Dışişleri Bakanı “M. Çavuşoğlu” böyle sesleniyor, Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı “M. Schulz”a. “İkiyüzlü” diyor; nedeni, Schulz’un “idam cezası”nın ülkemizde gündeme getirilmesiyle ilgili olarak verdiği demeç.
“AP” Başkanı, Türkiye’ye parmak sallıyor. “İdam kararı yeniden uygulamaya konursa, o zaman kırmızı çizgimiz aşılmış olur!” ve böylece de “AB ile müzakere süreci bitmiş olur!” diyerek...
Ayrıca, “muhalif vekillerin, gazetecilerin tutuklanmasının sürmesi halinde Gümrük Birliği’nin genişletilmesi de hayal olacaktır!” ihtarını da ekliyor.
Bugün, teröre karşı son bir “çare” olarak idam cezasını gündeme getiren “AKP”, dün “2002”de iktidarı ele aldığında “terör”, sesi soluğu kesilmiş bir durumdaydı; “AKP” iktidarıyla birlikte, bu “14 yıllık” süreçte adım adım yoğunlaşıp vahşileşerek iyice arttı. Bu artışta, “PKK”lıların Türkiye’ye davet edilip, tüm engellerin bir bir aşılarak yaratılan “Habur Şöleni (!)” ile karşılanmalarının payı da unutulmamalı...
Peki, böyle bir maskaralığı terörle yıllardır savaşıp ağır kayıplar veren hangi ülkenin iktidarı “akıl” edebilir ki? Ancak bir “üst akıl (!)” ile yönetilen bir ülke için geçerli olabilir bu “tarihsel” maskaralık... İyice durdurulamaz bir boyuta tırmanmakta olan terörü, iktidar “idam cezası”yla önlemek isteyince “AP Başkanı Schulz” karşımıza dikiliverdi.
Teröre karşıymış gibi olup PKK’lıları koruyan Schulz’a, Çavuşoğlu’nun yanıtı, “dış ilişkilere özgü dil bağlamında olsaydı belki daha etkin olabilirdi” doğrultusundaki “ortak kanı” henüz noktalanmadan, “Erdoğan”ın Schulz’a “terbiyesiz” diye seslenişi ortalara yayıldı.
Değerli dostlar, Erdoğan’ın “AP” Başkanı için kullandığı bu söylem karşısında insan, TC Devleti’nin “Kurucu Başkanı”na, ilk Cumhurbaşkanımıza seslenişini de anımsamanın önüne geçemiyor, insanın yazmaya da eli varmıyor. Ne var ki, “Atatürk”e “ayyaş” denmesi tarihe geçti, kuşkusuz söyleyenle birlikte... Özür dilemediğine göre, yargılama da tarihe mi kaldı, ne dersiniz?
“İkiyüzlü” oluşa gelince, bunun da inanılmaz örneklerini yaşıyoruz; bunlardan birine değineyim; geride bıraktığımız “10 Kasım” günü Erdoğan, “Atatürk”ün huzurunda “sap gibi” durduktan sonra, Anıtkabir defterine, “1919’da başlattığı İstiklal Harbimizi, 1923’te Cumhuriyeti kurarak zafere ulaştıran Gazi Mustafa Kemal, adını tarihe nakşettirmiş kahraman bir asker, büyük bir devlet adamıdır” diye yazıverdi... İşte bu kadar...
Şimdi, hele şu günlerde “bunları yazmanın, tazelemenin sırası değil” diyenlere hak vermemek haksızlık olur; ne ki ülkeyi tek başına istediği gibi yönlendirip yöneten kişinin “devlet yönetme liyakati”ni dikkatle, titizlikle izlemenin, ülkemiz için “yaşamsal” bir boyutu var; liyakatsizliğin bir ülkeye neler kaybettirdiğini açıkça yaşamadık mı? Yaşamıyor muyuz?
“Liyakat”i sık sık gündeme getiren “CHP” Başkanı Kılıçdaroğlu, “devlet yönetimindeki liyakat”ten söz ettiğini hep özenle vurgular. Haklı. Bu liyakati, yönetimdekilerin gözümüzün içine baka baka kullandıkları “yalan söyleme liyakati”nden, özellikle de, bugün söylediğini ertesi gün “inkâr etme liyakati”nden ayırmak ülkemiz için çok önemli; ne dersiniz?
Öte yanda, Schulz’un ikinci konusu da, “Erdoğan”a “muhalefet” eden “Cumhuriyet Gazetesi”nin, “10” yazar ve yöneticisinin tutukluluğu...
Bu konudan söz edildiğinde, “17. yy”ın ünlü bilim adamı, yazar “Galile”nin kendi adıyla anılan “Galile Davası”nı anımsatmanın gerektiğini düşünüyorum. İşte birkaç örnek:
• Galile de kitabında bir gerçekten -dünyanın hareketinden- söz ederek Vatikan’a, Papa’ya “muhalefet”ten dolayı suçlanmaktadır.
• Ne ki, Savcı Carlo Sencieri’nin -benzer bir suçtan- yargılanması gibi bir durum yoktur; 17. yy. İtalya’sında buna yer yoktur...
• Sorgulama öyle “üç gün”, ya da “24 saat” kesintisiz sürdürülemez; bu, ne Savcı Sencieri’nin ne de ötekilerin aklından bile geçmez...
• Galile’nin tutuklanmasının hemen ertesinde kızı ziyaretine gelir...
• Mektupları -özellikle kızınınkiler- hemen kendisine ulaştırılır...
• Günlerce bodrumlarda tutulduktan sonra, sorgulamaya geçilmesi gibi bir durum söz konusu olamaz...
• Bu davanın açılmasının gerçek nedeni, Papa
VIII. Urban’ın, hukuk dışı yönetiminin gündemden düşürülüp, gündeme Galile’nin oturtulmasıdır... Değerli dostlar, yaklaşık “400” yıl önceki bir davayla bu benzerliklere ne dersiniz?
Yarın Cumhuriyet’in bahçesinde buluşalım!
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
“AP” Başkanı, Türkiye’ye parmak sallıyor. “İdam kararı yeniden uygulamaya konursa, o zaman kırmızı çizgimiz aşılmış olur!” ve böylece de “AB ile müzakere süreci bitmiş olur!” diyerek...
Ayrıca, “muhalif vekillerin, gazetecilerin tutuklanmasının sürmesi halinde Gümrük Birliği’nin genişletilmesi de hayal olacaktır!” ihtarını da ekliyor.
Bugün, teröre karşı son bir “çare” olarak idam cezasını gündeme getiren “AKP”, dün “2002”de iktidarı ele aldığında “terör”, sesi soluğu kesilmiş bir durumdaydı; “AKP” iktidarıyla birlikte, bu “14 yıllık” süreçte adım adım yoğunlaşıp vahşileşerek iyice arttı. Bu artışta, “PKK”lıların Türkiye’ye davet edilip, tüm engellerin bir bir aşılarak yaratılan “Habur Şöleni (!)” ile karşılanmalarının payı da unutulmamalı...
Peki, böyle bir maskaralığı terörle yıllardır savaşıp ağır kayıplar veren hangi ülkenin iktidarı “akıl” edebilir ki? Ancak bir “üst akıl (!)” ile yönetilen bir ülke için geçerli olabilir bu “tarihsel” maskaralık... İyice durdurulamaz bir boyuta tırmanmakta olan terörü, iktidar “idam cezası”yla önlemek isteyince “AP Başkanı Schulz” karşımıza dikiliverdi.
Teröre karşıymış gibi olup PKK’lıları koruyan Schulz’a, Çavuşoğlu’nun yanıtı, “dış ilişkilere özgü dil bağlamında olsaydı belki daha etkin olabilirdi” doğrultusundaki “ortak kanı” henüz noktalanmadan, “Erdoğan”ın Schulz’a “terbiyesiz” diye seslenişi ortalara yayıldı.
Değerli dostlar, Erdoğan’ın “AP” Başkanı için kullandığı bu söylem karşısında insan, TC Devleti’nin “Kurucu Başkanı”na, ilk Cumhurbaşkanımıza seslenişini de anımsamanın önüne geçemiyor, insanın yazmaya da eli varmıyor. Ne var ki, “Atatürk”e “ayyaş” denmesi tarihe geçti, kuşkusuz söyleyenle birlikte... Özür dilemediğine göre, yargılama da tarihe mi kaldı, ne dersiniz?
“İkiyüzlü” oluşa gelince, bunun da inanılmaz örneklerini yaşıyoruz; bunlardan birine değineyim; geride bıraktığımız “10 Kasım” günü Erdoğan, “Atatürk”ün huzurunda “sap gibi” durduktan sonra, Anıtkabir defterine, “1919’da başlattığı İstiklal Harbimizi, 1923’te Cumhuriyeti kurarak zafere ulaştıran Gazi Mustafa Kemal, adını tarihe nakşettirmiş kahraman bir asker, büyük bir devlet adamıdır” diye yazıverdi... İşte bu kadar...
Şimdi, hele şu günlerde “bunları yazmanın, tazelemenin sırası değil” diyenlere hak vermemek haksızlık olur; ne ki ülkeyi tek başına istediği gibi yönlendirip yöneten kişinin “devlet yönetme liyakati”ni dikkatle, titizlikle izlemenin, ülkemiz için “yaşamsal” bir boyutu var; liyakatsizliğin bir ülkeye neler kaybettirdiğini açıkça yaşamadık mı? Yaşamıyor muyuz?
“Liyakat”i sık sık gündeme getiren “CHP” Başkanı Kılıçdaroğlu, “devlet yönetimindeki liyakat”ten söz ettiğini hep özenle vurgular. Haklı. Bu liyakati, yönetimdekilerin gözümüzün içine baka baka kullandıkları “yalan söyleme liyakati”nden, özellikle de, bugün söylediğini ertesi gün “inkâr etme liyakati”nden ayırmak ülkemiz için çok önemli; ne dersiniz?
Öte yanda, Schulz’un ikinci konusu da, “Erdoğan”a “muhalefet” eden “Cumhuriyet Gazetesi”nin, “10” yazar ve yöneticisinin tutukluluğu...
Bu konudan söz edildiğinde, “17. yy”ın ünlü bilim adamı, yazar “Galile”nin kendi adıyla anılan “Galile Davası”nı anımsatmanın gerektiğini düşünüyorum. İşte birkaç örnek:
• Galile de kitabında bir gerçekten -dünyanın hareketinden- söz ederek Vatikan’a, Papa’ya “muhalefet”ten dolayı suçlanmaktadır.
• Ne ki, Savcı Carlo Sencieri’nin -benzer bir suçtan- yargılanması gibi bir durum yoktur; 17. yy. İtalya’sında buna yer yoktur...
• Sorgulama öyle “üç gün”, ya da “24 saat” kesintisiz sürdürülemez; bu, ne Savcı Sencieri’nin ne de ötekilerin aklından bile geçmez...
• Galile’nin tutuklanmasının hemen ertesinde kızı ziyaretine gelir...
• Mektupları -özellikle kızınınkiler- hemen kendisine ulaştırılır...
• Günlerce bodrumlarda tutulduktan sonra, sorgulamaya geçilmesi gibi bir durum söz konusu olamaz...
• Bu davanın açılmasının gerçek nedeni, Papa
VIII. Urban’ın, hukuk dışı yönetiminin gündemden düşürülüp, gündeme Galile’nin oturtulmasıdır... Değerli dostlar, yaklaşık “400” yıl önceki bir davayla bu benzerliklere ne dersiniz?
Yarın Cumhuriyet’in bahçesinde buluşalım!
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder