28 Ocak 2017 Cumartesi

Şehircilik Şûrası’nın reklam seslendirmesi - ŞÜKRAN SONER

Tüm kanallarda dün Saray’da yapılan Şehircilik Şûrası’nın günler boyu yayımlanan reklamında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sesinden duyduğumuz dizelere takılmamak olanaksızdı... Hacı Bayram Veli’nin günün Türkçesine uyarlanmış; “Nagihan bir şehre vardım/ Onu ben yapılır gördüm/ Ben dahi bile yapıldım/ Taş ve toprak arasında” dizelerinin Erdoğan’ın seslendirmesiyle verilmesinden sonra, Saray’da gerçekleştirilecek şûraya katılım çağırısı yapılırken güncel, yaşamsal şehircilik sorunlarının tartışılacağı duyurusu yapılıyordu.

 
Bekleneceği üzere dün açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul odaklı örneklendirmelerle, şehirciliğin geleceği üzerine beklentilerini dile getirdi. Şehirleşmede işlenen büyük suçlarla insan ve doğa yaşamına verilen ağır tahribattan söz etti. İstanbul, Boğaziçi katliamları özelinden ülke geneline çok ağır bir dille suçladığı sorumlular, suçlular, hainler, katliam içerikli imarlara izin verenler kimlerdi? 
 
Beklentilerine ilişkin özet talimatlarından, katledilmiş kentler, Boğaziçi’nde yapılaşmanın durması gibi bir sonuç çıkarılmaması gerektiğini, kötünün düzeltilmesi kapsamında ilgili bakanlıkların yetkin kılınacağı, bir tür imar anayasaları çerçevesinin çizilmesi gereğinin altının çizildiğini öğrenmiş olduk...

***

1960’lı yıllardan, günümüze, ilk akla gelebilecek sayısız katliam örneğinde, Boğaziçi, İstanbul yağmalarından başlanarak, Saray’a uzanan var olan tüm korumacılık ilkeleri, kararlarının, tarihin, doğanın, her türden kentleşmenin olmazsa olmazları, hukukun da katledilmesi ile... Kirli rüşvetin de içinde olduğu ilişkilerle bireysel rantçıların çıkarları yanında, belediyecilik yağmalarının çok üstüne çıkan bakanlıklar eliyle alınan gözü kara, çıkara, vurguna dönük güç kullanımı belirleyici olmadı mı? 15 yıllık İktidarları erkinin, belediyecilik erklerinin geriye dönük 20’li yılları aşan dudak uçuklatıcı ağır suçlarından hesaplaşmasız arınma bu kadar kolay mı? Yıkımın geri dönüşünün bedeli, olanağı, karşılığı, kaynağı, niyeti var mı? 

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sesiyle verilen Hacı Bayram Veli’nin tasavvuf felsefesinin içinden gelen şiirinin, Şehircilik Şûrası reklamında kullanılmasına takılanlar için Ekşi Sözlük’te ilginç bir değerlendirme vardı. Hacı Bayram Veli’nin şehri, insanın bir yönü ile ahirete dönük, bir yönü ile içinde bulunduğu dünyaya bakan kalbi. Allah’ın kurduğu, gönlün anlatıldığı şehrin dizelerinden Şehircilik Şûrası reklamında esinlenmek nasıl bir yaklaşım? Ekşi Sözlük’teki yoruma göre AKP’nin her şeyi taş, toprak, inşaat, rant olarak algıladığının kanıtı olabilir mi?
Doğrusu ben de tasavvuf felsefesinin içinde bir şiirin dizelerinin, bildik kent rantçılığının, “yeniden yapılandırma” projelerinde reklam aracı yapılabilmesine takıldığım kadar, Cumhurbaşkanı’nın seslendirmesine, Saray’da yapılacak şehircilik Şûrası’na, gereksinim duyulması ya da ustalıklı reklam buluşuna kadar... Pek çok yeni kampanyalara takılıyorum... Meclis’te, AKP-MHP milletvekillerinin kimliklerinin yok edildiği utanç verici hukuksuz oylama şovlarının, sonuç olarak Meclisimizi dünyanın en ilkel kavga sahnelerinin arenası yapmış çatışmaların sıcağında, bu aceleci referandum seçim kampanyası, bu medyaya güdümlü el koyma neyin nesi?
Gözlerimizi ovuşturduğumuz sabah saatlerinden, gece yarılarına, artık yandaş medya ile yetinilemeden, ana akım medyasında da tüm haberler, oturumlar, özel programlara el konulmuş konumda, referandumun son günlerine gelinmiş gibi, 24 saate yayılmış “evet” kampanyalarının içinde nefes alamaz haldeyiz. Hani medyatik dilde “Şok... Şok...” reklamlı önemli haberler, en olmadık programlar bile kesiliyor... Ağırlıklı bir Cumhurbaşkanı, bir Başbakan, kimi bakanlar peş peşe bir etkinlik bahanesi içinde bir toplantı, açılışta canlı yayına sokuluyorlar.
Bazen kendi canlı yayınlarını bile ağırlığına göre bir diğerini verebilmek üzere kesmek zorunda kalıyorlar. Gazeteci gözüyle programcıların işlerini yapmadan para alma noktasına gelmelerine gülmek mi, acımak mı gerektiğine karar veremez oluyorum. Kuşkusuz en çok yakın günlere kadar biraz daha profesyonel gazetecilik kimliği ile vitrine çıkma çabası içinde olanların, aksine alkış tutma misyonunda zorlanmalarından burukluk, acı duyuyorum... Askeri darbeler süreçlerinde bile gazetecilik bu kadar ayaklar altına alınmamış, bu kadar ağır bedeller ödetilememişti...

Şükran Soner / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder