İddia: Fahrettin Altun görevden alındı, İletişim Başkanı Burhanettin Duran oldu -Evrensel- 9 Temmuz 2025-

İddia: Fahrettin Altun görevden alındı, İletişim Başkanı Burhanettin Duran oldu

TV 100 yazarı Fuat Uğur, İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un yerine Burhanettin Duran’ın atandığını öne sürdü. Duran, hazırladığı raporla   gazetecileri fişleyen SETA'da Genel Koordinatörlük yapmıştı.


TV100 yazarı gazeteci Fuat Uğur'un iddiasına göre, İletişim Başkanı Fahrettin Altun görevden alındı ve yerine Dışişleri Bakan Yardımcısı Burhanettin Duran getirildi. Duran, 2019 yılında hazırladığı raporla gazetecileri fişleyen SETA'da, 2014-2024 yılları arasında 

Genel Koordinatörlük yapmıştı.

Uğur, sosyal medya platformu X hesabından yaptığı paylaşımda Dışişleri Bakan Yardımcısı Burhanettin Duran’ı tebrik etti. Paylaşımda “Yeni İletişim Başkanı olarak Burhaneddin Duran hayırlı olsun. Tebrik ederim. @burhanduran” ifadeleri yer aldı.

Hükümetten henüz bir açıklama yapılmadı.

İletişim Başkanlığı 24 Temmuz 2018 tarih ve 30488 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararıyla kurulmuştu. 25 Temmuz 2018’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, kurumun başkanlığına dönemin Sabah gazetesi yazarı Fahrettin Altun’u atamıştı.

Burhanettin Duran kimdir?

Eski Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Duran'ın yeğeni olan Burhanettin Duran, 1971 yılında Adapazarı ilçesinde doğdu. Lise eğitimini 1989 yılında tamamladı. 1991 yılında Sakarya İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneğinin (SİMDER) kurucuları arasında yer aldı. 1993 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 

1994 yılında Bilkent Üniversitesi'nde yüksek lisansını tamamladı. Yüksek lisans eğitimi sırasında Bilkent'te araştırma görevlisi olarak çalıştı.

1993-2001 yılları arasında Sakarya Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 2001-2009 yılları arasında Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2006 yılında Sakarya Üniversitesinde doçent oldu. 2006–2009 yılları arasında Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı olarak görev yaptı. 2009 yılında İstanbul Şehir Üniversitesine geçti. Burada Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı olarak çalıştı.

2013 yılında AKP'nin düşünce kuruluşu Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfının (SETA) İstanbul ofisinin ilk koordinatörü oldu. Daha sonra yerine Fahrettin Altun getirildi. Duran, 2014 yılında Ankara'ya taşındı ve 2019 yılına kadar SETA'nın Genel Koordinatörü oldu.

SETA'nın fişleme raporu

SETA tarafından Temmuz 2019'da hazırlanan “Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları” başlıklı raporda BBC Türkçe, DW Türkçe, VOA, Sputnik Türkiye, Euronews Türkiye gibi uluslararası yayın kuruluşlarında çalışan Türkiyeli gazeteciler, yaptıkları haberler ve sosyal medya paylaşımları üzerinden hedef gösterilmişti. Raporda Evrensel, Birgün, Yeni Yaşam, T24, Bianet, Gazete Duvar gibi pek çok yayın kuruluşuna ait haberlerin sosyal medya üzerinden paylaşılması da suç olarak gösterilmek istenmişti.

Burhanettin Duran’ın ‘takdim’ yazısıyla duyurulan ve İsmail Çağlar, Kevser Hülya Akdemir, Seca Toker tarafından kaleme alınan rapora basın meslek örgütleri ve siyasiler büyük tepki göstermişti.
                                                         ***

SETA raporundan Şardan'ın tutuklanmasına giden yol -Fatih Polat-

Bu topraklarda basın üzerindeki baskıların tarihinin cumhuriyet dönemi öncesine uzandığı biliniyor. Bugün açısından ise, önceki iktidarlar döneminde de devletin politik tercihlerine bağlı olarak hedefte olan Kürt basın emekçileri ile genel olarak ‘muhalif medya’ (Biz aslında her basın kurumunun kendi adıyla tanımlanmasının daha isabetli olduğunu düşünüyoruz) diye sınıflandırılan alanın kapsamının daha da genişletildiği bir dönemdeyiz.
Bu dönem açısından, 2019 yılının temmuz ayının ilk haftasında Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Duran’ın ‘takdim’ yazısıyla duyurulan ve İsmail Çağlar, Kevser Hülya Akdemir, Seca Toker tarafından kaleme alınan ‘Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları’ başlıklı 202 sayfalık rapor bir işaret noktası oluşturuyor.

AKP iktidarı açısından Kürt sorununa dair olarak gündemleştirilen ve geniş bir medya desteğine ihtiyaç duyulan ‘açılım’ sürecinin sonlandırıldığı ve 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin bastırıldığı dönemin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dillendirilen ‘yerli ve milli’ siyaset söylemi, buna uygun bir ideolojik sürecin inşasını da gerektiriyordu.

Hem Türk hem Alman vatandaşı olan Alman Die Welt Gazetesi Türkiye Muhabiri Deniz Yücel’in Erdoğan tarafından ‘ajan’ olarak itham edilmesinin ardından 14 Şubat 2017’de gözaltına alınması ve 27 Şubat’ta “Terör örgütü propagandası yapmak”, “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” suçlamalarıyla tutuklanması, hazırladığı raporlardan iktidarın rahatsız olduğu Uluslararası Af Örgütünün aynı bakış açısı ile hedef alınması sonrasında yaşanan insan hakları örgütü yöneticilerine yönelik ‘Büyükada operasyonu’ ve davası süreci… O parantezin içine ‘Soros’ ve ‘Gezi’ bağlamlarıyla monte edien, cezaevinde altı yılını geride bırakan Osman Kavala…

SETA raporu, bu sürecin içinde üretildi ve sonrasında iktidarın medya alanına ilişkin pratikleri bakımından izleyeceği yola dair işaretler taşıyordu. Raporda BBC Türkçe, DW Türkçe, VOA, Sputnik Türkiye, Euronews Türkiye gibi uluslararası yayın kuruluşlarında çalışan Türkiyeli gazeteciler, yaptıkları haberler ve sosyal medya paylaşımları üzerinden hedef gösterilirken, Evrensel, BirGün, Yeni Yaşam, T24, Bianet, Gazete Duvar gibi pek çok yayın kuruluşuna ait haberlerin sosyal medya üzerinden paylaşılması da suç olarak gösterilmek istendi. Uluslararası basın kuruluşlarının Türkiye bölümlerinde çalışan gazetecilerin, Evrensel ve BirGün kökenli olmaları, bu raporda kriminalize edici söylemlerle yer aldı. O tarihten bu yana siyasal iktidar uluslararası basın kurumlarıyla, bu kurumlarda çalışan gazetecilere türlü güçlükler çıkarırken, Basın İlan Kurumunun iktidar lehine dönüşümü yine bu süreçte gerçekleştirildi. Evrensel ve BirGün’e resmi ilan akışı durdurulurken, ulusal ve uluslararası basın meslek kuruluşlarıyla genel olarak kamuoyunda oluşan tepkinin ardından BirGün’e ilan akışı yeniden serbest bırakılırken Evrensel’in resmi ilan hakkı iptal edilerek gasbedildi.

Bu sürecin hemen ardından AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla 13 Ekim 2022 tarihinde kabul edilen ve Resmi Gazete’de 18 Ekim 2022’de yayımlanan ‘Dezenformasyon’ Yasası etrafındaki iktidar pratiklerine tanıklık etmeye başladık.

Bir dönem öncesinde iktidarı destekleyen seçim mitingleri yapan ünlü mafya figürlerinden Sedat Peker’in, kamuoyuna yansıyan devlet içi çatışmaların sonucu olarak yurt dışına çıkarak, oradan yaptığı ifşalar, ülkeler arası resmi temaslarla durduruldu. Ancak, bir delik kapatılırken, bilgiler bu kez farklı farklı deliklerden yansımaya devam etti. Deneyimli bazı gazeteciler de bu dönemde yargıdaki çürümeye kadar uzanan siyasi ve mali ilişkileri yıllar içinde oluşmuş kaynaklarına dayanarak gündeme getirmeye başladı.

Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı Sinan Ateş cinayetini, iktidar ortağı MHP’nin merkezine uzanan bağlantılarıyla yazan T24 Yazarı, Gazeteci Tolga Şardan, “MİT’in Cumhurbaşkanlığına sunduğu ‘yargı raporu’nda neler var?​” başlıklı yazısının ardından gözaltına alındı ve ‘Dezenformasyon Yasası’nda yer alan ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçlamasıyla tutuklandı. halktv.com.tr Yazı İşleri Müdürü Dinçer Gökçe de aynı gün, yine onun gibi ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçlamasıyla gözaltına alındı ve ifadesinin ardından şartlı salıverildi.

İktidarın söylemlerinden rahatsız olduğu TELE 1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın tutuklanması ve bir süre cezaevinde kaldıktan sonra bırakılsa da kanalının kapatılma tehdidi altına sokulması bu sürecin başka bir önemli halkasıydı.

Bu yazı yazılırken, Özgür Gündem gazetesi ile dayanışma amacıyla yazdığı makalede, “terör örgütü propagandası yaptığı” suçlamasıyla açılan davada verilen 1 yıl 3 ay hapis cezası onanan Yazar Dilşah Kocakaya’nın tutuklandığı haberi geldi.

Bu yazı, gazetenin ilk baskısına gittikten sonra, son dönemde Tolga Şardan ile aynı konuların üzerine giden ve yıllardır çete ilişkilerini araştıran, Evrensel’in ilk döneminde de görev yapmış olan, basın özgürlüğü mücadelesinin çeşitli süreçlerinde birlikte çalıştığım meslektaşım ve arkadaşım Cengiz Erdinç’in gözaltına alındığı haberi geldi.

Ve yine gün içinde, birgun.net Yayın Koordinatörü Uğur Koç, Haber Müdürü Uğur Şahin ve BirGün Muhabiri İsmail Arı ile Bianet’in Editörü Evrim Kepenek hakkında, ‘Dezenformasyon’ yasasındaki ‘yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ gerekçeleriyle soruşturma başlatıldı. Yine sevgili Evrim ile de çeşitli basın özgürlüğü mücadelesi süreçlerinde omuz omuza çalıştık. Gazetecilerin ve basın meslek örgütlerinin, iktidarın bu adımlarının dayanağı olarak kullanılacağını ısrarla söyleyerek karşı çıktığı ‘Dezenformasyon’ Yasası, gazeteciliğin üzerinde bir kılıç gibi sallanıyor.

İktidar, kritik önemde gördüğü 2024 yılının mart ayında gerçekleştirilecek yerel seçimlere giderken, muhalefetin sesine yer veren yayın organlarını baskılayarak çıtalarını düşürme operasyonunun bir parçası olarak bu adımları atarken etki düzeyi geniş bir gözdağı da vermiş oluyor.

Medya alanında kendisine ‘çeki düzen’ vermeyenlerin canının yanmaya devam edeceğine dair mesaj birinci başlığı oluştururken, ikincisi de haber kaynaklarına uzanıyor. Gazetecilere devlet ve yargı içinden bilgi sızdıranlara ‘Susmazsanız yanarsınız’ mesajı gönderiliyor.

SETA’nın medya raporu yayımlandığında, mesleğe dair teknik ve terminolojik yönünün hırpaniliği bakımından da haklı eleştirilerin konusu olmuştu. Ancak o hırpaniliği, halkın haber alma hakkı ve gazetecilerin işlerini özgürce yapmalarına kasteden iktidar pratiklerinin ideolojik çimentosunu oluşturmasına engel olmadı.

Ama tüm bunlara rağmen, unutulmasın, gerçeğin sızıp kendisini göstermesi için bir iğne deliği bile yeter.
                                                            /././
EVRENSEL


Havva Ana, Kıymet Ana, Yeni Yüzyıl! Aziz Aktaş’ın gemi filosu -Bahadır Özgür / halkTV-

 

Ağzından çıkan her kelimenin CHP’li belediyeleri yönelik operasyonun dayanağı yapıldığı Aziz İhsan Aktaş’ın ortak olduğu iki gemi daha çıktı. Aktaş’ın, ‘yenidoğan çetesi’ davasında da yargılanan Gürkan Dölekli ve Cengiz ailesi üyelerinden Nurettin Cengiz ile beraber kurduğu Perla Denizcilik’in gemilerinin adı Havva Ana, Kıymet Ana ve Yeni Yüzyıl.

Aktaş ilk olarak Beşiktaş Belediyesi’ne yapılan operasyonda gözaltına alındı. Aralarında görevden alınan Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın da bulunduğu 30 şüpheli ile beraber Aktaş, "suç örgütü kurmak ve yönetmek", "suç örgütüne üye olmak", "rüşvet verme", "ihaleye fesat karıştırma", "edimin ifasına fesat karıştırma" ve "mal varlığı değerlerini aklama" iddialarıyla tutuklandı.

CHP’li belediyelere yapılan bütün operasyonlarda ‘çete lideri’ olarak yer aldı Aktaş. Ardından Haziran ayında ‘etkin pişmanlıktan’ yararlandığı açıklandı. Aktaş’ın verdiği ifadeler üzerine de başta Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe, Avcılar Belediye Başkanı Utku Caner Çaykara, Adana Belediye Başkanı Zeydan Karalar dahil pek çok kişi tutuklandı.

Ancak Aktaş’ın ‘rüşvet’ iddialarını, kendisiyle hareket ettiği belirtilen isimler ve şirket ortakları yalanladı. Sahibi olduğu Elif LPG ile Gürkan Dölekli’nin Güven Asfalt şirketinin ortak kurduğu Güven Elif Otoyol İşletmeleri’nin, Gaziosmanpaşa’da inşa ettikleri dev akaryakıt tesisi için, Bahçetepe’ye rüşvet verdiklerini ileri sürmüştü. Oysa gözaltına alınan ve adli kontrolle bırakılan ortağı Dölekli bunu reddetmişti.

ekran-alintisi-002.png

İşte savcılığın bu ‘muteber’ tanığının el konulmayan ve hiç soruşturma konusu yapılmayan Perla Denizcilik adlı şirketine ait iki yeni gemi daha ortaya çıktı. Şirket 7 Kasım 2023’te İstanbul’da kuruldu. Şirkette Aktaş ile ortak olan iki isim var. Birisi meşhur cengiz ailesinin bir ferdi olan Nurettin Cengiz. Diğeri sahibi olduğu TRG Hospital’in adı ‘yenidoğan çetesi’ davasında geçen ve en son Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile beraber Londra’daki bir yemek fotoğrafında gördüğümüz Gürkan Dölekli.

1-001.png

2-001.png

3-001.png

Perla Denizcilik, Aktaş ilk gözaltına alındığında savcılık sorgusunda yer alıyordu. Aktaş sorular üzerine Elif LPG ile Provek İlaç firmalarının kendisine ait olduğunu, ayrıca Elif LPG'nin ortak olduğu Perla Denizcilik ve Güven Otoyol İşletmeleri isimli firmaların bulunduğunu anlatmıştı. Perla Denizcilik akaryakıt taşımak üzere aldığı gemisinin adını geçen yıl Ocak ayında ‘Yeni Yüzyıl’ olarak değiştirmişti. Aktaş’ın bu gemisini ilk kez halktv.com.tr’de duyurmuştuk.

Şimdi iki gemisi daha olduğu öğrenildi. Aktaş’ın ortak olduğu ve asfaltta kullanılan bitümen taşımak amacıyla inşa edilen gemilerin adı Kıymet Ana ve Havva Ana. Yeni Yüzyıl gemisi Türk bayrağına geçirildi. Fakat Havva Ana ve Kıymet Ana, Liberya bandralı. Her ikisi de Çin’de inşa edildi ve 2024 yılının Haziran ayında teslim edildi.

5.png

4.png

Kamudan ve AKP’li belediyelerden 300’e yakın ihale alarak büyüyen Aktaş’ın ve ortaklarının bu şirketi soruşturmada bir kez adı geçtikten sonra bir daha hiç yer almadı. Perla Denizcilik de, Aktaş tutuklanınca aceleyle genel kurul yapıp yönetimi değiştirdi. Kayıtlarda Aktaş, Perla Denizcilik’in Yönetim Kurulu Başkanı olarak yer alıyordu.

Bahadır Özgür / halkTV

GÜNDEM "8 Temmuz 2025-

 Ameliyat olmuştu: Murat Çalık cezaevine sevk ediliyor -Yusuf Körükmez / Cumhuriyet-

Kemik iliği biyopsisinin patoloji sonucunda "lenfoma" ilgili ciddi bulgular tespit edilmesi üzerine ameliyat olan Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık, bugün tekrar Buca Kırıklar Cezaevi sevk edilecek.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) yönelik soruşturmalarda 23 Mart’ta tutuklanan Beylikdüzü Belediyesi Başkanı Mehmet Murat Çalık, cezaevine sevk ediliyor. 4 Haziran’da Silivri’deki Marmara Cezaevin’den İzmir Buca Kırıklar Cezaevi’ne sevk edilen Murat Çalık'ın sağlık durumu risk yaratmaya devam ediyor. Geçmişte iki kez kanser tedavisi gören Çalık için tahliye talebinde bulunmasının ardından İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tetkik ve tahliller yapılarak cezaevine geri sevk edilen ancak nükseden ağrıları nedeniyle 23 Haziran Pazartesi günü yeniden hastaneye sevk edilen Çalık, kemik iliği biyopsisinin patoloji sonucunda "lenfoma" ilgili ciddi bulgular tespit edilmesi üzerine ameliyata alındı. (ÇALIK'IN AVUKATINDAN AÇIKLAMA)  Operasyon sonrasın çıkan rapora göre değerlendirme yapılacağını aktaran Çalık’ın avukatı Melih Koçhan, “Rapor çıktı ama biz daha ulaşamadık. Maalesef cezaevine sevk edecekler. Tahliye talebimizle ilgili bir karar yok. Dün rapor çıktı göremedik. Dün 16.30 gibi mesai bitimine yakın çıktı rapor. Rapora ulaşmaya çalışıyoruz. Ondan soran tahliye talebimiz değerlendirilecek” dedi.

                                                       ***

Karalar’a 11 yıllık suçlama -Engin Deniz İpek/Cumhuriyet-

Aralarında Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere ve tutuklanan Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün’ün yerine seçilen başkanvekili Ahmet Şahin’in de olduğu kişilerin Emniyet’teki ifade işlemleri dün tamamlandı.

Gözaltındaki Karalar’ın Emniyetteki ifadesinde ilginç ayrıntılara rastlandı. Tutanağına yansıyan bilgilere göre Karalar’a 2014-2019 yılları arasında Seyhan belediyesi başkanı olarak görev yaptığı döneme ilişkin tek bir suçlama yöneltildi. Karalar’ın gözaltına alınmasına neden olan iki ifadeden birini Baki Nugay adlı bir kişinin verdiği öğrenildi.

Uzun dönem Aziz İhsan Aktaş’ın şirketinde çalışan ve Aktaş ile beraber ocak ayında tutuklanan Nugay, ifade tutanağına yansıyan bilgilere göre o dönem Karalar tarafından yönetilen Seyhan Belediyesi ile çalıştıkları dönemde hak edişlerini alabilmek için belediye yetkililerine her ay düzenli para vermek durumunda kaldıklarını iddia etti.

Nugay’ın 2010 yılına kadar iktidara yakın Yenişafak’ın bağlı olduğu Albayraklar’ın temizlik şirketinde müdür olarak çalıştığı öğrenilirken Karalar ise Nugay’ı Seyhan Belediyesi’nin işini yaptığı için tanıdığını belirtti.

Hak edişlerle ilgili hiçbir görüşme yapmadığını aktaran Karalar, “Hak edişlerin ödenmesi için tarafımca menfaat istenmesi olması söylemini reddediyorum. Böyle bir konuşma asla olmamıştır” dedi.

Karalar aleyhine oluşan suçlamada ifadesine başvurulan ikinci tanık da Aziz İhsan Aktaş’ın şirketi Bilginay’da halen çalışan Adnan Tan Dehlioğlu olarak kayıtlara geçti.

Dehlioğlu, o dönem çalıştığı şirket aracılığıyla çekilen paraları belediyeye ulaştırmak üzere çeşitli kişilere teslim ettiğini öne sürdü.

Karalar ise Dehlioğlu ile birlikte para transferinde rol aldıkları öne sürülen Hamit Ünal ve Tekin Aktaş isimli şahısların hiçbirini tanımadığını söyledi.

                                                    ***

Tek günde 33 bin dosya icra dairelerinde: Borç batağı her kesimi yutuyor -Birgün-

Geçinemeyen milyonlar borçlanmaya, borçlananlar ise icralık olmaya devam ediyor. Bireysel kredilerde takibe düşenler ilk 5 ayda 1 milyonu aştı. KOBİ’lerden çiftçilere, toplumun her kesimi borç yüküyle eziliyor.

Borçluluğu bir geçinme yöntemi olarak benimsemek zorunda bırakılan yurttaşların sayısı artıyor. Borç batağı derinleşmeye devam ederken ödeyememe krizi de kendini hissettiriyor. Bireysel kredi veya kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı yükselirken yılın ilk 6 ayında icra dairelerine neredeyse 5 milyon yeni icra iflas dosyası geldi. Türkiye Bankalar Birliği verilerine göre bu yılın mayıs ayında bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı 162 bin 617 oldu. Bireysel kredi borcunu ödeyemeyerek takibe alınan sayısı da 171 bin 123 olarak açıklandı. Yılın ilk 5 ayında bu borçları ödeyemeyen kişi sayısı, geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 39 artarak 1 milyon 38 bin 700 kişiye ulaştı. Verilere göre tasfiye olunacak alacaklar mayıs ayında bir önceki yıla göre yüzde 177 artış ile 199 milyar TL oldu.(ÇİFTÇİLER VE KOBİ’LER DE DARDA)  Krizi KOBİ’ler de derinden hissetti. Küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBİ) bankacılık sektörüne olan kredi borçlarının mayıs ayında 4 trilyon 852 milyar lira olarak gerçekleşti. Zamanında ödenemediği için icra takibine alınan KOBİ borçları 1,2 milyar lira artarak 117,1 milyar liraya çıktı. Tarım sektöründeki tablo da benzer gerçekleşti. CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, çiftçilerin bankalara olan borcunun mayısta 21,7 milyar lira daha artarak 1 trilyon 30 milyar liraya ulaştığını, bu borcun 6,9 milyar liralık kısmının ise zamanında ödenemediği için icra takibine alındığını belirtti. Tarım sektörüne verilen kredilerin 812,9 milyar lirası kamu, 217,3 milyar lirası özel bankalar kaynaklı gerçekleşti. Gürer, konuya ilişkin açıklamasında, “Çiftçi zaten üretim yapamaz durumda. Maliyet yüksek, alım fiyatı düşük. Borçlanarak üretim yapan çiftçi, hasat döneminde ürününü yok pahasına satmak zorunda kalıyor. Bu da borçlarını ödeyememesine neden oluyor, bir de zirai don ve de kuraklık sonrası oluşan durumda çiftçi ödemede güç durumda” diye konuştu.(24 MİLYON DOSYA DAİRELERDE BEKLİYOR) Öte yandan ödenemeyen borçlar icra ve iflas dosyalarını kabarttı. UYAP İstatistikleri’ne göre 1 Ocak-30 Haziran döneminde toplam 4 milyon 955 bin 210 adet icra ve iflas dosyası dairelere geldi. 6 ayda derdest halde bulunan, yani halihazırda kapanmamış ve görülmekte olan dosyaların sayısı tam 23 milyon 858 bin 558 oldu. Bu tarihler aralığında işlemleri tamamlanarak dairelerden çıkan dosyaların adedi de 3 milyon 352 bin 739’da kaldı. Dün 7 Temmuz’da, yalnızca bir günde 33 bin 289 yeni dosya dairelere geldi. Dün dairelere gelen dosyalar, derdest dosya sayısını 23 milyon 951 bin 752’ye çıkarmış oldu.(MİLYONLARCA YENİ İCRA) *Yılın ilk 6 ayında icra dairelerine toplam 4 milyon 955 bin 210 yeni icra ve iflas dosyası geldi.,* Yılın ilk 5 ayında bireysel kredi veya kredi kartı borcunu ödeyemediği için yasal takibe alınan kişi sayısı 1 milyon 38 bin 700’e ulaştı. * KOBİ’lerin zamanında ödeyemediği ve icra takibine düşen borçları mayıs ayında 117,1 milyar liraya yükseldi.

                                                                 ***

Yangınları Diyanet söndürsün -Mustafa Bildircin/Birgün-

Yangınla mücadele için “Dua programı” düzenleyen Diyanet’in bütçesi, Orman Genel Müdürlüğü’nün üç katı. Diyanet’in 52,3 milyar TL harcadığı Ocak-Mayıs döneminde OGM’nin harcaması, 11,6 milyar TL’de kalıyor.

Türkiye’nin birçok kentinde meydana gelen orman yangınları, günlerce söndürülemedi. On binlerce hektar orman alanını küle çeviren yangınlara havadan müdahalede yetersiz kalındığını savunan muhalefet, “Yangın söndürme uçakları nerede?” diye sordu. Tartışmalar devam ederken Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, dikkati çeken bir çıkışı imza attı.(DİYANET’TEN BÜYÜK FARK) Erbaş, 5 Temmuz’da, İzmir’in ilçelerinde orman yangınları devam ederken yaptığı X paylaşımında, “Orman yangınlarının bir an önce sona ermesi için” tüm camilerde dualar edileceğini açıkladı. Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın açıkladığı dua programı yurttaşlar tarafından, “Yangınla mücadelede işimiz Allah’a kaldı” tepkisiyle karşılandı. 5 Temmuz’da, Türkiye’deki bütün camilerde düzenlenen dua programının ardından gözler, Diyanet’in fahiş harcamalarına çevrildi. Diyanet’in 130 milyar 119 milyon 153 bin TL’lik 2025 yılı bütçesinin, Orman Genel Müdürlüğü’nün 45 milyar 494 milyon 330 bin TL’lik 2025 yılı bütçesini üçe katladı.Benzer bir fark, kurumların ocak-mayıs dönemindeki harcamalarında da yaşandı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 52 milyar 310 milyon 231 bin TL harcadığı Ocak-Mayıs 2025 döneminde, Orman Genel Müdürlüğü’nün yalnızca 11 milyar 657 milyon 4 bin TL harcadığı öğrenildi. (https://www.birgun.net/haber/yanginlari-diyanet-sondursun-636783)

                                                                     ***

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -7 Temmuz 2025 -

CHP'li 61 vekilin dokunulmazlığıyla ilgili tezkere Meclis'te

CHP’nin 135 milletvekilinin 61’i hakkında 240 adet yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresinin TBMM’de olduğu öğrenildi. 

14 Mayıs 2023 seçimlerindeki Altılı Masa sürecinde CHP'nin desteğiyle Gelecek Partisi'nden milletvekili seçilen ancak daha sonra AKP'ye geçen Antalya Milletvekili Serap Yazıcı Özbudun'un Anayasa Komisyonu Başkanı olarak imzaladığı metin CHP Grup Başkanlığı’na sunuldu. Metinde şu ifadeler yer alıyor:

“İlgi yazınızda 28’inci Yasama Döneminde Karma Komisyon Başkanlığı’na intikal etmiş, Siyasi Parti Grubunuza mensup milletvekillerinin yasama dokunulmazlıkları hakkındaki tezkerelere ilişkin; milletvekillerinin adı, dosya numarası, iddia mercii ve suç isnadı bilgilerini içeren listeninin grubunuza verilmesi talep edilmektedir.

Bu kapsamda söz konusu dosyalar üzerinde yapılan inceleme neticesinde 3.07.2025 tarihi itibarıyla, grubunuza üye 61 milletvekiline ait 240 adet yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında cumhurbaşkanlığı tezkeresinin mevcut olduğu tespit edilmiş olup ekli listede söz konusu dosyalara ilişkin bilgiler sunulmuştur.”

CHP'den tepki: ‘Müesses nizam’ şahane, öyle değil mi?

CHP’li Gökhan Günaydın X’te 61 milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması için verilen cumhurbaşkanlığı tezkeresiyle ilgili şunları söyledi:

“Türkiye’nin birinci partisi CHP’nin 135 milletvekilinin 61’i hakkında 240 adet yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi TBMM’de..

Cumhurbaşkanı aynı zamanda Türkiye’nin ikinci partisi AKP’nin Genel Başkanı… ‘Müesses nizam’ şahane, öyle değil mi?”

                                                   ***

Mutlak gücün tahkimi için yerel yönetimlerin ele geçirilmesi -Mustafa Durmuş-

Türkiye’de mutlak bir diktatörlüğün inşa süreci, faşizmin ana vatanı İtalya’da yerel yönetimlerin ele geçirilmesiyle birlikte başlayan faşizmin inşası süreciyle birebir aynı yürümüyor olabilir. Çünkü 22 yıllık AKP iktidarı yukarıdan aşağıya özellikle de kendisine bağımlı kıldığı yargıyı kullanarak belediyeleri ele geçiriyor.

-İktidar Bloku belediyelere yönelik baskısını neden iyiden iyiye artırdı?

-Belediyelere yönelik bu saldırıların ve ardından gelen tutuklamaların sonu nereye varacak?

-Şu ana kadar pek çok belediye ile iş yapmış bir itirafçı muhbir iş insanının CHP’li belediyelerde rüşvet, yolsuzluk ve ihaleye fesat karıştırıldığına dönük iddialarını temel alarak sürdürülen bu operasyonlar toplumun büyük bir kısmı tarafından neden haklı ve meşru görülmüyor?

Son sorudan başlayalım. İstanbul, İzmir, Adana, Antalya büyük şehir belediyeleri, Türkiye’nin en büyük bütçelerine sahip belediyeler. Her birinin bütçesi birçok küçük bakanlığın ve kamu kurumunun toplam bütçesinden daha fazla.

Büyük miktarda paranın döndüğü yerde yolsuzluklar olabiliyor!

Dünyanın neresinde olursa olsun, neo-liberalizm altında, milyarlarca liralık paranın döndüğü, devasa boyutlardaki projelerin gerçekleştirildiği, alım-satım ihalelerinin yapıldığı, buna karşılık etkin denetlemelerin yapılmadığı ciddi bir ahlaki aşınmaya uğramış her kurumda bu tür yolsuzluklar, usulsüzlükler ve rüşvet gibi kamuyu zarara sokan fiiller gerçekleşebilir ve gerçekleşiyor da. Nitekim Türkiye’nin Küresel Yolsuzluk Algısı Endeksi’nde 36 puan ile en fazla yolsuzluklara bulaşmış ülkeler arasında sayılması bir tesadüf değil.

Çifte değil üçlü standart!

Belediyeler ve kamu kuruluşlarındaki yolsuzluk iddiaları 22 yıl öncesinde de vardı, bugün de var. Ancak konuyu sadece CHP’li belediyelerle sınırlandırıp, yolsuzlukları ayyuka çıkmış bazı AKP’li eski ve yeni belediye yönetimler ile ilgili olarak merkezi yönetim tarafından ya da doğrudan mahkemelerce tek bir soruşturmanın ya da davanın dahi açılmaması, bu operasyonların kamu yararını korumak adına yapıldığı iddiasını çürütüyor.

Çünkü önümüzde bir Ankara Büyükşehir eski belediye başkanı İ. Melih Gökçek örneği ve bazı bakanlar var ki bunlara ilişkin sayısız ciddi iddia söz konusu iken bunlara hala dokunulabilmiş değil. Bu da operasyonları yapanların gerçek niyetinin yolsuzlukla mücadele ya da kamu yararını korumak olmadığını göstermeye yetiyor.

Ayrıca şu ana kadar operasyon yapılarak yönetimlerine kayyum atanan çok sayıda DEM Partili (eski HDP’li) hiçbir belediyede rüşvet ya da yolsuzlukların gerekçe olarak gösterilememesi, bunun yerine genel geçer bir soyut terör ile ilişkilendirme çabaları da iktidarın argümanlarını zayıflatıyor.

Neden 1: Para ve kaynağa el koymak!

O halde bu operasyonların ilk elden amacının iktisadi olduğunu söyleyebiliriz. İktidarı kontrol eden bazı sermaye çevreleri, çıkar grupları, siyasetçiler ve devletin bir kanadı bu kaynaklara eskisi gibi el koymak istiyor ya da geri almak istiyor olabilir. Son yıllarda kesilen hortumları yeniden kendilerine bağlamak hem ekonomik hem de siyasal olarak hep arzu ettikleri bir şey olsa gerek.

Öyle ya sayıları on binleri bulan irili ufaklı müteahhide, tedarikçiye, bazı cemaatlerin üyelerine tekrar kaynak aktarıp onları çeperde tutmak gerekiyor. Aynı zamanda da iyice yoksullaştırılmış halka makarna, kömür dağıtarak al gülüm ver gülüm” siyasetini tekrar canlandırmak ve böylece iktidarlarını sürdürmek istiyor olabilirler.

Neden 2: Gücü tek elde toplamak!

İkinci neden ise en az ilki kadar tehlikeli. Çünkü ülkeyi yönetenlerin ülkeyi siyasal ve sosyoekonomik olarak nereye sürüklemek istedikleriyle ilgili bir durum: Otoriter bir rejimden mutlak bir diktatörlüğe.

Bu ikinci nedeni biraz açalım, bunun için de 100 yıl kadar önceye gidelim.

Yıl 1921 aylardan Kasım ayı. İtalya’da, meclis üyelerinin büyük çoğunluğu sosyalistlerden oluşan Bolonya Belediye Meclisine, faşist “Kara Gömlekliler” tarafından bir saldırı gerçekleştirilir. Sosyalistler ve sendikalar yeterli bir direniş gösteremeyince, faşistler hızla kırsala doğru yayılırlar ve bu kez sosyalist çiftçi birliklerine saldırırlar. Sonuç olarak, 59 halkevini (case del popola), 119 toplantı mekanını, 107 kooperatifi, 83 köylü ligini ve 141 sosyalist merkezi tahrip ederken, altı ay içinde 100’ün üstünde insanı öldürüp binlercesini yaralarlar ve sosyalist belediyelerin yönetimlerine el koyarlar. Ele geçirilen belediyeler arasında Bolonya ve Geneva gibi büyük şehirler de vardır. (1)

Faşizm sivil toplumun üzerinde devletin mutlak gücüdür!

Faşizm sözcüğü İtalyanca bir sözcük olan ‘fascio’dan geliyor. Bu, kabaca, “grup”, “birlik” demektir. Faşizmin kurucusu ve isim babası olan Mussolini bu sözcüğü daha da geliştirdi ve onu “birey ve tüm grupların üzerinde mutlak bir devlet gücü” anlamında kullandı. Böylece faşizmin İtalyan dilindeki anlamı “devletin her şeyin üstünde olması” demektir. (2)

Nitekim hem İtalya’da hem de Almanya’da faşist partilerin kitleselleştikten sonraki ilk hedefleri yerel yönetimler, işçi sınıfı, sendikalar ve siyasal partiler oldu. İktidar olduklarında ise sınıfa ve onun yanında yer alanlara en ağır zulmü uyguladılar.

Korporatizmin çağdaş örneği Kamu Çerçeve Protokolü

Faşizm altında “korporatizm”, yeni bir sözde ulusal uzlaşının ve uyumun yaratılmasının yolu olarak meşrulaştırılır. Böylece, sınıf çatışması başta olmak üzere, toplumsal bütünlüğe zarar verecek her türlü dışsal mikrop yok edilmiş olur.

Bunun günümüzdeki örneklerinden biri Türkiye’de bir süredir kamu işçilerinin toplu iş sözleşmeleriyle ilgili olarak sendikalara dayatılan Kamu Çerçeve Protokolü’dür. (KÇP) Bu protokolle sendikaların özgürce toplu iş sözleşmesi (TİS) yapma imkânı ellerinden alındı. TİS, sendikaların yerine konfederasyonları TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ ile işveren temsilcisi konumundaki TÜHİS arasında yapılmaya başlandı. İktidar da (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı aracılığıyla) sözde bir tarafsız arabulucu olarak süreci kontrol ediyor.  Bugün ülkede gelinen nokta ise 4-d’li 600 bin işçiye yapılacak zammı belirleyecek olan bu protokolün dahi uygulanmamasıdır. Bu yüzden de sendikalar eylem ve grev kararı almak durumunda kaldılar.

Resmi olarak faşizmin 23 Mart 1919 tarihinde Milan’da doğduğu kabul ediliyor. 100’ü aşkın savaş gazisi, savaşı destekleyen sendikacı, fütürist, entelektüel, bazı gazeteciler ve bir kısım meraklı kitle Milan Sanayi ve Ticaret Birliği’nde toplanır ve milliyetçiliğe karşı olduğu gerekçesiyle sosyalizme savaş açtıklarını ilan ederler. Mussolini bu hareketi “Mücadele Kardeşliği” anlamına gelen “Fasci di Combattimento” olarak adlandırır.

Faşizm, ilerici gibi gözüken söylemlerde bulunabilir!

Mussolini’nin iki ay sonra açıkladığı programı ‘gazilerin vatanseverliği’ ve radikal sosyal deneyimlerin bileşiminden oluşan bir tür ‘nasyonal sosyalizm’dir. Milliyetçilik tarafında; Balkanlar ve Akdeniz’de yayılmacılık özlemleri, radikal tarafta ise kadın ezilmişliğine son verilmesi, 18 yaş için oy hakkı tanınması, 8 saatlik işgünü uygulaması, monarşik yeni bir anayasa yapılması, sermayenin teknik yönetimine işçilerin katılımı, sermayenin ağır vergilendirilmesi, savaşta elde edilen kârların yüzde 85’ine ve bazı kilise mallarına el konulması talep edilir. (3)

Ancak radikal taleplerin çok büyük bir kısmından faşizmin iktidarı ile birlikte vaz geçildi. Böyle bir inkâr bugün için de geçerlidir. İç cephesinin konsolide edilmesinin ardından devlet barış konusunda verdiği sözleri yerine getirmeyebilir.

İtalya 20. yüzyılın başlarında da federatif bir devletti ve eyaletlerden oluşuyordu. Faşistlerin eyaletlerdeki iktidarları (bölgesel iktidarları) ele geçirmesi ise üç aşamada gerçekleşti: (i) İşçi örgütleri dağıtıldı. (ii) Yerel sermaye örgütlerinin desteğiyle korporatif ulusal sendikalar gibi faşist ekonomik örgütler kuruldu. (iii) Eyaletlerin siyaset kurumları ele geçirildi.

Bu ele geçirmeleri ‘Ras’lar yönetti. Bunlar faşist çeteler ve onların liderleriydi. Sonuçta toplamda 18 ayda 69 yerel yönetimin 26’sı henüz Mussolini iktidar olmadan önce faşistlerin eline geçmişti. Ras’lar hızlıca kendi tiranlıklarını kurdular. (Ancak bu yerel-bölgesel faşist örgütlenme, 1925-1928 arasında Mussolini tarafından dağıtıldı). (4)

Kuzey ve Orta İtalya’daki köylüler büyük toprak sahipleri ile karşı karşıya kaldıklarında faşistler büyük toprak sahiplerinin yanında yer alarak onların gelecekteki desteklerini almayı başardılar. Böylece faşizm yerelde gücü ele geçirerek işe başladı denilebilir (1922’den önce). İç savaş parlamenter düzeni iyice zora sokunca Mussolini bunu bir fırsata çevirdi ve ‘Roma’ya Yürüyüş’ü gerçekleştirdi (Ekim 1922). Ardından da Hükümet ortağı oldu.

Mussolini bu yürüyüş sonrasında iktidarı istedi, yoksa zorla alacağını duyurdu. Sol ve sosyal demokratlar (Halk Partisi) bölünmüştü, faşizmin yükselişini durdurma konusunda herhangi bir çözüm üretemediler.

Sonuç olarak

Türkiye’de mutlak bir diktatörlüğün inşa süreci, faşizmin ana vatanı İtalya’da yerel yönetimlerin ele geçirilmesiyle birlikte başlayan faşizmin inşası süreciyle birebir aynı yürümüyor olabilir. Çünkü 22 yıllık AKP iktidarı yukarıdan aşağıya özellikle de kendisine bağımlı kıldığı yargıyı kullanarak belediyeleri ele geçiriyor.

Buna rağmen her ikisinin ortak yanı mutlak gücün önündeki en büyük engellerden en önemlilerinin yerel yönetimler, işçi sendikaları ve siyasal partiler olması. Nitekim geçmişte HDP’nin kapatılması için yapılan yargısal baskılara paralel bir biçimde, bugün CHP’ye kayyum atanmaya çalışılıyor.

Uzun zamandır sınıf sendikacılığından kopartılmış olan ve neo-liberalizme uygun bir biçimde promosyon sendikacılığına ve büyük paraların döndüğü bir tür nakit işletmelere döndürülen sendikalar bir süre sonra sahip oldukları çekici nakitleri ve mal varlıklarıyla rejimin ve çıkar gruplarının hedefi olabilirler.

Özcesi, yerel yönetimlerin ve sivil toplumun gücünün farkında olan iktidar ve sermaye kesimi buraları da ele geçirerek hem yeni maddi kaynaklara sahip olmak hem de gücü tek elde toplayarak dikensiz bir gül bahçesi yaratmak istiyor.

Dip notlar:

(1) https://www.marxists.org/history/etol/writers/bambery/1993/xx/fascism (6 Temmuz 2025).
(2) The Bourgeois Origins of Fascist Repression: On Robert Paxton’s The Anatomy of Fascism, http://sdonline.org (8 March 2011).
(3) http://eu.eot.su/italian-fascism-path-towards-seizure-of-power (22 October 2025).
(4) Steven C. Hughes, The Making of Fascism: Class, State, and Counter-Revolution, Italy 1919-1922 (review), Journal of Social History, George Mason University Press, Volume 36, Number 3, Spring 2003, s. 819-821.

                                                                            /././

Amerikan iç savaşı klimalardan çıkabilir -Eray Özer-

Tabii ki mübalağa ediyorum lakin Trump’ın yenilenebilir enerjinin önünü kesen kararları ülkeyi fena karıştırdı. Elon Musk-Trump kavgası hortladı, enerji piyasaları allak bullak oldu. Uzmanlar birkaç yıl sonra bu sezonki gibi aşırı sıcak bir yaz mevsiminde sıradan vatandaşın klimalarını çalıştıramama tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylüyor.

NOT: Bundan böyle sizlere pazartesi günü bir değil, birden çok konudan bahsedeceğim bir formatta yazacağım. Bizim meslekte “parçalı” dedikleri türden… Böylece -en yakın arkadaşlarım dahil- “iyi yazıyorsun, hoş yazıyorsun ama bazen çok uzun yazıyorsun” diyenler de rahata ermiş olacak. J  (Ama uzun yazıları da tamamen bırakmayacağım, çünkü hakikat zahmetlidir, emek ister. Unutmayalım.)

ABD’de Trump-Elon Musk kavgasında ikinci tur yaşanıyor, duymuşsunuzdur.

Hatta Musk çıldırdı, X’te anketler yapmaya başladı. “Amerika Partisi’ni kuruyorum” filan diyor.

Kavganın hortlamasının sebebi Biden döneminde temiz enerjiye uygulanan sübvansiyonun, vergi indirimlerinin Trump yönetimi tarafından kaldırılmış olması.

ABD Başkanı kararın gerekçesini açıklarken rüzgar tribünleri ve güneş panellerini “çirkin bulduğunu” ifade etti. Gözüne batıyormuş. O yüzden mis gibi petrol, kayaları parçalayarak çıkardıkları doğalgaz ve şimdi yeniden değerli maden statüsüne aldıkları kömüre yöneleceklermiş.

İnanılır gibi değil!

Büyük indirimler eşliğinde batarya üretimine yönelen Musk’ın Tesla’sı da bu karardan nasibini alıyor tabii.

Musk’ın siyasi tavır alması ve Trump’a bağımlı bir pozisyonu benimsemesi nedeniyle satışları düşen marka, bir de üstüne en güvendiği dağlara kar yağınca iyice zora girdi.

Bu tür şirketlerde kim olursanız olun yönetim kuruluna ve ortaklara kararlarınızın hesabını vermek zorundasınız.

Ortaklar Trump’a verilen desteğin ileride işlerine yarayacağını göz önüne alarak Musk’a karşı cephe almamıştı ama bundan sonra işler değişebilir.

Baksanıza, Trump eski kankasına açıktan “Çok bırbır edersen Güney Afrika’ya yollarım seni valla” diyerek gözdağı vermekten geri durmadı bile.

Bir de tabii meselenin enerji boyutu var.

OpenAI, Meta, Google gibi şirketler ve onların devasa veri merkezleri deli gibi enerji tüketiyorlar.

Hele de bu yapay zeka meselelerinden sonra…

Şöyle örnekleyeyim: 2018’de bu tür veri merkezlerinin elektrik tüketimi ABD’nin yıllık toplam tüketiminin yüzde 1,9’una denk geliyorken bu oranın 2028’de yüzde 6,7’ye yükselmesi bekleniyor.

İşin acayip yanı Trump’ın beğenmediği bu yenilenebilir enerji yatırımlarının büyük kısmı Cumhuriyetçi eyaletlerde yer alıyor.

Buralarda elektrik fiyatları tavan yapacağı gibi ileride, şu an yaşanana benzer bir sıcak yaz sezonunda, sıradan Amerikalı klimasını çalıştıramayabilir.

Zira uzmanlar yeni yatırım yapılacak bir doğalgaz yahut termik santralin beş yıldan önceye yetişmeyeceğini söylüyor.

Ve ben size söyleyeyim: ABD’de kimse hükümet göçmenleri sınır dışı ediyor yahut ırkçılık yapıyor diye gık demez ama o klimalar çalışmazsa mesele iç savaşa kadar gidebilir.

Gidenler bilir. Her santimetrekareyi 16 dereceye kadar soğutmazsa içi rahat etmeyen bir milletten bahsediyoruz.

Demedi demeyin.

***

Bir Amerikan distopyası: Timsahlı Alcatraz

Trumpgillerden bir mevzu daha…

Alligator Alcatraz, yani “Timsah Alcatraz”. Nasıl isim? “ABD’de hapishane ambiyanslı bir hayvanat bahçesi açıldı, ismi de bu oldu” desem hiç garipsemez, hatta “Eeee, haber bunun neresinde” dersiniz.

Ama bu bir hayvanat bahçesi değil. Bir mülteci/göçmen kampı!

Evet, yanlış duymadınız. Trump hazretlerinin son marifeti, Florida’da, kendi malikanesine yaklaşık 80 km mesafede 3 bin kişilik bir toplama merkezi kurmak oldu. Kamp, Everglades diye anılan sulak bir alanda olduğu (kaçmanın imkansızlığıyla meşhur Alcatraz Hapishanesi bir adadaydı) ve etrafı gerçekten timsahlarla çevrildiğinden Florida Valisi DeSantis bu ismi vermeyi uygun görmüş! Tabelasını bile yapmışlar.

Vali kaçanın timsahlara yem olacağını gazetecilere göğsünü gere gere anlattı.

Pes! Daha neler göreceğiz bakalım.

***

Bugün günlerden Ayşe Barım!

Daha önce de yazdım. Ayşe Barım’ı hiç tanımıyorum. Görmedim, konuşmadım. Lakin onun için çok üzülüyorum. Çok yalnız bırakılmış geliyor bana. Silivri’den haber getiren herkes sağlığının ne kadar kötü olduğunu anlatıyor.

Son olarak dokuz kişilik bir doktor heyeti Barım’ın kalp ve beyin rahatsızlıklarını sıraladı. O kadar çok hastalığı var ki… Bugünkü duruşmasında bu rapor hakimin önüne gelecek ve bir karar verilecek.

İçeride yaşamını yitirmesi kimseye bir şey kazandırmaz. Ayşe Barım’ı sevenler kahrolur, bir kez daha ülke kaybeder, biz kaybederiz. Bırakalım evinde geçirsin yargılanma sürecini. Yargı süreci cezaya, ceza ise Allah gecinden versin bir ölüm vakasına dönüşmesin. Umarım Ayşe Hanım’ı yargılayanlar bunu göz önüne alırlar.

***

Rezilsin be FIFA!

FIFA Kulüpler Dünya Kupası’nda önceki akşam Bayern Münih’in en beğendiğim oyuncusu Musiala, Paris Saint Germain kalecisiyle girdiği pozisyonda ayağını kırdı.

22 yaşında ve kariyerinin başında. Ayak kırılması diğer sakatlıklar gibi değil. Yaşı nedeniyle toparlanabilir tabii ama geri dönülmesi çok zor bir sakatlık.

Futbolcular, teknik direktörler defalarca söyledi: Bu kadar çok maç yapmayı kaldıramıyoruz. Bu turnuva bizi çok zorlayacak.

Dinleyen kim?

FIFA Başkanı Infantino, ABD’de insanların sokağa çıkmasının hayati tehlike arz ettiği sıcaklıklarda bu çocukları insanüstü bir performans göstermeye mecbur etti.

Niye? Milyon dolarlık destek aldığı Suudi kulüpleri yalandan bir turnuvayla uluslararası görünürlük elde etsin diye.

Sonuç: 22 yaşında dünyanın en yetenekli futbolcularından biri belki de bir daha asla aynı seviyede futbol oynayamayacak.

Kulüpler Dünya Kupası çökmeye yüz tutan finans kapitalin hayali endüstrilerle kendini ayakta tutmaya çalışma çabasının son ve en rezil örneklerinden biri.

Lakin ne yazık ki, örgütlenemeyen tüm beyaz yakalılar gibi futbolcular ve teknik ekipler de bu zulme karşı hep birlikte tepki vermeyi beceremiyor. Oysa yapmaları gereken “Yemişim turnuvanızı” deyip, Musiala’nın ayağı kırıldığı anda tüm takımları turnuvadan çekmekti.

Bana kimse “Ama tazminatlar var” demesin. Infantino Efendi ve FIFA’yla bir hukuk hesaplaşması olacaksa sadece tahkim mahkemeleri değil insan hakları mahkemeleri de girerdi bu defa devreye.

Ben kendi adıma protesto ediyor ve turnuvanın kalan maçlarını izlemiyorum.

                                                                     /././

Kıdemli gazeteci Hikmet Çetinkaya, hayatını kaybetti! -T24


hikmet çetinkaya

Türk basınının önemli isimlerinden gazeteci-yazar Hikmet Çetinkaya, 83 yaşında yaşamını yitirdi. Cumhuriyet gazetesinde uzun yıllar köşe yazarlığı yapan ve meslekte 50 yılı aşkın birikimiyle iz bırakan Çetinkaya, bir süredir devam eden sağlık sorunları nedeniyle entübe edilmişti.
İzmir, 1980'lerin ortası: Hasan Cemal (sağ başta) Handan Selçuk, Hikmet Çetinkaya, karşısında kızı Bertil Emrah Oder, eşi Nezihe Çetinkaya ve İlhan Selçuk (Hasan Cemal arşivi)
(T-24)

Öne Çıkan Yayın

“Baltacı ve Katerina efsanesi” yazıları üzerine bir özür ve etik tartışma -Faruk Bildirici /T24-

Mehmet Ali Çiçekdağ, Metin Gülbay ve Vikipedi’den alıntılar yapmış ama hiç kaynak göstermemiş. Gülbay ise Vikipedi’den alıntı yaptığı bölüml...