desteklenmesi’ projesi için Hollanda ve İsveç’teydi. SGK 7 ayda yurt dışı gezilerine 4.2 milyon TL harcadı. 


İktidarın ‘CHP’li belediyeleri sirkeleyin’ talimatıyla belediyelerden alacakları için icra işlemi başlatan Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) gündemden düşmüyor. Daha önce milyarlık zararı ile gündem olan SGK şimdi de yurt dışı gezileri ile dikkat çekiyor.  Milyarlarca zararda olan SGK’nın yönetimi 29 Kasım’da Hollanda’yı, 7 Nisan’da İsveç’i ziyaret etmişti. SGK’nın son adresi ise Avusturya’nın başkenti Viyana oldu. 5-10 Mayıs arasındaki  Viyana gezisinin maliyeti 1 milyon 415 bin lira olurken son 7 ay içindeki gezilerin toplam maliyeti ise 4 milyon 262 bin 380 TL’yi buldu. SGK yöneticileri, ‘Kayıtlı Kadın istihdamının Desteklenmesi’ projesi kapsamında yurt dışı gezilerine 29 Ekim 2024’te başladı. (BAKICI TEŞVİĞİ İNCELENDİ)  29 Ekim- 3 Kasım arasında yapılan Hollanda’da Amsterdam, Lahey ve Utrecht gezisi için devletin kasasından 1 milyon 199 bin 980 TL çıktı. Kurum yetkilileri aynı proje kapsamında 7-11 Nisan’da da İsveç’e gitti. Gezide, İsveç’teki kadın istihdamı ile kadın girişimciliği incelendi. Gezinin maliyeti 1 milyon 647 bin TL oldu. SGK’nın son adresi Avusturya Viyana oldu. 5-10 Mayıs arasındaki yapılan gezinin amacının ‘Eğitimli Çocuk Bakıcılarının Teşviki Yoluyla Kayıtlı Kadın İstihdamının Desteklenmesi’ olarak açıklandı. 4 gün süren gezinin maliyeti 1 milyon 415 bin 400 TL oldu.                                            ***

'Kavala suçsuz dedim diye vali olan eşimi gece aldılar'-Veli Toprak/Sözcü-

Erdoğan’ın etrafında çete oluştuğunu söyleyen eski AKP milletvekili anlattı: Tayyip Bey’e ‘Darbeyi kendinize yaptınız’ dedim, ülkenin ilacı erken seçim...

AKP’den ihraç edilen İzmir eski Milletvekili Hüseyin Kocabıyık, SÖZCÜ TV’de önemli açıklamalar yaptı. Kocabıyık, “Osman Kavala siyasi tutuklu” diye itiraz ettiği için aynı gece Uşak Valisi olan eşi Funda Kocabıyık’ın görevden alındığını söyledi, “Cezalandıracaksan beni cezalandır” dedi. İmamoğlu’nun tutuklanmasını “Hile” diye niteleyen Kocabıyık, 2019’da yaşadığı bir olayı da şöyle anlattı:  “İstanbul seçiminde dönemin Adalet Bakanı Abdulhamit Gül arandı. ‘Sen İstanbul’u CHP’ye veren bakan olarak tarihe geçeceksin’ denildi. Böyle bir anlayış olur mu? Siz buraya Mars’tan uzay aracı ile mi geldiniz?” diyerek açıkladı. Kocabıyık Başkent Kulisleri programında şunları söyledi: ETRAFINDA ÇETE OLUŞTU: Her kötülük Cumhurbaşkanından biliniyor, doğru değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çevresinde bir çete oluştu. Cumhurbaşkanı da arkadaşlarının iyi bir çalışma yaptığını düşünüyor. KAVALA HAKİMİ: İtirazım Osman Kavala ile başladı. Cezaevine atıldı, AYM ve AİHM lehinde karar verdi. Dosyasını baştan sona okudum. Tek bir suç unsuru yok. Bu insan siyasi bir kararla içeriye atıldı. Bu hükmü veren AKP’de çalışmış bir hakim. Karısı FETÖ’den itirafçı. Bu kişi Ağır Ceza Mahkemesi üyesi yapılıyor ve Kavala hakkında hüküm kurduruluyor. Buna itiraz ettim. Ömrümüz boyunca savunduğumuz değerleri bu adamlar yüzünden savunamaz hale geldik. EŞİMİ GÖREVDEN ALDILAR: Bunu eleştirince Uşak Valisi olan eşimi o gece görevden aldılar.
                                                                   Funda Kocabıyık valilikten alındı.
 İMAMOĞLU’NA HİLE: Ekrem mamoğlu’nun içeri atılması da hiledir. Tayyip Bey’e ‘darbeyi kendinize yaptınız’ dedim. Türkiye’nin  ilacı erken seçim.

                                                     ***

Kabus Marmara'da yeniden görüldü, çevre sakinlerini endişelendirdi -Sözcü-

Marmara'da Kınalıada, Balıkesir ve Bursa kıyılarında müsilaj yeniden etkili olmaya başladı. Deniz yüzeyinde gözle görülür tabakalar halinde biriken müsilaj balıkçıları ve çevre sakinlerini endişelendirirken uzmanlardan uyarı geldi.(https://www.sozcu.com.tr/kabus-marmara-da-yeniden-goruldu-cevre-sakinlerini-endiselendirdi-p172325)

                                                                      ***
SÖZCÜ



Öne Çıkan Yayın

“Baltacı ve Katerina efsanesi” yazıları üzerine bir özür ve etik tartışma -Faruk Bildirici /T24-

Mehmet Ali Çiçekdağ, Metin Gülbay ve Vikipedi’den alıntılar yapmış ama hiç kaynak göstermemiş. Gülbay ise Vikipedi’den alıntı yaptığı bölüml...