3 Ağustos 2013 Cumartesi

Ordusunu Yenmek - ALİ SİRMEN.

Bu yıl Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) gergin bir ortamda toplanıyor. Bir yandan 5 Ağustos günü Ergenekon davasının karar aşamasına geçilmesi, bu oturuma katılmak üzere binlerce kişinin Silivri’ye akın etmesi beklenirken öte yandan, Balyoz davasının temyiz aşaması sürüyor.
Bunlar olurken hemen YAŞ öncesi üç generalin istifaları, dikkatlerin Hava Kuvvetleri’ne yoğunlaşmasına neden oldu.
Arkadaşımız Barkın Şık’ın 30 Temmuz tarihli Cumhuriyet’te yayımlanan haberinde belirtildiğine göre, 2013 başından beri Hava Kuvvetleri’nden istifa ile ayrılan subay sayısı, 123’ü pilot olmak üzere, 170’i buluyor.
Bu arada, bu yılki YAŞ kararlarında da TSK’nin nesnel ölçütlerinin yerini yine iktidarın tercihlerinin alacağı söyleniyor.
Gerçekten endişe ile izlenen bir tablo.
Ne var ki, kimileri gelişmeleri, “askeri vesayeti tasfiye ediyoruz” diye büyük bir hoşnutlukla izlemektedirler.
Kimsenin askeri vesayetin tasfiyesine itirazı yok. Ama demokrasilerde, bunun da hukuki yolu ve yordamı olması gerektiği gibi, askeri vesayeti tasfiye ile kendi ordusuna savaş açma ayrı ayrı şeylerdir.
***
Burada yeri geldiğinde sıkça değinildi. Bir devletin kendi ordusuyla savaşıp yenmesi mümkündür, ama bundan kazançlı çıkması mümkün değildir.
Bu konuda, şimdi moda Osmanlı olduğuna göre ondan örnek verelim.
2011 yılında Tarihçi Kitabevi, Sayın Cahit Kayra tarafından yayına hazırlanan bir eser yayınladı: Hasan Rami Paşa’nın “Hatırat”ı.
Hasan Rami Paşa, 1882-1897 arasında Abdülhamit’in Bahriye Nazırlığı’nı yapmış olan Hüseyin Hüsnü Paşa’nın ardından Bahriye Nezareti ve Akdeniz Donanması Komutanlığı görevini yürütmüş olan kişi.
Hatırat’ı, insanı şaşırtacak, utandıracak ve de isyan ettirecek nitelikte.
Kitap, Abdülaziz zamanında dünyanın en güçlüleri arasında olan Osmanlı donanmasının 1897 yılında üç Yunan savaş gemisi karşısında düştüğü acınası durumu anlatıyor ve Paşa, hatıratında kendini mazur göstermeye çalışıyor.
İsterseniz biraz geriye doğru gidelim.
18. yüzyıl sonu, 19. yüzyıl başı Osmanlı donanması içler acısı bir durumdaydı. Gerçi, 1774’te Deniz Harp Okulu Mühendishaneyi Bahri-i Hümayun adı altında açılmıştı ama yetmiyordu.
Nihayet Napolyon Seferleri sırasında bir gün, İngiliz donanmasının Çanakkale’deki nöbetçilerin hepsinin namazda olmalarını fırsat bilerek İstanbul önlerine gelip toplarını III. Selim’in sarayına çevirmeleri üzerine donanmanın önemi kavrandı.
***
Güçlü donanma girişimleri Abdülaziz döneminde yaşama geçti. Padişah’ın ısrarlı politikası ile Aziziye, Mesudiye, Osmaniye gibi dönemin en güçlü gemileriyle donanmış bir donanma edinildi.
Ne var ki, Abdülaziz’in devrilmesinde, geliştirdiği Deniz Kuvvetleri’nin de payı oldu.
Abdülhamit, hem askeri vesayeti tasfiye etmek hem de Deniz Kuvvetleri’nden intikam almak için, Hüseyin Hüsnü Paşa aracılığıyla donanmayı Haliç’te çürüttü.
Gemilerin bakımsızlığı ve mürettebatın eğitimsizliğinin vardığı boyutun farkında olmayanlar, 1897’de bu donanma ile Yunan Deniz Kuvvetleri’ni Ege’de vurmaya karar verdiler.
Rezalet, donanma daha sefere çıkarken başladı. İstanbul halkının ve kordiplomatiğin gözleri önünde Haliç’ten çıkıp Sarayburnu’nu dönerek, Marmara’ya açılan gemiler zar zor Yeşilköy önlerine kadar geldiler. Orada birinin dümeni kilitlendi, İmralı önüne sürüklenip orada karaya oturdu.
Hasan Rami Paşa komutasındaki donanma Çanakkale’den çıkıp Yunan gemileriyle temas sağlamak bir yana düşmandan fellik fellik kaçtı. Saklanacak delik aradı.
Sonuç tam anlamıyla fiyaskoydu.
Hasan Rami Paşa’nın “Hatırat”ında bütün bunların öyküsü var.
Abdülhamit, donanmayı cezalandırmış ama kendisi de kaybetmişti.
Hasan Rami Paşa Hatırat’ı, ordusunu yenen despotun kaçınılmaz yenilgisini güzel güzel anlatıyor.
Herkese hararetle tavsiye ederim.
ALİ SİRMEN
3 Ağustos 2013 - Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder