16 Nisan 2017’de yapılacak anayasa referandumu
tarihimizin bu konudaki yedinci oylamasıdır. Bunlar içinde,
birbirlerinin benzeri olanlar, 7 Kasım 1982 ile 16 Nisan 2017
oylamalarıdır.
Her iki oylamada da, bir anayasa metninin yanında, aynı zamanda fiilen işbaşında olan otokratların fiili egemenliklerinin onaylanması söz konusuydu.
35 yıl arayla yapılan ve biri askeri, öbürü sivil darbenin fiili sonuçlarını anayasallaştırmak amacına yönelik olan oylamalar seçmenin oyuna sunulan metinlerin reddedilmeleri halinde bile uygulamada bir şeyin değişmemesi için iktidarın ayak sürüyecek olması bakımından birbirinin aynısıdır.1982’de Kenan Evren’in yetkileri ile birlikte Cumhurbaşkanlığı da oylamaya sunulmuştu. 2017’de, daha önce Cumhurbaşkanı seçilmiş Recep Tayyip Erdoğan’ın yetkileri halkın oyuna sunulmakta.
7 Kasım 1982’de hayır çıkması halinde, o sırada resmi sıfatı devlet başkanı olan Kenan Evren’in cumhurbaşkanı olamadan da devlet başkanı olarak fiilen, sultasının süreceği bizzat kendisi tarafından açıklanmıştı.
***
16 Nisan 2017 oylaması da, tıpkı 7 Kasım 1982 oylaması gibi sonucu ne olursa olsun fiili durumu değiştirmemek niyeti siyasi iktidarda ağır basmaktadır.
Şu anda zaten, AKP’nin fiili lideri olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yürütmenin de başıdır ve yasama ile yargı da eninde sonunda onun denetimindedir. 16 Nisan’da “evet” sonucu çıkması halinde, uygulamada bir değişiklik olmayacak, yalnızca fiili durum hukuken onaylanacaktır.
Tabii bu olguya bakarak, çok tehlikeli olan, “sonuç ne olursa olsun, fiili durum değişmeyeceğine göre, sandık başına gidip hayır demenin hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığı” yanılgısına düşmemek gerekir.
Demokrasinin “olmazsa olmaz”ı, kuvvetler ayrılığı ilkesini çiğnemeyi tescilleyen metne hayır denmesi, demokrasiden yana olanları güçlendirmesi, dolayısıyla demokrasi mücadelesinde zafere giden yolun ilk adımı olması açısından yaşamsal önem taşımaktadır.
1982 ve 2017 referandumları arasındaki benzerlikler bunlarla sınırlı değil. Her iki oylamada da, fiilen evet demek serbest, ama hayır demek yasaktı. 1982 oylaması sırasında “hayır” diyeceğini açıklamış olan Oktay Akbal hapse tıkılmıştı. 2017 oylamasında ise hayırdan yana olanlar, teröristlikle, FETÖ veya PKK yandaşı olmakla (hepsi aynı kapıya çıkıyor) suçlanıyorlar. Aradaki tek fark, 1982’de gazeteciler hapse atılıyorlardı, şimdi işten atılıyorlar.
Ama bu fark da, her iki halde de, evet demek ile hayır demenin eşit derecede özgür olmaması sonucunu değiştirmiyor.
***
İşin daha da ilginç yönü aslında, 2017 referandumundan “evet”lerin hâkim çıkması halinde de hedeflenen meşruiyetin elde edilemeyecek olmasıdır.
7 Kasım 1982’de sandıktan baskıyla çıkan yüzde 91.4 oranındaki “evet” oyu, “12 Eylül Anayasası”na meşruiyet kazandıramamıştır.
Bu durumun nedenini “anayasaların ancak uzlaşmanın yaygınlığı ölçüsünde kalıcı ve meşruiyet kaygısına deva olabileceğini” söyleyerek açıklayan Anayasa Hukuku hocası ve Anayasa Mahkemesi eski üyesi, Prof. Dr. Fazıl Sağlam, “Hakların güvence altına alınmadığı ve kuvvetler ayrılığının olmadığı bir toplumda anayasa yoktur” diyen 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 16. maddesine atıf yaparken, değişiklik metninde yargının bağımlı hale geldiğini, kuvvetler ayrılığının çiğnendiğini de vurguluyor. Prof. Sağlam, burada Kemal Gözler’in bir yazısının her şeyi anlatan şu veciz başlığına gönderme yapıyor:
“Elveda Kuvvetler Ayrılığı, Elveda Anayasa”
Görülüyor ki, tıpkı 7 Kasım 1982’de olduğu gibi, 16 Nisan 2017’de de, kuvvetler ayrılığını çiğneyen değişikliğe “evet” de “Reis Sistemi”ne meşruiyet kazandıramayacak, Prof. Sağlam’ın deyimiyle “anayasasızlaştırma ve hukuksuzlaştırma” süreci değişmeyip sürecektir.
Ali Sirmen / CUMHURİYET
Her iki oylamada da, bir anayasa metninin yanında, aynı zamanda fiilen işbaşında olan otokratların fiili egemenliklerinin onaylanması söz konusuydu.
35 yıl arayla yapılan ve biri askeri, öbürü sivil darbenin fiili sonuçlarını anayasallaştırmak amacına yönelik olan oylamalar seçmenin oyuna sunulan metinlerin reddedilmeleri halinde bile uygulamada bir şeyin değişmemesi için iktidarın ayak sürüyecek olması bakımından birbirinin aynısıdır.1982’de Kenan Evren’in yetkileri ile birlikte Cumhurbaşkanlığı da oylamaya sunulmuştu. 2017’de, daha önce Cumhurbaşkanı seçilmiş Recep Tayyip Erdoğan’ın yetkileri halkın oyuna sunulmakta.
7 Kasım 1982’de hayır çıkması halinde, o sırada resmi sıfatı devlet başkanı olan Kenan Evren’in cumhurbaşkanı olamadan da devlet başkanı olarak fiilen, sultasının süreceği bizzat kendisi tarafından açıklanmıştı.
***
16 Nisan 2017 oylaması da, tıpkı 7 Kasım 1982 oylaması gibi sonucu ne olursa olsun fiili durumu değiştirmemek niyeti siyasi iktidarda ağır basmaktadır.
Şu anda zaten, AKP’nin fiili lideri olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yürütmenin de başıdır ve yasama ile yargı da eninde sonunda onun denetimindedir. 16 Nisan’da “evet” sonucu çıkması halinde, uygulamada bir değişiklik olmayacak, yalnızca fiili durum hukuken onaylanacaktır.
Tabii bu olguya bakarak, çok tehlikeli olan, “sonuç ne olursa olsun, fiili durum değişmeyeceğine göre, sandık başına gidip hayır demenin hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığı” yanılgısına düşmemek gerekir.
Demokrasinin “olmazsa olmaz”ı, kuvvetler ayrılığı ilkesini çiğnemeyi tescilleyen metne hayır denmesi, demokrasiden yana olanları güçlendirmesi, dolayısıyla demokrasi mücadelesinde zafere giden yolun ilk adımı olması açısından yaşamsal önem taşımaktadır.
1982 ve 2017 referandumları arasındaki benzerlikler bunlarla sınırlı değil. Her iki oylamada da, fiilen evet demek serbest, ama hayır demek yasaktı. 1982 oylaması sırasında “hayır” diyeceğini açıklamış olan Oktay Akbal hapse tıkılmıştı. 2017 oylamasında ise hayırdan yana olanlar, teröristlikle, FETÖ veya PKK yandaşı olmakla (hepsi aynı kapıya çıkıyor) suçlanıyorlar. Aradaki tek fark, 1982’de gazeteciler hapse atılıyorlardı, şimdi işten atılıyorlar.
Ama bu fark da, her iki halde de, evet demek ile hayır demenin eşit derecede özgür olmaması sonucunu değiştirmiyor.
***
İşin daha da ilginç yönü aslında, 2017 referandumundan “evet”lerin hâkim çıkması halinde de hedeflenen meşruiyetin elde edilemeyecek olmasıdır.
7 Kasım 1982’de sandıktan baskıyla çıkan yüzde 91.4 oranındaki “evet” oyu, “12 Eylül Anayasası”na meşruiyet kazandıramamıştır.
Bu durumun nedenini “anayasaların ancak uzlaşmanın yaygınlığı ölçüsünde kalıcı ve meşruiyet kaygısına deva olabileceğini” söyleyerek açıklayan Anayasa Hukuku hocası ve Anayasa Mahkemesi eski üyesi, Prof. Dr. Fazıl Sağlam, “Hakların güvence altına alınmadığı ve kuvvetler ayrılığının olmadığı bir toplumda anayasa yoktur” diyen 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 16. maddesine atıf yaparken, değişiklik metninde yargının bağımlı hale geldiğini, kuvvetler ayrılığının çiğnendiğini de vurguluyor. Prof. Sağlam, burada Kemal Gözler’in bir yazısının her şeyi anlatan şu veciz başlığına gönderme yapıyor:
“Elveda Kuvvetler Ayrılığı, Elveda Anayasa”
Görülüyor ki, tıpkı 7 Kasım 1982’de olduğu gibi, 16 Nisan 2017’de de, kuvvetler ayrılığını çiğneyen değişikliğe “evet” de “Reis Sistemi”ne meşruiyet kazandıramayacak, Prof. Sağlam’ın deyimiyle “anayasasızlaştırma ve hukuksuzlaştırma” süreci değişmeyip sürecektir.
Ali Sirmen / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder