Silahlara veda ya sonra: Süleymaniye’de neler gördük? + Casene Mağarası’nda silahlar yakıldı: Bese Hozat’tan yasal düzenleme vurgusu -İbrahim Varlı / Birgün-

 

Silahlara veda ya sonra: Süleymaniye’de neler gördük?

Süleymaniye yakınlarındaki Piramagrun sıradağlarının girişindeki Cesane Cave’deki  silah yakma töreninde ne gördük, neye tanıklık ettik! Erbil’de, Duhok’ta, Diyarbakır’da nasıl bir ruh hali hakim?

Ortadoğu sath-ı mailinde tarihsel sürecin hızlandığı sancılı günlerden geçiliyor. Bölge topyekün bir dönüşüme tabi tutulurken İmralı-Ankara hattındaki müzakereler neticesinde PKK’nin kendisini feshetmesi de bu gelişmelerden azade değil.

1979’da kurulan 84’te ilk silahlı eylemini yapan 46 yıllık bir hareketin önce kendisini feshedip ardından da silah yakması tarihte örneğine az rastlanır bir olay. Ve bu tarihsel anda bir gazeteci olarak orada olmak eşsiz bir deneyim olacaktı. Bu nedenle DEM’den gelen davet o anlara çıplak gözle tanık olmaya vesilesi olacaktı.

Bizi uzun, yorucu bir yolun beklediğinden habersiziz. Diyarbakır’dan karayoluyla 12 saatte ulaştığımız Dukan kenti kırsalındaki Cesena Mağarası’na sıkı güvenlik önlemleri altında gidiyoruz. Daha Habur sınırından girdikten itibaren bizlere KDP’ye bağlı korumalar eşlik ediyor. Onlarca aktörün yer aldığı bölgede olası bir olay veya provokasyona geçit vermemek için aralarında gazetecilerin, parti ve kitle örgütü temsilcilerinin olduğu 4 otobüslük davetliler grubuna sıkı markaj uygulanıyor.

10 saati aşkın bir yolculuk sonrası Erbil’e varıyoruz. Geceyi burada geçirdikten sonra sabah erken saatlerde Süleymaniye’ye doğru yok alıyoruz. Dukan kentinin İran’a bakan tarafındaki tören alanına varmamız iki saati buluyor. Büyük bir konvoy halinde gidilen Piramorgun dağları Kandil’in güneyinde İran sınırına yakın bir bölge.

Vardıktan sonra buranın seçilmesinin tesadüf olmadığını öğreniyoruz. Bu mağaranın Kürtler açısından sembolik bir önemi var. İlk Kürtçe gazetelerden birinin burada basılmış olması, Şêx Mehmud Berzenci’nin buraya sığınmış olması gibi…

HER ADIM MESAJ YÜKLÜ

Tören alanına kamera, cep telefonu gibi her türlü materyalin götürülmesine izin verilmedi. Gazetecilerin ve de konukların yanlarına sadece not defteri ve kurşun kalem almasına izin verildi. Resmi gerekçe güvenlik. Ancak kimilerine göre Ankara’dan gelen baskı da bunda etkiliydi. Türkiye’den resmi bir temsilci veya yetkili de törende yoktu.

Vardıktan kısa bir süre sonra 11.20 gibi en ön sırada KCK Eşbaşkanı Bese Hozat’ın olduğu 15’i kadın, 15’i erkek 30 kişilik gerilla birliği tören alanına geldi. Okunan iki sayfalık Türkçe ve Kürtçe metinlerin ardından tek sıra halinde silahlar kurulan platformda ateşe verildi. Bese Hozat vs KCK yöneticisi Nedim Seven ateşi birlikte yaktı. Ardından da grup geldiği yere, dağlara geri döndü.

Seçilen dağ geçiti, silah bırakan grubun sayısı, gruba Bese Hozat’ın öncülük etmesi, giydiği kıyafet vs vs… Tören sonrasında anlıyoruz ki her bir hareket muhataplarına yönelik bir mesaj yüklüydü. Tesadüflere yer verilmemişti, her şey hesaplı ve planlıydı.

Kendilerine “Barış ve Demokratik Toplum Grubu” adını veren PKK’lilerin dağ geçidinden tören yerine gelişi, davetlilerin silahlarını ateşe vermesi ve sonrasında geri gitmeleri alandaki davetlilerin pek çoğunu heyecanlandırmış sonrasında da duygusallaştırmıştı. Gözyaşı dökenler, hüzünlenenler, birbirlerine sarılanlar oldu. Çok acılar çekilmiş, ağır bedeller ödenmişti ve şimdi yeni bir sayfa açılmak üzereydi, bu da bir duygu seli yaratmıştı.

TERSİNDEN İŞLEYEN SÜREÇ

PKK’yi silah yakmaya götüren süreçte ilk günden itibaren dünyada benzeri pek olmayan bir yol izlendi. IRA, ETA, FARC deneyimlerinde önce müzakereler, sonra ateşkesler en sonunda da silahların teslimi gerçekleşmişti. PKK’de süreç tersinden işledi, örgüt önce kendisini lağvetti, sonra da silahları imha etti. Bunu da bir iyi niyet göstergesi olarak yaptı.

Dünyadaki örneklerin aksine burada arabulucular, gözlemci ülkeler, aktörler yok. Tek adam yönetimi üçüncü tarafların sürece müdahil olmasını başından itibaren reddetti. Hal böyle olunca da çok fazla belirsizlik var.

Haliyle silahlar sustu ancak endişeler, kaygılar, soru işaretleri giderilebilmiş değil. “Bundan sonra ne olacak?” kaygısı “ihtiyatlı” bir ruh hali ortaya çıkardı. Bir iyi niyet göstergesi olarak silahlara veda edilmişti ancak Türkiye’deki iktidarın adım atmaması halinde bu sürecin ilerlemeyeceğinin ısrarla vurgulanması bundan. Şimdi top karşı tarafta.

TÜM YÜKÜ ÜZERİMİZE YIKTILAR

Uzun yıllar cezaevinde kalmış, vekillik ve belediye başkanlığı da yapmış olan hareketin önemli isimlerinden biriyle ayaküstü dinlenme yerinde laflıyoruz. Silah yakmanın kendisinde bıraktığı intibayı soruyorum. Büyük bedeller ödeyen dağdakilerin üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirdiğini ancak artık yükü tüm ağırlığınca kendilerinin yani siyasetçilerin üzerine yıktıklarını söylüyor. Siyasetçilerin çok daha aktif olması gerektiğini, ön açmalarını, bu yükü omuzlayacak kudreti göstermeleri gerektiğini kaydediyor. Şöyle diyor: Vicdani bir sorumluluk altındayız, ağır bir yük bu. Daha çok çalışmalıyız, sorumluluk almalıyız.

İHTİYATLI, ENDİŞELİ İYİMSERLİK

Bese Hozat da yazılı metnin okunması sonrasında platformdan inmeden önce açıklamaya ek olarak, “yasal, hukuksal” düzenlemelerin yapılması gerektiğini ısrarla vurgulaması “endişeli iyimserliğin” göstergesiydi. Bu ruh hali Erbil’den Duhok ve Diyarbakır’a güneyden kuzeye pek çok kişide hakim. Bir adım atılmıştı ancak ülke içerisinde baskı ve zulmün dozajını artıran bir iktidarın “barış veya çözüm” konusunda samimi olduğuna dair kimse ikna değil. Evet, “bir şeyler oluyor” ancak bunun rejimin koşulların dayatması neticesinde atmak zorunda kaldığı bir adım olduğu görüşü baskın. Silahlarını yakanlar da DEM ve diğer Kürt siyasi aktörler de bunu açıkça dile getirdi.

Nedir o koşullar? Tüm okumalar Suriye ve Ortadoğu üzerine. Suriye’deki gelişmelerin iktidarı harekete geçirmek zorunda bıraktığı konusunda genel bir mutabakat söz konusu.

Süleymaniye yollarına düşerken Özgür Politika’da çıkan yazıda da açıkça bu endişeler paylaşılıyor, Erdoğan’ın bir oyalama taktiği içerisinde olabileceğine dair  endişeler dile getiriliyordu. Türkiye’deki açılımın Suriye eksenli olduğunun kaydedildiği yazıda Erdoğan’ın içeride kendi rejimini sağlamak için Amerikan politikalarına sarıldığı, buna mecbur kaldığı belirtiliyordu.

ÇÖZÜM DİYE OYALACAK MI?

Yazıda şöyle deniyordu: “Böylesi kaotik ortamda Orta Doğu’da kartlar yeniden karılırken Kürtler herhangi başka bir güç veya güçlerle ittifak kurmasın ve bekle gör pozisyonunda tutulsun diye devlet bu sürece soyunmuş olabilir mi?

Süreç diyecek, çözüm diye oyalayacak ama hiçbir şey yapmayacak, Kürt hareketinin de tarihi fırsatları ıskalamasını sağlayacak! Yani hiç kimseyle bir arayışa girme, ben çözüme varım derken asıl amacı bu hengamenin, toz dumanın dinmesini en ucuzundan kapatmak olabilir mi? Bunun haksız bir soru olduğunu kim söyleyebilir?”

Ancak Kürtlerin bu durumun da farkında olduğu dile getiriliyor böylesi bir ihtimalde bir kez daha kendi öz güçleriyle bu mücadeleyi yükseltecekleri vurgulanıyordu.

ERDOĞAN ENDİŞELERİ HAKLI ÇIKARDI

Silah bırakma törenini bir gün sonrasında Erdoğan, bu endişeleri haklı çıkaracak açıklamalarda bulundu. Süleymaniye’den döndüğümüz Diyarbakır’da kalabalık bir gazeteci grubuyla izlediğimiz Erdoğan’ın konuşmaları rejimin “sorunu çözme” gibi bir niyetinin olmadığını bir kez daha teyit etti.

Erdoğan’ın Türk, Kürt, Arap ittifakı göndermeli açıklamaları yeni Osmanlıcı dürtülerinin depreştiğini gösterdi.

Bir gün önce Şikefta Casene’de yani Casene Mağarası’nda silahların yakılışına tanık olan gazeteciler, siyasetçiler, kitle örgütü temsilcileri ve Diyarbakırlılar “tek adam”ın yeni oyunlar peşinde olduğundan kuşku duymuyor.

Ortadoğu bağlantılı “süreç” daha çok kırılmaya gebe. Saray’da da oyunlar bitmez.

Evet, silahlar yakıldı ya sonra…

                                                           /././

Casene Mağarası’nda silahlar yakıldı: Bese Hozat’tan yasal düzenleme vurgusu

Kendisini feshetme kararı alan PKK, Süleymaniye’de silah bırakma töreni gerçekleştirdi. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Hozat ‘‘Bu tarihi girişimin başarıya ulaşması için ciddi hukuksal reformlara ihtiyaç var’’ dedi.

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine kendisini fesheden PKK, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı (IKBY) Süleymaniye yakınlarındaki Dukan kentine bağlı Swrdaş kırsalındaki törenle silahlarını yaktı. Jasana Cave’deki (Casene Mağarası) törende Bese Hozat liderliğindeki 15’i kadın 15’i erkek 30 gerilla silahlarını bıraktı.

Kürt tarihi açısından sembolik önemi olan kanyonun girişindeki PKK’lilerin silah bırakma ve yakma töreni Irak Merkezi Hükümeti ve Kürt Yönetiminden temsilcilerin gözetiminde yapıldı. Yakılan silahların seri numaraları ve listesi İHD, Özgürlükçü Hukukçular Derneği ve TİHV’e verildi.

PKK’li grup ardından Irak Merkezi Hükümeti ve Kürt Yönetimi temsilcilerinin gözetiminde silahları kurulan platforma koyarak yaktı. Silahları yakan ateş KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bese Hozat ve PKK Merkez Komite Üyesi Nedim Seven tarafından yakıldı. Silah bırakan PKK’liler ardından karargahlarına döndü.

TARİHİ TÖREN

Gazeteciler, parti temsilcileri, kitle örgütü yetkililerinin de davet edildiği tören saat 11.20’de gerçekleşti. Sıkı güvenlik önlemlerinin alındığı, cep telefonlarına, fotoğraf makinelerine ve kameralara izin verilmediği tören alanına sadece defter-kalem getirilmesine izin verildi.

Abdullah Öcalan’ın fotoğrafının yansıtıldığı platformun önünde silah bırakan Barış ve Demokratik Toplum Grubu adına Bese Hozat ve Nedim Seven Türkçe ve Kürtçe metni okudu.

Türkçe metni okuyan Bese Hozat, Demokratik değişim ve dönüşüm sürecine ivme kazandırmak üzere oluşan Barış ve Demokratik Toplum Grubu olarak Öcalan’ın çağrısı üzerine buraya geldiklerini söyledi.

Hozat, “Barış ve demokratik toplum sürecinin pratik başarısı için bir iyi niyet ve kararlılık adımı olarak ve bundan sonra özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini demokratik siyaset ve hukuk yöntemiyle yürütmek amacıyla ve demokratik entegrasyon yasalarının çıkarılması temelinde silahlarımızı özgür irademizle imha ediyoruz. Attığımız bu adımın tüm halkımıza, Türkiye ve Ortadoğu halklarına ve tüm insanlığa barış ve özgürlük getirmesini diliyoruz” dedi.

Bundan sonrasının da zorlu olacağının farkında olduklarını kaydeden Hozat, “Ancak Öcalan’ın fikir ve paradigmasına yürekten inandıklarını ve kendi kolektif güçlerine güvendiklerini” ifade etti.

Dünyadan faşist baskı ve sömürünün arttığı, Ortadoğu’nun kan gölüne döndüğü halkların huzur içinde eşit, özgür,  demokratik bir yaşama her zamankinden daha fazla ihtiyacının olduğu bir dönemde atılan bu tarihi adımın büyük önemini, doğruluğunu ve aciliyetini gördüklerini ve de hissettiklerini belirten Hozat, şu ifadeleri kullandı: “Umuyoruz ki herkes, tüm halklar ve insanlık da attığımız bu barış ve demokrasi adımını görür, anlar ve takdir eder. Halkımızın yaşadığı acının sorumlusu olan tüm bölgesel ve küresel güçleri halkımızın meşru ulusal haklarına saygı göstermeye, barış ve demokratik çözüm sürecine destek vermeye davet ediyoruz. Başta kadınlar ve gençler, işçi ve emekçiler olmak üzere tüm halkları, demokratik ve sosyalist güçleri attığımız bu tarihi adımı anlamaya ve halkımızla dayanışmaya çağırıyoruz. Yine Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun demokratik çözümü için daha fazla aktif mücadele etmeye, küresel düzeyde demokratik sosyalist enternasyonal mücadeleyi, dayanışmayı, geliştirip, güçlendirmeye çağırıyoruz.” Türkçe ve Kürtçe olarak metnin okunmasının ardından Bese Hozat yaptığı kısa açıklamada da yasal, hukuksal, anayasal düzenlemelerin acilen yapılması gerektiğini söyledi. Töreni izleyenler arasında Kürt hareketinin önde gelen isimlerinden Ahmet Türk, Leyla Zana, Sırrı Sakık, Meral Danış Beştaş, Tayyip Temel, DEM Eşbaşkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, KDP ve KYB yetkililerinin de aralarında olduğu 300’den fazla kişi yer aldı.

Öte yandan DEM Parti heyetin, törenin ardından akşam saatlerinde IKBY Başkanı Neçirvan Barzani ile görüştü.

BirGün-12/07/2025

∗∗∗

BARIŞ, ADALET VE DEMOKRASİYLE MÜMKÜN

PKK’nin silah bırakma töreni Türkiye siyasetinde de geniş yer buldu. DEM Parti 11 Temmuz’u, silahsızlanma ve demokratik siyasete geçiş açısından tarihî bir adım olarak tanımladı ve bu adımı “yürekten selamladığını” belirtti. Açıklamanın sonunda, “Şimdi hep birlikte demokratik siyaseti ve hukuki düzenlemeleri yaparak geleceğin demokratik Türkiye’si için adım atma zamanıdır” çağrısı yapıldı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise tören hakkında, "Terör örgütünün bugünkü sembolik silah bırakma adımını memnuniyetle karşılıyoruz" dedi. "Türkiye’de tam bir barış ortamının tesisi ancak adalet ve demokrasiyle mümkündür" diyen Özel, "Ülkemizin ihtiyacı; Terörsüz ve Demokratik Türkiye’dir. Refah için barış, barış için birlik, birlik için demokrasi ve adalet gereklidir" ifadelerini kullandı.

SOL Parti’den yapılan açıklamada ise “SOL Parti Kürt sorununun silahsız ve çatışmasız bir zeminde çözülmesini desteklemektedir. PKK tarafından silahların bırakılması, barış ve çözüm için atılmış önemli bir adımdır. Ancak Kürt sorunu Türkiye’nin demokratikleşmesinin ayrılmaz bir parçasıdır ve silahların bırakılmasından daha geniş bir toplumsal sorundur. O nedenle içine girilen süreç Ortadoğu’da Amerikan politikalarının bir aracı haline getirilmemeli ve Türkiye’de AKP ve MHP eliyle kurulmak istenen baskıcı bir rejimin payandası olarak ele alınmamalıdır. Yıllardır demokratikleşme ve özgürlük için mücadele eden güçler buna izin vermez, vermemelidir. Bu yolda gericiliği, faşizmi yenmek ve haklarımız, özgürlüklerimizi kazanmak; kardeşçe ve demokratik geleceğimizi kurmak için Kürt’ü, Türk’ü, Alevi’si, Sunni’si tüm emekçi ezilen halklar olarak mücadeleye omuz omuza devam edeceğiz” denildi.

Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da yaptığı ilk açıklamada, "Kaybeden olmadı, olmayacak. Hayırlı, uğurlu olsun" değerlendirmesinde bulundu. DEM Parti, ayrıca Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağın serbest bırakılması için başvuruda bulundu.

∗∗∗

DEVLET BAHÇELİ’DEN BULDAN’A TEŞEKKÜR

MHP lideri Bahçeli, yaptığı ilk açıklamada, "PKK’nın kurucu önderliği sözünü tutmuş, taahhüdünün ardında durmuş, küresel ve bölgesel tehditleri zamanında görmüştür. Hakikaten hem Türkiye’miz hem de bölgemiz açısından fevkalade önemde günler yaşanmaktadır. Pozitif ve yüreklere su serpen gelişmeler bir milattır ve bu kapsamda maşeri vicdan memnuniyet duymaktadır" dedi. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, "Silah bırakma sürecinin izlenmesiyle ilgili devletin kurumları konuyu hassasiyetle takip ediyor. Bundan sonraki süreçte özellikle daha yapacak çok işimiz var. Bu süreç elbette izlenecek. Çünkü silah bırakma sürecinin izlenmesiyle ilgili devletin kurumları konuyu hassasiyetle takip ediyor" ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, telefonda görüştü. Bahçeli, görüşmede, Erdoğan’a "’Terörsüz Türkiye’ hedefleri doğrultusunda PKK’lı bir grubun silahlarını imha etmesinden duyduğu memnuniyeti" ifade etti. Erdoğan basına yaptığı açıklamada ise, "Terörsüz Türkiye hedefimize giden yolda bugün atılan önemli adımın hayırlara vesile olmasını diliyorum" dedi.

Öte yandan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugün "tarihi bir konuşma yapacağını" söyleyen AKP Sözcüsü Ömer Çelik’ten yeni bir açıklama geldi. Çelik, "Bu silah bırakma sürecinin gerçekleşmesi halinde sayın Cumhurbaşkanımız cumartesi günü (bugün) sabah bu gelinen noktayla ilgili ve bundan sonrası ile ilgili ilk konuşmasını yapacak. Kapsamlı ve derinlikli bir konuşma olacak" dedi.  Son olarak TV100’ün canlı yayın konuğu olan Ömer Çelik, "sürpriz yok" mesajı verdi.

İbrahim Varlı / Birgün



Erdoğan niyetini açıkça ilan etti + İslamcıların yaşattığı kâbus: 15 Temmuz | ABD eliyle örgütlendiler sonra birbirlerine girdiler -BİRGÜN-

Erdoğan niyetini açıkça ilan etti

Erdoğan, “AK Parti, MHP ve DEM heyetiyle de birlikte bu süreci geleceğe taşıyacağız” diyerek beklentisini ilan etti. İktidar, dışarıda Trump’a yaslanıp içeride ise muhalefeti bölerek rejimin ömrünü uzatma derdinde.

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısının ardından beklenen silah bırakma töreni önceki gün Süleymaniye’de gerçekleşti. Temsili yapılan ve “bir iyi niyet göstergesi” olarak tanımlanan tören, AKP ve MHP tarafından olumlu karşılanırken gerek Devlet Bahçeli gerekse Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni bir sürecin kapısının aralandığını vurguladı.

50 yıla yaklaşan ve on binlerin hayatını kaybettiği savaşta silahların susması kuşkusuz tüm halklar için olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmeli. Zira onlarca yıldır süregelen çatışma ortamının kaybedeni hep halklar oldu. Ancak mevcut rejimle demokrasi, özgürlük ve barışın gelip gelmeyeceği, dolayısıyla tüm bu tartışmaların günün sonunda neye hizmet edeceği sorusu da en geniş pencereden bakılarak ele alınmalı.

Hatırlanacağı üzere süreç il olarak AKP, MHP ve Saray’ın Başdanışmanı Mehmet Uçum’un geçen yaz art arda tekrarladıkları “iç cephe” söylemiyle başladı. Trump’ın  yeniden başa gelmesi, İsrail’in Gazze ablukası, Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesi, Lübnan Hizbullah’ına vurulan darbelerle birlikte ABD ve İsrail eliyle Ortadoğu’nun yeniden dizaynı, hem Kürt hareketini hem de Saray rejimini bölgede bir nevi Türk-Kürt ittifakına dayalı yeniden pozisyon belirleme arayışına itti. İç cephe tartışmalarının ardından 1 Ekim’deki Meclis açılışında MHP Lideri Bahçeli’nin DEM Parti grubunun elini sıkması ve hemen ardından PKK Lideri Öcalan’a Meclis’te konuşup PKK’nin kendini feshetmesi çağrısı yapmasıyla sürecin ilk kritik adımı atılmış oldu.

Bugünün BirGün'ü

Kuşkusuz önceden pişirilen süreç, DEM heyetinin İmralı ziyaretleri ve Öcalan’ın çağrısıyla belirli bir noktaya ulaştı. Kongresini toplayan PKK, silah bırakma ve kendini feshetme kararı aldığını açıklamıştı. Onlarca soru işareti ve belirsizliklerle dolu süreçte PKK nihayet önceki gün 30 kişilik bir gerilla grubunun katıldığı törenle silahları yaktı, görüntüler paylaşıldı. Beklendiği üzere tören AKP ve MHP tarafından büyük bir zafer olarak sunuldu. Bahçeli, Pervin Buldan’a teşekkür telefonu açarken Öcalan’ın da sözünde durduğunu belirtti.

ERDOĞAN’DAN İTTİFAK TANIMI

Süleymaniye’deki törenin ardından partisinin 32. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nda değerlendirmelerde bulunan AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan da dün sürece ilişkin mesajlar verdi. "Bugün yeni bir sayfa açılmıştır" diyen Erdoğan, Meclis'te komisyon kurulacağını ifade ederek "Sürecin yasal ihtiyaçlarını konuşmaya başlayacağız" dedi. "Biz AK Parti, MHP ve DEM Parti olarak bu yolu beraber yürümeye karar verdik" ifadelerini kullanan Erdoğan, asıl niyetini de beyan etmiş oldu. Erdoğan’ın konuşmasında dikkat çeken noktalardan biri de “Bugün Malazgirt ruhu, bugün Kudüs ittifakı, bugün İstiklal savaşının nüvesi yeniden şekilleniyor. Terörsüz Türkiye şafağındayız” şeklindeki ifadelerdi. Türk, Kürt, Arap ve İslam sentezine dayanan yeni Osmanlıcı bir perspektif ortaya atan Erdoğan ve Bahçeli, PKK Lideri Öcalan’ın da destek verdiği bu yola, hem bölgesel yeni dizaynda pozisyon belirlemek hem de iç politikayı yeniden konsolide etmek için çıktıklarını itiraf etti.

AKP, son seçimlerde birinci parti olma niteliğini kaybederken Erdoğan da toplumun rızasını alacak bir argümanın kalmadığını fark etmişti. Anketlerden gelen sonuçlar da Erdoğan’ın olası rakipleri karşısında seçmen desteğinin eridiğini ortaya koydu. Başkanlık referandumunda ortaya çıkan Erdoğan karşıtı cephe ise 31 Mart yerel seçimlerine dek rejimin tüm çabalarına rağmen dağıtılamadı. İktidar, çareyi iç cephe ve çözüm tartışmaları üzerinden muhalefet cephesini bölmekte buldu.

BİR ELDE SOPA DİĞERİNDE HAVUÇ

Bir yandan çözüm tartışmaları yaşanırken diğer yandan düğmeye basıldı ve 19 Mart operasyonlarıyla CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu cezaevine atıldı. CHP belediyeleri peş peşe hedefe kondu, belediye başkanları tutuklandı, belediyelere kayyum atandı. Diğer yandan CHP’ye yönelik Kurultay davası ve CHP Lideri Özgür Özel dahil 61 Milletvekili hakkında dokunulmazlıkların kaldırılması fezlekesi ile ana muhalefet partisi “baş düşman” kategorisine oturtuldu. Toplumsal muhalefete de gözdağı veren rejim, protesto hakkını kullanan gençleri, görevini yapan gazetecileri cezaevine attı.

Bir elinde tuttuğu sopayı muhalefete gösteren, öbür elinde çözüm tartışmaları ve yeni Anayasa çağrısıyla havuç gösteren iktidar yüzde 30-40’lık bir destekle, sırtını ABD ve Trump’a dayayarak ülkeyi Ortadoğululaştırma hamlesine girişiyor. İçerideki rejimi de kurumsal hale getirerek sandığın formaliteden kurulduğu, seçimlerin büsbütün anlamını yitirdiği, muhalefeti kendi kontrol edeceği sınırlara hapsetmeyi amaçlıyor.

Öte yandan derinleşen yoksullukla boğuşan, hukuksuzluklara tepkili, yaşam tarzına gerici müdahaleye karşı çıkan, özgürlüklerden yana, geleceği elinden alınmış gençlerden kadınlara, sefalet ücretiyle hayatta kalmaya çalışan emeklilerden asgari ücrete mahkum edilen milyonlara dek toplumun her kesiminin ortak mücadelesi rejim karşıtlığı. Ülkenin son bir yılı bile Erdoğan ve rejime yaklaşan kim varsa eridiği, rejimle arasına set çekenlerin desteğinin arttığını gösterdi. Bugün toplumsal muhalefetin değişimden yana olduğu, bu rejimle Anayasa masası dahil hiçbir masanın halklar lehine bir kazanım getirmeyeceği unutulmamalı.

***

BARRACK’IN “OSMANLI MODELİ” VURGUSU

ABD Büyükelçisi’nin Barrack’ın kamuoyuna yansıyan YPG-PKK ilişkisine dair çıkışı dikkat çekerken, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, PKK’nin silah bırakma sürecine ilişkin Arap ve Kürt halklarına ortak geçmiş ve ortak gelecek çağrısı yaptı. Erdoğan, Tom Barrack’ın aynı zamanda Suriye Özel Temsilcisi de olduğuna dikkat çekerek "Onlar da Suriye’de görüşmeleri, toplantıları yaptılar. Oradan verilen mesajlar da gerçekten çok çok olumluydu" dedi. Barrack, daha önce de "Türkiye için en iyi sistem Osmanlı millet sistemidir" demişti. Öte yandan Erdoğan’ın dünkü konuşmasındaki "Türk, Kürt, Arap eğer bir aradaysa, birse, beraberse işte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde, uzaklaştıklarında ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır" şeklindeki sözleri de dikkat çekti.

***

‘BU İTTİFAK SÜREÇ İTTİFAKIDIR’

DEM Parti Milletvekili ve İmralı heyeti üyesi Pervin Buldan, Erdoğan’ın yaptığı konuşma hakkında değerlendirmede bulundu. Erdoğan’ın "Şimdi AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, DEM en azından üçlü olarak bu yolu beraber yürüme kararı verdik" sözlerin yorumlayan Buldan, şu açıklamayı yaptı: "Yanlış bir yere çekilmesin. Bu ittifak süreç ittifakıdır. Başka bir ittifak olarak algılanmamalı kesinlikle. Herkesin çizgisi ve gittiği yol bellidir. Dolayısıyla Cumhur İttifakı’yla birlikte DEM Parti’nin süreç itibariyle ortak yol yürüyeceğinin bir mesajıydı bu.”

Öte yandan yerine üçüncü kez kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk “Süreç” kapsamında DEM Partili belediyelere atanan kayyumların geri alınma ihtimaliyle ilgili konuştu. Türk, "Ben bu aşamada CHP’li belediyelere kayyumlar atanırken böyle bir şey olmasını istemem. Bunu kabul etmek istemem. Olacaksa bütün kayyum uygulamaları kaldırılmalı" dedi.

                                                             ***

İslamcıların yaşattığı kâbus: 15 Temmuz / ABD eliyle örgütlendiler sonra birbirlerine girdiler

Fethullahçılar tasfiye edilmiş olsa da yerine birçok irili ufaklı tarikat devlet kadroları için birbiriyle yarışırken, siyasal İslamcı rejim eğitimden medeni kanuna İslamcı rejim inşasına adım adım ilerlemeye devam ediyor, Gülen ile birlikte geçtikleri eşikler sayesinde ele geçirdiği devletin tüm yetkileriyle muhalefete yönelik tasfiye operasyonlarını sürdürüyor. 23 yıllık iktidar, "CIA Vaizi’nin" destekleri, “Allah’ın lütfu” 15 Temmuz’un imkânları ile açılan yoldan hiç sapmadan yürümeye devam ediyor.

15 Temmuz darbe girişimi Türkiye’nin dönüşümündeki önemli kırılma noktalarından birisi oldu. AKP ve Cemaat, Amerika’nın Ortadoğu politikalarına bağlı olarak, Türkiye’nin bir İslamcı cumhuriyete dönüştürülmesinde görevlendirilerek, uzun yıllar bir koalisyon olarak çalıştılar. Bu süre içinde Ergenekon operasyonlarından ve 2010 referandumlarından geçerek -Amerika ve sermayenin destekleriyle- yargı ve ordu başta olmak üzere adım adım iktidarı ele geçirdiler.

“Yeni Türkiye” adı verilen bu siyasal İslamcı rejimin iki ana gücü, devlet üzerinde güçlenen kontrolün kimin elinde olacağına ilişkin olarak kendi aralarında çatışmaya başladı. Bu gerilim MİT krizinden 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına uzanan çatışmalarla büyüyerek, 15 Temmuz kanlı darbe girişimine kadar uzandı.

15 Temmuz, rejimin gelişimi bakımından da bugüne uzanacak yeni bir dönemin kapısını araladı. 15 Temmuz’a kadar Cemaat’le örtük bir koalisyonla birlikte, Kürt hareketi ve liberallerle bir ittifak üzerine yükselen rejim, bu kırılma sonrasında yeni bir yönelim içerisine girdi.

MHP ile Yenikapı Mitinglerinden başlayarak adım adım kurulacak Cumhur İttifakı, rejimin düşman tanımlanmasını da güncelledi. AKP, MHP ile birlikte Türk-İslam sentezini merkeze alan yeni bir yönelime girerken FETÖ ile Kürt hareketi rejimin temel düşmanları olarak kodlandı. Suriye’deki iç savaşın içinde Kürt hareketinin kazandığı özerklik üzerinden oluşturulan karşıtlık içerde çözüm sürecinin sonlandırılarak Türkiye’yi de adım adım bir iç çatışmanın içine sürükledi.

Türkiye bu çatışma ve tasfiye döneminde, OHAL ve bir tür iç savaş ortamı içinde gerçekleşen anayasa referandumu ile tek adam rejimine geçti. Gelinen aşamada ise 15 Temmuz’da kurulan çerçeve artık geride kalırken, rejim özellikle ABD-İsrail’in yeni Ortadoğu planlarının belirleyiciliği altında kendini yeniden tanımladığı yeni bir sürecin içinde.

Eski ortakları, “hoca efendileri” 15 Temmuz sonrasında ise rejimin baş düşmanı FETÖ, Gülen’in de hayatını kaybetmesiyle birlikte geride kaldı. Öte yandan İsrail’in son 2 yıldır bölgedeki saldırıları üzerine şekillenen yeni Suriye ve Ortadoğu denklemi, Kürt hareketi ile yeni bir ittifak zeminini gündeme getirdi.

Silahların bırakılmasına yönelik sürecin de başladığı bu evre, rejimin Kürt hareketi ile dolaylı bir ittifak üzerinden, rejimi yeniden tanımlama girişimi olarak örgütleniyor. Bunun bir ucu da CHP’ye yönelik adım adım yükseltilen şiddetle yeni düşmanın da bu eksende tanımlanması olarak gerçekleşiyor.

15 Temmuz darbe girişimi, siyasal İslamcı rejimin ilk krizinin sonucu olarak gerçekleşmişti. Bu iktidar krizi MHP ile ittifakla başlayan bir süreç içinde, tek adam rejimine geçilerek aşılmaya çalışıldı. Ancak tek adam rejimi giderek bizatihi kendisi krizin kaynağına dönüştü. Rejimin adım adım toplumsal desteklerini kaybettiği, ekonomik-sosyal bunalımdan dış politikaya uzanan çoklu kriz ortamı içinde ayakta kalmakta zorlandığı bir dönemdeyiz.

Bu ortamda iktidarda kalabilmek üzere silahların bırakılmasını bir fırsata çevirmeye çalışarak ve muhalefetin bir kesimini de baskılayarak, Erdoğan’a en az bir dönem daha başkanlık yolunu açacak siyasal ve hukuksal zemini oluşturmaya çalışıyorlar. Ancak bu artık hiç de kolay görünmüyor. Muhalefetin birleşik ve dayanışma içinde süren mücadelesi bunun en büyük göstergesi olarak büyüyerek sürüyor. Öte yandan yıllardır demokrasi ve özgürlük mücadelesi yürüten Kürt hareketinin Cumhur İttifakı’nın doğrudan parçası olacağı beklentisi basit bir süreç olarak görülmemelidir. Silahların bırakılması çözüm için atılmış bir adım olsa da Kürt sorununun çözümü demokratikleşme mücadelesinden ayrılamaz.

Ülkenin aslında bir ölü ideoloji olmaktan öte toplumda inandırıcı ve kurucu bir gücü kalmamış siyasal İslamcı karanlıktan çıkışı, gerçekten demokratik, kardeşçe ve eşit bir geleceğinin kurulması eski-yeni cemaatleriyle ve siyasal İslamcı ve faşist güçleriyle hesaplaşması şimdi sokakları dolduran halkın mücadelesinin, Kürdü Türkü, Alevisi Sünnisiyle tüm ezilenlerin ortak mücadelesinin eseri olacaktır.

***

CIA’NIN VAİZİ GÜLEN!

F. Gülen cemaati, Amerika’nın Soğuk Savaş politikalarına bağlı olarak oluşturulan “Yeşil Kuşak Projesi”nin parçası olarak geliştirildi. Türkiye’nin NATO’ya girişi, askerî yapısının, istihbarat ve tüm güvenlik birimlerinin buna uygun olarak örgütlendirilmesi, 1950’lerden sonra adım adım geliştirildi. Komünizmle Mücadele Dernekleri, buna bağlı olarak geliştirilen kont-gerillanın ilk adımlarından birisi oldu. F. Gülen ismi Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurulmasıyla duyuldu. Cemaatin asıl parlama noktası ise Kenan Evren’i “cennetlik ilan ederek” saf tuttuğu 12 Eylül askerî faşist darbesinin sonrasında oldu. 12 Eylül’ün ardından, tarikat ve cemaatlerle birlikte siyasal İslamcılık bir devlet politikası olarak desteklenmeye başladı.

Özal’lı yıllar dincileştirme ile birlikte neoliberal dönüşümün hız kazandığı, buna bağlı olarak devlet içerisinde örgütlenen birçok cemaat ve tarikat arasında F. Gülen cemaatinin kamuoyuna önüne çıkarak, dershanelerden bankalara kadar birçok adımı attığı yıllar oldu. Özal, yurtdışındaki okulların açılmasına imkân vererek örgütün uluslararası alanda etki gücü kazanmasının yolunu açtı. Ilımlı ve uyumlu bir pozisyon içinde ilerleyen Gülen cemaati her zaman hedefini devlet içinde örgütlenmek olarak açıklayarak, bürokrasi ve özellikle de askeriye ve emniyet içinde adım adım güç kazandı. Amerikan pasaportlu liderinin emrinde, bizzat CIA’nın yönlendirmelerine uygun biçimde, ılımlı islam projesinin ilk adımlarını attı. Erbakan’ın temsil ettiği, Batı ile sorunlu İslamcılığa ilk itiraz ve hatta darbe çağrısı bizzat Gülen’in kendisinden geldi. Benzer bir hayırhah tutumu yıllar sonra İsrail’in Mavi Marmara gemisinde gerçekleştirdiği katliamda da gösterecekti. Nitekim o dönemde de “one minute” çıkışıyla gündeme gelen Erdoğan, yıllar sonra “Bana mı sordular” diyerek benzer bir konum alacaktı. Ilımlı Siyasal İslam projesinin amentüsü Washington ve Tel Aviv’de belirlenmekteydi.

‘90’lara geldiğinde, her gelen koalisyonun da örtük ve açık destekleriyle giderek sayısı artan okullarıyla küresel bir nitelik kazanan cemaat, bir yandan da emniyet içerisinde kadrolaşmaktaydı. Yıllar sonra belgeleriyle açığa çıktığı üzere Fethullahçılar daha ‘90’lı yıllarda emniyetin Terörle Mücadele, İstihbarat gibi kritik birimlerini kontrol altına almıştı. Çok daha az bilinen ise ordu içerisindeki sessiz kadrolaşmaydı. Yargı içinse AKP ittifakı ve 2010 referandumu beklenecekti.

Nitekim Fethullahçılar, 2000’li yılların başında BOP eksenindeki ılımlı İslamcı bir rejim değişikliğinin en önemli öznelerinden birisi olarak ön plana çıktı.

AKP’nin kurulmasıyla birlikte başlatılan bu dönemde, Cemaat ilk günden itibaren AKP’nin en önemli iktidar ortağı haline geldi. Henüz iktidarın 4. ayında Irak tezkeresi bu koalisyon tarafından desteklendi. Bir taraf “dinler arası diyalog”, diğeri “muhafazakâr demokrat” yakıştırmalarıyla ortaklıkları boyunca Washington-Brüksel hattı “ne istediyse verdi.”

■ CIA Türkiye eski masa şeflerinden G. Fuller

CIA Türkiye eski masa şeflerinden G. Fuller ’in “Yeni Türkiye” adını verdiği bu kurulmakta olan İslamcı rejim içinde, güç AKP ve Cemaat arasında -bir nevi Erdoğan ve Gülen arasında- paylaşıldı. AKP elindeki yürütme, yasama ve yargı üzerindeki gücünü artırarak iktidarını pekiştirirken, emniyet-yargı-ordu içerisinde Fethullahçılar kadrolaştı. Devleti ele geçirme sürecinin kritik eşiklerinden Ergenekon, Balyoz operasyonlarını Fethullahçı savcı ve polisler yürütürken, Erdoğan ise -tıpkı bugünkü gibi- bu davaların siyasal savunuculuğuna soyunuyordu.

İktidar gücü arttığı oranda güç, para ve iktidarın paylaşımındaki krizler, 15 Temmuz darbe girişimine kadar ilerledi. Arka planda, Suriye’de Esad’ın devrilmemesi sonucu iki ortağın taktik farklılıkları da bu gerilimde rol oynadı. Neticede nu kavga bir yanıyla, G. Fuller’in Türkiye’nin bir hilafet merkezi olarak kurgulanması gerektiği yönündeki eğilimiyle birlikte düşünülürse, olup bitenin hilafet-saltanat makamının paylaşım krizi olarak görülmesi de hiç yanlış olmaz. Gülen sonunda aslında onu yaratan CIA’nın vaizi olarak sürdürdüğü görevlerini, çok sevdiği Amerikan topraklarında tamamladı!

***

AYNI MENZİLE YÜRÜYÜP, NE İSTEDİLERSE VERDİLER!

AKP ve Cemaat ortaklığı, ABD şemsiyesi altında gerçekleşti. BOP, Ortadoğu’da radikal İslamcı akımların etkisizleştirilmesi, bölgede Amerikan çıkarlarını koruyacak bir ılımlı İslamcı iktidar kuşağının oluşturulmasını hedefliyordu. Bu proje, Türkiye’nin ılımlı İslamcı bir cumhuriyete dönüştürülmesini içeriyordu. AKP, Refah Partisi bölünerek bu amaç doğrultusunda kuruldu. Cemaat’le AKP bu süreçte Amerikan çatısı altında birleştirildi.

Bu dönemde AKP ve Cemaat iktidarı ve tüm olanakları paylaştı. 12 Eylül’den sonra, devlet politikası olarak adım adım büyütülen Cemaat, AKP döneminde bir sıçrama imkânı buldu. Sadece şifreli sınavlar skandalını düşünüldüğünde dahi, milyonlarca gencin üzerine basarak, kendi mensuplarını istediklerini her yere yerleştirdi.

Bunun önemli aşamalarından birisi Ergenekon operasyonlarıyla gerçekleşti. Ergenekon operasyonları, Cemaatin ordunun üst kademelerini ele geçirmesinin bir aracı oldu. 15 Temmuz darbe girişiminin taşları buralarda döşenirken, Erdoğan o dönemde kendisini “Ergenekon operasyonlarının savcısı” olarak ilan ediyordu

Cemaat bu dönemde sadece bürokrasi içinde değil, aynı zamanda kamunun tüm kaynaklarını da sınırsız şekilde kullanarak palazlandı. Bülent Arınç’ın, dönemin Ankara Büyükşehir Belediye başkanı Melih Gökçek için söylediği,” parsel parsel sattın” sözü, her yer için geçerli bir durumdu. Erdoğan, bu durumu tam aralarındaki kavganın başladığı zamanda “ne istediniz de vermedik” sözleriyle itiraf edecekti.

Örnek olarak, Milli Eğitim Bakanlığı AKP döneminde devlet okullarındaki eğitimi sınav müfredatından uzaklaştırması, milyonlarca genci Fethullahçıların dershanelerine ve burslarına yönlendirdi. Yetmedi, sınavlarda sorular verildi, üniversite kadroları Fethullahçılara açıldı.

F. Gülen, sonuçta Amerika’ya bağlılık içinde kurulup gelişirken, 12 Mart ve 12 Eylüllerde devlet politikası olarak desteklenerek, AKP döneminde iktidar ortağı olarak büyütüldü… Ona ait suçlar da başta AKP olmak üzere tüm sağ iktidarlarla birlikte bir anlamda bu faşist devlet yapısının bir ifadesinde başka bir şey değil.

***

2010 REFERANDUMU: ÖLÜLERİ KALDIRIP OYU KULLANDIRIN!

AKP ve Cemaat 2010 referandumu ile yargıyı ele geçirecek bir güç elde etti. Bugün içinde yaşadığımız antidemokratik siyasal islamcı rejimin kurulmasındaki en kritik eşiklerden birisi de bu oldu. 12 Eylül darbesiyle hesaplaşmak adı altında ileri sürülen aldatmacalar ve yanılsamalarla, muhalefetin ihanetleri eşliğinde gerçekleşen bu referandum öncesi, F. Gülen de “ölüleri kaldırıp oy kullandırın” diyecek kadar ileri çağrılar gerçekleştirdi.

Erdoğan, referandum sonunda “okyanus ötesine” seslenerek, “hoca efendisine” selam gönderecekti! Kürt hareketinin boykot diyerek, muhalefetin bir kesiminin yetmez ama evet ihanetiyle desteklediği bu sürecin en önemli argümanlarından birisi de “askerî vesayete son vermek” olacaktı. Bu iddialarla girilen referandum sonucunda AKP ve Cemaat, yargı başta ülkenin en kritik iktidar alanlarını ele geçirmesinin yolu açıldı. Hükümet yargı üzerindeki gücünü artırdı, Fethullahçılar ise kadrolarını pekiştirdi. Askerî vesayete son vermek ve demokratikleşme adına desteklenen bu sürecin ardından ilk icraat K. Evren’in maaşını artırmak olurken, sonu kanlı bir darbe girişiminin kapısını açacaktı.

***

15 TEMMUZ: 9 YILDIR AYDINLATILMAYAN DARBE

15 Temmuz 2016’da gerçekleşen Fethullahçı darbe girişiminin detayları, bugün bile özellikle muğlak bırakılıyor. Özellikle dönemin MİT Başkanı H. Fidan, Genelkurmay Başkanı H. Akar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kalkışmaya dair bilgisi ve karşı hamlelerine dair resmî anlatı hâlâ birçok çelişki içeriyor. Bugüne kadar ortaya çıkan bilgiler ışığında; yargı ve emniyetteki üst düzey kadroları tasfiye edilen ve birkaç gün sonra gerçekleşecek olan YAŞ toplantısında ordudaki kilit isimlerini de kaybetmesi beklenen Fethullahçıların aceleyle ve ordu içerisindeki diğer grupların olası desteğini umarak böyle bir kalkışmaya giriştiği söylenebilir. Nitekim TRT’de okutulan darbe bildirisindeki muhalif tandanslı ifadeler de böyle bir destek ve meşruiyet arayışının bir başka ifadesi.

Ancak iktidar ve devletteki kilit isimlerin darbe girişiminden 15 Temmuz akşamına kadar habersiz olduğu, cumhurbaşkanının “eniştesinden öğrendiği”, kanıta muhtaç iddialar. Özellikle “Allah’ın lütfu” olarak nitelenen ve 2 yıllık OHAL ile rejim değişikliğinin kapısını açacak kadar büyük bir etkisi olan bu darbe girişiminin en başından nasıl önlenemediğine dair gerçek, belli ki bu iktidar döneminde açığa çıkmayacak. Neticede o dönemde 14 yıldır yargı müdahaleleri, “önüne geçilemeyen” terör saldırıları, bölgesel savaş ile iktidarını ayakta tutan AKP, doğrudan bir dahli olmasa dahi ülkeyi böyle bir katliamın ve yıkımın eşiğine getirdiği için 15 Temmuz’dan sorumludur. 14 yıl boyunca islamcı bir örgütün sadık kadrolarını ordu gibi hayati bir kurumun kritik noktalarına yerleştirilmesindeki sorumluluğu, Fethullahçıların suçlarına hedef olmaları ile örtülemez.

***

15 TEMMUZ’DAN SONRA: ADIM ADIM TEK ADAM REJİMİNE GEÇİŞ

20 AĞUSTOS

SİVİL DARBENİN İLK ADIMI OHAL İLANI

15 Temmuz sonrasında yaşanan krize karşı AKP’nin ilk adımı, “Demokrasi Nöbetleri” adı altında başlatılan, şovlar eşliğinde bir “milli mutabakat” ekseni oluşturma çabası oldu. Yenikapı’da 7 Ağustos’ta yapılan miting bu anlamda bir yanıyla MHP ile kurulacak ittifakın önemli adımlarından birisi olurken, aynı zamanda CHP ve düzen muhalefetini de içine alan bir normalleşme yanılsaması yaratma imkânı oluşturdu. Bunun hemen ardından, 20 Temmuz’da OHAL ilan edilerek, 2 yıl boyunca sürecek bir olağanüstü dönemin adımları hızla atılmaya başlandı.

OHAL altında KHK yetkileri kullanılarak, FETÖ ile mücadele tüm toplumsal muhalefete yönelik baskı aracı olarak kullanıldı. OHAL, Üniversitelerden bürokrasiye kadar her alanda Fethullahçılarla mücadele bahanesiyle demokrat, sol muhaliflerin tasfiye edilmesi, gazete ve dergiler kapatılarak basın üzerindeki baskı yoğunlaştırılmasının aracı olarak kullanıldı. 15 Temmuz öncesi bombalı saldırılarla öcü haline getirilen sokak muhalefeti, OHAL ile resmen yasaklandı. 7 Haziran sonrası HDP-PKK düşmanlığı retoriği üzerinden kurulan AKP-MHP ittifakının tüm argüman ve suçlamaları, bu süreçte devletin yeni normu haline getirildi. ‘Fethullahçılarla mücadele’ anlatısının yetmediği yerde, ‘terörle mücadele’, Suriye’ye yönelik operasyonlarla hem artan baskılara meşruiyet sağlandı hem de muhalefet birçok kritik noktada hizaya çekildi. Nitekim 15 Temmuz’dan henüz birkaç ay önce Kılıçdaroğlu’nun desteği ile dokunulmazlıkların kaldırılması, darbe girişimi sonrası atmosferde muhalefete yönelik baskılar içerisinde büyük önem kazandı.

***

11 EKİM

BAHÇELİ’DEN BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇİŞ ÇAĞRISI

Daha önce başkanlık sistemine yönelik sert bir muhalefet yürüten MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 11 Ekim’de grup konuşmasında, başkanlık sistemine geçişin fitilini ateşledi. Bahçeli o konuşmasında bir yılını dolduran OHAL rejiminin meşrulaştırılması gerektiğini savunarak, “Fiilî durumun hukuki bir çerçeveye kavuşturulması gerekir. Cumhurbaşkanı’nın mevcut anayasa çerçevesinde tarafsız kalması gerekir. Tarafsız kalmıyorsa, bu fiilî durumun hukuki hale getirilmesi gerekir. Bu da başkanlık sistemiyse, millete sorulsun” diyerek, rejim değişikliğinin ilk adımını attı.

16 NİSAN 2017

TEK ADAM REJİMİNE GEÇİŞ REFERANDUMU

Başkanlık sistemine geçiş için anayasa referandumu 16 Nisan’da gerçekleşti. Referandum, OHAL altında, muhalefete yönelik her tür baskının uygulandığı ortamda hayata geçirildi. Toplumda başkanlık rejimine karşı itirazın hayır kampanyası ile büyük bir mücadele ortaya çıkardığı referandumun sonucu, YSK’nın sayım sırasında mühürsüz oyları geçersiz saymasıyla ancak hile ile geçirilebildi. YSK eliyle bu hilenin göstere göstere yapılabilmesinde, OHAL koşullarının yanı sıra ana muhalefetin bilinçli pasifizasyonu da etkili oldu.

24 HAZİRAN 2018

BAHÇELİ’NİN ÇAĞRISIYLA ERKEN SEÇİM

Nisan 2017’de başkanlık sistemine geçilmesi sonrasındaki yeni adım da Bahçeli’nin çağrısıyla erken seçimle birlikte atıldı. 2002’de ortağı olduğu koalisyonu yıkarak AKP’nin iktidarına giden yolu da yine Bahçeli erken seçim kararıyla almıştı, aynı şekilde 2015’te AKP’nin ilk yenilgisi sonrası iktidarın CHP ile koalisyona mecbur kalmaması için 1 Kasım seçimlerine çağrı yaptığı gibi. Nitekim 17 Nisan 2018’de yaptığı Meclis konuşmasında, “Türkiye’nin 3 Kasım 2019’a kadar dayanması mümkün değildir. Bu nedenle diyoruz ki Türkiye, erken seçime gitmelidir” diyerek, Erdoğan’a hem OHAL içerisinde seçime girme hem de yeni rejimin tüm imkânlarını kullanabilme yolunu açtı. Bu çağrı sonrasında seçim 24 Haziran 2018’de gerçekleşti. Erdoğan, karşısındaki CHP adayı Muharrem İnce’nin gecenin sonunda bir TV spikerine gönderdiği “adam kazandı” mesajı ile sonucun ilan edildiği, bir garip seçim sonucunda CB koltuğuna oturdu. Bir yıl sonra başkanlık yetkileri ile devlet üzerindeki kontrolünü nihayete erdiren yeni rejimin ilk hamlesi, 2019 Mart seçiminde kaybettiği İstanbul seçimlerini yeniletmek oldu. ‘Darbenin büyüğü’ ise birinci parti konumunu kaybettiği 2024 seçimlerinin ardından gelecek, bugün içinden geçtiğimiz yeni olağanüstü sürecin kapılarını açacaktı.

Fethullahçılar tasfiye edilmiş olsa da yerine birçok irili ufaklı tarikat devlet kadroları için birbiriyle yarışırken, siyasal İslamcı rejim eğitimden medeni kanuna İslamcı rejim inşasına adım adım ilerlemeye devam ediyor, Gülen ile birlikte geçtikleri eşikler sayesinde ele geçirdiği devletin tüm yetkileriyle muhalefete yönelik tasfiye operasyonlarını sürdürüyor. 23 yıllık iktidar, "CIA Vaizi’nin" destekleri, “Allah’ın lütfu” 15 Temmuz’un imkânları ile açılan yoldan hiç sapmadan yürümeye devam ediyor.

                                                                  ***

BİRGÜN

Spotify krizi büyüyor: Şirket, 'Türkiye'den çekilme' sinyali verdi -Cumhuriyet-

Dijital müzik platformu Spotify, Türkiye'deki faaliyetlerini gözden geçirdiğini duyurdu. Rekabet Kurumu’nun başlattığı soruşturma ve platformda yer alan içeriklere ilişkin hükümetten gelen eleştiriler, şirketin Türkiye'den çekilme ihtimalini yeniden gündeme taşıdı.

Rekabet Kurumu geçtiğimiz günlerde Spotify hakkında resmî bir inceleme süreci başlattığını açıklamıştı. İnceleme kapsamında, şirketin Türkiye pazarında rekabeti zedeleyici uygulamalarla hareket edip etmediği araştırılıyor. 

Aynı dönemde Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Batuhan Mumcu’nun, Spotify’da dini değerlere yönelik saygısız içeriklerin bulunduğu yönündeki açıklamaları da tartışmayı alevlendirdi.

EMİNE ERDOĞAN TARTIŞMANIN MERKEZİNDE

Özellikle, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan’ı hedef alan çalma listelerini 'sinsi ve kışkırtıcı' olarak niteleyen Mumcu, bu içeriklerin “Türk milletinin kültürel ve ahlaki değerleriyle bağdaşmadığını, toplumun birlik ve beraberliğini hedef aldığını” belirtti.

İngiliz The Times gazetesinde yer alan habere göre, bahsi geçen çalma listeleri arasında en çok dikkat çeken başlıklar, “Emine Erdoğan’ın altın musluğu bozulduğunda dinlediği şarkılar” ve yine “Emine Erdoğan'ın sarayı temizlerken dinlediği şarkılar.”

ŞİRKETTEN İLK AÇIKLAMA

Spotify Türkiye, sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı duyuruda, incelemeden haberdar olduklarını ve Rekabet Kurulu’yla işbirliği içerisinde çalıştıklarını belirtti. 

Açıklamada, “Yasal çerçevelere tam uyum içinde faaliyet yürütüyoruz. Ancak soruşturmanın kapsamı hakkında detaylı bilgiye sahip değiliz” ifadelerine yer verildi.

(https://x.com/SpotifyTurkiye/status/1941200207372562485)

"ÜLKE PAZARINDAN TAMAMEN ÇEKİLEBİLİRİZ..."

The Times'a göre, Spotify ile Türk makamlar arasında tırmanan gerilim sadece içeriklerle sınırlı değil. 

Hükümet, İsveç merkezli şirketin Türkiye’de fiziksel bir ofis açmasını talep ederken Rekabet Kurumu da şirket hakkında haksız rekabet iddiasıyla soruşturma başlattı. 

Kurul, Spotify’ın bazı sanatçılara daha fazla görünürlük sağladığı ve telif dağıtımında adil olmayan uygulamalara başvurduğu iddialarını inceliyor.  The Times’a konuşan Spotify kaynakları, içeriklerin sansürlenmesine karşı olduklarını vurgularken, şu ifadelere yer verdi:Türkiye’deki faaliyetlerin geçici olarak durdurulması ya da ülke pazarından tamamen çekilme şirketin değerlendirdiği senaryolar arasında yer almakta...

TÜRKİYE İLK ÖRNEK DEĞİL 

2013 yılında Türkiye pazarına giren Spotify’ın ülkede milyonlarca kullanıcısı bulunuyor. Şirket daha önce 2021 yılında, RTÜK’ün 'uygunsuz içerikleri' sansürleme tehdidi üzerine Türkiye’yle benzer bir kriz yaşamıştı. 

Spotify’ın bir ülkeden çekilme tehdidinde bulunduğu son örnek ise 2023 yılında Uruguay ile yaşanan telif yasası anlaşmazlığıydı. Bu kriz daha sonra çözülmüş ve Spotify faaliyetlerine devam etmişti.

Türk hükümeti ise konu hakkında henüz resmi bir açıklama yapmadı.

                                                      ***

Cumhuriyet

Öne Çıkan Yayın

“Baltacı ve Katerina efsanesi” yazıları üzerine bir özür ve etik tartışma -Faruk Bildirici /T24-

Mehmet Ali Çiçekdağ, Metin Gülbay ve Vikipedi’den alıntılar yapmış ama hiç kaynak göstermemiş. Gülbay ise Vikipedi’den alıntı yaptığı bölüml...