12 Temmuz 2013 Cuma

Türkiye'nin Cehaleti Üzerine Potpori-Doğan Kubat.

Geleceğin değişmeyen bir programı var: Bu heryerde uygulanacak: Enerji, iklim,tarım, sağlık. Bunların tümü fizik, kimya biyoloji ve onlara ilişkin teknolojilere üzerine oturuyor. Yaşamın strüktürü bu. Gelecek de bunun üzerine kurulu.

“Siz neden birlikte şarkı söyleyemiyorsunuz?” diyeAlmanın biri sormuştu.Türkler birlikte şarkı söylemesini bilirler mi? Bütün dengelerini yitirmiş bir toplumsal kavramkargaşasında herkes gibiben de oradan buradansöz edeceğim.
Mutlu mu olmak istersiniz,bilgili mi? Bir koyun gibi yaşamak mı, yoksa dünyadan haberi olarakyaşamak mı? Ya da bilgi ile mutlu olmak mı? Nasrettin Hoca’nın ‘Bahara kimin ne dediği var’ deyişi bilgecedir. Arapların ‘Hayr el-umur, evsatuha’ ‘Her işin iyisi orta yol’ deyimine, Çinlilerin dünyanın ahenginin Yin veYang arasındaki dengeye bağlı olduğu ilkelerine de uyar.
Bilgisiz halklar zengin Batı’yı çok memnun ediyor. Ekonomik sömürünün kılıfı bu. Demokrasinin bilgi kıtlığı ile yan yana gitmediğini, yüzyıllardır biliyorlar. Ama sömürmek için, hatta ara sıra demokrat olmadığı için başına vurma olanağı verdiği için, cahil ve anti-demokratik Müslüman toplumlarına bayılıyorlar. Mursi gitmiş, Tutsi gelmiş. Hiç dertlenmiyorlar.Türk hükümetlerine kabul ettirdikleri ekonomik programların tarihiniokursanız, dilinizi yutarsınız. (Bak. Mustafa Sönmez, ‘ CumhuriyetDöneminin Sanayi Politikaları, ’, 75 Yılda Çarklardan Chip’lere . s.1-19Tarih Vakfı ‘Bilanço 98’ serisi. İş Bankası Yayınıİstanbul 1999)
Sevgili Okuyucular,
Zenginler fakirleri sömürür. Biz fakir ve okumamış bir ülkeninçocuklarıydıkÇocukluk yıllarımı anımsıyorum. Eyüp’te killi topraktan yapılıp kuruduktan sonra renk renk boyanan zıpzıplarla oynamak küçükçocukların en çok sevdiği oyunlardandı. Topaç çevirirdik. Un bulamaçlarenkli kâğıtlarını yapıştırdığımız uçurtmalarımız vardı. Çember çevirirdik.Top modası pek yoktu. Çünkü Türkiye top bile üretemiyordu. .
Anadolu’nun Türk halkı yüzyıllarca fakir yaşadığı için azla mutlu olan bir halktır. Karnı doyarsa ‘amenna’ der. Anadolu’da geçen çocukluğumdafabrika işi mekanik oyuncaklar yoktu. Elazığ’da, 1930’lu yıllarda, oynadığımız başlıca oyun çelik çomaktı. Birdirbir oynardık. Eğirdir de birdirbir’in yanında uzun eşek, esir almaca oynardık. Sallama sapanımız vardı. Bir de sadece orada gördüğüm bir boncuk oyunu vardı: Bir eşek semerinin bağlarının geçtiği dövme demirden yapılmış ortası açık 5-6 santimlik demirleri taş duvara vurup bir iki metre uzağa düşürürdük.Yerde duran demire bir karıştan daha yakın düşüren bir mavi boncukkazanırdı. En sevdiğimiz oyunlardan biri aşık oyunuydu. Koyun ayağından çıkan aşıklarla oynanırdı. Bir tanesinin içine biraz kurşun dökülür ve daha ağır yapılırdı. Toprağa bir daire çizilir, ortasına aşıklardizilirdi. Kurşunlu aşık (adını unutmuşum) dışarıdan atılır ve çember içinde dizilen aşıklara vurarak onları dışarı çıkarırdı.
Ankara 1930’ların ikinci yarısında Türkiye’nin en çağdaş kenti idi. Asfalt sokakları vardı. Otomobilli ulaşımın pek olmadığı o sokaklarda savaş içinde çocuklar patenle kayarlardı. İlkokul öncesi babamın görevli olduğu Berlin’e gittiğim zaman evde bir büyük renkli top, bir tren ve üç tekerlekli bir bisiklet buldum. Birden dünyam değişti.
İkinci Dünya Savaşı’na kadar Türkiye eşsiz bir atılım yaptı. Akıl almaz bir devrim olan yeni alfabe Türkiye’nin kurtarıcısıdır. Anadolu 1923 ile 1938 arasında dünyanın çağdaşlaşan tek Müslüman ülkesi oldu. Bu yıllar devlet programının sanayileşme olduğu yıllardır. Bugünü de o yıllara borçluyuz. Ama 1950’li yıllarda köylerde elektrik yoktu. Birkaç önemli kent yolu asfaltlandı ama, kentler arası yollar tozlu şoselerdi. Halk henüz otomobil sahibi olmamıştı.
Kırsal kesim kente gelince yeni bir dünya ile karşılaştı. Artık köye dönemez. Daha mutlu değiller. Eskiden ekmek, su birkaç doğal ürünü sağladıkları zaman yakın geleceği garantiliyorlardı. Bugün gelecek garantisi dünyada da yok, Türkiye’de de. O insanlara toprağın verdikleri ve kendi ürettikleri yetiyordu. Onların dostu gerçekten kara topraktı.
Bugünün köylü çocukları otomobillerin yeni modellerini tartışıyorlar. Liseye gidenlerinin elinde telefon var. İnsanlarımız çağdaş araçlardan çok memnun. Çünkü bunlar toplumsal statü öğeleri. Daha fazlasını istiyorlar. Ama üç çocuklu, kocası işsiz bir kadın ailesine bakıyor. Dünyada en kötü şey, böyle milyonlarca fakir ailenin varlığını bile yansıtmayan istatistiklerin dünya ekonomisini yansıttığı yalanını sürdürmektir. Bu insanlar mutlu mu, mutsuz mu? Kendileri de bilmiyorlar. Üç kağıtçılar da onların cehaletini istismar edip ceplerini insafsızca dolduruyorlar. Halkın mala ve paraya bağlı bir sahte mutluluktan haberi var, fakat yapacağı bir şey yok. Gençler internet kahvelerde de bilgisayar oyunu oynuyorlar. Porno seyrediyorlar. Okul ödevlerini de yapıyorlar. Hepsi aydaki astronotlar gibi, köksüz. Aile otomobil alamadığı zaman büyük mutsuzluk hissediyorlar. Bizim fakir toplumun sevgilisi araba. Parking de yol.
1914-1945 dünya savaşları dünyanın altını üstüne getirdi. Türkiye’de olumsuz değişiklikler de Mustafa Kemal öldükten sonra başladı. Amerika’nın kapitalist liderliğinde para insanların tek amacı oldu. Namık Kemal olsaydı ‘Ne füsünkâr imişsin ey didarı dolar, esiri aşkın olduk, gerçi kurtulduk demokrasiden’ derdi.
Gelecekle ilgili sonsuz senaryo düşünülebilir. Fakat bütün dünyanın tek amacı sürdürülebilirlik. Diyelim, petrol alımında zorlandık. İstanbul’da elektrikler iki gün kesildi. (Türkiye’nin bir haftalık rezervi olduğu söyleniyor.) Mevsim kış. Ne yaparsınız? Diyelim, çok yağmur nedeniyle ulaşım zora girdi. Ne yapabilirsiniz? Eğer deprem olur da, uzmanların dediği gibi, bir milyon kişi açıkta kalırsa, İstanbul ve Türkiye bu şoktan çıkabilir mi? Fakiri, yaşlısı, hastası ile, 17-18 milyonluk kent ne kadar zamanda felç olur?
Elektrikli adamın mutsuzluğu elektriksiz adamda yoktu. Küçük yerleşmelerde ulaşım sorunu yoktu. Namazdan sonra bir okkalık ekmeğini alıp yürüyerek evine dönen, gazetesiz, radyosuz, televizyonsuz, ulaşımsız, tüketimsiz bir halk. Bir şeyden haberi olmadığı için daha mutluydu. Kuşkusuz bu artık olanaksız. Bugünün insanının sahip oldukları çok fazla. Endişesi de o oranda çok. Fakat her şeye egemen olan kesin bir olgu var: Köylü köyüne dönmüyor ve dünyanın verdiği konforu istiyor. Seçimini yapmış. Televizyon istiyor. İnternet istiyor. Alışveriş merkezlerinde gördüğü her şeyin, alamayacak bile olsa, müşterisi. Bunlar dünya ile ortak istekler. Toplumun gelecekten beklediği çağdaş yaşam araçlarının hepsine sahip olmak.
Politik amaçlarla ne yaparsak yapalım, ders programlarıyla ya da öğrencilerin yaşı ile ya da okulların düzenlenmesi ile nasıl oynarsak oynayalım, kaç tane cami ve imam hatip okulu kurarsak kuralım, dünyanın her köşesinde herkes çağdaş yaşam araçlarına sahip olmak istiyor. Herkes televizyonda ve çevresinde gördüğü dünyanın yapışık parçasıdır.
Geleceğin değişmeyen bir programı var: Bu her yerde uygulanacak:
Enerji, İklim,Tarım, Sağlık. Bunların tümü fizik, kimya, biyoloji ve onlara ilişkin teknolojilere üzerine oturuyor. Yaşamın strüktürü bu. Gelecek de bunun üzerine kurulu.
Sayın tayinli bilim adamlarımız,
TÜBİTAK Evrim Kuramını bilimsel bulmuyormuş? Niteliği ‘bu sözde zahir’! Anaximander bundan 2500 yıl önce insan’ın balıktan gelmiş olabileceği hipotezini ortaya atmıştı. Nietzsche Milet’li ilk filozofların saçma şeyler söylediklerini, ama en büyük sorunlara parmak bastıklarını söyler: Birincisi her şeyin başlangıcından söz ediyorlardı; ikincisi bunu hikâye ile karıştırmıyorlardı; Üçüncüsü varlığın birliğinden söz ediyorlardı. Popper’ın gösterdiği gibi bilim kanıtlanmamış hipotezlerle ilerler. Darwin’in Evrim Kuramı üzerine yazılan kitapların sayısı TÜBİTAK kitaplığından zengindir.
Güncel yaşamın arkasında Bilim ve Teknoloji onların arkasında da insan özgü bir yetenek var: Akıl
Doğan Kubat.
12 Temmuz 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder