Sizi gidi vesayetçiler sizi! + Orhan Bey cahil mi, yalancı mı? -Mehmet Y. Yılmaz / T24-

 Sizi gidi vesayetçiler sizi! 

Devlet Bahçeli'nin yol haritasının “demokrasi ve sivil siyasetin güçlendirilmesi” olması şunu gösteriyor: PKK öyle bir örgütmüş ki Türkiye’yi yönetenleri demokrasiyi sınırlamak ve hukuk konusunu ötelemek zorunda bırakmış!

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bundan sonraki yol haritasında “siyasi ve hukuki reformlarla demokrasi ve sivil siyasetin güçlendirilmesi” konusu var.

Bu konu, Bahçeli’nin “yapılacaklar listesinin son adımı” olarak açıklamada yer alıyor.

Bu adıma gelinceye kadar silahların ne zaman, nasıl teslim edileceği, bunun gözetiminin nasıl yapılacağı, suça bulaşmış ve suça bulaşmamış örgüt üyelerinin nasıl ayrılacağı gibi konular var.

Bir de silah bırakan PKK’lıların PYD/YPG’ye geçişlerinin kontrolü ile ilgili bir başlık var ancak bunlardan bazılarının YPG’ye geçişinin mümkün olup olmaması konusu biraz muallakta kalmış sanki.

Bahçeli’nin listesinde “hukuk ve demokrasi alanındaki reformlar ile sivil siyasetin güçlendirilmesi” bir son adım olarak yer alıyor.

İktidar çevreleri için de bu konunun benzer bir şekilde, silah bırakma ve Kandil’in boşaltılmasından sonra ele alınacağı vurgusu var.

Buradan anlıyorum ki bugüne kadar Türkiye’de hukuk ve demokrasi alanında bir ilerleme olmamasının nedeni PKK’nın elde silahla dağlardaki varlığı imiş.

Yani PKK öyle bir örgütmüş ki Türkiye’yi yönetenleri demokrasiyi sınırlamak ve hukuk konusunu ötelemek zorunda bırakmış!

Ne alaka?

Amaç bu yolla sivil siyaseti güçlendirmektiyse, niye bugüne kadar beklendi, anlayamadım.

Sivil siyasetin alanını genişletmek, milletin iradesinin daha iyi tecelli etmesini sağlamaz mı?

Terör örgütü yüzünden milli iradenin sınırlandırıldığını mı itiraf ediyorsunuz?

Kusura bakmasınlar ama bu tutum kendilerini bir vesayet odağı olarak konumladıklarını gösteriyor.

Yani AKP-MHP koalisyonu, hukuk ve demokrasi reformlarını yapmamış çünkü Türklere o kadar da güvenmiyorlarmış.

Başıboş bırakılan genç kızın, davulcuya ya da zurnacıya kaçma ihtimalinden duyulan korkunun, alaturka siyaset versiyonu her halde.

Demokratik hakların kullanımına izin verecek bir hukuk düzenini kurmamışlar, çünkü PKK elde silah, dağlarda geziniyormuş.

Türkler, demokratik hakları bol bulunca nerelerine süreceklerini bilemezler diye mi PKK’nın silah bırakması beklendi?

Bu tipik bir “vesayetçi” bakıştır: Tepemizde birileri bizlerin demokratik haklarımızı kullanırsak yanlış şeyler yapacağımızı düşünüyorlarmış demek ki.

Yıllardır kafamızı ütülediğiniz “askeri vesayet” de aynı endişeyle hareket etmiyor muydu?

                                                /././

Orhan Bey cahil mi, yalancı mı?

Dönemin karikatür sanatçılarından Derso ile Kelin'in, tarihe geçen çizgileriyle Lozan Antlaşması tasviri

PKK’nın kendisini feshederek militanlarının silahları bırakacağını açıklamasının ardından bir “Lozan tartışması” çıktı.

Lozan Antlaşması, Rum, Ermeni ve Yahudilerden oluşan gayrimüslimleri “azınlık” kabul ediyor.

Bu azınlık gruplarına tanınan hakları garanti altına alıyor, bunun dışında Türkiye topraklarında “azınlık grubu” bulunmadığını benimsiyor.

Yani Lozan’da “azınlık” denilince Müslümanlar dışında kalan topluluklar anlaşılıyor.

Anlaşıldığına göre PKK, Kürtleri “azınlık” olarak tarif etmediği için Lozan’a karşı.

O tarihte ana dil farkına dayalı “azınlık” tanımı yapılmamış.

Tanım bu şekilde yapılmış olsaydı, Türkiye sınırları içinde yaşayan Araplar, Lazlar, Boşnaklar, Arnavutlar da “azınlık statüsüne” sahip olacaklardı ki bu kadar çok “azınlığı” olan bir ülke bugüne kadar ayakta kalabilir miydi, bilebilmek mümkün değil.

PKK’nın kendisini feshettiğini açıklarken bunu hatalarını kabul edip, kanlı eylemleri için özür dileyerek yapamayacağını tahmin etmek için allame olmaya gerek yok.

Kabahat samur kürk olsa, kimse sırtına almaz.

Onun için artık küflenmiş diyebileceğimiz ideolojik terminolojiyi de kullanarak Lozan’dan filan söz etmesinin çok da anlamı yok.

PKK’nın bu açıklamasına bakarak “Lozan’ı delecekler, Lozan’ı iptal edecekler”  diye ayağa kalkmak da aynı derecede anlamsız.

Lozan, deyim yerindeyse Türkiye’nin tapu senedi.

Kimse merak etmesin, bu iş Türkiye’nin İslamcılarının da ayrılıkçı hareketlerin de çapını çok aşar.

AKP’nin yöneticilerinden (MKYK Üyesi) Orhan Miroğlu da Lozan delinecek diye endişelenenlere kızıyor.

Anladığım kadarıyla Miroğlu Bey de Lozan’dan hazzetmeyenlerden biri.

Şöyle diyor:

“Lozan delinecek diye feveran ediyorlar!

Lozan’la beraber kimi sınıf ve zümrelerin elde ettiği kazanımların tarihe karışacak olmasından korkuyorlar!”

Cehaletin bu kadarına ne demek gerekir, bilmiyorum.

Böyle bir tiple hiç karşılaşmadığım için ne dendiğini bugüne kadar öğrenememiştim, kusura bakmayın.

Lozan, Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında bir barış antlaşmasıdır.

Birinci Dünya Savaşı’nın mağluplarından Osmanlı Devleti’nin yerine kurulan yeni devletin sınırlarını belirler.

Kapitülasyonların kaldırılması, savaş tazminatlarının iptal edilmesi, patrikhanelerin konumu gibi konularda hükümler içerir.

Ve 1878 yılında Padişah Abdülhamit tarafından idaresi İngiltere’ye devredilen Kıbrıs’taki egemenlik durumunu netleştirir.

Bunun dışında kim ne söylüyorsa ya cahilliğinden söyler ya da yalancılığından.

Lozan, Miroğlu Bey’in iddia ettiği gibi “kimi sınıf ve zümrelere kazanımlar”  sağlamaz. Böyle bir hükmü yoktur.

Orhan Miroğlu, bununla ilgili bir madde bulsun ben bu işi bırakırım.

Ama biliyorum ki kendisi bu cehaleti ile ilgili özür de dilemez, oturup iki kitap okuyarak gerçeği öğrenmek için de gayret etmez.

Lozan delinecek diye korkanlar arasında da tıpkı Orhan Bey gibi cahiller var.

İddialarına göre ABD Senatosu onaylamadığı için ABD, Lozan’ı imzalamamış şimdi AKP-MHP-PKK ve ABD bir araya gelip, Lozan’ı kaldıracaklarmış.

Bu tür şeyler cehaletten mi kaynaklanır, kötü niyetten mi bilemem ama şunu biliyorum:

Lozan Antlaşması’na taraf ülkeler şunlardı: Britanya, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı.

ABD bu antlaşmanın tarafı değildir ki imzacısı olsun!

Mehmet Y. Yılmaz / T24


GÜNDEM -14 Mayıs 2025 -

97 öğrenci gözaltında... İslamcı Nurettin Yıldız Boğaziçi'nde konuştuğu salonda protesto edildi -Sözcü

Boğaziçi Üniversitesi'ne konuşmacı olarak davet edilen İslamcı yazar Nurettin Yıldız, konuşma yaptığı salonda protesto edildi. Protesto eden üniversiteli salondan dövülerek çıkartıldı. Yapılan protestolarda 97 öğrenci gözaltına alındı
(https://www.sozcu.com.tr/islamci-nurettin-yildiz-bogazici-nde-konustugu-salonda-protesto-edildi-p173610)

                                                                     ***

T24 muhabiri Can Öztürk, Boğaziçi eylemini izlerken ters kelepçeyle gözaltına alındı; boğazı sıkıldı, basın kartı parçalandı!-T24-

T24 muhabiri Can Öztürk, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin bu akşam kampüs içinde yaptığı eylemi takip ederken polis tarafından önce boğazı sıkıldı, ardından basın kartı parçalandı. Can Öztürk'ü öğrencilerle birlikte ablukaya alan polis, ardından ters kelepçe yaparak gözaltına aldı.  Çocukların evlendirilmesini meşru gören söylemleriyle gündeme gelen Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız, Boğaziçi Üniversitesi İslam Araştırmaları Kulübü'nün davetlisi olarak okulda konferans vereceğini duyurdu. Duyurunun üzerine üniversite öğrencileri Yıldız’ın katılacağı etkinliği Kuzey Kampüs’te protesto edeceklerini açıkladı.Eylem yapan öğrenciler bu akşam kampüste yürüşe geçti. Yürüyüşün önü özel güvenlik ve çevik kuvvet tarafından kesildi, öğrenciler ablukaya alındı. Bu sırada haber takibi yapan T24 muhabiri Can Öztürk de ablukaya alındı. Öztürk, gazeteci olduğunu bildirmesine rağmen polisler tarafından önce basın kartı parçalandı, ardından boğazı sıkıldı. Ters kelepçelenerek gözaltına alınan Can Öztürk, Eyüp Devlet Hastanesi'nde sağlık kontrolünün ardından İstanbul Vatan Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü.  İstanbul Valiliği, 96 öğrencinin de gözaltına alındığını duyurdu.

                                                 ***

Diyanet'e yeni yetkiler geliyor! Düzenleme komisyondan geçti -Sözcü-

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dini yayınları inceleme, mealleri denetleme ve dini günleri tespit etme görevleri yeniden düzenleniyor. Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü bu düzenlemeyle öğrenci yurtları, eğitim kurumları, gençlik merkezleri ve kampları, ceza infaz kurumları, sağlık kuruluşları, sosyal hizmet kurumları ve benzeri yerlerde işbirliği esasına göre manevi danışmanlık ve din hizmeti sunacak.(https://www.sozcu.com.tr/diyanet-e-yeni-yetkiler-geliyor-duzenleme-komisyondan-gecti-p173614)

                                                            ***

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda kabul edilen teklifle, Hac ve Umre harcamalarını Diyanet ve Cumhurbaşkanlığı denetleyecek -T24-

Bazı Kanunlarda ve 660 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede (KHK) Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda kabul edildi. Teklifle, Hac ve Umre Hesabından yapılan bütün harcamaların denetimi Sayıştay kapsamından çıkarılarak, bu harcamaların Diyanet İşleri Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığınca görevlendirilecek denetim elemanlarınca denetlenmesi getirildi.(https://t24.com.tr/haber/tbmm-plan-ve-butce-komisyonu-nda-kabul-edilen-teklifle-hac-ve-umre-harcamalarini-diyanet-ve-cumhurbaskanligi-denetleyecek-,1238947)

                                                           ***

BİRGÜN "Köşebaşı +Gündem" -13 Mayıs 2025-

PKK'nin fesih kararı: İmamoğlu Meclis'i işaret etti, şeffaflık vurgusu yaptı

CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, PKK’nin fesih kararıyla ilgili açıklama yaptı. Meclis'i işaret eden İmamoğlu, "Süreci salimen tamamına erdirebilmek üzere, TBMM’de bir genel görüşme açılması, ardından da Mecliste temsil olunan bütün partilerin katıldığı bir komisyon oluşturularak konunun ele alınması gerekmektedir" ifadelerini kullandı. İmamoğlu, ""Böylesine büyük ve önemli bir süreç, iktidarın yapmaya çalıştığı gibi az sayıdaki siyasetçinin kapalı kapılar ardında yapacağı görüşmelerle, toplumun desteği ve onayı alınmadan, uzmanlar dahil edilmeden, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi asgari demokratik şartlar olmadan yürütülemez" dedi.

CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğluPKK’nin fesih  kararıyla ilgili açıklama yaptı. İmamoğlu'nun X sosyal medya hesabının kapatılmasının ardından mesajlarını yayımlaması ve adaylık kampanyasının yürütülmesi için açılan Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi hesabından yayımlanan mesajda şeffaflık vurgusu vardı. İmamoğlu, "Böylesine büyük ve önemli bir süreç, iktidarın yapmaya çalıştığı gibi az sayıdaki siyasetçinin kapalı kapılar ardında yapacağı görüşmelerle, toplumun desteği ve onayı alınmadan, uzmanlar dahil edilmeden, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi asgari demokratik şartlar olmadan yürütülemez. Yine, böylesine büyük ve önemli bir süreç; günü kurtarmayı ve seçim kazanmayı esas alan, kısa vadeli ve meselenin bölgesel boyutunu ihmal eden bir perspektifle başarıya ulaştırılamaz" dedi. Meclis'i işaret eden İmamoğlu, "Süreci salimen tamamına erdirebilmek üzere, TBMM’de bir genel görüşme açılması, ardından da Mecliste temsil olunan bütün partilerin katıldığı bir komisyon oluşturularak konunun ele alınması gerekmektedir" ifadelerini kullandı.

İmamoğlu'nun mesajı şöyle:

“Aziz Milletim,

Terör örgütü PKK’nın kendisini feshedip, silah bırakma kararı almış olduğunu öğrendim. Geride kalan kırk sene boyunca gençlerimizin, Türk ve Kürt on binlerce vatandaşımızın hayatına mal olan, kaynaklarımızı kurutan bir dönemin nihayet kapanıyor olmasına ülkem adına çok sevindim.

Artık konuşmanın, diyalogun, siyasetin, işe koyulmanın vaktidir. O kötü günlere bir daha geri dönmemek için hem içeride hem dışarıda yapmamız gerekenler vardır.

Fesih ve silah bırakma sürecinin sorunsuz tamamlanmasından, vatandaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit mensupları olmaktan kaynaklanan haklarının tanınmasını sağlamaya kadar uzanan geniş bir alanda yasal düzenlemeler yapmamız, sosyal ve psikolojik alanlarda adımlar atmamız, kapsamlı siyasi ve hukuki reformlar gerçekleştirmemiz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde büyük bir kalkınma hamlesine girişmemiz gerekmektedir.

Böylesine büyük ve önemli bir süreç, iktidarın yapmaya çalıştığı gibi az sayıdaki siyasetçinin kapalı kapılar ardında yapacağı görüşmelerle, toplumun desteği ve onayı alınmadan, uzmanlar dahil edilmeden, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi asgari demokratik şartlar olmadan yürütülemez. Yine, böylesine büyük ve önemli bir süreç; günü kurtarmayı ve seçim kazanmayı esas alan, kısa vadeli ve meselenin bölgesel boyutunu ihmal eden bir perspektifle başarıya ulaştırılamaz.

Aksine, bu büyük ve önemli sürecin gereğini bihakkın yerine getirebilmek için; şeffaflığa, Meclis zemininin güçlendirilmesine, kapsayıcılığa, özgürlük ve demokrasi iklimine, uzun vadeli ve bölgesel bir perspektife ihtiyacımız vardır.

Kırk senedir kahrını çektiğimiz meselenin nüksetmemesi için, başta şehit ve gazi ailelerimiz olmak üzere acıların yaşandığı tüm ailelerin hassasiyetle dinlenmesi, sürece dair aydınlatılmaları ve helalliklerinin alınması büyük bir önem arz etmektedir. Ulusal güvenliği ilgilendiren hassas kısımları hariç olmak üzere, sürecin bütün boyutlarının kamuoyunca bilinir ve şeffaf olması, milletin sürece ortak edilmesi, farklı kanaatlere, sivil toplumun ve ilgili uzmanların önerilerine kulak verilmesi, herkesin sözünü söylemesine izin verecek bir siyasi atmosferin ve hukuk düzeninin oluşması elzemdir.

Bu çerçevede, süreci salimen tamamına erdirebilmek üzere, TBMM’de bir genel görüşme açılması, ardından da Mecliste temsil olunan bütün partilerin katıldığı bir komisyon oluşturularak konunun ele alınması gerekmektedir.

Sevgili Vatandaşlarım,

Ülkemize ve milletimize büyük sıkıntılar yaşatan bir dönemin sona eriyor olmasına ne kadar sevinsek az. Öte yandan, şunun da idrakinde olmamız lazım: Kırk senedir büyük acılara yol açan bu meselenin bir geçmişi ve bir kısmı devletimizin yanlış uygulamalarından kaynaklanan köklü sebepleri var.

Kürt vatandaşlarımızın kendilerini Cumhuriyetimizin eşit vatandaşları olarak hissetmelerini sağlayamamış, sınırlarımızın haricindeki Kürtlere güvenlik perspektifiyle bakmış olmamız bu sebeplerin başta gelenleri.

Ülkemizin bu en köklü meselesini bir daha nüksetmeyecek biçimde çözebilmemiz için Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün fertlerini eşit hak sahibi vatandaşlar, Cumhuriyetimizin eşit hissedarları, vatandaşımız olmayan Kürtleri de kardeşlerimiz kılmamız gerekiyor. Kürt vatandaşlarımızı herkesle eşit hissettirebilir, vatandaşımız olmayan Kürtleri kardeşlerimiz kılabilirsek, sorunumuzu çözmekle kalmaz, ülkemizi gerçek manasıyla bölgenin büyük gücü, Ortadoğu’nun kutup yıldızı haline getirebiliriz.

Cumhuriyet’in eşit yurttaşları ve vatanımızın eşit hissedarları olarak kendimizi güvende ve hak sahibi hissetmemiz, sadece adaletin gereği değil, Cumhuriyetimizin sürdürülebilirliği ve demokrasimizin derinleşmesi açısından da tarihsel bir zorunluluktur. Bu prensipler bizi birlikte millet yapan; ortak vatan, ortak kader, ortak gelecek idealinde birleştiren en güçlü temel olacaktır.

Türkiye’min güzel insanları,

Ülkemizin hiçbir sorunu çözümsüz değildir. Sağduyu, feraset, müzakere, akıl, bilim ve en önemlisi cumhuriyet, demokrasi ve vatan sevgisiyle her meseleye çözüm bulabiliriz.

Yeter ki milletimizi ayrıştırmayalım.

Yeter ki siyasi rakiplerimizi düşmanlaştırmayalım.

Yeter ki hukukun üstünlüğünden ve adaletten sapmayalım.

Yeter ki tüm gücü bir avuç ayrıcalıklı kişinin elinden alıp millete geri verelim.

Ve yeter ki ortak geleceğimiz olan Cumhuriyetimizin kazanımlarına ve millet egemenliğine sahip çıkalım.

Ay yıldızlı bayrağımız hepimizi altında toplayacak kadar yüce; cennet vatanımız ise tüm yurttaşlarımıza yetecek kadar büyük ve kucaklayıcıdır.

Kürt meselesi de dahil ülkemizin bütün köklü meselelerini ferasetle, müzakereyle, bilimle, akılla çözmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Allah’ın izniyle ilk seçimde iktidara gelecek ve bütün köklü meselelerimizi tek tek ele alacağız.

Doğusu, Batısı, Kuzeyi, Güneyiyle bütün vatandaşlara refahı, huzuru, adaleti getireceğiz. Her kimlik ve inançtan insanımızın makbul, muteber ve eşit hissettiği bir ülke olacağız.

Milletimizi içine düşürüldüğü yoksulluk girdabından çıkaracak; çalışan, üreten, kazanan ve adil bir biçimde paylaşan bir sistemi el birliğiyle inşa edeceğiz.

Türk Kürt kardeşçe, barış ve refah içinde yaşayacağımız günler uzak değil.”

                                                                  ***

Özgür Özel'den 'Lozan' ve 'anayasa' mesajı: Sorumluluğu taşıyacaklar, o açıklamanın hesabını onlar verecek

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, PKK bildirgesindeki Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasına yönelik eleştirilere ilişkin, "O açıklamanın altında benim imzam, benim sorumluluğum yok. O açıklamanın altında Abdullah Öcalan'ın parafı varsa Erdoğan ile Bahçeli'nin tuğra gibi imzaları var. Sorumluluğu taşıyacaklar, o açıklamanın hesabını onlar verecek" dedi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel,  301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği Soma Katliamı'nın 11. yılında "Maden Şehitleri Anma Yürüyüşü"ne katıldı.

Özgür Özel, yürüyüş öncesi basın mensuplarının gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

Özel, açıklamasında, "11 yıl önce 'Unutursak yüreğimiz kurusun' diyenlerin Soma'yı unuttuğu bir süreçteyiz. Unutmayanlara selam olsun. Soma'da dağın tepesinden reyting kovayalıp da bu meselelerde reyting almayınca Soma'ya sırtını dönenleri çok gördük, dönmeyenlere selam olsun" ifadelerini kullandı.

PKK'nin fesih kararına ilişkin değerlendirmeleri sorulan Özel, "Biz 10 yıllardır tarihsel tutarlılığını koruyan bir partiyiz. Biz terör istemeyiz, biz terörün, teröristin karşısındayız. Biz barış isteriz, biz analar ağlamasın isteriz. Bu Türk de olsa, Kürt de olsa ağlamasın isteriz. Terörle mücadelede harcanan paralar millete harcansın isteriz" ifadelerini kullandı.

"Biz durduğumuz doğru yerdeyiz" diyen Özel, şunları söyledi: "Ne askerden kaçtık, ne bu millet için bir fedakarlıktan kaçtık. Gerekirse canımızı verdik, gün oldu provokasyon yaptılar şehit cenazelerinde belediye işçilerini üstümüze saldılar. Bir santim eğilmedik, bir adım geri atmadık, bir kelime de eksik konuşmadık. O gün ne dediysek bugün aynı noktadayız. Hepsi döndüler dolaştılar, CHP'nin demokratik çözüm, terörsüz Türkiye ve herkes için eşitlik ve demokrasi istediği noktaya geliyorlar."

LOZAN VE ANAYASA AÇIKLAMASI

PKK bildirgesindeki Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasına yönelik eleştirilere değinen Özel, "Cumhuriyet'i kurmuş bir parti olarak terör örgütünün açıklamalarının muhatabı değilim. Ama bu açıklamalar MİT'le istişare ediliyor, her kelimesi konuşuluyor. Onun için bekleniyor denen açıklamalarda Cumhuriyet'in kurucu iradesiyle ilgili, Lozan'la ilgili, Anayasa ile ilgili ve geçmişle ilgili çok söz var. O sözlerin hiçbirinin muhatabı ben değilim" dedi.

Özel, şunları söyledi: "O açıklamanın altında benim imzam, benim sorumluluğum yok. O açıklamanın altında Abdullah Öcalan'ın parafı varsa Erdoğan ile Bahçeli'nin tuğra gibi imzaları var. Sorumluluğu taşıyacaklar, o açıklamanın hesabını onlar verecek. Biz terörün bitmesini, anaların ağlamamasını, yüzlerin gülmesini, ülkenin hızla kalkınmasını savunan tarafız."

                                                           ***

Barış iyidir ama hafıza da iyidir -Osman Öztürk-


TTB “Savaş bir halk sağlığı sorunudur!”  başlıklı açıklamayı 24 Ocak 2018’de yapmıştı. Toplam 82 kelimelik kısa bir açıklamaydı.

Altı gün sonra TTB Merkez Konseyi’nin on bir üyesi bir sabah operasyonu ile evinden, hastanesinden gözaltına alındı, TTB binası basılıp bilgisayarlara, evraklara el konuldu.

Gerekçe TSK’nın o günlerde Afrin’e yönelik yaptığı “Zeytin Dalı Operasyonu”ydu. Savcıya göre TTB Merkez Konseyi açıklamayı PKK’nın talimatıyla yapmıştı.

Bir haftalık gözaltılardan sonra açılan dava 2019 yılı Mayıs ayında sonuçlandı ve toplam 82 kelimelik açıklamaya toplam 239 ay 22 gün hapis cezası verildi.

∗∗∗

“Hiçbir mahkeme kararı savaşın ölümlere, yaralanmalara, hastalıklara ve sakat kalmalara yol açtığı gerçeğini değiştiremez.

Hiçbir mahkeme kararı savaşın ölüm ve ağır sakatlıkların yanı sıra, güvenli suya, yiyeceğe ve sağlık hizmetlerine ulaşma zorluğuna yol açarak salgın hastalıklara neden olduğu gerçeğini değiştiremez.

Hiçbir mahkeme kararı Birinci Dünya Savaşında yarısına yakınını sivillerin oluşturduğu 16 milyon insanın, İkinci Dünya Savaşında dörtte üçünü sivillerin oluşturduğu 65 milyon insanın öldüğü gerçeğini değiştiremez.

Hiçbir mahkeme kararı yanı başımızdaki Irak’ın işgalinde büyük çoğunluğunu sivillerin oluşturduğu 1 milyon, Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalede keza büyük çoğunluğunu sivillerin oluşturduğu 500 bin insanın öldüğü gerçeğini değiştiremez.

Hiçbir mahkeme kararı savaşın başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere insan topluluklarının büyük yıkımına neden olduğu gerçeğini değiştiremez.

Hiçbir mahkeme kararı savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğu gerçeğini değiştiremez.

Ve hiçbir mahkeme kararı ‘Savaş bir halk sağlığı sorunudur!’ dedikleri için cezalandırılmaya teşebbüs edilen arkadaşlarımızın suçsuzluğu, meşruluğu, haklılığı gerçeğini değiştiremez!

Hiçbir mahkeme kararı hekimleri ve hekim örgütlerini savaşa karşı barışı savunmaktan vaz geçiremez.”

İstanbul Tabip Odası bu açıklamayı TTB Merkez Konseyi üyelerinin ceza alması üzerine yapmıştı.

Açıklama “Bu dava burada bitmez!” diye bitiyordu.

Nitekim öyle oldu. İstinaf Mahkemesi, Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararı 2022 yılında bozdu ve bütün sanıkları beraat ettirdi.

∗∗∗

TTB’nin savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğu açıklaması AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı kızdırmıştı. TTB’n isminin başındaki “Türk” ifadesinin süratle çıkarılması gerektiğini söylemişti.

TTB’ye asıl saldıran ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ydi.

“Tabipler Birliği isimli PYD/PKK paravan örgütü, savaş bir halk sağlığı sorunudur derken vatana ihanet suçu işlemiştir.

PYD/PKK’lıların derdine düşen alçaklar, suçsuz günahsız insanlarımıza ateş açan rezillere en ufak tepki, en küçük itiraz göstermemişlerdir.

Halka ölüm saçılıyor, sorun olmuyor; teröristler cezalandırılıyor, halk sağlığı sorununa işaret ediliyor.

Bu ne kepazelik, nasıl bir satılmışlıktır?

Tabipler Birliği Türk düşmanıdır, hekimlerin utancı, hekimliğin yüz karasıdır.

Ve de derhal, çok acil, çok seri şekilde hakkında hukuki ve yasal düzenleme yapılmalı ya da kapısına kilit asılmalıdır.”

∗∗∗

Türkiye bugünlerde “barış”ı konuşuyor. “Barış” kelimesini tırnak içinde yazdım, çünkü “süreç” gerçekten bir garip yürüyor. “Süreç” kelimesini de tırnak içinde yazdım, çünkü taraflar ondan da kaçınıyorlar.

Hayır, neticede ne derlerse desinler de bize bir şey desinler, ona da razıyım ama o da yok. Güya aylardır görüşüyorlar, konuşuyorlar, anlaştı, anlaşıyorlar ama daha yaptıkları işin ismini bile birlikte koyamıyorlar. Bir taraf “Terörsüz Türkiye” diyor, diğer taraf “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”.

Galiba dünyanın ilk “No-name Barış Süreci”ni izliyoruz.

Bunları yazmaktaki amacım pişmiş aşa, ne kadar pişti bilemiyorum, su katmak değil.

Neticede adı konulmasa da barış iyidir. Gençlerin dağ başlarında, mağara kovuklarında ölmemesi, annelerin ağlamaması, yoksul evlere ateş düşmemesi iyidir.

Ama “Savaş bir halk sağlığı sorunudur!” dediği için TTB’ye “vatan haini, alçak, kepaze, satılmış” diyenleri, yıllarca sokaklarda Kürtleri, Kürtlerin dostları olduğu için solcuları, sosyalistleri linç edenleri, evlerini yakıp yıkanları, meydanlarda urgan atanları da unutmamak, hele de “Barış elçisi” mertebesine hiç yükseltmemek gerekir.

Barış iyidir ama hafıza da iyidir.

                                                           /././

T-24 "Köşebaşı +Gündem" -13 Mayıs 2025-

70 bin ölünün ardından -Mehmet Y. Yılmaz-

Tek bildiği iş silahlı eylem olan, bağımsız bir Kürt devleti için gencecik insanlarını göz göre göre ölüme gönderen bir örgütün bir günde “Biz yanlış yaptık, kusura bakmayın” diyeceğini kimse zaten beklemiyordu sanırım.

PKK’nın kendisini feshedip silahlarını teslim edeceğini açıklaması kuşkusuz ki tarihi önemde siyasi bir gelişmedir.

Bunun değerini bilmek için son 40 yılı bu ülkede yaşamış olmak yeterli aslında.

PKK’nın ilk silahlı eylemleri 15 Ağustos 1984 tarihinde Şemdinli ve Eruh’ta gerçekleştirildi ve o günden bugüne yaklaşık 70 bin insanımızı kaybettik.

Türkiye istatistik seven bir ülke olmadığı için böyle önemli bir rakamı bile “yaklaşık” olarak verebiliyorum.

Bu sayının yaklaşık 9 bini asker ve polis, yaklaşık 6 bini sivil terör kurbanı.

Bunların her biri insan. Rakamlar, onları kuru bir istatistiğe dönüştürüyor ama onları hâlâ özleyen ana babaları, eşleri, çocukları var.

Kaç kişinin yaralandığını, sakat kaldığını, gelecek için hayallerini kaybettiğini ise bilemiyorum. Onlar kuru bir istatistik bile olamamışlar.

Bu olaya hükümetin oy kazanmak için icat ettiği bir oyun olarak bakmadan önce bu insanları hatırlamaya çalışın.

Bu Türkiye’nin başında büyük bir belaydı ve def etmeye artık çok yakınız.

Bunun değerini bilelim.

Bu işi gerçekleştirenler elbette bunu oya çevirmek isteyeceklerdir, bu normal bir durum. Siyaset, sorunları çözmek için yapılır, bu sorunu çözebilen de bunun siyasi nemasından yararlanır.

Muhalefet partilerinin de bir iki tanesi hariç zaten bu gelişmeyi tereddütle değil, memnuniyetle karşıladığını görüyorum.

CHP, Gelecek Partisi, DEVA gibi partilerin liderleri silah bırakma kararından duydukları memnuniyeti açıkladılar.

Bundan memnun olmayan ve bu işin ardında başka oyunlar arayan partiler de var.

O partilerin temsil ettiği insanlardan çok daha kalabalık bir kitlenin de böyle düşündüğünü görebiliyorum.

Araştırmalar bu memnun olmayan kitle içinde CHP seçmeninin ağırlıklı olduğunu gösteriyor.

Bunun nedenini tahmin edebiliriz: Bu işi iktidar partilerinin bir oyunu olarak görüyorlar.

Silah bırakma ile belli bir aşamaya gelen bu süreçte, bugünden açıklanmayan gizli hesaplar ve planlar varsa, onları ortaya çıkarmak muhalefetin görevidir elbette.

Muhalefet partilerinin demokrasilerdeki görevi budur: İktidar partisinin yanlışlarını bulmak, halka göstermek, düzeltilmesini talep etmek.

Düzeltilmediği takdirde iktidara geldiklerinde bu sorunu nasıl çözeceklerini de açıklamalılar ama.

Sadece karşı olduğunu bağırmak, bir politika yapma biçimi olamaz. Siyaset böyle yapılırsa kayıkçı kavgasına dönüşür, sorunlar da çözülmeden ortada kalır.

Muhalefet, yapılanları eleştirirken kendi bildiği doğru yolu da göstermelidir ki millet sonraki seçimini doğru yapabilsin.

PKK’nın açıklamasında küflenmiş ideolojik saplantıların izleri de var elbette.

Bunları normal karşılamak gerek.

Tek bildiği iş silahlı eylem olan, bağımsız bir Kürt devleti için gencecik insanlarını göz göre göre ölüme gönderen bir örgütün bir günde “Biz yanlış yaptık, kusura bakmayın” diyeceğini kimse zaten beklemiyordu sanırım.

PKK’nın dolambaçlı ifadelerle dolu uzun bildirisini yorumlayarak nefes tüketmenin anlamı yok.

Benim için Abdullah Öcalan’ın bu yolun en başında yaptığı açıklamadaki bir ifade yeterli.

Bu açıklama, Türkiye’nin artık iliklerine işlemiş bile sayabileceğimiz “bölünme korkusunu” yatıştırıyor olmalı.

Öcalan o açıklamasında “ayrı ulus devlet” hayaliyle çıktıkları yolda uğradıkları “federasyon” ve “idari özerklik” duraklarının “aşırı milliyetçi savruluş” olduğunu vurguladı.

PKK’nın bu nedenle “anlam yoksunluğuna düştüğünü” de söyledi.

Bu tarihten sonra o örgütün içinde kalarak ayrılıkçı tezleri savunabilmek mümkün değil.

Bu elbette ayrılıkçı fikirlerin tamamen yok olacağı anlamına da gelmez.

Kürt milliyetçiliği yaşadığı sürece bu talep gizli ya da açık varlığını sürdürecek.

Milliyetçilik ile mücadele zannedildiği kadar kolay değildir. Bunu da sanırım en iyi bilecek milletlerden biri de biziz.

Önemli olan bu taleplerin peşine düşecek olanların elinde silah olmaması.

Bu süreç sadece bunu sağlasa, bu bile tarihi önemde bir başarıdır.

Bu işin sonunda demokrasi çıkmaz

Türkiye’de hukuk ve demokrasinin askıya alınma nedeni esasen PKK terörü değil, yolsuzluk düzeniydi. O düzen sürdürülmeye çalışıldığı sürece Türkiye’ye demokrasi filan gelmez.

PKK’nın açıklamasının ardından Adalet Bakanı Yılmaz Tunç “Türkiye, hukuk Devleti ilkesine bağlılıkla yüksek standartlı demokrasi yolunda emin adımlarla yürüyüşünü sürdürecek” dedi.

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum da mesajında şunu yazdı:

“Yeni dönem Türkiye’yi her bakımdan güçlendirecektir. Demokrasi ve hukuk alanında kapsamlı reformların yapılacağı, ulusal ve yurtsever demokrasi hukukunun somutlandığı yeni bir aşamaya geçileceği herkesin kabulündedir.”

Bunlar nasıl olacak, doğrusunu isterlerse ben pek ümitli değilim.

Yani Uçum Bey’in sözünü ettiği “herkes” içinde ben yokum.

Bu sözlerden anlıyorum ki PKK yüzünden Türkiye’de demokrasi ve hukuk konularında sıkıntılar yaşıyormuşuz.

Şimdi PKK kendini feshettiğine göre hukuk ve demokrasiye mi kavuşacağız?

Bu fikirlere katılmıyorum çünkü Türkiye’de hukuk ve demokrasinin askıya alınma nedeni esasen PKK terörü değil, yolsuzluk düzeniydi.

O düzen sürdürülmeye çalışıldığı sürece Türkiye’ye demokrasi filan gelmez.

Demokrasi, şeffaflık ve hesap verebilirlik rejimidir.

Onun için milleti boş yer heveslendirmeyin.

“Demokrasi geldi, istediğimi söylerim” diye yanılanların Adliyeleri ve hapishaneleri doldurmasını mı istiyorsunuz? -------

                                                      /././

PKK ve Mehmet Uçum’un ‘Tam Bağımsız Türkiye’ vurgusundaki fark!-Candan Yıldız-

PKK, Öcalan’ın 'Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nda vurguladığı ‘tekrar’ vurgusunu kabul etmiş görünüyor.

Bir dönem kapanıyor…

Silahlı siyasete göre inşa edilen siyaset kurumları, siyasal statükolar için ise yeni bir dönem başlıyor.

1978 yılında, Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nin Fis Köyü’nde temelleri atılan PKK kendisini feshettiğini açıkladı.

Beklenen oldu aslında.

47 yıllık silahlı bir örgütün silahları bırakması ve “PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdığını” açıklaması ne anlama geliyor? Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta Taksim’de İmralı heyetinin açıkladığı 'Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı' ile PKK açıklaması arasındaki paralellik var mı, kimi nüanslardan söz edebilir miyiz?  

Öcalan 27 Şubat’taki çağrısında şu tespiti yapmıştı:

“1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır.”

PKK açıklamasında da “tekrar” vurgusu yapıldı: “Savaşın karşılıklı olarak tırmandırılmasının yarattığı tekrar aşılamadı.” 

Öcalan, 'Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nda Kürt-Türk ilişkilerinin 1000 yıllık tarihi için “gönüllülük yönü ağır basan, ittifak” demişti. Bu ittifakın son 200 yılda parçalanmaya çalışıldığını söylemişti. PKK de “1000 yıllık tarihi Kürt-Türk ilişki diyalektiği ve 52 yıllık Önderlik mücadelesi Kürt sorununun ancak Ortak Vatan ve Eşit Yurttaşlık temelinde çözülmesinin kazandıracağını göstermiştir” dedi. Bu paralellikler de gösteriyor ki, PKK, Öcalan’ın çizdiği yeni ‘dönüşüme’ hazır.

Bu dönüşümün adı Cumhuriyet'in demokratikleştirilmesi… Tarihsel referans olarak Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’na vurgu var. Türkiye’nin kurucu antlaşması Lozan vurgusuna dair Öcalan’ın yaklaşımı şöyle:

“Kürtlerle Türklerin 1920’lerde yaptığı ittifakı, bugün demokratik temelde yeniden gerçekleştirmeye ihtiyaç vardır. Şimdi yaşadığımız Sevr tehlikesi deniyor ya ben de diyorum ki, Sevr tehlikesine karşı Lozan’ı güncelleyelim. Lozan’ın güncellenmesinde hem Kürtler hem de Türkler kazanacaktır. Lozan’ın güncellenmesi demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, demokratik vatandır.”

PKK de “Ortak Vatan ve Eşit Yurttaşlık” vurgusu yaptı. 1924 Anayasası’nın ‘tekçi’ olduğu eleştirisi hep yapılıyordu Kürt siyasetinde. Süreç planlandığı gibi giderse,  Sırrı Süreyya Önder’in Öcalan’ın çağrısındaki notta belirttiği gibi “pratikte silahların bırakılması ve PKK'nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir" tespitine yönelik somut adımlar atılırsa sürecin bir yerinde yeni anayasa da gündeme gelecektir.

Açıklamanın en kritik kısmı da sürecin bundan sonra nasıl yürümesi gerektiğine ilişkin emareler taşıyor, buna niyet de diyebiliriz ya da olabileceklerin işareti de…

“Söz konusu kararların uygulanması Önder APO’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir.”  PKK, burada ‘komplikasyonlara’ karşı Öcalan-örgüt ilişkisinin sağlanması gerektiğini söylüyor.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin üzerinde titizlikle durduğu, sürecin zehirlenmemesi ya da provokasyonlara karşı korunması için “acilen toplanmalı” dediği PKK kongresi yapıldı ve örgüt kendi varlığına son verdi. Karşılıklı savaşan devlet ve örgütün ortaklaştığı yer “Kürt-Türk İttifakı” olsa da dil ve yaklaşım farkının olduğu da açık.

PKK, Deniz Gezmiş’in idam sehpasındaki “Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği ve Tam Bağımsız Türkiye”  sözlerine sahip çıkarken, süreçte en çok yazan, sürece yön tayin etmeye çalışan isimlerden Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un “Yaşasın Tam Bağımsız ve Milli Birliği Tescilenmiş Büyük Türkiye” yaklaşımı arasında hem ortak yan hem de fark var. Öyle görünüyor ki söz konusu fark, bundan sonraki sürecin temel ayrışması olacak ve demokratik mücadelenin de içeriğini oluşturacak.

Tabii bundan sonra silahların nasıl nerede bırakılacağı, PKK yöneticilerinin siyasete nasıl devam edeceği vs meseleleri var. 47 yıllık bir örgütün buharlaşmayacağı ortada.

Anlaşılıyor ki PKK-Türkiye savaşı tarihe gömülüyor. Ama Orta Doğu’daki duruma göre örgütün kendini yeniden şekillendireceği bir durum söz konusu olabilir. 
 

                                                           /././

Sosyal medya "devlet onaylı ifade filtresi” haline mi geldi?-Füsun Sarp Nebil-

Sosyal medya şirketleri “ifade özgürlüğü aracı" olmak ile "devlet destekli sansür aktörü" olmak arasında gidip geliyor. Paranın, regülasyon korkusunun ve erişim pazarının olduğu yerde kâr, çoğu zaman halktan önce geliyor. Bu nedenle bizi aptal yerine koyan X.com'a, “tek günlük boykot”lar yoluyla bir ders vermeyi düşünmemiz gerekli.

Krizler sıklıkla bir fırsat olarak değerlendirilir, özellikle de muhalifleri susturmak isteyenler tarafından. Nitekim Pakistan- Hindistan arasında yeniden alevlenen Keşmir sorunu ardından, Hint hükümet koordineli bir “bilgi kontrol” kampanyası başlattı.

Arkasından da, polis halk şarkıcısı Neha Singh Rathore ve üniversite profesörü Madri Kakoti'ye karşı, hükümetin yanıtını eleştiren paylaşımları nedeniyle "Hindistan'ın egemenliğini, birliğini ve bütünlüğünü tehlikeye atmakla" suçlayarak dava açtı. Ünlü Keşmirli gazeteci Hilal Mir, yakın kaynaklarının uydurma bir suçlama olarak tanımladığı bir suçlamayla yakın zamanda tutuklandı. Yetkililer, Mir'in "genç zihinler arasında duyguları kışkırtmayı ve Keşmirlileri sistematik imhanın kurbanları olarak göstererek ayrılıkçı duyguları kışkırtmayı amaçlayan içerikler yayınlama ve paylaşma konusunda aktif olarak yer aldığını" iddia ediyor.

X'teki 8 bin hesap ve düzinelerce Pakistan YouTube kanalı da dahil olmak üzere, büyük Pakistan ve Keşmir haber kuruluşlarının sosyal medya hesapları engellendi. Ülkedeki, muhalif sesler kapsamlı yasal suçlamalarla hedef alınıyor.

Devlet onaylı ifade filtresi

Hindistan'daki hesap engellemeleri ve gelişmeler, Türkiye'de yaşayan bizleri şaşırtmıyor. AKP hükümetinin sık sık başvurduğu yöntemler ve “milli güvenlik” vs. söylemler. Ama şaşırtan şu;  X.com'u devir alırken "ifade özgürlüğünü" koruyacağı konusuna özellikle vurgulama yapan Elon Musk'ın X'i, tam tersine ifade özgürlüğünü engellemekle meşgul. Ülkemizde Cumhurbaşkanı adayı olan bir siyasetçinin (Ekrem İmamoğlu'nun) hesabının, X tarafından BTK'dan gelen talep üzerine anında uygulanıyor olması, bize bunu gösteriyor.

Burada dikkati çeken önemli bir konu şu; hem mahkeme hem X.com, İmamoğlu'nun sadece kararda bahsedilen 24 Nisan tarihli mesajına engelleme isteyebilirdi ama nedense İmamoğlu’nun hesabının tamamını kapatmayı uygun görmüşler.

X.com engellemeden sonra, yaptığı açıklamada kararı uygulamazlar ise Türkiye’den engelleneceklerini ve bunun sanki sadece halkın zararına olacağı yani ifade özgürlüğünün engellenmesine neden olacağı konusuna vurgu yapıyor. Ama bu arada kendi tarafında gelirlerinin azalacağından hiç bahsetmiyor.

Arkasından da "itiraz edeceğiz" vs. diyor, Türkiye'deki hukuk temsilcisi olan kendisini "bağımsız avukat" olarak tanımlamaya (ve nedense uzun zamandır yardım vs. gibi çok sempatik yaklaşımlar için) özen gösteren Gönenç Gürkaynak da önce “valla ben yapmadım” tadında, mahkemelerin doğrudan X ile görüştüğü şeklinde bir savunmadan sonra, hemen itiraz edeceğinden bahsediyor ama hem X.com'un, hem de Gürkaynak'ın ifadeleri bizi ikna etmiyor. Niye etmiyor? Çünkü bizim payımıza “itirazın sonucunu beklemek" düşerken, X.com zaten işlemi yapmış ve ifade özgürlüğünün ve tarafsızlığın canına okumuş durumda.

Başka deyişle, X.com'dan "muhalif" ya da "aktivist" içerikler kaldırılıyor ama resmi propaganda içerikleri kalıyor. Bu durum X.com ve benzer davranan diğer tüm sosyal medya şirketlerini tarafsız platformlar olmak yerine devlet onaylı ifade filtreleri” haline getiriyor.

Bir başka konu  Yaman Akdeniz'in de yazdığı gibi, mesela 2 Nisan engelleme kararına bakıldığında bile bazı hesapların kısıtlanmadığı görülüyor. O zaman İmamoğlu gibi, halkın büyükçe bir kısmının takdir ettiği ve de aslında bir Cumhurbaşkanı adayı olan politikacının sesi neden hemen kesiliyor?

Öyle ki, İmamoğlu'nun açtığı @İmamoğlu_int hesabı da hızla kapatılıyor. Gerçi hesap İngilizce olduğu için olsa gerek, dünyaya kapalı ama Türkiye'ye açık. Nasılsa AKP tabanı İngilizce bilmiyor. Ama önemli değil, binlerce kişi şu anda İmamoğlu'nun tweetlerini yaymaya devam ediyor. Bir cins Streisand etkisi; hatırlayacaksınız, sanatçı Barbara Streisand bir fotoğrafçının evinin resmini yayınlamasına kızıp dava açtığında, tüm dünya evinin resmini paylaşmıştı. Wikipedia'ya göre, Streisand etkisi, bilgiyi gizleme, kaldırma veya sansürleme girişimlerinin beklenmeyen bir sonucudur; bu çabalar, bilginin toplum tarafından daha fazla bilinmesine yol açar. Aşağıda bir örneği var.

Hatta paylaşımlar sosyal medyayı aştı ve fiziksel ortamlarda da paylaşımlar başladı.

Zaten İmamoğlu da pes etmiyor. Bu sefer açılan hesabın adı Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi.

Anlayacağınız, halk ve İmamoğlu cenahı da boş durmuyor ve strateji geliştiriliyor. Ama şurası da gerçek, X.com'a bir ders vermek lazım. Şu tek günlük boykotları belki bir kereden de fazla uygulamak, bu yolla reklamının yani gelirinin azaldığını görmesini ve kullanıcıları bu kadar aptal yerine koymamayı öğrenmesini sağlamak lazım. 

Sosyal medya kullanıcısının yanında değil çünkü karlılığı önceliklendiriyor

"Sosyal medya halkın yanında mı, yoksa devletlerin baskısı altında, halka karşında mı yer alıyor?" sorusu, özellikle Keşmir, Filistin, Türkiye, Myanmar, İran gibi politik açıdan hassas bölgelerdeki içerik- mesaj engellemeleri ile sıklıkla karşımıza çıkıyor.

YouTube, Meta, X gibi şirketler devletlerin sansür taleplerini hukuki zorunluluk” olarak sunuyor, ancak aslında kârlılığını ve operasyonel sürekliliği önceliklendiriyor. Bunu yaparken de asıl sermayesi olan kullanıcıları yani "halkı umursamıyor". Çünkü bu şirketlerin kullanıcı sayıları günümüzde inanılmaz boyutlarda, 3000-5000 kişiyi kaybetmek umurlarında değil ve kullanım alışkanlıkları da düşünülürse, "kullanıcıları nasılsa kaybetmeyiz" diye düşünüyorlar. Bunda da haklılar sanırım,

Aslında düşünürseniz, hükümetin erişimi engellemesi ile çok büyük sayıda kullanıcının gönüllü olarak bu ortamları terketmesi aynı değerde. İkisinde de gelir ve süreklilik kaybı söz konusu.

Birincide, tek elden yapılacak bir kapatma söz konusu, ikincide ise, büyük sayıda kullanıcıyı, alışkanlıklarından vazgeçirip, kullanmaktan vazgeçirmek, belki başka ortama (Bluesky, Mastodon gibi) geçirmek büyük çaplı bir motivasyon ve organizasyonu gerektiriyor. Yani hayli zor. Buna güvenip, kullanıcısını ikinci plana atıyor.

“Sosyal medya halk düşmanı mı?”

Evet, bazı açılardan öyle. Yani ifade özgürlüğünü pazarlık konusu yapabiliyorlar. Muhalif sesleri susturmak için araç haline gelebiliyorlar. Hükümetlerden gelen baskıyı şeffaf biçimde paylaşmıyorlar. Kimi zaman da siyasi denge için sistemli şekilde algoritmik manipülasyon yapıyorlar. (örn. "Shadowban", deboosting”, algorithmic downranking”)

Ama bazı ülkelerde (örneğin ABD, Almanya, İsveç), baskıya direndikleri veya hükümetle çatıştıkları örnekler de var. Aynı zamanda bu platformlar, çok sayıda yurttaş hareketine ve dijital muhalefete alan açtı.

Yani Sosyal medya şirketleri “ifade özgürlüğü aracı" olmak ile "devlet destekli sansür aktö" olmak arasında gidip geliyor. Paranın, regülasyon korkusunun ve erişim pazarının olduğu yerde kâr, çoğu zaman halktan önce geliyor.

Bu nedenle bizi aptal yerine koyan X.com'a, “tek günlük boykot”lar yoluyla bir ders vermeyi düşünmemiz gerekli.

                                                         /././

Öne Çıkan Yayın

Portekiz'de "Demokrasi Ödülü" verilen İmamoğlu: Bu ödül özgürlük talep eden gençlere, kadınlara ve sessiz milyonlara ait -T24-

Portekiz'in Braga kentinde yapılan Eurocities (Avrupa Kentler Birliği) 2025 Genel Kurulu’na katılan Muğla Belediye Başkanı   Ahmet Aras ...