17 Temmuz 2013 Çarşamba

Türkiye'den Bir Dost Geçti-Mine Kırıkkanat.

27 Mayıs “ihtilali”nin üzerinden henüz 7 ay geçmişti. Milli Birlik Komitesi’nin 66. kez toplandığı 30 Aralık 1960 günü, Ankara’da bir Fransız dünyaya geldi.
Hervé Magro, diplomat babasının Türkiye’deki Fransa Büyükelçiliği’nde görev yaptığı o çalkantılı yılların farkında olmadı. Doğduğu yerden ilk kez ayrıldığında bir yaşındaydı. Döndüğünde, yedi. Babasının tayini yine Ankara’ya çıkmıştı. Bu kez altı yıl kalacaklardı, ailecek. Başka bir deyişle, Hervé Magro’nun çocukluk anıları Türkiye başkentinde oluştu.
Elbette Fransız okulunda okuyor, ama derslerden sonra Türk arkadaşlarıyla futbol oynamaya bayılıyordu. Top peşinde koşarken Türkçe öğrendi. Hem de dili hiç çalmadan, “R”leri yuvarlamadan, bildiğimiz kallavi sokak ağzıyla, “yok ya”ları, “hadi ya”larıyla tadını çıkara çıkara konuşur oldu. 
***

Bu Türkçesi, Fransa’nın en prestijli eğitim kurumlarından, Doğu Dilleri ve Uygarlıkları devlet okulu INALCO’da edebileşti. Yetmedi, üstüne bir de tarih masterı yaptı. Diplomat ailesiyle geze geze büyümek hoşuna gitmiş ve baba mesleği kanına girmişti. Dolayısıyla siyasal bilgiler de okudu. Doğal olarak Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika, yani eski Osmanlı mülkünün yeni siyasal coğrafyasının uzmanı oldu. Bu seçiminde kuşkusuz, Cezayir’den Sicilya’ya uzanan atasal kalıtımın da payı vardı.
Portekiz’in “saudade” şarkılarına benzeyen sanatçı eşi Maria’yla evlendikten sonra diplomat olarak 1989’daki ilk yurtdışı tayini nereye çıktı dersiniz? Elbette Ankara’ya!
Genç çiftin ikinci çocukları da Türkiye’de doğdu.
Araya başka ülkeler, başka görevler girdi, zaman geçti ve Sarkozy’nin Türkiye ile Fransa ilişkilerini buzul çağına soktuğu sırada bir mucize oldu, Hervé Magro 2009 yılında İstanbul’a Başkonsolos atandı. 
***

O gün bugündür, İstanbul İstanbul olalı hadiselere bu kadar “Türk kalan” bir Fransız tanımadığı gibi; sanırım Fransa’nın da yurttaşlığını taşıdığı vatan ile doğduğu ülkeyi birbirine yaklaştırmaya çalışan diplomatı olmadı.
Fransız devlet nişanı Légion d’Honneur sahibi Hervé Magro, önümüzdeki ay İstanbul’dan ayrılıyor. Kudüs’e tayin oldu. Başkonsolosluk yaptığı 4 yılda başardıklarının en iyi ifadesi, Fransız Sarayı’ndaki 14 Temmuz kutlamaları oldu. Göreve başladığı yıl ancak yarısı dolan saray bahçesi, tıklım tıklımdı. Binlerce Türk dostu, onu ve eşi Maria’yı uğurlamak için gelmişti.
Başkonsolos Magro’nun Fransız İhtilalinin 224. yıldönümü kutlamaları sırasında hem Türkçe, hem Fransızca yaptığı veda konuşması, anlamlıydı:
“Bugün aynı zamanda Bastille’in alınışından bir yıl sonra, Fransa’daki tüm tarafların, tüm Fransız yurttaşlarının özgürlük ve eşitlikte kardeşçe beraberliğinin simgesi sayılan Federasyon Bayramı’nın da yıldönümüdür. 
14 Temmuz 1790’da ülke genelinden gelen tüm temsilciler, aynı ulusal topluluğa aidiyetlerini ilan etmişlerdir. O gün, milli birlik arayışında ortak arzu göstermeye ve kraliyet güçleri ile ihtilalciler arasındaki çatışmadan çıkmaya yönelikti. 1880’de parlamenterler 14 Temmuz’u milli bayramımız yapmaya resmi olarak karar verdiklerinde, öne sürülen gerekçe bu simge olmuştur. 
Böylesi bir uzlaşma çabası, bu denli değişken ve dünyaya daha açık olan toplumlarımızda bile hâlâ bu denli gerekli gözükmektedir. Barış sürecini başarıyla sonuçlandırmak gibi, son haftalarda yaşanan olaylardan doğru dersleri çıkarabilmek de Türkiye demokrasisini daha güçlü kılmak adına birer fırsattır. Özgürlükler yolundaki ilerleyişinizde, daima yanınızda yer alacağız.”
Fransa’yı bilmem, ama biz dostlarının senin daima özgürlüklerin ve demokratik insan haklarının yanında olacağından hiç kuşkusu yok, Hervé.
Hemşerimizsin. Seni ve Maria’yı doğduğun topraklara, yeniden bekleriz!
G NOKTASI
Fransız Sarayı’ndaki 14 Temmuz kutlamalarına giderken, Tünel Meydanı’nda toplanıp İstiklal Caddesi’nde yürüyüşe geçen bir gösterici grubuyla karşılaştık. Ellerinde fotoğraflar ve pankartlarla, olaylar sırasında öldürülenlerin adlarını haykırıyor, gözaltında tutulan arkadaşlarının da serbest bırakılması için slogan atıyorlardı.
İnanın, 30 kişiydiler, sadece 30…
Karşı yönden gelen iki Toma, iki akrep ve en az 250 polisin hücum düzeninde göstericilere saldırmasına tanık olduk. Öndeki Toma’nın sürücüsü, alışık hareketlerle kaskının siperini indirdi, gangster filmlerini aratmayacak bir raconla gaz tüfeğinin şarjörünü sürüp, ateş etti.
Sahne, Taksim Gezi’ye yapılan saldırıları ilk günden beri izleyen bana yabancı değildi. Ama Fransız Sarayı’na gelen yabancı misyon üyesi davetlileri şoke etti. Dünyanın faşist olmayan hiçbir ülkesinde polis, kendisine henüz direniş bile göstermemiş, sakin sakin yürüyen bir topluluğa bu peşin kin ve bu peşin şiddetle saldırmaz!
Başbakan Erdoğan, Türkiye’yi çok tehlikeli bir anafora sürükledi. Ama bu anaforda, sürükleyen mi batar, sürüklenen mi, hiç belli olmaz.
“Dostluk sadakattir ve sadakat nedir diye soracak olursanız, dostluktur, derim.”
JULIO IGLESIAS
Mine Kırıkkanat.
17 Temmuz 2013 - Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder