CUMHURİYET "Köşebaşı + Gündem" -16 Temmuz 2025 -

Hedefteki Cumhuriyet -Sinan Meydan-

Mustafa Kemal Atatürk’e göre “Türk milleti” kavramı, sadece bir ırkın, bir etnik kimliğin, bir dinin veya mezhebin değil, Türkiye Cumhuriyeti’ne “vatandaşlık bağı ile bağlı” eşit hukuka sahip tüm yurttaşların ortak-üst-ulusal kimliğinin adıdır.

Önce Teröristbaşı Abdullah Öcalan, 1923 Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası öncesine dönmekten söz ederek “Terörsüz Türkiye” adı verilen sürecin, Atatürk’ün kurduğu üniter ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alacağını açıkça gösterdi.

Daha sonra ABD Büyükelçisi Tom Barrack, Türkiye’nin, “Osmanlı millet sistemine geçmesini” önerdi. Bu, dinsel temelli çok hukuklu sitem demektir. Bu, Lozan’da temelleri atılan tek hukuklu, çağdaş, laik hukuk düzeninin ve hukuk birliğinin yok edilmesi demektir. Bu, laik Cumhuriyetin temellerinin dinamitlenmesi demektir.

Bir süre önce ise AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan, üst kimliğin “Müslümanlık” olduğunu söyledi. Erdoğan, geçen hafta da “Türk-Kürt-Arap” etnik kimliklerini öne çıkararak ümmetçiliği savundu. Erdoğan ayrıca, “AKP, MHP ve Dem Parti olarak yola birlikte devam edeceğiz” dedi.

AKP’nin ve DEM’in, Atatürk’e, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne bakışı arasında neredeyse hiçbir fark yok; yakın tarih okumaları aynı… Öyle ki, gerektiğinde Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti düşmanı Şeyh Sait de, İsklipli Atıf da, Saidi Nursi de rahatlıkla birleşebiliyorlar.

Teröristbaşının önerdiği gibi 1923 Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası öncesine, yani Cumhuriyet öncesine dönülmek isteniyor. “Yeni Türkiye” söyleminin ardındaki “Yeni Osmanlılık” tam da bunu amaçlıyor. Bu, Samuel Hantington’un “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabında Türkiye’ye önerdiği gibi, Atatürk’ün mirasını reddetmek, laik Cumhuriyetten ve ulus devletten vaz geçmek, dini ve siyasi meşruluğa sahip bir liderin yönetiminde “Yeni Osmanlı” düzeni kurmak demek. İşte bu aşamada Başkanlık Sistemi ile kurulan Yeni Saray Rejimi önem kazanıyor.

Bu proje, Lozan’da temelleri atılan, toprak bütünlüğüne sahip üniter, laik ulus devletin 102 yıl sonra parçalanmasına yol açacak bir süreci tetikleyecektir. Bu, Türkiye’nin sadece iç barışını değil -sınır ötesine yönelik Panislamik göndermeleri nedeniyle- Türkiye’nin 1923’te Lozan’da elde ettiği ve 102 yıldır yeni bir savaşın parçası olmayarak koruduğu dış barışını da bozacaktır. Bunu nereden mi biliyoruz? Osmanlı’nın dağılma sürecinden biliyoruz; Balkanlardan biliyoruz, Ortadoğu’dan biliyoruz, Kafkasya’dan biliyoruz.

TÜRK MİLLETİ

AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan, “ümmetçi” ve “Osmanlıcı” bir yaklaşımla, modern anlamda millet (ulus) kavramına karşı çıkıyor; son konuşmasında, “Türk-Kürt-Arap” etnik unsurlarını, ümmetçi bir bağla bir araya getirmekten söz etti. Dün de reklam panolarına konulan 15 Temmuz afişlerinde “Milletin adı Türkiye” denildiğini gördük. Oysa milletin değil, devletin adının “Türkiye”, milletin adının “Türk milleti” olduğunu çocuklarımız bile çok iyi biliyor.

Olup bitenleri anlamak için, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini bilmek gerekiyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk, Afet İnan imzasıyla yayınladığı “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” adlı ders kitabında, kendi el yazısıyla milleti, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diye tanımlıyor. Atatürk, daha sonra milleti oluşturan unsurları şöyle sıralıyor: “Türk milletinin oluşumunda etkili olan doğal ve tarihsel olgular şunlardır: Siyasal varlıkta birlik, dil birliği, ırk ve köken birliği, yurt birliği, tarihsel akrabalık, ahlaki yakınlık…”

Atatürk, sonra da şöyle devam ediyor: 

A) Zengin bir hatıra mirasına sahip olan,

B) Beraber yaşamak konusunda ortak arzu ve istekte samimi olan, 

C) Ve sahip olunan mirasın korunmasında beraber devam etmek konusunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden meydana gelen topluma millet denir.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 23, s. 17-26) 

Atatürk milleti tanımlarken “etnik ayrılıkçılığı” eleştiriyor. Türkiye’de “Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri” propagandası yapıldığını, ancak istibdat döneminin ürünü olan bu adlandırmaların “birkaç düşman aleti mürteci beyinsizden başka” milletin hiçbir bireyi üzerinde üzüntüden başka bir etki yaratmadığını belirtiyor. “Çünkü bu millet fertleri de bütün Türk camiası gibi aynı ortak geçmişe; tarihe, ahlaka, haklara sahip bulunuyorlar” diyor. Yani Atatürk açıkça diğer etnik unsurları da “Türk camiasının” eşit haklara sahip “millet fertleri” olarak adlandırıyor.

“Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuş azınlıklar hakkındaki şu değerlendirme de dikkat çekiyor: “Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar, alınyazılarını ve talihlerini Türk milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakılması uygar Türk milletinin asil ahlakından beklenebilir mi?”

Çok açık görüldüğü gibi Mustafa Kemal Atatürk’e göre “Türk milleti” kavramı sadece bir ırkın, bir etnik kimliğin, bir dinin veya mezhebin değil, Türkiye Cumhuriyeti’ne “vatandaşlık bağı ile bağlı” eşit hukuka sahip tüm yurttaşların ortak-üst-ulusal kimliğinin adıdır.

MİLLET VE ÜMMET

Atatürk, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında milleti tanımlarken “Türk milleti, halk idaresi olan cumhuriyetle idare edilir... Türk devleti laiktir. Her reşit dinini seçmekte serbesttir. Türk milletinin dili Türkçedir…” diyerek laik bir millet (ulus) tanımı yapıyor. Bu nedenle de milleti oluşturan unsurları sıralarken “din birliğine” yer vermiyor.

Atatürk, “Milli His” başlıklı bölümde şöyle diyor: “Din birliğinin de bir millet oluşumunda etkili olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.”

Atatürk, bu tezine bağlı olarak Türklerin, İslam dinini kabul etmeden önce de büyük bir millet olduğunu, bu dini kabul ettikten sonra bu dinin, ne Arapların ne İranlıların ne de Mısırlılar gibi diğer Müslümanların Türklerle birleşip bir millet oluşturmalarını sağlamadığını, aksine “Türk milletinin milli bağlarını gevşettiğini, milli duygularını, milli heyecanını uyuşturduğunu”, ancak bunun çok doğal olduğunu, çünkü İslam dininin “bütün milliyetlerin üzerinde kapsamlı bir Arap milliyeti siyaseti” amaçladığını ve “bu Arap fikrinin ‘ümmet’ kelimesi ile ifade edildiğini” belirtiyor.

Atatürk, Türklerin tarih boyunca Kur’an’ı, anlamını bilmeden okuduğunu belirterek şöyle diyor: “Başlarına geçebilmiş olan halis serdarlar, Türk milletince, karışık, cahil hocalar ağzı ile ateş ve azap ile müthiş bir muamma halinde kalan dini, hırs ve siyasetlerine alet ittihaz ettiler.” Onların bir taraftan Arapları zorla emirleri altına aldığını, bir taraftan da Avrupa’daki Hristiyan milletleri kontrol ettiğini, ancak ne onları ümmet haline getirebildiklerini ne de onlarla birleşerek kuvvetli bir millet yapabildiklerini söylüyor. Daha sonra da “din adına yapılan fetihçiliği” çok sert bir şekilde eleştiriyor.

Mustafa Kemal Atatürk, çağını aşan, bugüne ve yarınlara ışık tutan ilerici ve hümanist bir yaklaşımla, Türk milletinin, milli duyguyu “dini duyguyla” değil “insani duyguyla” yan yana görmekten mutluluk duyacağını belirtiyor: “Türk milleti, milli hissi; dini hisle değil fakat insani hisle yan yana düşünmekten zevk alır, vicdanında, milli hissin yanında, insani hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle müftehirdir [öğünür].”

VİCDAN HÜRRİYETİ

“Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında tarih bilimsel gerekçelerle “ümmet” fikrini kesin olarak reddeden Atatürk, laik ulus devletin “vicdan hürriyetine” ise taraftar olduğunu belirterek şöyle diyor:

“Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz. Vicdan hürriyeti kesin ve saldırılamaz olup bireyin doğal haklarının en önemlilerinden sayılmalıdır… Türkiye Cumhuriyeti’nde her yetişkin dinini seçmekte özgür olduğu gibi belirli bir dinin merasimi de serbesttir; yani ayin hürriyeti dokunulmazdır.

Atatürk, şöyle devam ediyor:

“Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur… Devlet idaresindeki bütün kanunlar, kurallar, ilmin çağdaş uygarlığa sağladığı esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve uygulanır. Din anlayışı vicdani olduğundan, Cumhuriyet din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür.”(M. Kemal Atatürk, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2010, s. 40-47, 86- 87; Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 23, s. 17-24, 58-59 Atatürk’ün Kaleminden 1, Din ve Laiklik Üzerine, K. ATATÜRK, Kaynak Yayınları, 7. Basım, İstanbul 2020, s.193-207)

MİLLİ SİYASET

Türkiye Cumhuriyeti’nin “milli siyaseti”, Misak-ı Milli sınırları içinde, Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” ilkesiyle devletin tam bağımsızlığını korumayı amaçlayan, Panislamizm, Pantürkizm gibi yayılmacı anlayışları reddeden bir dış politikayı esas alır.

Atatürk, “Panislamizm” ve “Panturanizm” siyasetlerini şöyle reddediyor:

“Büyük hayaller peşinden koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Büyük ve hayali şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, kötü niyetini, kinini bu memleketin ve milletin üzerine çektik. Biz Panislamizm yapmadık; belki ‘Yapıyoruz, yapacağız!’ dedik. Düşmanlar da ‘Yaptırmamak için bir an evvel öldürelim!’ dediler. Panturanizm yapmadık, ‘Yaparız, yapıyoruz!’ dedik, ‘Yapacağız!’ dedik ve yine ‘Öldürelim!’ dediler. Bütün dava bundan ibarettir… Panislamizm ve Panturanizm siyasetinin başarıya ulaştığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte tesadüf edilememektedir.”

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin “milli siyaseti”ni ise şöyle açıklıyor:

“Bizim, kendisinde açıklık ve uygulama imkânı gördüğümüz siyasi ilke, milli siyasettir. Dünyanın bugünkü genel şartları, yüzyılların dimağlarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.”

“Milletimizin, güçlü, mutlu ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin bütünüyle milli bir siyaset izlemesi, bu siyasetin iç teşkilatımıza tam olarak uyması ve ona dayanması gerekir. Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam ve öz şudur: Milli sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak... Genellikle milleti uzun emeller peşinde yorarak zarara sokmamak... Medeni dünyadan, medeni, insani ve karşılıklı dostluk beklemektir.”

Atatürk’ün tarihten çıkardığı derslerle, akılcı, bilimsel, gerçekçi, barışçı ve ulusal çıkarlara uygun bir yaklaşımla belirlediği “milli siyaset”, bugün AKP’nin ümmetçi, Panislamcı hayallerine kurban edilmek isteniyor.

***

Atatürk, çok zor koşullarda çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından adım adım üniter, laik bir cumhuriyet, bir ulus devlet çıkarmıştı. İşte Atatürk’ün kurduğu o Türkiye Cumhuriyeti, bugün, siyasal İslamcı AKP iktidarı ve ortaklarınca, “ümmetçi” ve “etnik kimlikçi” bir yaklaşımla dönüştürülmek isteniyor. Böyle bir durumda artık Türkiye’de ne ulusal birlikten, ne çağdaş hukuktan, ne yurttaşların eşitliğinden, ne özgürlüklerden, ne demokrasiden, ne uygar yaşamdan, ne de iç ve dış barıştan söz edilebilir. Bunun adı “ulusal intihar” olur. Ancak şunu herkes bilmelidir ki, “Ya istiklal ya ölüm” parolasıyla hayatta kalan Türk ulusu adıyla sanıyla yaşamaya kararlıdır.

                                                         /././

Cumhur İttifakı’nın jokeri Kılıçdaroğlu -Öztin Akgüç-

Kurultay davasının sonucu hemen hemen kesinleşmiştir. Mutlak butlan, 38’nci olağan kurultayın geçersiz sayılması, CHP’nin kuruluş gününde parti yönetimi mahkeme kararı ile Kılıçdaroğlu’na verilecektir. Ertelenmezse bu karar, Cumhur İttifakı açısından istenen en iyi, CHP açısından ise en sakıncalı karardır. Kılıçdaroğlu kayyum atanmasına kıyasla Cumhur İttifakı’nı rahatlatan seçenektir. Kayyum atanması, iktidarı zor durumda bırakacak, tepki doğuracak, otoriteleşme yönünde bir adım olarak nitelendirilerek itibar kaybına yol açacak seçenektir. İktidarın, muhalefete kayyum ataması dünya siyasal yazınında olay olarak yer alır. Kayyumun görevi de partiyi kurultaya götürmek olacaktır. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ı zor duruma düşmekten kurtaracak; sorun parti içi bir uyuşmazlığa indirgenecek; Kılıçdaroğlu, siyasal amaçlı olduğundan kuşku olmayan bir yargı kararıyla parti yönetimine getirilecek, partinin iktidara yürüyüşü de engellenecektir.

Kılıçdaroğlu’nun tüm başarısızlıklara karşın 13 yıl CHP’nin başkanlığını sürdürmesi son kurultayda da altı yüzü aşkın oy alması irdelenmelidir.

Ahmet Tan’ın Cumhuriyet’te bir yazısından öğrendiğimize göre, Kılıçdaroğlu siyasal yaşama DSP’de başlamış, 1999 genel seçiminde partiye milletvekilliği adaylığı için başvurmuş, çizik yemiştir. O yıllarda DSP, CHP’ye göre oy oranı daha yüksek partidir. Nitekim seçim sonucu DSP birinci parti olurken CHP, TBMM dışında kalmıştır.

Kılıçdaroğlu, Baykal yönetiminde CHP’ye girmiş, Baykal’ın bir kaset oyunu ile istifası üzerine Baykal’ı genel başkan seçen kurultayca genel başkan seçilmiştir. Baykal döneminde partide etkin görev alanlar, Kılıçdaroğlu döneminde ya partiden ayrılmış ya da tasfiye edilmişlerdir.

Kılıçdaroğlu’nun kararları, tutumu Erdoğan’ı rahatlatmış, dolaylı olarak da desteklemiştir. 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde Bahçeli ile anlaşarak, daha sonra MHP’den vekil olan Ekmeleddin İhsanoğlu, parti örgütünün onayı alınmadan ortak aday olarak gösterilerek Erdoğan’ın seçilmesi bir şekilde garanti altına alınmıştır. İhsanoğlu’nu CHP örgütü destekler mi, CHP tabanı oy verir mi? Tepkisi ne olur sorusu üzerine “Tıpış tıpış sandığa gidecekler” yanıtı demokrasi anlayışını da yansıtır. CHP seçmeni tıpış tıpış gitmemiş, seçim sonucu, siyaset yazınına “Ekmeleddin faciası” olarak geçmiştir.

2018 cumhurbaşkanlığı seçiminde, yine parti örgütünün onayı olmadan, Muharrem İnce, Kılıçdaroğlu tarafından biraz da gayri ciddi şekilde kürsüye çağrılarak resen aday ilan edilmiş; İnce seçimde genel merkez tarafından desteklenmediği yakınmasıyla partiden ayrılmıştır.

2023 seçimi öncesi, demokrasi cephesi, güçlendirilmiş parlamenter sistemi amacı mottosu altında altılı masa oluşturulmuş, masa daha sonra ortak aday gösterme kuruluna dönüştürülmüştür. Kılıçdaroğlu, partinin sırtından 38 vekil ödünü vererek ortak aday gösterilmesini sağlamış, seçimi de kaybetmiştir. Seçim öncesi anketinde İmamoğlu, Yavaş ön plana çıkarken Kılıçdaroğlu adaylıkta ısrarlı olmuş; adaylığı da Cumhur İttifakı yandaşları tarafından en zayıf rakip olarak desteklenmiştir.

Seçim hezimeti sonrası demokrasi geleneği gereği Kılıçdaroğlu’nun istifası etik bir vecibe iken Kılıçdaroğlu, değişim, dönüşüm, sakin liman kurultaya götürme söylemleriyle durumu idare etmiş, savsaklamış, seçimi kaybedince diğer genel başkanlar gibi hareket edeceğine, alternatif büro açmış, parti aleyhine açılan davayı bir şekilde desteklemiştir.

Bilinenleri, yazılanları yinelememin nedeni bir karakteri anımsatmak içindir: Örgüt ilkeli, soğukkanlı davranmalı, aşağılama, istifa söz konusu olmamalıdır. Kapatılma dahil birçok badireyi aşan CHP, bu tuzağı da aşar. İnançlı, özverili olunmalı, badirenin en az kayıpla nasıl aşılabileceği düşünülmelidir.

                                                 /././

6 soruda af meselesi -Barış Pehlivan-

Kitabın ortasından sorayım: PKK ile yürütülen süreç sonunda Türkiye’de genel af çıkar mı ve dahası bu aftan kim faydalanmaz?

Sorudaki son kelimenin farkındayım zira Ankara kulislerinde daha çok onun üzerine tartışma yaşanıyor. Hem muhalefet hem iktidar hem de Kürt siyasi hareketi temsilcileriyle yaptığım görüşmeler şunu gösteriyor:

Hukuksuz barış olmaz. Gelin görün ki strateji barışsız hukukun hatta düşman hukukunun yerleşmesi üzerine kuruluyor.

Ne demek istediğimi sorularla açayım...

1 - GENEL AF ÇIKAR MI?

Kimse, en azından seçime kadar herkesi kapsayan bir genel af beklentisi içinde değil. Bir CHP yöneticisi “Toplumsal barıştan ziyade dışlayıcı bir yaklaşım içerisinde olacaklar” diye özetliyor durumu. Yüksek sesle dillendirilen özet şu: Kısmi bir genel af bekleniyor.

2 - NEDİR BEKLENEN KISMİ AFFIN DETAYI?

PKK’nin adının açıkça yazdığı ya da açık olmadan tarif edildiği bir af yasası. Bu da FETÖ gibi diğer terör örgütlerinin ya da Ekrem İmamoğlu gibi diğer suçlardan soruşturulacakların kapsam dışı olduğu bir çerçeveye işaret ediyor.

Bugüne kadar “yargı paketi” diye sunulan örtülü aflarda terör sanıkları hep kapsam dışı bırakılmış, suç örgütleri ise özgürlüğüne kavuşmuştu. Şimdi ise “süreç” için tam tersi bir uygulama bekleniyor.

Meselenin bir de “kamu görevlisi” tarafı var. Cumhurbaşkanının konuşmasında hatırlattığı, PKK ile mücadele sürecinde devletin yaptığı hukuksuzluklara da bir af gelir mi, bunun da Meclis’te tartışılması bekleniyor.

3 - EKREM İMAMOĞLU VE DİĞER İBB YÖNETİCİLERİNİN DURUMU NE OLACAK?

Önceki gün görüştüğüm bir AKP’li kaynağımın dediğini aktarayım: “Benim gördüğüm kadarıyla, İmamoğlu’nu seçime kadar içeride tutmayı planlıyorlar. Seçim de 2028’e kalmaz, muhtemelen 2027’nin kasımı olur... Yani İmamoğlu’na yaramayacak bir formülü mutlaka bulurlar.”

Ekrem İmamoğlu’na yapılan ana suçlama “suç örgütü kurmak”. Haliyle bu suçlamayı, affın dışında tutmak isteyecekleri görünüyor.

Özetle, CHP açısından “kent uzlaşısı” davalarının kadük hale geldiği ama “yolsuzluk” davalarının sürdüğü bir süreç bekleniyor.

5 - SELAHATTİN DEMİRTAŞ ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞACAK MI?

Süreçte önce yaşlı ve hasta tutukluların cezaevinden çıkarılması bekleniyor. Bununla birlikte, AİHM’nin Demirtaş lehine geçen hafta verdiği dördüncü kararı da bir beklenti yarattı. Cezaevinde 9. yılını tamamlamak üzere olan Demirtaş’ın tahliye edilmesi için avukatları yine bir başvuruda bulundu. Mahkemenin, belki bugünlerde belki de AİHM kararının resmi tercümesini bekleyip gelecek hafta bir karar vereceği düşünülüyor. Sonuca dair Demirtaş ailesi temkinli, Kürt siyasi cephesinde ise umutlu bir bekleyiş olduğunu söyleyebilirim.

6 - SONUÇ NE OLUR?

Dediğim gibi yukarıda yazdıklarım kişisel görüşlerim değil, farklı cephelerdeki siyasetçilerin beklentileri. Görünen o ki yine eşitlik ilkesine aykırı bir af için kollar sıvanmış durumda. Tabii ki olası bir anayasa pazarlığı, Anayasa Mahkemesi’nin affı genişletmesiyle de sonuçlanabilir.

Kuşku yok ki nihai sonucun ne olacağını muhalefetin hem Meclis’teki hem de toplumdaki temsilcilerinin stratejisi belirleyecek.

                                                  /././

Cumhuriyet

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -16 Temmuz 2025 -

Akın Gürlek davasında savunmasını yapan İmamoğlu'na savcıdan 'Bana bakarak konuşma' çıkışı: Yasak mı?-Can Öztürk-

İmamoğlu Akın Gürlek

Tutuklu İBB Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'i 'tehdit edip hedef gösterdiği' iddiasıyla yargılandığı davada 3'üncü kez hâkim karşısına çıktı. İmamoğlu hakkında 7 yıl 4 aya kadar hapis cezası ve siyasî yasak talep ediliyor. Bu duruşmada karar çıkması bekleniyor. İmamoğlu, salonda alkışlarla ve 'Cumhurbaşkanı İmamoğlu' sloganlarıyla karşılandı. İmamoğlu, ailesine ve kendisini desteklemeye gelenlere el salladıktan sonra sol yumruğunu havaya kaldırdı. İmamoğlu, savunmasını yaparken savcı, "Bana bakarak konuşmayın" dedi. Savcının sesinin yükselmesine ve uyarısına karşılık olarak İmamoğlu, "Savcıya bakarak konuşmak yasak mı? Bakmaya da meraklı değilim” yanıtını verdi. 

İmamoğlu'nun 'Akın Gürlek' davasında karar duruşması bugün: Yargılama sürecinde neler yaşandı?

Silivri'deki Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu içindeki mahkeme salonunda görülen duruşmayı izlemeye CHP lideri Özgür Özel, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanvekili Nuri Aslan, CHP Genel Başkan Yardımcıları Gül Çiftçi, Aylin Nazlıaka ve Suat Özçağdaş, CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın, CHP İstanbul Milletvekili Ali Gökçek, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, CHP PM Üyesi Berkay Gezgin, CHP'li ilçe belediye başkanlarıTİP Genel Başkanı Erkan Baş, Dilek ve Selim İmamoğlu, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, İstanbul Baro Başkanı İbrahim Kaboğlu katıldı. 

Fotoğraf: Can Öztürk / T24

İmamoğlu'nun savunması

Cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu, savunmasına "Konuşmam hayat kadar kısa olacak" diyerek başladı ve şu şekilde devam etti: 

"Mütalaaya karşı beyanda bulunmadım aslında sadece o güne dair yorumlarımı sizlerle paylaştım. Uygun görürseniz konuşacağım. Hayat kısa zaten. Hayat kadar kısa olacak konuşmam. Burada bulunmamızın sebebi sadece bir panelde söylenecek sözler ile sınırlı kalabilecek değil. Türkiye’nin dönüm noktasında yargılanmamızı bile olması gereken mahkemede yapamıyoruz. Her şey olağanüstü gelişiyor. Geçen duruşmada duygularımı ifade ettiğim konuşmamamı etrafımızdaki riskler karşısında iktidarın da tabiri ile 'İç cephenin güçlendirilmesi gerekiyor. Bundan başka bir yol yoktur' diyerek sözlerimi bitirmiştim. Bu sözlerimin üzerinden 1 ay bile geçmeden olumlu sonuçlar beklerken tam tersi yönünde ilerlemesinin hayal kırıklığına uğrattığını söylemeliyim. 

Alelacele ve telaşla yeni iddianemeler ortaya çıkıyor. 18 yaşındaki bir Ekrem hakkında yaptığım bir işlem nedeniyle işlem yapıyorlar. Ben sordum 17 yaşında ne yapacaksınız diye. ‘Vasini çağıracaktık’ diyorlar. Doğru mu diyorlar bilmiyorum.

12 şehit veriyoruz. Şehitlerimizi nasıl verdik bunu bile sorgulayamıyoruz. Hiçbir şey yokmuş gibi mangalda kül bırakmayan kişilerin çıtı çıkmıyor. Bir LGS sınavında bile adaleti sağlayamama seviyesine geldiğimiz bir cenderenin içerisindeyiz

Marttaki operasyonların üzerine ekonomik olarak çok büyük sıkıntıların içerisinde olduğumuz bir döneme girdik. Hukuki düzeni güçlü, hukukun üstünlüğünü uygulayan yarının nesillerini yetiştiren ülkelerin kazanacağını biliyoruz. Ancak bir uydurma stratejilerle ‘Ben ekonomistim’ diyerek yöneten bir kişinin yaşattıklarını çekiyoruz. Dünyanın en büyük faizini veriyoruz, yüzde 46. Böyle bir ülkede yüzde 60’ları bulan maliyetlerde biz buradayız. Bu ülkedeki sanayici, çiftçi üretemiyor. Konkordato ilanlarıyla rekor kıran bir ülkedeyiz. Bu büyüyen kriz özellikle milletimiz içerisindeki gelir dağılımındaki adaletsizlik, asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı bir ülkede biz neler ile uğraşıyoruz."

Mahkeme başkanı İmamoğlu'nun sözlerini böldü: Bütün olay bunlarla alakalı!

İmamoğlu’nun ekonomi hakkındaki sözlerini mahkeme başkanı böldü. İmamoğlu, “Bitiriyorum, izin verin. Zaten bütün olay bunlarla alakalı. 20 saniyede bir iddianame yazılıyorsa bütün olay budur” dedi

Savcı ve İmamoğlu arasında 'Bana bakarak konuşma' gerginliği!

Savcı “Bana bakarak konuşmayın” diye İmamoğlu’na tepki gösterdi. Savcı, İmamoğlu’na sesini yükseltti. İmamoğlu, mahkeme başkanına “Savcıya bakarak konuşmak yasak mı? Bakmaya da meraklı değilim” diyerek tepki gösterdi. 

"Terörsüz Türkiye diye tariflenen bu süreç bizim için çok önemli"

İmamoğlu, gerginliğin ardından savunmasına şu sözlerle devam etti: 

"Burada özellikle şu soruyu not olarak düşelim; ya adalet ya sefalet. Adalet yoksa kıtlık var sefalet var. 4 ay içerisinde İmamoğlu’na karşı yürütülen operasyonlar nedeniyle buradayız. Milletimiz gidip daha dün kurulan ülkelerin kapasında vize için beklemesin. İtibar budur. Türkiye’nin küresel konjonktürünü yerine getirine getirmek yükümlülüğümüzdür. Yarınlar da bizim. Bu sesimizi yazıyla beraber okuyacak kişilere sesleniyorum zor günlerden geçiyoruz. Terörsüz Türkiye diye tariflenen bu süreç bizim için çok önemli. Bizler yurtta barış dünyada barış ilkesini sürdüreceğiz. 

Tarihimiz barışçıl siyasetin güçlenmesi için attığımız adımlarla doludur. Ancak ne zaman koltuğu tehlikeye girse millete karşı cephe alanların samimiyetini sorgulamaktan geri durmayız. Orta Doğu’da adeta bir kutup yıldızı gibi parlayacak bölgeyi barışa ulaştıracağız.

MHP ve DEM Parti'ye seslendi 

MHP ve DEM Parti’ye sesleniyorum. Bu süreci kendi ikballeri için gören akıldan kendinizi ayrıştırın. Sürecin şeffaf, katılımcı kucaklayıcı olması konusunda ciddi adımlar atmalısınız. Nitelikli çoğulculuk için adımlar atılmalıdır. Tarihi adımların sonuçlanması için hukuk dışı uygulamalardan kayyımlardan uzaklaşılmalıdır. Siyaset buradan ikbal aramasın. Burası bir mahkeme salonudur, siyasetin buraya etki etmemesi gerektiğininin altını çizmek istiyorum.

Bu sürecin demokratik ve ortak akıl ile birlikte yürümesi en büyük arzumuzdur. Bu memleket hepimizindir. Ne güzel söylemiş Nazım Hikmet...
 
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
 
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
 
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....
 
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...

"Ben yargının siyasete aparat yapılmasıyla mücadele ediyorum"

Bu millet bunu başaracak. İstedikleri kadar sesimizi kısmaya çalışsınlar. Biz hak yemedik hakkımızı da yedirmeyeceğiz. Bugün savunmalarımın en şiddetlisini yapıyorum. Ben yargının siyasete aparat yapılmasıyla mücadele ettim, ediyorum ve devam edeceğim. Kötülük yapanlara ve kötülere karşı mücadelede dim dik ayaktayım, gençliğimin olduğunun da farkındayım."
 
“Allahım milletimizi kötülüklerden korusun” diyen İmamoğlu’na izleyiciler “Amin” diyerek yanıt verdi

Avukat İlkiz'den İmamoğlu'nun sözünün kesilmesine tepki: Kime bakarak konuşacağıma ben karar veririm

İmamoğlu'nun avukatı Fikret İlkiz, savcının ve mahkeme başkanının İmamoğlu’nun sözünü kesmesine tepki göstererek savunmasına şu sözlerle başladı:

"Heyetinizi görmek istiyorum ve sizlere hitaben bir savunma yapmak istiyorum. Ayrıca savunmayı yaparken kime yapacağıma kime bakacağıma ben karar veririm. Sanık savunma yaparken araya girilmemesini rica ediyorum. Eğer herhangi bir şekilde bir yanıtla karşılaşırsak ben de uyarımı yaparım.

İmamoğlu’nun ilgili konuşmalarının bant çözümleri eksik olarak zapta geçiriliyor. 'Hakkımdaki iddianameyi içime sindiremiyorum' dedi. Size neden zindandan geldiğini de sordu.Şundan da bahsetti; 'Biz yargılanmıyoruz, direkt cezalandırılıyoruz' Bunlardan bahsetmeden savunma yapmak mümkün değil. Niye bunları tekrar tekrar söylüyorum. Dönüyorum davaya, iddianameye, OdaTV yayınlarına. Savcılardan birisi OdaTV’yi izliyor. Sadece OdaTV’de yer alan bir durum iddianameye işleniyor.

Tutuklu avukat Mehmet Pehlivan'dan çağrı: 16 Temmuz İmamoğlu için karar günü, savunma hakkı için yarın Silivri’de olun!

Mehmet Pehlivan'ın tutukluluğuna tepki 

Birkaç satırdan 3 suç çıkardınız hakaret, terörle mücadelede görev almış kişileri hedef gösterme ve tehdit olduğunu söylediniz. Ekrem İmamoğlu CHP Gençlik Kolları Başkanı Cem Aydın’ın gözaltına alınmasına ilişkin olarak birkaç şey söyledi. ‘Çağrıldığı zaman gelen kişilerin evini basıyorsunuz. Böyle bir muamele yapıyorsunuz. Elinizden ne geliyorsa yapıyorsunuz. Bu zihniyeti söküp atacağız’ dedi. Savcılığa avukat Mehmet Pehlivan dahil avukatlarıyla birlikte gitti. Kendisi size verdiğim belgeyi imzalayamadan içeri atıldı. Eğer olsaydı size verdiğim yazılı savunmayı imzalayacaktı.

Çok mağdur kişinin ismi Resmi Gazete’de yayımlanan HSK kararnamesinde. Terör örgütlerinin hedefine mi koymuş oluyor bu kişileri. Ceza davalarında eleştirilen kişileri bu şekilde anlatmak delildir diyebilirsiniz. O zaman biz herhangi bir savcının yaptığını bir bir sıralarsak, bunlar hakkında haber yazarsak bu kamuoyunu aydınlatmak mıdır, yoksa hedef gösterme midir? Bir haber yayımladık. 'Yasadan üstün savcı' başlıklı bir haber çıkıyor Cumhuriyet gazetesinde hem de tam sayfa. Bununla ilgili ne yapılır hemen dava açılır. Ama aynı savcıyla söyleşi yapıldı.

Çağırdılar Mehmet Pehlivan'ı gitti, tutukladılar. O zaman ev baskınlarına ne gerek vardı. İmamoğlu buradaki konuşmasında ‘Bizim gözümüzü korkutacaksanız bunlar bizi korkutmaz’ diyor."

Erdoğan'ın 98 yılındaki konuşmasına atıf: Şaşmaz ve değişmez adalet ilkelerine inanıyoruz

Av. İlkiz, savunmasında Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı iken 1997’de Siirt’teki bir mitingde okuduğu şiir nedeniyle 1998 yılında aldığı hapis ve siyasi yasak cezası sonrası yaptığı konuşmayı alıntıladı. İlkiz şu ifadeleri kullandı:

"Bundan 27 yıl önce bir belediye başkanı neler dedi? Eviniz basıldı mı? Kaldığınız cezaevinin koşulları nasıldı? O belediye başkanı ne dedi bakalım...

'Her şeyden önce bugün kendi ülkemde böyle bir konuşma yapmak zorunda kaldığım için üzgün olduğumu belirtmek istiyorum. Çünkü güneş gibi açık hakikatleri savunmak zorunda olmak, bir insan olarak beni üzüyor. Fakat bilinmelidir ki üzüntüm kişisel bir üzüntü değildir. Bu ülkenin başına getirilenlere üzülüyorum. Mafyalaşmanın, çeteleşmenin, kokuşmuşluğun dibe vurduğu bir ortamda; benim yolsuzluktan değil, cinayetten değil, kul hakkı yemekten değil, sadece ve sadece okuduğum bir şiir nedeniyle ceza almam, beni değil, sadece bu ülkenin hukuk anlayışını küçültür. Bu ceza milyonların bana olan güvenini değil, adalete olan güvenini sarsmıştır. Yargının üzerine siyaset gölgesinin düştüğünü uzun zamandan beri, kapatılan partilerden, içeri tıkılan düşünce ve siyaset adamlarından, aydınlardan, gazetecilerden dolayı zaten biliyorduk.

Siyasi rakiplerimiz ve kendilerini iyi bilen güç ve çıkar odakları, seçim sandıklarında karşımızda duramayacaklarını, önümüzü kesemeyeceklerini iyiden iyiye anlamış olmalılar ki böyle bir yola başvurdular. Bu odaklar, ne yazık ki hepimizin ihtiyacı olan hukuku, kendi küçük ve çıkarcı düşüncelerine alet etmekte bir sakınca görmediler. Adalet gün gelecek yargıyı siyasallaştıranlara da lazım olacaktır. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur. Çünkü biz şaşmaz ve değişmez adalet ilkelerine inanıyoruz. Çünkü biz kamu vicdanı denen ve asla yanıltılamayan değerin farkındayız.

Adalet! Evet, adaletten bahsediyorum. Toplumdaki ortak paydalardan en önemlisi olan adalet duygusunu yaraladığınız zaman, yalnızca haksız mahkûmiyetlere yol açmış olmazsınız. Bu ülkenin hukuki geleceğini, bu milletin vicdanını da yaralamış ve kanatmış olursunuz. Bu kararı ve düşünce özgürlüğü kapsamındaki diğer yanlış kararları kendi çocuklarınıza izah edemezsiniz. Yaşadığımız dünyaya izah edemezsiniz.’

Akın Gürlek'in avukatı Adır'ın söz hakkı talebi reddedildi: Burası belediye meclisi değil!

Mahkeme başkanı söz almak isteyen Akın Gürlek’in avukatı Abdullah Adır’a söz hakkı vermediğini söyledi. Söz almak için ısrar eden ve “Yanıt hakkı doğdu” diyen Adır’a mahkeme başkanı “Burası belediye meclisi değil” diye tepki gösterdi. 

İmamoğlu'ndan 'yargı tacizi' vurgusu 

“Yargı tacizi altında olan bir kişi olarak yoğun bir saldırı altında olduğumun altını çizeyim” diyen İmamoğlu’nun son sözünü mahkeme başkanı CD kaydının yenilenmesi gerektiği için durdurdu.

Konuşmasına devam eden İmamoğlu, şunları söyledi:

"Son söz benim için uygun bir kavram değil. Hiçbir zaman sözün bittiği yerde olmayız. Yargı tacizine uğrayan biri olarak yoğun bir saldırı altındayım. Mahkemenin esas çatısı altında değil de Silivri’ye nakledilmiş şekilde göçebe bir yargılama var. Ahmak davası var. 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve siyasi yasak kararı verildi. 3 yıldır istinaf mahkemesinde bekliyor. Türkiye yargı tarihinde olmamış biçimde Beylikdüzü davasında 5 kez mütalaa vermeyen bir yargı makamı ile karşı karşıyayım. Diğer davalarımda savcılık makamı ortada yok. Bu davada ise savcı benim savunmama müdahale etti. Burada sizinle ilgili önemli bir şey söyleyeceğim. Belki medyayı takip etmiyorsunuz. Bunları benden duyun istiyorum.

"Savcı bana kaşlarını çatarak bakmasın, işlemez"

Ben vah memleket vah demek istemiyorum. Bu mahkemenin bu silsileye dahil olmasını istemiyorum. Murat Çalık kardeşimin tahliye olmasını istiyorum. Oradan oraya sevk ediliyor. Yeter, yeter! Burada savcı bana kaşlarını çatarak bakmasın işlemez çünkü. Ben bu cennet vatanda 1 kişi için tehditim. O da ben değil milletin tehdit ettiği bir kişi. Sandıkta 4 kere yendim 5. kez yeneceğim için tehdidim!"

Duruşmaya 45 dakika ara verildi. 

                                                                ***

LGS'de şaibe iddiası - İyi Partili Turhan Çömez okul isimleri verdi, tam puan alan öğrenci sayılarına işaret etti; "Bu koku değil kokuşmuşluk hali!"

İyi Parti Grup Başkanvekili ve Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, Liselere Geçiş Sistemi (LGS) sınavına ilişkin şaibe iddiaları tartışılırken sosyal medya hesabından çarpıcı bir paylaşımda bulundu. Sınav esnasında soru kitapçığının paylaşılmasıyla başlayan ve 719 çocuğun tam puan almasıyla süren tartışmaların nabzı, İyi Partili Çömez’in Bursa’daki bir hatip okulunda 36 öğrencinin sıfır hata ile 500 tam puan aldığını ortaya koymasıyla arttı. Çömez, benzer durumların Antalya ve Trabzon’daki  iki okulda daha yaşandığına işaret etti; sınavın iptal edilmesi için çağrı yaptı.

LGS sınavı esnasında soru kitapçığının bazı WhatsApp gruplarında PDF şeklinde paylaşıldığı ortaya çıkmıştı. Bursa’da yaşanan bu örneğin benzerlerinin başka illerde de yaşandığı öğrenilmişti. Milli Eğitim Bakanlığı iddiaları reddederken İyi Partili Çömez, bugün sosyal medya hesabından çarpıcı bir iddia ortaya attı. Çömez ayrıca, “Sınava giren 963 bin 142 öğrenciden 500 tam puan alanların oranı da % 0,07” bilgisini paylaştı.

Paylaşımına “Daha bitmedi” diyerek devam eden Çömez, iki okul daha örnek gösterdi:

“Antalya Kepez Mahmut Celalettin Ökten Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde sıfır hata ile 500 tam puan alan 6 öğrenci var. Aynı şekilde Trabzon Mahmut Celalettin Ökten Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde 4 öğrenci 500 tam puan almış. Yani 3 ‘Mahmut Celalettin Ökten İmam Hatip’te’ toplam 46 öğrenci kusursuz bir performans sergilemiş. Geri kalan 3500 İmam Hatip’te ise sadece 17 öğrenci 500 tam puan alabilmiş.”

“Bu koku değil kokuşmuşluk hali!” diyen Çömez, “Bu üç okuldaki yöneticileri ve öğrencileri sorgulayın, pisliğin ne kadar derin olduğunu göreceksiniz” diyerek Milli Eğitim Bakanlığı’na seslendi. Çömez, LGS’nin iptali için çağrıda bulundu.

(https://www.dailymotion.com/video/x9mxpmk)

                                                        ***

Muharrem İnce ile Bakan Tekin arasında LGS kavgası: "Geri zekâlıya anlatır gibi anlatıyoruz"; "Akılsız, düzeysiz ve Tekinsiz Yusuf"

CHP'li Muharrem İnce, kendisinin Liselere Geçiş Sistemi (LGS) kapsamındaki merkezi sınava ile ilgili eleştirilerine "Geri zekâlıya anlatır gibi tane tane anlatıyoruz. Ama yetinmiyorlar, hâlâ devam ediyorlar," sözleriyle karşılık veren Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'e yanıt verdi. İnce, "Akılsız, düzeysiz ve Tekinsiz Yusuf, sahibine yaranarak koltuğunu garantilemeye çalışmak yerine; önce okullara sabun koy, sonra Milli Eğitim’den gelen pis kokuları temizle. Sınavlarında şaibe, mülakatlarında torpil, okullarında ideolojik dayatma var," dedi.(https://t24.com.tr/haber/muharrem-ince-ile-bakan-tekin-arasinda-lgs-kavgasi-geri-zekaliya-anlatir-gibi-anlatiyoruz-akilsiz-duzeysiz-ve-tekinsiz-yusuf,1249938)
                                          ***

Şam’a bağlı tanklar Süveyda’ya girdi: İsrail uçakları vurdu, ateşkese rağmen Şam güçleri ile Dürzi kuvvetler arasında çatışmalar sürüyor -Namık Durukan-

Suriye'nin güneyinde Dürziler ile Arap aşiretleri arasında başlayan Şam’a bağlı güçlerin müdahalesi sonrasında merkezi ordu güçleri ile Dürzi savaşına dönüşen çatışmalar Süveyda ve Dera bölgelerinde ateşkese rağmen şiddetlenerek sürüyor. Tank ve ağır silah desteğinde Süveyda kent merkezine giren Şam silahlı güçleri İsrail savaş uçakları tarafından vurulmaya başlandı. İsrail savaş uçakları, birçok cephede tank ve ağır silahlarla hareket halindeki merkezi ordu güçlerini bombaladı. Suriye İçişleri Bakanlığı, tarafların talebi üzerine bölgede ateşkes ilan edildiğini ve Süveyda kent merkezindeki tankların geri çekilmeye başladığını açıkladı. Dürziler Topluluğu Ruhani Lideri Şeyh Hikmet El Hicrî, Şam güçlerinin Süveyda’ya girişine onay verildiğine dair yayınlanan bildirinin baskı altında hazırlandığını ve gerçek iradelerini yansıtmadığını belirterek, taraftarlarına “Direnin” çağrısı yaptı.

Dürzi ruhani liderliği önce “Silah teslim et” açıklaması yaptı

Dürzilerin yönetim merkezlerinden biri olan Süveyda kent merkezi ve çevresindeki Dürzi silahlı gruplarına karşı kapsamlı operasyonlar başlatan merkezi Şam yönetimine bağlı silahlı güçler, tank ve ağır silah desteğinde şiddetli çatışmaların ardından kent merkezine girdi. Kent merkezi ve çevresinde şiddetli çatışmalar sürerken Dürzi toplumunun ruhani liderliği, Suriye İçişleri ve Savunma Bakanlıklarına bağlı güçlerin kent merkezine dönüşünü memnuniyetle karşıladıklarını açıkladı.

Dürzi Ruhani Liderliği tarafından yayımlanan açıklamada, "Parçalanmanın, kan dökülmesinin ve düzensizliğin önüne geçmek için devletin güvenlik ve askeri kurumlarının kente dönmesini olumlu karşılıyoruz" denildi. Açıklamada, Süveyda'daki silahlı grupların, devlet güçlerinin ilerleyişine karşı çıkmamaları ve silahlarını İçişleri Bakanlığına teslim etmeleri gerektiği vurgulandı.

Ardından Savunma Bakanı “ateşkes” ilanı yaptı

Bu gelişme sonrası Suriye Savunma Bakanı Tümgeneral Merhef Ebu Kasra, X sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, şehirdeki kanaat önderleri ve ileri gelenlerle varılan anlaşma doğrultusunda ateşkesin ilan edildiğini açıkladı. Kasra, "Şehirdeki tüm askeri birliklerimize ateşkes uygulanması talimatı verilmiştir. Ancak yasadışı silahlı gruplar tarafından herhangi bir saldırı durumunda, yalnızca ateş açılan kaynaklara karşılık verilecektir” dedi.

Ateşkes sonrası operasyonların sona ermesi ile Suriye ordusunun Süveyda’dan çekilmeye başladığı açıklandı. Savunma Bakanı Kasra, kent merkezindeki mahallelerin iç güvenlik güçlerine devredileceğini, asker ve polisinin ise sivilleri korumak ve genel düzeni denetlemek amacıyla bölgede kalmaya devam edeceğini açıkladı. Ateşkes sonrası ise tırlara yüklü tankların Şam'a doğru yola çıktığı belirtildi.

“Bildiri şiddetli baskı altında yazıldı”

Dürziler Topluluğu Ruhani Lideri Şeyh Hikmet El Hicrî, halka hitaben yaptığı görüntülü konuşmasında, Şam güçlerinin Süveyda’ya girişine onay verildiğine dair yayınlanan bildirinin baskı altında hazırlandığını ve gerçek iradelerini yansıtmadığını açıkladı.

Süveyda’da yaşanan gelişmeleri “kaygı verici ve tehlikeli” olarak nitelendiren Hicrî, kentin bir savaş alanına çevrilmesini kabul etmediklerini belirterek, “Sokaklarda dökülen kana hiçbir vicdanlı din rıza gösteremez” diye konuştu. Süveyda halkına çağrıda bulunan Hicri, “Bilinçli yaklaşın, onurunuzdan vazgeçmeyin” dedi.

“Adımıza yazılan ve inanmadığımız hiçbir şeyi kabul etmiyoruz. Yayınlanan bildiri şiddetli baskı altında hazırlandı. Bugünden itibaren gerçek tutumumuzu yansıtmayan hiçbir sesi tanımıyoruz” diyen El Hicrî, halkıyla birlikte olduğunu söyledi.

Çatışmalar yeniden başladı

Bu açıklama sonrası Şam güçleri tarafından sokağa çıkma yasağı ilan edilen Süveyda kentinin birçok bölgesinde yeniden çatışmalar yaşanmaya başlandı. Çatışmalar sürerken İsrail savaş uçakları, bölgede ağır silah ve tanklarla hareket halinde olan Şam güçlerine yönelik etkili saldırılar gerçekleştirdi.

Süveyda’nın batı kesimlerinde şiddetli sokak çatışmaları devam ederken İsrail savaş uçakları Dera ve Süveyda kent merkezindeki tank ve ağır silahların konuşlandığı noktalar ile Şam askeri güçlerinin bulunduğu birçok noktayı etkili vurmaya devam etti. Vurulan askeri tesisler arasında Dera kırsalındaki İzraa beldesinde bulunan 12’nci tümen ve 175’nci Tugay da bulunuyor.

İsrail saldırılarını artırdı

İsrail haber kanalları, Güney Suriye'deki saldırıların ABD yönetimi ile koordinasyon içinde yürütüldüğünü belirtirken, saldırılara ilişkin bilgi veren İsrail Ordu Sözcülüğü tarafından yapılan açıklamada, “Kısa bir süre önce Suriye’nin güneyindeki Süveyda’da, Suriye hükümet güçlerine ait askeri araçlara saldırı başlattık. Tankları, zırhlı personel taşıyıcılarını, roketli topçu sistemlerini ve bölgeye ulaşım yollarını hedef alarak hareket kabiliyetlerini engelledik” denildi.

İsrail Başbakan Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Israel Katz'ın orduya "Suriye'deki Dürzi dağlarındaki Süveyda bölgesine Dürzilere karşı operasyon düzenlemek amacıyla getirilen rejim güçlerini ve silahlarını derhal vurmalarını" emrettiklerini söylemelerinin ardından bölgedeki Şam’a bağlı ordu güçlerine yönelik hava saldırıları arttı.

Bölgeden göç başladı

Şam’a bağlı ordu birliklerinin Süveyda’ya girmesi ve kent merkezi ile çevresinde çatışmaların şiddetlenmesi sonrası bölgeden yoğun bir göç hareketi başladı. Sayıları binlerle ifade edilen aileler, araçları ile çatışma bölgeden güvenli alanlara doğru yola çıktı. Bölgede silahlı güçler arasında yaşanan çatışmalardan ise katliam görüntüleri de gelmeye başladı.

Bir eve kimliği belirlenemeyen silahlı grup tarafından yapılan saldırıda toplu infaz yapıldı. Saldırıda bir aileden en az 15 kişi öldürüldü. Bölgede yaşanan çatışmalarda da çatışan taraflardan onlarca kişi yaşamını yitirdi. Süveyda’dan gelen görüntülerde, kent merkezine giren Şam’a bağlı bazı askerlerin, Dürzi erkeklerini ve öldürülen Dürzi savaşçılarını aşağılamak amacıyla bıyıklarını kesmesi dikkat çekti.

Çatışma bilançosu ağırlaşıyor

Suriye İçişleri Bakanlığı, çatışmalarda 30 kişinin öldüğünü açıklarken Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi yerel kaynak ağına dayanarak ölü sayısının 99'a yükseldiğini, 200'den fazla kişinin yaralandığını bildirdi. Çatışmalarda ikisi çocuk, ikisi kadın toplam 60 Dürzi'nin, 18 Bedevi milis, 14 asker ve askerî üniformalı kimliği bilinmeyen yedi savaşçının öldüğü kaydedildi.

Suriye Savunma Bakanlığı sözcüsü Hasan Abdulgani, İçişleri Bakanlığı ile koordineli bir şekilde bölgeye asker ve güvenlik güçleri göndererek duruma hızla müdahale edildiğini, "yasa dışı bir silahlı grubun" saldırısında 18 askerin öldüğünü bildirdi. Bölgedeki bağımsız kaynaklar ise çatışmalarda yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiğini ileri sürüyor.

                                                           ***

Öne Çıkan Yayın

“Baltacı ve Katerina efsanesi” yazıları üzerine bir özür ve etik tartışma -Faruk Bildirici /T24-

Mehmet Ali Çiçekdağ, Metin Gülbay ve Vikipedi’den alıntılar yapmış ama hiç kaynak göstermemiş. Gülbay ise Vikipedi’den alıntı yaptığı bölüml...