Pazar günü heyecansız, sonucunu herkesin bildiği ve adı seçim olsa da seçeneksizlik üzerine kurulmuş bir tiyatro izledik. Nihayetinde oy kullananlar, seçim kampanyalarında belirtildiği üzere, “Cumhur'un başını” yani Cumhurbaşkanını seçti.
Recep Tayyip Erdoğan 12 yıla yaklaşan başbakanlık görevinden sonra şimdi Çankaya'ya çıkacak. Kendisinin siyasi geleceği açısından başka türlüsü mümkün değildi. Baş'ta kalmanın yolu Çankaya'dan geçiyordu.
Baş'ta kalamazsa, hırsızlık, rüşvet ve savaş suçlarından yargılanacağını çok iyi biliyor. Bu nedenle Pazar günü gecesi Erdoğan'ın yüzünden seçim kazanmış bir siyasetçinin mutluluğu değil, korku ve tedirginlik okunuyordu.
Çünkü en çok Erdoğan farkındaydı, seçeneksizlik üzerine kurulan seçimin ona meşruiyet kazandırmaya ayarlı olduğunu.
Aynı sebeple ona oy vermeyenlere değil de, oy kullananlara, bu oyuna dahil olanlara teşekkür etti...
Tüm kurgusuyla bu seçim, “ayakların baş olması”nın önüne yeni bir duvar örmeyi amaçladı. Ama başaramadılar, duvarda çok gedik kaldı.
***
Şimdilik Baş'ta kalan Erdoğan'ın, sermaye sınıfının has temsilcisi olma kimliğiyle, siyasi hayatı boyunca en çok “ayakların baş olması”ndan korktuğu görüldü.
2008 yılında 1 Mayıs'ı Taksim Meydanı'nda kutlamak isteyen emekçilere ve işçi konfederasyonlarına “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” diyen Erdoğan'dı. Korkusu çok büyüktü. O yıl Taksim'e çıkmaya çalışan on binlerce emekçiye o dönem iyi anlaştığı F-tipi polislerle öyle bir saldırdı ki, gerçekten kızılca kıyamet kopmuştu.
2009'un son günlerinde başlayan TEKEL Direnişi, korkusunu daha da büyüttü. İşçilerin en temel hakları ve gelecekleri için sokağa çıkmasından alabildiğine korktuklarına tanık olundu.
Erdoğan ilk kez, 2008 yılında Taksim'e çıkmak isteyen emekçilere dönük olarak kullandığı deyimi, 2013 yılında yeniden hatırladı. Ona bu deyimi hatırlatan ise büyük Haziran Direnişi oldu.
25 Haziran 2013 tarihli grup toplantısında Gezi Eylemleri ve Taksim Dayanışması'nın ortaklaştırdığı taleplere ilişkin önce kendince had bildirdi ardından “Ayaklar ne zamandan beri baş olmaya başladı. Milletimizin vermiş olduğu bu yetkiyi kullanamaz duruma gelirse, o zaman zaten bittik demektir” dedi.
Her sözüne “millet” ile başlayan Erdoğan'ın aslında demagoji yaptığının açık kanıtıdır bu sözler. “Millet”in büyük bölümünü oluşturan emekçilerle herhangi bir bağının olmadığını söylerken, onlardan ölesiye korktuğunu belli ediyor.
“Millet”ten aldığı yetkiyi de, hep emekçilere karşı kullanıyor.
“Cumhur”un başı seçildiği günün ertesinde ilk tebriği patronlar örgütü TÜSİAD'dan aldığı sırada, sendikalaştıkları için işten atılan ve bu nedenle direnen Sütaş işçilerine Aksaray'da jandarma müdahale etti.
TÜSİAD, Erdoğan'a yeni bir sayfa açalım, sömürünün derinleştirilmesi için reformlar hız kesmeden sürsün mesajı verirken; bu örgütün eski başkanı Muharrem Yılmaz'ın patronu olduğu fabrikanın önünde işçiler yaka paça gözaltına alınmaya çalışılıyordu.
Sermayenin çıkarları ve korkuları, 12 yıldır Recep Tayyip Erdoğan'dan daha “faydalı” bir siyasetçi çıkarabilmiş değil. Düzen siyasetinde büyüyen meşruiyet krizine rağmen bu gerçeklik sürüyor. Sermaye, Erdoğan'ı yeni dönemde “normalleşmiş bir siyasi figür” olarak görmek istiyor. Çıkarları ve korkuları şimdilik bunu gerektiriyor.
Ama tüm çabaları nafile. Tarihin tekerleği, ayakların baş olacağı bir geleceğe doğru dönüyor.
Aşkın Süzük/SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder