19 Şubat 2017 Pazar

Yasalar kralları da bağladığında - NİLGÜN CERRAHOĞLU

“Reis” son olarak “Avrupa ülkeleri monarşi ile demokrasiyi birlikte yaşatma yoluna giderken, biz hanedanı ülke dışına çıkartıp cumhuriyeti ilan ettik” buyurdu ya...
Avrupa parlamenter monarşilerinde bu “birlikte yaşatma durumunun” nasıl hayata geçirildiğine bir bakalım.
Duymuşsunuzdur. İspanyol monarşisinden Inaki Urdangarin bundan iki gün önce 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Urdangarin, bir “üst mahkeme” eğer cezasını onaylarsa seçtiği hapishanede yatacak. Yani gideceği hapishaneyi seçme hakkı var. Ama işte o kadar. Kim Undangarin derseniz... İspanya Kralı Felipe’nin eniştesi.
Tahtından bu skandal nedeniyle feragat etmek zorunda kalan önceki kral Juan Carlos’un damadı ve tahtın 6. sıradan varisi Cristina’nın kocası. Taht varislerinden birinin eşi olan Urdangarin kertesinde bir saray mensubu, İspanya’da 1.5 yıl boyunca karısı ile beraber yargı önüne çıktı.
Sonunda sürgünde yaşamaya zorlanan Prenses Cristina para cezası ile kurtarırken; “enişte”; zimmet, ihtilas, irtikap, resmi makamları aldatmak, nüfuz ticareti, vergi kaçırmak, kara para aklamak, dolandırıcılık, resmi ve ticari belgelerde sahtekârlık gibi çok ağır suçlardan hapis cezası yedi. İspanyol yargısı, “enişte”/“damat” ayrımı yapmadı. 


‘Hukuk devleti tescillendi’
“El Pais” gazetesi bu durumu; “Hukuk kendini dayatıyor, yargı bağımsızlığı güçleniyor” başlığındaki başyazısında “İspanya’da Avrupa’nın diğer krallıklarında olmayan bir şey oldu. Bir kraliyet mensubu yargılandı” diyerek özetliyor:
“Bu karar, üsttekilerin dokunulmaz olduğu varsayımının sonudur. Bir kraliyet mensubunu kimsenin yargılamaya cesaret edemeyeceği fikrinde olanlara karşı, yargı görevini yaptı ve bağımsızlıkla karar verdi. İspanya’da hukuk devletinin çalıştığı, kimsenin yasa üstünde olmadığı tescil edildi.”
Kilit sözcük bu; “kimsenin yasaların üzerinde olmaması”. Veya diğer deyişle “yasa önünde tüm yurttaşların eşit olması”.
Gerçekte bu salt bir “demokrasi” meselesi değil. Öncelikle bir “hukuk devleti” olmak meselesi. Yalnız hukuk devletlerinde “yasa önünde herkes eşit” olabiliyor. Ve yalnız hukuk devletlerinde bir kraliyet mensubunu yargılayacak güçte bir “kuvvetler ayrılığı” bulunuyor. Demokrasi evet hukuk devletinin işleyişini denetlemek açısından yaşamsal önem taşıyor. Ama hukuk devleti olamayan çok demokrasi var dünyada. Biri, diğerinin garantisi sayılmıyor. “Parlamenter monarşi” olmak da, eğer içi “hukuk devleti” ile doldurulmazsa RTE’nin gönderme yaptığı bağlamda başlı başına marifet sayılmıyor.
Dam üstünde saksağan
“Avrupa monarşilerinin” bize şimdi örnek gösterilen evrimi aslında “anayasacılıkla” başladı. Gücü Tanrı’dan aldıkları düşünülen kralların yetkileri ve ayrıcalıkları, 19. yüzyıldan itibaren giderek böylece sınırlandı. 20. yüzyılda sonra bu evrim “hukuk devleti” ve “demokrasi” mücadeleleriyle taçlandırıldı.
Bırakın çağdaş “hukuk devleti”nden söz etmek, 200 yıl öncesinin “anayasacılıklarını” bile bizim şimdi mumla arar hale geldiğimiz ve hızla “mutlakiyetçiliğe” geri sardığımız şu günlerde, dam üstünde saksağan misali böyle “monarşi” güzellemelerine girmek, hamasetten başka bir şey olamaz.
“Avrupa ülkelerinin pek çoğunda krallar ve kraliçelerin bulunduğunu görüyoruz” diyen Reis ekliyor: “Bu monarklar semboliktir, aslında oralarda parlamenter demokrasi vardır diyeceklerdir. Devlet sisteminde bir aktör varsa hiçbir zaman sembolik olarak kalmaz. Bir ülkede bir kral varsa o kral, kraliçe varsa o kraliçedir. Bu taht ve taç sahibi ülke yönetiminde hak ve söz sahibidir.”
Söz sahibi de nasıl söz sahibi?
İspanya örneğine dönecek olursak; kral, “enişte”sinin “hapis cezasına” mahkûm edilmesinin ardından bir tek açıklama yaptı, o da saray sözcüsü aracılığıyla: “Yargının bağımsızlığına saygımız tamdır!” demek oldu.
Hüküm yiyen “enişte” ve kız kardeşle tüm ilişkilerini kesen ve unvanlarını geri alan kralın konuya dair başka bir müdahalesi ol(a)madı.
Reis nedense hep makam sahibi olanların “söz sahibi” olduğunu düşünüyor. Oysa örnek getirdiği Avrupa ülkelerinde -ister parlamenter demokrasi, ister parlamenter monarşi olsun- tek gerçek söz sahibi var; yurttaşlar.
Avrupa’nın tüm siyasi tarihi, tebadan yurttaşlığa evrilmenin bu büyük serüveni üzerine kurulu. Kralları bir yana bırakıp Reis biraz da yurttaşların ne kadar “hak ve söz sahibi” olduğuna keşke odaklanabilse.

Nilgün Cerrahoğlu / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder