25 Ocak 2014 Cumartesi

‘Narsisizm!’ - NİLGÜN CERRAHOĞLU

En tehlikeli “izm” hangisidir, diye sorsalar, ne yanıt verirdiniz? 
Bence en tehlikeli “izm” narsisizmdir. İnsanın kendi görüntüsüne âşık olması kadar tehlikeli bir ruh hastalığı yoktur. Diktatörlerin birçoğu kendi kendilerine hayranlıkları nedeniyle kendi sonlarını hazırlamışlardır.

Yunan mitolojisine göre, Narcissos adlı bir genç, gölün suyuna yansıyan görüntüsünü kucaklarken ölmüş; göllerdeki nergis çiçekleri de Narcissos’un kendi güzelliğini sonsuza dek seyredebilmesi için yaratılmıştır. “Narsisizm”in bir ruhbilim terimi olarak kullanılması mitolojideki bu öyküye dayanır. Aynı öyküde “Narcissos” ile “Echo”nun umutsuz aşkları anlatılır. Latin şairi Ovidivus, bu kendi kendini sevme tutkusunu şu dizelerle anlatıyordu: 
Kımıldamaksızın bakıyordu kendi kendine şaşkın şaşkın! 
Bilmeden kendini arzuluyor, severken onu, kendini seviyordu/ isterken kendini istiyordu/ İçini yakan ateşi tutuşturan da kendiydi. 
Kendi görüntülerine âşık olanlara “narsisist” denmesi, daha sonra psikanalizm terimi olarak da benimsenmiştir. “Narsisizm” özgün adıyla bilinen bu hastalık insan psikolojisinin en karmaşık sorunlarından birini oluşturuyor. 
İlkel toplumlarda, doğa olaylarının kendi gizemli güçlerinden kaynaklandığını ileri süren kabile reisleri de herhalde narsisizmin en belirgin hastalarıydı. Modern toplumlarda da sahne, perde ve ses sanatçıları ile siyasal liderler arasında da bu hastalığa çok rastlanmaktadır. 
Diktatörlerin “narsisist” olmadıkları söylenebilir mi? Karşılarında kendisini coşkunca alkışlayan kitleleri bulan liderler, bir süre sonra kendilerinde insanüstü bir güç bulmazlar mı? 
Her gün kendi görüntüsünü televizyonda gören ve ulaştığı yerlere bakarak, bütün bu doruklara yalnızca kendi insanüstü gücü ile geldiğine inanan bir lider, ruhbilim bakımından sağlıklı sayılır mı? 
Diktatörler üzerinde yapılan araştırmalar, bu diktatörlerin birçoğunda var olan“aşağılık duygusu”nun, kitle psikolojisi etkisi ile saldırgan bir ruh haline dönüştüğünü göstermiştir. Napolyon bunun örneğidir. Kısa boyu, kadınsı bedeni ile aşağılık duygularının tutsağı olan Napolyon, tarihin en mağrur diktatörlerinden biri olmuştur. 
İnsanları çoğu kez içgüdüleri yönetir. Akıllı ve sağlıklı insanlar bu içgüdüleri frenleyip dengelerler. Liderlerdeki aşağılık duygusu, bu içgüdüleri, yaşanan toplum psikolojisi içinde ön plana çıkarır. 
Ya çevre?.. 
Liderlerin çevrelerinde hemen bir “dalkavuk çemberi” oluşur. Lider ne derse o doğrudur. Bu “dalkavuk çemberi”ne günümüzde basın da katılır. Lider artık kendi insanüstü gücüne inanır. Ağzını açtı mı kitleler harekete geçer! Bir işareti ile ülke boydan boya dalgalanır! Manşetler, yazılar, televizyon programları hep onun gözünün içine bakar. Bir bakışı ile akan sular durur! 
Böyle düşünen bir lider, tam anlamı ile “narsisist” olmuştur artık. Gözü hiçbir şey görmez. Varsa yoksa kendisi! Dünyanın merkezi kendi adı ve soyadıdır. Fiziğindeki çirkin görüntüde bile bir “ilahi güzellik” arar ve bulur… 
Buna “siyasal narsisizm” de demek olasıdır. Bu tür “narsisizm” hastalığına tutulan liderler için kurtuluş yoktur. O önce kendini, sonra partisini ve devleti büyük serüvenlerin içine iter. “Benlik duygusu”nun verdiği doyumsuz tat hiçbir engel tanımaz. İçgüdüler, mitolojideki nergis çiçekleri gibi su üstüne çıkar. Lider her yerde kendi görüntüsünü arar. Bulamazsa öfkelenir. Öfkelendikçe kırıcı ve yıkıcı olur. Artık o bir hastadır. Kusuruna bakılmaz. 
Demokratik bir toplum, insan ruhunun derinliklerindeki bu çarpıklıkların zararlarını en alt düzeye indiren, bunun için güvenceler getiren bir sisteme dayanır. Açık toplum ve çoğulcu demokrasi bu gibi hastaları, elden geldiğince önleyen bir sistemdir. 
Tanrı hepimizi narsisist liderlerden korusun… *
                                
Uğur MUMCU’nun 11 Temmuz 1986 tarihinde “Gözlem” köşesinde yayımlanan yazısı. Aradan 28 yıl geçmiş. Tam “Uğur”luk bir yazı. “Uğur”luk tüm yazılar gibi zamana şaşırtıcı biçimde meydan okuyor. Dünden çok daha güncel bir yazı olarak karşımıza çıkıyor! “Narsisist liderleri” ve “dalkavuk çemberleri” ile Türkiye’nin köklü patolojilerinin -heyhat!- ne kerte derin ve değişmez olduğunu kanıtlarken, bir yandan da yazarın kaleminin keskinliği, kalıcılığı ve ustalığına çarpıcı bir örnek oluşturuyor. Sevgili Ali SirmenAltan Öymen ve Niyazi Dalyancı ile birlikte bugün (yani siz okuduğunuzda dün!) TGC’de Mumcu’nun anısına düzenlenen törende konuşuyor (siz okurken konuşmuş…) olacağım. Konuşmaya hazırlanırken önüme çıkan bu muhteşem Mumcu yazısı, beni tek kelimeyle cin gibi çarptı. Eminim siz de çarpılacaksınız!  

NİLGÜN CERRAHOĞLU
Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder