halkTV "Köşebaşı" -4 Aralık 2025-

 İşte faturalar: Şirketi kurduğu gibi ESK ile anlaştı! ‘Genç boğalar’ hep ondan alınmış -Bahadır Özgür- 

Et ve Süt Kurumu (ESK) Genel Müdürü Mücahid Taylan, iktisadi devlet teşekküllerini düzenleyen KHK’ya göre yasak olmasına rağmen, aynı sektörde iki şirketin sahibi, “Ticaret yapmıyorum” dese bile, oturduğu koltuk kanunen tartışmalı yani.

Üstelik İYİ Parti Milletvekili Turhan Çömez, şirketin hala faaliyette olduğunu finansal raporlarıyla kanıtladı. ESK Müdürü Taylan bu konuya da bir açıklık getirmedi.

Tarım Bakanı İbrahim Yumaklı ise Meclis’te muhalefet milletvekillerinin sert eleştirilerine verdiği yanıtta, Taylan’ın şirketi ile ESK arasında ‘tek kuruş’ ticari ilişki olmadığını iddia etti.

Ne var ki, Bakan Yumaklı doğruyu söylemedi. Çünkü halktv.com.tr, Taylan’ın Macaristan’da kurduğu şirketin faturalarına ulaştı. Meğer matematik okumuş müdürün ticari kariyeri, ESK sayesinde parlamış!

Nitekim Taylan daha şirketleri kurar kurmaz ESK ile sözleşme imzaladı. ESK’nın 2017 ve 2018’de ithal ettiği ‘genç boğaların’ büyük kısmının sadece Taylan’ın şirketinden aldığı görülüyor.

Taylan, Green Farm And Trade k.f.t. adlı şirketini Macaristan’da, 2017 yılında kurdu. Yine Çekya’da da 2017’nin Ekim ayında, Green Farm And Trade s.r.o. şirketini kurdu. ESK ile hemen ithalat sözleşmeleri imzalamaya başladı.

Aralık 2017’de önce kilosu 55 baş ‘genç boğa’ ithal etti. 55 bin Euro ödendi. Ardından aynı ay 56 baş daha alındı. Ödenen para 62 bin 674 Euro. ‘Genç boğa’ ithalatı 2018’de de sürdü.

whatsapp-image-2025-12-03-at-12-51-13.jpeg
Taylan’ın şirketi ile ESK arasında 2017-18’de yapılan bazı anlaşmalar.

İlk partide 55 baş boğaya ESK 56 bin 611 Euro ödedi. Peşinden ikinci partide 59 başa 62 bin 184 Euro ödeme yapıldı. 64 bin 260 Euro’luk bir başka anlaşmanın kapsamı da 61 baş ‘genç boğa’ ithalatı.

Taylan’ın şirketinin son yıllarda doğrudan bir satış yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Kendisi 2023’ten beri hiçbir ithalat yapılmadığını savunuyor. Ancak Macaristan’da bir evin odasında kurulu şirketin nasıl bir ticaret yaptığı hala muamma.

/././

 Af lobisi ve narko-devlet -Serra Karaçam- 

Trump, Maduro’yu “narko çeteleri” yönetmekle suçlarken, ABD’de dev uyuşturucu davasından hüküm giymiş eski Honduras liderini affetti.

Eski Honduras Devlet Başkanı Juan Orlando Hernández, Başkan Donald Trump’ın affı sonrası saatler içinde West Virginia cezaevinden tahliye edildi…

Böylece ABD’nin “yarımkürenin en büyük yolsuzluk davalarından biri” diye tanımladığı 45 yıllık uyuşturucu kaçakçılığı mahkûmiyeti silindi.

Hernandez lobi firması BGR ile temastaydı ve Trump’a affı için mektuplar yazılmıştı…

Geçtiğimiz hafta bu af lobisi sayesinde huzurevi yolsuzluğundan, devleti ve sosyal sigortayı vergiler üzerinden dolandırmaktan hüküm giymiş bir yöneticinin affı da tepki çekmişti.

Hernandez'e af kararı, Trump’ın aynı anda Venezuela lideri Nicolás Maduro’yu “kartel düzeyinde narko çeteleri yönetmekle” suçladığı bir döneme denk geldi.

Trump, Maduro’ya sert çıkarken, “Amerikalıları zehirliyorlar” diye gemileri vurmayı sürdürürken, kokain sevkiyatlarını koruduğu kanıtlanan bir lideri serbest bırakması açık bir çelişki.

Trump, davayı “Biden yönetiminin bir kumpası” olarak nitelendirdi.

Hernández’in “kurban edildiğini” öne sürdü ve “bir ülkede uyuşturucu trafiği var diye başkan ömür boyu hapse atılamaz” dedi.

Karar, Honduras’taki seçimler ve Trump’ın Hernández’e yakın bir adayı desteklemesi nedeniyle daha da dikkat çekiyor.

Trump bir adayı “komünist” diğerini de “borderline komünist” olarak nitelerken, Asfura’ya destek iletti.

Bölgede Trumpçı bir yapı destekleniyor.

Deport edilenleri kabul edecek yönetimler isteniyor.

Zaten Venezuela Ulaştırma Bakanlığı da ABD’nin talebi doğrultusunda geri dönüş uçuşlarının yeniden başlatılacağını duyurdu.

ABD yönetimi, bölgede Çin’in etkisini de uzak tutmak istiyor.

***

Gelelim Hernandez’e.

Hernández’in 2014–2022 dönemindeki yönetimi, ABD savcıları tarafından bir “narko-devlet” olarak tanımlandı.

Trump'ın ilk döneminde arası ilişkiler başta iyiydi.

Trump Biden yönetimini suçlasa da dava aslında Biden dönemi öncesi 2019’da inşa edilmeye başlandı.

Bu ağın merkezinde, 185 ton kokain kaçırmaktan ömür boyu hapis alan kardeşi Tony Hernández bulunuyordu.

Savcılara göre Hernández, kardeşini ve diğer kaçakçıları korudu, rüşvet aldı ve devlet kurumlarını sevkiyatları güvenceye almak için kullandı.

***

Hernández’in kardeşi Tony HernándezMart 2019’da ABD’de büyük çaplı kokain kaçakçılığı ve ilgili suçlardan mahkûm edildi.

Bu dava, Juan Orlando Hernández’e yönelik soruşturmaların temelini oluşturdu.

ABD savcıları, 2022’ye kadar Hernández’in uyuşturucu kaçakçılığı, rüşvet ve devlet güçlerini kaçakçıları korumak için kullanmasıyla ilgili tanık ifadeleri, belgeler ve istihbaratı topladı.

Mahkemede, hükümetin ve güvenlik güçlerinin Kolombiya ve Venezuela’dan gelen kokainin Honduras üzerinden ABD’ye geçişini koruduğu, Meksikalı çetelerden rüşvet aldığı ifade edildi.

Nisan 2022’de Honduras hükümeti resmi olarak iade talebini onayladı.

Hernández, ABD’ye iade edilerek New York Güney Bölgesi’nde yargılanmak üzere ABD yetkililerinin kontrolüne teslim edildi.

2024’e kadar dava süreci devam etti, juri seçildi.

Hernández, ABD federal mahkemesinde (New York Güney Bölgesi) kokain ithal etme komplosu ve silah suçlarından mahkûm edildi ve 45 yıl hapis cezası aldı.

***

Hernández’i Honduras’ta yargılamak son derece tartışmalı olabilirdi.

Destekçileri veya güvenlik güçlerindeki farklı gruplar arasında huzursuzluk riski doğabilirdi…

Honduras adalet sistemi, muhtemelen eski bir başkanı büyük çaplı uyuşturucu kaçakçılığı suçlamalarından "güvenilir şekilde yargılayamayacağı için" iade talebini onayladı.

ABD zaten güçlü bir dava hazırlamıştı ve iade, iç siyasi ve güvenlik risklerini önlendi.

İade işlemi, onu ülke içi siyasi arenadan çıkardı ve yerel müttefiklerin etkisine daha az açık bir sisteme yerleştirdi.

New York Güney Bölgesi savcıları, Honduras’ın hukuk ve soruşturma kapasitesi göz önüne alındığında, Honduras’ta olamayacak kadar güçlü bir dava hazırlamıştı.

Hernández’in iadesi, Honduras’ın iç siyasi çatışmalardan kaçınmasını ve ABD ile uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadelede işbirliği göstermesini sağladı.

/././

 Medyada fırtına: Sözcü'ye ne oldu?-Ayşenur Arslan- 

“Beyaz Saray, "yanıltıcı ve taraflı" olduğunu iddia ettiği medya kuruluşları ile gazetecilerin isimlerini yayımladığı yeni bir internet sayfasını erişime açtı. Sitede çok sayıda basın kuruluşu ve gazeteci, "taraflı haber" ve "yalan haber" gibi kategoriler içerisinde listelendi. The Washington Post, CNN, CBS News, Axios ve New York Times gibi çok sayıda medya kuruluşu, "Tekrar Tekrar Suç İşleyen"  kategorisinde yer aldı.”

Haber bizler için şaşırtıcı değil elbette. Şaşırabileceğimiz tek yanı, listenin herkesin erişimine açık bir internet sitesinde yer alması.

Trump efendi kendisinden yana olmayan medya gruplarını apaçık yayınlamaktan çekinmiyor.

Bizde, Erdoğan çekindiği için değil, belli bir alışkanlıktan olsa gerek, saldırılar gizli kapaklı.. Günahlar ya yargıya yükleniyor ya da medya kuruluşunun “kendi işi” oluveriyor.

Trump’ın listesindeki Washington Post, 1971 yılında “halka Vietnam Savaşı hakkında yalan söylendiğini” ortaya çıkartan Pentagon belgelerini yayınlayınca ağır bir saldırıya maruz kalmıştı. Başkan Nixon konuyu Yüksek Mahkeme’ye kadar götürmüştü. Durum o kadar ciddiydi ki, gazete yönetimi “ülke aleyhine casusluk”  gerekçesiyle müebbet hapis tehlikesinin eşiğindeydi.

Ancak Yüksek Mahkeme, “halkın gerçekleri bilme hakkı” olduğunu belirterek davayı reddetti. Bu yüzden, alemin kralı Trump, haberleri yasaklayamıyor / yasaklatamıyor.. Afişe etmekten öteye gidemiyor.

***
Buralara gelince..
Arşivimizde sayısız örnek var.
O örneklerden bazıları, haberlerinin bedelini Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Metin Göktepe ve daha niceleri gibi canıyla ödedi.
AKP döneminde ise başka bir model uygulandı. Tek tek gazetecilerle uğraşmak yerine, gazeteleri, televizyonlarıyla medya grupları ele geçirildi. Onlar da gereğini yerine getirdi.

Sonunda öyle bir noktaya gelindi ki, bağımsız medya kuruluşlarından söz edilirken sayı 3’e indi: Halk TV, Sözcü, Tele1. Tele1’in başına gelenler malum. Merdan Yanardağ “yargının kararıyla” casusluk soruşturması çerçevesinde cezaevine gönderildi. Daha neredeyse Merdan’ın kimlik bilgileri kontrol edilirken yine “yargı kararıyla” Tele1’e kayyum atandı.

Sözcü’ye gelince; haftaya dikkat çekici bir operasyonla başladı. Genel Yayın yönetmeni gönderildi. Yerine Yılmaz Özdil getirildi.

Aralarında küçük çocuklu bir karı kocanın da olduğu çok sayıda 14 haberci, kış ortasında kapıya kondu.

Medyada olur böyle şeyler. Ama.. İktidarın CHP’yi hedefe koyduğu yüksek gerilimli bir dönemde bu gibi gelişmeler özel anlamlar taşır.

Saray’ın yeni medya tasarımında bağımsız üç grubun sayısı 1’e iniyorsa eğer, durup düşünmek gerekir.

Sözcü’yü neden üç grup içinde ayrı bir yere koyduğumu, Yılmaz Özdil’in son zamanlarda iyice açığa çıkan CHP aleyhtarlığı izah edecektir sanıyorum.

Hemen her yayınında Özgür Özel’i çok ağır ifadelerle -eleştirmenin ötesinde- suçlayan Yılmaz Özdil artık Sözcü’nün kaptan köşkünde.

Yumruklu saldırıya uğradığında Özgür Özel’e “Armut gibi dolaşıyor.. Ben gazeteciyim ama silahla geziyorum” diyen.. Polemikte “Çıkarttığın o gözlüğü gözüne sokacağım” sözleriyle el yükselten.. Kısacası CHP liderine öfkesini saklamayan bir isim Yılmaz Özdil.

CHP İstanbul Kayyumu Gürsel Tekin’in gelişmelere dair yorumu da portreyi güçlendiriyor:

“Yönetim değişikliğini Sözcü TV açısından olumlu bir adım olarak değerlendiriyorum. Uzun süredir tek taraflı bir yayıncılık anlayışının gölgesinde kalan Sözcü TV’nin, halkın gerçek sözcüsü olma niteliğini yeniden kazanmasını umuyorum..

Yeni yönetimin; kişisel haklara saygılı, herkesin söz hakkını gözeten, tek taraflı yayıncılıktan uzak ve demokratik iletişim kanallarını açık tutan bir anlayışla hareket edeceğine inanıyorum.”

***
“BİR YANDA SARAY MODELİ”: Tele1’i bir anda buharlaştıran.. Doğan Yayın grubunu, hala akıbetini bilmediğimiz Ziraat Bankası kredisiyle Demirören’lere armağan eden.. Kamu bankalarının reklamlarıyla Saray medyasını ihya eden.. Fatih Altaylı’yı “Erdoğan’a fiili saldırı girişimi” gibi akla ziyan bir suçla Silivri’ye gömen.. Yanı sıra RTÜK VE cumhurbaşkanlığı iletişim başkanlığı eliyle aba altından sopa gösteren Saray modeli

“BİR YANDA BAĞIMSIZLIK ÇABASI”: Terazinin öteki kefesinde ise, kamu ilanlarının semtine uğramadığı kanallar.. Ağır RTÜK CEZALARI.. Polisin arada bir uğrayıp, yöneticilerini gözaltına aldığı haber merkezleri..

Böyle bir eşitsizlikte, Gürsel Tekin Sözcü’ye, “Tek taraflı yayıncılıktan uzak” bir yayın politikası diliyor ya! Ona ve asıl önemlisi Yılmaz Özdil ve ekibine hatırlatmak isterim. Gazetenin sahibi Burak Akbay’ın uzun yıllardır yurt dışında olduğunu.. Hakkında FETÖ iddialarıyla yakalama kararı çıkartıldığını unutmasınlar. Sözcü’yü yok etmek için “Silahlı terör örgütü FETÖ’ye üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” iddiası icat edildiğini.. Böyle bir iddiayla asla bir arada anılamayacak Emin Çölaşan’ın da hedef alındığını herhalde unutmamışlardır.

Bu kumpasın arkasında CHP’nin.. Hele hele Özgür Özel’in asla olmadığını da biliyorlardır.

Eğer bu son deprem Burak Akbay ile Erdoğan arasındaki buzların erimesi, patronun Türkiye’ye dönebilmesi için yaşandıysa mübarek olsun!

İktidar oyununun son perdesinde, sahneye tam da ışıklar sönerken böyle çıkmak, bir tercih elbette.

Ama o tercihin sonuçlarına katlanmak.. Ve medya tarihinde “iktidarın memleketi tutsak ettiği günlerde muhalefete cephe alanlar” olarak hatırlanmak var ya!!

Evlerden ırak!!!!

/././

 Rubio’dan Hizbullah’la İşbirliği Suçlaması: Maduro’ya dört koldan baskı -Mustafa K. Erdemol- 

“Kıyılarımızdan ülkemize uyuşturucu sokuyor” iddiası Venezüela’yı “şeytanlaştırmaya” yetmemiş olacak ki ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’dan yeni herzeler gelmeye başladı. Rubio, önceki gün Fox TV’ye yaptığı açıklamada İran ile Hizbullah'ın Venezuela'da bir dayanak noktası oluşturduğunu, bunun ABD'nin güvenlik endişelerini artırdığını söyledi.

ABD Başkanı Donald Trump’ın uyuşturucu iddiası inandırıcı olsaydı Rubio’nun ağzından bu tür bir “suçlama” duymayacaktık gibi geliyor bana. Son günlerin moda deyimiyle “tüm tuşlara basıyor” ABD yönetimi anlaşılan. Hangisi tutarsa artık.

Hiçbirinin tutması da şart değil kaldı ki, açık denizlerde uyuşturucu taşıyor diye ABD tarafından vurulan teknelerin çoğunun Venezüela’ya ait olmamasına nasıl aldırılmadıysa, “iddiaların yanlış çıkmasını da” kimse umursamayacak nasılsa. Gücü yetenin hukukunun geçerli olduğu bir çağdayız, malum.

Rubio, İran -Venezüela işbirliği iddiasına kendisinden başka itibar eden olmadığını biliyor ki “bu konu yeterince konuşulmamaktadır” diye yakınıyor da üstelik.

Açıklamanın zamanlaması da tabii ki iyi “ayarlanmış”. ABD'nin Karayipler ile Doğu Pasifik Okyanusu'nda uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı iddia edilen teknelere yönelik saldırılarının başlamasından aylar sonra yapıldığına dikkat çekerim Rubio’nun açıklamalarının. Dediğim gibi Venezüela’nın “uyuşturucu” ticareti ya da kaçakçılığı yaptığı iddiasına inandırdıklarının sayısı az demek ki Başkan Trump’ın.

İran da Venezüela da bağımsız iki ülke. Kuşkusuz siyasal sistemleri birbirinden çok farklı. Ancak her ikisi de ABD’nin “en çok nefret ettiği” ülke durumunda. Mevcut ortamın İran ile Venezüela arasında işbirliği doğurmasından daha doğal ne olabilir? Yani, kabul edilmiş diplomasi ilkeleri çerçevesinde kurdukları ilişkileri var. Karakas ile Tahran arasındaki işbirliği de böyle bir şey. Ötesi yok.

ABD'nin yaptırımları altında olan iki ülke 2022'de Tahran'da 20 yıllık bir işbirliği planı imzalayarak petrol ile savunma başta olmak üzere birçok konuda ortaklık sözü verdiler birbirlerine. Yani gizli kapaklı bir ilişki yok aralarında. Maduro, ABD'nin son kışkırtcılığı dahil yaptığı hamleleri hükümeti devirme girişimi olarak değerlendirdiğinde İran’ın Venezüela’ya destek vermemesi düşünülebilir mi? Nitekim İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, ABD’nin tutumunu “zorbalık yaklaşımı” olarak nitelendirdi.

Rubio’nun İran destekli Hizbullah’ın Venezüela başta olmak üzere Güney Amerika’da uzun süredir varlığını sürdürme iddiasını dile getiren - Arjantin dışında -bir başka bölge ülkesi de yok benim bildiim kadarıyla. Hatta, Trump kopyası Javier Miley’nin yönetimindeki Arjantin’in Güvenlik Bakanı Patricia Bullrich’in Şili ile Bolivya'da Hizbullah'ın varlığının tespit edildiğini öne sürmesi Bolivya hükümetini çok kızdırdı. Sert bir açıklama yaparak suçlamaların bir dayanağı olmadığı gibi delil ile belgeden de yoksun olduğunu belirten Bolivya yönetimi bununla da yetinmeyerek, Arjantin Büyükelçisi’ni Dışişleri Bakanlığı’na çağırıp açıklama istedi.

“Şeytanlaştırma”yla başlar bu tür işlere ABD. Gerisinin kolay geleceğine inanır çünkü. Uzun zamandır “pişirilen” bir iddiayı Rubio’nun gündeme getirmesi bundan. “Bu konu az konuşuluyor” derken de daha Ekim ayında konunun ABD Senatosu’nda konuşulduğunu anımsamıyor bile şaşkın.

“Şeytanlaştırma” için çok iyi iki malzemedir “uyuşturucu” ile “terör”. İran/Hizbullah ile Venezüela’yı bu iki malzemeyle suçlamakla şansını bir kere daha deniyor. Ama sonuçta Rubio’nun açıklaması Venezüela’ya yönelik uyuşturucu kaçakçılığı iddiasının tek başına inandırıcı olmadığını gösteriyor kesinlikle.

Bu da tutmazsa bir şeyler daha uydururlar.

Bekleyelim…

/././

halkTV


Çok şey söyleyip bir şey anlatmama sanatı! -Mehmet Y. Yılmaz /T24-

Cumhurbaşkanı “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor. Yeni bir hikâye yazmak istiyor ama o hikâyenin yazılması memlekette demokrasi rüzgarlarının esmesine bağlı. O rüzgârın koltuğunu sallayacağını düşünüyor olmalı ki kapıları, pencereleri kapalı tutuyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bakanları ile Saray’ında yaptığı toplantının ardından “kameraların karşısına geçti” ve Terörsüz Türkiye süreciyle ilgili açıklamalar yaptı.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin başlattığı ve sonunda AKP, MHP ve DEMP milletvekillerinden oluşan bir TBMM heyetinin Abdullah Öcalan’ı ziyaret etmesine kadar varan bu süreçte heyecanla beklediğim şey Cumhurbaşkanı’nın bu konuda elle tutulur bir açıklama yapması.

Hep soruyorum ama yanıt alabildiğimi söyleyemeyeceğim soruları sizler de biliyorsunuz:

Cumhurbaşkanı bu konuda ne düşünüyor? Sürecin bir sonraki adımı ne olacak?

Memlekete demokrasi gelmeden ve hukuk yeniden egemen olmadan böyle bir süreci sürdürebilmek mümkün mü?

Bakanlarıyla 3 saat 15 dakika süren bir toplantıdan sonra Erdoğan’ın “Terörsüz Türkiye Süreci” ile ilgili açıklamalar yaptığını duyunca heyecan içinde neler söylediğini okudum.

Bu kadar uzun toplantıdan sonra gerçekten somut bir şeyler söyleyebileceğini ümit etmiştim.

Heyhat!

Cumhurbaşkanı bir kez daha çok şey söyleyip, hiçbir şey anlatmamayı başarmış.

İşte bu konuda söyledikleri:

* “Tehditler karşısında ürkecek, korkacak, çekinecek bir millet, böyle bir devlet, böyle bir ülke hiç değiliz. Türkiye hedeflerine er ya da geç, öyle ya da böyle ama mutlaka ulaşacaktır.”

* “Terörsüz Türkiye süreciyle ekonomik şahlanışımızın, huzurumuzun, kardeşliğimizin önündeki en büyük engellerden birini ortadan kaldırmanın çabası içindeyiz.”

* “Tahriklere kapılmadan, provokasyonlara aldanmadan, öfkenin diline teslim olmadan bu kuşağın kuvveden fiile çıkması için çalışacağız.”

* “Kürt, Arap kardeşlerimizle, bölgemizdeki dost, kardeş topluluklarla kalplerimiz bin yıldır beraber atıyor. Gelecekte de birlikte atmaya devam edecek.”

Ne anladınız?

Süreç nasıl gelişecek?

TBMM’de hangi adımlar atılacak? Örgüt söz verdiği gibi silahlarını bırakıyor mu?

“Demokratik siyasetin önü” nasıl açılacak?

Kusura bakmasın ama bu sözleri, Türkiye’yi tek başına yöneten bir güç sahibine yakıştıramadım.

Bu sözlerin bende bıraktığı izlenim şu ki Cumhurbaşkanı ya ne yapacağını bilmiyor ya da içinden bu konuda bir adım atmak gelmiyor.

Cumhurbaşkanı bu tür “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor.

Üç gün önce de İlim Yayma Vakfı’nın ödül töreninde bu konuda şunu söylemişti:

“86 milyonla birlikte, kendini bu topraklara ait hisseden on milyonları da yanımıza alarak hep beraber yepyeni bir destan yazmaya başlayacağız.”

86 milyonun kim olduğu belli: Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan T.C. vatandaşları.

Peki “kendisini bu topraklara ait hisseden on milyonlar” kim?

Kim olduklarını bilmediğimiz bu “on milyonları” yanımıza almamız niye gerekiyor?

Başı sonu belli olmayan böyle konuşmalar bir tek şeye işaret eder: Cumhurbaşkanı’nın bu konuda bir planı, hazırlığı filan yok.

Yeni bir hikâye yazmak istiyor ama o hikâyenin yazılması kaçınılmaz olarak memlekette demokrasi rüzgarlarının esmesine bağlı.

Ve Cumhurbaşkanı o rüzgârın koltuğunu sallayacağını düşünüyor olmalı ki ısrarla kapıları, pencereleri kapalı tutuyor.

* * *

Devletin cebinden beslenenler

Türkiye’de yaşadığımız sorunların altında kamu kaynaklarının yolsuzluklarla eritilmesi gibi nedenler yatıyor. Bu gerçekleri görmemizi sağlayan meslektaşım Çiğdem Toker’in yeni kitabı “Yap İşlet Devret Projelerine Devletin Cebinden Büyük Simbiyoz”da da müteahhitleri ve devlete hâkim olan siyasi gücün karşılıklı ilişkisini görebiliriz.

Kamu kaynaklarının yolsuzluklarla eritilmesinin, kamu yönetimindeki aşırı israfın engellenememesinin bedelini ücretliler başta olmak üzere memleketin dar gelirli insanları öder.

Dünyanın her yerinde böyledir.

Üretim ve eğitim için harcanabilecek kıt kaynaklar, iktidar çevresinde toplanmış bir oligarşik yapıya aktarılır, işçiler, memurlar, köylüler, emekliler geriye kalan kırıntılar ile idare etmek zorunda kalırlar.

Onun için de böyle ülkelerde demokratik hakların kullanımı kısıtlanır, basın üzerine ağır baskılar getirilir ki halkın çektiği sıkıntıların asıl kaynağını gözlerden saklayabilmek mümkün olabilsin.

Bugün Türkiye’de yaşadığımız sorunların altında da bu gerçek yatıyor.

Çiğdem Toker, her şey rağmen mesleğinin gereklerini yerine getirerek bu gerçekleri görmemizi sağlayan bir meslektaşım.

T24’teki yazılarının yanı sıra yayınladığı kitaplarla da bugün yaşadığımız gerçeklerin üzerinin örtülmesini engelliyor, kamu kaynaklarını sömürmek üzerine kurulan düzeni ifşa ediyor.

Toker’in yeni yayınlanan kitabı “Yap İşlet Devret Projelerine Devletin Cebinden Büyük Simbiyoz” adını taşıyor. (Tekin Yayınevi, 590 sayfa)

“Simbiyoz” kelimesi, iki veya daha fazla biyolojik tür arasında karşılıklı yarar sağlayan uzun süreli bir ilişkiyi tanımlamak için kullanılıyor.

Türkiye’nin malum müteahhitleri ve devlete hâkim olan siyasi gücün karşılıklı ilişkisini açıklamak için!

Çok büyük kamu kaynaklarının, “ticari sır” gerekçesinin ardına saklanmış sözleşmelerle bazı şirketlere aktarılmasının kimler arasında, nasıl bir simbiyotik ilişkiye yol açtığını uzun uzun anlatıyor.

Özellikle ulaştırma alanında KÖİ modeline konu olan projeleri mercek altına alıyor.

Çiğdem Toker, “ticari sır” bahanesiyle halkın ve Sayıştay’ın denetiminden kaçırılan Yap İşlet Devret projelerinin uygulama sözleşmelerinden bazılarına da ulaşmış.

Bu kitap, Toker’in daha önce yayınlanan Olağan İşler ve Milletin Cebinden isimli kitapları ile birlikte bir üçlemenin son halkası.

Fikri takibi asla bırakmayan bir gazetecinin, bugünleri ileride daha iyi anlayabilmemiz için tarihe düştüğü bir not da diyebiliriz.

Mehmet Y. Yılmaz /T24

halkTV "Köşebaşı" -3 Aralık 2025-

 "Vur" emri ve komuta -Serra Karaçam- 

Washington, Ukrayna’dan Suriye’ye ve Latin Amerika’ya kadar birden fazla krizin aynı anda yönetildiği yoğun bir diplomasi trafiğinde yarışıyor.

Trump’ın Zelenski ile yıldızı eski hesabından beri barışmıyor

Trump bir türlü Zelenski'nin istediklerini vermedi.

Hep Ukrayna'yı Rusya'nın istediklerine ikna etmeye çalışıyor.

Diyelim ki silahların parasını Avrupa’ya yıkması ABD'li vergi ödeyen vatandaşlar için makul.

Ama işin unutulan yanı, Trump’ın ilk döneminde Zelenski ile yaptığı görüşmede, “Biden’in oğlunun Ukrayna’daki işlerine yönelik soruşturma baskısı" yaparak "Ukrayna'ya yardımı” bu koşula bağlamış olması.

Bu ortamda, ABD özel temsilcisi Steve Witkoff ve damat Jared Kushner bugün Moskova’da Putin ile görüştü.

Tam beş saat süren görüşmeler sonrası Putin'in Trump'a mesajlarının gizli kalmasında anlaşıldığı duyuruldu.

Witkoff ve Kushner’ın Çarşamba günü Avrupa’da Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski'ye görüşmeye dair bilgi vermeleri bekleniyor.

Duruma göre Zelenski Trump ile görüşecek.

Daha önce Gazze anlaşmasına aracılık eden Kushner’ın ilk kez Ukrayna-Rusya görüşmelerine dahil edilmesi dikkat çekiyor.

Hafta sonu Witkoff, Kushner ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Florida’da Ukraynalı yetkililerle bir araya gelmişti.

Görüşmelerden sonra taraflar, anlaşmanın hâlâ uzak olduğunu ve çok aşamalı bir süreç gerektirdiğini ifade ettiler. Moskova'da ise konunun Donbas bölgesinin kontrolüne takıldığı aktarılmakta.

Avrupa ülkeleri Ukrayna’ya hem silah hem finansman sağlarken, Washington’un masayı tek başına yönlendirmesi Avrupa’da ciddi rahatsızlık yaratıyor.

ABD masada ateşkesi sağlamaya çalışıyor, ancak Avrupa olmadan ateşkesin kalıcı bir barışa dönüşmesi mümkün değil.

Trump’ın Ukrayna elçiliğini görevini bir dönem üstlenmiş olan Kurt Volker, “Ateşkes, Ukrayna’ya yeniden güç kazanması için zaman kazandırabilir ama barış için Avrupa’nın masaya oturması şart” yorumunu yapmakta...

Volker, Trump ile Zelenski arasındaki "iletişimle" ilgili Temsilciler Meclisi azil soruşturmasının içine çekildi.

Ukrayna'ya askeri yardım ve soruşturmalara ilişkin görüşmelere dahil olması nedeniyle mesajlaşmaları inceleme altındaydı.

Beyaz Saray tarafından yayımlanan görüşme notuna göre: Trump, Zelenski’den “bir iyilik yapmasını” istedi.

Söz konusu “iyilik” iki konuyu kapsıyordu:

-Ukrayna’nın 2016 ABD seçimlerine müdahale ettiği yönündeki genel olarak çürütülmüş iddianın soruşturulması,(Rusya'nın mudahalesinintersine Trump'ı karalamak için böyle bir müdahale olduğu iddiası da soruşturulmuştu)

-Joe Biden ve oğlu Hunter Biden’ın, Hunter’ın Ukraynalı gaz şirketi Burisma’nın yönetim kurulundaki rolü bağlamında soruşturulması…

Bu görüşmeler sırasında, Trump Ukrayna’ya yapılacak yaklaşık 400 milyon dolarlık askeri yardımı askıya almıştı.

Volker, Kongre’de ifade vermek üzere celp edildi ve istifa ederek, soruşturma devam ederken görevini korumaya çalıştığı izlenimini önlemeyi amaçladı.

Maduro’ya “Görevi Bırak” Baskısı

ABD ordusu, Karayipler’de uyuşturucu taşıdığı düşünülen teknelere yönelik operasyonlarını genişletti; bu da Venezuela ile gerilimi tırmandırdı.

Bu kapsamda ABD, son gemi saldırısı ardından suda bulunan mürettebatı doğrudan hedef alma talimatı ile batmakta olan tekneye ikinci vur emrinin savaş hukukundaki yerini tartışıyor.

Tabii Kongre'nin savaş ilan etmediği durumlarda Savaş Yasalarını tartışmak mantıksız.

Yoksa bu yasa, teröristleri öldürmeye uygulanması gereken bir yasa değil mi?

ABD yetkilileri ve Trump, bölgedeki uyuşturucu karşıtı kampanyalarının Venezuela içinde askeri eylemleri de kapsayabileceğini haftalardır ima ediyordu.

Trump, Venezuela politikası üzerine dün üst düzey danışmanlarıyla bir toplantı yaptı. Sonuç yok.

Geçen ay Trump’ın Maduro ile yaptığı görüşmede, Maduro’nun iktidardan ayrılması için olası bir anlaşma konuşuldu; ancak Trump, Maduro’nun istediği şartları reddetti.

ABD, geçen ay Venezuela’daki Cartel de los Soles grubunu terör örgütü olarak ilan etti ve Maduro’yu lideri olmakla suçladı.

ABD, Karayipler’e 15.000 asker, uçak gemileri ve savaş gemileri gönderdi. Amaç, fentanyl ve kokainin ABD’ye girişini durdurmak. Eylül başından bu yana düzenlenen 20’den fazla saldırıda 80’den fazla kişi öldü.

Kongre ise ABD savaş hukukuna göre ve uluslararası hukuka göre uygunsuz olduğundan şüphelendiği “vur” emirlerini soruşturuyor.

The Washington Post Savunma Bakanı Pete Hegseth, Karayipler’de uyuşturucu taşıdığı düşünülen bir geminin tüm mürettebatının öldürülmesi için sözlü emir verdiği haberine imza ttı.

Beyaz Saray’a göre saldırıdan sonra iki hayatta kalan kişi olduğu tespit edilince, başka bir saldırı emri verildi.

Operasyonu Amiral Frank M. Bradley yönetiyordu.

Beyaz Saray, saldırıları Amiral Frank Mitchell Bradley’in gerçekleştirdiğini açıkladı ve hem Hegseth’in böyle bir emir vermediğini hem de Bradley’in yasal davrandığını savundu...

İşte bu eksenden bakınca, geçtiğimiz günlerde asker ve istihbarat kökenli bazı Kongre üyelerinin bu alanlarda görevli yetkililere “yasa dışı emre uymak zorunda değilsiniz” çağrısının alt yapısı ortaya çıktı.

Kongre üyeleri “olan size olur” demeye getiriyor.

Zaten istihbaratta görevden ayrılmaların arttığı ve “hukuksuzluk” ortamının işinde iyi olanların ayrılmasına yol açtığı aktarılmakta.

Bu arada Pentagon’da da artık eskisi gibi gazeteciler yok.

Bugün ilk kez, yıllardır olduğu gibi ilk gelen 60 sandalye şeklinde değil, davetiye usulüyle basın toplantısı yapıldı.

Uluslararası gazeteciler olarak akredite olmamıza rağmen çağrılmadık.

Neyse ki meslektaşlarımız bu vur emri ve karar alma süreçlerini sordu.

Pentagon Basın Sekreteri Kingsley Wilson, Karayipler saldırılarının tüm sorumluluğunu Başkan Trump ve Bakan Pete Hegseth’e yükledi:

“Bakan (Hegseth), bu saldırılarla ilgili yayımladığımız her açıklamada çok net bir şekilde belirtti: Bu saldırılar Başkan tarafından yönlendiriliyor ve komuta zinciri olması gerektiği gibi işliyor…

Sonuçta, bu saldırıları ve Amiral Bradley tarafından yönlendirilen benzeri takip saldırılarını yönetenler Bakan ve Başkan’dır; Bakan bu saldırılarla tamamen aynı fikirde.”

Savunma Bakanı Hegseth ise, 2 Eylül’deki tekne saldırısını izlediğini ancak tamamını izlemediğini ve teknenin batırılması ve tehdidin ortadan kaldırılması kararını verenin Amiral Bradley olduğunu söyledi.

“Kendi gözümle hayatta kalanları görmedim. Tekne yanıyordu… Buna savaş sisi denir.”

Bu arada Trump Kolombiya'da da kokain üretimine dair bilgisi olduğunu ifade ederek işaret verdi.

Brezilya ile ABD İlişkileri

Brezilya ile ABD ilişkileri ise iyi gidiyor.

Bugün Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, ABD Başkanı Donald Trump’ı aradı.

Yaklaşık 40 dakika süren görüşmede, ticaret, ekonomi ve organize suç gündemleri konuşuldu.

Lula, ABD’nin et, kahve ve meyve gibi bazı Brezilya ürünlerine uygulanan %40’lık gümrük vergisini kaldırma kararını çok olumlu buldu.

Yeni İşbirliği: Yapay Zeka ve Stratejik Teknoloji

Ayrıca ABD, 12 Aralık’ta Avustralya, İsrail, Japonya, Hollanda, Singapur, Güney Kore, BAE ve İngiltere ile kritik mineraller, çip üretimi ve yapay zekâ altyapısı konusunda yeni bir ittifak toplantısına hazırlanıyor.

Bu girişim, Çin’in yükselen teknolojik etkisine karşı stratejik bir hamle olarak görülüyor.

ABD’nin eş zamanlı olarak yürüttüğü bu barış görüşmeleri, askeri baskı politikaları ve teknoloji ittifakları; Washington’un küresel düzeni yeniden şekillendirme çabasının en yoğun dönemlerinden birine işaret ediyor.

Trump Tayland ve Kamboçya barışı ile övünürken, burada sahada işler istenildiği gibi gitmediğini gösteriyor.

Gazze anlaşması için ise gelecek hâlâ belirsiz.

İş neredeyse Filistinlilerin HAMAS’ı yok etmesine bırakılmış durumda.

Yani Trump Zelenski'yi sevmesede bu barış da tutmazsa, başarı hanesindeki misyonlar umutsuz durumda.

/././

 Abdullah Hoca’yı öldüren suç makinesi -İsmail Saymaz- 

Giresun’da emekli öğretmen Abdullah Coşkun, 16 Kasım günü trafikte tartıştığı İlhan İhtiyaroğlu tarafından dövüldü. Aldığı darbelerle ağır yaralanan Coşkun, eşinin gözü önünde kanlar içerisinde yola yığıldı. Kaldırıldığı Giresun Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde hayatını kaybetti.

Aradan 16 gün geçti.

Şu an önümde, Keşap İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün hazırladığı fezleke var.

Fezlekeyi okurken…

Öfkelenmekten, dudaklarımı ısırmaktan kendimi alamıyorum.

Coşkun, öldüğünde 68 yaşındaydı.

İki yıldır akciğer kanseri tedavisi görüyordu. Dördüncü evredeki kanseri iki hafta önce yenmeyi başarmıştı. Ne var ki trafik terörüne kurban gitti.

Ölümüne yol açan İhtiyaroğlu, 38 yaşında.

Coşkun’dan 30 yaş küçük…

İhtiyaroğlu’nun beş kez kasten yaralama, bir kez genel güvenliğin tehlikeye sokulması suçlarından kaydı var. Suç makinesi olduğu halde, Coşkun’un son nefesini verdiği kamu hastanesinde özel güvenlik görevlisiymiş!

Araçtan zorla indirip dövdü

O gün ne olmuş?

Ne olmuş da Coşkun’un ölümüyle sonuçlanan kavga meydana gelmiş?

İhtiyaroğlu, 61 ADL 995 plakalı aracıyla Giresun’dan Trabzon yönüne sol şeritte seyrediyor. Yanında eşi ve kızı var.

Keşap’ta kavşakta dönüş şeridindeyken, 28 ADE 196 plakalı aracı kullanan Abdullah Coşkun, sinyal vermeden İhtiyaroğlu’nun önüne kırıyor.

İhtiyaroğlu, arkadan Coşkun’a çarpıyor.

Küçük çaplı maddi hasarlı kaza meydana geliyor.

Kaza tespit tutanağında Coşkun’un kusurlu olduğu yazılı.

Coşkun’un eşi Hanife, o an yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor:

“Seyir halinde olduğumuz sırada araçtan kütürtü sesi geldi. İhtiyaroğlu, sağımızdan geçip bizim aracın önüne kırarak, önümüzü kesti. Arabadan inerek, bizim aracın şöför tarafına yöneldi. Cama vurarak, ‘Ananı avradını s…’ diye küfretti. Camı açması üzerine eşimin kafasına yumruk attı. Birkaç tane vurduktan sonra eşimi yakasından tutarak, araçtan zorla çıkardı. Eşimi tekme tokat darp etti. Ayırmaya gittim. Eşim yerdeydi. Araya girmek istedim ancak şahıs beni yakamdan tutup itekleyerek düşürdü. Eşimi darp ederken küfretti. Çevredekiler engel oldu. Eşim kanlar içerisinde yerde kalmıştı ve bilinci kapalıydı.”

Coşkun, 112’yi aramış.

Ambulans gelene kadar çevredekiler müdahale etmiş.

İhtiyaroğlu’nun eşinin olaydan sonra araçtan inerek, yanlarına geldiğini ve kendilerini suçladığını ifade ediyor.

Fenalaşarak düştü, kafasını asfalta çarptı

Sanık ne söylüyor?

İhtiyaroğlu, ifadesinde, Coşkun’un araçtan inip yumruk attığını ileri sürerek, şöyle devam ediyor:

“Araçtan inip yanıma geldi. ‘Amca niye sinyal vermeden, aynaya bakmadan önüme geçtin’ şeklinde serzenişte bulunduğum esnada sağ üst dudağıma yumruk attı. Tekrar yumruk atacağı sırada kendimi korumak amaçlı avuçlarımla itecek şekilde vurdum. Sendeleyerek düştü. İki saniye yerde kalmadan ayağa kalktı. Arabasına tutunup ayakta bekledi. Eşiyle konuştuğu esnada birden fenalaşarak düştü. Kafasının arka üst kısmını asfalta çarptı. Baygın şekilde yatarken yüzünün morarmaya başladığını gördüm.”

Eşi Gamze de Coşkun’ları suçluyor.

İfadesinden:

“Coşkun, eşime vurmaya başlayınca eşim de vurdu. Şahıs yere düştü. Tekrar kalkıp eşimle tartıştı. Ayırmaya gücüm yetmedi. Coşkun, agresif şekilde bağırarak, üzerime yürüdü. 4.5 yaşındaki kızımın ağlaması ve 22 haftalık hamile olmam nedeniyle arabaya bindim. Coşkun’un eşi bana ‘O…’ diye hakaret etti. Eşime siper olduğum halde o eşini sakinleştirmeye çalışmadı.”

‘Adamı döve döve öldürdüler’

Ancak tanıklar İhtiyaroğlu çiftini doğrulamıyor.

E.Ö., “Yaşlı teyzenin iteklendiğini ve yere düştüğünü gördüm. Yaşlı adamın nasıl düştüğünü görmedim. Olay yerine vardığımda bir şahsın ‘Adamı döve döve öldürdüler’ dediğini duydum” diye konuşuyor.

F.H. ise gördüklerini şöyle anlatıyor:

“Teyzeye olayın nasıl olduğunu sorduk. Erkek şahsı göstererek, ‘Kocamı döverek bu hale getirdi’ dedi. Erkek şahıs ‘Önce o bana vurdu’ diye bağırıyordu. Yaşlı teyze ise erkek şahsın kendisini de darp ettiğini söyledi. Eteğini hafif yukarıya çekti. Sol ayağının arka baldırında morluk vardı.”

Y.O., ambulans gelene kadar Coşkun’a müdahale edip tampon uygulamış. Coşkun’un sağ gözünde ve alnında yarılma, kafasının arkasında kanama varmış.

“Amca ile kavga eden şahıs, yaşlı kadına küfrediyordu. Kadın da ‘Kocamı öldürdün’ diye bağırıyordu” diyor.

D.G., olay yerine vardığında kalabalık bir grup gencin İhtiyaroğlu’nun üzerine yürüdüğünü anlatarak, şöyle diyor:

“Adam yerde yatıyor, siz tartışıyorsunuz’ dedim. Kalabalıktan biri ‘Adamı döverek, kafasını ezerek öldürmüş’ dedi.”

İhtiyaroğlu, şu an cezaevinde.

Coşkun ailesi, trafik terörüne karşı etkin bir mücadele vermeye hazırlanıyor. Bu çığlık Giresun’dan Türkiye’ye dalga dalga yayılsın istiyorlar. Öyle görünüyor ki ‘Abdullah Hoca’ bir ders daha verecek hepimize.

/././

 Erdoğan PKK’nın restini görecek mi?-Ayşenur Arslan- 

Aylardır yazıyorum. Erdoğan sonunda “terörsüz Türkiye” adını alan süreçten güya tek bir şey bekliyor: DEM’in Anayasa değişikliğinde ya da seçimde desteği.

Erdoğan’ın Meclis komisyonun arkasına sığınıp bölgede kalmaya çalışmasından gidişat az çok belli olunca, Bahçeli’nin kucağına bıraktığı el bombasının er ya da geç patlayacağı anlaşılmıştı. İmralı ziyaretiyle patladı.

Bırakın Cumhur ortaklarını, İmralı AKP’yi fena karıştırdı. Saray’ın gözde isimlerinden Cem Küçük bile açık konuştu:

“İmralı’ya gidilmesine halktan destek yüzde sıfırdır. Sokakta bir kişinin bile ‘iyi oldu’ dediğini görmedim.”

Tsunami facialarında tanık olduk. Denizin kabarmasından anlarsınız az sonra başınıza gelecektir. Ama ne engel olabilirsiniz ne de kaçabilirsiniz…

Bunu elbette DEM de biliyordu.

AKP’nin zaman oynamayacağını, ilk fırsatta da birinci süreçte olduğu gibi DEM’i yolda bırakıp, belki de suçlayarak cezaevine göndereceğini hesaba katmışlardı. İşte muhtemelen de bu yüzden Erdoğan’a rest çektiler...Ve “oyalama bizi” diye çok net bir mesaj verdiler.

Kandil'de Fransız AFP haber ajansına konuşan PKK yöneticileri, örgütün,
“Abdullah Öcalan serbest bırakılana kadar adım atmayı bıraktığını” söyledi.

Amed Malazgirt kod isimli bir PKK yöneticisi, “Lider Apo’nun başlattığı tüm adımlar atıldı. Başka bir adım atılmayacak” dedi.

Yani.. Ya Öcalan İmralı’dan çıkartılacak ya da süreç sona erecek.

****

Tam da bu sırada Barzani Türkiye’yi ziyarete gelip.. Şırnak’ta Kürt bayrakları ve silahlı koruma ordusu ile boy göstermez mi!

İlk süreçteki Habur krizini hatırlatan görüntüler anında eleştiri sağanağına tutuldu.

Cumhurbaşkanı baş danışmanlarından Oktay Saral ise Saray’ın nabzını kibar kibar şöyle yansıttı:

“Şırnak’ta Mesud Barzani’nin misafir edilmesi, kuşkusuz misafirperver milletimizin asaletidir. Biz hoş geldin demeyi biliriz; ama devletimizin çizgisini, protokolünü ve vakarını kimseye çiğnetmeyiz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin protokol kuralları dün başka, bugün başka değildir. Barzani bugün ne Kuzey Irak yönetiminde ne de Irak Merkezi Hükümeti’nde herhangi bir resmî göreve sahiptir.”

Bu nedenle gösterilecek muamele de en fazla eski bir devlet adamına gösterilecek seviyede olur; fazlası devlet ciddiyetini zedeler. Ancak görüyoruz ki, Türk topraklarında yabancı kişilerinin askeri üniforma ve uzun namlulu silahlarla dolaştığı görüntüler ortaya çıkmıştır.

Bu tablo yalnızca teamüllere değil devletimizin köklü itibarına da gölge düşürür. Türkiye Cumhuriyeti, misafirini ister Şırnak'ta olsun, ister Bağdat'ta ister Erbil’de… Her yerde koruyacak güçte ve kudrettedir. Biz kendi vatanımızda güvenliği başka ellere bırakacak bir devlet değiliz!"

Eeeee!

Ne anladık bu açıklamadan?

Erdoğan incinmiş mi! Elimize geçirirsek fena yaparız mı? NE!

İnsan merak ediyor, değil mi!
Vaktiyle Irak topraklarında başlarına çuval geçirilerek esir alınan Türk askerlerini koruyamayan AKP iktidarı değil miydi?

Ya bugün: Son bir haftada yaşananların ne kadarı Saray’ın kontrolü altında.

Acaba Amerika'ya verilen.. Ne olduklarını arada sırada koloni valisi (!) Tom Barrack'ın açıklamalarından anlayabildiğimiz vaatler mi söz konusu.

Trump'ın.. Hatta doğrudan Netanyahu'nun bölge tasarımında Kürtlere biçtikleri rol ne?

KCK Yürütme Konseyi eşbaşkanı Bese Hozat'ın birkaç gün önce söyledikleri bir fikir veriyor sanki:

"Türkiye üzerinde çok ciddi bir tehlike var. Eğer Türk devleti adım atmaz, Kürt sorununu demokratik temelde çözmez, Kürtlerin varlığını ve kimliğini tanımazsa Türkiye'nin geleceği çok karanlıktır. Türkiye, varlığını ancak Kürt-Türk birliğini demokratik temelde sağlayarak koruyabilir. Devlet Bahçeli tehlikenin derinliğini görüyor ve kendince bir rota çizmeye çalışıyor. Ancak iktidar halen kararsız, bir çözüm programı ve politikası yok. Konjonktüre bakarak 'bir şeyler buluruz' yaklaşımı Türkiye'ye kaybettirir."

***

Erdoğan "bir şeyler” bulabilir mi gerçekten.. Yoksa kimilerinin “YENİ HAÇLI SEFERİ" diye gördüğü hamleleri görmezden gelmeye devam mı edecek?

Burada pek çoğumuza şaka gibi geliyor ama hem ABD hem de İsrail yönetiminde bir "armageddon beklentisi” var. Yani Evangelistlere göre İsa'nın dünyaya döneceği güne!

Beyaz Saray'da, oval ofiste, Trump'ın etrafını sararak ayin yapanlar buna içten inanıyor mu, bilmiyorum. Ama ABD sağ seçmenini inandırdıkları ortada.

Tıpkı bizde siyasal islamı savunduklarına inanmamızı bekleyenler gibi.

Sosyal medya platformlarına bakın.. Neyi savunduklarını, nasıl lüks yaşayıp nelere para harcadıklarını görünce anlayacaksınız.

Onlar çok sevdikleri bu yaşam tarzından.. Erdoğan da koltuğundan olmamak için susmaya devam edecekler herhalde.

Öyle ki, Trump efendi Müslüman Kardeşler'i terör örgütü ilan etti. Erdoğan'ın çıtı çıkmadı. Oysa Esad döneminde aralar, Suriye yönetiminde Müslüman Kardeşler'e kontenjan verilmedi diye savaş boyutuna kadar gelmiş.. Sonrasında zaten savaş çıkartılıp Suriye eski teröriste teslim edilmişti.

Bese Hozat, talepleri yerine getirilmezse "Türkiye'nin geleceğinin karanlık olduğunu" söylerken boş bir tehdit mi savuruyordu.. Yoksa Barrack tarafından Ankara'ya iletilen mesajları bildiğini mi ima ediyordu?

***

Şurası açık: Erdoğan ve kurmayları artık yeni proje ya da politika üretemiyor. Saray'da sadece günü kurtarma telaşı var.

Anayasa değişikliği.. Ve bunun için DEM desteği de lafügüzaf, yani boş lakırdı!
Erdoğan elindeki Anayasa'yı uygulamıyor.. Anayasa Mahkemesi'ni dinlemiyor.. Yargı bağımsızlığının üzerinde tepiniyor.. Yeni bir anayasayı ne yapsın!

Maksat içerde ve dışardaki müthiş çöküşü kamufle etmek... "DEM ile görüşüyor, İmralı'yı ziyaret ediyorsak, her şey Atatürk Cumhuriyeti anayasası yerine inancımıza uygun bir anayasa yapmak için" masalı anlatmak!

Ancak, PKK aslında anlamak isteyen herkesin gördüğü oyunu çözdü. Belli ki arkasına ABD'yi de alarak resti çekti.

Erdoğan nasıl karşılık verecek diye beklerken dün gece kabine toplantısından sonra süreçle ilgili olarak "girdiğimiz yoldan dönecek değiliz" deyiverdi.

Bugüne kadarki en büyük riski göze almasının nedeni bana göre iki şıktan biri:

A) Erdoğan'a PKK'nın resti haber verilmedi

B) Büyük bir abi, "isteneni yapın dosyalarınızı açtırmayın" dedi!

/././

halkTV

 

Öne Çıkan Yayın

Gericiler hedef gösterdi, İYİP anında gözden çıkardı: Heykelini paylaşan ismin ihracını istedi + Gericiler 'dört başlı canavar' heykelini hedef gösterdi, 2 kişi gözaltına alındı (soL)

 Gericiler hedef gösterdi, İYİP anında gözden çıkardı: Heykelini paylaşan ismin ihracını istedi  İYİP, gericilerin hedef göstermesinin ardın...