30 Aralık 2016 Cuma

Son dönemeç: AKP’nin başkanlığı - RIZA TÜRKMEN

AKP tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan anayasa önerisinin ‘Genel Gerekçe’ bölümü okunduğunda, amacın demokrasi değil, istikrar olduğu anlaşılıyor. Seçilecek başkan Türkiye’deki istikrarsızlığı ortadan kaldırmak için şimdi alamadığı hangi önlemi alacak?

TBMM Anayasa Komisyonu, AKP’nin Türkiye’ye başkanlık sistemini getirecek Anayasa değişikliklerini görüşüyor. Bu konuda anlaşılması güç pek çok nokta var. Yeni bir Anayasa’ya gereksinim varken neden sadece başkanlıkla ilgili Anayasa değişikliği? Neden şimdi? Türkiye’de toplum bu denli kutuplaşmışken, ülkenin içinde bulunduğu siyasal, toplumsal, ekonomik sorunlar giderek içinden çıkılmaz bir hal alırken toplumu büsbütün kutuplaştıracak, kavgayı kızıştıracak, sorunları büyütecek bu öneriyi Meclis’e getirmek hangi amaca hizmet eder?

Tutum değişikliği
AKP ve MHP’nin tutumlarını da anlamak güç. AKP, iktidara geldiği 2002’den 2012 Kasım’ına dek parlamenter sistemi savundu. AKP’nin 2007’de Prof. Özbudun ve arkadaşlarına hazırlattığı Anayasa tasarısı da parlamenter sisteme dayanır. Parti programında, seçim bildirgelerinde hükümet programlarında aynı tercihin benimsendiğini görebiliriz. 2007’deki Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesini öngören Anayasa değişikliğinden sonra da AKP’nin durumu değişmedi. Ta ki 2012 Kasım ayına dek.
MHP ise çok yakın zamana dek parlamenter sistemin hararetli savunucusuydu. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na verdiği bütün önerilerde parlamenter sistemi temel aldı. Cumhurbaşkanı’nın eskiden olduğu gibi TBMM tarafından seçilmesini önerdi. Bahçeli 11 Kasım 2016’da verdiği demeçte “Biz parlamenter sistemin güçlendirilmesinden yanayız” dedi. Bu iki parti sürekli bir biçimde Türkiye için en uygun sistemin parlamenter sistem olduğunu, bu sistemin güçlendirilmesi, aksaklıklarının giderilmesi gerektiğini savunduktan sonra ne oldu da bugün tutumları değişti?


Neden inandırıcı değil
AKP’nin “Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesiyle Cumhurbaşkanı’nın konumu değişti. Parlamenter sistemden uzaklaşıldı” savı, şu nedenlerle inandırıcı değil:
a. Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi, yetkilerinde bir değişiklik yapmadı. b. Parlamenter sistemle yönetilen, fakat Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçildiği pek çok devlet var. Avusturya, Bangladeş, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İzlanda, İrlanda, İsrail, İtalya bazıları. Ama bu ülkelerin hiçbirinde, Cumhurbaşkanını halk seçtiği için başkanlık sistemine geçilmiyor. 


İstikrar ve demokrasi
AKP tarafından Meclis’e sunulan önerinin “Genel Gerekçe” bölümü okunduğunda, amacın demokrasi değil, istikrar olduğu anlaşılıyor. Genel gerekçede demokrasiden hiç söz edilmemesine karşın bol bol “istikrar” vurgulanıyor. Herhalde, seçmen tabanı açısından istikrarın demokrasiden daha önemli olduğu düşünülüyor. Oysa, başkanlık sisteminin Türkiye’de bugün yaşanan istikrarsızlığa, kaosa son vereceğini düşünmek için hiçbir neden yok.
Seçilecek başkan Türkiye’deki istikrarsızlığı ortadan kaldırmak için şimdi alamadığı hangi önlemi alacak? Bugünkü istikrarsızlığın en büyük nedeni hükümet politikaları sonucu yaratılan kutuplaşma. Başkanlık sistemi ise kutuplaşmayı artırıcı bir etken. Genel gerekçede istikrarsızlığın kaynağı olarak gösterilen koalisyonlar, böylesine bir kutuplaşmanın bulunduğu ülkede bu kutuplaşmayı yumuşatacak toplumsal uzlaşı sağlayacak bir ortam yaratabilir. İktidarın paylaşılması demokrasiye açılan bir kapı olabilir.
Ayrıca başkanlık sisteminin amacı, istikrar sağlamak değil, sert bir güçler ayrılığı ile gücün tek elde toplanmasını engellemek. İstikrarı demokrasi ile birlikte ele almak gerekir. Diktatörlüklerde bir istikrar sorunu olmadığını, geçmiş deneyimler gösteriyor. 


Sistemin özellikleri
AKP’nin önerisi TBMM’de ve referandumda yeterli oyu alır, yürürlüğe girerse Türkiye farklı bir sistemle yönetilecek. Bu sistemin özellikleri şunlar olacak:
1. Kuvvetler ayrılığı değil kuvvetler birliği: AKP önerisinde, bütün güç tek bir kişinin elinde toplanacak. Oysa başkanlık sistemi sert bir güçler ayrılığına dayanır. Yürütme yani başkan ile yasama kesin çizgilerle birbirinden ayrılırlar. Yargı ise tamamen bağımsızdır. Böylelikle birbirlerinden bağımsız erklerin birbirlerini denetlemesi sağlanır.
AKP’nin önerisi güçler ayrılığını değil, güçler birliğini öngörüyor. Şöyle ki:
a. Yargı: HSYK bağımsız bir yargının anahtarı. AKP önerisinde başkan, HSYK’nin 12 üyesinden 5 üyesini atayacak. 6 üye TBMM yani başkanın partisinin çoğunluğu tarafından seçilecek. Adalet Bakanı, HSYK Başkanı olmaya devam edecek. Adalet Bakanı’nın HSYK Başkanı olmasının HSYK’nin tarafsızlığı ve bağımsızlığı ile bağdaşmadığını Avrupa Yargıçlar Konseyi, Venedik Komisyonu defalarca raporlarında yazdı. Ama amaç, HSYK’yi yürütmenin denetimi altına almak olunca, bu raporlar etkili olmuyor.


Anayasa Mahkemesi’nde ise 15 üyesinden 12’si başkan tarafından seçilecek, 3 üye ise TBMM tarafından. Böyle oluşmuş bir yargının başkanı denetlemesi düşünülebilir mi?
b. Yasama: Yasama da başkanın denetimi altında olacak. Şu nedenlerle:
i. Başkan, aynı zamanda partisinin başkanı. Yani milletvekili listelerini başkan yapacak. Parti örgütüyle ilişkisi sürecek. Meclis çoğunluğunu kontrol edecek. Türkiye’deki sert parti disiplini gözönünde tutulursa, Meclis çoğunluğunun başkanın sözü dışında hareket etmesi düşünülemez.
j. Anayasa’nın 104. maddesi gereğince, “Cumhurbaşkanı... Türk milletinin birliğini temsil eder... Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” Başka bir deyişle, Anayasa devlet başkanına partilerüstü, tarafsız, hakem rolünü veriyor. Bu rol ile başkanın bir siyasal partinin başkanı olması nasıl bağdaşır? Uygulamada bu iki rol arasındaki çelişki, kendini her fırsatta gösterecek.
Örneğin, Anayasa’nın 69. maddesi gereğince kapatılan bir siyasal partinin genel başkanı, beyan ve faaliyetleriyle partinin kapatılmasına yol açmışsa, beş yıl süreyle bir başka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamaz. Bu yaptırım, başkana da uygulanacak mı?


Çözüm diktatörlük müdür?
Siyasi Partiler Yasası’na göre, partiyi temsil yetkisi genel başkana ait. Oysa Anayasa, Cumhurbaşkanı’nın Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ettiğini belirtiyor. Bir kişi hem partiyi, hem devleti nasıl temsil eder? Başkanın hangi sıfatıyla hareket ettiğini nereden bileceğiz?
ii. Başkanlık ve milletvekili seçimlerinin aynı zamanda yapılması öngörülüyor. Böylece başkan ve Meclis için aynı çoğunluğun geçerli olması isteniyor. Oysa, başkanlık sisteminin mantığı, yürütme organı ile yasama organının, birbirlerinden ayrı erkler olmaları ve ayrı süreçlerle oluşmalarını gerektiriyor. İki seçimin aynı zamanda yapılması, devlet başkanının parti başkanı olarak seçime katılması ve kendi partisi için oy istemesi, seçimlerde eşitlik ve adil seçim ilkeleriyle bağdaşmayan bir durum yaratacak. Sonuçta, başkana bağlı bir yasama organı oluşmasına yol açacak.
Özetle, başkanın partisiyle ilişkisinin kesilmemesi, başkanlık ve milletvekilliği seçimlerinin aynı zamanda yapılması, başkana tabi bir Meclis’in meydana gelmesi sonucunu doğuracak.
AKP yetkilileri, başkanla Meclis çoğunluğunun aynı partiden olmalarının sistemin tıkanmasını önlemek bakımından gerekli olduğunu ileri sürüyorlar. Başkanlık sisteminin bu sakıncasını önlemenin yolu, bütün iktidarı tek bir elde toplayarak diktatoryal bir rejim mi kurmaktır?



RIZA TÜRMEN
Eski AİHM yargıcı ve eski CHP Milletvekili

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder