30 Aralık 2016 Cuma

‘Sessiz kalmakta suça ortak olmaktır!’ - Meriç Velidedeoğlu

Sabahları bir süredir, gazeteleri ele aldığımda hemen aralarından Cumhuriyet’i çekip ilkin o, “10 resme” bakıyorum; yine her sabah, iddianameyi bir türlü yazmayan görevlilerin -bu güne göre- “56 gündür”, yazamayan bu insanların ne denli “çıkmaz (!)” içinde olduklarını düşünmekten de insan kendini alamıyor, “yazsan olmaz yazmasan olmaz (!)”... 
 
Ne var ki, basın dünyasında bir gazetenin, çoğunluğunu yazarlarının ve bir çizerinin oluşturduğu “10” elemanının “61 gündür” tutuklu olması da pek görülen alışılmış bir durum mudur? Üstelik anayasasında çağdaş, laik bir “hukuk devleti” olduğu yazılı olan bir ülkede... 
 
Acaba diyorum -insanlık dışı- o “Kumpas Davaları”nın ilki olan “Ergenekon Davası”nda kendini “SAVCI” ilan eden, Başbakan Recep Tayyib’in, yine -üstelik bu kez Cumhurbaşkanı olarak- yine böyle bir “görev” alması mı bekleniyor? Sanmam; çünkü artık bu tür görevlendirmeye gerek var mı?
Kuşkusuz yok, böyle olduğu da pazartesi sabahı, Cumhuriyet’i alıp yine “Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Güray Öz, Hakan Kara, Turhan Günay, Musa Kart, Önder Çelik, Bülent Utku ve M. Kemal Güngör” ile günaydınlaşıp, sayfaları çevirdiğimde ortaya çıktı; gazetenin kantin görevlisi “Şenol Buran”ın tutuklandığını okuyunca donup kaldım... 
 
Şu günlerde yaşadıklarımızın -bir bakıma- “zemzem”le yıkanmışlarını, daha önceki yıllarda yaşadığımızda, bunların “hukuk mu, guguk mu?” olduğunu sorup eleştirirdik.
Oysa artık durumun, “guguk”un da ötesinde olduğu, “Şenol Buran”ın, “savcı” ifadesini almadan, “Cumhuriyet savcısı”nın da tutanağı olmadan, “yargıç”ın tutuklamaya sevk etmesi açıkça ortaya konmuş olmuyor mu? Dolaysiyle gerek “Atatürk”ün, gerek kurduğu “Cumhuriyet”in saldırı hedefine dönüştürüldüğü bu süreçte, adını Atatürk’ün koyduğu gazetemizin de her türlü saldırıya uğrayacağı beklentisi de ve bunların neler olacağı bir bir uygulanarak ortaya konuluyor; bu ara yaratılan “heykel sorunu”yla birlikte. 
 
Gerçekten de öyle, şu sıralarda Rize’deki anıtla çok uğraşıldı; aslında bir yıldır uğraşılıyor; “AKP”li “Rize Belediye Başkanı”nın bu konudaki ilk girişimi “2015”te; “32 yıllık” Atatürk anıtı kaldırılıp yerine “çay bardağı” konulacaktı... Bunun ne denli utanç verici olduğunu insan düşünmek bile istemiyor... 
 
Heykel konusunda -bu yılki- olup biteni, “TV”de izlerken Atatürk’ün “Rize”yle ilgili olarak Meclis’te yaptığı “94” yıl önceki bir konuşmasını anımsadım; “Söylev”de (Nutuk) yer verdiği bu konuşma, “Seçim Yasası”nın değiştirilmesini isteyen bir önergeyle ilgilidir; bu tasarıya göre, milletvekili seçilebilmek için, o günkü Türkiye sınırları içinde doğmuş olmak ya da seçim bölgesinde yerleşmiş olmak koşulu ile birlikte, “göçmen” olarak gelen Türk ve Kürtler’in yerleşmelerinden bu yana “5 yıl” geçmesi gerekmektedir. 
 
Görüldüğü gibi bu yasa tasarısı, doğrudan doğruya, Atatürk’ün “milletvekili olmasını önlemek” için hazırlanmıştı; durumu öğrenen halk Meclis’i telgraf yağmuruna tutar; bu arada “Rize” milletvekili “Osman Efendi”nin de bu yasa tasarısını desteklediğini öğrenen Rizeli’ler de Atatürk’e bir telgraf çekerler kısaca şöyle: “Size karşı sancağımız (Rize) adına söz söyleyen ve aykırı görüş besleyen ve bizce hiçbir değeri ve önemi olmayan milletvekilini lanetleriz. Onun sancağımızı temsil etme hakkı da kalmamıştır!”
 
Atatürk bu konuda Meclis’e gelen binlerce telgraftan yalnızca birini, Rizeli’lerin bu telgrafını “Söylev”e almıştır, yer vermiştir.
“Atatürk” yerine “çay bardağı” dikmek isteyen “o” Rizeli”ye duyurulur; ayrıca günümüz Rize’nin, Meclis’teki “AKP”li “Osman Efendi”lerine de... Kuşkusuz “gık” bile demeyen Rizeli’lere de... 

 
Not: “27 Aralık” günü Atatürk’ün, Ankara’ya yani bugünkü varlığımızı borçlu olduğumuz savaşın ve her türlü savaşımın yüreğini oluşturacak Ankara’ya gelişinin “97.” yılıydı; anılmadan geçirilmesine razı olamadım...

Meriç Velidedeoğlu
CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder