T-24 "Köşebaşı + Gündem" -10 Temmuz 2025-

 

Hep 19 yaşında: Ali İsmail Korkmaz'ın öldürülmesinin 12. yıl dönümü

Hep 19 yaşında: Ali İsmail Korkmaz'ın öldürülmesinin 12. yıl dönümü

Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir'de Gezi Direnişi'ne destek eylemleri sırasında polis ve esnaf tarafından darp edilerek öldürüldü. 12 yıl önce, 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Korkmaz, 38 gün boyunca komada kalarak hayatını kaybetti. 

Eskişehir Anadolu Üniversitesi öğrencisi Ali İsmail Korkmaz, Gezi Direnişi sırasında polis ve esnaf tarafından darp edildi.

2 Haziran 2013'te darp edildikten sonra gittiği hastanede tedavi göremeyen Korkmaz, ilk tıbbi müdahaleyi ancak 20 saat sonra alabildi. Beyin kanaması geçirdiği anlaşılan Korkmaz, 38 gün boyunca komada kaldıktan sonra 10 Temmuz 2013'te hayatını kaybetti.

"Ali İsmail aramızdan koparılalı 12 yıl oldu"

Ali İsmail Korkmaz Vakfı, X'ten paylaştığı yıl dönümü mesajında şu ifadelere yer verdi:  "Ali İsmail aramızdan koparılalı 12 yıl oldu. Ama düşleri, cesareti, gülüşü ve umudu hâlâ bizimle. Her adımda, her direnişte, her dayanışmada yaşıyor. Gezi Parkı'nda bir araya gelen milyonların ortak hayali olan adil, özgür, eşit bir ülke için mücadele etmeye devam ediyoruz. Ali İsmail'in 'düşlerinde özgür dünya'sını kurma çabası, yalnızca bir gençliğin değil, hepimizin ortak sorumluluğu. Gezi'de kaybettiklerimizi, adalet arayışımızı ve bugün hâlâ tutsak edilen Gezi tutuklularını unutmuyoruz. Ali'nin attığı o son adım, şimdi bizim yolumuzu aydınlatıyor. Gel, sen de katıl bu umuda. Yaşamdan, barıştan, dayanışmadan yana ol."

Vakıf, Ekinci Mezarlığı'nda Saat 19.00'da mezarlık anmasının; Ekinci Mahallesi Meydanı'nda ise saat 20.00'da anma konserinin yapılacağını duyurdu. 

"Gezi korkuları bitmedi"

Cumhuriyet'e konuşan Ali İsmail Korkmaz'ın annesi Emel Korkmaz, şunları söyledi: "Gezi korkuları bitmedi. O Gezi'nin korkusu hâlâ geçmedi. Biz sadece Ali İsmail'i değil, Gezi'de yitirdiğimiz bütün canlarımızı yaşatmak için elimizden gelen her şeyi yapacağız."

"Unutturmayacağız"

Anne Emel Korkmaz, "Biz Ali İsmail'i sadece gözyaşı dökerek onun yasını tutarak değil, onu iyiliklerle, onun yaptığı şeylerle anıyoruz, anacağız " diyerek şöyle söyledi: "Unutmayacağız ki zaten unutmamız mümkün değil, unutturmayacağız."

Ne olmuştu?

Anadolu Üniversitesi öğrencisi 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz, 2013 yılında Eskişehir'de Gezi Direnişi sırasında polis ve sivil şahısların ortak saldırısıyla darp edildi. 2 Haziran 2013 gecesi uğradığı şiddetin ardından gittiği hastanede tedavi edilmeden yalnızca ağrı kesici verilerek geri gönderildi. Beyin kanaması geçiren Ali İsmail, tedaviye ancak 20 saat sonra alınabildi. 38 gün süren yaşam mücadelesinin ardından, 10 Temmuz 2013'te yaşamını yitirdi.

Bianet'ten alınan bilgilere göre; Ali İsmail'e gerekli müdahaleyi yapmayan Dr. Hasan Gülcü hakkında başlatılan soruşturmada "kovuşturmaya yer yok" kararı verildi. Ailenin yaptığı itiraz ise yargı tarafından reddedildi.

Olayın yaşandığı sokakta bulunan bir otele ait güvenlik kamerası görüntüleri, polis memuru Hüseyin Engin tarafından silindi. Engin hakkında açılan soruşturma ise "kişinin kendisiyle ilgili delilleri karartmasının suç oluşturmadığı" gerekçesiyle takipsizlikle sonuçlandı.

Sanıklar arasında biri polis olmak üzere 5 tutuklu, 3'ü polis olmak üzere toplam 8 kişi yer aldı. Savcı; polis Mevlüt Saldoğan için müebbet, 2 polis için beraat, bir diğer polis için ise 12 yıl, kalan sanıklar içinse 8'er yıl hapis cezası talep etti.

21 Ocak 2015'te açıklanan kararda sanıklar “kasten yaralayarak ölüme sebebiyet vermek” suçundan cezalandırıldı. İyi hal indirimiyle polis Mevlüt Saldoğan'a 10 yıl 10 ay, diğer dört sanığa ise 4 yıl 4 ay ceza verildi. Bu sanıklardan biri, cezaevinde geçirdiği süre göz önüne alınarak tahliye edildi. Üç polis sanıktan ikisi beraat etti, biri ise 10 yıl ceza alarak tutuklandı.

Ancak Yargıtay 1. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin kararını 4 Şubat 2016'da usul yönünden bozdu. Yeniden görülen davada aynı cezalar tekrar verildi. Yine bazı tutuklu sanıklar, tutukluluk süreleri göz önüne alınarak tahliye edildi.

Dosya yeniden Yargıtay'a taşındı. 22 Aralık 2016 tarihli kararında Yargıtay; Mevlüt Saldoğan'a verilen 10 yıl 10 ay, Yalçın Akbulut'a verilen 10 yıl ve üç sanığa verilen 6 yıl 8'er aylık hapis cezalarını onadı.

Öte yandan, Hüseyin Engin'in beraat kararı ve Ebubekir Harlar hakkında verilen 3 yıl 4 aylık ceza bozuldu. Yeniden yapılan yargılamada Hüseyin Engin'e 7 ay 15 gün hapis cezası verilerek hükmün açıklanması geri bırakıldı. Ebubekir Harlar ise 6 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı.

                                                          ***

İki kanal ve iki profesör -Ercan Uygur-

İktidarın yandaşı, hatta aleti olan bir TV kanalından yapılan yayın, bugünkü teknolojik ortamda müdahaleler ve çarpıtmalar yapar. Hiçbir şekilde tarafsız olamaz. Bu konuda muhalefet çok dikkatli olmalıdır.

İki kanal ve iki profesör

Zincir marketlerden birinin Ankara’daki küçük bir şubesindeyim. Orta yaşlı bir erkek, belli bir markanın sızma zeytinyağını soruyor. Kasadaki görevli; “Biz o markayı satmıyoruz efendim. Başka marka ile anlaşmamız var, ondan verelim” diyor. Bunun üzerine orta yaşlı erkek çok kızıyor.

“Neden diğer marka yok? Zeytinyağı bulunamıyor dedirtmek için mi?” Küçük şubenin görevlileri çok şaşırıyorlar. Ses çıkaramıyorlar. Çaresiz birbirlerine ve benim gibi diğer müşterilere bakıyorlar. Belli ki adam iktidar yanlısı. Bu olayı büyütebilir. Gerginlik gözle görülür, elle tutulur hale geliyor.

Bunun üzerine raflarda görüp bulamadığım bir yerli çikolata markasını sormuyorum. Bana da “biz o markayı satmıyoruz efendim” diyebilirler ve şubedeki gerginlik ve terör havası daha da ağırlaşabilir. Şu ağır ortamdan çıkıp gideyim diye düşünürken adam yanıma yaklaşıyor:

- “Enflasyonu azdıran bunlar oldu. Masum değiller. Niye her markayı satmıyorlar? Şimdi bir de zeytinine, zeytinyağına sahip çık modası var. Fırsat kolluyorlar. Zeytinyağı yok diyerek hükümeti zor duruma düşürmek istiyorlar.”  Bu konuya bulaşmak istemezdim ama, şöyle dedim:

- “Markalarla anlaşma yapıyorlar. Hükümete yönelik bir niyetleri olduğunu sanmam. Bu bir pazarlama yöntemi. Dünyanın her yerinde var.” Bu sırada marketin önüne çıkmış durumdayız.

Suçlu iki kanal

- “Yok, yok. İki kanal var ya, bunlar bu tür konuları hükümet aleyhine kullanıyorlar. Bu iki kanalın aynı anda kapatılması gerekir.” İki kanal ne demek? Anladım ki Halk TV ve Sözcü TV’yi kastediyor.

Bu konuşmalar yaklaşık altı hafta önce oldu. Rusya-Kazan’dan yeni dönmüştüm. Aklıma hemen demokraside ve otokraside Türkiye-Rusya karşılaştırması geldi.

Haftalar sonra Halk ve Sözcü TV’ler RTÜK tarafından aynı anda kapatılacak haberleri geldi. Bu konuşmaları daha önce yazmalıydım. Ancak, bir tereddüdüm oldu; belki zaten çok bilinen bir konuydu ve benim haberim yoktu. Asıl önemlisi, bir ameliyat geçirdim. Yazmak bugüne kaldı.

Market sohbetinin devamı şöyle geldi. 

- “Dediğiniz kanalları kapatmak bizim haber alma özgürlüğümüzü kısıtlamaz mı? Onlar yasalara uyuyor, hatta otosansür uyguluyorlar, buna karşılık zaten sık sık ceza alıyorlar. Ben yalnızca iktidarı destekleyen kanalları izlemek zorunda mıyım? Burası Rusya mı?”

- ”Sen anlamıyorsun. Liberal gibi konuşuyorsun. Öncelik hükümetimizindir. Amerika’da da böyledir. ABD’yi izliyorsan anlamış olmalısın. Sen ne iş yapıyorsun?” Soruyu ben soracaktım, o sordu.

- “Emekli öğretim üyesiyim. Arada çalışmalar yapıp, yazılar yazıyorum. Siz ne iş yapıyorsunuz?” Tam anlayamadım, ama sanki “belli zaten” veya “biliyorum zaten” gibi bir söz etti. Dikkat ederseniz, ben siz diye hitap ediyordum, o ise sen diyordu.

- “Ben de Amerika’da profesör öğretim üyesiyim. Orada da siyaseti, Trump hareketini yakından izlerim. Türkiye’ye sıkça gelir giderim.” Belli oluyor diyecektim, demedim. AKP ile ilişkiniz hangi düzeyde diyecektim onu da demedim. Çünkü birkaç başka sorum daha vardı.

- “Bu iki kanalın neden ikisi birden kapatılmalı? Demokraside muhalefetin sesi de duyulur, değil mi? Zaten Ekrem İmamoğlu ve diğer CHP’li belediye başkanları yargılanmadan hapisteler.”

- “Bazı önemli konular var ve gündeme gelecekler. Hem iç politikada, hem dış politikada. Bunları doğru ve çatlak sesler olmadan anlatmak gerekir. Halbuki bu iki kanal çatlak sesler çıkarırlar. İmamoğlu ve diğer belediye başkanları ise çalmışlar, yolsuzluk yapmışlar işte. Onlar zaten bizim için ayrıntıdır. Bir süre sonra gündem içinde geçim derdiyle unutulup giderler.”

- “Hangi önemli konular? PKK ve Öcalan konuları mı? İmamoğlu ve diğer seçilmiş başkanların yargılaması bile yapılmadı, yargısız infaz değil mi söyledikleriniz? Halk, İmamoğlu’nu ve diğerlerini unutup gider diyorsunuz. Ama halk onlara oy verdi, önemli farklarla kazandılar.”

Bu noktada iki konu aklıma geliyor.

1) Sovyetler Birliği 1991 sonunda dağılırken, Boris Yeltsin Rusya’nın yeni seçilmiş başkanı,  Mikhail Gorbachev ise Soveytler Birliği başkanı idi. 1996 ortasında yeni adıyla Rusya Federasyonu’nda ilk başkanlık seçimi yapılacaktı ve Yeltsin yine aday oldu.

Yeltsin başarısızdı; 1996 başında anketlerde aldığı oy oranı yüzde 8 dolayında idi. Ancak bu oran, ABD’li “iletişim uzmanları”nın yoğun çabası ile ve akla gelen her türlü usülsüzlük ile seçimin ilk turunda yüzde 35’e kadar çıkarıldı. Bu seçimlere katılan Gorbachev’in oyu ise yüzde 0,5 oldu.

Seçimin ikinci turunda Yeltsin’in oyu yüzde 54.4’e yükseldi. Bu turda Komünist Partisi adayı G. Zyuganov’un oyu yüzde 40,7’de kaldı. Yüzde 5’e yakın oy geçersiz sayıldı. Yeltsin’in oyunun yükselmesinde ABD’nin ve ABD’li uzmanların yönlendirdiği TV’lerin büyük katkısı oldu.

Tüm TV kanalları ekonomik ve siyasi bunalım yaşayan Rusya’da “istikrarın adayı” olarak Yelstsin’i destekledi. Diğer adaylara ayırdıkları süre, Gorbachev’in deyimiyle “çok ayıp” düzeyinde kaldı.

Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar, Halk ve Sözcü TV’leri karartarak, TV’lerin kendisine övgü ve oy katkısı yapmasını istiyor. ABD’nin ve ABD’li uzmanların yönlendirmesiyle tüm TV’ler, aynen Yeltsin için yaptıkları gibi, giderek düşen AKP oylarını diriltmeye çalışacaklar anlaşılan.     

2) Halk ve Sözcü TV’leri karartıp, İmamoğlu’nun ve diğerlerinin yargılanma sürecini iyice çarpıtarak vermek isterler. Geçmişte bu çarpıtmalar oldu, daha fazlası olabilir.

Bu satırları yazarken, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin, "İBB'ye yönelik yargılamalar TRT'de yayımlansın"  önerisini gördüm. Sanki önceden haberleri yokmuş gibi, Adalet Bakanı ve diğer   yetkililer “Olabilir, görüş birliği sağlanırsa neden olmasın” diyorlar.

Ben yazayım; marketteki profesörümüzün ima ettiği gibi, burada büyük bir tuzak var. İktidarın yandaşı, hatta aleti olan bir TV kanalından yapılan yayın, bu teknolojik ortamda müdahaleler ve çarpıtmalar yapar. Hiçbir şekilde tarafsız olamaz. Bu konuda muhalefet çok dikkatli olmalıdır.

Market sohbeti şöyle sürdü: 

- “Dediğiniz kanalları kapatmak bizim haber alma özgürlüğümüzü kısıtlamaz mı? Onlar yasalara uyuyor, hatta otosansür uyguluyorlar, buna karşılık zaten sık sık ceza alıyorlar. Ben yalnızca iktidarı destekleyen kanalları izlemek zorunda mıyım? Burası Rusya mı?”

Demokrasi, özgürlük ve haber alma hürriyeti gibi konulardan hiç etkilenmedi. Yanıt bile vermedi. Ancak Rusya deyince biraz irkildi. Bunun üzerine şöyle dedim;

- “Başta demokrasi ve insan hakları olmak üzere her konuda Rusya’dan bile geriye gittik. Bunu ülkenize ve insanlarına niye yapıyorsunuz? Ayrıca partinizden Atatürk’e sürekli hakaret ediliyor”.

AKP’yi savunmaya devam etti; artık partisi olarak kabul ediyordu. Şöyle konuştu;

- “Atatürk gerilerde kaldı. Bizim yolumuz başka. AKP’deki bazı densizler yersiz ve zamansız çıkışlar yapıyorlar. Partiye zarar da veriyorlar. Kontrol edilemiyorlar.”

- “Yani Atatürk’e ve de Cumhuriyet’e hakaret etmenin yeri ve zamanı var, henüz o aşamaya gelmedik mi demek istiyorsunuz? Türkiye’yi ABD kaynaklı projelerle çökerteceğiz mi diyorsunuz?”

Böyle deyince kızdı. Konuşmanın sonuna geldiğimizi ikimiz de anlamıştık. Kendisine adını bile sormadım, o da bana sormadı. Belki de biliyordu. Kötü bakışlarla birbirimizden ayrıldık.

Diğer profesör

Diğer profesörün adını daha önce duymadım, bilmiyordum. Benim eksikliğim. Ancak rahmetli eşi Ergun Özbudun’u tanıyordum. Bu profesörümüz, Serap Yazıcı Özbudun, Gelecek Partisinin aday göstermesi ile CHP listesinden milletvekili seçilmiş. Sonra da AKP’ye geçivermiş. Şöyle diyor:

“Ben herhangi bir siyasetçi değilim. Ben bir anayasa hukuku profesörüyüm. Akademisyenken ne savunduysam siyasetçiyken de onu savundum. Savunduğum görüşler demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının korunmasına ilişkindir.”

Gelecek Partisi'ndeyken de bunları savundum, seçim kampanyasında da ve bugün AKP milletvekili olarak da aynı görüşleri savunuyorum.”

Şu soru akla geliyor. Türkiye’de demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları konularında sürekli ihlaller oluyor. Türkiye uluslararası değerlendirmelerde son 10 yıldır ve özellkle son 4 aydır sürekli geri gidiyor. Bu konuda soru bari olsun sordunuz mu?

Serap Yazıcı Özbudun (solda), Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan

Prof. Yazıcı Özbudun şöyle sürdürüyor;

"Her zaman parlamentarizmi başkanlık sistemine karşı savundum. ... Görüşlerimin arkasındayım bu görüşlerimi değiştirmedim. AKP'ye geçmiş olmakla parlamentarizme ilişkin görüşlerim değişmedi. Bu bir itham konusu olamaz.”

“Benim AKP'ye geçmemin başka gerekçeleri var. Dünyanın içinden geçmekte olduğu konjonktürde uluslararası ilişkilerin ne denli önem taşıdığını ve bu çerçevede Trump'ın başkan seçilmesiyle beraber içinde yaşadığımız coğrafyanın, dengelerin önem kazanmasıdır.

“Bu süreçte cumhurbaşkanlığı makamında uzun yıllardır tecrübe kazanmış Tayyip Erdoğan'ın o makamda yer almasının daha doğru olacağına kanaat getirdim.”

Bu sözlerde şöyle bir yaman çelişki var: bir yandan başkanlık sistemine karşı parlamenterizmi savundum ve savunuyorum diyor. Diğer yanda Tayyip Erdoğan'ın o makamda yer almasının daha doğru olacağına kanaat getirdim diyor. Belki de sonsuza kadar.

Böyle olmuyor ki. Ayrıca, Gelecek partisi “Yazıcı Özbudun bizi aldattı” diyor.

Kaynaklar

T24 “AKPli Serap Yazıcı Özbudun’dan CHP’ye Tepki (8 Temmuz 2025)

                                                                    /././

Zekânın üç hali; doğal, yapay ve geri -Mine Söğüt-

Patronun çıldırdığı ve halkın aklını kaybettiği bir ülkede sizce yaşananların hangisi doğal, hangisi yapay ve hangisi geri bir zekânın becerisi?

Zekânın üç hali; doğal, yapay ve geri

Zekâ Arapça bir kelime. Anlamı, parıltı. Türkçesi anlamak eyleminin kökünden üretilen ve günlük dilde pek kullanılmayan anlak.

Zekâ ya da anlak sadece öğrenmekle alakalı bir kelime değil. Beynin öğrendiğinden yararlanma yeteneğine işaret ediyor.  Düşünerek yeni durumlara uyum sağlanabildiği, yeni çözüm yolları aranabildiği ve bulunabildiği zaman zekâdan bahsedilebiliyor.

Yani biz insanın sahip olduğu farklı yetenekleri birbirine uyumlu bir şekilde kullanabilme ve yeni yeteneklere dönüştürebilme becerisine zekâ diyoruz. Bunu yapamadığı durumlarda ortaya çıkanını geri zekâ, bunun insan beyni yerine bilgisayar beyniyle yapıldığı durumlarda ortaya çıkanınıysa yapay zekâ olarak tanımlıyoruz.

Yapay zekânın ileri ya da geri olması tabii ki mümkün.

Çünkü insan aklıyla tanzim edilen bir altyapı üzerine inşa ediliyor ve niyete göre zekânın her halini içinde barındırabiliyor. Üstüne üstlük dünyayı yerinden sarsan şovlarıyla korkunç savaşlardan, politik karmaşalardan, iklim krizinden, yoksulluk sorunundan yani akla gelebilecek tüm acil meselelerden rol çalarak gündemin hep en başına tünemeyi başarıyor.

Hem bütün dünyada hem de bizim, kapılarını hızla dışarıya kapatan ve kabuslardan örülmüş bir kozaya dönüşen şu korkunç dünyamızda.

* * *

Her güne yeni bir felaket haberiyle uyanıyoruz.

Seçilmiş belediye başkanları makamlarından tek tek alınıp ardı ardına hapse atılıyor.

Askerler, derinliklerinde metan gazı birikmiş bir mağaranın içine donanımsız bir şekilde sokulup öldürülüyor.

Neyle suçlandığı belli olmayan bir sanatçı menajeri ısrarla tutuklu yargılanıyor.

Bağımsız Gezi eylemleri organize bir suç kılıfına sokulmaya çalışılıyor.

Hasta mahkumların hayati tehlikeleri sorumsuzca göz ardı ediliyor.

Anayasa Mahkemesi’nin sanıklar lehine verdiği kararlar görmezden geliniyor.

Osman Kavala’nın, Selahattin Demirtaş’ın ya da Can Atalay’ın tahliyesini gündeme getiren yok.

Özgür Özel tutuklanmakla, CHP kapatılmakla tehdit ediliyor.

Hukuken aklanması muhtemel bir karikatür hedef gösterilip mizahçılara karabasan yaşatılıyor.

İktidarın hoşuna gitmeyecek cümle kuran herkes evi basılarak gözaltına alınıyor.

Muhalif gazeteciler birer birer içeri tıkılıyor.

Muhalif televizyon kanallarının ekranı karartılıyor.

Bu kaosun sonunda bir seçim olabilecek mi, bir gün bu ülkede yeniden halk sandığa gidebilecek mi, giderse de o seçim ortamı güvenilir olabilecek mi… kimse emin değil.

İşte bu alev toplarıyla dolu gündemin ortasına aynı anda iki yeni haber düşüyor.

Biri ekibiyle birlikte kameranın karşısına geçen Öcalan’ın gözlerini kısarak kendi yazdığı uzlaşma metnini prompterdan tutuk tutuk okuduğu ve silahları bırakmaktan bahsettiği görüntüsü…

Diğeri de X’in yapay zekâsı Grok’un yeni yazılımıyla birlikte, kendisine sorulan siyasi ve sivil sorulara lafı gediğine koyan, küfürlü ve iktidara muhalif çılgın cevaplar vermesi…

Ve nihayetinde koca ülkenin içinden çıkamadığı tartışmalara bir kez daha hararetle girmesi.

Öcalan bir bebek katili mi, yoksa saygıdeğer bir siyasi önder mi?

Ülke bölünecek mi yoksa demokratikleşecek mi?

AKP, MHP ve DEM koalisyonu Türkiye’yi uçuruma mı sürükleyecek, uçurumun kenarından mı döndürecek?

Ülkeye gerçekten barış mı gelecek yoksa bu sürecin sonunda yeni savaşların eşiğine mi gelinecek?

Bundan sonra Türk mü denilecek Türkiyeli mi denilecek?

Demokratik ve laik hukuk devletinin başına yoksa çok fena şeyler mi gelecek?

Ve bu arada yapay zekânın başı “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekten” ve “Cumhurbaşkanı’na hakaretten” ilk kez bu ülkede mi belaya girecek?

* * *

Patronun çıldırdığı ve halkın aklını kaybettiği bir ülkede sizce tüm bu olan bitenlerden hangisi doğal, hangisi yapay ve hangisi geri bir zekânın becerisi?

                                                           /././

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İletişim Başkanı Fahrettin Altun'u görevden aldı; yerine Burhanettin Duran'ı atadı + TİHEK Başkanlığı'na Fahrettin Altun atandı +TİHEK Başkanlığı'na atanan Fahrettin Altun, İletişim Başkanı olduğu süre boyunca neler yaptı? -T24

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İletişim Başkanı Fahrettin Altun'u görevden aldı; yerine Burhanettin Duran'ı atadı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un yerine, Dışişleri Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Burhanettin Duran’ı getirdi. Görevden alınan Altun, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurum (TİHEK) Başkanlığına atandı. Altun, SETA Vakfı’nın Genel Koordinatörlüğü görevini Duran'a bırakarak İletişim Başkanı olmuştu. Bu karar ile Altun, İletişim Başkanlığı görevini de Duran'a teslim etmiş oldu. 2019 yılında "gazetecilerin fişlendiği" eleştirilerine yol açan raporu hazırlayan SETA Vakfı’nın Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Duran,  Dışişleri Bakan Yardımcılığı görevi yapıyordu. 

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun görevden alınırken yerine Burhanettin Duran’ı atandı.

2024 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dışişleri'ne Bakan Yardımcısı olarak atanan Burhanettin Duran, hükümete yakınlığıyla bilinen Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi ve Siyaset, Ekonomi ve Toplumsal Araştırmalar (SETA) Vakfı Genel Koordinatörlüğü yapmıştı. Ekim 2018’de Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu üyesi olarak atanmış 2019 da ise Dış İşleri Bakan Yardımcılığı'na getirilmişti.

Altun, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurum (TİHEK) Başkanlığı'na atandı

İletişim Başkanlığı görevinden alınan Fahrettin Altun, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurum (TİHEK) Başkanlığı'na atandı. 

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, ayrımcılığın önlenmesi ile bu ilkeler doğrultusunda faaliyet göstermek, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmek amacıyla 2016 yılında kurulmuştu. 

İletişim Başkanlığı ne zaman kuruldu?

24 Temmuz 2018 tarihli ve 30488 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 14 sayılı İletişim Başkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü lağvedilerek özellikle kamu diplomasisi ve stratejik iletişim alanlarını da kapsayan cumhurbaşkanlığına bağlı olarak İletişim Başkanlığı kuruldu.

                                                            ***

TİHEK Başkanlığı'na Fahrettin Altun atandı

Resmi Gazete'de yer alan atama kararına göre, İletişim Başkanlığı görevinden alınan Fahrettin Altun, TİHEK Başkanlığına atandı.

Resmi Gazete'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla yayımlanan atama kararına göre, TİHEK Başkanlığına, ikinci başkanlığına ve üyeliklerine atama yapıldı.

Buna göre, Fahrettin Altun TİHEK Başkanlığına, Muhammet Ecevit Carti ikinci başkanlığa, Dilek Ertürk, Fatma Çınar, Erol Gökdöl, Melahat Demir Aydın, Selma Öztürk Pınar, Tayyip Uçar, Evren Başar, Ömer Çelen ve Selami Açan TİHEK üyeliğine getirildi.

 

                                                                 ***

TİHEK Başkanlığı'na atanan Fahrettin Altun, İletişim Başkanı olduğu süre boyunca neler yaptı?-Can Öztürk-

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaladığı kararnameyle,  Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı görevi sona eren Fahrettin Altun, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurum (TİHEK) Başkanlığına atandı. Altun, İletişim Başkanlığı ve uygulamalarıyla sürekli tartışmaların odağında yer aldı.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun görevden alınırken yerine Burhanettin Duran’ı atandı. Tartışmalı açıklamaları,  “troll ordusu” iddiaları, eşinin Türk Hava Yolları'ndan maaş aldığı iddiaları ile sürekli gündemde kalan Altun, İletişim Başkanlığı’nın ilk başkanı oldu ve 7 sene boyunca görevde kaldı.Altun’un tartışma yaratan bazı uygulamaları şunlar:

Altun’dan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Flört gibi şeyler sonunda zinaya giden kapıyı aralar” hutbesine destek

Diyanet İşleri Başkanlığı, 2 Mayıs 2025 tarihli cuma hutbesinde, kadın erkek arkadaşlığı hakkında, “Arkadaşlık, flört gibi şeyler sonunda zinaya giden kapıyı aralar” ifadelerini kullandı.

Bu hutbe gerek sosyal medyada gerekse siyasette çok tartışıldı. Tartışmaların ardından Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun Diyanet İşleri Başkanlığını ve çalışmalarını öven bir açıklama yaptı.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Hayatın birçok noktasında bilinçleri uyandıran, İslami perspektiften doğruyu ve yanlışı öğreten, daima iyiliği, güzelliği, yardımlaşmayı, şiddetten uzak durmayı ve daha birçok olumlu davranışı tavsiye eden hutbeler hazırladığı için Diyanet İşleri Başkanlığımıza teşekkür ediyor, sırtlamış olduğu bu ulvi ve önemli görevi başarıyla sürdürmelerini diliyorum” diye konuştu.

Fahrettin Altun'dan İstanbul Sözleşmesi eleştirilerine “başörtülü” yanıt

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, İstanbul Sözleşmesinin tartışmalı bir şekilde Cumhurbaşkanı kararıyla kaldırılmasına yönelik eleştirilere başörtüsü konusunu yeniden gündeme getirerek yanıt vermeyi tercih etti.

Fahrettin Altun, Twitter hesabından İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tartışmalara ilişkin şu mesajları paylaştı: 

"Daha düne kadar kadınlarımızı başörtüsü üzerinden ayrıştıran, kadınlarımızı eğitim, istihdam ve seçilme gibi en temel haklarından mahrum bırakanların bugün kadın hakları savunucusu taklidi yapmaları samimiyetten uzak bir davranıştır."

Altun'un eşi Doç.Dr. Fatmanur Altun'un THY'den maaş aldığı ettiği iddiası

2021 yılında CHP Grup Başkanvekilliği görevini sürdüren Özgür Özel, THY'den "huzur hakkı" aldığı tartışmaları sonrası "hakkından feragat ettiğini" söyleyen İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un eşi Dr. Fatmanur Altun'un THY'den maaş almaya devam ettiğini söyledi. 

Mayıs 2018 tarihinden beri THY Yönetim Kurulu’nda görev alan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un eşi Fatmanur Altun'un buradan üç ayda bir ikramiye ve huzur hakkı alması tartışma yaratmış, Altun, "Evet, bir ücret var. Aylık 20 bin TL. Ve ben kamu namına o ücretten gönül rızamla feragat ettim" açıklamasını yapmıştı.

Söz konusu açıklamanın ardından Fahrettin Altun ile CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel arasında açılan davada Fatmanur Altun'un bu ücreti almaya devam ettiği belirtildi.

"Bidebunu izle" isimli Youtube kanalına konuşan CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Fatmanur Altun'un pandemi sürecinin ardından THY'den maaş almaya devam ettiğini söyledi.

Özel, dava sürecine ilişkin olarak olarak şu ifadeleri kullandı:

"Sorun bakalım bunlar nereden maaş alıyor diye mahkemeye başvurduk. Fahrettin Altun’un hem İletişim Başkanlığı’ndan maaş aldığı, Borsa İstanbul’dan, hem diğer anonim şirketten maaş aldığı çıktı. Eşi, hem Marmara Üniversitesi’nden maaş alıyor, hem THY’den alıyor. Ama bunu çökertmek için geçen sana açıklama yapmışlardı. Demişlerdi ki; ‘Eşi maaştan feragat etti. ’

Yazımız üzerine mahkemeye resmi cevap geldi. Resmi, mühürlü, damgalı. İnanmayana gösteririz. Cevapta deniyor ki; ‘Geçen sene THY, pandemi sırasında uçuşlar yokken yönetim kurulu üyeleri belli bir süreliğine maaştan feragat kararı almıştır. 'Yanılmıyorsam 3 ya da 4 ay. O dönemde hanımefendi maaş almamış, o günden sonra maaş almaya devam etmiş. Ve şu an da maaşı yatıyormuş. Fahrettin iki, eşi de iki; etti dört maaş. ”

“Troll ordusu” iddiaları

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un Twitter hesabından paylaştığı "Boğaziçi’nde neler oluyor?" adlı video sonrası bir sosyal medya kullanıcısı, troll hesapların Altun'un videosunu yaymaya çalıştığını iddia etti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın AKP'de uzun yıllar siyaset yapmış olan Melih Bulu'yu Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olarak atamasına yönelik tepkiler sürerken Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un Twitter paylaşımının altından 'seküler görünümlü' bir çok kişiden hükümete destek mesajları paylaşıldığı görülmüştü. 

Sosyal medya kullanıcısı “farkobVEVO” Altun'un paylaştığı videoyu yaymaya çalışan hesapların sahte olduğunu öne sürdü. Yaptığı araştırmaları Twitter hesabından fotoğraflar ile birlikte paylaşan  farkobVEVO, araştırdığı hesapların sahte olduğu ve hesaplarda kullanılan fotoğrafların gerçek sahiplerinin ve isimlerinin farklı olduklarını iddia etmişti.

İletişim Başkanlığı bünyesinde bu şekilde çalışan bir ekip olduğu iddiaları sürekli gündemde kaldı.

 

Altun, sosyal medyada "trol ordusu" kurduğu iddialarını reddetmişti

İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Twitter'ın Türkiye'de açılan ve AK Parti'ye destek veren 7 bin 340 hesabı "sahte olduğu ve devlet bağlantılı enformasyon operasyonu yaptığı" gerekçesiyle kapatması ile Stanford İnternet Gözlemevi'nin (SIO) bu konu üzerine yaptığı araştırmaya 2020 yılında Twitter üzerinden yaptığı paylaşımla tepki gösterdi.

Altun paylaşımında şu ifadeleri kullanmıştı:

"Twitter'ın yaptığı açıklamada kapatılan hesapların Sayın Cumhurbaşkanımıza destek amacıyla açılan 'sahte' hesaplar olduğu ve bu hesapların tek bir merkezden yönetildiği iddiası gerçek dışıdır.

Hesapların kapatılması kararına dayanak olarak öne sürülen birtakım dökümanların da bilimsellikten uzak, taraflı ve siyasi saiklerle oluşturulduğu açıkça görülmektedir. Merkezi ABD'de bulunan bir şirketin almış olduğu kararı, ideolojik yaklaşımlarını bilimsel veri olarak pazarlamaya kalkışan birtakım eşhas tarafından hazırlanmış raporla meşrulaştırma çabası tarihi bir skandaldır. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti hiçbir surette sahteciliğe, manipülasyona ve dezenformasyona geçit vermeyecek, ülkemizde ve tüm dünyada her zaman hakikati, hür düşünceyi ve dijital farkındalığı güçlendirmek için çalışmaya devam edecektir."

2022 yılında Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM) kuruldu

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, 5 Ağustos 2022 tarihinde sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, "Ülkemize karşı yürütülen sistematik dezenformasyon kampanyalarına karşı İletişim Başkanlığımız bünyesinde müstakil bir birim oluşturduk. Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM). Merkezimizin koordinatörü olarak atanan İdris Kardaş'ı tebrik eder, kendisine başarılar dilerim." ifadeleriyle DMM'nin kurulduğunu duyurmuştu. DMM tarafından Dezenformasyon Bülteni yayınlanmaya başlandı. 

DMM hakkında bilgi almak isteyen Türkiye Gazeteciler Sendikası, şöyle konuşmuştu:

"5 Ağustos 2022 tarihinde Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Twitter üzerinden yaptığı açıklamayla, Başkanlık bünyesinde müstakil bir “Dezenformasyonla Mücadele Merkezi” kurulduğunu ve merkez koordinatörü olarak İdris Kardaş’ın atandığını duyurmuştur. Merkez, Sansür Yasası’nın TBMM Genel Kurulu’nda görüşüldüğü günlerde Dezenformasyon Bülteni yayınlamaya başlamıştır. Ancak kamuoyunca söz konusu merkeze dair teşkilattaki yerinden çalışma usullerine kadar pek çok soru işareti yaratan merkez hakkında başkaca herhangi bir bilgiye ulaşılamamaktadır."

Altun, 2023 yılında İletişim Başkanlığı’na yeniden atandı

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına 9 Haziran 2023’te yeniden atanan Prof. Dr. Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a şükranlarını sunarak, birlik ve beraberlik mesajı verdi.

Altun, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, şunları kaydetti:

"İletişim Başkanlığı görevini yeniden şahsıma tevdi eden Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a tensipleri için şükranlarımı arz ediyorum. Cumhurbaşkanımızın vizyonu doğrultusunda Türkiye Yüzyılı hedeflerimiz için hep birlikte çalışacak, hakikat mücadelemizi sürdüreceğiz. Allah birliğimizi, beraberliğimizi daim etsin."

TİHEK nedir?

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, (TİHEK) ayrımcılığın önlenmesi ile bu ilkeler doğrultusunda faaliyet göstermek, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmek amacıyla 30 Haziran 2013 tarihli ve 6701 sayılı "Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu" ile ismi değiştirilerek yeniden kurulan insan hakları kurumudur.

TİHEK, idari ve mali özerkliğe sahip, özel bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz ve Adalet Bakanlığı ile ilişkili bir kurumdur.

İnsan Hakları Başkanlığı'ndan TİHEK'e 

Dünya’da ulusal insan hakları kurumlarının yaygınlaşmaya başladığı 1990’lı yıllarda Türkiye’de de insan haklarının kurumsallaştırılması süreci başlamıştır. Bu çerçevede, oluşturulan insan hakları yapıları yasama organı bünyesinde komisyonlar veya yürütmeye bağlı birimler şeklinde örgütlenmiştir.

Devlet teşkilatı içerisinde insan hakları alanında kurumsallaşma konusundaki en büyük adımlardan birisi Başbakanlık Teşkilatı Hakkında 3056 sayılı Kanun’da değişiklik yapan 12.04.2001 tarihli ve 4643 sayılı Kanun’la, Başbakanlık Merkez Teşkilatı içerisinde ana hizmet birimi olarak “İnsan Hakları Başkanlığı”  oluşturulması olmuştur.

Aynı zamanda, İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları yerel düzeyde ihlal iddialarını incelemek, araştırmak, insan hak ve özgürlüklerinin kullanılmasının önündeki engeller ile hak ihlallerine yol açan idari, hukuki, siyasi ve sosyal nedenleri incelemek, araştırmak ve bunların çözümüne ilişkin önerilerde bulunmakla görevlendirilmişlerdir. Ancak 1990’lı ve 2000’li yıllarda insan haklarının Türkiye’de kurumsallaştırılması amacıyla oluşturulan bu birimler, Paris İlkeleri’nde belirtilen “bağımsızlık”, “idari ve mali özerklik” ve “çoğulculuk” niteliklerini taşımayan, ulusal insan hakları kurumu olarak görevlendirilmemiş yapılardı.

Avrupa Birliği ilerleme raporlarında, Paris İlkeleri’ne uygun bir kurumsal yapının kurulması yönünde yapılan tavsiyeler ve 90’lı yıllardan bu yana merkezdeki ve yereldeki deneyimlerin etkisiyle, Paris İlkeleri ile uyumlu bir ulusal insan hakları kurumuna ihtiyaç duyulmasıyla, 21.06.2012 tarih ve 6332 sayılı Kanunla Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHK) kurulmuştur.

TİHK’nun kurulmasıyla birlikte Başbakanlığa bağlı önceki birimlerin varlığına son verilmiş, söz konusu Kanun’un geçici maddelerine göre Kurum büroları kuruluncaya kadar, il ve ilçe insan hakları kurullarının, Kurum bürosu olarak görev yapacağı hükme bağlanmıştır.

Ulusal İnsan Hakları Kurumu olmanın yanı sıra TİHK, “İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne Ek Seçmeli Protokol” (OPCAT) bağlamında, işkencenin ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da cezanın önlenmesi konusunda çalışmalar yürütmek üzere 9/12/2013 tarihli ve 2013/5711 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Ulusal Önleme Mekanizması olarak belirlenmiştir.

Özgürlüğünden mahrum bırakılan kişilerin alıkonuldukları ceza ve tutukevleri, kamplar, bakım merkezleri gibi yerlerde işkence ve kötü muamele vakalarının yaşanmaması amacıyla bu yerlere yönelik izleme, inceleme, denetleme, değerlendirme ve raporlama faaliyetlerini yürüten bir ulusal önleme mekanizması görevinin TİHK’in sorumluluğuna yüklenmesi, Kurumun kapasitesinin de güçlendirilmesi ihtiyacını gündeme getirmiştir.

Diğer taraftan Anayasanın 10 uncu maddesi ve Türkiye’nin taraf olduğu temel insan hakları sözleşmelerinde düzenlenen ayrımcılık yasağına karşı etkin mücadele amacıyla bir eşitlik kurumunun kurulması, hem bu alandaki çalışmaların daha etkili yürütülmesi hem de AB müktesebatına uyum çerçevesinde ele alınmıştır.

Bu doğrultuda Türkiye İnsan Hakları Kurumunun kurumsal kapasitesinin arttırılarak etkinliğinin arttırılması, ayrımcılık yasağı ve eşit muamele ile ilgili temel yasal çerçevenin ve kurumsal yapının düzenlenmesi, işkence ve kötü muameleye karşı ulusal önleme mekanizmasının etkinliğinin ve işlerliğinin arttırılması amacıyla Paris İlkeleri, ilgili AB müktesebatı ve AB üyesi ülkeler başta olmak üzere uluslararası örnekler dikkate alınarak Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, 20/04/2016 tarihli ve 29690 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6701 sayılı Kanun ile kurulmuştur. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu'nun (TİHEK) kurulmasıyla birlikte 6332 sayılı Kanunla kurulmuş olan Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHK) lağvedilmiştir.

Fahrettin Altun kimdir?

Fahrettin Altun'un İletişim Başkanlığı sitesinde yer alan özgeçmişi şu şekilde:

İletişim bilimleri profesörü olan Fahrettin Altun, doktora eğitimini İstanbul Üniversitesinde tamamladı. Bir dönem ABD’de akademik çalışmalarda bulunan Altun; İstanbul Şehir Üniversitesi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi ve İbn Haldun Üniversitesinde öğretim üyeliği, bölüm başkanlığı ve dekanlık vazifelerini yürüttü. Bunun yanı sıra SETA İstanbul Genel Koordinatörlüğü görevini üstlendi.

Sabah, Akşam, Daily Sabah, Kriter, Anlayış, Yöneliş ve Küre gibi birçok basılı mecra ve yayınevinde köşe yazarlığı ve yayın yönetmenliği yaptı. Başta TRT 1, TRT 2 ve TRT Haber olmak üzere ulusal televizyon kanalları için haber ve tartışma programları hazırladı ve de çok sayıda programa konuk oldu.

Türk modernleşmesi, siyasal iletişim ve kültürel çalışmalar alanlarında araştırmaları bulunan Altun, Modernleşme Kuramı (2002) ve Türkiye as a Stabilizing Power in an Age of Turmoil (2021) başlıklı kitapları kaleme aldı. Bunların yanında Press Freedom in Turkey (2016), The Triumph of Turkish Democracy (2016), 15 Temmuz’da  Medya (2017), Terörün Kökenleri ve Terörle Mücadele Stratejisi (2018), Toplumlar Arası İletişimde Yeni Dönem: Enformasyon Savaşından Dezenformasyon Savaşına (2023) gibi kitaplara bölüm yazarı ve editör olarak katkı sağladı.

Fahrettin Altun, 25 Temmuz 2018’de Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı olarak atandı.

Altun, 10 Temmuz 2025 tarihli Cumhurbaşkanı kararnamesi ile Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurum (TİHEK) Başkanlığı'na atandı.

                                                              ***

Türkiye’ye yakışır bir “insan hakları” kurumu: Jest ve mimik kaç kelepçe eder?-Gökçer Tahincioğlu-(18/01/2025)

Devletimizin insan haklarını savunmakla görevli kıldığı kurum olan TİHEK’e bakın… Kelepçeleneceği sırada “jest ve mimikle” sinirli olduğunu gösterdiği için altı kez ters kelepçelenmeyi hak etmiş Besna Tosun… Basit bir aramayla önünüze onlarca fotoğraf düşmesine rağmen altı kez kelepçelendiği anlaşılmıyormuş…

besna tosun kelepçe

Memleketimize has, güzel adetlerden biri bilmezden gelmek, görmezden gelmektir. Doğrucu konuşmalara bayılırız:

“Evet, Beşiktaş Belediyesi’ne operasyon yapılmasına neden olan firma kamu kurumlarından da ihale almış ama bu firmalar bazen yanlış işi gizlemek için doğru iş yaparlar…”

“Yargıyı yıpratmayalım. Yargıyı yıpratan bu söylemler bağımsızlığa zarar veriyor…”

Pek kolaydır, pek ikna edicidir ve pek çoktur…

* * *

Ama bazen insanın yine de nutku tutuluyor işte.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu adında bir kurumumuz var. Kısaca TİHEK diye anılıyor. Birçok kişi ismini bile ilk kez duyuyordur.

Ama binaları, üyeleri, müthiş olanakları var. Öyle hemen üzerinden geçmeyin. İnsan hakları gibi yüce bir kavram üzerine kurulmuş neticede…

TİHEK’in faili meçhul, gözaltında kayıp, işkence vs. gibi konularda pek fazla kararını görmek mümkün değil. Bu konularda verdiği istisnai kararlarda da bugüne kadar memleketteki hak ihlallerini düzeltici bir rol oynadığı söylenemez. Olsa olsa meşrulaştırıcı, zemin hazırlayıcı bir işlev görüyor kararları.

Tüm bunları biliyoruz elbette, biliyoruz bilmesine de yine de gerçekten insanın bazen nutku tutuluyor.

* * *

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın da nutku tutulmuş olacak ki önceki gün bir açıklama yaptı. TİHV, “cezasızlık yolunu açarak işkence ve diğer kötü muameleyi önleme mücadelesine zarar veren TİHEK’in ‘Ulusal Önleme Mekanizması’ kapsamında sürdürmekte olduğu soruşturma görevinin sonlandırılmasını istedi ve mağdurlara da TİHEK’e başvuru yapmama” çağrısında bulundu.

Düşünün, memleketin insan hakları alanında çalışan en ciddi kuruluşlarından biri, devletin bu alanda çalışması için kurduğu kuruma başvuru yapılmaması için çağrı yapıyor.

* * *

Nutkumuzun tutulmasına, TİHV’nin çağrı yapmasına neden olan karar pek taze, 12 Aralık 2024’te TİHEK 1. Daire tarafından verildi.

Başvuruyu yapan isim, babası kaçırılarak öldürülen, yaşamı boyunca babasının katillerinin bulunması için Galatasaray Meydanı’na çıkarak barışçıl biçimde eylem yapan Cumartesi Anneleri’nden Besna Tosun

Anımsanacaktır… Neredeyse 30 yıldır Galatasaray Meydanı’nda sivil ve barışçıl eylemleriyle faili meçhullerin hesabını soran, yakınlarını arayan Cumartesi Anneleri’nin meydana çıkması, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından garip biçimde yasaklanmıştı.

Cumartesi Anneleri, uzun bir süre bu yasağa karşı hukuk mücadelesi verdi.

Ve sonuçta Anayasa Mahkemesi, iki ayrı kararında, Cumartesi Anneleri’nin meydana çıkmalarının anayasal bir hak olduğuna hükmetti.

* * *

Anayasa’yı, Anayasa Mahkemesi’ni dinleyen kim. Burada hukuk, sadece meşrulaştırmak için kullanılıyor.

AYM kararını umursamayan Beyoğlu Kaymakamlığı, her hafta Cumartesi Anneleri için ayrı bir yasaklama kararı aldı.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü, ellerinde AYM kararıyla Galatasaray’a gelmek isteyen Cumartesi Anneleri’ni bu karar doğrultusunda her hafta gözaltına alarak saatlerce, 40 derece sıcağın altında gözaltı aracında bekletti.

Bu döngü, İçişleri Bakanlığı’nın AYM kararı doğrultusunda, kararı tam da uygulamadan Cumartesi Anneleri’ne sınırlı olarak izin vermesiyle son buldu. Sınırlı sayıda insan abluka altına alınmış meydana çıkarak her cumartesi basın açıklaması yapabiliyor.

Cumartesi Anneleri

* * *

Yasak günlerinde, 14 Ekim 2023’te, Cumartesi Anneleri, yine ellerinde AYM kararıyla meydana çıkmak istediler.

Polisin tavrı sertti.

Gizlenecek bir sertlik değil, onlarca kamera, fotoğraf var ortada.

Abisine sert biçimde müdahale edildiğini gören Besna Tosun, polisleri engellemek için olay yerine yönelirken engellendi ve kelepçelendi.

Bir kez değil, iki kez değil, üç kez değil tam altı kez…

Altı ayrı kelepçe Besna Tosun’un bileklerindeydi. Ve öylece durmaktan başka bir eylemi yoktu.

* * *

Besna Tosun, bu hukuksuz müdahaleyi TİHEK’e taşıdı. TİHEK’in verdiği karar insan hakları literatürüne geçebilecek kadar dramatik.

Uzunca bir karar ama başlıklarla özetleyelim. TİHEK önce eldeki delilleri sıralamış:

- Sürpriz değil elbette, TİHEK’in görüntüleri istediği ilçe emniyet müdürlüğü, hard diskin belirli kapasitede görüntü saklaması, kapasitesi dolduğunda otomatik olarak en eski görüntüyü silip yerine yeni görüntüyü kaydetmesi sebebiyle ellerinde görüntü olmadığını bildirmiş. TİHEK elbette bu eskimeyen, tarihi gerekçeye inanmış…

- Her hafta, cumartesi günleri İstiklal Caddesi’ndeki bütün esnaf tek tek tembihlenmesine rağmen onların güvenlik kamerası görüntüsü de yokmuş…

- TİHEK, onlarca gazetecinin alandaki varlığına rağmen onlardan da görüntü almaya gerek görmemiş.

- Eldeki tek görüntü Besna Tosun tarafından verilen görüntüymüş…

- İstanbul Emniyeti’nden gelen görüntüler dosyaya eklenmiş ancak karardan anlıyoruz ki oradan da çok sınırlı bir görüntü gelmiş.

* * *

Delil araştırması bu kadar.

Kararın, değerlendirme bölümüne gelmeden önceki kısımları da vahim.

Anayasa Mahkemesi kararı resmen TİHEK tarafından yok sayılmış.

Beyoğlu Kaymakamlığı’nın AYM tarafından “hak ihlali” sayılan yasak kararı esas alınarak, uzun uzun polisin bu karar doğrultusunda nasıl da haklı müdahale ettiği, müdahale etmeden önce nasıl da haklı uyarılarda bulunduğu anlatılmış.

Yargıtay’ın ve TBMM’nin yok saymasına alışmıştık ama TİHEK tarafından bile yok sayılan AYM’nin de varlık nedeninin sorgulanmasında fayda var.

* * *

Kararın tarihe geçecek kısmına gelince.

Besna Tosun’un kötü muamele gördüğü iddiası değerlendirilirken, sadece kelepçelenmesi esas alınmış.

Polisin zor kullanma yetkileri tartışıldıktan sonra da şu yorumlar yapılmış:

- Başvuran tarafından sunulan video kaydının incelemesinde; kolluk güçleri tarafından toplanan grubun etrafının sarıldığı, başvuranın bu esnada ‘işkence uyguluyorlar bize diye’ görüntüyü kaydeden kameraya karşı bağırdığı, bunun üzerine erkek bir polis memuru ile aralarında sözlü tartışmanın yaşandığı, yine aynı esnada başvuranın elinin başka bir kadın polis memuru tarafından kelepçelenmeye çalışıldığı ancak başvuranın polis memuru ile sözlü tartışması esnasında jest ve mimik hareketlerinde bulunması sebebiyle kadın polis memurunun elini kelepçeleyemediği, bunun üzerine erkek polis memurunun diğer yöne doğru hareketlendiği, daha sonra tekrar gelerek başvuranla tartışmaya girdiği, başvuranın kolunu bükerek ellerinin arkadan kelepçelenmesi yönünde harekette bulunduğu ve diğer polis memurlarının talimat doğrultusunda kelepçelemeyi gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır.

- Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir… Bilgi ve belgelerde yasaklamanın gerçekleştirildiği alanın sosyal, ekonomik, dini ve idari açıdan önemli bir yer teşkil ettiği, önceki yıllarda terör faaliyetlerine konu olduğu bir bütün olarak göz önüne alındığında, kolluk güçleri tarafından kelepçe takılmasının makul olduğu değerlendirilmektedir.

- Başvuran, ellerinin arkadan kelepçelenmesine ek olarak bu işlemin üst üste altı kelepçe takılması yolu ile gerçekleştiğini belirtmektedir. Ancak, başvuranın bu iddiasını destekler bir kanıt sunmadığı görülmüş ve video kaydında da altı kez kelepçe takılması işleminin gerçekleştiği hususu anlaşılamamıştır. Bu noktada izlenen görüntülerden, başvuranın elinin kelepçelenmesi işleminin; başvuranın polise karşılık vermesi, sinirli bir halde gerçekleştirdiği jest ve mimik hareketleriyle elinin kelepçelenmesine engel olması, olayın geçtiği caddenin birçok açıdan işlek ve önemli bir konumda bulunduğu hususları birlikte göz önüne alındığında makul bir tedbir olduğu ve kötü muamele yasağının ihlal edilmediği değerlendirilmiştir.

A. T.’ye (Besna Tosun’un abisi) polis tarafından müdahalede bulunulduğu görülmüştür. Ancak polisin müdahalesinin, başvuranın öne sürdüğü darp etme şeklinde olmadığı anlaşılmaktadır. İlgili video kaydından, A.T.’nin hareketleri nedeniyle kolluk güçleri tarafından etrafının sarıldığı ve zapt edilmeye çalışıldığı, A.T.’nin başının öne eğilerek, ellerinin kelepçelendiği anlaşılmaktadır.

Besna Tosun'un kelepçelendiği andan bir kare

* * *

Devletimizin insan haklarını savunmakla görevli kıldığı kuruma bakın…

- Kelepçeleneceği sırada jest ve mimikle sinirli olduğunu göstermek polise direnmekmiş. Jest ve mimikle… Bu nedenle altı kez ters kelepçelenmeyi hak etmiş Besna Tosun…

- Altı kez kelepçelendiği anlaşılmıyormuş… Oysa basit bir arama ile onlarca fotoğraf düşüyor önünüze. Zahmet edilmemiş…

- Anayasa Mahkemesi kararı hiçmiş. İstiklal Caddesi’nde eylem yapılamazmış. Elinde mahkeme kararı olan biri, hakkını savunamazmış.

- Direnmiyorsa bile insanlar kafası eğilerek, iki büklüm yapılarak kelepçelenebilirmiş.

* * *

Bütün bunların yer aldığı kararın ilk kısmı trajik kalıyor. Bununla bitsin yazı:

“Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun amacı; insan onurunu temel alarak insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanmada ayrımcılığın önlenmesi ile bu ilkeler doğrultusunda faaliyet göstermek, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmektir.”

T-24

 

Öne Çıkan Yayın

“Baltacı ve Katerina efsanesi” yazıları üzerine bir özür ve etik tartışma -Faruk Bildirici /T24-

Mehmet Ali Çiçekdağ, Metin Gülbay ve Vikipedi’den alıntılar yapmış ama hiç kaynak göstermemiş. Gülbay ise Vikipedi’den alıntı yaptığı bölüml...