Mumcu’yu anmak moda deyişle… hiçbir zaman bugünkü denli “manidar” olmadı. Uğur Mumcu’nun yazılarından birini çektiğinizde, efsane gazetecinin geçmişte bugünü anlatmış olduğunu görüyorsunuz.
Cumhuriyet’in dün birinci sayfasında tam sayfa yayımlanan “Yolsuzluk Masası” fotoğrafı buna bir örnek…
TGC’de önceki gün yapılan Uğur Mumcu’yu anma toplantısında Altan Öymen, bu tarihi fotoğrafın öyküsünü birinci elden anlattı.
Uğur Mumcu ile 70’li yıllarda ANKA’da birlikte çalışırlarken dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in “hayali ihracat dosyası”nın da aralarında olduğu büyük yolsuzluk dosyalarını incelemek üzere bir “hukuk masası” kurmuşlar…
“Hukukçu olduğu için hukukla ilgili tüm haberler ona geliyordu” diye söze giren Öymen; “Uğur sonra bunları Cumhuriyet’te köşesinde yazıyordu. Bir sabah gelince baktık, istihbarat şefi Teoman Erel… ‘hukuk masası’ yazısını ‘yolsuzluk masası’yazısıyla değiştirmiş! Cumhuriyet’teki fotoğraf işte o masada çekilmiştir!” dedi.
Öymen sonra Mumcu ile birlikte, o yılların en büyük yolsuzluk davası olan “hayali ihracat”ı, “Mobilya Dosyası” isminde bir kitaba dönüştürdüklerini anlattı ve “hayali ihracat”ın böylelikle faş olması ardından, Demirel’in yeğeninin de hapis yattığını hatırlattı.
Türkiye, demek ki “hayali ihracat” günlerine göre gerek “hukuk”, gerek “gazetecilik” açısından; çok çok gerilere gitmiş!..
O dönemde yolsuzluklar her şeyden önce, iktidarda farklı kliklerin kapışması ve karşılıklı şantajları tehditleri yüzünden değil, dört dörtlük “araştırmacı gazetecilik” sonucunda ortaya çıkmıştı…
“Hukuk devletinin” ilk şartı olan “yasa önünde yurttaşların eşitliği” ilkesi de pekâlâ çalışmış; “Başbakanın yeğeni” filan denmeden Yahya Demirel’den hesap sorulmuştu.
Bugün açıkça oysa güçlüleri yasaların üzerinde tutan ve dokunulmaz kılan farklı bir anlayış ve hukuk var.
“Yolsuzluk masası”; 70’lerin “demokrasi” ve “hukuk devleti” düzeyi ile 2000’lerin “ileri demokrasi”sini karşılaştırmak açısından özetle mükemmel bir ölçüt.
‘Arap kapitülasyonları’
Mumcu bugün aramıza dönse acaba “Pes! Bu kadarını ben bile öngöremezdim!” diye hayret mi ederdi?..
Yoksa, “Ben sizi yol boyu uyarmıştım!” mı derdi?..
Bence ikincisi…
Mumcu’nun “Tarikat, Ticaret, Siyaset Üçgeni” üzerinde 80’lerde yazdıklarını bugün okuduğumuzda, günümüzdeki düzenin tüm sütunlarının otuz küsur yıl öncesinde çıkıldığını görüyoruz!
Her şeyin imam hatip okulları ve İslamcı sermayeye tanınan ayrıcalıklarla başladığını anlatıyor Mumcu.
Bunun adı “Arap kapitülasyonlarıdır” diyor.
“İslamcı bankerler öyle ayrıcalık sahibidir ki” diye devam ediyor: “Bu İslamcı bankerler örneğin battı… diyelim… Ödeme zorluğu çekti ve battı. (Onlar için) İcra iflas kanunu yürürlükte değildir. Ticaret kanunu yürürlükte değildir. Ya ne yürürlüktedir? Başbakanın takdirleri!”
Tıpkı bugün olduğu gibi…
Ne yaptıysak… Başbakanın takdirleriyle yaptık deniyor ya… Öyle.
Demek başbakanın takdirleri… 80’lerden bu yana, böyle şiştikçe şişmiş. Sonunda İslamcılar için tamamıyla farklı bir hukuk muafiyeti ve pratiği gelişmiş…
Bitmedi.
Devam ediyor Mumcu: “İslam Kalkınma Bankası’na vergi muafiyeti sağlanmıştır. Bunlar Arap kapitülasyonlarıdır. Bunlarla İslamcı ideoloji ve siyasi hareket mali kaynak bulmuştur. Bu bir. İkincisi… İmam hatip okulları...”
“Açılsınlar tamam. Açılmalıdırlar” diyor Mumcu; “Ama hangi maksat için?”…
“Bakıyorsunuz” diyor özetle… “Diyanet’te çalışan görevliler ilkokul mezunu. İHL mezunları bu durumda ne oluyor? Savcı oluyor. Yargıç oluyor. Kaymakam oluyor. Bunun adı: Devlette kadrolaşmaktır.”
Mumcu kısaca “kadrolaşma” ve “Arap kapitülasyonları” yoluyla Türkiye’de laikliğin bizzat devlet eliyle yok edildiğini söylüyor. Mumcu, 70’lerdeki büyük yolsuzluk araştırmalarından sonra Türkiye’nin bütün bir anatomisini çıkarmış!
Onun için bu kadar büyük bir efsane gazeteci oldu.
Onun için bunca büyük iz bıraktı.
Onun için hâlâ bu kadar güncel.
Mumcu bugün aramıza dönse acaba “Pes! Bu kadarını ben bile öngöremezdim!” diye hayret mi ederdi?..
Yoksa, “Ben sizi yol boyu uyarmıştım!” mı derdi?..
Bence ikincisi…
Mumcu’nun “Tarikat, Ticaret, Siyaset Üçgeni” üzerinde 80’lerde yazdıklarını bugün okuduğumuzda, günümüzdeki düzenin tüm sütunlarının otuz küsur yıl öncesinde çıkıldığını görüyoruz!
Her şeyin imam hatip okulları ve İslamcı sermayeye tanınan ayrıcalıklarla başladığını anlatıyor Mumcu.
Bunun adı “Arap kapitülasyonlarıdır” diyor.
“İslamcı bankerler öyle ayrıcalık sahibidir ki” diye devam ediyor: “Bu İslamcı bankerler örneğin battı… diyelim… Ödeme zorluğu çekti ve battı. (Onlar için) İcra iflas kanunu yürürlükte değildir. Ticaret kanunu yürürlükte değildir. Ya ne yürürlüktedir? Başbakanın takdirleri!”
Tıpkı bugün olduğu gibi…
Ne yaptıysak… Başbakanın takdirleriyle yaptık deniyor ya… Öyle.
Demek başbakanın takdirleri… 80’lerden bu yana, böyle şiştikçe şişmiş. Sonunda İslamcılar için tamamıyla farklı bir hukuk muafiyeti ve pratiği gelişmiş…
Bitmedi.
Devam ediyor Mumcu: “İslam Kalkınma Bankası’na vergi muafiyeti sağlanmıştır. Bunlar Arap kapitülasyonlarıdır. Bunlarla İslamcı ideoloji ve siyasi hareket mali kaynak bulmuştur. Bu bir. İkincisi… İmam hatip okulları...”
“Açılsınlar tamam. Açılmalıdırlar” diyor Mumcu; “Ama hangi maksat için?”…
“Bakıyorsunuz” diyor özetle… “Diyanet’te çalışan görevliler ilkokul mezunu. İHL mezunları bu durumda ne oluyor? Savcı oluyor. Yargıç oluyor. Kaymakam oluyor. Bunun adı: Devlette kadrolaşmaktır.”
Mumcu kısaca “kadrolaşma” ve “Arap kapitülasyonları” yoluyla Türkiye’de laikliğin bizzat devlet eliyle yok edildiğini söylüyor. Mumcu, 70’lerdeki büyük yolsuzluk araştırmalarından sonra Türkiye’nin bütün bir anatomisini çıkarmış!
Onun için bu kadar büyük bir efsane gazeteci oldu.
Onun için bunca büyük iz bıraktı.
Onun için hâlâ bu kadar güncel.
Sosyal medyaya yetişseydi
TGC’de Orhan Erinç moderatörlüğünde yapılan, Altan Öymen, Ali Sirmen, NiyaziDalmancı’nın katıldığı ve benim de konuşmacı olduğum toplantıya hazırlanırken Uğur’un internette eski videolarını izledim.
İnançlı, heyecanlı ve gür sesiyle konuşurken ne kadar canlı, ne kadar gerçek!
Dikili’de halkla ya da Nazlı Ilıcak’la bir TV programında konuşurken/tartışırken görüntülenen Mumcu’nun çehresi ve sesi ekranda yeniden belirince; onca yılın sanki aradan hiç geçmemiş olduğunu düşünüyorsunuz.
Tüm etkileyiciliği ile Uğur karşınızda duruyor.
Kalemi gibi, söze de çok hâkim. Hızlı, esprili ve eğlenceli…
Tam “Twitter çağına” uygun vuruculukla iletişime giriyor!
Bunun için hiçbir özel gayret sarf etmesi gerekmiyor; kendisi olması yetiyor…
“Ne kadar modern ve muhteşem bir iletişim yeteneği varmış!” diye düşünmekten kendimi alamadım Mumcu’nun “YouTube” videolarını izlerken…
“Sosyal medya” çağına yetişmiş olsaydı, acaba bugün etkisini nerelere taşırdı?
TGC’de Orhan Erinç moderatörlüğünde yapılan, Altan Öymen, Ali Sirmen, NiyaziDalmancı’nın katıldığı ve benim de konuşmacı olduğum toplantıya hazırlanırken Uğur’un internette eski videolarını izledim.
İnançlı, heyecanlı ve gür sesiyle konuşurken ne kadar canlı, ne kadar gerçek!
Dikili’de halkla ya da Nazlı Ilıcak’la bir TV programında konuşurken/tartışırken görüntülenen Mumcu’nun çehresi ve sesi ekranda yeniden belirince; onca yılın sanki aradan hiç geçmemiş olduğunu düşünüyorsunuz.
Tüm etkileyiciliği ile Uğur karşınızda duruyor.
Kalemi gibi, söze de çok hâkim. Hızlı, esprili ve eğlenceli…
Tam “Twitter çağına” uygun vuruculukla iletişime giriyor!
Bunun için hiçbir özel gayret sarf etmesi gerekmiyor; kendisi olması yetiyor…
“Ne kadar modern ve muhteşem bir iletişim yeteneği varmış!” diye düşünmekten kendimi alamadım Mumcu’nun “YouTube” videolarını izlerken…
“Sosyal medya” çağına yetişmiş olsaydı, acaba bugün etkisini nerelere taşırdı?
NİLGÜN CERRAHOĞLU
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder