Saray’ın bayram mesajı: Rejime razı olacaksınız -Öncü Durmuş / BİRGÜN-

İktidarın bayram mesajlarında rejimi kalıcılaştırma planları gün yüzüne çıkarken muhalefete ise sokaktan çekilme ve iktidarın sınırları içinde siyaset yapma dayatması öne çıktı. Önümüzdeki süreçte tüm kesimler rejime razı olma ile direnişi her alana yayma ikilemiyle karşı karşıya.

Saray rejimi, ülkeyi yeni bir uçuruma doğru sürüklemekte kararlı.

Bir yanda dalga dalga genişletilen operasyonlar, soruşturmalar, kurultay davası sürerken; diğer yanda toplumsal muhalefetin tamamına yönelik hukuksuz gözaltı ve tutuklamalar, baskı politikaları da tam gaz devam ediyor.

Bu politikaların arasında ise rejim, gideceği yolun taşlarını döşemeye girişti. Halkın desteğiyle ayakta kalamayacaklarının farkında olan iktidarın gelecek senaryoları, türlü tuzaklar ve siyaseten kurdukları manevralarla oluşuyor. Devletin bütün gücü de bu senaryolara ilişkin kullanılmak isteniyor.

Dün, rejimin iki ortağından verilen bayram mesajları bu senaryolara ilişkin ipuçları oluşturdu.

CHP’Yİ HEDEF ALDI

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bayram mesajında CHP’yi merkeze aldı. “Ülkemizde ve bölgemizde yaşanan her hadise, partimizin ve ittifakımızın dayanışmasının önemini bizlere hatırlatıyor” diyen Erdoğan, şöyle konuştu:

“Sadece son iki haftada ana muhalefet cephesinde şahit olduğumuz tartışmalara bakmak bile sorumluluklarımızın ne kadar ağır, görevimizin ne kadar mühim olduğunu anlamak için ziyadesiyle yeterlidir. Daha bir yıl öncesine kadar seçimlerde bol keseden vaat dağıtanlar, bugün en basit belediye hizmetlerini dahi yerine getiremiyor. Muhalefetin saplandığı popülizm bataklığının şehirlerimizi nasıl bir uçurumun eşiğine getirdiğini hep beraber ibretle takip ediyoruz. Bırakın Türkiye’yi yönetmeyi, ellerindeki üç beş belediyeyi dahi skandalsız, sorunsuz, kavgasız, şaibesiz yönetme becerisi olmayan bir avuç yolsuz siyasetçinin vasalı hâline gelmiş bir zihniyetle karşı karşıyayız. Türkiye’nin ana muhalefet partisinin bu vizyonsuzluktan kurtulması, beceriksizliğe mahkûm ettikleri milyonlarca vatandaşımız gibi bizim de en samimi arzumuzdur.”

KURUCU ANAYASA VURGUSU

MHP Lideri Devlet Bahçeli ise muhalefeti hedef almanın ötesinde eli yükseltti. Bayram sonrasında gelişecek sürece dair mesajlar veren Bahçeli, “Önümüzdeki dönemde, yani bayram sonrasında hazırlanacak olan anayasal çerçevede, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önemli bir görev üstlenmesi suretiyle Türkiye’yi geleceğe hazırlayacak bir çalışmanın başlamasını da arzuluyoruz. Bunu millet olarak da temenni ediyoruz. Yani darbeler anayasası yok edilmeli, millî iradeye dayalı, siyasi partilerin hepsinin düşüncesi alınarak bir kurucu anayasa anlayışı içerisinde yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu kabullenilmelidir.” dedi.

Bahçeli’nin anayasa vurgusuna ise yapılması planlanan değişiklikler eşlik etti. Bahçeli şöyle konuştu:

“Siyasi Partiler Kanunu, üçüncü olarak seçim sistemi gözden geçirilmelidir. Dördüncü olarak da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin daha verimli çalışabilmesi için iç tüzüğü güncellenmeli, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin varlığını herkese hissettirecek bir anlayışa sokulmalıdır. Meclis tartışmalarını da artık Meclis’e yakışır bir üslup içerisinde, karşılıklı anlayış, sevgi ve kardeşlik bağında devam ettirmelerini sağlayacak bir yapıya ulaştırmalarında yarar vardır. Artık bütün siyasi partiler Türkiye için vardır, Türkiye Partisi olmak mecburiyetindedir.”

Erdoğan ve Bahçeli, açıklamalarında “terörsüz Türkiye” vurgularını da tekrarlarken; Bahçeli, “kurucu önder” dediği PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısını “Türkiye’nin teröre son vermesinin bir başlangıcıdır” diyerek tanımladı.

MUHALEFETE SINIR

Erdoğan’ın da hedef aldığı şekilde rejime karşı muhalefet sürdükçe; yolsuzluk, suç örgütü, şaibe suçlamalarının artarak devam edeceği kesin. Toplumda yükselen rejim karşıtlığına karşı iktidarın birincil tehlike olarak kodladığı CHP, bu algılarla duraklatılmaya çalışılacak. Aynı zamanda partinin içerisine yönelik tartışmalar da iktidar eliyle alevlendirilmeye devam edilecek. Ancak tüm bu politikalara rağmen Erdoğan’ın da mutlulukla karşılayacağı üzere, muhalefete kapıyı Bahçeli araladı. “Saraçhane’den çıkıp Ankara’ya gelin” diyerek CHP’ye seslenen Bahçeli, muhalefete nasıl izin vereceklerini ilan etti. CHP’ye biçilen bu rol, yüzünü sola ve sokağa dönen partinin politikalarıyla doğrudan ilişkili. Çünkü uçurumun kenarında dolaşan bu rejimin istemediği en büyük şey, muhalefetin sokaklara erişmesi.

Öyle ki Bahçeli’nin de, Erdoğan’ın da CHP’ye sık sık yaptığı iç cephe ve birlikte olma çağrısından kastettiği de bu. Rejimin muhalefete mesajı da: “İstanbul’u unutun. Ya sokakları terk edin ya da yargının, polisin, devletin elindeki sopaya razı olun.”

SİSTEMİN KALICILAŞMASI

Ne kadar bastırılırsa bastırılsın, muhalefete dair izlenen politikaların yeterli olmayacağı da Saray’dakilerin hesap kitap defterinde kayıtlı. Halka rağmen siyaset yapamayacaklarını iyi biliyorlar. Ancak bu saatten sonra halkın rızasını alamayacaklarını da bizzat 19 Mart’ta sokağa dökülen öğrencilerden, emeklilerden, kadınlardan, çiftçilerden bir kez daha deneyimlediler.  Öyleyse bir süredir ortada duran anayasa tartışması da bu hesapların bir ayağı olduğu çok açık. Bahçeli’nin daha fazla detaylandırdığı şeyin kendisi ayakta kalmanın bir planı.

Ancak Siyasi Partiler Kanunu ve seçim sisteminin değişmesi gerektiğini belirten Bahçeli’nin kastettiği basit bir 50+1 tartışması değil. Üstelik Bahçeli’nin zaten buna karşı olduğu daha önceden biliniyor. 50+1’i tartıştırmanın rejimi tartıştırmak olacağını bilen Bahçeli’nin bahsettiği sistem ve kanun değişikliğinin tek gayesi, bu rejimi kalıcılaştırmanın hukuki ve resmî kılıfının uydurulması.

Bilinçli olarak kullanılan “kurucu anayasa” ifadesi, artık sallanan bir rejimin tamamen kurumsallaşmasını sağlamanın ilk adımları. Biçimsel olarak bunun nasıl sağlanacağı henüz bilinmese bile, Bahçeli ve Erdoğan önümüzdeki ilk seçimlerde kendilerinin kazanmasının garanti olacağı bir sisteme bütün ülkeyi razı etmeye çabalayacaklar.

İTTİFAKI GENİŞLETMEK

Öte yandan bu planın işlemesi için AKP ve MHP ortaklığı da artık yeterli değil. Rejimin kendi yanında yöresinde yer alan ittifakını genişletmesi planlarının işlemesi için elzem. Ortadoğu’nun yeni dizaynının yansıması olarak şekillenen “barış süreci” de rejim açısından otoriterleşmenin kalıcılaşması için bir pazarlık başlığı. Bahçeli’nin “kurucu önder” hitabıyla Öcalan’ı işaret ettiği siyaset, Kürt hareketine kancayı takmaya çabalayan rejimin istediklerini yansıtıyor. Saray’dan çizilen yeni dönem hikâyesi ile Bahçeli’nin “bütün partiler Türkiye için vardır” sözleri de rejim ittifakının genişletilmesi olarak ortada duruyor. Kürt hareketi açısından denklemler her ne kadar farklı olsa da rejim, o denklemler içerisinde kendisinin işine geleni açmaya çalışacak.

TAMAM MI, DEVAM MI?

Saldırılar, hukuksuzluklar, yargının bağımsızlığının ortadan kaldırılması bir yana; rejimin bekası için oluşturulacak yeni anayasa, seçim sistemi, Siyasi Partiler Kanunu bir yana…

Saldırılara karşı başta CHP olmak üzere iyi bir sınav verildi. Ancak Bahçeli’nin de Erdoğan’ın da bayram sonrası diyerek işaret ettiği üzere artık sadece bu yanıtlar muhalefete yetmeyecek. Hatta tüm bu gelişmeleri alt alta sıralarsak, muhalefet güçlerinin açık bir şekilde cevap vermesi gereken bir soru çıkıyor ortaya: Tam anlamıyla kurumsallaşacak bir otoriter rejime razı gelecek miyiz, yoksa gelmeyecek miyiz?

Bu soruya “hayır” diyen tüm muhalefet güçlerinin bundan sonra hayatın her alanında rejime karşı kora kor bir mücadeleyi yükseltmekten başka şansı kalmadı.

Önümüzdeki günlerde iktidarın birçok alandaki saldırılarına karşı mücadeleyi derinleştirmek, bir araya geliş zeminlerini çoğaltmak, rejime karşı yeni ve yaratıcı pratikleri örmek; bu soruya karşı verilen en güçlü yanıtlardan biri olacak.

Öncü Durmuş / BİRGÜN

Çekilmemiş fotoğraflar -Gökçer Tahincioğlu /T24-

Keşke bir çocuk gibi, hiç ölmeyeceğine olan inancım yaşayabilseydi… Bitlis’te büyüyen o küçük ve cesur çocuk olarak anımsayacağız seni…

1968 Türkiye Kupası Diyarbakırspor - İzmirspor maçında Nazmi Tahincioğlu, Diyarbakırspor’un galibiyet golünü atarken

Yoğun bakımda, konuşabildiğin son anlardan birinde Fenerbahçe-Beşiktaş maçını sorduğunda, ölmeyeceğinden, hep söylediğin gibi “yaşayacağından” o kadar emindim ki yalan söyleyemedim.

Her zamanki gibi, Fenerbahçe’nin hocasına sallayıp, gözünü kapattın sessizce. Keşke Fenerbahçe’nin kazandığını söyleseydim dedim içimden…

Ama hep kaybediyorduk yıllardır değil mi baba?

***

Ne uzun bir Mayıs’tı…

Yine uzun bir mayısta kopan o büyük kasırgadan sonra hayat bütün anlamını değiştirmiş sadece hayatta kalmaya çalıştığımız günlerden ibaret hale gelmişti.

Fırtınadan geriye kalanları toplayıp, derme çatma da olsa bir yuva kurmaya çalışmak güç. Ama bir damla yağmurda perişan olanlara ne büyük rüzgarlarla boğuştuğunu anlatmak daha da güç.

Ilık bir rüzgârın, serin bir ikindinin kıymetini ve güzelliğini…

***

İşte baba, belki de bu yüzden, aslında sadece bu yüzden, bir dönem dolup taşan, iki dakika rahat nefes almaya fırsat bulamadığın odanın duvarına ilk iş, “acırsan acınacak hale düşersin” yazılı çerçeveyi asmıştın da o zaman nedenini anlamamıştım.

Çok sonraları, yanındaki kalabalıktan artık eser kalmadığında, o odayı boşaltmak zorunda kalırken, kendini büyük harflerle uyarmanın anlamını kavramıştım.

Kendine yaptığın o uyarıyı hiç dinlemediğini de…

***

Ama hayat böyledir değil mi?

Günün sonunda yanında kalan üç beş kişi ve onların senin hakkında bildikleridir hayat dediğin.

O sayının senin için çok daha fazlası olduğunu senden sonra arayan soranlardan, ağlayan gülenlerden, gelenlerden gidenlerden görebilirdin aslında.

İnan, tam da olması gerektiği gibiydi Nazmi Hoca…

Ne eksik ne de fazla…

***

1940’larda Bitlis’te altı kardeşten biri olarak dünyaya gözlerini açıp, demircilikle ailesini geçindiren babayı henüz 10 yaşında kaybeden bir çocuğun, acının gölgesine sığınmadan, hayatı böylesine doya doya kucaklayarak büyüyebilmesini, bunu nasıl becerdiğini hiçbir zaman anlamadım. Yaşama bu kadar büyük sarılabilmeni.

Hayata buradan başlayıp, yoklukla ve yoksullukla baş edip, geriye sessizlik değil de birkaç cümle bırakabildiğin bir hayatı inşa etmek ancak böyle mümkün olabilirdi.

***

Sen anlattığında, bazen tekrar tekrar anlattığında içimde hep “çekilmemiş fotoğrafları” görme arzusu oluşurdu.

Doyamadığın demirci baban, çıraklık yaparken ateşi körüklemen ve gözüne babanın bin bir yerinden delik önlüğünün takılması, babandan sonra inatla okula devam ederken sarı-lacivert Güzelderespor’da oynamaya başlaman…

Karla kaplı Bitlis’te antrenmandan okula gidip gelirken hastalanman…

Ağzından düşürmediğin öğretmenin Vecihi Timuroğlu’nun seni sırtında doktora yetiştirmesi… Çok sevdiğin annenin altı küçük çocuğa birden yetişmesi…

Van Gölü’ndeki heyecanların…

Biraz da güzelliğini abartarak anlattığın gollerine bütün Bitlis’in sevinmesi…

Hiç çekilmemiş fotoğraflar…

***

Daha çocuk yaşta Diyarbakırspor’a transfer olurken, “üniversiteyi okuyacağım” şartı koşman, Diyarbakır’da “efsane golcü” unvanını kısa sürede kazanman…

Ankara’daki üniversite günlerinden maçlara yetişip, futbolculuğun yanına bir de öğretmenliği eklemen…

İstanbul’a transfer olacakken yoğun bakımda yatmana neden olan sakatlığın…

Futbolculuk günleri bittiğinde hem teknik direktörlüğü hem lise müdürlüğünü hem de  öğretmenliği birlikte yürütmen…

Duymanı isterdim.

“Ne biliyorsam ondan öğrendim” dedi bir öğrencin.

“Hayatımda onun kadar golcü bir santrafor görmedim” dedi bir başkası.

***

Derken, bir anda hepsini, birden tüm bunları geride bırakıp, aldığın iş teklifini kabul edip Bursa’ya gelmen, ardından Ankara’ya taşıman bizi… Ardından öğrenciliğinden bu yana sevdiğin bozkırı bir çocuk heyecanıyla yaşaman…

Ama böyle sıralı ve dümdüz anlattığında eksik kalıyor değil mi?

Çekilmemiş fotoğraflardan bahsetmek yine en iyisi…

Nazmi Tahincioğlu

***

Misal, Kızılay’dan Cebeci’ye yürümenin sadece yürüyenlerin anlayabileceği bir derinlik olduğunu yazdığım bir günün sabahında beni arayıp 60’lardaki Cebeci’yi anlatmıştın.

Az sohbet edip, o anlarda çok anlatan babalar birdenbire sizi şaşırtabilir…

Senin de bir zamanlar genç olduğunu, kendine sakladığın şiirler yazdığını, belki bir kızdan hoşlandığını, iki mısra mırıldanıp telefonu kapattığında anlamıştım.

“Göstermezsen gösterme kendini…

Hiç mi geçmeyeceksin Cebeci Köprüsü’nden…”

Daha geçenlerde, o fırtınanın tam ortasındayken, kendine yazdığın mektupları bulduğumda şimdi kavuştuğun kızından sonraki acını kimseyle paylaşamadığını, belki hakkın olmadığını düşündüğünü anladığım gibi…

Birileri durmadan “kader mahkumlarından” söz ediyor değil mi?

Binbir emekle var edilen hayatların nasıl çalınmış olduğunu zerre dert etmeden…

***

Şimdi çekilmemiş hangi fotoğrafı anlatsam?

Ankara’dan Bursa’ya elinde Altın Kitaplar serisiyle gelişlerini misal…

Hep aynı duvarın üzerine oturup, gelişini beklerken ve nadiren de olsa tam o an geldiğinde bir çocuğun yüzünde oluşan istemsiz gülüşü…

İki çocuk gördüğünde beş dakikada kurduğun sokak maçlarını…

Karne günleri Altıparmak’ta içilen çorbaları, Uludağ’ın Arnavut kaldırımı yollarını…

Asla birbirimizin fikrinden mutlu olamadığımız Fenerbahçe maçlarını…

Bagajında taşıdığın futbol toplarını…

Konuşamadığımız sessiz zamanları…

Daha ilkokulda “mutlaka okuyacaksınız” diye aldığın Rus yazarlarının kitaplarını…

Sonradan anlatınca komik gelen kavgalarını…

Felsefe öğretmeni olduğunun altını kalınca çizerek, herkese ama herkese sınav yapar gibi sorduğun soruları…

Her gün aynı saatlerde arayıp da siyasi yorum yapıp yanıtı dinlemeden kapatmanı…

Anneme, bıktırana kadar aileni övdüğün geceleri…

Kucağında Milliyet gazetesinin manşetleriyle okumayı söktürmeni…

Çetin Altan’la Hasan Pulur’u ne çok sevdiğini…

Olmadığın, olmanı istediğimiz yaz akşamlarını…

***

Öğrencilerin tutamadılar kendilerini, koca koca insanlar hıçkıra hıçkıra ağlayıp, uğurladılar seni çocuk gibi.

Hep 29,5 kalacaktın ve hep öyle kaldın, hep genç kaldığını çok iyi biliyorum, merak etme…

Ama çalınan, hepimizden çalınan hayatı da şimdi yattığın yerden dolayı iyi biliyorum.

Keşke böyle bitmeseydi baba.

Keşke kenarında saatlerce oturup, yenik bir kederle baktığın mezarda uğurlamak zorunda kalmasaydık seni.

Babalık yaptığın onca insan, yokluğunun yanında bir de bu karanlık hikâyeye üzülmek zorunda kalmasaydı.

Sıralı ölüme lafımız olmaz, olamaz değil mi, biliyoruz sıranın bozulduğu bir dünyanın ne anlama geldiğini…

Ama keşke…

Keşke Fenerbahçe bu yıl şampiyon olabilseydi…

Keşke bir çocuk gibi, hiç ölmeyeceğine olan inancım yaşayabilseydi…

Keşke, ılık bir Bursa lodosu, o büyük bahçedeki fotoğraftan, gençliğini ve bizleri alıp bugüne getirebilseydi.

Anımsamak istediği gibi anımsar insan, yapabildiğin kadar geçti bazı günler.

Kuytuya sığınıp büyük hataları, kızgın zamanları gerekçelendirmek bize göre değil.

Bitlis’te büyüyen o küçük ve cesur çocuk olarak anımsayacağız seni…

Ama keşke…

Keşke böyle bitmeseydi…

Ölümü tanımasaydık erkenden…

Sen bir futbolcuydun ve hep öyle kaldın…

Biz de o güzel gollerinden birini attığın zamanlardaki gençlik sevincin gibi kalabilseydik…

Yenildiğimizde bile gülebilmek şansına sahip olabilseydik.

Ölümü tanımadan ölebilseydik baba…

*

İçin rahat olsun… Geriye kalması gereken içinde “değer” taşıyan cümleler bırakmaksa eğer, çok daha fazlasını başardığını anlamayan kalmadı.

Zaten daha fazlası da inan yapılamazdı.

Yine de eksik ve böyle buruk…

Yetim mendillerde kaldı şimdi kederli bayram harçlıkları…

Elveda Nazmi Hoca…

Gökçer Tahincioğlu /T24

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -5 Haziran 2025-

 

KRT’de neler oluyor; görünen ve görünmeyenler…-Candan Yıldız-

CHP’ye yakınlığı ile bilinen kanalın yayın çizgisi zaman içerisinde değişti, çalışanların ücretleri ödenmemeye başladı.

KRT’de çalışanların canı yanıyor.

Bir kanalı var eden; editöründen stüdyo kameramanına, spikerinden yönetmenine kadar, olmazsa olmaz ekip iki aydır maaşlarını alamıyor.

Yemek kartları ise ‘borç’ gerekçesiyle üç aydır iptal.

Eminim “bugün ödenecek, yarın ödenecek” diye diye iki ay geçmiştir.

Bu iki ayın sonunda kanalın sahibi olduğu belirtilen Fırat Bozfırat’ın avukatı çalışanlara gerçeği ağzından kaçırdı. Video sosyal medyaya da yansıdı.

“Ben patron adına durumu tebliğ ediyorum. Ben kandıramam ki daha fazla…”

Demek ki çalışanlar çeşitli bahanelerle iki ay boyunca kandırılmış ! Bir itiraf bu…

Çalışanlar da durumu böyle değerlendiriyor olmalı ki, fiili çalışmama kararı alıyor. Bir tür muhalif görünümlü kalemlerin alerji olduğu ‘grev’e çıkıyorlar.

KRT nereden nereye geldi onu hatırlayalım önce…

Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olduğu dönemde medyadan sorumlu bütün işlerinin başındaki isim Tuncay Özkan’ın bağlantılı olduğu bir kanaldı KRT… Özkan sahibi olmadığını açıkladı ama kanalda Özkan’ın etkili olduğu biliniyordu.

Kılıçdaroğlu, sonuçları ve süreci itibariyle tartışmalı 2023 seçimlerini Cumhurbaşkanı adayı olarak kaybetti. Sonrasında parti içinde ‘değişim’ tartışmaları başladı. Parti 4-5 Kasım’da olağan kurultaya gitti ve Kılıçdaroğlu genel başkanlık yarışından elendi.

Kılıçdaroğlu’na yakın olduğu bilinen KRT’nin kurultaydan bir süre sonra satış devri tamamlandı.

Kanalı satın alan kişinin müteahhit olduğu bilinen Fırat Bozfırat olduğu açıklandı.

Ama Bozfırat’ın görünen patron, gerçek patronun Urfalı bir iş insanı olduğu hep konuşuldu. Hatta Oda TV haberini yaptı ama sonra bulamadım.

Bozfırat’ın ilginç ilişkileri var…

Mesela Mustafa Sarıgül’ün o dönem kurduğu Türkiye Değişim Partisi (TDP)’nde genel başkan yardımcısı olarak görev yapan bir isim.

İşi nedeniyle Ankara’da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı trafiğinin yoğun olduğu konuşuluyor.

Hatta bir anımı paylaşmalıyım burada…

KRT yeni satılmış, eski binasından yeni binasına taşınırken tam yerel seçimlerin arifesi… Kanala konuk olmuştum. O gün bana İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Murat Kurum’un yayına çıktığını, taşınma nedeniyle özel canlı yayın aracı getirildiğini, özel karşılama yapıldığını anlatmışlardı.

Tabii ki bir kanal bütün adayları çıkarır, bunda bir tuhaflık yok.

Kanalın sloganı zaten “Mahallesiz Kanal.”

Osman Gökçek’in Fırat Bozfırat’ın düğününe davetli olduğu da medyaya yansıdı.

Yayın çizgisinin zaman içerisinde değiştiği bariz olarak görülen KRT’nin medya ombudsmanlık görevi yapan Faruk Bildirici’nin yazılarına son verdiğini de hatırlatalım.

Editoryal bağımsızlık konusunda sık sık sıkıntılar yaşandığı da kulağıma geldi.  

Kanalın uzun süredir genel yayın yönetmeni yok.

Genel yayın yönetmenin olmadığı bir kanalın karar mekanizmasının nasıl işletildiği önemli bir soru ve sorun.

Bundan dolayıdır ki kanal çalışanları fiili greve gidince, Fırat Bozfırat apar topar Ankara’dan İstanbul’a geldi.

Çalışanlar adına seçilen kişilerlerle Bozfırat’ın görüşmesi ben bu yazıyı yazarken sürüyordu.

Medya-siyaset ilişkilerinin çıktısının ticari ilişkiler, kar, ihale olduğunu biliyoruz.

Söz konusu çalışanın ücreti olduğunda ödenmeyen ücretler olması bir yazgı değil, olmamalı.

Bu arada KRT çalışanlarına DİSK’ten yemek gönderilmiş. Ve ekrana çıkmaları için bazı isimler ikna edilmeye çalışılmış. Ama çalışanlar fire vermemiş.

Kanal yayın bant yayın olarak devam ediyor.

                                                                /././

İçişleri Bakanlığı açıkladı: 5 CHP'li belediye başkanı görevden alındı

İçişleri Bakanlığı, CHP'li belediyelere düzenlenen operasyon kapsamında İstanbul'da Avcılar, Büyükçekmece ve Gaziosmanpaşa ile Adana'da Seyhan ve Ceyhan belediye başkanlarının görevden alındığını açıkladı. 5 belediye başkanı, İBB'ye yönelik operasyon kapsamında gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı.

                                                         ***

Demokrasi gerilerken, otokrasi yükselirken yaratılan belirsizlik: Türkiye ve ABD -Ercan Uygur-

Otokraside vatandaşa, topluma genellikle yeterli bilgi verilmez. Toplum, verilen bilgiyle yetinmek zorundadır. Bu bakımdan, bilgi talep eden vatandaş da istenmez. İşte enflasyon verilerinin güvenilirliği burada devreye girer...

Konuya dün TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranları ile gireyim. TÜİK’in enflasyon açıklamaları artık iki nedenle özellikle ortalama vatandaş tarafından çok da merak edilmiyor.

Birincisi; sonuçlar, parmak hesabı ile, kabaca önceden tahmin edilebiliyor. Örneğin, Mayıs 2025 için aylık tüketici enflasyonu İTO’ya göre yüzde 2,83; ENAG’a göre yüzde 3,66; TCMB beklenti anketine göre yüzde 2,36 olarak açıklandı.

Belirttiğim parmak hesabına göre, TÜİK tüketici enflasyonu tüm bu oranların altında olacaktı ve yüzde 1,53 ile öyle de oldu. TÜİK enflasyonunun üst sınırını kestirmek bu anlamda kolay, alt sınırını kestirmek daha zor. Burada başka etmenler devreye giriyor olabilir.

TÜİK enflasyon verilerinin daha az merak uyandırmasının ikinci nedeni, bu verilerin güvenilir olmamasıdır. Bu, elbette  birinci nedenle de ilgilidir. Geniş kesimlerin katılımıyla (daha yüksek örneklemle) elde edilen enflasyon beklentileri bu durumu açıkça gösteriyor.

TÜİK veya hükümet ne derse desin, vatandaşın bir yıl sonrası için enflasyon beklentisi TÜİK anketinde hala yüzde 60 dolayında. Başka anketlerde daha da yüksek. Çalışmalardan biliyoruz ki, vatandaşın yaşadığı enflasyon, beklediği enflasyonu yakından etkiliyor.

Enflasyon ve otokrasi

Şimdi otokrasi kavramını hatırlayalım. Otokrasi, siyasi gücün tek merkezde toplandığı yönetim biçimidir. Otokrat, merkezin kendisidir; genellikle bir kişidir, bir grup da olabilir. Bir ülkede demokrasi ne kadar gerilerse, otokrasi o kadar yükselir. Uygur (8 Mayıs 2025).

1) Otokrat, otokrasinin mutlak güç merkezidir, üzerinde etkili bir kontrol, sınırlama yoktur. Muhalefet partilerini ve sivil toplum kuruluşlarını sistem dışına itmeye çalışır. Otokraside anayasa vardır, ancak göstermeliktir, sık sık ihlal edilir, sıkça değişiklik yapılır.

2) Otokratikleşmede yargı anahtar konumdadır. Yargı sistemi otokratın yandaşı olmaya zorlanır. Giderek hukukun üstünlüğü ve güvenilirliği azalır. Hukuk ve adalet yara alınca, vatandaş için güven ve güvenlik sorunları oluşur.

3) Otokraside vatandaşa, topluma genellikle yeterli bilgi verilmez. Toplum, verilen bilgiyle yetinmek zorundadır. Bu bakımdan, bilgi talep eden vatandaş da istenmez. İşte enflasyon verilerinin güvenilirliği burada devreye girer.

Türkiye’de TÜİK’in enflasyonu düşük gösterdiği kanısı çok yaygındır. Enflasyon verilerine güven yoktur. Bu nedenle TÜİK’den bilgiler, açıklamalar istenir. Ancak TÜİK bu bilgileri vermez. Mahkemelere bile başvuru yapılır, sonuç alınmaz.

Bu güvensizliği ve bilgi taleplerini hükümeti/devleti yönetenler dert edinmez, yönetenlerle ters düşmek istemeyenler de dert edinmez. Zaten bilgilerin saklanması yönetenlerin isteğidir. Ortalama vatandaş ise yaşamını sürdürmek için her anlamda kıvranır.

Burada bir kısır döngü var; Türkiye’de kronik yüksek enflasyon yaşanıyor, çünkü otokratik ortamda kamu gelirlerinin ve giderlerinin kontrolü, denetlenmesi çok zayıftır. Dengelenme yoktur, sürekli açıklar vardır. Buna karşılık enflasyon düşük gösterilir, çünkü otokraside vatandaş “düşük enflasyon” bilgisi ile yetinmek zorundadır.

Otokrasi neden yükseldi: Türkiye ve ABD

Yanıt isteyen bir soru şudur; bazı ülkelerde demokrasi geriledi, haliyle otokrasi yükseldi. Bu süreç neden ve nasıl oluştu? Bu soruya yanıt vermek için ABD’yi ve Türkiye’yi örnek ülkeler olarak alalım.

ABD ve Türkiye’yi örnek ülkeler olarak aldım, çünkü bu iki ülke son yıllarda demokrasinin gerilediği ve otokrasinin yükseldiği iki ülkedir.

Daha önce bu köşede verilerle gösterdiğim gibi, Türkiye 2018’den başlayarak otokrasinin en hızlı yükseldiği ülkelerden birisidir. Uygur (8 Mayıs 2025). Gelişmiş ülkeler içinde de ABD, demokrasinin gerilediği, otokrasinin yükseldiği tek ülkedir.

ABD’de otokrasinin Trump’in şahsında yükselmesinin nedeni, ekonominin kronik açıklarla giderek tıkanması, rekabet gücünü ve tek hegemon (emperyalist) ülke konumunu kaybetmesidir. ABD sürekli dış ticaret/cari açık veriyor, sürekli bütçe açığı da gösteriyor.

ABD bu açıklarla uğraşırken, özellikle üretim teknolojisi alanında rekabette geri düşüyor. Bu bağlamda Çin en büyük rakibidir. Bunu gören Trump ve ekibi, önce 2017-2018’de, sonra 2025’te şöyle bir düşünce ile hareket ediyor.   

Gümrük vergilerini arttırarak bir yandan ithalat fiyatını yükseltir, ithalat talebini düşürürüz, diğer yandan vergi gelirlerini arttırırız. İthalat vergilerini arttırmak sorun olmaz, çünkü biz en büyük alıcıyız, monopson gücümüz var.

Böylece hem dış ticaret açığını, hem de bütçe açığını daraltmış oluruz. Bu arada ithalat talebi düşünce, içeride üretilen ürünlere talep artacak, üretimleri yükselecektir. Daha yüksek üretim, daha çok istihdam da yaratacaktır.

Senaryo, iki başka hamle ile tamamlanıyor. Birincisi, mülteci girişlerini durdurmak, var olanların en az bir bölümünü sınırdışı etmektir. Böylece yerli işgücünün istihdam oranı da  hızla yükselmiş olacaktır. İkincisi, sermayenin/kârların vergi oranını düşürmektir. Bu da yatırımları özendirecektir.

Trump’ın bu söylediklerini yapabilmesi için kendi deyimiyle “hızlı karar alıp uygulamaya” ve “engel olanları kenara itmeye” itiyacı vardır. Bu çerçevede itiraz edenleri hain ilan etmeye kadar ileri gitmiştir. Trump bu bağlamda kendisini ABD’nin kurtarıcısı ilan etmiştir. 

Trump böylece ABD’de otokrasiyi hakim kılmış, birçok kurumu çalışmaz hale getirmiş, özellikle yargı sistemine sürekli müdahale eder hale gelmiştir. Uyguladığı politikalar başarılı olmuş mudur? Trump’ın bu aşamada başarısız olduğu bellidir. Başarısızlığının en büyük göstergesi ABD’de ve dünyada yarattığı büyük belirsizliktir.

Bu belirsizliği aşağıda bir endeks ile açıklıyorum. Ama önce Türkiye’ye de bakalım. Türkiye’de ekonomi dış koşulların da yardımıyla ve birkaç sarsıntı dışında 2002’den 2015-2018’e kadar görece iyi seyretmiştir. Ancak 2018’de önemli bir kırılma yaşanmıştır.

ABD gibi Türkiye’nin de kronik dış ticaret ve cari açık sorunu vardır. Çok yüksek olmamakla birlikte kronik bütçe açığı da vardır. Kronik cari açıklar ve birlikte yaşanan kronik enflasyon, Türkiye’de dövize olan talebi hep canlı tutmuş, ülke zaman zaman kur atakları yaşamıştır.

Türkiye’nin de bir dış rekabet sorunu vardır. Yeni teknolojilerle verimlilik artışı sağlayamayan Türkiye, kronik enflasyon ile birlikte dış rekabeti sağlamak için döviz kuru artışlarına mahkum durumdadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunu görmesi gerekir.

Verimlilik artışı sağlanamıyor çünkü hem fiziki yatırım eksikliği hem eğitim eksikliği vardır. Özellikle 2000 sonrasında dini eğitime ağırlık verilirken, teknolojik eğitim çok geri kalmıştır. Bu eğitimi alanlar da çokça yurt dışına gidiyorlar, kendilerine “giderlerse gitsinler” deniliyor.

Sistem böylece tıkanınca, 2015 sonrasında otokratik yükseliş başladı. Otokratik yönelişte yine hızlı karar alma ve uygulama söylemleri etkili olmuştur. Tıkanan ekonomiyi 2018 ve özellikle 2021’den itibaren yeni bir “model” ile açmak için ithalatı caydırıcı, ihracatı özendirici “kredi ve faiz” politikaları girişimleri görüyoruz.

Ancak bu politikalar çare olmadığı gibi, ekonomiyi giderek bir açmaza sokmuştur. Bu açmaz yoğunlaştıkça otokratik yükseliş de hızlanmıştır. 2024 sonlarından ve özellikle 2025 Mart ayından bu yana yaşananlar açmazın ve otokrasinin birlikte seyretmesidir.

Türkiye’de yargıya yapılan müdahaleler ve bilgi akışına getirilen engeller otokrasinin yansımalarıdır ve ekonominin işleyişini daha da bozmaktadır. Bunlar elbette bir çözüm olmayacaktır. Tam tersine, bunlar ekonomiye olumsuz şoklar veriyor.

ABD’de ve Türkiye’deki otokratik ortamda gözden kaçırılan önemli nokta şudur; bu ekonomiler belli bir yapı içindedirler, bazı vergilerle, kredi ve faiz politikalarıyla bu yapı kolay değişemez. Yapısal önlemler gerekir.

Bir otokratın “Ben her şeyi bilirim, yapıyı da hemen değiştiririm” demesiyle yapı değişmez. Katılımcı bir politika oluşturma düzeni gerekir.

Diğer yandan, ABD’de olduğu gibi, Türkiye’de de otokratik uygulamaların, müdahalelerin ve uygulanan politikaların ilk ve önemli etkisi yarattıkları belirsizliktir. 

Otokraside yaratılan belirsizlik

Otokrasilerde karar alma süreci tek kişinin veya dar bir grubun hakimiyetinde olduğu için uygulanacak politikalar konusunda önemli belirsizlikler yaşanıyor. Bu belirsizlikler elbette riskler de yaratıyor.

ABD’de Trump ve ekibinin kararları ile yaratılan belirsizlik tüm küresel ekonomiyi de etkiliyor. Üstelik bu kararlar birbirleriyle ve zaman içinde tutarlı da değiller. Bu tutarsızlıklar da belirsizlikler ve riskler ortaya şıkarıyor.

Bu bağlamda bakabileceğimiz bir gösterge, ABD ve belli başlı ülkeler için oluşturulan “Ekonomi Politikaları Belirsizlik Endeksidir.” Şekil 1’de 2024 yılının tümü ve 2025 Mayıs ayına kadar ABD için oluşturulan aylık belirsizlik endeksi değerleri yer alıyor.

Kaynak: Baker, Bloom ve Davis (2025)

Şekil 1’de görülen şudur. ABD’de 2024 Kasım ayına kadar istikrarlı bir politika belirsizlik endeksi var. Bu endeks, 2024 Kasım ayında Trump’ın seçimi kazanması ile birlikte bir sıçrama gösteriyor.

Ancak endeksteki asıl sıçrama Trump’ın Ocak 2025’te başkanlık koltuğuna oturması sonrasında görülüyor. Endeks, Şubat – Mayıs döneminde 2 kattan fazla sıçrıyor. Şunu söyleyebiliriz: Trump’ın kararları ve uygulamaları ekonomi politikaları belirsizliğini önemli ölçüde arttırıyor.

Bir politika belirsizlik endeksi Türkiye için de var. Ancak bu endeks 2024 yılı sonuna kadar geliyor ve üç aylık. Yani, son aylarda yaşanan otokratik kararları içermiyor.

Peki otokratik yükselişi durdurmak ve daha çok demokrasiye ulaşmak için ne yapmak gerekir? Bu soruya yanıt, başka bir yazının konusu olacak. 


Kaynaklar

Kaynak: Baker, Scott, Nicholas Bloom ve Steven J. Davis (2025) “Measuring Economic Policy Uncertainty” www.PolicyUncertainty.com

Uygur, Ercan (8 Mayıs 2025) “Türkiye ve ABD’de otokrasi”, https://t24.com.tr/yazarlar/ercan-uygur/turkiye-ve-abd-de-otokrasi,49802

                                                                   /././


DEVA Partisi lideri Ali Babacan: Sanal bahis ve kumar oynatan firmalar, şahsen Cumhurbaşkanı’nın tanıdığı, bildiği insanlar -Tolga Şardan-

"Hükümet, ‘yasa dışı kumarla, yasa dışı bahisle mücadele ediyorum’ diye bir başlık altında sunuyor. Ama bir de bunun yasal olanı var, devletin resmen izin verdiği var. Sanal bahis konusunda Türkiye’de yetkilendirilmiş altı şirket var. Öyle bir dönemdeyiz ki, sanal kumar / sanal bahisten parayı koyacak yer bulamayan çetenin banka satın almasına BDDK izin vermiştir. Yetmiyor, BDDK, bunun arkasındaki ödeme sistemlerine de izin veriyor"

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, bir grup gazeteciyi partisinin genel merkezinde konuk etti.

Davetin gerekçesi, Kurban Bayramı öncesinde siyasette boğulan gündemden uzaklaşıp farklı konu başlığında farkındalık yaratmaktı.

Babacan’ın tercihi; son dönemde özellikle gençler arasında büyük rağbet gören yasal ve yasadışı sanal bahis / sanal kumar faaliyetleri ile madde bağımlılığı konusuna dikkat çekmekti.

DEVA Partili lideri, “Türkiye’nin gündemi o kadar yoğun ki ve bu gündem hepimizi o kadar meşgul ediyor ki, asıl büyük açılan sosyal yaralar, toplumsal sorunlar gözden kaçabiliyor” diyerek sohbete başladı.

Fazla yorum yapmaksızın Babacan’ın açıklamalarını özet şeklinde doğrudan aktarayım.

Yaygınlaşan yoksulluk: Büyük yaygınlaşan yoksulluk var. Şimdi Türkiye, genel anlamda daha yüksek refah seviyelerini yaşadı. İnsanlar, otomobile, eve daha kolay ulaşabileceği dönemleri yaşadı. Ama ardından arka arkaya yaşanan ekonomik krizler, Türkiye’nin yaşadığı refah seviyesinin altına düşmesine sebep oldu.

Gençlerin kaygısı: Özellikle gençlerimizin ekonomik sorunları kolay kolay düzelmeyecek. Türkiye’nin yeniden yükselişe geçmeyeceğiyle ilgili çok derin bir kanaat var. Bu derin kanaat, onları çok mutsuz ediyor ve umutsuzluğa sürüklüyor aynı zamanda. Çünkü belli bir yaş aralığındaki gençlere baktığımız zaman, Türkiye’nin son on yılında ekonomiyle ilgili sorunlar bir türlü çözülemediği için ‘hep böyle gidecek. Galiba bu ülke hiçbir zaman düzelmeyecek. Galiba ben bu ülkede hiçbir zaman arzu ettiğim nitelikte bir iş bulamayacağım’ kaygısı özellikle gençlerde bir içine kapanmayı, bir ümitsizliği beraberinde getiriyor.

Gençler ev genci oldu: Şöyle bir baktığımızda şu andaki gençlerimizin yaklaşık yüzde 27’si ne eğitimde ne de işte. Okulda da değiller, ama işte de değiller. Asıl istatistikleri, dünyada en çok dikkat etmesi gereken dolayısıyla iş aramaktan artık ümidini kesmiş, iş aramayan ama ailesinin mecburen yanında yaşayan “ev genci” dediğimiz bir toplum kesimi oluştu. Çünkü bu gençlerimiz, geceleri daha ağırlıklı ekran bağımlılığıyla vaktini geçiren, ama gündüz dinlenmeyi tercih eden, biraz da anne babasıyla aileyle çok da muhatap da olmak istemeyen gençler maalesef.

TÜİK’in rakamları: TÜİK’in rakamlarına ne kadar güveniriz ne kadar güvenmeyiz o ayrı bir tartışma konusu. TÜİK’in rakamlarına bile baktığımızda barınma enflasyonu yüzde 67, eğitim enflasyonu yüzde 71. Bunlar en temel ihtiyaçlar. Barınma, konut, kira gerçekten çok çok pahalı artık. Bu evlenme sayılarının azalması, hatta doğan bebek sayılarının azalması da bu barınma maliyetiyle çok çok alakalı. Genel anlamda umutsuzluk.

Evlenmeler erteleniyor: Genel anlamda ama özellikle bu artan maliyetler, gençlerimizin evlenmesiyle ilgili kararlarını ertelemesine sebep oluyor. Evlenen gençlerimizin de çocuk sahibi olmasıyla ilgili hem zamanla hem çocuk sayısıyla çok çok tereddütte bırakıyor. Bakıyoruz, Avrupa’da sekiz ülkede doğurganlık hızı bizim üzerimizde. Gelişmiş ülkeler için hep şöyle bir ifade kullanıyoruz; zengin olan zenginleşen ama yaşlanan nüfus. Türkiye’de maalesef zenginleşemeden yaşlanan bir nüfus olacak. Ekonominin iyi olduğu dönemlerde hem evlilik sayısı artmıştır. Hem doğan çocuk sayısı artmıştır. Krizlerde hem evlilik azalmıştır. Hem doğan bebek sayısı azalmıştır.

Helal kazanç unutuldu: İşsizlik, umutsuzluk, ev gençleri ve aynı zamanda Türkiye’de helalinden para kazanmanın çok zorlaşması, yani alın terinin, helal kazancının artık anılmaması, pek eskisi kadar değer bulmaması bu da son derece önemli. Bizim kültürümüzde helal kazanç diye bir kavram var. Bunun değeri kalmadı maalesef bir ülkede. Yani kim fırsatını bulup şöyle ya da böyle para kazansa, ‘bak görüyor musun, işini biliyor’ ifadesi kullanıyor. Bu fırsat eşitliğinin olmaması, fırsat eşitliği ile değil de torpille, kayırılmayla, bir şekilde belediyelere ya da hükümete yakın olarak kolay para kazanma, yaygınlaşması, fırsat eşitliği içerisinde helal kazanç mücadelesi denen vatandaşlarımızın da umudunu çok karartıyor.

Sanal bahis / sanal kumar: Bütün bunların getirdiği bir sonuç olarak sanal bahis meselesi çok çok yaygınlaşmış durumda toplumda. Hükümet, ‘yasa dışı kumarla, yasa dışı bahisle mücadele ediyorum’ diye bir başlık altında sunuyor. Ama bunu oynayanlar açısından yasa dışıyla yasal olan arasında bir fark yok. İkisi de aynı sosyal neticeyi oluşturuyor. İkisi de aynı sosyal şartların sonucu ve toplumda açtığı yaralar, benzer yaralar fark etmiyor oynayanlar açısından.

Mücadele hep yasa dışıyla. Ama bir de bunun yasal olanı var, devletin resmen izin verdiği var. Mesela yasal olanların ekranına bakıyorsunuz, bir de yasa dışında olanların ekranına bakıyorsunuz. Oyun, aynı oyun. Oynayanlar açısından fark etmiyor ki. Oynayanlar açısından o da sanal kumar, bu da sanal kumar. Sanal bahis konusunda Türkiye’de yetkilendirilmiş altı şirket var. Sanal kumar konusunda da bir firma. Ama onda da dağıtım altında verilen başka izinler var.

14 Mart’ta yapılan operasyonda bu sanal bahis / sanal kumar çetesinin, işi o kadar büyüttüğünü, adeta parayı koyacak yer bulamadığı için bir banka satın aldığını öğrendik hep beraber. Banka satın almak çok ciddi bir iştir. Öyle bir dönemdeyiz ki, sanal kumar / sanal bahisten parayı koyacak yer bulamayan çetenin banka satın almasına BDDK izin vermiştir. Yetmiyor, BDDK, bunun arkasındaki ödeme sistemlerine de izin veriyor. Ödeme sistemi de çok ciddi bir iştir. Şimdi bunun kime izin verilir, kime izin verilmeyecek çok hassas terazilerden geçmesi gerekir.

BDDK’nın denetleme gücü var: Ve, her iki yöntemde de dikkat edin, hükümetin yaptığı bir şey yok. Yargı harekete geçiyor. Yargının kolluğa verdiği talimatla başlatılan operasyonlar. Halbuki bunların denetlemesiyle ilgili BDDK’nın denetleme gücü var. Denetlemesi lazım.  Devletin diğer ilgili düzenleme ve denetleme kurumlarının düzenleme yetkisi var, daha yargıya gelmeden önce. Hükümetin bu izinleri verdiği gibi izinleri iptal etme yetkisi var. Hükümet niye harekete geçmiyor? İnanın, tamamen bir sahipsizlik var, bir kontrolsüzlük var. Rakamlar çok çok büyümüş durumda. Özellikle vurgulamaya çalıştığım şu; evet yasa dışıyla tabii ki hem idarenin yani hükümetin mücadele etmesi gerekiyor. Yargının da mücadele etmesi gerekiyor.

Kumarhaneler neden kapandı?: Eğer toplumsal yaraysa, eğer bu bağımlılık gerçekten kötü bir şeyse, 1998’de Türkiye’de kumarhaneler bunun için kapatıldıysa, peki yıllar sonra siz niye bu işi bu kadar kolay hale getiriyorsunuz? Niye yasal ve kolay erişebilir hale getiriyorsunuz? Niye her bir cep telefonu içerisinde bir kumarhane açıyorsunuz? Şimdi her bir cep telefonu içerisinde kumarhane var. Şifreyi bilen, 18 yaşının üzerinde olmak zorunda değil. Şifreyi bildiği anda 18 yaşının altına da girebilir. Yüzlerce kumar makinesi var. Madem, kumar büyük bir toplumsal yara. Madem, 1998’de bu yasaklandı, yasakları kolayca ulaşılabilmesi engellenir.

Nas ayetinde kumar da var: İnsanlar gidip kolayca ulaşmasın diye kumarhaneleri kapatan bir ülkede, bu kadar kolay bir kumara ulaşmak, bu kadar kolay bir şekilde sanal başlıkta sanal kumara ulaşmak gerçekten bu hükümetin söylemleriyle de tam ters düşüyor. Tam ters düşüyor. Sayın Erdoğan ne diyor? Faizden bahsederken ‘Nas var’ diyor. Ama o ayete baktığımızda, aynı ayette kumar da geçiyor. Yani sadece faiz değil kumar da geçiyor. Peki bir yandan ‘nas var’ deyip ‘faizle ben mücadele edeceğim asla vazgeçmeyeceğim’ diyor ama kumardan hiç bahsetmiyor.

Bizzat tanıdığı firmalar: Kendi isim verdiği ve bizzat tanıdığı firmalarla oynatılıyor. Tek tek bildiği firmalar o altı tane sanal bahis lisansları. Sahibi olan firmalar da tek tek şahsen bildiği insanlar. Bu bir tane lisans verdiği sanal kumar oynatan da şahsen bildiği tanıdığı insanlardan. Burada büyük bir çelişki de var. Yani muhafazakarlık iddiasıyla yönetimde olan, dinimizin kutsallarını sürekli günlük siyasetle ifade eden bir iktidarın döneminde sanal kumar / bahis sitelerin bu kadar yayılması gerçekten büyük bir büyük bir tezat. Hiçbir tutarlılığı da yok açıkçası.

Uyuşturucu kaçakçılığı: Uyuşturucu bağımlılığında Türkiye, maalesef dünyada uyuşturucu ticaretin çok önemli bir merkezi haline geldi. Bu yanlış. ‘Bu işte para var. Birileri para kazanıyor. Bu paraları biz niye başkalarına kaptıralım? Bir de para kazanıyorsa bu para ya Türkiye kazansın’ demek yanlış. Hükümeti uyarıyorum. Yanlış. Çünkü bu işin trafik merkezi haline geldiğiniz zaman 86 milyon nüfusunuz buna kolay erişir. Kolay ulaşır. Yani Latin Amerika'da bir uçağa el konuluyor. İçinden uyuşturucu çıkıyor. Nereden geliyor? Nereye gidiyor? Türkiye. Akdeniz’in sahilinde bir gemiye el konuluyor. İçinden uyuşturucu çıkıyor. Nereden geliyor? Nereye gidiyor? Türkiye.

Ne kadar denetleniyor, emin değiliz: Biz öncelikle yasakçı bir zihniyetine karşıyız. Toplumsal zararları, bireysel zararları konusunda çok açık tespit edilen hususlarda da devletin ulaşmayı zorlaştırma gibi bir görevi var. Tam da bahsettiğiniz gibi izin verme ve denetleme izinsiz yapanlara karşı yaptık. Mesela illaki olacaksa çeşitlerini sınırlı tutarsın. Bir de arkasındaki bunların algoritmaları çok önemli yani. Bunlar ne kadar denetleniyor, sanal olanı bile ne kadar denetleniyor emin değiliz. Yani ama siyasi iradenin yapacağı iş var. Siyasi irade kural koyacak. Kurumları güçlü tutacak. Ve çok geniş bir siyasi çerçeve çekecek. Az önce bahsettiğim gibi sanal kurma, sanal bahis konusunda bir çerçeve çekecek. Bu çerçeve de düzenlemeyle olacak. Ondan sonra karışmayacak siyasi irade.

İmtiyaz ihaleyle verilir: ‘Ben bu sanal bahis izni de bu arkadaşıma vereyim, öbürüne vermeyeyim, o para kazansın.’ Şimdi hükümetler bunu seviyor ama yanlış işler. Burada da fırsat adaleti olması lazım. Fırsat eşitliği olması lazım. Mesela tek bir sanal kumar firmasına izin verildi. Bu bir lisanstır. Bu bir ayrıcalıktır. Bu bir imtiyazdır. Ve, bu imtiyaz bedava verilmez. Böyle bir imtiyaz vereceksen, dersin ki ‘ben böyle bir imtiyaz vereceğim.’ Tanımlarsın. İhaleye çıkarsın. Kim daha çok para verirse, devlete ona o imtiyazı sağlarsın. ‘Hiçbir karşılığı almadan, hiçbir bedel almadan sana bu izni verdim’ Böyle bir şey yok. Olmaz. Yanlış.

Spor camiası içinde: Karışık bilgiler geliyor. Maalesef, spor camiasını da biraz içine çeken. Oradaki bazı kirli ilişkilere de bir bakıma yol açan. Böyle karışık ve kirli bilgiler geliyor. Buradaki paraya teknik olarak kayıt dışı diyemiyoruz. Çünkü paranın hepsi elektronik ortamda dolaşıyor. Kayıtlı para. Yasa dışısı da var. Şimdi yasa dışısında bile üniversite öğrencilerinin banka hesapları kullanılıyor. Yani kayıt dışı dediğimiz nakit daha çok o gayrimenkul ile alakalı. Gayrimenkul ile alakalı.

Halil Falyalı konusu: Konu, aslında sadece orada kalmadı, birkaç hafta önce Hollanda’da bir infaz gerçekleşti. Hepsini beraber, evet. Bu olanları hayretle izliyorum. Çünkü bu olanlarla ilgili Türkiye içerisinde bağımsız bir yardım süreci işliyor mu işlemiyor mu bilmiyorum mesela. Bu kadar değil mi? Dünya her yerden oynuyor artık. Bütün dünyaya afiş olmuş konular bunlar. Sadece kendi içimizdeki meseleler değil. Avrupa’nın ortasında infazlar yapılıyor ve bağımsız bir yardım süreci işliyor mu işlemiyor mu bilmiyorum. Yani bu konunun muhatabı olan, bu konuyla ilgili bir sürü isim var. Ama onlardan kamuoyunun tatmin edici açıklamalar, izahlar geliyor mu gelmiyor mu bilmiyorum.

                                                                  /././

Bilmek ve anlamak arasındaki fark -Mine Söğüt-

Sokakların gücünden, muhalefetin enerjisinden ve güzel günler göreceğimizden emin olamaktan vazgeçelim...

Sorunlu durumları görüyoruz, biliyoruz ama bu olan biteni anlamamıza yetmiyor.

Anlamak için meseleyi her açıdan düşünmek, taraf olmadan analiz etmek ve çıkan sonucu kişisel beklentilerimizden bağımsız bir şekilde değerlendirmek gerekiyor.

Gerçeği anlamak değil kendi fikrini, inancını doğrulamak için düşünen insanın kararları ve tercihleriyle dönen şu dünyada şikâyet edilen düzenin aynı zamanda şikâyet edenler tarafından inşa edildiği paradoksunu masaya yatırmadığımız sürece başka bir dünya hayal edemeyiz.

Mevcut gündemden yola çıkarsak… Hadi, İzmir meselesine bir bakalım.

Uzun uzun sendikanın niyetini tartışalım. Belediyenin tavrını sorgulayalım.

Kimimiz “Bu bir hak hukuk ve eşitlik meselesidir” desin kimimiz olayı “İzmir Belediyesi’ne karşı bir iktidar provakasyonu” olarak değerlendirsin.

Kimimiz belediye başkanını ve CHP’yi yuhalasın, kimimiz sendikalı Kürtlere “O zaman git o maaşı DEM partili belediyeden iste bakalım veriyor mu?” desin.

Sendikaya küfredenlerimiz de olsun, onlara methiyeler düzenlerimiz de. Birileri sendikadan istifa etsin, birileri belediye başkanına 'grev kırıcı' diye hakaret etsin.

Bu arada Kemal Kılıçdaroğlu’nu da tartışalım. Yeniden partinin başına gelmeye çalışacak mı çalışmayacak mı? Şerefli mi şerefsiz mi? Böyle bir şeye izin verir miyiz vermez miyiz?

Bu arada AK Parti'nin sinsiliği, DEM’in gizli niyetleri, MHP’nin hesapları üzerine akıl yürütelim.

'Kanal İstanbul’u yaptırmayız' diye sokaklara dökülelim. “İstabul Sözleşmesi yaşatır” diye sloganlar üretelim. “Gezi onurumuzdur” diye ısrar edelim. Eylemci gençlerin cesaretiyle övünelim. Ve ısrarla güzel günler göreceğimizi söyleyelim.

***

Başımıza gelenlerin adını tam olarak koymadıkça ne o hayal ettiğimiz güzel günleri görebiliriz ne de bu gemi azıya almış hukuk tanımaz iktidarı alaşağı edebiliriz.

Umudu kaybetmemek adına kendimizi yeterince kandırdık. Ve gasp edilen hukuku hukuksuzların elinden nasıl geri alacağımızı hala bilmiyoruz.

Seçim olacak, o seçimleri kazanacağız, sonra devletin içine sızmış karşı devrimcileri ayıklayacağız, suçluları yargılayacağız, hukuku toparlayacağız, üniversiteleri kurtaracağız, medyayı bağımsızlaştıracağız, sağlığı toparlayacağız, ekonomiyi düzenleyeceğiz, dış ilişkileri baştan kuracağız, iç ilişkilerde sulhu sağlayacağız…

Bu mu hedefimiz?

Muhalefetin kahraman olarak parlattığı kimsenin kahraman mahraman olmadığını defalarca deneyimlememişiz gibi.

Şu kaotik durumda bile yanlış nedir, doğru nedir anlaşamadığımızı görmüyormuşuz gibi.

İktidarın ekonomik çöküş, iç hesaplaşmalar, ayyuka çıkan yolsuzluklar ya da kirli ilişkiler yüzünden tahtının sarsılmadığını anlayacak kadar tecrübe yaşamamışız gibi.

Her şeyin satılık olduğu bir dünyada epeyce para eden bu toprakların üzerine özenle kurulmuş bir cumhuriyetin başına gelebilecek ne varsa sırasıyla tek tek geldiğini idrak edemiyormuşuz gibi.

***

Cumhuriyet kendisini hukukla koruyamadı. Ama karşı devrimciler cumhuriyeti gasp ettikleri bir hukukla etkisiz hale getirmeyi becerdiler.  Ve biz hala ipteki cambazı seyrediyoruz. Muhaliflerini seri bir halde tutuklamaya başlayan ve üstüne üstlük bunu bir de görsel şova dönüştüren bir iktidar…

Bu duruma alkış tutan, tezahürat yapan bir basın...

Olan biteni öğrenilmiş bir çaresizlikle seyreden ve sıranın bundan sonra kimde olduğuna dair bahis oynamaya geçen insanlar…

Çocuklarını ülkeden kaçırmaya çalışan ebeveynler…

Yarınını göremeyen işçiler, memurlar, emekliler…

Ve belli ki bir daha asla demokratik bir seçim yüzü göremeyecek olan bir ülke.

Elimizdeki kartlara doğru dürüst bakmadan kurduğumuz tüm oyunların boşa gideceği aşikâr.

Muhalefetin dilini bile kendi lügatından seçtiği kelimelerle oluşturan bir iktidarın elinde oyuncak olduğunu görmeyen bir isyan, aslen boyun eğiştir.

Kendi özgün ve beklenmedik, sarsıcı ve tekinsiz dilini oluşturamayan ve iktidarın pervasızlığını zerre kadar dizginleyemeyen muhalefet de aslen dilsizdir.

Geldiğimiz oyunlar ve kuramadığımız oyunlar arasında sıkışıp kalmış bir öfkeyle birbirimize saldırdığımız şu günlerde… Lütfen artık “Bugün seçim olsa hiç oy alamazalar…” demesin kimse. Bu düzeni gençler değiştirecek diye çocuklara yüklenmeyi bıraksın herkes. Sokakların gücünden, muhalefetin enerjisinden ve güzel günler göreceğimizden emin olamaktan vazgeçelim.

İşçi ücretleri önemlidir. Sendikaların talepleri kıymetlidir. İşverenin sorumlulukları nettir. Yine de bunları tartışırken sadece sonuçtan yola çıkarak bir hükme varamayız. Olayı bu noktaya getiren sürece de mercek tutmak gerekir. Hangi tarafta olursak olalım tuttuğumuz tarafın niyetlerini ve tutumlarını adil bir şekilde okumaya çalışırsak toslayacağımız şeyler hiçbirimizin hoşuna gitmez.

Ama gördüklerimizle yüzleşmek ve itirazı o temelden yeniden yükseltmek, hareketin topa olduğu bir ahlakta hep birlikte diretmek köprüden önceki son çıkış olabilir.

Gerçekten o köprüden çıkmak istiyorsak tabi…

                                                                   /././

T-24


Öne Çıkan Yayın

halkTV "Köşebaşı" -23 Kasım 2025-

 İddianamedeki ‘sır’ avukat: Baskı kurdu tehditle ifademi organize etti -Bahadır Özgür-  İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı İB...