28 Haziran 2014 Cumartesi

1914 Haziranı…- NİLGÜN CERRAHOĞLU

Saraybosna’da Avusturya veliahtı, Franz Ferdinand’ın öldürüldüğü köşeyi çok yakın tarihte, birkaç yıl önce müze yapmışlar; üstüne de iri puntolarla şu yazıyı yazmışlar:“20. yüzyılı başlatan sokağın köşesi!” 

28 Haziran 1914’te, Avusturya veliahtı Ferdinand’ın bundan tam yüz yıl önce, Saraybosna’nın ortasından geçen Miljacka Nehri’ne bakan bu öldürüldüğü köşeye, dünyadan şimdi turist akıyor. 
İkiz kulelerin bulunduğu “Ground Zero”, New York’ta nasıl turizm odağına dönüştüyse, Saraybosna’nın gerçekte geçen yüzyıl boyunca unutulan ve bilinmeyen bu mütevazı köşesi, müzenin buraya yapıldığı 2007’den beri “ünlenmiş”… 
Henüz yeni döndüğüm Trieste’den örneğin, “20. yüzyılı başlatan sokağın köşesine”, I. Dünya Savaşı’nın 100. yılı vesilesiyle turlar düzenleniyordu. Daha fazla zamanım olsaydı; Trieste’den Saraybosna’ya uzanmak ve de dünyanın kaderini değiştiren o acayip “28 Haziran 1914” suikastının yaşandığı yeri görmeyi çok isterdim… 
Birinci Dünya Savaşı son kertede çünkü kestirmeden hep böyle anlatılır: “Arşidük Ferdinand Saraybosna’da suikasta kurban gidince, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu Sırbistan’a savaş açtı ve böylelikle I. Dünya Savaşı çıktı!” 
Sürekli ezbere tekrar edilen bu cümle karşısında hep ortaokul günlerimden beri“Neden bir suikast için bunca büyük bir savaş çıktı?” diye duraksamışımdır…
Osmanlı ile çözülen imparatorluklar 
Saraybosna’daki “suikast müzesini” gidip yerinde gezemedim ama Balkanlar’ın Avrupa’daki kapısı sayılan Trieste’de elime 167 sayfalık küçük bir kitap geçirdim…. 
Kitabın adı “1914”
Yazarı, İtalya’nın tanınmış tarihçilerinden Luciano Canfora... 
Çok kolay okunan kitap aslında tam da bu soruya odaklanıyor. Sonuçta “Avusturya arşidükünün katlinin, I. Dünya Savaşı’nın kıvılcımını çakmış olması” öyküsünün fazlasıyla basitleştirilmiş bir öykü olduğunun altını çiziyor; savaş rüzgârlarının büyük güçler arasında nicedir estiğini, meselenin dönemin küresel emperyali İngiltere’nin güç kaybıyla, tam o sırada “topraklarında güneş batmayan” Britanya İmparatorluğu’na rakip çıkan… dünyanın yeni yükselen gücü Almanya arasındaki yarıştan kaynaklandığını; dönemin diğer güçlerinin, bu amansız boy ölçüşme etrafında tekrar pozisyonlar belirlemeleriyle pazar, hammadde, yatırım alanlarının yeniden paylaşılmasının gündeme geldiğini ve kıyametin böyle koptuğunu anlatıyor. 
Öylesine bir kıyamet ki (Osmanlı, Alman, Avusturya-Macaristan ve Büyük Rus imparatorlukları dahil olmak üzere) 4 dev imparatorluk çözülmüş; St. Petersburg’da Bolşevik devrimi tetiklenmiş; ideolojiler çatışması ve savaşın yıkıntısı ardından faşizmler, Nazizmler patlamış, bu yüzden II. Dünya Savaşı’nın temelleri atılmış ve nihayet bunu da… 20. yüzyılın sonunda “duvarın” düşmesiyle sona eren bir uzun Soğuk Savaş izlemiş… 
Kimi tarihçiye göre, I. Dünya Savaşı böyle… 20. yüzyılın tamamına yayılan bir olaylar silsilesinin başlangıcı… 

İşte bu silsile Saraybosna’da dünya turizminin henüz yeni keşfettiği bir sokak köşesinde vurulan Veliaht Ferdinand’ın suikastı ile başlıyor. 
Ferdinand’ın öldürülmesine, dönemin gazeteleri gerçi… çağımız medyasının 11 Eylül’e verdiği yer kadar yer vermiyor. Ama Avusturya Macaristan İmparatorluğu, 28 Temmuz’da… Sırbistan’a hızla, bir ay içinde savaş ilan ediyor. Bunu 30 Temmuz’da... Rusların “seferberlik ilanı” izliyor. Rusların seferberliğe girmesiyle Almanya da, Rusya’ya savaş ilan ettiğini duyuruyor. 
Bu tırmanışı, “48 saatte Avusturya-Sırp çatışması bir Avrupa savaşı halini aldı” diye anlatıyor Canfora “1914” başlıklı eserinde…
Günümüzle paralellikler 
Birinci Dünya Savaşı’nın kitaplar, sergiler, turizm etkinlikleriyle böyle kanlı canlı hatırlanmasına yol açan sebep, günümüz üzerinde “1914”ün halihazırda süren etkileri ve yüzyıl öncesiyle çizilen çarpıcı paralellikler. 
Birinci Dünya Savaşı’nın vaktiyle “küresel emperyaller arasında değişen dengeler”den çıktığına dikkat çeken tarihçiler; bugün de, dönemin küresel gücü ABD-Çin arasında yepyeni bir boy ölçüşme yaşandığını, bu boy ölçüşmenin yeni türbülanslara yol açtığına işaret ediyorlar. 
Yanı sıra Ortadoğu’daki kaynaklar ve nüfuz alanları üzerinde koz paylaşan büyük devletlerin kapışmasının günümüzde halihazırda Suriye, Irak gibi ülkeler üzerinde süregittiğine parmak basıyorlar. 
Irak, Suriye misali ülkelerin sınırlarını belirleyen Sykes-Picot anlaşmaları, doğrudan zaten Birinci Dünya Savaşı’nın mirası. 
Bugün Suriye’yi ve Irak’ı konuştuğumuz zaman; aslında kaynağını I. Dünya Savaşı’ndan alan problemlerden bahsediyoruz. 
“Bağımsız Kürdistan” planlarından söz ederken; keza geri planı gene yüz yıl öncesinde kalan sorundan söz ediyoruz. 
Mezhep savaşları, İslamın büyük güçler güdümü altında bölgede araçsallaştırılmasından dem vurduğumuzda kökenleri gene I. Dünya Savaşı yıllarına giden bir paradigmadan dem vuruyoruz. 
Birinci Dünya Savaşı’nı 100. yıl değerlendirmeleri kapsamında en çok konuşması, hatırlaması gereken ülkelerden biri Türkiye iken… bizde bu türden bir tarihi duyarlılık pek görülmüyor. 
Neden dersiniz? 
Hâlâ aynı sorunlarla cebelleştiğimiz için tarihe dönüp bakamadığımızdan mı? 
Yoksa yalnız günü kurtarmakla yetindiğimizden mi?  

NİLGÜN CERRAHOĞLU
Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder