19 Şubat 2017 Pazar

Kedimiz kırmızıdır...- Mine G. Kırıkkanat

Ray Bradbury, her biri bir başyapıt olan eserlerinin ilki, 1951 yılında yayımlanan ve Fahrenheit 451 başlığıyla bir ölçüde gerçekleşen kehanet izleri taşıyan romanında; baskıcı bir rejimin toplumu uyuşturmaya programlı televizyon seyretmeye zorunlu kıldığı, kitap okumayı yasakladığı bir geleceği anlatır.
Romanda, yanmaz giysileri içinde robotlara benzeyen itfaiyeciler, evleri basıp topladıkları kitapları yakmaktadır. Yani itfaiye kurumu, varoluş nedenine ihanet içindedir. Zaten Fahrenheit 451 de kâğıdın ateşle doğrudan temas etmese de ısınarak alev aldığı sıcaklık derecesi olup, bir “kendini imha” sezdirmesidir.
Toplumun baskıcı rejime direnişi, insanların yakalanırsa yakılacak kitapları tek tek ezberlemesiyle başlar...
Ray Bradbury’nin okurun belleğine mıh gibi çakılan romanında şöyle der: “Her kitabın ardında bir insan vardır.”
Ralph Waldo Emerson için, “Yakılan her kitap, dünyayı aydınlatır.
Victor Hugo, “Işık kitaptadır. Kitabı sere serpe açın. İşini yapmaya, ışıtmaya bırakın...” diye önerir.
Jules Renard’a göre, “Bir kitap bize benzediği ölçüde hoşumuza gitmez.” 


***

Otokrasiden diktaya bütün baskı rejimlerinin kitap düşmanlığı, yazana nefret ve okuyana hışım ortaklığı, raslantı değildir.
Sözlerle düşünürüz. Kitaplar, söz dağarcığını genişleterek düşüncenin, hayalin ufkunu açar, mantığı geliştirir ve sonunda, özgürleştirir. Mutlaka özgürleştirir. Baskı rejimlerinin en çok korktuğu da budur...
Her 1000 kişiden sadece 1’inin kitap okuduğu (TUİK verileri) 80 milyonluk bir ülkede; yazıp okuduğu için hapse tıkılanları da çıkarırsanız, nasıl bir cehalete ve rejim türüne mahkûm olduğumuz açık!
Bugün doğan çocuğuna “Evet” adını koyan akıl, dün doğum kontrolünden habersiz olduğu için sıra sıra dizilen bebelere Yeter, Dursun, Sabit, İmdat isimlerini veren akıl.
Çünkü okumuyorlar.
Tek kitap” diyorlar, onu da okudukları, okudularsa anladıkları şüpheli...
Tek kitaba inanan insandan korkarım” demiş, aziz ilan edilecek kadar kusursuz mümin Aquinolu Thomas. Ne kadar haklı... 


***

Vatan sathında saçmalıktan vahşete, arsızlıktan hırsızlığa, aptallıktan gaddarlığa, “artık bu kadarı da olmaz”, “herhalde bunu da yapamazlar” diyebileceğimiz hiçbir şey kalmadı.
Hayvanlara tecavüz, çocukların ırzına geçmek, kadınları dövmek, kadın-erkek bol bol öldürmek sıradanlaştı. Terör, suikast ya da savaşta ölmek kader sayılıyor; şehitlik adeta yüksek getirili yüce bir meslek, bu ülkede...
Çoğul kitaptan oldum olası nefret edenler, tüm baskı rejimi ve zamanlarında olduğu gibi yine bir yayınevini, Kırmızı Kedi’yi hedef aldı.
Devlet Bahçeli hakkında yazılan bir kitaba önce muhteremler dağıtım yasağı getirdi, ardından tetikçi muhterisler kitabevine saldırıp camı çerçeveyi indirdiler. Kafa tokuşturmaktan beyaz peynire dönmüş beyinleriyle elbette kitapçıda bulamadıkları yazarı kendilerinde kalmayan “Akıllı olsun!” öğüdüyle tehdit edip kaçtılar.
Ne dağıtımı yasaklayan muhteremler, ne de camı çerçeveyi indiren tetikçi muhterisler kitabı okumuşlardı. Çünkü kitapta Devlet Bahçeli hakkında zaten bilmediğimiz hiçbir şey, en küçük bir suç öğesi yok.


***

Ama kitap korkusu, böyle bir şey. Ya okur da iki kelime daha öğrenir, biraz daha düşünürlerse? Al sana kâbus!
Demokrasiyi öylesine unuttuk, medya patronları öyle korkak ve gazeteciler işimizden oluruz diye titriyorlar ki; hiçbir basın mensubu Devlet Bahçeli’ye: “Kırmızı Kedi’ye hakkınızdaki kitapla ilgili saldırıyı kınıyor musunuz?” diye sormadı. Soramadı.
Devlet Bahçeli de Justin Trudeau değil ya, tabii ki saldırıyı kendiliğinden kınamadı. Kitabın dağıtımı durdurulduğunda da sessiz kalmıştı. Bu suskunluğun da tek bir anlamı olabilir...
Ben bir Kırmızı Kedi yazarıyım ve ülkenin en cesur, en ilkeli, kültüre ciddi emek veren yayıneviyle çalışmaktan gurur duyuyorum. Kurucu sahibi Haluk Hepkon’a gelince...
İnsanların kan kardeşleri ve can kardeşleri vardır.
Haluk Hepkon benim can kardeşimdir. Boşuna uğraşmayın. O başını eğmez.


Mine G. Kırıkkanat / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder